Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdulillahi rabbil âlemin vesselatu vesselamu alarasulina muhammedin ve ala ali vesahbihi ecmain.
Ramazan-ı Şerif’in ilk Salı’sındayız. Geçen Salı Ramazan değildi ama oruçla ilgili ayetleri okumuştuk, bu hafta da sadaka ve zekâtla alakalı ayetleri okumayı teklif ettiler, haftaya tekrar oruç konusuna döneriz, çünkü bu, Ramazanın özel programı. Ramazanda bir oruç ibadetimiz var bildiğiniz gibi. Her nekadar zekâtın bir mevsimi olmamasına rağmen ki zekât ramazana ait bir ibadet değil bildiğiniz gibi zekât senenin her günü yapılabilen bir ibadettir. Ama genellikle adet olduğu için insanlar zekâtlarını ramazanda veriyorlar, yani birçokları öyle yapıyor. Fakirlerin senenin her günü ihtiyaçları oluyor dolayısıyla senenin hergünü zekât vermek lazım. Ramazanda vermemiz gereken zekât yahut sadaka yahut sadakayı fıtır dediğimiz ramazan bayramındaki sadakadır. Onu geçen hafta anlatmıştık bunun dışında verilen bir sadaka yok ramazana özel. Ramazanda bir oruç tutma var bir de oruç tutanların ramazandan sonra bayramda verdikleri Sadakayı Fıtır var. Ama insanlar cimri olarak yaratılmışlardır. Yani yaratılıştan hepimizde bir mal sevgisi vardır. Onun için Kuran-ı Kerim’i hiçbir ayetinde mal biriktirin diye bir emir vermez. İnsanlar zaten biriktirirler deseniz de demeseniz de biriktirirler. Daha fazla mal sahibi olma amacındadırlar yapıları öyledir. Kuran-ı Kerim’deki emirlerin tamamı malınızı harcayın şeklindedir. Allah yolunda infak edin şeklindedir.
Veenfigu fi sebilillah: “Devamlı infak.”
Yani infak demek harcamak demek, malı harcama kanallarına sokmak demek. Şimdi şöyle düşünmek lazım, Ayeti Kerimeyi okuduktan sonra düşünelim.
Bakara Sûresi 261. Ayetinde şöyle buyuruyor;
Meselullezîne yunfigûne emvâlehum fî sebîlillâhi kemeseli habbetin embetet seb’a senâbile fî kulli sumbuletim mietu habbeh, vallâhu yudâıfu limey yeşâé’, vallâhu vâsiun alîm
Meselullezîne yunfigûne emvâlehum fî sebîlillâhi: “Mallarını Allah yolunda harcayanların yaptığı iş”
kemeseli habbetin embetet seb’a senâbile: “Allah rızası için birine bir lira para verdiğiniz zaman, bu toprağa atılmış bir buğday tanesi olur. Yedi başak bitirmiştir.”
fî kulli sumbuletim mietu habbeh: “Her başakta da yüz buğday tanesi var.”
Yani toprağa bir tohum atıyorsun, yedi başak bitiren buğday gibi oluyor, her başakta da yüz buğday tanesi oluyor. Yani bire yedi yüz veriliyor.
vallâhu yudâıfu limey yeşâé’: “Bu yaptığı işlerde daha çok gayret gösterenler vardır, onların sevaplarını da kat kat arttırır.”
Katlar yani bire yedi yüz’e bırakmaz, ondan sonrası açık. Onun için dünyanın en karlı yatırımı Malını Allah yolunda harcamaktır.Dünyalık malı geri döner ahirette de ondan yararlanırsınız. Şimdi infak bir şeyi harcama kanalına sokmak demektir. Onun için bizim kendi yediğimize de nafaka denir aynı kökten gelir. Başkalarına yedirdiğimize de nafaka denir. İster hayrımıza verelim ister harcayalım. Onun için infakın asıl anlamı harcamaktır. Araplar tünele ‘nafak’ derler. İnfak da bir şeyi tünelden geçirmektir. Tıpkı kanın damarlardan geçmesi gibidir. O kan damarlardan geçer, vücuda alınış olan yemekleri oksijeni ve diğerlerini, vücudunher tarafına dağıtır ve aynı kan tekrar kalbe geri gelir. Kan kalbi de çalıştırır. O kan kalpten gitmez ise ne olur? Patlar değil mi? Hâlbuki o kan kalpten gittiği zaman kalp de rahat çalışıyor. Şimdi burada düşünün; diyelim ki burada yüz kişi var ve herkesin diğerine yüz lira borcu var. Ben birinci kişi olarak kalktım ve enes hocaya yüz lira verdim. Borcu var ve dedim ki o da Allah rızası için ödesin. O mal artık enes hocanındır. Benimle enes hoca arasındadır. Enes hoca o parayı alır Ahmet’e verir, al Ahmet bu sana olan borcum, Ahmet Rıfat’a verir, Rıfat bir başkasına ve para herkesi dolaşır ve en sonunda Ender beyin de bana borcu olsa o yüz lira tekrar bana gelir. Ama bu para dolaşıp tekrar bana geldiği için, bir kan gibi bütün hücreleri beslemiş oluyor değil mi? Az önce herkesin birbirine borcu varken şimdi hiç kimsenin bir başkasına borcu yok. Para da cebimde. Peki, bütün o harekete kim sebep oldu? Ben sebep oldum. Sadaka benimle Enes hoca ile arasındaydı. Diğerleri ise borcunu ödüyor. Ancak benim bu hareketim diğer bütün ödemelerin sebebi, onun için bütün bu ödemelerin sevabını ben alıyorum. Tabi ödeyen de alıyor ben de alıyorum. Peki, en sonunda ne oluyor herkes rahat bir nefes alıyor. Şükür ki borcumdan kurtuldum diyor. Bu sefer borcundan kurtulan kişi; zaten borcumu ödemek için doksan lira hazırlamıştım on lira daha olsa ödeyecektim, şimdi yüz lira ile ödedim o halde cebimdeki doksan lira ile gidip Abdülaziz Hocanın dükkânından alışveriş yapayım der, bu defa benim dükkânım varsa bana geliyorsunuz ve benim işlerim artıyor. Çünkü toplumda bir hareket başlıyor. Birisi işçi çalıştırıyor, birisi bir yerden elbise alıyor, birisi çocuğuna ayakkabı alıyor, birisi gidip yiyecek alıyor ve bu şekilde toplumda bir hareket başlıyor.
Peki o para benim cebimde kalsaydı bana ne faydası olurdu? Cepte duran paranın ne faydası olur? Olur mu kimseye bir faydası? Ne yenir, ne içilir, ne bir başka şey olur. Ne bir elbise olursana ne ayakkabı olur, ne su olur ne ekmek olur hiç bir şey olmaz. Para harcanacak ki onunla insanlar bir iş yapsın. Mesela fırıncı ekmek için para alacak işçisine verecek işçi ekmek yapacak. O işçi gidecek bakkaldan alış veriş yapacak, bakkalda gidip üreticiye verecekki üretici de o parayı gidip tarlasında işçi çalıştıracak ve üretim yapacak. Sonuçta bütün toplum bu şekilde paradan yararlanır.
Onun için İslam ekonomisi harcama üzerine kurulmuştur. Fakat kapitalist ekonomi biriktirme üzerine kurulmuştur. Şimdi biriktirme olduğu zaman ne oluyor? Kim zengin oluyor? Üç beş kişi. Bu sistem biriktirme üzerine olduğu için biriktiren kişi bu defa herkesin cebindeki parayı nasıl çekerimin hesabını yapıyor. O zaman banka kuruluyor.
Bankalar şunun için kurulmuştur. İnsanların ceplerindeki küçük paralar toplansın ve büyük sermayeler oluştursun. Peki, bu büyük sermayeleri kim kullanacak? Kim büyük teminat gösterirse o kullanacak. Peki, kimin büyük teminatı var? Banka bin liralık kredi verdiği zaman kaç liralık teminat istiyor? Dört bin mi? En azından bin liralık teminata razı olmaz. Bin liralık kredi veriyorsa, en az bin beş yüz iki bin liralık teminat ister. Çünkü teminatı paraya çevirdiği zaman bedavaya satacak. Peki, toplumda kaç kişinin böyle bir teminatı verme imkânı olur? Üç beş kişinin olur. Peki, kaç kişi buna cesaret eder? Birçok kişi korkar. O zaman belli bir zaman içerisinde tüm toplumdan toplanan para üç beş kişinin cebine gider.
Diyelim ki banka kısa olacak şekilde halktan bin lira para toplamış kabul edelim. O bin lirayı kredi olarak üç beş kişiye verdi diyelim. Bir kere halktan bin liralık krediyi topladığı zaman insanların ceplerindeki paralar bir yerde toplanmış oluyor. Bu kanın bir yerde toplanması gibi oluyor. Dolaşamıyor artık. Belli bir süre az sürede olsa dâhil kasada kalması lazım hâlbuki o para piyasada sürekli dolaşıyor olması lazım ki kimisine ekmek parası olsun kimisine kira olsun gibi.Çünkü para öyle bir şeydir ki, kimin yanına giderse onun işini görür. Yine para öyle bir alettir ki kimin ona en çok ihtiyacı varsa en az onun yanında kalır. Öyle değil mi? Çünkü parayı alırsın koşa koşa borcunu ödemeye gidersin. Sanki avucuna ateş almış gibi, kimin daha çok ihtiyacı varsa en az onun yanında kalır para hemen diğerine geçer. Dolayısıyla bakarsınız ki yüz lira bir günde yüz kişinin işini görmüş. Ama kasada kaldığı zaman o kanın vücuttan çekilip bir torbada bekletilmesi gibi olur. Bir işe yaramaz.
Bir kere diyelim bu piyasada toplam para iki bin lira olsa, banka bin lirasını toplamış olsa piyasadan, piyasadaki alışveriş yarı yarıya düşer. Ya hiç kimsenin cebinde para yok demeye başlarsınız işler kesat dersiniz. Adam mal almak istiyor ama cebinde para yok. Dükkânlar mal dolu insanlar ihtiyaç içerisinde ama yaprak kıpırdamıyor. Çünkü o hücrelere gıda taşıyan kan artık çalışmıyor. Kılcal damarlara inmiyor. Ana damarlarda dolaşıyor.
Diyelim ki toplam iki bin liranın olduğu piyasada bin lirasını banka topladık. Bankaya yüzde on ile faize verdik diyelim. Faizin haramlığını bir kenara bırakın, sadece olayı anlamak için bakın. Bu bin lirayı yüzde on ile bankaya faize verdik. Bir sene sonra bin yüz lira alacağız. Seviniyoruz diyoruz ki;
-ooh yata yata para kazandık tamam.
Peki banka bunu yüzde on’dan kredi olarak verebilir mi?
-Veremez.
Peki, kaçtan verir en az?
-En az yüzde yirmiden verir.
Şimdi yüzde yirmiden verdiği zaman ki zaten banka belli kişilere veriyor. Bu belli kişiler diyelim ki bir yıllığına aldılar veya altı aylığına aldılar. Bu altı aylığına giren para, eskiden piyasada rahat rahat dolaşan para artık tutuklu insanlar gibi geçici süreyle serbest bırakılmış, altı ay sonra tekrar gelecek şekilde ayarlanmış. Onun için o para, çarpar çırpar bir an önce geriye gelişi hesaplanır.
Bir de bin lira olan para bin iki yüz lira olarak geri isteniyor. Peki, siz dükkânınızdaher türlü malı üretebilirsiniz peki para üretebilir misiniz? İnsanların para üretme imkânı var mı? Şimdi bu adam bankaya bin iki yüz lira vereceği için bu parayla yapmış olduğu alış verişte en az kaç kâr koyması lazım? En az yüzde elli kar koyması lazım. Hâlbuki eskiden yüzde on, fazlasıyla yetiyordu. Peki, şimdi yüzde elli kâr koyacak piyasada müthiş bir pahalılık meydana gelecek. Bir de o bankaya ödeme yaklaştığı zaman piyasadan parayı toplaması lazım. Şimdi piyasadan bin iki yüz lira toplayacak. Peki, bu iki yüz lirayı kimden alacak? Halktaki bin liranın iki yüz lirasını daha alacak ve bankaya verecek değil mi? Halkın elindeki para kaça düşecek?Sekiz yüz liraya. İki üç operasyondan sonra halkın elinde para kalmayacak. Para tek elde toplaşacak. O zaman insanlar diyecek ki;
-iş yok.
Bakacaksınız ki aynı vücudun hücrelerine kan gitmediği zaman hücrelerin teker teker ölmeye başladığı gibi, bakacaksınız ki şu bakkallar kapanmış, esnaf kepenk indirmiş.
Sonra millet orayı küçük bir şehir olarak düşünün ve insanlar büyük şehirlere göç etmeye başlayacak. Artık burada yaşanmaz denecek. Onun için burada yaşayabilmenin tek şartı buraya dışardan para girmesidir. Onun için Anadolu’nun illerinin büyük bir bölümü, ilçelerinin tamamı orada görev yapan memurlar sayesinde ayaktadır. O memurlara her ay merkezi hükümetten belli bir para gider ve o para piyasayı azcık harekete geçirir. Onunla geçinirler. Merkezden para gelmesin bütün şehir felç olur. Bitmiştir. Çünkü damarlarını çekiyor insanın işte kapitalizm budur.
Peki İslam ne yapıyor? Kapitalizm insanların cebindeki parayı alıyor ve herkesi kendine kul köle yapıyor kapitalistler. Onun için bakarsınız ki birisi bir bardak çayı içer örneğin elli liraya altmış liraya, bir diğeri ise elli altmış lirayla bir ay geçinmek zorunda kalır. Ondan sonrada anarşi oldu, terör oldu bilmem şu oldu bu oldu denir.
Ama İslam’da bunun tersi var. Sen gene zengin olacaksın elbet. Ama servetinin kırkta biri sürekli alt tabakalara akacak ve en zayıflara akacak ve en zayıfa gittiği zaman da az önce dediğimiz gibi kimin paraya daha çok ihtiyacı varsa, para en az onun yanında durur. Derhal harcaması gerekir. Mal alması lazım, iş alması lazım, şunu alması lazım, bunu alması lazımdolayısıyla piyasada hareket oluyor. Aslında verilen o zekâtlar, o zekât verenlerekat kat dönüyor. Çünkü onlarla yeni üretimler yapılıyor, yeni iş sahaları açılıyor ve buna müşteri olarak dönüyor, para azalsa da yeni bir canlanma oluyor. Yani kapitalizm piyasayı kurutur. Onun için küçük şehirlerdeki sermayedar oralarda iş yapamaz olur ondan sonra hayatını büyük şehre kaçırır. Olan para da büyük şehre gittiği için, küçük şehirler sıkılmış liman gibi kalır.
Ondan sonra ülkelerin parası aynı dolaşıma tabi olur. Şuanda uluslararası dolaşan paralar var. Örneğin;Türkiye’ye sıcak para girişi olur. O yüzden uluslararası para nereyi daha çok sömürebilir, nereden daha çabuk çekilebilirse, oraya gider. Bunların hiçbirisi kâr değil zarar. Bunlar neye benziyor böyle anlık bir rahatlama eroin gibi bir şey. Anlık rahatlama ve arkasından çok büyük bir felaket.
Neden uluslararası para? Çünkü oparayı artık mahalli imkânlarla kullanmaları artık mümkün değil. İnsanları artık öylesine soymuş soğana çevirmişler ki daha soyacakları bir şey kalmamış. Bu defa devletleri soymaya başlıyorlar. E bir müddet sonra o da olmuyor tabi iş patlıyor. Birileri gelip başka birşeyler yapıyor ve savaşlar şunlar bunlar. İşteİslam ekonomisiyle kapitalist ekonominin temel farklarından biri de bu. İslam ekonomisi harcamaya dayanır, kapitalist ekonomi biriktirmeye dayanır. Harcadığınız zaman herkesin ihtiyacı görülmüş olur, biriktirdiğiniz ise malıda aynı şekilde biriktirdiğiniz zaman kimsenin ihtiyacını karşılamaz.
Şimdi örneğin on tane ekmek aldınız ve eve koydunuz. Sizin bir ekmeğe ihtiyacınız var dokuz ekmeği ne yapacaksınız? Hâlbuki dokuz ekmeği dokuz fakire verseydiniz onlarda aç kalmayacaktı. Şimdi her türlü şey öyledir. Yani birisine para vermediniz de ekmek verdiniz bir adama ekmek verdiğiniz zaman o ekmeği bedava almadınız ki o ekmeği aldığınız bakkal ondan istifade etti, fırın istifade etti,oradaki nakliyeci istifade etti, üretici istifade etti. Elektrik satan devlet istifade etti. Vergisi verildi yani aklınıza gelebilecek her şey, müthiş bir hareket.
Birisine ister mal verin ister para verin, onun için işte burada eskiden her hafta iktisat toplantılarımız olurdu ancak şimdi iyice seyrekleşti, benim odamda birkaç tane iktisatçı arkadaşımızla beraber her hafta toplanıp Kuran-ı Kerim’e göre çalışmalar yapıyorduk. Bir gün de Bursa’dan arada sırada gelen İlker Parasız diye bir hocamız, şu an da merkez bankası yönetim kurulunda kendisi. Soyadı Parasız ama kendisi para hocasıdır. Para konusunda profesördür. Aslında parasız değilparesiz, parçasız manasındadır soy ismi ama parasız olmuş zamanla. Şimdi İlker hoca buraya geldiği zaman bir bu ayeti okuduk;
“işte Allah yolunda infak edenler toprağa bir tohum atmış gibidir o tohumdan yedi başak biter her başakta yüz tane vardır.” Diye okuyunca İlker hoca hemen kalktı ve;
-vay beee! Bu ne biçim bir şey yav. Biz bunca zaman yaşadık da bu ayeti neden duymadık dedi. Ben bu ayetin üzerine bin sayfalık kitap yazarım dedi. Bunda muhteşem bir şey var dedi.
Ondan sonra geçti içeriye tahtanın olduğu yere, bir takım hesaplar yaptı ve sonunda yedi yüz buldu. Dedi ki
-İktisatta bir çarpan etkisi teorisi vardır dedi.Daha yeni yeni öğrenmeye başlamış. Kuranı Kerim de de rastlayınca biz şimdiye kadar neden bilmiyorduk. Dedi.
Tabi o yedi yüzde kalmıyor katlarını da veririm diyor. Yani Allah onunda yukarısına çıkabiliyor.
Demek ki buradan şu ortaya çıkıyor. Demek ki biz ayeti Kerime’lerdeki hükümleri genellikle biz ahirete havale ederiz. İşte Allah rızası için bir lira verirsen Allah sana yedi yüz liranın sevabını verir. Doğru elbette verir. Çünkü bütün bu hareketlere siz sebep oldunuz. O ilk hareketi yapmasaydınız domino taşı misali ilk taş düşürülmeseydi hiç birisi düşmeyecekti. Bütün hareketlerin sebebi siz olduğunuz için sevabını alırsınız.
Bakara Sûresinin 261. Ayetinde;
Meselullezîne yunfigûne emvâlehum fî sebîlillâhi kemeseli habbetin embetet seb’a senâbile fî kulli sumbuletim mietu habbeh, vallâhu yudâıfu limey yeşâé’, vallâhu vâsiun alîm.
Meselullezîne yunfigûne emvâlehum fî sebîlillâhi kemeseli habbetin embetet seb’a senâbile: “Allah yolunda mallarını harcayanlar.( Allah yolunda dediğimiz zaman allah rızası için yaptığımız herşey buna girer) bir buğday tanesini yere atmış gibi olur ki yedi başak tanesini bitirmiştir, herbaşağında yüz tane vardır. Allah hak edene ise daha fazlasını verir.”
Şimdi burada infakta da bir sıralama gözetiyor. Şimdi ilk önce anne baba veya akrabalara diyor yani yakınlara. Çünkü insan için en zor olanı odur.
Bakara Sûresinin 215. Ayetinde Allahu Teâla şöyle buyuruyor;
Yes’elûneke mâzâ yunfigûn, gul mâ enfagtum min hayrin felil vâlideyni vel agrabîne vel yetâmâ vel mesâkîni vebnis sebîl ve mâ tef’alû min hayrin feinnallâhe bihî alîm.
Yes’elûneke mâzâ yunfigûn: “Ne harcayacaklarını soruyorlar.”
gul mâ enfagtum min hayrin: “De ki hayırdan harcadığınız ne olursa olsun.”
felil vâlideyni vel agrabîne: “Anne babaya ve en yakınlara.”
Burada ilk önce anne ve babadan bahsediyor Allahu Teâla. Hz. Ömeri bir sözü nakledilir. Ben bu sözün çok doğru olduğuna inanıyorum. Duasında şöyle dermiş;
-Ya Rabbi beni evladıma muhtaç etme.
Çünkü evladınıza doğduğu günden beri sürekli veriyorsunuz. Ondan almak herşeyi tersine çevirmek gibi bir şey. Son derece ters geliyor anneye babaya. Geçende birisi soruyor içerde;
-Ya hocam şimdi bir adam var evladının durumu iyi ama kendi durumu kötü. Ona yardımcı olsak mı? Kendisi evladından istesin.
Dedim ki;
-öyle evladından istesin demek kolay. Ama istemek o kadar kolay değildir. Orada bulunan Demircan hoca ise;
-Ya! Kardeşim ben evladıma verdiğim kendi paramı isteyemiyorum, bir de onun parasını nasıl isteyeceğim. Dedi.
Onun için Allahu Teâla bir şey söylüyorsa, elbet bir sebebi var. Önce akrabaya bakmayı emrediyor.
Bakakara suresi 251. Ayete devam edersek;
felil vâlideyni vel agrabîne: “Anneye babaya ve akrabaya.”
Onların istemesini beklemeyeceksin sen vereceksin. Evladı için de bu çok zordur. Çünkü her zaman ondan almaya alışmış. İşler tersine dönecek nasıl versin. İşte bundan dolayı Allah emrediyor. Bir de en yakınlara. Yakınlara vermek de çok zordur. Enteresandır, insanlar, başları ağrıdığı zaman yanlarında hemen en yakınlarını görmek isterler. Başları bir sıkıntıya girdiği zaman hemen en yakınlarını görmek isterler. Ama ellerine bir nimet geçtiğinde, hiç onları görmek istemezler. Zenginleştiğinde ilk unuttukları kişi yakınları olur. Bakarsın yeni yakınları yeni dostları çıkmış. Buna son derece dikkat etmek lazım. İşte insanlarda ki bu zafiyetten dolayı Allahu Teala ne diyor?
felil vâlideyni vel agrabîne: “Anneye babaya ve en yakınlara.”
O zaman muhtaç olan en yakınlar. Bu zordur elbette zordur. Ama düşünmek lazım ki sıkıştığımız zaman en fazla onlar koşarlar. Sonradan olma dostlarınız sizi hiç hatırlamazlar. Hele paranız olmasın yanınıza bile uğramazlar. Selam da vermezler. Ama o yakınlarınız sizin hep acı gün dostunuzdur. Başınız ağrıdığı zaman hemen mutlaka onları yanınızda görmek istersiniz. E o zaman elinize imkân geçtiğin de de siz onları göreceksiniz. En yakınlara ve sonra böyle yakından yakına da gidilecek tabi ki. Yakın komşu onun yanındaki onun yanındaki işte yakın akraba onun yanındaki ve onun yanındaki… Yani sıralama bu şekilde. Çünkü o paraları kazanmamızda da onların büyük etkisi vardır.
-Hocam ne diyorsun ne büyük etkisi adam kıskanıyor. Diyebilirsin.
İşte o kıskanma senin için en büyük motordur biliyor musun? Şimdi bakın Karadeniz’de anlatıyorlar adam gitmiş köyünün camisi olmasına rağmen onun birkaç metre aşağısına büyük kubbeli bir cami yaptırmış. Köyde kaç kişi yaşıyor? Zaten öbür caminin bir saf cemaati olmuyor. Peki, bu ne? Adam kendini tatmin ediyor, ben adam oldum diyor. Orada birilerine göstermeye çalışıyor. Çünkü ancak öyle tatmin oluyor.
Bir katılımcı;
-Ben o camiyi gördüm. Şu İstanbul’da az bulunur bir cami. Haçka baba derler caminin bulunduğu yaylaya.
Abdülaziz Bayındır: Peki Allah rızası için yapılmış bir şey midir?
Ben işin şu noktasındayım. Birbirinizi kıskanmanız da size bir motor oluyor. Kendinizi ispatlamanıza vesile olduğunuz için o sizin daha çok çalışmanıza vesile oluyor. Onun için yine de elinize imkân geçtiği zaman en fazla destek vereceğiniz odur. Bunlara son derece dikkat edelim. Çünkü malın sahibi Allahu Tealadır. Biz elimize geçeni Allah’ın dediği gibi harcarsak, zaten Allahu Teala İbrahim Sûresi’nin 7. Ayetinde geçen;
Ve iz teezzene rabbukum leinşekertum leezîdennekum ve lein kefertum inne azâbî leşedîd.
leinşekertum leezîdennekum: “Eğer şükrederseniz şurası kesindir. Mutlaka arttırırım.”
Şimdi Allaha inanıyorsak güveniyorsak tamam mutlaka artar. Zaten siz eğer hayır ve hasenatta bulunuyorsanız siz sıkıntılı günlerinizi de rahat geçirirsiniz. Şimdi bir ayette vardı. Bakara 265. Ayet;
Ve meselullezîne yunfigûne emvâlehumub tiğâe merdâtillâhi ve tesbîtem min enfusihim kemeseli cennetim birabvetin esâbehâ vâbilun feâtet ukulehâ dığfeyn, feil lem yusıbhâ vâbilun fetall, vallâhu bimâ tağmelûne basîr.
Ve meselullezîne yunfigûne emvâlehumub tiğâe merdâtillâhi: “Mallarını Allah rızasını elde etmek için harcayanlar şuan benzerler.”
Yani malını harcıyorsun ve Allah rızasından başka bir niyetin de yok.
Ve tesbîtem min enfusihim: “ve birde kendilerini sağlamlaştırmak.”
Şimdi mal aldın güzel onun temellere yerleşmesi lazım sağlam basması lazım yere. Hani onun için sigorta falan yapılıyor ya. Kendini tespit, sabitlemek istiyor. Şimdi bu yaptığı harcamalarla iyice sabitleşiyor. Sağlamlaşıyor.
Kemeseli cennetim birabvetin: “Bunların durumu bir tepe üzerindeki bahçeye benzer.”
esâbehâ vâbilun feâtet ukulehâ dığfeyn: “Oraya bol yağmur yağıyor, öyle bir bahçedir ki. Bu iki kat veriyor ürününü.”
feil lem yusıbhâ vâbilun fetall: “her zaman işler iyi gitmez ki”
Allah’ın kanunu sıkıntılara gireceksin Allah sıkıntılar verecek sıkıntılarda da sabırlı olmak lazım. Hiçbir zaman Allah’ın emirlerinden ayrılmamak lazımdır. Birçokları faize giriyorve diyorlarki;
-eh işte ne yapalım çok sıkıştık da. İhtiyacımız çoktu da.
E ihtiyacı olmadan faiz alan bir kişi biliyor musunuz peki yeryüzünde. Zaten imtihan o zaman göreceksiniz.
kemeseli cennetim birabvetin esâbehâ vâbilun: “Bir tepe üzerindeki bahçeye benzer, ona bol yağmur yağıyor ve ürününü iki kat veriyor”
Peki, yağmur yağmaz ise;
Fetall: o zaman da ‘çise’ olur. Kurumaz yani bahçe. Bakarsınız işleriniz iyi gitmiyor ve dükkânınız kapanmaz. Neden? Çünkü iyi zamanda siz Allah rızası için verdiniz de kötü zamanda da Allah sizi koruyor. İmtihan geçiriyorsunuz. Tamam, istediğiniz kazancı elde edemiyorsunuz belki gayet normaldir. Örneğin bahçe akşama kadar güneşte kavrulur dersiniz ki artık bu bahçeden hiçbir şey olmaz ama sabah gittiğinizde bakarsınız ki yine bir çisenti olmuş, Elhamdulillah dersiniz. Tam bitti her şey diye düşündüğünüzde bitmez.
vallâhu bimâ tağmelûne basîr: “Allah ne yaptığınızı bilir.”
Cenabı Hakkın yardımı da genellikle son anda gelir. Bizim Türk filmlerinde olduğu gibi onu çok iyi yakalamışlar. Allah’ın kanunu bu. Çünkü peygamberler bile ‘meta Nasrullah’ diyecek hale gelmişler. Yani; Artık Allah ne zaman yardım edecek şimdi etmeyecekse. Demişler. İyice bunalmışlar ve gelen cevap şu;
Ela inne nasrallahe garib: “dikkatli olun Allah’ın yardımı yakındır.”
Demek ki böyle oluyormuş. Bakara Sûresinin 265. Ayetini devam ettirirsek, Bakara suresinin 266. Ayetinde Allahu teala şöyle buyuruyor;
Eyeveddu ehadukum en tekûne lehû cennetum min nahîliv ve ağnâbin tecrî min tahtihel enhâru lehû fîhâ min kullis semerâti ve esâbehul kiberu ve lehû zurriyyetun duafâé’, feesâbehâ iğsârun fîhi nârun fahteragat, kezâlike yubeyyinullâhu lekumul âyâti leallekum tetefekkerûn.
Eyeveddu ehadukum en tekûne lehû cennetum min nahîliv ve ağnâbin: “şimdi sizin hanginiz ister ki hurma ve üzüm bahçeleriniz var.”
tecrî min tahtihel enhâru: “içinden ırmaklar akan.”
Şimdi buradaki ırmak bizim anladığımız ırmak değil. Yani sular akıyor anlamındadır. Biz ırmak dediğimizde büyük ırmaklar geliyor aklımıza. Bu değildir yani. İçinden sular arklardan bahsediyor. İhtiyacı olduğu kadar. Yani su ihtiyacının kolay sağlandığı bir akıntı düşünmeliyiz.
lehû fîhâ min kullis semerâti: “o bahçede sadece üzüm ve hurma değil her türlü meyve de var.”
Örneğin Mustafa çavdar arkadaşımız bizi Sakarya’daki köyünde dolaştırırken bahçelerimizde‘her şey var’ diyor muz hariç muzu da daha denemediğimiz için yok onu denersek belki o da olur diyor.
Ve esâbehul kiberu: “evet her şey var ancak adam ihtiyarlamış.”
Ve lehû zurriyyetun duafâé’: “daha yeni küçük küçük çocukları var.”
Yani herhangi bir iş yapacak halleri yok. Zayıflar. Böyle bir durumda iken herhangi birisine yaptırır değil mi kendisinin yapmasına gerekmez. İşçi tutar yaptırır. Nasıl olsa meyve bol. Ancak öyle değil.
feesâbehâ iğsârun: “bir sıkma meydana gelir.”
Diyelim ki bir samyeli meydana geliyor, orayı böyle yakıp döküyor tüm meyveleri ya da bir hastalık geliyor ve her şey yok oluyor. Kırağı olabilir ve ürünleri yakar. Yani oradaki ürünleri tamamen işe yaramaz hale getiren bir şey oluyor. Burada da ‘fihi narun’ dediğine göre bir rüzgârdan bahsediyor. İçinde ateş olan bir sıkma işi yani bir rüzgâr ki içinde bir ateş var. Yakıyor bütün bahçeyi.
fîhi nârun fahteragat: “yakıcı bir rüzgâr ile bahçede yandı.”
Şimdi ne yapsın? Her şeyi gitti değil mi? Kendisi gidip bir yerde çalışamaz, çoluk çocuğu çalışamaz, hatta oradan ürün gelecek diye de belki bir yerden gübre ilaç gibi birçok masraf yapmıştır. Hepsi üzerine kaldı.
kezâlike yubeyyinullâhu lekumul âyâti leallekum tetefekkerûn: “Allah ayetleri size böyle açıklar belki tefekkür edersiniz belki aklınızı çalıştırırsınız.”
Yani diyor ki AllahuTeâlâ siz verin ki o zor zamanınızda cenabı Hakk size yardımcı olur. Bir kere o rüzgâr gelip yakmaz en azından ağaçlarınız kurumaz ve az çok birşeyler elde edersiniz. Şimdi bütün nimet Allah’ın elinde. Şimdi bakın yağmurlar azaldı, yağmurlar azalınca barajlar çalışamaz oldu, hem susuz kaldı birçok bölge hem de elektriksiz kaldı. Biraz daha böyle devam ederse ne suyumuz olacak ne de elektriğimiz olacak. Elektriğimizinolmadığını düşünün. Halimiz ne olur? Bir kere en azından bu toplantıyı yapamayız değil mi? Ondan sonra arabalarınıza binip buraya da gelemezsiniz. Çünkü pompalar çalışmaz ondan ziyade rafineriler çalışmaz. Belki rafineri kendi enerjisini kendisi üretebilir ama bu defa da fırınlar çalışmaz. Bütün hayat altüst olur tabi bu arada köylerine bir an önce kaçabilen de kurtulamaz çünkü köylerde yiyecek hemen hazır değil bir sene çalışman lazım ki bu defa da seneye kadar nasılyaşayacaksın? Onun için bu işler şakaya gelmez Allah’a inanmak demek Allah’a güvenmek demektir. Allah ne diyorsa başüstüne deyip hemen derhal Allah’ın dediği gibi yapmak lazım. Çünkü her şeyi veren O. Onun vermediğini hiçbir şey veremez. Eğer bir musibet verecek olursa hiç kimse de buna mani olamaz. Ve Bakara Sûresinin 267. Ayeti şöyle devam ediyor.
Yâ eyyuhellezîne âmenû enfigû min tayyibâti mâ kesebtum ve mimmâ ahracnâ lekum minel ard ve lâ teyemmemul habîse minhu tunfigûne ve lestum biâhızîhi illâ en tuğmidû fîh, vağlemû ennallâhe ğaniyyun hamîd.
Yâ eyyuhellezîne âmenû enfigû min tayyibâti mâ kesebtum: “mü’minler kazandıklarınızın da temizlerinden verin.”
Birçokları öyle elinin ucuyla verir öyle yok. Verdiğin zaman biraz canın yanacak. Birazcık canın yanması lazım.
Ve mimmâ ahracnâ lekum minel ard: “Sizin için yerden çıkardıklarınızdan verin.”
Ve lâ teyemmemul habîse minhu tunfigûne: “önemsiz veya pis saydığınız şeylere yönelmeyin harcamak için.”
Ve lestum biâhızîhi: “Siz kendi başınıza kalsanız onları almazsınız.”
illâ en tuğmidû fîh: “göz yumarsanız başka.”
Tamam, hadi ben görmemiş olayım dediğiniz zaman o başka yoksa öyle demediğiniz takdirde almazsınız. Böyle şeyleri vermeyin Allah rızası için veriyorsunuz.
vağlemû ennallâhe ğaniyyun hamîd: “Bilin ki Allah zengindir ve hamittir ve Allah ne yaparsa en güzelini yapar.”
O zaman siz Allah’ın kulları olarak yaptığınız her şeyi en güzel şekilde yapın.
Peki, sorular varsa onları alalım;
Bir duyuru; Mustafa çavdar Eyüp sultanda bu ramazan sonuna kadar bir stantta cep telefonlarına kuranı kerim mealini ücretsiz olarak yüklüyor günde üç yüz veya daha fazla kişiye yüklüyorlar haberiniz olsun. Hem kendiniz için hem dostlarınız için ücretsiz olarak yükleniyor.
Soru: Anneye babaya bakma mükellefimiz var mı?
Abdülaziz Bayındır: Anneye babaya bakmamız da nafakaya girer. O da infaka girer. Demek ki anneye babaya bakarken çok daha dikkatli olmamız lazım onları üzmemeye onları kırmamaya çok daha dikkat etmek lazım.
Soru: Hocam diyelim ki eviniz var arabanız var her şeyiniz var zekâtı neye göre hesap edeceğiz?
Abdülaziz Bayındır:Zekât hesaplarken eğer bir iş yapıyorsanız, örneğin suculuk yapıyorsun ve o su yeraltından çıkıncaya kadar kayıtta değildir. İşletmelerde bir sabit varlıklar vardır bir de değişken varlıklar vardır. Sabit varlıklar dediğimiz alıp satmadığımız şeylerdir. Yani tezgâh almışsınızdır, büroyu döşemişsinizdir.Lazım olan arabalarınız almışsınızdır. Bunları satmak için değil kullanmak için. Bunlar demirbaş bunlara zekât yok. Ama alıp sattığın bir takım mallar var. Onların kırktabiri zekât olarak verilir. Borcunuzu düşüyorsunuz, alacaklarınızı ilave ediyorsunuz, kalanın kırktabirini veriyorsunuz. Anlatabildim mi? Eksik bir şey kaldı mı?
Soru: dairelerim boş daire ve kiralık daire bu şekilde nasıl olacak?
Abdülaziz Bayındır: Daireler boş veya kiralık ise eğer satmak için yapmadıysanız zekâta tabi değil. Şöyle düşünelim. Bir daireyi yaptırmak için kaç tane işçiye para veriyorsunuz değil mi? Zaten bir sürü harcamayı piyasaya yapmış oluyorsunuz. Bir de insanların kalabileceği bir daire yapmış oluyorsunuz, kira veriyorsunuz. Kiraya daire bulmak da bir nimettir değil mi. Dolayısıyla bir hizmet yapmış oluyorsunuz. Ticaret için kullanmıyorsanız onda zekât yok ama satmak için kullanırsanız onda da kırktabir üzerinden zekât vereceksiniz. Kira alınıyorsa zaten gelen kira gelen diğer mal varlığınıza karışıyor, onun için ayrıca bir hesap yapmanıza lüzum yok. Onun diğer mallarınızla birlikte hesabını yapar zekâtını verirsiniz.
Soru: Üzerinden bir sene geçme meselesi nedir?
Abdülaziz Bayındır:Üzerinden bir sene geçme meselesi şudur Türkiye’de uygulanan vergiye benzer. Yani bu hesap dönemi meselesi yani ilk defa zengin olduğunuzdabir seneye kadar zekât yok ondan sonra her sene zekâtını vereceksiniz. Ondan sonra zekâtını düştünüz tekrar zekâtını vereceksiniz. Zekâttan düşmek hesap miktarının altına düşmesi demek yani seksen gram altının altına düşmesi gerekir.
Bir katılımcı:(söylediği anlaşılmıyor 55:30-55:44 dk arası)
Abdülaziz Bayındır: Eğer yüz ton demiri varsa, onun iki buçuk tonunu bir fakirin ev yapması için verebilir. Demir olarak verebilir illa para olarak vermesi gerekmez. Zaten para olarak verme şartı olmadığı için zekâtı vermek kolaydır. Vergi vermek zordur. Vergiyi mal olarak isteseler kolaydır. Ancak para olarak istendiği için zordur.
Soru: nisa suresinin 157. Ayetinde İsa(as) çarmıha gerilme hadisesinden bahsedilirken öldürdükleri onlara İsa gibi gösterildi ifadesindeki İsa(as) inananlara öyle mi inanıyorlardı. Ta ki kuran da hiçbir sağlam delilleri yoktur ancak yine de onu öldürdüler deniyor. Bu ayeti nasıl anlamamız gerekiyor. (Bu soruda tam anlaşılmayan birkaç kelime var. 56:40-57:00 dk arası)
Abdülaziz Bayındır: Bunu soran arkadaşımız baya anlamışa benziyor. Çünkü soru sıradan bir kişinin sorduğu soruya benzemiyor. Ama demek ki bazı ufak tefek şeyler kalmış. Nisa Sûresinin 157.Ayeti değil mi? Bu ayette şöyle buyuruyor;
Ve gavlihim innâ gatelnel mesîha îsebne meryeme rasûlallâh ve mâ gatelûhu ve mâ salebûhu ve lâkin şubbihe lehum ve innellezînahtelefû fîhi lefî şekkim minh, mâ lehum bihî min ılmin illettibâaz zann ve mâ gatelûhu yegînâ
Ve gavlihim innâ gatelnel mesîha îsebne meryeme rasûlallâh: “Yahudiler diyorlarmış ki biz Allah’ın elçisi Meryem oğlu Mesihi bile öldürdük siz ne konuşuyorsunuz?”
Bizim elimizden bir şey kurtulmaz diyerek bununla iftihar ediyorlar.
Ve mâ gatelûhu: “onu öldürmediler”
Ve mâ salebûhu: “onu asmadılar.”
Ve lâkin şubbihe lehum: “ama onlara öyle gösterildi.”
Şimdi burada Yehuda diye havarilerden birisinin İsa(as) benzetilerek öldürüldüğü bazı kitaplarda geçiyor. Yehuda’nın İsa(as) yerini haber veren bir münafık olduğu söyleniyor ki sağlam delillerde böyle bir şey yok. Yani bu şahsın imanı ya da nifakı ile hiçbir delil yok. İsa As konusunda en iyi çalışma yapan Enes hocadır. İnşallah bitince, yani şuan Uygurca yazıldı Türkçeye çevrildiğinde okuyacağız. Çünkü o bu konuda Tevrat ve İncili güzel bir şekilde inceledi. Şimdi bir gurup diyor ki Yehuda münafıktı İsa(as) yerini haber verdi. On iki havariden birisiydi. Bir gurup da diyor ki bu Yehuda,İsa (as) benziyordu, kendisine benzediği için dışarıya çıkıp kendisini feda etti ve böylece İsa(as)’ın öldürülmesini engelledi. Ondan dolayı bu Yehudanın peşinden giden ve Allah’a ortak koşmayan bir Hristiyan grubundan bahsediliyor. Neredeydi? Bulunmuş bir Tevrat vardı.Ürdün’de idi. Ürdün’de bulunan bir Tevrat bundan bahsediyormuş. Fakat onu da İsrail hükümeti incelemeye açmıyormuş. Yani bunun gerçeklik payı tartışılır ama söylenenler bunlar. Bu ayeti kerimede anlatılar onlara şüpheli olarak gelmiştir. Bir kısım Yahudi guruplar İsa (as)’ın öldürüldüğünü, bir kısmı da öldürülmediğini söylüyor. Bir gurup diyor ki biz onu öldürdük diğer bir gurup da acaba biz onu öldürmedik mi diye tereddüt ediyor. İşte Yehuda’nın peşinden giden Allah’a ortak koşmayan İsa’nın peşinden giden bir Hristiyan guruptan bahsediliyor. Onun için Hristiyanlar bu konuda şüphe içerisinde. Onun için Hristiyanların gerçek kaynaklarına ulaşmak gerçekten zor. Yani okuduğunuz zaman birbiriyle tutarsız birsürü bilgiyle karşılaşıyorsunuz. Bu arkadaşımızda yani eğer araştırmışsa bunu görmüştür doğrusunu Allahu Teala bildirmiştir. O konu onlara şüpheli gözükür, kesin bir bilgiye varmış değillerdir.
Ve innellezînahtelefû fîhi lefî şekkim minh: “isa konusunda ihtilaf edenler varya –öldürdük diyen deöldürmedik diyen de- ikisi de gerçek süphe içierisindedir.”