Bugün daha çok, ramazan ve oruçla ilgili olarak sorulan sorulara, günlük hayatta ihtiyaç duyulan meselelere yer vermeye çalışacağız.
Geçen hafta oruç vakitleriyle ilgili konuşmaya çalışmıştık. Ayetleri kısaca tekrarlayalım, Cenabı Hak burada şöyle buyuruyor: “ Ya eyyühellezine amenü kütibe aleykümüssiyamü kema kütiba aleyküm ellazine min kablüküm la alla küm tattaün – Müminler oruç size farz kılınmıştır, kema kütibe alellezine min kablüküm-sizden öncekilere farz kılındığı gibi, la alleüm tattaün- belki böylece kendinizi kororsunuz.”
Yani, öncelikle kişinin Cenabı Hakka kulluğu burada esas. İnsanoğlunun hayatında yaşamasını anlamlı kılan üç temel unsur var: yeme, içme ve karı koca ilişkisi. Ramazanda bunu, sırf Allah rızası için terk etmek söz konusu, yani Oruç dediğiniz zaman sırf Allah rızası için yemeyi-içmeyi ve cinsel ilişkiyi terk ediyorsunuz. Burada, öyle bir şey ki oruç, yalnız Allah rızası için yapılabilecek bir ibadet, çünkü insan gözlerden uzak olduğu bir saatte bunların hepsini de pekala yapabilir, dışarıya çıkar ben oruçluyum diyebilir. Gerçek anlamda gösterişsiz yapılabilecek bir ibadettir oruç. Çünkü namazı insanlar gösteriş için kılabilir, zekatı gösteriş için verebilir, hacca gösteriş için gidebilir. Ama oruçta gösteriş yapmak mümkün değil. Şimdi bunun, bir kişinin inancını koruması var bir de sağlığını koruması var, koruma dediğimiz zaman hepsi devreye girer. “ eyyaman mağdudat- sayılı günlerde oruç tutulacaktır, …fe iddetin eyyamun uhaf-içinizden kim hasta veya yolculuk halinde olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutar. “malellezine yutikune fidyetun taamun miskin-oruca güç yetirenler bir fakir doyuracak kadar fidye verirler.” Yani hasta da olsa, yolcu da olsa ayetin sonunda Allahu Teala “ve antasumu hayru lekum. Buyuruyor; “Oruç tutmak sizin için hayırlıdır” dediğine göre onların da güçleri yetiyor demektir. Bunlar Ramazan sonunda bir miskini doyuracak kadar, çaresiz kalmış bir kişiyi doyuracak kadar bir ikramda bulunurlar. Buna fitre deniliyor. “femen tetevva ahayran fe huve hayrunneh-kim bir hayrı gönülden gelerek yaparsa onun için hayırlı olur. Veentesumu hayrun nekum inküntüm talemun- Oruç tutmanız sizin hayrınızadır bir bilseniz. Yani yolcu da olsanız, hasta da olsanız oruç tutmanız sizin hayrınızadır.
Şimdi biliyorsunuz buradaki “vealellezine yutikuneu” ayeti kerimesine “güç yetiremeyenler” diye, ayet, metne tam ters bir anlam vererek. “Oruca gücü yetmeyenler bir fidye versin diyorlar” peki, ‘bir fidye bir ay boyunca oruca gücü yetmeyen için herhalde?’ diyemiyorsunuz. Her gün için bir fitre diyorlar peki her gün için bir fitreyi neye dayandırıyorsunuz diye sormak gerekiyor. Yani, bir çok kimse bugünlerde soruyor, diyor ki işte hastayım tutamıyorum ne vereceğimm? Hiç bir şey vermeyeceksin. Hasta olanların yapacakları şey: “Feiddetun min eyyamin uhkar..-Başka günlerde tutamadıkları günler sayısınca oruç tutmaktır.” Hangi gün? Hangi gün gücünüz yetiyorsa o gün tutarsınız.
Şimdi bir de bazı kimseler bu ayeti kerimeyi (hangi ayet old. Yaz), yani ayete verilen ters manayı, zıt anlamı, temele koyarak diyorlar ki; işte ağır işlerde çalışan kişiler de, oruç tuttuğu taktirde zorluk çekeceğini düşünen insanlar da oruç tutmayabilir, yerine fidye verebilir.
Şimdi, “oruç tuttuğu takdirde sıkıntıya girebileceğini” dediğiniz zaman artık herkes kendisini oraya/onaya sokar. Şimdi böyle bir fetva verdiğiniz takdirde, bir müddet sonra artık oruç tutan kalmaz. Tamamen iş paraya döner. Nitekim biliyorsunuz Hıristiyanlarda bu tamamen perhize dönmüştür. İşte din bu şekilde değiştiriliyor. Yani, mesela bu ramazan dolayısıyla meseleyi çok daha net bir şekilde anlamaya başladık. Bu imsak ve yatsı vakitleriyle ilgili yanlışlara biliyorsunuz dikkat çekiyoruz. Diyanetin uygulaması yüzde yüz yanlış olmasına rağmen, yayınladığı bilgi yanlışı itiraf olmasına rağmen, mesela, sabahları Süleymaniye Camisine gidiyorum iki kişi namaz kılıyoruz, cemaat kılıp bakıyorum çıkıyor. Diyorum ki teheccüd namazınızı kıldınız onun için Allah kabul etsin diyemeyeceğim, siz sabah namazını kıldığınızı zannediyorsunuz diyorum ama kimsenin dinlediği yok.
Şimdi, insanlar gerçekten doğrulardan değil de güçten yana. Güçten yana olunca ister-istemez din şekilden şekle sokulabiliyor. Ben mesela kendi kendime hep düşünüyordum, biliyorsunuz, bizim derslere gelen kişilersiniz, her defasında bu din nasıl bozuldu, böyle olmaz ki kardeşim deyip duruyorduk. Ama üç senedir bunun nasıl olduğunu iyice öğrenmiş olduk. Demek ki yanlışların arkasında bir siyasi otorite oluyorsa, bir devlet oluyorsa, orada çok rahat bir şekilde din başka bir şekle döndürülebiliyor. Yüzde yüz yanlış olmasına rağmen bugün Türkiye’de uygulanıyor, siz ne yaparsanız yapın.
Şimdi ben kendi kendime düşünüyorum, şimdi böyle internet var, bir takım farklı düşünen basın-yayın organları var da sesimizi duyurabiliyoruz birazcık olsun. Onların da olmadığı bir ortamda olsaydı her halde sadece kendimiz çalıp kendimiz oynayacaktık. Kendi en yakınlarımız da dahil, bize hiç kimse inanmayacaktı. Diyeceklerdi ki bunca insan yanlış da sen mi doğrusun? Ki onu zaten söylüyorlar. Dolayısıyla, şimdi bir ayeti kerimeye verilen yanlış mana “vealellezine yutikunehu” ki Diyanet İşleri Başkanlığının yayınladığı Kur’an Yolu diye bir şey var, tefsir var, orada aynen öyle yazıyor diyor ki :”Oruç tuttuğu taktirde sıkıntıya gireceğinden, zorluk çekeceğinden korkan kişiler oruçlarının yerine fidye verebilirler” işte “bunlar ağır işte çalışanlar” bilmem sayıyor artık bir takım şeyler, öyle bir noktaya geliyor ki herkes kendisini o kapsama sokabilir. Sonra bunu geri çektiler, iyi, yani ikinci baskısında bunu yayınlamadıklarını biliyorum en azından, ama yayınlayabilirler. Ondan sonra, bir müddet sonra siz istediğiniz kadar kendinizi parçalayın artık bu yerleşir, artık orucun yerine, ben dayanamıyorum diyen herkes para verecek. Ya para dediğin de bir yoksul doyuracak kadar bir şey, e bir yoksulun doyumu ne ki yani işte… Bu sene fitreyi kaç lira ilan ettiler?
Dinleyici: “Sekiz buçuk lira”
A.Bayındır: Sekiz buçuk lira, iyi tamam, sekiz buçuk lira verdin kurtardın. İşte, Hıristiyanlar da biliyorsunuz şey yapıyor, az önce söylediğim gibi, perhizle işi kurtardığını düşünüyorlar.
“Şehru ramazan enzelu unzile fihi kuran-Ramazan ayı ki Kur’an o ayda indirilmiştir. Hudellin as vel beyyinatil huda Furkan-İnsanlara, doğruyu gösteren, hidayetin belgelerini içeren, hakla batılı birbirinden ayıran, hikmetli Kur’an.” Bu ayda indirilmiştir. Femenşehire fim…suhru-Kim bu aya yetişirse o ayı oruçlu geçirsin. Şimdi, insanlar bir noktada kalamıyorlar, yani aşırılıklar, bakıyorsunuz ki peş peşe, bir yerde başlayan aşırılık bir başka yere hemen çabucak sirayet ediyor. Şey de, Ramazan ayıyla ilgili olarak şöyle söylüyorlar, bize soranlar var. Diyorlar ki efendim, Araplar kameri takvimi kullanıyorlardı, onun için ramazan, yani ramazan ayına rastladı Kur’an’i Kerim’in inişi, onun için böyle oldu. Yoksa eğer Türkiye’de olsaydı işte o zaman da miladi takvim olacaktı. Kur’an hangi ayda indi? falanca, o zaman o ayda oruç tutacağız. İşte buna tuğyan deniliyor, tağutluk bu işte. Yani şöyle, şuraya bir bardak su dolduruyorsunuz, tamam dolana kadar bir problem yok, dolduktan sonra su dökmeye başlarsanız taşar. Hani kabına sığamamak. İnsanlar, gerçekten sınırlarında duramıyorlar. Kendi keyif…dini kendilerine uydurmak konusunda son derece hevesliler. Şimdi bura Allah’u Teala, “Ramazan ayı” diyor. “Kim o aya yetişirse o ayı oruçlu geçirsin” diyor. Ramazan ayı kameri aylardandır. Araplar bu ayları kullanıyorlardı ama bugün Yahudilerin yaptığı gibi üç senede bir, bir ay ilave ederek, onu kameri tarihlere getiriyorlardı. Yani mevsimleri değiştirmiyorlardı. Buna “Nes’i” denirdi. Yani, haccı hep belli mevsime getirmeye çalışıyorlar çünkü, ticari hayatları açısından son derece önemli. Ondan dolayı üç yılda bir ilave ay koyuyorlardı. Tevbe suresinin 37. ayetinde, Allah’u Teala burada şöyle söylüyor, diyor ki: (Esteizübillah) “İnnemen nesiu ziyadetun fil kufur- Erteleme, ‘yani ayları erteleme’ sadece kafirlikte yapılan bir ilavedir. Yani Allah’u Teala’nın koyduğu kuralları görmemek, tanımamaktır. “İnnemen nesi’u-ilave yapmak” kafirlikte bir şeydir, ziyadeliktir. Nes’i, erteleme yani. Yudallu biillezine keferu- Kafirler onunla saptırılırlar. Yuhillunehu amenu ve yuharrimunahu amenu- Bir yıl bir ayı helal, bir yıl da haram sayıyorlar. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.s.) veda haccını yaptığı zaman, o ilaveler sebebiyle bozulmuş olan sistem tam kendi noktasına geldiği için, Allah’u Teala’nın gökleri ve yeri yarattığı gün gibi artık zaman döndü kendi noktasına geldi, bilin ki bu aylara ilave yapmak küfürde bir ziyadeliktir, diye konuşma yapmıştır. (bu hadisin kaynağını belirt) Şimdi, Tevbe suresinin 36. ayetinde Allah’u Teala şöyle buyuruyor: “İnne iddete şuhuri…şahra-Ayların sayısı Allah katında oniki aydır/onikidir. Fikitebillehi yevme haleke ssemevati vel ard- Gökleri ve yeri yarattığı günde Allah’ın kitabında oniki aydır.” Gökleri ve yeri yarattığı günde insanlar var mıydı? İnsan suresinde Cenabı Hak ne diyor; (esteizübillah) “Helate elel insani …mineddehri lem yekun şeyen mezkura- İnsanın üzerinden uzunca bir zaman geçti ki, dile alınabilecek, hakkında bilgi olan bir varlık değildi.” Yani insanın yaratılmasından çok önce, ayların sayısı ne imiş, onikiymiş. “Minhe arbaatum hurum-ondan dördü haram ayıdır. Türkiye’de uygulanan takvimde hangi aylar haram ayı, var mı haram ayı? Yani, Ocak mı, Şubat mı… hangisi? Haram ayı kavramı nerde var? Sadece kameri takvimlerde var. Dördü, yani, gökleri ve yeri Allah’u Teala’nın yarattığı günden beri, dört ay haramdır. Bunlardan birisi Recep’dir, Cuma-del-ahira ile Şaban arasında, diğeri de hac aylarıdır, Zilkade, Zilhicce, Muharrem. Zilkade ilk ay, Zilhicce, hac ayı demek. Tercüme ettiğiniz zaman içinde haccı barındıran ay demek. Ve Muharrem. Göklerin ve yerin yaratıldığı günden beri bu böyle. O zaman Cenabı Hakk’ın katında aylar hangisiymiş?
Dinleyici: Kameri aylar.
Dolayısıyla Ramazan ayı böyle. Mesela şeyde de, Yahudilerde, Hıristiyanlarda ve hepsinde de, kameri aylardır esas olan. Yahudiler de sürekli aylara ilave yaparak onu miladi aylara uyduruyorlar. “Femen şeye min şuhudi şşahra felyesumhu-Sizin içinizden kim o aya şahit olursa o ayı oruçlu geçirsin.” Şimdi, “Aya şahit olmak” ne demek? Evet, doğru burada güzel mana vermiş, idrak ederse demiş.(hangi meal olduğunu yaz). Yani kim o ayda, o ayı yaşarsa. Yani sağlıklı, o ay içerisinde bulunursa demek. Şimdi biz şu anda bu aya şahit oluyoruz. Şimdi buradan şöyle bir noktaya da gidenler var. Kim o ayda hilali görürse şeklinde görüş belirtenler de var. Ramazanın başında işte, İstanbul’da bazı din görevlileri Aydos tepesine çıkarak hilal görmeye çalıştılar. Hilali göremediler ama ertesi gün yine oruç tuttuk. Eh peki, madem Türkiye’nin neresinde gözüktü öyleyse? Türkiye’nin de her hangi bir yerinde gözükmedi. Pekiyi Araplarda mı gözüktü? Hayır. Mısır tarafında mı, Fas’ta mı? Hayır! Hiçbirisinde gözükmedi. Öyle ise niye Ramazanı bir gün ertelemediniz, madem hilali gözetlemeye çıkıyorsunuz? Pekiyi yanlış günde mi oruç tuttuk, hayır, doğru günde oruç tuttuk. Orucu biz doğru günde tuttuk. O zaman burada ne oluyor? Şimdi 10. surenin 5. ayetini lütfen açın. Şimdi burada Allah’u Teala diyor ki: ”Huvellezi ceale şemse diyaen vel kamara nura- Güneşi ziya/ışık yapan O’dur. ‘yani bizim için güneş, onun bize ulaşan ışıklarıdır. Güneşin kendisini görmemiz mümkün değil, çünkü o ışıklar güneşin kendini görmemizi engelliyor. Onun için, bizim için esas olan ışıklardır. Işıkların bize ulaşması zamanına kadar şu kadar dakika geçiyormuş, o bizi ilgilendirmiyor, biz güneşin ışıklarına bakarız.’ Ayete devam: Kameri de nur olarak yapmıştır. Nur da ışık yansıtan demektir. Işığın kaynağı değil de, yani münevvir manasında da olur, mastardır, her ikisi şey, münevvir anlamında da olur. Mastar ismidir o anlamda da olur. “Kameri de nur yaptık”. Ve kaddarahu- Allah ona takdir etti/ölçü koydu. Ölçü. Şimdi o ne burada? O, güneşin ziyası. Güneşin ziyasına menazil, ve kadderehu menazil-‘e iniş yerleri belirledi. Şimdi şunu siz güneş olarak düşünün(mikrafon) Şimdi güneşin ışıkları dünyaya geliyor. Şöyle sabahleyin doğu ufkundayken geliş açısı başka, yükseldiği zaman başka, tepedeyken başka, batarken başka, ufkun altındayken başka. Güneş ışıklarının iniş yerlerine göre, inişi için Allah menazil belirledi. Yani her gün farklı açılarda güneş ışıkları gelir. Niye bunu yaptı Allah? …li talemu alele sinine vel hisab- yılların sayısını bilesiniz ve hesabı bilesiniz. Yılların sayısı ve hesap güneşin ışıklarıyla bilinir. Pekiyi nasıl oluyor bu? Hesap. Allah’u Teala Ay’a da menazil belirlediğini buyuruyor, diyor ki, Yasin suresinde : “Vel kamara keddernahu menazile” 40 mıdır Yasin bir bakın bakalım? “Vel kamara keddernahu menazile, hettel ar eke urcunil kalim” Burada menazil kelimesi son derece önemlidir. 49, 39 pekiyi. 36.surenin 39. ayeti. “Vel kamara keddernehu ey kadderne fihi menazile- onun içerisinde de bir takım ay, şey ışıkların indiği yerleri belirlemişizdir. Yani şimdi şunu ay kabul ederseniz, ayın hareketlerine göre güneşin ışıkları ayın üzerine de iniyor, dünya üzerine de iniyor. Şimdi biz Ay’ın kendisini hiçbir zaman göremiyoruz, Dünya’da yaşayan insanlar olarak. O teleskoplar şunlar-bunlardan bahsetmiyorum, çıplak gözle. Bizim gördüğümüz, Ay’ın üzerine Güneş ışıklarının indiği yerlerdir. Onun için “ hatta ar kurcunil kalim- O şeyin, menazili, Güneş ışıklarının o iniş yerleri Ay’ı kuru bir hurma çöpüneçeviriyor. Yani şöyle bir hilal şeklinde görüyorsunuz. Aslında Ay aynı Ay. Dolunay şeklinde gördüğünüz de aynı Ay, yarım Ay gördüğünüz de aynı Ay, hilal gördüğünüz de aynı Ay. Değişen, Güneş ışınlarının oradaki indiği yerler. Pekiyi bu değişiklik neyi sağlıyor? Bu değişiklik yılların sayısını bilmemizi sağlıyor. Pekiyi, Ay’a göre belirlenen yılar hangi yıllar, kameri yıllar. Yerin üzerine de Ay’ın şey, Güneş’in ışıkları yerde de menazil oluşturuyor, Güneş ışıklarının yeryüzüne geliş açıları her gün geğişiyor, bunun, menazil dediği o, bu değişiklikler de hesabı bilmemizi sağlıyor. Bu hesap, vakit hesabı, bir de güneş yılının hesabı. Şimdi biz bu ayetleri gördükten sonra vakit hesabı yapmak kolaylaştı. Güneşin hiç batmadığı yerlerde namaz vakitleri hesabını yapmak son derece basitleşti, çünkü ayeti kerime Güneş ışıklarının geliş açısını esas alıyor. Geliş açısı dediğiniz zaman her şey çözülüyor, bütün problemler. Ondan dolayı, Güneşin hiç batmadığı ve doğmadığı yerlerde namaz vakitlerini, Allah’u Teala’nın diğer yerlerde Güneş ışınlarıyla ilgili koyduğu kurallara göre çözmek son derece basitleşmiş oldu. Onun için Allah’a şükür onu çözebildik. Evet, şimdi tekrar şeye gelelim, orada ne dedi Allah’u Teala? Bak “ litademu alemessinin- Yılların sayısını, vel hisab- hesabı bilesiniz” diyor. Bak, hesap neyin hesabı, Ayın üzerine Güneş ışınlarının gelişine göre yapılan bir hesap. Hesap, gözlem değil, hesap. Rahman suresinde de diyor ki: “Veşşemsu vel kamaru bi husban-Güneş ve Ay bir hesaba göredir. Kur’an’i Kerim’in hiçbir ayetinde Ayın gözetlenmesinden bahsedilmez. Kameri ayların hesapla belirlenmesinden bahsedilir. Pekiyi neden Peygamberimiz (s.a.s.) “sulumuyu li ru’yetihi ve aftilu y uru^yetihi” (bu hadisin kaynağını belirt) demiş? “Ayı gördüğünüz zaman oruç tutun, Ayı gördüğünüz zaman oruca son verin” diyor. Neden?
Dinleyici: …
A.Bayındır: Efendim?
Dinleyici: …anlaşılmıyor hesapla ilgili bir şe diyor galiba…
A.Bayındır: Heh, orada bu hesabı yapacak uzman yoktu da ondan. Peygamberimiz onu da söylüyor, diyor ki “İnne ummetün ummiyyeh la nektubu vela nahsib- Biz ümmi bir topluluğuz, bizde ne bunun bilgisi var, ne de hesap yapabiliriz. Demek ki bu gerekçeyi gösterdiği zaman, demek ki orada bir astronom olsaydı ne yapacaktı Peygamberimiz? Kur’an’i Kerim’in emri gereği,…
Dinleyici: …
A.Bayındır: …hesapla hilali belirleyecekti. Şimdi, Ramazan başlıyor, birisi falanca günde, birisi filanca günde, Kurban, bayram geliyor biri falan gün biri filan gün. Pekiyi madem görmeyi esas alıyorsunuz, öyleyse her yer için ayrı-ayrı bir ramazan takvim, başlangıç takvimi belirleyelim. Biz şu anda burada konuşuyoruz ama Azerbaycan’da iftar olmuş vaziyettedir değil mi? İyi niye biz iftar etmiyoruz şu anda, orada oldu ya? Öyleyse o zaman, falan yerde gözüken hilalle sen niye burada oruca başlıyorsun, madem görme şartı var? Bunun bir mantığı var mı? Sen de burada gör başla ertesi gün! Şimdi burada çok ciddi bir yanlışlık yapılıyor. Kur’an’i Kerim hesabı esas alıyor, ama, peygamberimizin de sözü son derece önemli, insanlar her zaman bu hesaba ulaşamayabilirler. Hesaba ulaşamadıkları takdirde yapacakları şeyi anlatıyor. Peygamberimiz. Gördüğünüz zaman tutun, gördüğünüz zaman bitirin. Öyleyse hesabı yapanlar bunu, görme kriterine göre yapmak zorundalar, değil mi? İşte biz Ramazan öncesi Prof. Adnan ÖKTEN beyefendiye yaptırdığımız hesapla, ki Kur’an’i Kerim’in emri, Ramazana zamanında başladığımızı anladık. Bu hesabın evrensel olması gerekiyor. Niye evrensel olması gerekiyor, yani her yerde aynı? Ya bunlar insanları birleştiriyor. Yani şimdi siz, kameri takvimi kullanacaksınız, Mekke’ye telefon ediyorsunuz ben ayın üçünde ordayım diyorsunuz. Ayın üçü size göre Cuma günü ona göre cumartesi günü. Olur mu böyle bu, nasıl anlaşacaksınız? Birisinin size ödemesi lazım, şu tarihte verecek, bana diyecek ki bana göre ayın dördü öbürü diyecek ki yok ikisi. Şimdi sayfayı çevirin, 189. ayete bakalım. Allah’u Teala burada şöyle diyor: “yeselune keanil ehille- Sana hilalleri soruyorlar. Yani Ay niye hilal şekline kadar iniyor? Neden bu değişiklikler oluyor? Peygamberimiz (s.a.s.) gök cisimlerinde uzman olan bir kişi değil ki. İşte Ay… Güneşten gelen ışınlar Ayın üzerinde şöyle- şöyle değişiklikler olur da şey yapsın. Peygambere bu soruyu sormak doğru değil. Ama peygamberimizin bu soruya vermesi gereken bir cevabı var. “kul hiya…ilahi vel hacc- De ki bu, insanlar için ve hac için vakit ölçüleridir. Şimdi Hac, Zilkadenin dokuzunda Arafat’a çıkmayı, onunda da Arafat’tan aşağı inip işte Mekke’ye kadar gelmeyi gerektiriyor. Bütün insanlar aynı günde Arafat’a çıkmalı, aynı günde Arafat’tan aşağı inmeli. Onun için Allah’u Teala :” Feiza afattum min Arafat- Arafat’tan sel gibi aktığınız zaman diyor, hep birlikte, topluca. Şimdi, Türkiye’den Hacca giden bir kişi, işte burada bize göre Hac falanca gün, Afrika’dan gelen filanca gün, Suud’dan gelen falanca gün, her birinin bir başka günü olsa nasıl olur bu? Bakın ondan dolayı Allah’u Teala ayları hesaba bağlamıştır. Aylar hesaba bağlıdır. Peygamberimizin yaşadığı Mekke ve Medine’de ay hesabını yapacak bir astronom yok. Peygamberimiz gerekçesini söylüyor, diyor ki : “İnne ummetun ummiyye- Biz, bu konuda bilgisi olmayan, ümmi bir topluluğuz. La nektubu ve la nehsib- yani bu konuyla ilgili bir yazımız, bir makale yok yani. Hesap da yapamıyoruz. (bu hadisin kaynağını bildir). O zaman ne yapacaksın, tek çare, işte söylüyor diyor: “Eşşeru ke hakze hakeze hakeze” diyor, ondan sonra bir daha böyle yapıyor, yapıyor ve bir parmağını şey yapıyor. Yani bazen otuz olur, bazen yirmi dokuz olur. Böyle yapıyor: Bir, iki, üç. Kaç etti?
Dinleyici: Otuz.
A.Bayındır: Otuz. Bir, iki, üç, kaç etti?
Dinleyici: Yirmi dokuz.
A.Bayındır: Bir parmağını saklıyor, yirmi dokuz. Şimdi, o kadar insanlara ancak böyle öğretirsiniz, çünkü okuma yazma bilmeyen var, yaşlısı var, genci var, herkes var. Ve diyor: “Gördüğünüz zaman oruca başlayın, gördüğünüz zaman bırakın.” (Hadisin kaynağını belirt).
Şimdi ilginçtir, bizim ulema, bizim ulema, peygamberimizin; “Gördüğünüz zaman oruca başlayın, gördüğünüz zaman bırakın” (Hadisin kaynağını belirt) hadisini görüyor, ama bunun gerekçesini görmüyor. Zaten kitap-sünnet bütünlüğü diye bir kavram da yok biliyorsunuz. Lafta var ama fiiliyatta yok. Acaba Kur’an’i Kerim bunu nasıl istiyor? Ondan dolayı, mesela Türkiye’de 1978 de bir çalışma yapıldı, “Ayların hesapla belirlenmesi” kararı alındı ama, her defasında da gözlem yapacağız. İyi tamam. Fakat bu kararın içi doldurulamadı. Size bu anlattıklarım maalesef yazılamadı. Yani bu bilgi yok. Ama geçenlerde Mustafa ÇAĞIRICI televizyonda konuşurken, bu bizim anlattıklarımızı konuştu. Demek ki duymuşlar, o da hoşuma gitti yani güzel. Her ne kadar diğer söyledikleri çok rahatsız edici olsa bile, bu iyi yani. Hiç olmazsa yavaş-yavaş belki literatüre de girer. İşin, işin en ilginç yanı da şu: Diyanet, Kur’an’i Kerim’in astronomlara bıraktığı bir konuda gözlem yapmak için Aydos’a çıkıyor. Şimdi bilenler de gülüyor, ya bilmiyor musunuz bu gün Türkiye’de hilali görmek mümkün değil diye. Bir astronom bana söyledi; “ya bunlar ne yapıyorlar?” dedi. İyi madem çıktınız hadi ertesi gün Ramazan değildir diye ilan etseydiniz göremediniz ya? Bunu astronoma bırakmıyor, astronomiye bırakmıyorlar kendi ellerine alıyorlar, sadece Türkiye’de değil her tarafta böyle. Ben Ramazan akşamı TRT Arapça’ya çıktım bu olayı anlattım, dedim, yani öyle şimdi, söylediler ne konuşalım, dedim ki ne var bugünün esas konusu? Dediler ki işte Araplar henüz bayram, şey Ramazan ilan etmediler, o zaman biz bu konuyu konuşalım. Şimdi, Kur’an’i Kerim, namaz vakitleriyle ilgili olarak da, gözlemi esas alıyor. Mesela şeyde, sahur vaktinde ne diyor? “Ve kulu veşrebu hatte yetebeylehum …minel haytil esved…fecr” (ayeti belirt)- Yiyin için, fecir tarafından, yani o sabahleyin beyaz ışık doğu ufkunu doldurur; o Fecr-i Kazip. O ışık, o ışığın alt tarafını kızıl bir ışık, kızıl bir ışık şeyi, kuşağı, kesinceye kadar yeme içmeye devam edeceksiniz. Onun için diyor ki, onun üzerinde de bir beyaz ışık oluşuyor, size göre o siyah iplik beyaz iplikten kesin olarak ayırt edilinceye kadar yiyin için diyor. Size göre. Bu siz dediği kişi, hayatında mektep medrese görmemiş yaşlı bir kadın olur mu?
Dinleyici: Olur.
A.Bayındır: Olur. Allah ne emrediyor ona? Çık bak! Değil mi? Çık bak diyor. O zaman her müslümana bunu emrediyor. Bak kardeşim diyor. Öyle bir ışık olayı var ki orada; İstanbul’u dünyanın en güçlü ışıklarıyla donatsanız, o anda ufukta olan, oluşan o kızıl ışık kümesi, o ışık kümesi yanında İstanbul’daki bütün ışıklar sönük kalır. Allah’u Teala öyle bir şey koymuş. Dolayısıyla her insan çok rahat bir şekilde görebilir. Şimdi çıkıyor, Ankara Üniversitesinden bir astronomi uzmanı, diyor ki: Biz, diyor, gözlem yaptık Bala ormanlarında. Şehirlerde diyor ışık kirliliği var, onun için oralara gitmemiz gerekiyor. Güzel. Şimdi Allah’u Teala diyor ki size göre, siyah çizgi beyaz çizgiden net olarak ayrılıncaya kadar yiyin için. Şimdi, Ankara’da oruç tutmak isteyen bir kişi demek ki oruca ne zaman başlayayım diye Bala ormanlarına çıkıp gidecek öyle mi? Öyle mi yapacak? Ya bu, akıl tutulmasından öteye bir şey yani. Bunu Astronom söylüyor. Ya kardeşim, siz hilali astronomiye bırakacaksınız, namaz vakitlerini bizzat kendiniz gözlemleyeceksiniz. Pekiyi hesabı yapılamaz mı, pekala yapılır tabi. Ama siz bu hesabın doğruluğunu kendiniz test edeceksiniz. Allah size böyle bir emir vermiş. Şimdi Diyanet İşleri Başkanlığı diyor ki, biz diyor namaz vakitlerini bir ast, şeyin Ankara Üniversitesinin Uzay bilimleriyle anlaşma yaptık, onlara bıraktık. Pekiyi onlar ne diyor? Onlar da diyor ki, efendim diyor, eksi on sekiz derecede diyor işte başladı bu, gördük. Eksi on sekiz derece ne demektir biliyor musunuz, en sönük ışıklı yıldızların çıplak gözle görülebildiği vakit demektir. Yani gözlemciyle o en uzaktaki ışık, şey yıldız arasında güneş ışınları yoktur. Böyle bir zamanda ufkun nasıl ağardığını görmüşlerse? Herhalde o arada bir de rüyaya yatmış olmalılar. Başka şekilde olmaz. En fazla rüyada görebilirler. Bugün Seyir Hidrografi ve Şinografi dairesi Başkanlığının her sene yayınladığı bir almanak vardır, içinizde denizciler var bilirler, denizci tanı diye bir tan vardır eksi on iki dereceyle başlar. Eksi on iki derecede çok iyi şartlar altında gözleri iyi gören bir kişi ufuk çizgisini sezebilir. Ama orada yazıyor, diyor ki eksi on iki derecede ufuk çizgisi tam görülemez diyor. Ufuk çizgisini net olarak görebildiğiniz eksi on derecedir diyor. Pekiyi beyaz ışık-siyah ışık, tam tepe gün, o ondan da daha sonra diyor. O da sekiz buçuk dereceyi buluyor. Şimdi enteresan yani, Allah, Allah’u Teala insanlara sana göre dediği şeyi astronomiye bırakıyor, astronominin görevi olarak belirlediği şeyi de kendisi üstleniyor. Çıkıyor Aydos tepelerinden hilal arıyor. Ondan sonra da basın mensuplarına diyorlar ki kişisel çalışmalarla bu iş olmaz. Kurumsallık İslam’da yoktur. Dinin bir kurum haline getirilmesi sadece Hıristiyanlıkta olur, İslam’da yoktur. Ne demek kurumsallık? Sen kurumsal bir şey yaptığın zaman da orada gene bir ilim adamı yapmayacak mı bu işi? Böyle cevap mı olur? Evet. Bunların muhatapları belli tabi duyarlar ve anlarlar. Şimdi ayeti kerimeyi devam ettiriyoruz: evet “kim o aya yetişirse o ayı oruçlu geçirsin” demek ki artık İslam alemi, ramazan hilalini yada bayram hilalini yada işte bilmem falanca ayın hilalini gözetlemek için bir yerlere çıkmasın. Dünyanın neresinde hilal çıplak gözle görülebilecek konumda olursa ki bu gün astronomi bu konuları çok iyi bir şekilde çözmüş, Allah’u Teala’nın emri gereği, yani Kur’an’i Kerim’in hiçbir ayetinde, tekrar ediyorum hilalin gözetlenmesi yok, gözetlenmesini emreden Peygamberimiz de gerekçesini söylemiş, o gerekçe artık bugün yok, bugün artık bu konuda ilim sahibi olan insanlar var, o zaman hilal konusunda asla gözetlemeyi esas almamamız lazım bugün için. Ama bunu da diri tutmak lazım çünkü her an, Allah göstermesin anormal durumlar olabilir. Mesela şimdi Allah yardımcıları olsun Suriye’de savaş oluyor. Savaş ortamında her şeyle irtibatınız kesilebilir, çıplak gözle görmek zorunda kalabilirsiniz, o da, o bilgi de diri tutulmalı. Yalnız namaz vakitleri, her müslüman tarafından gözle görülebilecek şekilde tespit edilir, bunun hesabı yapılmaz mı, pekala yapılır ama hesaptaki yanlışları da sürekli test etmek lazım. Mesela, çok enteresan şeyde biliyorsunuz şiirlerde vardır, “seher vakti kuşlar ile çağırayım mevlam seni” değil mi? Şimdi seher vaktinin sonuna doğru kuşlar ötmeye başlıyor, sonra imsak olduğu zaman da ötmeye devam ediyorlar. Bir de bu ramazanda şu dikkatimi çekti; siz de isterseniz bu gece bakın, sabah namazı ezanları okunduğu zaman, yani af edersiniz köpekler de kuşlarla beraber kalkıyor, seher vaktinin sonuna doğru. Sabah namazı ezanı okunduğu zaman, başka dönemlerde yani Ramazan öncesi, köpekler hep bir ağızdan havlamaya başlarlardı. Ama şimdi havlayan tek bir köpek yok çünkü onların uyku zamanı. Kuşlar da öyle yani Cenabı Hak öyle bir tabii düzen oluşturmuş ki tüm tabiatla birlikte kalkıyorsunuz. “femen şehide küm şerha fen yusum…” – Kim hasta yada yolcu olursa tutamadığı günler sayısınca başka zamanlarda oruç tutar. “yüridullahu bi kumul yusar ve yuridullahul bi kumul usr… – Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez. Yani aslında hasta da olsanız pek ala oruç tutabilirsiniz. Tutabilirsiniz. Hatta bu sizin, bilseniz sizin faydanızadır çünkü ciddi bir tedavidir oruç aynı zamanda. Onun için öyle diyor “veentessumu hayrunnekum….- bilseniz oruç tutmanız daha hayırlıdır. Yolculuk sırasında da oruç tutulur mu, pek ala tutabilirsiniz. Ama Allah size kolaylık murad ettiği için hasta ve yolculara oruç tutmama ruhsatı vermiştir. “yuridullhu bi kumul yusra veyuridullahu bi kumul yusr- Allahu Teala, o hasta ve yolcu olan kimselerin başka günlerde orucu tutmalarına müsaade etmiş, sayıyı tamamlasınlar diye. Yani hasta ve yolcunun daha sonra oruç tutması Allah’ın onlara bir ikramıdır. Yarın Allah’ın huzuruna gideceksiniz, iki kişi, birisi bir ayda on beş gün oruç tutmuş birisi otuz gün tutmuş. Otuz gün tutan otuz günlük sevapla gitmiş oraya, on beş gün tutan on beş günlük sevapla gitmiş. Ama Allah ona oruç tutmama ruhsatı verdiği için tutmamış. İşte ona o on beş günde tamamlama hakkı vermiş oluyor başka günlerde. O bir hak. Ama bu hak, bu hak, özürsüz yere oruç tutmamış olanlara verilmiyor. Peygamberimiz s.a.s. Buhari’deki bir hadisinde diyor ki “ Cenabu Hakk’ın kabul ettiği bir özrü olmadan bir gün orucunu yiyen kişi ömrünün tamamını oruçlu geçirse o bir günün yerini tutmaz” (hangi hadis old. Belirt.) Pekiyi şimdi şöyle bir şey var, ben oruca niyetliyim-niyetli değilim meselesi var değil mi?
Fatih Orum: Evet. Çok soru var.
Bayındır: En çok sorulan. Efendim diyor ben niyet ettim, yok ben etmedim. Kardeşim bu gün Ramazansa sen de müslümansan, hasta ve yolcu değilsen oruç tutmak zorundasın. Bitti! Bunun ötesi-berisi yok! Yok ben bu gün niyetli değilim. Bu din, bu dini sen mi kur… Bu senin koyduğun bir din mi, eğer bir din koyduysan orucu da kaldırabilirsin. Ama Allah’ın dini ise niyetliyi- değilim diye bir şey yok. Oruç, oruçlu olmak zorundasın. Niyet etmediysen sevabını alamazsın ama bir şey de yiyemezsin. Akşama kadar yeme, içme, cinsel ilişki yasak. Müslümansan eğer. Değilsen cehenneme gitme hürriyeti herkes için. Kapı sonuna kadar açık. Giden gider kimse de onu engelleyemez. Nediyor, cehenneme gitmek hakkımız söke söke alırız diyebilirler yani. Zaten kimse engelleyemez ki onu. Yer yüzünde böyle bir güç yok yani Allah çünkü bunu kimseye vermemiş, böyle bir hakkı. Din açısından herkes hürdür. İsteyen istediğini yapar sonucuna da kendisi katlanır. Ama ben bu dini yaşamak istiyorum diyen varsa, öyle ramazanda ben niyetliyim, niyetli değilim diye bir kavram olmaz. Orucu tutmak zorundadır. Efendim diyor akşamdan niyet ettim sonra orucumu bozdum, ne gerekiyor? Kefaret. Eh niyet etmedim, kaza. Bunu kim söylüyor? Peygamberimiz s.a.s. diyor ki “Allah’ın tanıdığı özrü olmadan” yani yolcu ve hasta değilse bir gün orucu tutmazsa ömrünün tamamını oruçlu geçirse o oruç olmaz diyor. Bitti. Pekiyi kefaret nerden çıkıyor? İşte kitap-sünnet bütünlüğünün olmaması buna sebep oluyor. Zihar denen bir olay vardır. Bu Mücadele suresinde Cenabı Hak tarafından uzun-uzun anlatılır. Bir kimse eşine, sen anamın, sen bana anamın sırtı gibisin derse, nu kişi kefaret ödemeden,
A.Bayındır: 541 mi? Bu kişi kefaret ödemeden eşiyle ilişkiye giremez. Bu Cenabı Hakk’ın kanunu. Şimdi burada diyor ki, Mücadele üçüncü ayette 541. sayfa: “Vellezine yuzahirine min nisaihim…Eşlerine zihar yapmış olan, sonra da yaptıklarından dönenler. Sözlerinden dönenler. Bunlar…”fetaharrur rekabe… Eşleriyle ilişkiye girmeden önce bir esiri hürriyetine kavuştururlar. “zaalikum tum … Size yüklenen budur. “Vallahune temulune… Yaptıklarınızdan Allah haberdardır. Yapmanız gereken bir esiri hürriyetine kavuşturmaktır. “femen yem ecid… Kim esir bulamazsa, “fesiyamu… Peş-peşe iki oruç tutması, iki ay oruç tutması gerekir. Peş-peşe iki ay. Ben, yani eşim size diyor ki: sen bana anamın sırtı gibisin diyor. Hatta bunu süreyle de sınırlayabiliyorlar, şu kadar süre içerisinde, döndüğü zaman eşine bunu yapmadan ilişkiye giremiyor. İki ay aralıksız. “femenne… buna da gücü yetmeyen altmış tane fakiri doyurur. Diyor. Bundan ötesi yok. Şimdi, Müslümanlardan birisi, eşine çok düşkünmüş, diyor ki ben bu Ramazan ayı tam bir ibadet ayı yapayım diyor, Ramazan ayıyla sınırlı olmak üzere eşine ziharda bulunuyor. Yani Ramazan ayında işe sen bana anamın sırtı gibisin diyor. Fakat bir gece işte eşini çıplak görünce dayanamıyor, orucunu…şey, sözünden dönmüş oluyor. Ertesi gün geliyor kendi kavmindeki insanlara anlatıyor, diyorlar, diyor ki yahu gelin beraber peygamberimize gidip bunu bir soralım. Bizi karıştırma diyorlar. Kime gidiyorlar…sen ne yapmışsın çek. Belanı çek diyorlar falan. Şimdi adam da tabi kurbanlık koyun gibi gidiyor peygamberimiz s.a.s. in yanına bu hükümlerden haberi yok. Ben diyor helak oldum diyor, mahvoldum ya resulallah. Hayırdır diyor seni mahveden ne? Vallahi böyle-böyle işte gece ay ışığında eşimi gördüm dayanamadım ilişkiye girdim diyor. Diyor ki peygamberimiz s.a.s. Bir esiri hürriyetine kavuştur diyor. Vallahi diyor bana bu boynumdan başka boyun eğecek birisi yok diyor, bende öyle bir şey yok, esir ne arıyor. O zaman diyor iki ay aralıksız oruç tutacaksın. Ya Resulallah ben zaten oruçtan dolayı bu hale geldim diyor. Orucu ben nasıl şey yapayım. Peygamberimiz s.a.s. diyor ki, o zaman diyor, altmış tane fakire birer günlük yiyecek ver. Vallahi diyor bu gece kalktık sahura yani işte bir tek bu gece yiyecek kadar bir şey vardı sabaha hiçbir şey artmadı diyor. Kime ne vereyim? İyi biraz bekle diyor. Oraya bir sepet hurma geliyor. Ya da bir başka rivayet, zekatla görevli birisinin yanına gönderiyor. Diyor ki bunu fakirlere dağıt. Ya benden daha fakiri yok zaten ya Resulallah diyor. Tamam diyor bunu altmış tane fakire dağıt artanını da sen ye diyor. Çok değişik şekilde rivayetler var, Ebu Davut’ta geçen rivayet bu. Tam Kur’an’i Kerim’e uygun olan rivayet bu. Şimdi öbürlerinde ne diyorlar, diğer rivayetlerde: O zaman götür, madem senden başka fakir yok, git de ye diyor. Güzel, şimdi adam ne borcunu kaza ediyor ne şu hiçbir şey yok, bir de karlı da çıktı. İyi şimdi buna dayanılarak deniliyor ki kefaret orucu var. Yahu kardeşim bu adamın karısı da vardı, bir kere bu adam gece yapmış bu işi. Bazı rivayetlerde gündüzü eklemişler, bu gün baktım şeyde hadisçiler diyor ki bu eklemedir diyor gündüz kelimesi. E bu adamın karısı da var. Niye Peygamberimiz onun karısına ceza vermedi de sadece kendisine verdi? Çünkü ziharı yapan bu, kadın değil ki. O işte şeyde Mücadele suresinde kadına verilen bir ceza yok. Ondan sonra deniliyor ki, buradan hareketle, e bu diyor gönüllü olarak orucu bozmaktır, orucu bozan herhangi bir şeyi yediği zaman da kefaret gerekir diyor falan. Böyle uzatmışlar da uzatmışlar. Konuyu kitap-sünnet bütünlüğü içerisinde ele almadıkları için böyle şeyler oluyor. Bu gün baktım bazı gazeteler benimle röportaj yapmış gibi haberler yayınlamışlar. Gerçi hoşuma gitmedi değil. Gitti yani, çünkü yanlış yazmamışlar. Geçende de bir kere, bir kere daha öyle oldu, yani benimle röportaj yapmış gibi, bir de enteresan bir şey geçen sene, geçen sene Yaşar Nuri bey Teravih konusunu gündeme getirdi, biz arkasında durmak zorunda kaldık. Bu sene de Ali Rıza hoca namaz vakitleri meselesini Allah razı olsun çok teşekkür ediyorum ona gerçekten yani çok büyük iş gördü. O gündeme getirdi biz de arkasında durmak zorunda kaldık. Ondan sonra da herkes bize laf söylüyor. Diyorlar işte Ramazan geldi mi zaten lüks eder mutlaka bir ortamı karıştıracaktır falan. Allah-Allah yani “ittekillehe yaehi” derler. Allahtan kor kardeşim yani. Evet. Şimdi işte burada diyor ki Cenabı Hak “veletükmülül iddette…sayıyı tamamlayasınız diye ben bunu size şey yapıyorum, yani orucu kaza etmek insanlara verilen bir ceza değil, bir ikram. Dolayısıyla adam zamanında tutmamış sonra tutacak. Kardeşim kusura bakma zamanında tutaydın. Çünkü Ramazanda oruç tutulacak. Ramazanın dışında yok. Ramazanın dışında sadece iki kişiye müsaade var, hasta ve yolcu o kadar. Onlar da sayıyı tamamlasınlar diye verilen bir ruhsat, onlara bir kolaylık.
Dinleyici: Bütünlemeye kalmış…
A.Bayındır: Hah bütünlemeye kalmış gibi evet. Yani öbür imtihanlara girmemiş olanlar buraya şey yapmıyor. Şimdi, bir de biliyorsunuz adetli kadınlar oruç tutamaz diye fıkıh kitaplarında bir hüküm var. Geçen hafta ayeti okumuştuk, oruca… oruçluya yasak olan şeyler nelerdi?
Dinleyici: Yemek.
A.Bayındır: Yemek değil mi? Adet olmak bir şey yemek midir?
Dinleyici: İçmek.
A.Bayındır: İçmek ve karı-koca ilişkisi. Adetli… Adetli olmak bunlardan hangisine giriyor? …Hiç şey yapmaz çok rahatlıkla oruç tutabilir. Bir çok kadında hasta olanda belki ilk iki-üç gün o sıkıntısından dolayı orucunu yiyebilir ama onun dışındaki günlerde tutabilir. Pekiyi siz neye dayanarak adetli bir kadının oruç tutmasının haram olduğunu söylüyorsunuz? Allahu Teala diyor ki “femenşeyhe humkun şahra fenyesumhu… Kim o ayı yaşarsa o ayı oruçlu geçirsin diyor. Adetli kadın o ayı da yaşamıyor mu? İstisnası sadece hastalık ve yolculuk. Tamam hasta olabilir ama hasta da olsa oruç tutmayı tavsiye ediyor Allah. Hastaya oruç tutmayı haram kılıyor mu? E şimdi siz diyorsunuz ki, adetli kadının oruç tutması haramdır. Pekiyi nereden çıkarıyorsunuz bunu? Deliliniz ne? Ve şeyde, sayfayı bir çevirin, bakın bu Bakara 187’nin sonu, “tikle hududullahi fela tekrebuha… Bu Allah’ın koyduğu sınırlardır ona yaklaşmayın. Sınırları aşmayın demiyor, yaklaşmayın diyor. Yani bu sınırlara çok dikkat edin. E pekiyi adetli kadın… bak her şeyi anlatmış, sınır ne demek sınır, artık ötesi yok demek değil mi? E pek iyi Kur’an’i Kerim’de Allah orucu bu kadar ayrıntılı açıkladığı halde, adetli kadınla ilgili bir yasa koymadığı halde, siz nasıl bir yasa koyarsınız. Hatta fıkıh kitaplarında şu vardır: Kadın oruca başlamış, akşama kadar oruç tutuyor güneş batmaya başladığı sırada, daha üst çizgisi ufkun altına inmeden kadın adet görmeye başlarsa oruç gitti. Ya bu bir şey mi yedi, bir şey mi içti, ilişkiye mi girdi ne oldu? Oruç bozan ne yaptı ki gitti? Bunun tek delili Aişe validemize dayandırılan şu hadistir, sahih bir hadis: “kumme numeru bi kadai savmi vela nu’meru bi kadai sselah… Biz orucun kazasıyla emredilirdik, namazın kazasıyla emredilmezdik. Şimdi bu gün Servet hoca bana bir şey anlattı, bir öğrenciye ödev vermiş gerisini sen anlatsana o kaza kelimesiyle ilgili olarak.
S.Bayındır: Şimdi benim bir, bir öğrencim var, bizde malum fakültelerde son sınıflarda bir bitirme tezi hazırlanıyor. Bu bitirme tezi olarak ben bu Eda ve Kaza kelimelerinin, bu kavramların ne anlama geldiğini ve bunun orucun kazasıyla malum konuyla ilgili olarak ilintisini dedim bir araştır. Bu da meraklı bir öğrenci. konuyla ilgili hemen-hemen bütün klasik sözlükleri, Arapça lügatleri, eski böyle klasik lügatlerden ilgili kelimelerin geçtiği sayfaların fotokopisini almış gelmiş. Hatta hocam işte ben bazı yerleri anlayamadım, birlikte bir okuyalım dedi. Dolayısıyla hemen-hemen bütün ana, temel kaynaklardaki konuyla ilgili bölümleri okuduk. Beraber okuduk. Hiçbirinde ama hiçbirinde kaza kelimesinin vaktinde yapılamadığı için, yapılmadığı için, daha sonra yapılan ibadet için veya herhangi bir eylem için kullanıldığını gösteren hiçbir işaret hiçbir bilgi yoktu. Fakat bazı fıkıh sözlüklerini de yine çıkarmış getirmiş, orada fıkıhçı, fıkıh sözlükleri yani ıstılah, terim anlamından bahseden sözlüklerde de diyor ki: Aslında diyor bunun sözlük anlamı, bir şeyi vaktinde, vakti içerisinde belirlenen vakit içerisinde yapmaktır. Fakat daha sonra fakihler eda kelimesi ile kaza kelimesine farklı-farklı anlamlar vererek bir ıstılahi terim sürecine geçmişler ve kaza kelimesini vaktinde yapılmayıp da vakti dışında yapılan ibadetler için kullanır hale gelmişler, eda kelimesini ise vaktinde yapılan iş için, ibadet için kullanır hale gelmişler. Bu öğrenci, açıkçası biraz ben bu ödevi verdiğim zaman bir muhalifti. Yani bu da bir, bir bayan öğrenci, o da bu geleneksel anlayışı adeta savunur nitelikteydi. Hocam dedi vallahi dedi anladım dedi meseleyi dedi. Yani Hz. Aişe validemiz, az önce hocamızın okumuş olduğu bu hadisi rivayet ederken yani “künne nu’meru bi kadai… Biz orucu kaza etmekle emrolunduk, emrolunurduk, namazı kaza etmekle emrolunmazdık. İfadesini kullanırken bu kaza kelimesini yaklaşık iki yüz yıl sonra terimleşmiş olan, fıkıhçıların terimleştirmiş olduğu o terime göre mi kullanıyordu, yoksa gerçekten lügat anlamıyla ve Kur’an’i Kerim’deki ve hadislerdeki geçen anlamıyla mı kullanmıştır diye hocam ben de sordum dedi. Hocam galiba haklıymışsınız demeye başladı.
A.Bayındır: Evet. Doğru. Şimdi Aişe validemizin, Servet hocanın da bu açıklamalarından sonra Aişe validemizin bu sözünün anlamı şu: “Kumme ru meru bi kadai said… Biz haiz görürdük, hayizli iken oruç tutmamız emredilirdi. Çünkü kaza kelimesinin manası ibadeti vaktinde yapmak. Bu çok sonra, işte yüz elli- iki yüz yıl sonra ibadeti vaktinin dışında yapma anlamında terim olarak kullanılmaya başlamış.
S.Bayındır: Bir de Hac için de namaz için de aynı…
A.Bayındır: Tabi Hac için “feyda ğadeytümü…, namaz için “feyda kudyeti selatin fenteşiru fil ard… var Cuma namazında. Namaz kılındı mı yer yüzüne dağılın.
S.Bayındır: “Ve ida kada tü menasieken…
A.Bayndır: “ Ve ida kadeytüm menasieküm… Hac menasikini, Hac ibadetlerini yaparken şöyle-şöyle yapın diyor. Şimdi, Kaza kelimesi bir ibadeti vaktinde yapma anlamına geldiği için, yani bu günkü sözlüklerde de öyle, eski sözlüklerde de öyle işte Servet hoca söyledi bütün sözlüklere bakmış o öğrenci. Bir tane istisnası yok bunun. E yüz elli sene sonra bir terim haline getirmişler, o terim anlamıyla Aişe validemizin sözünü değiştirmişler. Şu manayı vermişler; Biz işte oruçluyken(hayızlıyken) oruç tutmaz sonra kaza ederdik, namaz kılmaz kaza etmezdik, diye. Halbuki oradaki kaza eda manasında olduğu için, biz adet olurduk, adetliyken oruç tutmamız emredilirdi, namaz kılmamız emredilmezdi. Sözü bu. Sözünün Türkçe manası bu. Ama kelimenin anlamını değiştiriyorsunuz, hükmü değiştiriyorsunuz, ondan sonra da haram diyorsunuz. Şimdi ben bunları anlamakta hep zorluk çekiyordum da üç yıldır yaşadığımız bu imsak vakti tartışmalarından bunu çok iyi anladım yani. Demek ki birisi bir güce dayanıyorsa o, onun dediği doğru oluyor. Yani mesela işte bu Allah’ın koyduğu sınırlardır ifadesinde o sınırların içerisine imsak vakti de giriyor. Yatsı namazı vakti de başka bir ayetlerden girecek ama imsak vakti giriyor işte hemen aynı ayette. Dün bir camiye gittim dedim ki ya niye böyle teheccüd vaktinde namaz kılıyorsunuz, ya hocam dediler, imamlar yani müezzinler, ya hocam dediler saat on ikide yatsı, şey teravihi bitiriyor. E eve git çay iç tekrar gel gece hiç uyuyamıyoruz, bir de bu mukabele okunuyor falan perişan oluyoruz. Halbuki yatsı ezanı okunduğu zaman biliyorsunuz yatsının bitişini ilan ediyor, başlangıcını değil. Ya bu insanlar yatsı ezanı vaktinde yataklarında uyuyor olmaları lazım. E bir saat oradan, bir saat on-on beş dakika da alttan, iki saat küsür dakika yani şimdi bunlar görevliler perişan, cemaat perişan değil mi? İşte Allah’ın çizdiği sınırlar böyle aşılıyor. “veletükebbirullah …Size hidayeti göstermesi sebebiyle Allah’ı tekbir edesiniz diye, bu tekbir Ramazan bayramında alınan tekbirdir. O tekbirde kadını-erkeği olmaz. Bu gün Ali Rıza hocanın, şeylere gazetelere, internet sitelerine yansıyan bir yazısı var. Tabi gayet güzel yazmış eline sağlık. Peygamberimiz s.a.s. bayram namazlarına adetli kadınları, evlerinde oturan, dışarıya çıkmayan kadınları da çağırırdı. Hepsi gelirdi. Çünkü namaz kılmak için abdest gerekiyor ama tekbir için gerekiyor mu? “veletükebbirullah ala… Size doğruyu göstermesine karşılık Cenabı Hakk’ı tekbir edesiniz diye, onun için orada namaz kılarız, namazlarda ilave tekbirler alırız bu ayetlerden dolayı. Onlar da arkada dururdu adetli kadınlar tekbirlere iştirak ederlerdi. İşte onlar da çünkü oruç tutmaya ehil kişiler, namaz kılmaya ehil olmasa da. Niye çünkü namaz temiz olmayı gerektiriyor Kur’an’i Kerim onları o halinde manevi olarak temiz saymıyor. “Valeallekum teşkurun…Belki böylece şükredersiniz.
Bitti…