Bugün okuyacağımız ayetler, Bakara Suresinin 26 ve 27. ayetleridir. Allahü Teâlâ burada şöyle buyuruyor: “Allahü Teâlâ herhangi bir şeyi örnek vermekten çekinmez, ister sivrisinek olsun, ister onun üzeri bir şey olsun.” Çünkü Allahü Teâlâ’nın yarattığı her şey mükemmeldir. Dolayısıyla her şeyi Cenabı Hak bize örnek gösterebilir. Kuran-ı Kerim’deki örneklere bakarsanız tamamı tabiattan alınmadır.
Şimdi tabiattan alınan şeyler, dine nasıl örnek gösteriliyor? İşte bu bize dinle fıtrat arasındaki muhteşem uyumu göstermektedir. Demek ki Allahü Teâlâ’nın tabiatta yaratmış olduğu kanunlarla yani tabiatta yaratmış olduğu bütün varlıklardaki geçerli olan kanunlarla Kuran-ı Kerim’in kanunları birbiriyle tamı tamına uyuşmaktadır. Bu son derece önemli bir husustur. İnşallah insanlık bunun şuuruna varırsa eminim ki her sahada çok büyük gelişmeler olacaktır.
Cenabı Hak nasip ederse İstanbul Belediyesinin yeni hizmete soktuğu Ali Emiri Kültür Merkezinde inşallah pazar sabahları bu konuları esas alan sohbetler yapacağız, Allah nasip ederse. Çünkü bizim bu çalışmalarımızda bu kısım eksik kalıyor. Kuran-ı Kerim’i hamdolsun baştan tekrar başladık devam ettiriyoruz. Cumartesi günleri daha derin ilmi çalışmalar yapıyoruz. Bir de olayın Kuran fıtrat ilişkisiyle alakalı bütün ilim adamlarının katılabileceği sohbetlere ihtiyaç var. İnşallah onları da organize etmeye çalışıyoruz. Arkadaşlarımız o konu üzerinde titizlikle çalışıyorlar.
“Allahü Teâlâ herhangi bir şeyi örnek vermekten çekinmez, ister sivrisinek, isterse onun üzerinde olsun. İman etmiş olan insanlar (yani Allah’a güveni olan insanlar) bilirler ki o verilen örnek Rableri tarafından gerçeğe tamı tamına uyumlu olan bir örnektir.” Hak demek ölçüsü itibarıyla, zamanı itibarıyla bir de konunu itibarıyla gerçeğe uygun olan şey demektir. Ölçüsü uygun, zamanı uygun, usulü uygun. Müminler, Allah’a güveni olanlar bilir ki bu örnek her bakımdan gerçeğe tamı tamına uyumlu olan bir örnektir. Hak demek, o. Zaman bakımından uygun, ölçü bakımından uygun bir de usul bakımından uygun.
“Ama kafirlere gelince…” Yani gerçeği görmezlikten gelenler, görmezlik edenlere gelince “…onlar şöyle derler: Allah bununla, Allah böyle bir örneğin niye versin ki derler.” Allah sivrisinekle niye uğraşsın. Allah bilmem işte normal sinekle niye uğraşsın. Allah örümcekle niye uğraşsın. Böyle derler.
“Allahü Teâlâ bu şekilde birçok kimsenin sapıklığına (yani bu yolla birçok kimsenin sapıklığına) hükmeder. Birçok kimsenin de yola geldiğine hükmeder. Bu şekilde Allah’ın hükmettiği, sapıklığına hükmettiği kişiler sadece yoldan çıkmış olan insanlardır.” Yoldan çıkanlar kimlerdir? “Sapasağlam bağladıktan sonra Allah’a karşı olan, Allah’a verdikleri sözü bozan kimselerdir. Allahü Teâlâ’nın bağlantı kurulmasını istediği şeyi kesenler ve yeryüzünde fesat çıkaranlardır. İşte onlar kaybetmiş olan kimselerdir.”
Şimdi burada sanki ilk bakışta anlaşılmaz birtakım şeyler var. Yani dersiniz ki Allah bir sivrisineği örnek veriyor. Allah bununla ne demek istemiştir diye soru sormak yanlış bir şey mi? Yanlış mı? Tamam, sorarsınız, herkes sorar, öğrenmek ister. Peki, burada ne anlatılıyor? Mesela şuradan bir meal okuyayım. Sizin elinizde de olan mealden. “Şüphesiz Allah hakkı açıklamak için sivrisinek ve onun da ötesinde bir varlığı misal getirmekten çekinmez. İman etmiş olanlara gelince onlar böyle misallerin Rablerinden gelen hak ve gerçek olduğunu bilirler. Kafir olanlara gelince Allah böyle misal vermekle ne murat eder derler. Allah onunla birçok kimseyi saptırır, birçoklarını da doğru yola getirir. Verdiği misallerle Allah ancak fasıkları saptırır. (Çünkü bunlar birer imtihandır.)” diye parantez içerisine konulmuş. Bilmiyorum, bu mealden ne anlarsınız?
Mesela, Allah böyle misal vermekle ne murat eder diyor kafirler. Bu soruyu sormak insanı kafir yapar mı? Müslümanlar da sorar. Herkes sorar. Şimdi tabi burada çok şeyi bilmeye ihtiyaç var. Yani bu olay, bu ayeti kerime son derece önemli hususları ortaya koyuyor. Onları inşallah doğru bir şekilde açıklamak lazım.
Şimdi, ben iki örneği karşılaştırarak size anlatmaya çalışayım. Hani daha kestirmeden olsun. Mesela, Araf Suresini açın. Burada Allahü Teâlâ şöyle buyuruyor: “Sizi yarattık, suretinizi, şeklinizi belirledik. Sonra meleklere dedik ki Adem’e secde edin.” Şimdi Adem’e secde edin. Siz gözünüzün önünde bu sahneyi canlandırın. Farz edin ki size denmiş ki Adem’e secde edin. Öyle düşünün yani meleklerin yerine kendinizi koyun ki olayı tam anlayabilesiniz. Ne diyeceksiniz? Allah Allah! Ne alakası var? Adem’e ben niye secde edeyim? Bazıları böyle der değil mi? Ama Allah’a güveni olan ne yapar? Tamam, secdeyse secde. Şimdi bütün melekler bunu yaptılar. Secdeye kapandılar, İblis kapanmadı. Secdeye kapanmayınca Allahü Teâlâ, İblis’i kafir saydı mı? Bakın, saymadı. Kafir sayması nasıl oldu? “Sana emrettiğim sırada secde etmene engel ne oldu?” diye sordu. “Dedi ki ben daha hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın.” Yani böyle emir olur mu? Ne oldu? Allah yanlış bir şeyi yapmış oldu ona göre. Doğrusu kendisinin yaptığıdır. Teslimiyet göstermedi.
Şimdi, bu kafirlik yaptı. Kafirlik, ne diyoruz Türkçesine bunun? Görmezlikten gelen. Gerçeği örten tabi. Şimdi biz Türkçemizde kafire nankör diyoruz. Nanköre ne diyoruz halk arasında? Kardeşim, adama yaptık yaptık, şimdi hiç bizi görmüyor denmez mi? Yani bir sürü iyilik yaptık, şunu yaptık, bunu yaptık ha şimdi bizi hiç görmüyor. Yolda görse kafayı çevirip gidiyor. Görmüyor mu, görmezlikten mi geliyor? İşte kafir, görmezlikten gelendir. Yani tam Türkçeye çevirmek istersek bu böyle. Görmezlikten geliyor. Görmüyor değil, görüyor ve biliyor. Şimdi şeytan bilmiyor mu kendisini Allah’ın yarattığını? Biliyor. Ve söylediği sözler de aslında yanlış değil şeytanın. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın yanlış mı? Doğru. Mesela ilgili bir ayet şahsen bilmiyorum, arkadaşlar hatırlıyorlarsa söylesin de. Yani ateşin topraktan üstün olması da doğru olabilir. Çünkü Allahü Teâlâ yanlış demiyor ki, ateş topraktan üstün mü değil mi. Tamam ateş, topraktan üstün olabilir. Ama doğru sözle neyi kastediyor şeytan? Bir yanlışa gitmeye çalışıyor. Allah’ın emrini gizliyor. Hedef saptırıyor. Allahü Teâlâ secde et diyor, o başka tarafa çekiyor hadiseyi. Ama inanan birisi ne yapar? İşte meleklerin yaptığı gibi, madem emreden Allah, o zaman bu işte bir hayır der ve secdesini yapar.
Şimdi mesela bakın, hayır ne? İnsanlar Allahü Teâlâ’nın insanlara verdiği bilgi ve kabiliyetle medeniyetler oluşturuyorlar. Hiç meleklerin oluşturduğu medeniyet duydunuz mu? İnsanlar bilgi üretiyorlar. Meleklerin bilgi ürettiğini duydunuz mu? Demek ki gerçekten saygı duyulacak bir konumda insan. Ama o anda bunu bilmesi gerekmez ki. Zaten melekler itiraz da ediyorlar. İnşallah daha sonraki derslerimizde yapacağız. Allahü Teâlâ yeryüzünde bir halifelik sistemi oluşturuyorum dediği zaman melekler ne diyor? “Ya Rabbi kan dökecek birilerini mi oluşturuyorsun?” Tam zıddını. Ama arkasından ne diyorlar? Sen ne eylersen güzel eylersin. Çünkü Allah’a güvenleri var. Fakat şeytan Allah’la birlikte Allah’ın yanında kendinin de karar verebileceğini düşünüyor. Yani bazı konularda Allah’ı görmezlikten geliyor.
İşte bu “Allah herhangi bir örneği vermekten çekinmez. İster sivrisinek, ister bir üstü olsun.” olayı da onun tam başka bir şeklidir. Şimdi biz o sahnede bulunmadık. Ama o sahne bizim karşımızda başka şekilde tekrarlanıp duruyor. İşte Allahü Teâlâ bize bazı örnekler veriyor. Hemen kavrayamayabiliyoruz. Mesela şu anda sivrisinekle ilgili araştırmalar yapıyorlar. İşte kanadını saniyede 500 kere çırpıyormuş. Allah Allah, böyle şey mi olur? İşte kaç yüz tane gözü varmış. Anlatıyorlar anlatıyorlar, insan hayret ediyor ve sivrisineğin üzerinde de küçücük bir canlı yaşıyormuş. Tamam da siz şimdi bunu araştırmalarla öğrenirsiniz. Fakat bu ayetlerin ilk indiği zamanı düşünün. Bir tek sinek görüyorsunuz, sesini duyduğunuz zaman zaten sinirleriniz kabarıyor. Hiç ondaki inceliklerin falan farkında değilsiniz. Sivrisinek sizin için insanın kanını emen bir varlık değil mi? Ama Allah’a güvenirseniz, madem bunu Allahü Teâlâ diyor, başüstüne dersiniz. İşte o, güveni gösterir. Siz Allah’a gerçekten güveniyor musunuz, güvenmiyor musunuz?
İşte Adem aleyhisselam ilk yaratıldığı zamanda bunların medeniyetler oluşturacağını kimse bilmiyordu ki melekler de bilmiyordu. Hatta melekler tam zıddını düşünüyorlardı. Bunlar kan döker durur diyorlardı. Ama madem ya Rabbi sen emrettin, başüstüne deyip hemen secdeye vardılar. Ama şeytan, yok. Benim aklıma yatmazsa ben yapmam. Bazı insanlar böyle demez mi? Emir veren Allah. Aklıma yatmazsa yapmam. Öyle mi? Peki, sen işyerinde patron emir verdiği zaman aklına yatmayanı yapmıyor musun? Yapıyorlar mı, yapmıyorlar mı? Siz yapıyor musunuz? Bana ne madem patron emretti yaparım dersiniz değil mi? Benim aklıma yatmıyor, yapmam derseniz patron ne yapar? Kapıyı gösterir değil mi? Bu bir güven meselesidir. Sen Cenabı Hakk’a güveniyor musun, güvenmiyor musun? Yok benim aklıma yatmazsa yapmam. İşte bu şeytanın tavrıdır Allahü Teâlâ’ya karşı. Niye şeytanın? Çünkü şeytan, Cenabı Hakk’ın varlığını biliyor, birliğini biliyor, kendisini yarattığını biliyor, kıyametin varlığını biliyor, işte kıyamete kadar beni yaşat diyor, yaşatan da o. öldüren de o onu da biliyor. Elindeki bütün nimetleri ona borçlu olduğunu biliyor. Sizin patrona borçlu olduğunuz mesela çalışan bir kişinin patrona borcu nedir? Bu iş olmaz, gider başkasında çalışırım diyebilirsiniz. Ama Cenabı Hakk’a karşı bunu söyleyemezsiniz ki. Sahip olduğunuz her şeyi veren o. Ve şeytan da bunu inkar etmiyor. Bakın, burada da inkar edilmiyor.
Şimdi mesela “Allah herhangi bir örneği vermekten çekinmez. İster sivrisinek, ister bir üstü olsun. İnanan…” yani güvenenler. İman, güveni gerektirir. İşte aynı kökten emniyet dediğimiz bir teşkilat var değil mi? Aynen iman kökünden gelir, emniyet. Ne diyorsun? Ondan sonra onu Türkçeye çevirirken nasıl çevirdiler emniyeti? Güvenlik güçleri değil mi. Güvenlik. Yani güvenilen kişiler. Neye güveniyorsunuz? Huzurunuzu, asayişi falan. İşte iman ile emniyet aynı kökten. Cenabı Hakk’a güveniniz varsa imanınız da var. Güveniniz yoksa imanınız yoktur. Canım her konuda güvenmem gerekmez ki işte bazı konularda doğru ama her şeyi öyle aklıma yatmayan şeyi kabul etmem! İşte bu şeytani tavırdır Allah’a karşı.
Burada da aynı şey var. Allahü Teâlâ sivrisineği örnek verdi. Bu örneği Allahü Teâlâ mı verdi? Evet. O verdiyse doğrudur. Şimdi ben burada hatırladım. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi profesörlerinden İsmet Sungur Bey vardı. Rahmetli oldu. Ben eskiden İstanbul Müftülüğünde çalışırken arada sırada onun kürsüne giderdim. Otururduk, çok güzel sohbetler yapardık. İşte hayvan hakları konusunda bir kitap yazdı ona biraz yardımcı oldum. Şimdi bir gün bana her zaman soruyordu ya, bir şey sorardı, ibadeti falan da yoktu yani bir şey sorardı İslamiyet’te bunun hükmü nedir? Şudur dediğim zaman hiç aklına yatmazsa derdi ki madem İslam’da öyle mutlaka en doğrusu odur. Hiç tartışmadan kabul ederdi. Mesela kendisi hayvanlar konusunda son derece hassas bir insandı. İşte bir gün Eminönü’nden Yedikule’ye kadar kedi, köpek bütün hayvanları beslerdi arabasıyla. Bir gün dedi ki ya şu hayvan kesiminde uyuşturulsa da ondan sonra kesilse daha iyi olmaz mı dedi. Ben dedim valla dinimizde böyle bir şey yok. Bıçağın keskinleştirilmesi, hayvana eziyet edilmemesi ve işte kesilen yere götürülmesi, rahat ettirilmesi şartı var, Peygamberimizin hadisinde bu var dedim. Dedi ki dinimizde öyleyse doğrusu odur dedi. Peygamberimiz öyle söylüyorsa doğrusu odur dedi. En hassas olduğu konu.
Sonra araştırmış kendisi. Kardeşi sinir mütehassısıymış. Epeyce zaman sonra dedi ki bak ben demedim mi, Peygamberimiz bir şey demişse en doğrusu odur diye. Ben kardeşime sordum hayvana hiç eziyet edilmeden yapın. O da araştırmış yani biraz durumu incelemiş epeyce, ciddiye almış. Hayvana hiç eziyet edilmeden yapılan kesim bıçakla kesimdir, keskin bir bıçakla. Ve kardeşi şunu söylemiş, demiş ki siz elinizi bir bıçakla kesseniz, keskin olsa bıçak hiç farkına varır mısınız? Ortalığa kan dökülür, bu kan nereden geliyor dersiniz. Bir de bakarsınız sizden geliyor. İşte hayvan hiç farkına bile varmaz kesildiğinin.
Şimdi asıl mesele, aklınıza yatmıyor ama dinde var mı, Kuran-ı Kerim söylemiş mi, tamam. Peygamberimiz söylemiş mi, başüstüne. Ha, Abdülaziz Hoca söylemişse onu bin defa düşünün çünkü nesi var yani, o bir şey değil. Ama Allahü Teâlâ söylemişse, Peygamberimiz s.a.s. söylemişse tamam, başüstüne diyeceksiniz. Çünkü güven bunu gerektirir. İşte teslimiyet dediniz ya güzel bir kelime. Neye teslimiyet? Allah’a teslimiyet, Hakka teslimiyet, doğrulara teslimiyet. İşte o teslimiyet gösterdiği için bize Müslim deniyor. Teslimiyet gösteren ama Allah’a, başkasına değil. Allah’a teslimiyet gösteriyorsunuz. Ama öbürleri teslimiyet gösteremiyor. Aklıma uyarsa yaparım diyor.
Mesela az önceki Araf Suresindeki o ayette şeytan, bakın şurada dikkat edin Allahü Teâlâ’yı asla inkar etmiyor. Ondan sonra beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın diyor. Ya Rabbi bunların tekrar dirilecekleri güne kadar bana müsaade et diyor. Allah’ın varlığı ve birliği konusunda şüphesi var mı şeytanın? Yok. Peki, melekler konusunda şüphesi var mı yani amentü billahi ve melaiketihi diye okuyoruz. Var mı, meleklerle beraber zaten. Kitaplar dersek henüz kitap inmiş değil ama Levh-i Mahfuz derseniz onda bir şüphesi yok. Peygamberlere iman derse kendi bir peygamber yok. Çünkü Adem aleyhisselam yeni yaratılmış. Ahiret gününe imansa diyor ki bunların yeniden dirilecekleri güne kadar bana müsaade et diyor. Ahireti de biliyor değil mi? E o zaman bizim geleneksel anlama göre şeytan kafir mi mümin mi? Halbuki kafirlikte en başta olan varlık değil mi? Ve doğru yolu da biliyor. Diyor ki Allah’a sen beni saptırdın, ben de onlar için senin doğru yolunun üstünde oturacağım diyor. Doğrunun ne olduğunu bilmese orada oturabilir mi? Bak, beni saptırdın diyor, kendisi farkında işin. Onun için bu inceliği çok iyi kavramak lazım.
Yani müminle, Müslim’le şeytanın farkı eğer Allah demişse tamam, Resullullah demişse tamam, başüstüne. Ama Allah ve Resulünün dışındaki herkesin sözü tartışılır. Niye resul? Çünkü Resullullah da Allah’ın sözlerine, ayetler arası ilişkiye dikkat ederek hükmü ortaya çıkarır. Resullullah’a iftira edilen sözler, o ayrı. Tamam, Allah demişse başüstüne. Ama öbürü, kardeşim tamam ben Kuran-ı Kerim’i okurum, çok güzel şeyler var içinde ama her şeyi kabul etmek zorunda değilim. Yani aklıma uyarsa kabul ederim. Böyle birisine teslim olmuş denir mi?
Yani mesela diyelim ki siz savaşta tüfeği dayadınız adama, teslim ol diyorsunuz. Teslim olurum ama şartım var. Senin şartına derim der, tabancayı, tüfeği boşaltır üzerine. Teslim olan adam birtakım şartlar koşar mı? İşte Allahü Teâlâ’ya tam teslimiyet gerektirir burada.
Şimdi ayeti okuyalım tekrar bu girişten sonra. Allahü Teâlâ bir sivrisinek örneği vermiş. “İnananlar der ki evet, bu örneği anlayamıyorum ama Allah bu örneği vermişse gerçeğe yüzde yüz mutabıktır, uygundur, doğrudur.” E işte şimdi mesela bugün araştırma yapanlar sivrisinekle ilgili öyle insanın şaşıracağı şeyler söylüyorlar ki hayret ediyorsunuz. “Kafirlere sıra gelince…” Bakın, kafir denenler Allah’ı inkar etmiyor, tıpkı şeytan gibi. “Yani Allah bunu niye örnek versin, bunu örnek vermekle Allah ne istemiş olabilir ki?” diyor. Hadi bunu örnek vermiş, niye örnek versin ki diyor. Canım siz Allah’ı her şeye karıştırıyorsunuz. Yahu ben karıştırmıyorum, bu Allah’ın kitabı.
İşte burada kafirlerin genel bir özelliği ortaya çıkıyor. Genel bir özellikleri var. Onun için 14. Sureyi (İbrahim Suresi) açın. Bu surenin 3. ayetinde kafirlerin özelliklerini anlatıyor Allahü Teâlâ. Bunlar için şöyle diyor: Birinci özellik “Dünya hayatını ahirete tercih ederler.” Şimdi bu özellik şeytanda var mı? Bak tekrar anlatayım. Şeytan ne dedi? Dedi ki ben ondan daha hayırlıyım. Halbuki ilerisinde başına gelecek olanlar var ama o an, yani o anda yaşadığı hayatta üstünlüğü kimseye vermek istemiyor. Yani ben öyle aklıma uymayan emri yapmam diyerek kendisini öne çıkarmaya çalışmıyor mu şeytan? Öyle değil mi?
Peki, bir de Adem aleyhisselam olayı var aynı ayette. Adem aleyhisselam o ağaçtan neden yedi? O da dünyayı tercih etmek değil mi? Bak burada ne diyor? 20. ayet az önceki Araf Suresinde: “Şeytan, Adem ile Havva’ya vesvese verdi, fısıldadı.” Niçin? “Onların edep yerlerinden kapalı olan yerleri kendilerine açmak için. Dedi ki biliyor musunuz Allah sizi bu ağaçtan niye yasakladı? Bundan yerseniz biriniz kral, biriniz kraliçe olursunuz.” O zaman ne olurlar? Diğer insanlardan üstün olmazlar mı, nesillerinden gelen diğer insanlardan? “Veya ölümsüz olursunuz.” E, başkalarından farklı.
Bakın şimdi şeytan enehayrun min ifadesini kullanıyor, “Ben daha hayırlıyım.”. Burada “Siz daha hayırlı olursunuz.” yok mu, özetlersek. Yani başkaları ebedi yaşamayacak, siz yaşayacaksınız ve siz onların üzerinde hakimiyet kuracaksınız. Şeytan da en başta ben hayırlıyım demedi mi? Dikkat edin bütün sapıklıkların temelinde ben daha hayırlıyım sözü vardır. Şeytanın söylediği “Ben daha hayırlıyım.”. İlk adım bu. Daha hayırlı olmanın şeyi. Tamam, daha hayırlı olmak için eğer doğru çalışma yaparsanız bu çok güzel bir şey olur. Ama yanlış yaparsanız insanı kötüye götürür. Şimdi burada Adem’le Havva o ağaçtan yedi. O an oluşacak nimetleri tercih etti, daha sonrasını ne yaptı? Feda etti, öyle yapmadı mı Adem’le Havva?
Şimdi bakın tekrar bu ayete gelelim. Şimdi kafirlerin özelliklerini anlatıyor Allahü Teâlâ, 14. Surede. “Dünya hayatını ahirete tercih edenler.” Şimdi birçok Müslüman, günahkar Müslümanların hepsi bu kapsamda değil mi? O an kendisini tutamadığı için, daha sonra kötü olacağını bile bile yapıyor. “Ama Allah’ın yolundan sapıyorlar.” Şeytan nasıl saptı? Orada görünmeyen bazı eğrilikler peşinde koşarak sapıtıyorlar. Yani öyle bir şey söylüyorlar ki aslında görünüşte doğru fakat saman altından su yürütüyorlar. Dikkatle düşündüğünüz zaman yaptığının yanlış olduğunu anlarsınız. Yani şimdi Allahü Teâlâ demiş ki, Allah mesela bir sivrisineği örnek vermiş, Allah bunu niye örnek versin ki diye sorduğu zaman zannedersiniz ki öğrenmek istiyor. Ama niyeti o değil. Allah böyle örnek vermez demek istiyor. Ve ondan sonra size mal ediyor, siz bunu yapıyorsunuz diyor.
Şimdi bakın, bazı insanlara Kuran-ı Kerim’den ayetleri koyar gösterirsiniz. Yok diyor, yok. Mesela başörtüsüyle ilgili Müslümanlar çok ciddi bir imtihandan geçiyorlar. Başörtüsünü yasaklayanlar hep şunu söylüyorlar. Bak, diyorlar biz başörtüsünü yasaklamıyoruz, türbanı yasaklıyoruz diyorlar. Allah Allah! Ya Türkçede türban diye bir kelime yok ki. Açın sözlüğü türban dediğiniz zaman Fransızların Türk sarığına verdikleri isimdir. Sonra da işte bazı Rum kadınlarının başlarına böyle sarık gibi, parmak gibi şey yapan, başlarına örttükleri sarık gibi başörtüye türban denmiştir. Daha sonra da işte 1980’den sonra kadınların başörtüsüne türban diyenler, yasaklayanlardır. O ismi onlar verdiler. Yoksa hiç kimse bu türban kelimesini kullanmıyordu o zamana kadar. Yani 1982’ye kadar türban diye bir kelime kullanılırsa sadece ya Fransızca kitaplarda kullanılırdı ya da Rum kadınların başlarına örtmüş olduğu o dıştan baktığınız zaman sarığa benzeyen başlıklar için kullanılırdı.
Şimdi önce türban diyorlar, ondan sonra ikinci adım: Kuran-ı Kerim türbanı emretmiyor. Bu doğru. Kuran’da türban yok ki. Baş örtmesi var. Ama bunun altında yanlış bir hedef var. Kadınların başörtüsünü yasaklama. İşte görünüşte doğru ama aslında o doğrunun altına birtakım yanlışları koymak için oluşturulmuş birtakım sözlerdir. Onun için hiç kimse, çok nadirdir, Cenabı Hakk’a açıkça karşı gelmeye cesaret edemez. Bakın şeytana, Allah’a karşı gelmeye cesaret etti mi? Senin emrini tutmam dedi mi? Sanki Adem’e karşı çıkıyormuş gibi bir hava vermedi mi şeytan? Ben ondan daha hayırlıyım, beni ateşten yarattın, onu çamurdan yaratın diyor.
“İnananlar derler ki madem Allah emretmiş, başüstüne. Ama Allah’ı görmezlik edenler…” Sanki Kuran-ı Kerim’i siz indirmişsiniz gibi, sanki Kuran’a siz yazmışsınız gibi olmaz öyle şey derler. Ya Allah böyle dedi. Yok, Allah öyle demez. E, diyor işte. Hayır, demez. Mesela başörtüsüyle ilgili Diyanet İşleri Başkanlığının hala fetvası duruyor. Ama yasaklayanlar diyor ki hayır, Kuran’da öyle bir şey yok, o sizin yorumunuz diyorlar. Allah öyle bir şey söylemez. Önce kendi kafalarından bir şey koyarlar, müftülüğe de soyunurlar, ondan sonra da… Başkası yapsa ortalığı yıkarlar.
“İşte Allah bu şekilde birçoklarını saptırır, birçoklarını yola getirir.” Yani sen Allah’a teslimiyet gösteriyor musun, göstermiyor musun? Sen mi kendini Allah’a uyuyorsun yoksa Allah’ın emrini mi kendine uyduruyorsun. Aradaki fark budur. “Bu şekilde Allahü Teâlâ’nın sapıklığına hükmettikleri sadece fasıklardır.” Yani kişinin kendisi yoldan çıkar, Allah da onun yoldan çıkmışlığını onaylar. O kadar. Mesela öğretmen der ki bu sınıfta 3 kişiyi sınıfta bıraktım der. Ya niye bıraktın? Çalışmadılar, ne yapayım. O zaman sen bırakmadın, onlar kaldı, sen de onayladın. İşte Allahü Teâlâ saptırmaz insanları, onlar sapıtır, Allah onların sapıklıklarını onaylar o kadar. Allah kimseyi saptırmaz. Onun için fasıklardan başkasının sapıklığını onaylamaz Cenabı Hak. Yani kişi yoldan çıkmış olacak, Allah da onaylayacak.
Peki, bu fasıklar kimler? Ya az önce Adem aleyhisselam tarafı eksik kaldı. Adem aleyhisselam bu dünyayı tercih etti ama o ikinci adımı atmadı. Yani Allah’ın yolundan çekilmedi. Allahü Teâlâ niye bu ağaçtan yediniz dediği zaman ya Rabbi biz yanlış yaptık dedi. Hemen Allah’ın yoluna geldi. Biz yanlış yaptık dedi. Ama şeytana dediği zaman şeytan ne yaptı? Sen yanlış yaptın dedi Cenabı Hakk’a bir şekilde. Hemen öyle demiyor da öyle demeye getiriyor. Diyor ki ben daha hayırlıyım, beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın. Yani yanlış emir vermişsin, yanlış emir tutulur mu demeye getiriyor. Demiyor da ona getiriyor.
Yani bir Müslüman dünyayı ahirete tercih ettiği için günah işleyebilir. Ama yaptığının yanlış olduğunu anladığı an vazgeçer, ya Rabbi beni affet der, Adem aleyhisselam gibi. Cenabı Hak da onu affeder ve Adem gibi çok yüksek mevkilere de getirir. Tabi peygamber yapmaz ama çünkü peygamberlik bitti. Zaten peygamberlik apayrı bir şey. Ama yüksek bir konuma getirir tövbe ettikten sonra.
“Kafirler şunlardır: Misaktan sonra Allah’a verdikleri sözü bozanlar.” Misak ne demek? Kesin söz. Allah’a ne zaman biz kesin söz verdik? Ruhlar yaratıldığında vermedik hatırlıyor musun sen onu? Hatırlıyor musun ruhların yaratıldığı zaman ne konuştuğunu? Hatırlamadığın yerde nasıl kesin söz verirsin? Hatırlamadığın bir şeyde kesin söz verebilir misin? O ruhların yaratıldığında insanlar kesin söz vermiştir, bu bir masaldır. Ama şimdi siz her gün belki sık sık bu sözü tekrarlıyorsunuz. Hayatta iken (bu söz verilmiştir).
Şimdi size söyleyeyim. Tabiatla baş başa kaldığınız zaman ya da kendinizi bir takip edin bunun için Müslüman olmaya gerek yok. İnsan olmak yeterli. İslam ülkesinde yaşamaya gerek yok dünyanın neresinde yaşarsanız yaşayın. Yaşadığınız çevrenin kültürü ne olursa olsun, yetişmişlik seviyeniz ne olursa olsun tabiatla baş başa kaldığınız zaman şöyle kendinizi bir takip edin orada Allah’ın varlığını, birliğini, büyüklüğünü, kendi kulluğunuzu anlar, itiraf eder ve teslimiyet gösterirsiniz. Bunları yaşamıyor musunuz? Yaşamayan var mı? Hiç kimsenin cevabı yok gibi. Yaşamadık demek istiyorsunuz değil mi? Kimsenin sesi çıkmıyor. Yaşamayan var mı? E, yok deyin, hepimiz yaşadık deyin kardeşim. Var desin birisi. Kendinizi takip edin ve bu buluğ sırasında artık kesin hale gelir.
Onun için çocuklara bakın küçükken buluğa erinceye kadar Allah’la ilgili sorular sorarlar. Buluğa erdikten sonra Allah’la ilgili soru soran çocuğu bulamazsınız. Çünkü Allah’ın varlığı ve birliği konusunda kesin kararına varmıştır kendi gözlemiyle. İşte alınan söz budur. Öyle içten, öyle samimi, öyle bir sağlam söz verir ki insanlar onun için her insan içten, Cenabı Hakk’ın varlığına ve birliğine kanaat getirdiği için. Bir de Müslümanlar da imanı yanlış tarif ettiği için herkes kendini Müslüman kabul eder. Yanlışlık nerede? Mesela tevhit inancı nedir dediğiniz zaman ne diyorlar. Nasıl öğretiliyor bizim Müslümanlara? Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak. E şimdi, şeytan Allah’ın varlığına ve birliğine inanıyor mu? E bütün şeytanlar inanır. İnsan ve cin şeytanlarının tamamı inanır. Sen de tevhit inancını Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak diye tarif edersen bütün şeytanlar ben de doğru Müslüman’ım demez mi? Onun için size derler ki herkesin dini kendine kardeşim. Benim kalbimi Allah biliyor. E, tabi. Sen yanlış tarif ederek adamı sen yoldan çıkarıyorsun.
Tevhit inancı, Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak değil. Ya neydi? Allah’tan başka ilahlar olmadığına inanmak. Sen kayıtsız şartsız teslim olmadığın zaman nefsini ilah yapmış oluyorsun. Şeytan kendi nefsini ilah yapıyor. Yani kendini Allah’la önce bir eşitliyor, sen öyle diyorsan ben de böyle diyorum diyor. Benim dediğim daha doğru deyince Allah’tan üstün görüyor kendisini öyle değil mi? O kendi nefsini tanrılaştırıyor. Ha, birileri de efendim tamam ben falanca ne derse ona inanırım der. O da onu tanrılaştırır.
İşte tevhit inancı Allah’tan başka bir ilah olmadığına inanmaktır. Allah’a kayıtsız şartsız teslimiyettir. Aklıma yatarsa kabul ederim, yatmazsa kabul etmem değil. Allah’ın indirdiği kitaba inanmaktır. İşte Allah’la misak, sizin tabiatla baş başa kaldığınız zaman yaptığınız sözleşmedir Cenabı Hak’la. Öylesine içtendir ki o bütün samimiyetinizle bunu Cenabı Hakk’a söylersiniz, karşılıklı konuşma şeklinde cereyan eder. Bu dünyada her insanın yaptığı sözleşmedir. Bunun başlangıcı buluğla olur, bitimi de ölümle biter. İnsanlar ölene kadar bu sözleşmeyi sık sık tekrarlarlar.
Ama bunu bozar. Bu defa Cenabı Hakk’ın tek tanrı olduğunu, her şeyin sahibi olduğunu, kendisinin sahip olduğu her şeyi onun verdiğini bilir ama ondan sonra bakarsınız ki kendini ya da bir başkasını Allah’ın yerine koymuş. Bunlar da tamamen dünyalık arzusuyla olur, başka bir şekilde olmaz.
Ondan sonra “Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi koparanlardır.” Bundan ne anlıyoruz? Akrabalık bağı? Nasıl oluyor? Akrabalık bağını kesen adamlar kafir mi oluyor? Kafir mi olur akrabalık bağını kesen? Akrabalık bağını kesen ne kafir olur, ne müşrik olur, ne münafık olur. Hiçbirisi olmaz. Allah’la ilişkiyi kesmektir burada yasaklanan. Allah’ı birinci sıraya değil, başka şeyi birinci sıraya, nefsini birinci sıraya koyduğu zaman Allah’la ilişkiyi kesiyorsun. Falanca ilim adamının dediğini Allah’ın dediğine tercih ettiğin zaman Allah’la ilişkiyi kesiyorsun. Falanca hocanın dediğini Allah’ın dediğine tercih ettiğin zaman Allah’la ilişkiyi kesiyorsun. Asıl mesele bu. Yoksa akrabayla ilişkiyi kesmek tabi günahtır, şudur budur ama adamı kafir yapmaz. Çünkü bak burada ne diyor Allah? Kafirleri anlatıyor.
Maalesef iki şey birbirine karıştırıldığı için kimse bir şey anlamıyor. Mesela ayeti kerimelerin hangisinde var akrabalarınızı ziyaret edin diye? Ki gitmeyenler şey yapsın? Hatta akrabayla ilişkiyi kesenlere mesela Yusuf aleyhisselamı örnek versek ne diyeceksiniz? Babasına öldüğü söylenmiş, esir olarak Mısır’a gitmiş. Kardeşleri geliyor, babasını sormuyor. Tanıyor kardeşlerini. Babasına bir hediye göndermiyor. Kardeşleriyle tanışıklık vermiyor. Akrabayla ilişkiyi kesmeye herhalde en iyi örnek olur bu. Ama ikincisinde öbür kardeşini getirmelerini söylüyor. İkinci gelişlerinde sadece Bünyamin’e diyor benim senin kardeşin. Ama üçüncüsünde her şey ortaya çıkıyor.
Peki, niye böyle davranıyor Yusuf aleyhisselam? Çünkü Yusuf aleyhisselam olayları çok iyi okuyan bir kişi. Hadiselerin gelişimi… Yoksa istemediğinde falan değil. Olayları çok iyi okuyor. Çok iyi siyaset biliyor. Nasıl davranacağını gayet iyi biliyor, sabırla bağrına taş basarak krizi yönetiyor ve çok güzel bir neticeye ulaşıyor. Dolayısıyla akrabalık bağlarını kesmek falan değil. Tabi ki akrabayla bağı kesmek günahtır. Hadisi şeriflerde var, o ayrı bir şey. Ama insanı kafir yapmaz.
“Bir de bunlar yeryüzünde fesat çıkarırlar.” Şimdi bakın mesela şu ayeti kerimeyle şeytanın tavrını bir karşılaştıralım. “Sağlam bağladıktan sonra Allah’a verdiği taahhüdü yerine getirmeyenler.” Şeytan da meleklerle beraber. Cenabı Hakk’a karşı hiçbir problemi yok. Allah ne emrediyorsa, doğru, yapıyor, ediyor, bitiyor. Ama Allah, şeytanın hoşuna gitmeyen bir emri verdiği zaman ne yaptı bu ilişkiyi önce? Allah’a karşı verdiği taahhüdü bozdu mu? Yani o kulluk taahhüdünü bozdu mu? Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi ayırdı mı? Yani nedir o? Allah emir verdiği halde bu emri Allah’ın emri değil de sanki Adem’in emri gibi göstermeye çalıştı mı? O emrin Allah’la ilişkisini kesti mi? Tıpkı bu şeyde de “Allah bununla ne murat etmiştir ki?” diyenler de Allah’la ilişkisini kesiyorlar.
Ondan sonra da “Yeryüzünde fesat çıkarmak” geliyor. Şeytan üçüncü olarak ne dedi? Kıyamet gününe kadar beni yaşatırsan doğru yolun üstünde oturağım, onların önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından gireceğim, çoğusu sana inanmayacak dedi. Yani Allah’tan fesat çıkarmak için izin istedi öyle değil mi? Allah da verdi. Serbest, isteyen istediğini yapar bu dünyada. İster doğru yolda gider, ister yanlış yolda. Hepsi de serbest, yapabilirsin. Bakın üçü de şeytanın durumuna uygun oluyor. Ayetler arası ilişkiyi kurmadınız mı yanlış manalar verirsiniz. Birinde eksik gibi olan diğerlerinde, birinde anlayamadığınız şeyi diğeriyle tamı tamamına anlarsınız.
Demek ki müminle kafir arasındaki fark: Mümin, Allah’a tam güvenen kişidir, kafir ise Allah’ın bazı emirlerini görmezlikten gelendir. İsterse bin tane emrinden 999’unu beğensin, bir tanesini beğenmesin kafir olur. Mesela Allahü Teâlâ 5 vakit namazı emrediyor. 2 vakit yeter dediği zaman kafir olur. Çünkü orada kendi kafasına göre hüküm veriyor. Öyle şey yok. Ama Adem aleyhisselam gibi Cenabı Hakk’ın dediği doğrudur deyip de yanlış yapmış da kendi yanlışını kabul etmişse bu mümindir. Allah’la ilişkiyi kesmiyor, ben sana emretmedim mi bunu yapma? Evet, ya Rabbi emrettin, ben yanlış yaptım diyor. Ama şeytan, ben yanlış yaptım demiyor. O emrin Allah’la ilişkisini keserek şu Adem var ya şu Adem, ben ondan üstünüm diyor. Buna çok dikkat edelim.
Evet, şimdi birinci bölümü bitirdik. Soru cevap faslına biraz sonra geçeceğiz.