Euzubillahimineşşeytanirracim, Bismillahirrahmanirrahim.
Bugün Tegabun suresinin 558. Sayfa 10. Ayet. Siz geçen hafta yoktunuz galiba.
“Vellezine keferu ve kezzebu bi ayatina: kafir olan ve ayetlerimiz karşısında yalan söyleyenler”.
“Ulaike ashabun nari halidina fiha: onlar o ateşin ashabı,arkadaşlarıdırlar”. Yani o ateşe yapışır kalırlar.
“Halidina fiha: orada sürekli olarak yada vücutları ihtiyarlamadan orada sürekli kalırlar”.
“Ve bi’sel masir: ne kötü hale gelmektir o”. Ne idiler, ne oldular. Onlar bir zamanlar ağalar beylerdi. Herkese lafları geçiyordu. Malları mülkleri itibarları vardı. Ama şimdi cehennemdeler. Ne kötü hale gelmektir o.
Şimdi elinizdeki meallerde, şöyle ben kendi mealimden okuyayım.
“Küfredip ayetlerimizi inkar edenler” şeklinde bendeki mealde geçiyor. Farklı meal var mı? Aynı meal demiyorum farklı var mı?
“Ayetlerimizi yalanlayanlar”. Şimdi burada, tefsirlerde hep ayetlerimizi yalanlayanlar diye geçer. Dikkat ederseniz ben öyle meal vermedim. Ayetlerimiz karşısında yalan söyleyenler dedim. Şimdi , “kezzebe” kelimesi mastar-ı tekzib dir. Türkçemizde yalanlama manasındadır. Dolayısıyla dilimiz ister istemez o tarafa doğru kayıyor. Ama arapçada “kezzebe” hem yalanlama manasına gelir hem çok yalan söylemek manasına gelir. Yani yerine göre gelebilir. “Kezzebe”nin doğrudan meful aldığı bir ayet vardı. Yani harficersiz meful aldığı bir ayet vardı. Kezzebe fiili.
“Fe in kezzebuke” diye. Hangi ayetti?
Aliİmran 184: “Fe in kezzebuke: eğer seni yalanlarlarsa”. Bir çok yerde var. Şimdi ben bu konuşmayı arapça konuşmayı bilenler için yapıyorum daha çok. Doğrudan meful alıyor bu fiil. Manası eğer seni yalanlarlarsa. Orada demek ki müteaddidir kezzebe fiili. Ama harficerle müteaddi olan kalıbı da var. Daha çok öyle kullanılmış. Kezzebe “ba” harfiyle kullanılıyor. O da olunca şu ortaya çıkıyor; demek ki bu fiil lazım olarak da kullanılıyor. Lazım olarak kullanılırsa çok yalan söylemek olur. Arapça bilenler için söylüyorum tam anlaşılsın diye tekrar edeyim. Lazım bir fiil harficer ile müteaddi hale getirilir. Yani lazım dediğimiz geçişsiz fiildir, meful almayan fiildir. Yani yüklemi olmayan fiildir. Ahmet geldi. Hasan gitti şeklinde olduğu gibi. Lazım fiiller harficer ile meful alırlar. Müteaddi olan fiiller yani geçişli fiiller de harficersiz meful alırlar. Şimdi bu kezzebe fiili hem harficerli hem harficersiz meful aldığı için; demek ki hem çok yalan söyleme manasına geliyor hem de yalanlama manasına geliyor. O zaman harficerli olan ile harficersiz olana farklı bir anlam vermek gerekiyor. Ondan dolayı “Allah’ın ayetleri karşısında yalana sarıldılar” diye bir anlam verdim. Yani çünkü ayetler o kadar açık gerçeklerdir ki, yalanlanması mümkün değil. Ama onlar yalanlıyor gibi gözüküyorlar ama kendi içlerinde yalanlamıyorlar. Bunu neden söylüyoruz? Çünkü yalanlama; bir insan bir başkasını yalanlıyorsa o sözde haklı olabilir değil mi? Yani birisi yalan söylüyordur gerçekten, siz ona dersiniz ki yalan söylüyorsun kardeşim. Siz haklı olmazmısınız? Bir de doğru söyleyene karşı yalan söylüyorsun dersiniz. Siz o kişinin doğru olduğunu bilirsiniz içten ama ona dersiniz ki yalan söylüyorsun. Allah ayetleri o kadar güçlü ve sağlamdır ki insanlar onun doğru olduğunu çok iyi anlar ve kavrarlar. Onu yalanlıyorlarsa aslında yalan söylüyorlardır. Bir arap için bunu anlamak kolay. Birisi harficerli birisi harfi cersiz. Ama bunu bir şekilde aktarmak lazım bu manayı. Ondan dolayı “ve kezzebu bi ayatina” bir başka şekilde de alınabilir yani. Benim yapabildiğim bu kadar. Ama işin temel mantığı öyle. Yani Allah’ın ayetlerini yalanlayanların aslında yalan söylediklerini bir şekilde karşı tarafa anlatmak lazım. Zaten kendileri de yalan söylediklerini itiraf edeceklerdir.
“Ve kezzebu bi ayatina: ayetlerimiz karşısında yalana sarıldılar”
“Ulaike ashabun nari”
“Vellezine keferu kezzebu bi ayatina: kafirlik eden” yani görmek istemeyen, görmezlikten gelen “ve ayetlerimiz karşısında yalana sarılanlar, işte onlar cehennemliktirler ve ebedi orada kalacaklardır”.
Bir de bu ayete böyle mana verdiğimiz zaman diğer ayetlerle de uyuşma içerisinde de olması gerekiyor. Bir kere AllahTeala hiç kimseyi bilmediği kavramadığından dolayı sorumlu tutmaz. Cehenneme gidenleri anlatan bir ayeti kerimeyi son zamanlarda sık sık tekrarlıyoruz.
“Yevme tebyaddu vucuhun ve tesveddu vucuh: bazı yüzlerin ağardığı ve bazı yüzlerin de kararacağı günde”
“Fe emmellezinesveddet vucuhuhum: yüzleri kararanlara”
“Ve kefertum ba’de imanukum: cehenneme gidenlerin herbirisi yüzleri kararanlardır. İnandıktan sonra kafir mi oldunuz”(ALİ İMRAN 106).
İman neydi? Kalple tasdik etmek. Yani bize söylemesi gerekmiyor değil mi kişinin? Senin söylediğinin doğru olduğuna ben içten içe inanıyorum dediğiniz zaman kişi mümin olur. O inanmıştır. Söylenen doğrudur fakat menfaatlerine ters düştüğü için karşı koyması lazım. O zaman reddediyor işte o zaman kafir oluyor. Adam kafir, sana karşı mücadele ediyor ama senin haklı olduğunu biliyor. Onun için böylrlerinin mücadeleden kaçtığını da görürsünüz. Ve bunlar demogoji yaparlar, ciddi tartışmaya girmezler. Kaçamak yaparlar. Nasihate yönelirler, baktılar ki olmadı bu defa kaba kuvvete sarılırlar. Çünkü söyleyecekleri bir şey yoktur. Sizin doğru olduğunuzu çok iyi biliyorlardır. Ona karşı ellerinde herhangi bir güç yoktur.
Neml suresi 27. sure, 379. sayfa. Yani kafirin pisikolojisini çok iyi bilmek lazım. Siz onun pisikolojisini çok iyi bilirseniz sizinle tartışan kişileri kolay teşhis edersiniz. Hani bizim geleneğimizde kafir bilmeden inkar eden kişi olarak anlaşılır. AllahTeala zalim mi ki bilmediği şeyle cazalandırsın. Şimdi bu Neml suresinde Firavun ile Musa(as)’ın karşılaşması anlatılıyor. Musa(as)’ın gösterdiği mucizeler var. İşte o mucizelerin her birisi ayettir. 13. Ayete bakın
“Ve kezzebu bi ha”ya verdiğimiz mananın doğruluğunu ortaya koymak için ben bunu söylüyorum. Çünkü bu da çok önemli bir hatadır bana göre. Bir başkası hata demeyebilir. Ben de yüzde yüz emin olduğum şeylerde bana göre kelimesini kullanmıyorum dikkat ederseniz. Bunun manasından eminim de birisi kalkar der ki öbürü de bu manayı ifade eder diyebilir. O açıdan öyle söylüyorum. Şimdi 13.ayete bakın
“Fe lemma caethum ayatuna munsiraten: Firavun ve hanedanına ayetlerimiz geldi. Gerçekleri apaçık gösterir şekilde”.
“Kalu haza sıhrun mubin”. Çok etkileniyorlar bu ayetlerden. Söyleyecek bir sözleri yok, bu apaçık bir büyü, sen bizi büyüledin de onun için konuşamıyoruz diyorlar. Yalan söylüyorlar. Yalanlama bu işte, evet. Ama yalan söylüyorlar. Çünkü gerçekten de büyülenmişler. Nasıl büyülenmişler? O ayetlerin gerçekleri bütün çıplaklığıyla ıspatlaması onlara söz bırakmamış. Ne konuşacaklar? Konuşacakları bir takım şeylerdir. Şimdi bize ayet okutturmuyor bazıları. Diyorlar ki ayet okursanız 1-0 galip başlıyorsunuz diyorlar. Aynen bu cümleyi kullanıyorlar. Ayet okumayın 1-0 galip başlıyorsunuz. Peki de, neyi tartışıyoruz ki? Bu Allah’ın dini ise Allah’ın ayetleri okunur, başka bir şey okunmaz. Niye? Çünkü yaptığının Allah’ın ayetine uymadığını çok iyi biliyorsunuz. Tabiki Firavun gibi davranamaz. Bunun davranış biçimi pisikoloji olarak aynıdır.
“Bütün gerçekleri gösterir şekilde ayetlerimiz geldi. Dediler ki bu apaçık bir sihirdir”.(NEML 13).
“Ve cehadu biha”. “Ceh” kelimesi. Ceh asıl neydi Enes Hoca? Arapçasını söylüyor,Türkçe söyle diye sordum. Neyse tekrarlayayım. Diyor ki; nefyi ma kal fihi isbatun: olanın tersini söylemektir. Biz buna türkçede bile bile inkar deriz. Yani doğru olduğunu bile bile inkar nedir? Yalan söylemek değil mi? Zaten yalan söylemek kişinin bildiğinin tersini söylemesi değilmidir? İşte “Ve cehadu biha” bak buda gene ba harficeri ile. Bile bile inkara saptılar. Bununla bu ayetler karşısında yalana sarıldılar. Aynı anlam değil mi?
“Vesteykanetha enfusuhum: onların içleri o ayetleri iyice özümsemişti”. Ayetleri özümsemişti. Müslüman olmak nedir? İçten kabul etmek değil mi? İşte firavun içten kabul etmişti. Musa(as)’ın haklı olduğunu. Ayetin metni işte. İçten kabul ettiği halde inkara yöneldi. İşte bu bile bile inkardır. Yani doğru olduğunu bildiği halde inkar etmektir. Değil mi? İşte kafirlik bu. Gerçeği kavrıyorsunuz, hesabınıza gelmiyor. Bir takım menfaat ilişkilerinizin beklentinizin bozulacağından korkuyorsunuz ve firavun hanedanının gideceğinden korktu ve inkara yöneldi. Neden dolayı inkara yöneldi?
“Zulmen ve uluvven: yanlış yaparak,zalimlik ederek ve kendisini üstün görerek”(NEML 14). Üstünlük taslayarak. Benim gibi bir adam şuna nasıl inanır.
Şimdi, bizim bir arkadaşımız gitmiş birisiyle tartışmış. Bütün gerçekler ortada, açıkça yanıldıklarını da çok iyi görmüşler. Abdulaziz hocanın etrafında kaç kişi var kardeşim demiş. O da diyor ki; kaç kişiylemi ölçüyorsunuz gerçekleri. İsterse dünyada tek kişi olsa gerçekler değişir mi? Hemen işi nasihate yöneltiyorlar. Efendim işte, bana söylüyorlar, sen böyle yaparsan tek kalırsın. Kardeşim ben bir siyasi parti lideri değilim ki parlamentoya millet vekili sokamamaktan korkayım. Şimdi bende sizden yana olsam gerçek değişir mi? O zaman neden gerçeklerin peşindeyiz. İşte bakın, iman içten kabul etmek değil mi? Bak firavun içten kabul etmiş. Ama kabul etmesinin göstergesi olarak da ona göre davranış ortaya koyması lazım ama tam tersi davranıyor. Şimdi firavun inandıktan sonra kafir olanlar gurubuna girmiyor mu? İnanıyor çünkü,görüyor yani bu gerçek ortada. Ama hesabına gelmiyor. Bir çokları der ki; efendim ah gerçekleri bir anlatabilsek herkes inanır. Herkes inanır mı? Gerçekleri herkes anlar ama herkes inanmaz. Çünkü herkesin kendine göre bir hesabı var. İnsanların akıllarına göre davrandığını mı zannediyorsunuz? İşte burada insanın kişiliği ortaya çıkıyor. Akıl ve ruh. Kalp ile düşünme kelimesi geçer kuranı kerimde. “E felem yesiru fil ardı fe tekune lehum kulubun ya’kılune bıha ev azanunyesmeune: onlar yeryüzünde yürümediler mi ki? Kalpleri olsun onunla düşünsünler”(HAC 46). Kalp ile mi düşünürüz? Yok! Akılla düşünürüz. Neden kalp ile düşünsünler ifadesi var? Şimdi eğer firavun aklına göre hareket etseydi Musa(as)’a karşı inkara saparmıydı? Sapmazdı! İmanın yeri akıl değil. Akıl çünkü doğruları söyler. İmanın yeri kalp. Kalp karar organıdır. Hükümet gibi. Akıl hükümetin danışmanı gibidir. Danışmanın verdiği bilgiye göre karar verebilir de vermeyebilir de değil mi? İşte akıl insana bilgi verir kalp kararını verir. Kalp denmesinin sebebi de dönektir o. Yani kendi hesabına geleni kabul eder gelmeyeni kabul etmez. Doğru olsada olmasada. Şimdi firavun aslında aklıyla çok iyi kavradı da içten kabul edemiyor. Çünkü kabul ederse Musa(as)’ın emrine girecek hesabına gelmiyor.
(Salondan müdahale edildi ama duyulmadı 25:14) Tamam iyi ya onun için imana gelip de kafir olmaları o. Ama karar noktasına geldiği zaman. Şimdi oraya geliriz,senin o sorunu da yüksek sesle sorayım, ne konuştuğumuzu anlamadan olmaz.
Şimdi kalpleri “lehum kulubun ya’kilune biha:onunla düşündükleri kalpleri yok mu?”Yani akıllarına göre karar veren bir kalpleri olsun onların. “Evedanun yesmeune biha: yada gerçekleri işitecek kulakları olsun”. Çünkü birçokları gerçekleri işitmekten hoşlanmaz, bir çok kalp de doğruları kabul etmekten hoşlanmaz.
Şimdi tekrar akılla düşünmek meselesine gelelim. Kalple düşünmek meselesi. Kalbin akla göre karar vermesi manasınadır.
“E la bi zikrillahi tatmainnul kulub” diyor Allah “kalpler ancak Allah’ın zikri ile yatışır”(RAD 28). Yani kuran ile yatışırlar. Kuranı kerimi dinlediğiniz zaman zihninizde hiçbir problem kalmaz demektir. Meseleyi çok iyi anlarsınız demektir. İçinize yatar demektir. İçinize iyi yattıktan sonra, doğru olduğunu anladıktan sonra onu kabul edip ona göre davranmak yada davranmamak farklı bir olaydır. İşte bu az önceki olay o. Yani “ve cehadu biha: firavun ve hanedanı ona karşı bile bile inkarcılık yaptılar”. Vesteykanetha enfusuhum: halbuki içleri iyice mutmain olmuştu”(NEML 27). İçten iyice kavramışlardı. En küçük şüpheleri kalmamıştı Musa’nın Allah’ın peygamberi olduğu konusunda. Ama buna karşı çıkmalarının sebebi gerçeği kavramamaları değil, zalimlik ve büyüklük taslamalarıydı. Başkasının emrine girmeme. Şimdi oldu mu? İşi iyice kavradıkları için içten iman için tasdik var ama o tasdikin gerektirdiği hareket noktasında hareketi vermiyor. Çünkü bir amel gerekiyor bir fiil gerekiyor ondan sonra. O fiil tam ters bir fiil oluyor. İnkar şeklinde ortaya çıkıyor. İnkar şeklinde ortaya çıktığı için inandığına ters şeyler söylediği için bir kere ilk önce kendi kendine rahatsızlık duyuyor. O inandığı şeyin tersine hareket etmek bu insanın kendi içinde bir çatışma meydana getiriyor. Bu sebeple müslümanlar karşısında sürekli zayıf düşmüşlerdir. Çünkü kendilerine güvenleri yok. Müslümanlar sürekli başarılı olmuşlardır. Çünkü kendilerine güveniyorlar. Yani inançlarına güveniyorlar. İşte koskoca firavun Musa(as) karşısında bütün herşeyini kaybetmiştir. Kendi canı da dahil. Burda kapalı bir yer kaldı mı? “Kezzebeha” da? Arapça bakımından? Tamam.
“Ma asabe min musibetin illa bi iznillahi: bir musibet” musibet kelimesi bizim türkçede kötü şeyler için kullanılır. Arapçada öyle değil. Başa gelen bir şey, iyi de olur kötü de olur. Başa ne gelirse mutlaka Allah’ın izniyle, Allah’ın onayıyla, Allah’ın bilgisiyle gelir. Yani şimdi biz bir şey yapmak isteriz, onun için gereken bütün gayretimizi gösteririz eğer o Allah’ın koyduğu kurallara uygunsa gerçekleşir yoksa gerçekleşmez.
Bir ayeti kerimede Hadid suresi 22. ayet. 57. Sure sayfa 541.
“Ma asabe min musibetin fil ardı vela enfusikum: bir musibet gelir yeryüzünde yada kendi içinizde”. Mesela dışarıda dolaşırken bir olay olur. Yada hiç dolaşmıyorsunuz,evinizde bulunurken bir olay oldu. Bizim Mustafa Çavdar arkadaşımız bu akşam yok aramızda, cumartesi sabah 8 de evinde kalp krizi geçiriyor. Hastaneye kaldırıyorlar. Halbuki cumartesi günü de onunla Hendek’e ve İzmit’e gidecektik. Bir süre sonra aklı başına geliyor. Saat 1’de hanımıyla görüşebiliyor. Gözünü açar açmaz diyor: aman Hocam gitsin oraya diyor. Beni beklemesin. Şimdi hiç akılda yok. Sabahleyin saat 8’de hiç beklenmedik bir anda işte kalp krizi geliyor. Dün akşam ikinci bir kalp krizi vurmuş. Sonra bugün saat 4’e doğru aradılar. Bir anjiyo yapmışlar, başarısız olmuş daha önce. Tam tıkalı bir damara bugün ikinci bir anjiyo yapmışlar balonla açmışlar onu, tamamen açmışlar. Şimdi dün bypass için hastane arıyorlardı, bugün bypass a gerek kalmadı demiş doktorlar. Yani ne olursa olsun vücudunuzun içerisinde yada dış dünyada Allah’ın onayı olmadan hiç bir şey olmuyor. Onun için de dua, tevbe çok önemli oluyor. Çünkü Allah evet demeden hiç birşey olmuyor.
“Ve kane nefsin temute illa biiznillah: hiç kimse Allah’ın bilgisi ve onayı olmadan ölmez”. Başa Allah’ın izni ve onayı olmadan hiçbir olay gelmez.
“Ma asabe min musibetin” Hadid suresindeki 22. ayeti okuyorum 541. sayfada. Başa ne musibet gelse. Yani iyi kötü. Aslında musibet dememek lazım çünkü türkçede musibet kelimesi hep kötü manasında kullanılır. Başa gelen her olay, vet hadise
“Fil ardı ve la fi enfusikum: yer yüzünde veya kendi içinizde”. İçinize Mustafa Çavdar’ı örnek verdim. Yeryüzüne işte yürüyorsunuz, aniden bakıyorsunuz ki bir trafik kazası tehlikesi,yüzde yüzlük bir tehlikeden kurtuluyorsunuz.
“illa fi kitabin min kabli en nebreeha: onu ayrı bir olay olarak yaratmadan önce mutlaka bir şeye kayıtlı olur”. Yani mesela Mustafa Çavdar’ın kalp krizi gelmeden önce kalp krizi bir yere kaydedilir, Allah’tan onay alır ondan sonra kalp krizi başlar.
Şimdi Yunus(as)’ın olayını hatırlayın. Yunus(as) son andan önce tevbe etmişti değil mi? Ölüm tehlikesiyle yüz yüze gelmeden tevbe etmiş kurtulmuştu. O zaman tevbe, dua, ibadet bir çok şeyde bizi rahatlatabilir. Çünkü Allah’ın onayı olmadan hiç bir şey olmuyor. Dua da, ibadet de Allah’a yalvarıyorsunuz, Allah’a yöneliyorsunuz.
“İnne zalike alallahi yesir”. Şimdi siz düşünürsünüz dersiniz ki: ya öyle de kardeşim bir an, bütün insanları düşün, yeryüzünde insanlar,içinde. Mevcut sayıların ifade edemeyeceği çoklukta olay meydana gelir öyle değil mi? İşte katrilyon, kentrilyon o kelimelerin hiç birisi yetmez. Bir anda o kadar çok olay meydana gelir ki. Ya bu kadar çok olay bir yere kaydedilecek herbirisi Allah’ın bilgisine sunulacak, oradan onay alınacak falan yapma Allahını seversen der birisi. AllahTeala diyor ki bunu demeyin.
“İnne zalike alallahi yesir: bu Allah’a kolaydır”(HADİD 22).
Şimdi bizim bazı alimlerimiz bu ayete şöyle mana vermişlerdir;
“Kendi nefsinizde yada yeryüzünde herhangi bir olay meydana gelir ki kişiyi yaratmadan önce bir kitaba kaydetmiş olmayalım”. Nebreeha’da nefislerinizi yaratmadan önceye şey yapmışlardır. Ayetlerdeki bütünlüğü bozmuşlardır,tamamen bozmuşlardır. Yani sizin başınıza gelen olaylardan her birisi siz bu dünyaya gelmeden önce yazılıydı. Bu ayete yanlış mana vererek bu şeye yönelmişlerdir. E peki ben dünyaya gelmeden yazılıysa daha niye geldim ki? Değil mi? Halbuki Allah öyle demiyor. Bu ayeti o şekilde anlamak mümkün değil. Sonra bu “inne zalike alallahi yesir” demenin bir anlamı kalmaz. Bu Allah’a kolay demenin. Robotu insanlar da yapıyor. Önceden programlıyor, koyuyor ondan sonra ona göre yürüyor. Ama zor olan anlık takip, işte bu zordur bu Allah’a kolaydır. Zaten bir çok şeyin espirisi kalmıyor ondan dolayı müslümanların da bir espirisi kalmadı yeryüzünde. Ehli sünnetin inancı dedikleri budur.
Evet, şimdi Enes Hoca bir ayet söyledi. Aliİmran 3.sure 181. ayet.
“Lekad semiallahu kavlellezine kalu innallahe fakirun ve nahnu agniyau: Allah fakir biz zenginiz diyenleri Allah elbetteki işitmiştir”. Bunu yahudiler söylüyor. Allah fakir olmazsa fakir kukaraya yardım edin der mi diyorlar. Demek ki onun parası yok bizden istiyor haşa.
“se nektubu ma kalu: onların söylediklerini yazacağız”.
“Vekalehumul enbiyae bi gayri hakkın: ve peygamberleri haksız yere öldürmelerini de yazacağız”.
Şimdi peygamberleri haksız yere öldürmeleri olduğu gibi şimdi de peygamberliği haksız yere öldürüyorlar, şu anda hala devam ediyorlar. Muhammed(sav)’in peygamberliğini çok iyi bildiği halde Onu sürekli kendi cemaatlerinden uzak tutarak inanmalarını engelliyorlar ve her insan açısından onu öldürüyorlar. Onu da yazacağız diyor AllahTeala. Bugün iki arkadaşımız Amerika’da bir toplantıya gitmişti geldiler. Bugün geldiler. Toplantının konusu orada hıristiyanlıkta, yahudilikte,budizmde, çeşitli toplumlarda rüya ile ilgili yıllardır, 13 yıldır çalışma yapılmış. Bizim arkadaşların iki yıldır haberi oldu. Şimdi bugün gittiler, gelen arkadaş diyor ki; orada bir yahudi müslümanlarla ilgili konuşmaları yapıyormuş. Ve şunu toplantıya katılanlara anlatmış. Müslümanlar rüyalarında bir şey görür sabahleyin kalkar yaparlar. İşte rüyalarında görmüşler ki Medine’yi fethedeceğiz, kalkmışlar Medine’ye gelmişler. Görmüşler ki Mekke’yi fethedeceğiz gitmişler onu da. Bugünkü müslümanların da rüyasına Muhammed girer gidin falan yere şunu yapın der yaparlar. Ondan sonra 11Eylül’de de müslümanlar rüyalarında gördüler; gidin bugün ticaret merkezini bombalayın, bombaladılar.
Diyor ki müslümanları böyle anlatmış. 13 senedir böyle anlatıyormuş yahudi orada. Şimdi ilk defa bizim iki arkadaşımız gidince, bu konuda da bir kitap yazmış. İşte Dreams Muhammed to Usama Bin Ladin gibi , isim de yanlış aklımda kalmadıysa. İşte Muhammed’den Usama Bin Ladin’e Kadar Rüyalar diye. Arkadaş diyor açtım baktım müslümanları çok kötü gösteriyor. Sonra gitmiş konuşmuş. Toplantıda da bütün dinleyicilerede söylemiş bu yalandır. Öyle bir alkış aldım ki diyor millet ayakta alkışladı diyor. Enteresan bir şey o da. Sonrada o ilgili kuruluşa demiş ki bu kitabı yayınlarsanız bizde buna karşı gerekeni yaparız diye, o da vazgeçmiş. Neyse yani bunlar peygamberleri öldürmeye hala devam ediyorlar. Yani insanları Muhammed(as)’a inandırmamak için her yolu kullanıyorlar.
” İşte biz bunların hepsini yazacağız”. E peki dünyaya gelmeden yazılmışsa yazacağız denir mi? Zaten muranın bütünlüğü büsbütün ortadan kalkıyor. Hayatın anlamı kalmıyor. Ondan dolayı müslümanların yeryüzünde bir anlamı kalmamıştır.
Araf 156’da “Vektubu lena fi hazihid dunya haseneten: ya rabbi bu dünyada bize bir güzellik yaz”,
“vektubu lenafi hazihid dunya haseneten ve fil ahirah: ahirette de bize güzellikler yaz”
“İnna hudna ileyk: biz sana yöneldik”.
AllahTeala’da şöyle cevap veriyor. Musa(as)’ın duası bu. Diyor ki;
“Azabi usibu bihi men eşau: benim azabım onu çarptırmaya karar verdiğim kişiyi azaba atarım”. Ki o karar kitapta bellidir.
“Ve rahmeti vesiat kulle şey: ama rahmetim herşeyi kuşatmıştır”.
“Fe se ektubuha lillezine yettekune ve yu’tunez zekah”. Şimdi “ben rahnetimi yazacağım”, yazdım değil bakın görüyormusunuz. “Yazacağım” geleceğe yönelik bir ifade. Hemde burada, arapça bilenler için söyleyeyim “sin” harfi var ki bir başka zaman kipinde anlama imkanı yok. Mutlaka gelecekle ilgili.
“Fe se ektubuha lillezine yettekun: kendini koruyanlar için bunu yazacağım”.
“Ve yu’tunez zekah: zekat verenler için”
“Vellezine hum bi ayatina yu’minun: ve ayetlerimize inananlar için bunu yazacağım” diyor.
O zaman demek ki; işte ehli sünnet diyerek bu ayetlere yanlış mana verip, müslümanları anlaşılmaz bir kadercilik içerisine sürükleyen insanlar bu günleri hazırlamışlardır.
Şimdi bu ikinci ayette şöyle, onu da okumak lazım. Neden böyle Allah olay meydana gelmeden Allah tarafından mutlaka onaylanıyor? Bir olay onaylanmışsa ondan geri dönüş mümkün değil. O zaman olay meydana geldikten sonra artık ah vah etmenin bir anlamı yok. Çünkü Allah onaylamıştır. Artık geri dönüş mümkün değil. Ondan sonra yapacağınız şey üzülmek değil ne yapabiliyorsanız onu yapmaktır. Gerisini artık düşünmeyeceksin ileriye bakacaksın. Çünkü artık geri dönme imkanı yok. Ondan dolayı diyor ki;
“Li keyla te’sev ala ma fatekum: kaybettiğinize üzülmeyesiniz” çünkü AllahTeala’nın onayıyla olmuştur.
“Ve la tefrehu bima atakum: Allah’ın verdiği bir şeyle de sımmarmayasınız diye”. Allah size bir imkan verdiyse de vermiştir. Bunu gerisine bakmayın. O imkanı en güzel nasıl kullanacaksınız ona bakın.
“Vallahu la yuhıbbu kulle muhtalin fehur: Allah kendini bir şey zanneden hayallere kapılan ve övünen hiç kimseyi sevmez”(HADİD 23). Allah size bir imkan vermişse övünmeniz için hayale kapılmanız için değil, o imkanları Allah’ın istediği gibi kullanmanız için vermiştir.
Euzubillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim
Şimdi soru cevap faslına başladık. İnternetten gelen sorular var. Sorularını göndermek isteyenler sü[email protected] adresine sorularını gönderirlerse cevaplamaya çalışırız.
İnternetten gelen sorular:
SORU: Ömer Karaca soruyu soran. Bir takım ayetlerin özel amaçlarla okunması gerektiği söylenir. Her gün aynı sure mi okunmalı.
CEVAP: Bazıları evlenmek isteyenler şu sureyi okusun, bekar kızı varsa bilmem. İşlerinin düzelmesini isteyen şu ayeti okusun falan derler bunların hiç bir tanesinin sahih bir rivayetini ben bugüne kadar görmedim. Şimdi kuranı kerimi müslümanlar yaşamak için okumaktan vazgeçince büsbütün boş kalıyor, bu defa da kendi kafalarına göre uyduruyorlar. Şu sureyi okursan şu işe iyi gelir, bunu okursan bu işe iyi gelir. Sureleri okuyup ona göre amel ederseniz herşeye iyi gelir. Kuranı okuyun ona göre hareket edin iyi gelmeyeceği hiç bir şey yoktur. Bütün problemleri halleder Allah’ın izniyle. Siz biliyormusunuz öyle bir rivayet?
SORU: Dua nasıl edilmeli?
CEVAP: AllahTeala diyor ki; Araf 55, 158. sayfa
“Ud’u rabbekum tedarruan ve hufyeh innehu la yuhibbul mu’tedin: rabbinize yalvarın, rabbinizi yardıma çağırın içten içe yalvararak ve gizlice” yani için için dua edin. “Allah aşırı gidenleri sevmez”. Dua da aşırılık yok. Yanlız Allah’ı çağıracağız, “iyyake na’budu ve iyyake nestain” diyoruz; “kulluğu yanlız sana yapar yardımı yanlız senden isteriz”. Bütün ihtiyaçlarımızı AllahTeala’ya açacağız, bütün yardımı ondan isteyeceğiz. Yanlız şunu da bilmek zorundayız; Bakara suresinin 200. ayetini açalım.
“Fe minen nasi men yekulu rabbena atina fid fünya: insanlardan kimisi dua eder; ya rabbi bu dünyada bize ver”. Yani hep dünyalık ister. İşlerim iyi olsun, sağlığım iyi olsun, çocuklarım iyi olsun, iyi evlerde oturayım, iyi yiyeyim, iyi içeyim falan.
“Ve ma lehu fil ahirati min halak: bu ahiretten bir şey istemediği için ahirette alacağı bir pay yoktur”(BAKARA 200). Bir kere ahiret yok.
“Ve mihum men yekul: insanlardan kimisi de şöyle der”
“Rabbena atina fid dünya haseneten: ya rabbi bize bu dünyada güzellik ver”. Herşeyde güzellikler.
“Ve fil ahirati haseneten: ahirette de güzellik ver”
“Ve kına azaben nar: ve bizi o ateşin azabından koru”(BAKARA 201).
Şimdi, dünyalık isteyene ahiretten bir şey yok, bu bir. Peki dünyalığı elde edecek mi acaba? Dünyada güzellik isteyen, ahirette güzellik isteyen bunları elde edecek mi? Burada AllahTeala diyor ki:
“Ulaike lehum nasibun mimma kesebu: onlardan her birine kazandıklarından bir pay var”(BAKARA 202). Ben dünyalık istiyorum diye Allah bana dünyalık vermez. İstiyorsan onun için çalış o zaman al. Şimdi bazıları şunu söylerler; kardeşim öyle insanlar var ki hiç çalışmıyor,beyler gibi geçiniyor! E tamam olabilir. Ama o başkasının malını yiyordur, kendi malını yemesi, kendi kazancını yemesinden bahsediyor buradaki ayet. Yani bir şey senin olması için senin tarafından kazanılması lazım. İşte bunların kendilerinin olan kendi kazançlarından bir paydır. Dünyalık da istese ahiret de istese çalışmak zorundadır. Çalışmazsa bir şey yok. Şimdi ben namaz kılmayı o kadar çok istiyorum ki.. Tamam. Gündüz akşama kadar namaz kılmayı isteyeceğine kalk kıl bitsin bu iş. Ya çalışmayı çok istiyorum. Git çalış! İsteme kısmı duadır, çalışma da onun fiili tarafıdır. İşte Allah diyor ki; dünyalık istiyen de çalıştığından bir pay alır. Hem dünyalık hem ahiret için çalıştığından bir pay alır. Çalışmayana bir şey yok. Öyle otur akşama kadar dua et, yok. Duanın gereğini de yapacaksın. Ne gerekiyorsa onu yapacaksın.
“Vallahu seriul hisab: Allah hesabı çok çabuk görür”(BAKARA 202). Dua önemlidir elbette,AllahTeala bir ayette diyor ki;
Furkan suresinin son ayeti 25. sure;
“Kul ma ya’beu bikum rabbi lev la duaukum: sizin duanız olmasa Rabbiniz size niye kıymet versin?Niye değer versin ki? Ne değeriniz olur Rabbiniz katında. “Deki Rabbim size ne değer verir duanız olmasa”.
“Fe kad kezzebtum fe sevfe yekunu lizama: siz yalana sarıldınız yakında o sizin yakanıza yapışacaktır”, onun cezasını çekeceksiniz. Yani Allah’a dua etmek son derece önemlidir. İsteklerimizi tabi ki ona açacağız, başkasından bir şey istemeyeceğiz. Ama onun gereğini de yapacağız. Çalışmadan da bir şey yok.
Bir de Araf suresi, 7. sure 175. sayfa 180. ayet.
“Ve lillahil esmaul husna: en güzel isimler Allah’ındır”. Allah’ın isimleri bize Allah’ı öğretiyor. Yani Allah’ı bize tanıtıyor.
“Fed’uhu biha: o isimlerle çağırın”.
“Ve zerullezine yulhıdune fi esmaihi: Allah’ın isimleri konusunda yamukluk yapanları bırakın”. Yani C.Hakkın ismini sağa sola çekiyor. İşte Allah’ın adı şöyledir ama şu.. (Burada kesiliyor 56:02). İnsana benzetenler vardır C.Hakkı. İnsanları da AllahTeala’ya benzeten vardır. Yamukluk yaparlar, onları bırakın.
“Se yuczevne ma kanu ya’melun: yaptıklarının karşılığını yakında göreceklerdir”.
Şimdi, C.Hakk ihtiyaçları gideriyor. Ey ihtiyaçları gideren Allah’ım. Allah’ın isimlarini okuduğn zaman C.Hakkın yüceliğini daha iyi kavrarsın. Onun karşısında kul olduğunu kavrarsın. Sonra şöyle ellerini açar dua edersin, o zamqn yağmurun yağması için rahmet için imkanlar hazırlanmıştır. Bir de çalıştınmı sonuç alırsın. Şimdi şöyle düşünün; yağmur yağar, dağlara da yağan yağmur hep ovalara iner. Ovaların suyu hiç dağlara çıkmaz. Ve yağan yağmurlar da çukur yerlerde birikir. Yağmura biz Allah’ın rahmeti deriz değil mi? Onun için siz şöyle boynunuzu eğin, dağ gibi dimdik durmayın Allah karşısında. Kul gibi durun, böyle boynunuxu eğin. Böyle bir yağmurun dolacağı çukur gibi kollarınızı açarsınız Allah’a yalvarırsınız ya Rabbi sen ihtiyaçları giderirsin diye içten içe. Ondan sonra C.Hakk elbetteki duaları kabul eder.
Diyor ki Allah Teala bir ayette de; Bakara suresi 186
“Ve iza seeleke ıbadi anni: kullarım sana beni soracak olurlarsa”
“Fe inni karib: ben onlara yakınım”, uzakta değilim. Onun için bağırıp çağırmaya lüzum yok. İçin için yalvarsınlar tamam.
“Ucibu da’veted dai: dua edenin duasına cevap verir”. Önemli olan içten yakarmaktır. Hangi kelimeleri söyleyeyim? Hangi kelimeleri içten söylüyorsan onu söyle, yani sen kendin Allah karşısında acizliğini idrak et, Allah’ın yüceliğini kavra ondan sonra içten. Ona göre de hareket et. Diyor ki;
“Ucibu da’veted dai: ben dua edenin duasına cevap veririm”
“Fel yestecibu li: onlar da benim isteklerime cevap versinler”. Bak ben de bazı isteklerde bulunuyorum.
“Vel yu’müni bi: bana inansınlar”
“Leallehum yerşudun: belki bu şekilde olgunlaşırlar”.
Bir başka ayeti kerime de şöyle; Bakara 153. ayet.24. sayfa
“Ya eyyuhellezine amenustainu bis sabri ves salat: müminler sabır göstererek ve namaz kılarak Allah’tan yardım isteyin”. Yani Allah’tan yardım istediğiniz zaman hemen olmasını beklemeyin. Çünkü burası dünya. Borcunuz var. Ya rabbi işte şu kadar borcum var, ver. Verdi. Ya rabbi işte hastam var. İyileştirdi. Ya rabbi işte şu, bu..hepsini verdi. O zaman bu dünya dünya olmaktan çıkar. İmtihan diye bir şey kalmaz ki değil mi? AllahTeala imtihan da yapacak hem isteğini de verecek. Onun için biraz sabırlı ol. Ve namaz kılarak dua et. Eylem yap, bir şey yap.
“İnnallahe meas sabirin: Allah sabredenlerle beraberdir”. Sabırlı olursan kazanırsın. Demek ki dua bu şekilde. Sabırlı olmak lazım. Gönlümüzü Allah’a açmak lazım. İçin için yalvarmak lazım. Aşırıya gitmemek lazım. İçimizden geldiği gibi Allah’a yalvarmamız lazım. O zaman şunada inanmamız lazım ki C.Hakk duamızı mutlaka kabl eder. Öyleyse sabırlı olmak lazım.
SORU: Tegabun suresi 10. ayet ki derse başladığımız zaman okuduğumuz ayetti. Ayetlerimizi inkar edenler cehennem ehlidir deniyor. Bazı kimseler de cinler konu olduğu zaman; yok canm bunlar hurafe cahil insanların düşünceleridir diyorlar. Onlar böyle bir sure olduğu için kafir olmuş olmuyor mu?
CEVAP: Kuranı kerimde Cin suresi diye bir sıre var.
“Vele kad zera’na li cehenneme kesiran minel cinni vel ins: insan ve cinden çoğunu cehennem için yaratmış olduk”(ARAF 179) diyor.
“Ve ma halaktul cinne vel inse illa li ya’buduni: insanları ve cinleri sadece bize kul olsunlar diye yarattık”(ZARİYAT 56) diyor AllahTeala.
Şimdi cinleri inkar edenler kafir olmazlar mı? Tabi cinleri inkar edenler kafir olur. Ama cin nedir? Hangi türlü bir varlıktır o ayrı bir konu. Yani cin kelimesi esasen gözükmeyen demektir. Cenin denir ana rahmindeki çocuğa göremezsin. Dışardan baktığın zaman göremezsiniz. O kökten. Mecnun denir delilere. Onu da aklı göremediğiniz için. Akıllılık emaresini göremediğiniz için. Cin de gözükmeyen bir canlı. Mahiyeti nedir? O konuda bizim fazla bir bilgimiz yok. Ama cini inkar ettiğiniz zaman cin suresi de var onları inkar etmek olur ki, bu tabiki Allah’ın ayetlerini inkar sayılır.
SORU: Batman’dan gelen bir soru. Abdullah Sevgili. Bildiğim kadarıyla bu kardeşimiz orada öğretmen olması lazım bir lisede. Din kültürü öğretmeni değil mi?
“Zina etse de, hırsızlık yapsa da, la ilahe illallah diyen cennete girer” hadisini iman ve küfür açısından nasıl anlamalıyız?
CEVAP: Şimdi onu şöyle anlayalım. Bak, gene ayeti açalım da oradan anlayalım. Furkan suresini açalım yine. 25. Surenin son sayfasını. 68. Ayetten itibaren okuyoruz
“Vellezine la yed’une meallahi ilahen ahara: Allah ile beraber başka bir ilahı yardıma çağırmayan”. Allah ile beraber başka bir varlığa kul olup onu yardıma çağırmayanlardır. Müslümanların özelliklerini anlatıyor Allah burada.
“Ve la yaktulunen nefselleti harremallahu illa bil hakı: Allah’ın haram kıldığı canı haklı bir sebep olmadıkça öldürmeyenler”,
“Ve la yeznun: zina etmeyenler”. Müminlerin özelliklerini anlatırken bunları söylüyor. Ve bunlar aynı zamanda büyük günahlar.
“Ve men yef’al zalike: kim bunu yaparsa”
“Yelka esama: esama mülaki olur”. Yani hayırlardan güzelliklerden uzaklaşır. Kötü bir pozisyona girer. Çünkü bu bir günahtır. İsm: insanı hayırdan uzaklaştıran kötülüklere yaklaştıran şeydir. Şirke düşerse kötülüklere yaklaşır, zina ederse pislşklere bulaşmış olur,halk arasında öyle denir pisliğe bulaştı denir. İsm kelimesi o manaya gelir. Ve adam öldürürse başını belaya sokmuş olur.
“Yudaaf lehul azabu yevmel kıyameh: kıyamet günü onun azabı katlanır”.
“Ve yahlut fihi muhana: ve o azap içerisinde sürekli kalır,alçak bir vaziyette”(FURKAN 69). İtibarsız, değersiz bir vaziyette kalır. Burada üç tane günah sayıldı. Demek büyük günahların büyükleri oluyor. Birisi şirk, diğeri zina, üçüncüsü de adam öldürmek haksız yere. Ebedi cehennem cezası olduğından bahsetti burada AllahTeala
“İlla men tabe: tevbe eden başka”
“Ve amene ve amile amelen salihan: inanan ve iyi iş yapan başka”.
“Fe ulaike yubeddilullahu seyyiatihim hasenat”. Şirke düşmüş, zina etmiş, adam öldürmüş, bunlar çom büyük günahlar. Tevbe ettiği zaman ve iyi iş yapmaya başladığı zaman, artık eskileri tamamen bırakmış doğrulara yönelmişse bu AllahTeala’ya tamı tamına yöneliş olur. Atladım değil mi?
“İlla men tabe: tevbe eden”
“Ve amene ve amile amelen salihan: ve iyi iş yapanlar başka”. Tevbe ediyor, inanıyor ve salih iş yapıyor,iyi iş yapmaya başlıyor. İyi iş yapmaya başladığı zaman artık o defteri tamamen kapatmış iyiye yönelmiş
“Fe ulaike yubeddilullahu seyyiatihim hasenat: Allah onların kötülüklerini güzelliğe çevirir”(FURKAN 70). Yani adam öldürmüşse adam öldürmenin günahı diyelim 100 birimse, o 100 birim günahı affeder 100 birim sevap verir. Efendim işte şirkin günahı diyelim 1000 birimse o bin birimi affeder 1000 birim ilaveden sevap verir. Zinanın günahı işte mesela 60 birimse onu affeder bir 60 birim de ilaveden sevap verir. Tabi kaç birim olduğunu bilmiyoruz da anlaşılsın diye söylüyoruz onları.
“Ve kanallahu gafuren rahima: Allah gafur ve rahimdir”(FURKAN 70).
Şimdi burada üç tane günahtan bahsetti. Bir de bu günahlar içerisinde Allah’ın asla affetmeyeceği bir günah var o da şirk. Yani bu üç günahtan birincisini hiç bir zaman affetmez.
“İnnallahe la yagfiru en yuşrake bihi: Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz”. Yani Allah kendisine ait özellikleri başka varlığa verilmesini, bir başka varlığın büyütülmesini asla bağışlamaz.
“Ve yagfiru ma dune zalik: bunun altında kalan günahları bağışlar”
“Li men yeşau: dilediği kişiler için bağışlar”(NİSA 116).
Peki bu insanlar tevbe etmiş olsa. Bakın burada tevbe eden, şirk günahını işlemiş dahi olsa tevbe edeni ne yaptı? Bağışladı. Şirk bağışlanmaz diyorsa, kime göre? Tevbe etmemiş olan kişiye göre. Yani o zaman diğerleri de öyle. Diğer büyük günahlar da öyle. Adam büyük günahları işlemiş, tevbe etmeden ölmüş. Bunların içerisinde şirk varsa bu kişinin bağışlanma ihtimali var mı? Yok! Şirk yok, diğer günahlar var. Mesela adam öldürme, zina,faiz gibi diğer günahlar, hırsızlık falan. Onların affedilme imkanı var mı? Tevbe etmeden ölmüş. Bir karara varın, bir gurup var bir gurup yok. Oylamaya mı tabi tutalım. Ayeti bir daha okuyayım.
“Ve yagfiru ma dune zalike”dediğine göre, zaten tevbe etse kesin bağışlayacak değil mi? Orada “li men yeşau” meselesi yok zaten. Tevbe etmeden ölmüşse? Ulema arasında ihtilaf vaki oldu. Neyse şimdi ayeti tekrar okuyayım. AllahTeala diyor ki;
“İnallahe la yugfiru en yuşrake bihi: Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz”. Tevbe etse onu da bağışlar. Demek ki tevbe etmezse demektir bu. Bunu anlamamız lazım değil mi?
“Ve yagfiru ma dune zalik: bunun altında kalan günahlar” diğer bütün günahlar bunun altındadır.
“Li men yeşau: istediği kişi için bağışlar”. O zaman bu tevbe etmeden ölendir. Tamam mı? O zaman tevbe etmeden ölen kişiyi Allah isterse, müşrik değilse bağışlar hiç cehenneme sokmayabilir. Şimdi, hırsızlık da şirkin altındadır, diğerleri de. Mesela bu okuduğumuz ayette adam öldürme, zina ebedi cehennem cezasını hak eden suçlardan sayıldı. Bir başka ayette de faiz almak.
“Fe ulaike ashabun nari hum fiha halidun”. Bakara 275. Ayette. Kendisine bu ayetler gelip de faizin haramlığını kavradıktan sonra tekrar faize kim dönerse onlar cehennemlikdirler, sürekli orada kalırlar. Bak faiz alana da ebedi cehennem cezası diyormuş. Başka varmıydı? Hiç aklımıza gelmiyor tabi. Yani ebedi cehennem cezası sadece kafirlere değil. Allah’ın asla affetmeyeceği şirktir. Bütün kafirler müşriktir zaten. Şirkin altında kalan günahları istediği kişi için affeder. Tevbe etöeden ölse bile. Bakalım Abdullah Bey’in sorusuna cevap vermiş oluyormuyuz. Zannedersem vermişiz. Evet.
İsterseniz şunlar bitireyim, yoksa bu konu ile ilgili mi soruyorsunuz? Bakara 81. Tamam teşekkür ederiz güzel bir ayeti söylediniz. Hatta 80’den başlayalım.
Bu yahudiler için daha çok. Hıristiyanlar da aynı şeyi söylemişler zaten.
“Ve kalu len temessesen naru illa eyyamen ma’dudat: bize ateş dokunmaz cehenneme gitmeyiz,olsa olsa bir kaç gün işte o kadar”. Bir kaç sayılı gün olabilir. Bir dakika bitirmeden sormak yasak. Bitireyim ondan sonra.
“Kul ettehaztum indallahi ahden: de ki siz Allah’tan söz mü aldınız?”.
“Fe len yuhlifallahu ahdehu: eğer söz aldıysa Allah sözünden caymaz”.
“Emtekulune alellahi ma la ta’lemun: yoksa bilmediğiniz bir şeyi uydurarak Allah’ın üzerine mi atıyorsunuz?”(BAKARA 80). Allah adına mı siz konuşuyorsunuz?
“Bela: hayır, sizin dediğiniz gibi değil”.
“Men kesebe seyyieten: kim bir kötülük işler”
“Ve ehatat bihi hatiyetuhu: o hatası da kendisini iyice kuşatır”. Yani o kötülüğün içinde boğulursa.
“Fe ulaike ashabun nar: onlar cehennemliktir”.
“Hum fiha halidun: orada ebedi kalacaklardır”(BAKARA 81).
“Vellezine anenu ve amilus salihati ulaike ashabu cenneh hum fiha halidun: inanan iyi iş yapanlar da cennetliktirler orada ebedi kalacaklardır”(BAKARA 82). Tamam.
Şimdi, önce okuduğumuz ayetlerde zaten bu manadaydı. Zina yapanın, faiz alanın, adam öldürenin de ebedi cehennemde kalacağını, hatta azabının katmerleneceğini de AllahTeala orada bildirmişti. Şimdi işte bunlar bu suçların cezası ama affedilmeyecek olan bir tanesi, o da şirk. Dolayısıyla şirk günahını işlemeden, tevbe de etmeden ölen bir günahkarın affedilme ümidi var. Anlatılmak istenen de bu.
SORU: Bu günahları işleyip de sürekli bunları yapan kişi şirke düşmüş olmaz mı?
CEVAP: Onu da Adem(as) ve şeytan örneğiyle anlamaya çalışalım. Şeytan biliyorsunuz, ayetleri sık sık okuduğum için tekrar okumak istemiyoru diğer sorulara zaman kalmaz diye. Şeytana AllahTeala Adem’e secde etmesi için emir vermişti. Şeytan da secde etmedi. Neden secde etmedin diye sorduğu zaman ne dedi? Ben daha hayırlıyım. Yani Allah’ın emrini beğenmedi. Senin verdiğin bu emir yanlış demiş oldu. Onun için Adem(as) da günah işledi. Allah şu ağaca yaklaşmayın dediği halde o ağaçtsn yedi. Şeytanı dost bilmeyin dediği halde dost bildi. AllahTeala ona sordu; niye bu u yaptın. Adem Havva validemiz ile birlikte “rabbena zalemna enfusena ve in lem tagfirlena ve terhamna le nekunenne minel hasirin: ya rabbi biz kendimize yazık ettik, böyle yapmamalıydık eğer bizi bağışlamaz affetmezsen biz büsbütün kaybetmiş oluruz”(ARAF 23) diyerek kendini suçlu Allah’ı haklı gördü. Şimdi günah işleyen insanlar iki türlü. Eğer Allah’ın haramını haram bilmiyorsa zaten müşrik olur. İşter küçük günah olsun ister büyük günah olsun hiç farketmez. Yani bakın Allah’tan başka birisine secde etmek normalde kabul edilmeyecek bir tavırdır değil mi? Ama emreden Allah ise bu emrin küçüğü büyüğü olmaz. Yerine getirmeyen kişiler açısından. Yani o emri yerinde görmezseniz orada küçüklük büyüklük olmaz. Yerinde görürseniz eğer doğrudur derseniz yani Allah’ın emrini kabul ettiğiniz takdirde günahkar olarak kalırsınız. Anlatabildim mi? Mesele bu.
SORU: Şirkin dışındaki günahların affı var derken, cezasını çektikten sonra affedilecek diye anlayabilirmiyiz.
CEVAP: Orada cezasını C.Hakk çektirebilir de çektirmez de. Yani hiç cehenneme sokmayabilir de. Cehenneme soktuktan bir müddet sonra çıkarabilir de, hepsi de mümkün. Yani ayetlerde bu konuda bir açıklık yok.
SORU:Şirkin açılımını yaparmısınız?
CEVAP: Ayeti kerimelerde “nettehazu min dunihi alihaten: Allah’ın dununda ilahlar edinenler”(KEHF 15) şeklinde bildirilir. Şimdi müşrik olanlar Allah’ı kendilerine uzak kabul ederler. Mesela şimdi şu tavan gibi. Ne kadar sıçrarsan tavana yetişemezsin. O zaman yetişmek için bir tane sopa alman lazım. Ha şimdi tavanı C.Hakk dersen tabi o sopayla yetişmek diye birşey insanın aklından geçmez. Senin isteklerini Allah’a ulaştıracak, onun emirlerini ve isteklerini sana ulaştıracak yada tek taraflı senin isteklerini Ona ulaştıracak bir aracı olsun derler. Araya aracı koyarlar. Şirk budur. Şimdi mesela İstanbul’da yaşıyoruz. İstanbul belediyesiyle işi olan insanlar belediye başkanına biz doğrudan ulaşamıyoruz, kolay değil diyerek belediye başkanıyla yakından tanışan birisini araya sokmaya çalışırlar öyle değil mi? Eğer bir kişinin güvendiği bir adam var, belediye başkanıyla ilgili bütün işlerini o görüyorsa bu kişi açısından İstanbul belediye başkanı Kadir Topbaş mı olur yoksa o adam mı olur? O adam olur! Çünkü Kadir Topbaş benim için önemli değil kardeşim ben işimi falan aracılığıyla yürütüyorum diyor. Şimdi işte müşrikler de Allah ile ilişkilerini birisi vasıtasıyla yürütyüğüne inanırlar. Müşriklik bu. Şimdi o vasıtanın uygun olması için Allah’a benzer özelliklerinin olması lazım. Hem kendinden yukarıda olacak Allah’tan aşağıda olacak. Ysni şimdi şu tavanı düşünün. O yukarıda olacak, kendinden yukarı ama Allah’tan aşağı aradaki ilişkiyi kuracak. Allah ile ilişkileri onun vasıtasıyla kuracaksın. Allah’a isteklerini onun vasıtasıyla ulaştıracaksın. Allah’ın onu hiç kırmayacağını düşüneceksin. O seni kabirde kurtaracak, sıratta kurtaracak, mahşerde kurtaracak falan filan diye düşüneceksin. Bu dünyada da ihtiyaçlarını karşılayacak. O zaman için Allah kim olur? O aracı olur.
Ama işin bir başka tarafı daha var. Birisi dese ki; ya sen kardeşim İstanbul belediye başkanı Kadir Topbaş bu adam değil ki. Elbette, tabiki bu adama belediye başkanı demiyorum ki der öyle değil mi? Öbürüne desen ki; ya senin isteklerini kabul eden AllahTeala. Elbette Allah,zaten bizim hedefimiz Allah’a ulaşmak. Onun için bütün müşrikler müşrikliği reddederler. Bütün müşrikler! Biraz sıkıştırdığınız zaman kesinlikle ben müşrik değilim der, hatta yemin eder. “Vallahi rabbina ma kunna müşrikin”(ENAM 23). Onun için Enam suresini açalım. 22. ayetten başlayacağız.
“Ve yevme nuhşuruhum cemian: hepsini bir araya toplayacağımız gün”.
“Summe le nekulu lillezine eşraku: sonra ortaklar oluşturan”. Ortaklık ne biliyormusunuz? Allah ile arana koyuyorsun ya o bir yönüyle Allah’a benzeyecek. Onun için Allah’a benzer özellikler şey yaparsın. Mesela Abdul kadir Geylani için onu Allah ile araya koyanlar bir yönüyle Allah’a benzetirler. Yetiş ya Abdul Kadir Geylani der adam. Adama dersin ki; ya ölmüş bir adam seni nasıl duyacak?
-Allah duyuramaz mı?
Ya bu adamın kabri Bağdat’ta ordan buraya nasıl gelsin? Hayatında İstanbul’a bir kere bile gelmemiş burayı nerden bulsun?
– Allah bildiremez mi? Bulduramaz mı?
Ya bu adam türkçe bilmez.
-Allah öğretemez mi?
Ya duyamaz bu adam.
– Allah duyuramaz mı?
Bakın Allah’a ait özellikler veriyor dikkat ediyormusunuz? Ama Allah verdiğini de söylüyorlar. Peki Allah’ın böyle bir şey verdiğine dair elinizde delil var mı? Allah’ın gücü yetmez mi? Allah’ın gücü seni yılan yapmaya, fare yapmaya,pislik yapmaya da yeter, şimdi ben sana pislik mi diyeyim kardeşim? Ben sana fare mi diyeyim yani şimdi? Sen bana niye fare dedin? Allah’ın gücü yetmez mi derim, o zaman sesini kesmen lazım. Varmı delilin? Yok! O zaman Allah’a iftira atarsın. Ve onu tanrı yapıyorsun. İşte hıristiyanlar İsa(as)’ı tanrı yapmışlardır, bir yönüyle ilah bir yönüyle insan. Onu için diyorlar ki yüzde yüz tanrı yüzde yüz insan. Ondan sonra Allah diyor ki;
Onlara diyeceğiz “sümme nekulu lillezine eşraku eyne surekaukumullezine kuntum tez’umun: gözünüzde büyüttüğünüz ortaklar nerede diye söyleyeceğiz”(ENAM 22). Gözlerinde büyütüyorlarya böyle makamlar veriyorlar.
“Sümme lem tekun fitnetuhum: onları sıkıntıya sokan sadece şu olmuştur”
“İlla en kalu vallahi rabbina ma kunna muşrikin: rabbimiz Allah’a yemin olsun biz müşrik değildik”(ENAM 23). Çünkü bütün müşrikler, müşriklere deniyordu ki niye bu putlara tapıyorsunuz?
“Na’buduhum illa li yukarribuna illallahi zulfa: biz bunlara niye kul oluyoruz, Allah’a daha çok yaklaştırsın diye”(ZÜMER 3). E o zaman Mekkeli müşriğin asıl hedefi neymiş idaasına göre? Allah, değil mi? Ondan sonra
“Haulai şufeauna indallah: bunlar Allah’ın yanında bizim şefaatçilerimiz”(YASİN 18) diyorlar. Bakın Allah’a daha çok yaklaştırmak, Allah’ın yanında şefaat. Hiç bir zaman bunlar Allah’tır demiyorlardı. Ama bak Allah çok az da olsa kendisine ait özelliklerin bir varlığa verilmesini kabul etmiyor. Şimdi dünyanın en büyük şirketi, mesela General Elektrik diyelim o şirketlerden bir tanesi yada Microsoft. Siz ona onmilyarda bir hisseyle onunbhisse senedini alsanız ona ortak olmuş olurmusunuz? Tabi ki. İster az ortak olun ister çok, sonuçta ortak denir. Çünkü onun büyük sahibiyle ortak bir noktanız var, değil mi? İşte herhangi bir varlığa Allah ile ortak bir özellik verirseniz, verdiğiniz özellik küçük olmuş büyük olmuş farketmez onu Allah’a ortak saymış olursunuz. Anlatabildim mi?
SORU: Hafızlık yapan kadınlar özel günlerinde kuran okuyabilirler mi?
CEVAP: Okuyabilirler, hiç bir sakıncası yok. Bu konuda detaylı bilgi edinmek isteyenler bizim internet sitesinde Abdest ve Hayız diye bir kitap var. O kitapta konu ile ilgili bütün delilleri bulabilirler. Burada kısaca şunu söyleyeyim; abdest ile ilgili ayette Allah diyor ki
“İza kuntum iles salati fagsilu vucuhekum eydiyekum: abdest ile ilgili emri namaza kalktığınız zaman diye veriyor. Yani abdest namaz için gereklidir. Gusul abdesti de öyle.
“Ve in kuntum cunuben fattahheru”(MAİDE 6)
Kuran okuma ile ilgili olarak;
“Fe izel kare’tel kur:ane festeız billahi mineş şeytanir racim: kuran okuduğun zaman euzubillahimineşşeytanirracim de”(NAHL 98). Onun dışındaki deliller hiç birisi, delil olarak gösterilen şeylerin hiç birisi bu konuda delil olmaz. İnsanları kurandan uzaklaştırmaktan başka hiç bir faydası yoktur. Abdestsiz kuranı elinize alırsınız, hayızlı şekilde de elinize alır okursunuz. O ayetin değerlendirilmesi de orada var ama madem sordun şey yapalım;
Vakit de doluyor, şimdi epeyce de soru geldi. Bu sorunun da cevabını verelim de öbürleri haftaya kalsın. Soruları kaybetmeyin. Öbürleri haftaya inşallah. Vakit doldu çünkü. Haftaya kaldı artık. Vakit dolduğu için kusura bakmasın arkadaşlarımız.
Şimdi Vakıa suresi 538. Sayfa elimizdeki kuranı kerimlerde
“İnnehu le kur’anun kerim: o ikramlı bir kurandır”(VAKIA 77)
“Fi kitabin meknun: saklı bir kitaptadır”(VAKIA 78). Meknun: saklı. Kuranı kerim öyle bir kitap ki insanların şüphe edecekleri şeyi bildiği için Allah o kelimelere başka bir mana yüklenmesin diye kendisi o kelimeyi izah ediyor. Bakın aynı surede meknun kelimesi başka yerde var;
“La yemessuhu illel mutahherun”. La yemessuhu: ona dokunamaz”(VAKIA 79). Dokunmasın değil. “La yemseshu” değil. Ona dokunamaz. “İllel mutahharun: ancak tertemiz olanlar”. Bunlar da meleklerdir. Zaten ayetlerin başında “Fe la uksimu bi mevakiin nucum: yıldızların bulunduğu yere yemin olsun”(VAKIA 75) deniyor. Yıldızların bulunduğu yer kaçıncı kat semaydı? Birinci kat sema. Birinci kat semaya şeytanlar çıkabiliyorlarmıydı? Çıkamıyorlar! Çıkarlarsa bir meteor onları delip geçiyor. Mutahhar temizlenmiş demek. Bu da çok güzel bir söz gerçekten. Yani temizlenmiş,başkası temizlemiş demek, temiz saymış demek. Yani Allah melekleri temiz sayıyor değil mi? Abdesti biz kendimiz alıyoruz. Onun için tahir denir. Temiz olmuş oluyoruz. Taharet üzere olmuş oluyoruz. Mütevaffi denir hatta.
“Ve innehul le kasemun lev ta’lemune azim: bu bir kasemdir bilseniz büyük bir kasemdir”(VAKIA 76). Çünkü bakın o birinci kat sema, işte levhi mahfuzun olduğu yer, melei ala. Melei ala olduğunu da Saffat suresinin başında Allah bildiriyor. “Onlara mutahhardan başkaları dokunamaz”.
“Tenzilun min rabbil alemin: alemlerin rabbi tarafından da indirilmiştir”(VAKIA 80). O zaman burada dokunulmayacak olan levhi mahfuzdur, anlatabildim mi? Ve bu ayeti kerime, mesela Fahrettin Razi bu ayeti açıklarken diyor ki; bu ayet kurana abdestsiz dokunulamaz diyenlere delil olacak bir anlam taşımıyor, böyle bir şey mümkün değil. Onlar kendilerine başka delil bulmalıdırlar diyor. Böylece dersimizi bitirmiş olalım. Kalan sorulara da haftaya devam ederiz.