Bu günkü konumuz kadınların boşanma hakkı. Mümtahine suresinde okuyacağımız 10.ve 11.ayetler o konuyu örnekleriyle anlatan ayetlerdir. Onunla ilgili diğer ayetleri de okuyacağız. Böylece kadınların kaybolmuş bir hakkının kuranı kerimde nasıl açıkça yer aldığını hep birlikte göreceğiz.
Mumtehine suresinin 10. ayetini okuyoruz. Sayfa 551. Zaten dersimiz orada. Dersimiz orada zaten.
“Ya eyyuhellezine amenu, iza caekumul mu’minatu muhaciratin femtehınu hunn: müminler, mümin kadınlar hicret ederek size gelirlerse onları imtihandan geçirin”,”allahu a’lemu bi imanihinn: Allah onların imanını çok iyi bilir”. Yani en iyi Allah bilir. Siz kendiniz onların mümin olduğuna karar verseniz dahi yanlış karar vermiş olabilirsiniz. Çünkü iman kalb ile tastikdir, onu en iyi Allah bilir. “Fe in alimtumu hunne mu’minatin fe la terciu hunne ilel kuffar: onların mümin kadınlar olduğunu anladığınız zaman kafirlere geri çevirmeyin”. “La hunne hıllun lehum ve la hum yehıllune lehunn: onlar, o kafirlere helal değildir. O kafirler de bunlara helal değildir. “Ve atuhu ma enfaku: yaptıkları harcamayı onlara verin”. Yani kocaları kendilerine ne harcamışlarsa onları götürün verin. “Ve la cunaha aleykum en tenkıhu hunne iza ateytumuhunne ucurehunn: onların mihirlerini verdiğiniz takdirde onlarla evlenmeniz konusunda size bir günah yoktur”.”Ve la tumsiku bi isamil kevafir: nikahınızda olan kafir kadınların da bileğine yapışmayın”. Gitmek istiyorlarsa gitsinler. “Ves’elu ma enfaktum: yaptığınız harcamayı onlardan isteyin”,”Vel yes’elu ma enfeku: karıları kaçıp size gelmiş olanlar da yaptıkları harcamaları istesinler”.”Zalikum hukmullah: bu Allah’ın size verdiği hükmüdür”.”Yahkumu beynekum: aranızda hükmeder”.”Vallahu alimul hakim: Allah bilir ve doğru karar verir”(MUMTAHİNE 10).
Tabi şimdi diyeceksiniz ki bu ayetin kadınların boşanma hakkı ile ne alakası var. Baştan söylediğin söz ile bir ilgisini bulamıyoruz. Elbette yani bu tür konular, uzmanlık gerektiren konulardır. Sıradan bir kişi okuduğu zaman biraz sonra anlatacağım anlamları çıkaramaz. Ama hep birlikte biraz sonra göreceğiz. Bu ayetler Hudeybiye anlaşmasından sonra inmiştir. Hicretin 6. yılı Peygamber(sav) Medine’den 1500 kişi ile hac yapmak üzere yola çıkmış Mekke’ye doğru. Kurbanlıklarını almışlar. Mekke’nin bugün ortasında kalmış olan Hudeybiye’ye kadar gelmişler. Orada Mekkeliler bunların şehre girmesine müsade etmemişler. Orada bir antlaşma yapılmış. Ona Hudeybiye musalahası deniyor. Yada anlaşma diyelim. Sözleşme yapılmış. Muahede desek antlaşma olur. O antlaşmada, 10 yıl Müslümanlar ile Mekkeli müşrikler arasında barış ortamı olacak. Mekkeliler’den herhangi bir kimse Medine’ye sığınacak olursa Medineliler onu kabul etmeyecekler. Ama Medine’den herhangi bir kimse Mekke’ye gelecek olursa Mekkeliler onu geri vermeyecekler. Antlaşma görünüşte müslümanların aleyhine. Hatta bu sebepten dolayı bazı müslümanlar karşı çıkmıştı. Hz. Ömer de karşı çıkanlardandı. Ama Peygamber efendimiz, gel antlaşmaya sen imza at diye o karşı çıkanı işin içerisine soktu. Şimdi o antlaşmada bizden bir kimse Medine’ye giderse kelimesinin karşıluğında “recul” kullanılmış. Recul arapçada erkek demektir. O sırada bazı hanımlar gelip müslümanlara sığınmışlar. Peygamber efendimiz bu hanımları geriye vermemiş. Erkeklerden sığınanlar olmuş, onları iade etmiş. Hanımlardan sığınanları vermemiş. Çünkü demiş ki bak; antlaşmada “recul” kelimesi geçiyor. “Recul” de kadın demek değildir. Dolayısıyla vermemiş. Şimdi bu hanımlar gelmişler ve bunlar evli. Evli hanımlar. Kocalarından kaçıp gelmişler, müslmanlara sığınmışlar. Burada yapılması gereken temel problem, derhal bunların eşleriyle ilişkisini kesip bunları eşlerinden boşamak. Burada AllahTeala diyor ki; müminler, size mümin kadınlar hicret ederek gelirlerse onları denemeden geçirin. Yani bakın, gerçekten inançlarından dolayı mı kaçıp gelmişler yoksa başka bir sebepten dolayı mı kaçıp gelmişler. Hani olabilir ya. Kocalarını sevmedikleri için kaçmışlardır, Medine nasıldır, bir görüp gelelim diye turistik amaçla kaçmışlardır yada başka bir niyetleri olabilir. Tabi ajan meslesini tespit etmek zor da başka niyetlerle. Çünkü ajan gerçeği söylemez, yalan söyler size. Onun için AllahTeala diyor ki; onları imtihan edin. Çünkü eğer mümin olduklarından dolayı kaçtıkları tespit edilirse boşanmalarına hükmedilecek ve bundan dolayı da karşı tarafa bir tazminat ödenecek. Kocasına tazminat ödenecek. E kaçan kadının cebinde parası olmaz. O tazminatı da müslümanlar ödeyecek. Müslmanlara öyle bir mükellefiyet yüklediği için imtihandan geçiriliyorlar.
“Allahu alemu bi imanihinne”. Şimdi diyebilirsiniz ki; ya Rabbi, iman kalp işidir. Biz bunun kalbine bakamayız ki. Allah daha iyi bilir ama siz kendi imkanlarınıza göre bunun mümin olup olmadığını araştıracaksınız.
“Fe in alimtimu hunne mu’minatin: bunların mümin olduklarını anlarsanız, kocasından kaçıp gelmiş, imanından dolayı gelmiş. Kocasıyla beraber olmak istemiyor. O zaman “fe la terciu hunne ilel kuffar: o kafirlere bunları geri göndermeyin”. Kafir kocalarına geri çevirmeyin. Çünkü gerekçelerinde haklı olduğu ortaya çıkmış ve kocalarından boşanmaları tahakkuk ediyor. Ama bundan sonra müslümanlara bir görev düşecek. Onu biraz sonra tekrar okutacağız. Bu noktada yani kadınların kocalarından ayrılma isteklerinin haklı görüldüğü bir noktada “la hunne hıllun lehum ve la hum yehıllune le hunn: bunlar o kocalarına helal değildir, onlar da bunlara helal değildir. Artık araları ayrılmıştır. Bundan sonra yapılacak olan “ve atuhum ma enfaku: kocalarına bu kadınlar için harcadıkları mihri verin”. Gönderin. Mihri vereceksiniz ve arada nikahın ortadan kalktığına karar vereceksiniz. Bu kararı verdikten sonra “ve la cunaha aleykum en tenkıhu hunne: onlarla nikahlanmanızda artık bundan sonra bir günah yoktur size”. Oradaki önceki kocalarıyla nikah bağı sona erdikten sonra artık siz de bununla evlenebilirsiniz. Ama bir şarta bağlı: “iza ateytumu hunne ucurehunne: mihirlerini verdiğiniz takdirde” evlenebilirsiniz. Yani diyemezsiniz ki; ya sen o kocandan ayrılırken o kocanın vermiş olduğu mihri biz ödedik, onun için seninle evlenirken de hiç olmazsa mihir vermeyelim diyemezsiniz. Onların mihrini vereceksiniz, onda sonra evleneceksiniz.
“Ve la tumsıku bi isamil kevafir”. Şimdi Mekke’den Medine’ye inançlarından dolayı göç etmiş hanımlar var. Medine’de de inanmadıkları için, müşrik oldukları için Mekke’ye gitmek isteyen hanımlar var. Öbürleri nasıl kafirlerin nikahındaysa bunlar da müslümanların nikahında. Mesela Hz. Ömer’in iki tane hanımı varmış böyle kafir. Mekke’ye gitmek istiyor. “Ve la tunsiku bi isamil kevafir: o kafir kadınların da bileğine yapışmayın”. Yani gitmek istiyorsa gitsin. Gitsin ama “ves’elu ma enfaktum: onlara yaptığınız harcamayı isteyin”. Nasıl siz kafir kocalarından kaçan kadınlara onların harcamalarını veriyorsanız, siz de sizden kaçan hanımlara yaptığınız harcamayı onlardan isteyin. Tam bir mutekabiliyet görüyormusunuz. Yani bir denklik var. “Vel yes’elu ma enfeku: onlar da kaçan karılarına harcadıklarını istesinler”. Yani daha önceki ayetten şöyle anlaşılırdı: kadına soracaksınız, kocanız size ne kadar harcadı? Şu kadar. Göndereceksiniz kocasına. Koca da diyecek ki; yok kardeşim, o kadar değil. O kocaya da talep hakkını tanıyın. O da gelsin, talepte bulunsun. Desin ki; evet, o kadar değil de şu kadar. Ispatlar, verirsiniz.
“Zalikum hukmullah: bu Allah’ın size olan hükmüdür”. “Yahkumu beynekum: O sizin aranızda böyle hükmeder”.”Vallahu alimun hakim: Allah bilir ve doğru karar verir”(MUMTEHİNE 10).
Şimdi buradaki hükmün kısa ve özlü hali Bakara suresinin 229.ayetindedir. Orayı bir açarsanız lütfen. Hatta Bakara 228’den başlayalım. 228’in son kısmından başlayalım. Baştan başlayalım zihinleri toparlama açısından daha önemli.
“Vel mutallakatu yeterabbasne bi enfusuhinne selasete kuruin: boşanmış kadınlar, kendi başlarına üç kur beklerler”. Yani üç temizlik süresi beklerler boşandıktan sonra. Bekleme süreleri üç temizlik süresidir. Tabi bu adet gören hanımlar içindir. Adet görmeyen hanımlar üç ay beklerler. Hamile olanlar da doğuma kadar beklerler. Eşiyle ilişkiye girmeden boşanmışsa hiç beklemesi gerekmez.
“Ve la yahıllu lehunne en yektumne ma halakallahu fi erhamihinne: Allah’ın rahimlerinde yarattığını gizlemek onlara helal değildir”. Yani üç kur temizlik süresi ancak hayız kanıyla anlaşılır. Ne zaman hayız başladı ne zaman bitti bunu da hanım bilir. İddeti sayma görevi de erkeğe verilmiştir. Daha sonra Talak suresinde göreceğiz inşallah. O zaman kadın bu konuda kocasını doğru bilgilendirmek zorundadır. Eğer Allah’ın rahimde yarattığı o kanı gizlerse yani bekleme süresini uzatır yada kısaltırsa bu ona helal olmaz. Böyle bir hakkı yoktur. Bazı kitaplarda görürsünüz, işte hamileliğini gizlerse falan diye. Böyle şey olamaz. Hiç bir kadın hamileliğini gizlemez çünkü o gizlenecek bir şey değikdir ki. Bir müddet sonra ortaya çıkacak. E kendini boşayan adam çocuğun babası olmayacak da kim olacak? Öyle bir şey olmaz. Dolayısıyla burada esas olan rahimden gelen kandır.
“Ve buuletihunne ehakku bi reddihinne fi zalike in eradu ıslaha: kocaları eğer arayı düzeltmek isterletse bu bekleme süresi içerisinde karılarına dönmeye daha çok hak sahibidirler”. Yani bekleme süresinin sonunda hakları vardır dönmeye. Diğer ayetler hep onu söylüyor. Süre bittiği zaman ya güzellikle dönsünler yada güzellikle salı versinler. Sürenin sonunda dönmeye hakları varsa sürenin içinde öncelikle hakları vardır. Şimdi burada talak ile , talak erkeğin boşama hakkıdır. Yani nerede talak kelimesini görürseniz o erkeğe ait bir boşama hakkıdır. Talak fiillerinin faili devamlı erkek, mefulü de devamlı kadındır. Yani o fili yapan, talakı yapan erkektir, talak yoluyla boşanan da kadındır. Kadının boşanmasıyla ilgili hakkın adına iftida denir. Onu biraz sonra ayette göreceğiz. “İftida”. Neden öyle dendiğini de ayeti okuyarak anlarız.
Şimdi burada şöyle bir hüküm var: “ve lehunne mislullezi aleyhinne bil maruf”. “Ve lehunne: kadınların lehine vardır”. Kadınların lehine vardır, “mislullezi aleyhinne: aleyhlerine olanın dengi vardır”. Yani kadınların ne kadar hakkı var ise o kadar da görevleri vardır. Yani kadın ve erkeğin karşılıklı hak ve görevleri birbirine denktir. “Ve lehunne mislullezi aleyhinne bil maruf”. Marufa göre. Yani kitapta, sünnette belirlenen bazen de doğru geleneklerde belirlenen şekilde karşılıklı birbirine denk hak ve görevleri vardır.
“Ve lir ricali aleyhinne dereceh: erkeklerin kadınlara karşı bir derece üztünlükleri vardır”. Bu üstünlün kemiyette değil keyfiyette. Yani o hakkı gene denk de birisinin kullanımı daha kolay öbürünün kullanımı biraz daha zor. Onun için bu kolaylık zorluk açısından bir farklılık vardır. Şimdi, boşama ile ilgili, ayetin içerisinde böyle bir şey geçiyorsa ki zaten burada genel hüküm var. Erkeğin elinde boşama yetkisi varsa dengeyi sağlamak için kadına da vermek gerekir mi bunu? Ne dersiniz. Gerekir! Çünkü Allah diyor ki; lehlerine olanın dengi, aleyherinedir. Kocanın talak hakkı varsa onun karşılığında kadının da onu dengeleyecek bir hakkı olacak. Ama erkeklerinki bir derece farklıdır.
“Vallahu azizul hakim: Allah güçlüdür ve doğru karar verir”(BAKARA 228).
“Et talaku merretan: talak iki keredir”. Yani erkeğin karısını Talak suresinde açıklanan şekilde boşaması iki kere olur. Her birinden sonra “fe imsakun bi ma’rufin ev tesrihun bi ihsan: erkek karısını ya güzellikle tutar yada güzellikle salıverir”. Şimdi talak konusuna girmiyorum. Çünkü talak suresi gelecek, onu orada detaylı olarak anlatacağız. Şimdi kısaca sadece değinerek geçiyoruz.
“Ve la yahıllu lekum en te’huzu mimma ateytumuhunne: onlara verdiklerinizden bir şey almak size helal değildir”. Yani boşadığınız karılara verdiğiniz mallardan hiç bir şey geriye alamazsınız. Boşuyoru, ayrılıyorum, ne alırsan kardır falan diyemezsiniz.
“İlla en yehafa ella yukima hududallah: ancak karı koca Allah’ın koyduğu sınırlarda duramayacaklarından korkarlarsa başka”. Burada daha çok kadın için söz konusudur. Kadın, kocasına karşı görevlerini yerine getiremeyeceği kanaatine varmışsa. Sevemiyordur, başka bir takım şeyler ortaya çıkmıştır. O durum ayrı. Bazen bu başka şekilde de olabilir. Çok ince konular. Ben fakültede talabelere defalarca anlatıyorum, bakıyorum hala anlamamış olanlar var. Bazı talebelere lisans döneminde bazılarına da hemde yüksek lisansda da anlatıyorum, bakıyorum gene anlaşılmamış. E şimdi burada da bir sürü anlaşılmayacak şeyler olacak. Onun için bazılarını es geçeyim de soru olursa o zaman açıklayayım. Yoksa her şeyi anlatmaya kalkışısak zor olur. Okumak isterseniz detaylı olarak bizim internet sitemizde var. Allah’ın koyduğu sınırlarda duramayacaklarından korkarlarsa, o zaman erkek kadının malından alır.
“Fe in hıftum el la yukima hududallah: eğer siz de bu karı kocanın Allah’ın koyduğu hudutta duramayacağından korkarsanız”,”fe la cunaha alyhima fi meftedet bih: kadının fidye verip kendisini kurtarmasında ikisine de günah yoktur”. Fidye ne kadar verecek ayete göre? Bak tekrar okuyayım, dikkatle dinleyin. “Ve la yahıllı lekum en te’huzu mimma ateytumuhunne: karınıza verdiklerinizden almanız size helal değildir”. Mihir kadar. Hediyeler de olabilir. “en yehafa ella yukima hududallah: Allah’ın koyduğu sınırlarda dufamayacaklarından korkarlarsa o başka”. Şimdi kadın diyor ki; ben kocama karşı vazifelerimi yerine getiremeyeceğim. Bazen de kadının bir takım ahlaksız davranışları olur. Mesela Allah göstermesin bir gayrı meşru ilişki içerisine girmiş olur, kocası bunun farkına varır. Kocası ona diyebilir ki; hanım, artık biz bu aileyi birlikte yürütmemiz mümkün değil. Bundan sonra biz birbirimizin yüzüne bakamayız. Ama ben seni boşarsam sana bu kadar mal verdim, bunlardan tek kuruş geri alamam. Olayı mahkemeye götürürsem sen de rezil olursun ben de rezil olurum. O zaman gel, sana verdiğim mallardan bir kısmını ver ve ayrıl. Bunu da diyebilir yani. Her zaman kadın olmaz, bazen erkek de olabilir. Ama erkeğin alabilmesi için böyle ciddi bir ahlaki problem olması lazım. Sıradan şeylerle değil. Kadının duygusallığından yararlanıp onu baskı altında bırakarak onu boşayıp bir başka kadınla evlenmek isteyenler olabilir. Boşamadan önce hiç olmazsa malını alayım, onu kendinin ayrılması için zorlayayım diyebilir. Öyle bir olay olmasın diye AllahTeala, “fe inhiftum: siz de korkarsanız” diyerek ya mahkemeyi ya hakem heyetini araya sokuyor. Erkek, karısını boşamak istediği zaman kimseye danışmadan sadece iki tane şahit getirerek kadının adetli olmadığı bir dönemde ilişkiye girmediği bir temizlik süresi içerisinde boşayabilir. Yani bunun için hergangi bir kurulun kararına ihtiyacı yoktur. Ama kadının boşanması için olayı mahkemeye yada hakem heyetine götürmesi lazım. Onlar gerekli incelemeleri yaptıktan sonra ki o gerekli incelemenin ayetini de biraz sonra okutacağız. Onları yaptıktan sonra bu ailenin birlikte yürümeyeceği kanaatine varırlarsa, kadına diyecekler ki; tamam ayrılabilirsin. Kocandan aldığının tamamını ver yada bir kısmını ver ayrıl diyebilirler. Koca tamamen haksız ise diyebilirler ki; çok az bir şey ver ayrıl. Çünkü ayetin metni buna uygun. “Mimma ateytumuhunne” diyor. Arapça bilenler için burada “mim” harfi cerri var. Baaz için de olabilir beyan için de olabilir. Yani tamamı için de söz konusu olabilir, bir kısmı için de söz konusu olabilir. Şimdi erkek karısını boşamak istediği zaman tek taraflı iradesiyle boşuyor. Kadın kocasından ayrılmak istediği zaman tek taraflı iradesiyle ayrılabiliyor mu? İşte o zaman her ikisinde de boşama hakkı olması bakımından haklarda bir denge var mı? Kadında da boşama hakkı var, erkekte de var. Şimdi bir denklik var mı? Var! Bu hakları kullanma açısından denklik var mı? Yok! İşte erkeklerin lehine olan bu derece o dur. Yani erkekler kimseye sormadan kullanabilirler ama kadınların bu haklarını kullanması için bir şey gerekir. Aslında bu kadınların korunmasıdır. Yani pozitif ayrımcılık denen olay var ya? Kuranda kadınlar lehine hep vardır. Yeri geldikçe bunları inşallah zaten anlatıyoruz, gene de anlatırız. Kadınlar burada korunuyor. Bir ayette Allah diyor ki; “ve in eradtumutibdale zevcin” Nisa suresinde 18. ayet olabilir. “Ve in eradtumustibdale zevcin mekane zevc”. 20.ayetmiş. Nisa suresi 20.ayet. “Ve in eradtumustibdale zevcin mekane zevc: yani hanımınızı boşayıp bir başka hanım almak istiyorsanız”,”ve ateytum ihdahunne kantaren: boşayacağınız hanıma kantar dolusu altın vermiş olsanız”,”fe la te’huzu minhu şey’a: ondan hiç bir şey almayın”,”e te’huzunehu buhtanen ve ismen mubina: ona iftirada bulunarak apaçık günaha girerek mi alacaksını?”. İftirada bulunmak nasıl olur? Çünkü ancak gayrı meşru ilişki iddasında bulunursa erkek alabilir verdiklerini. E bu da iftira olur namuslu bir kadın için. Şahit olmayabilir. Karı koca arasındaki yani sadece koca açısından şahit olmayabilir. Şahit olmazsa eğer yeminlerle, erkek dört kere yemin eder karısının bu gayri meşru ilşkiye girdiğine dair. Beşincisinde de eğer yalan söylüyorsan Allah’ın laneti üzerime olsun der. Kadın da dört kere yemin eder. Beşincisinde de eğer kocam doğru söylüyorsa Allah’ın laneti üzerime olsun der. Böylece dava ortadan kalkmış olur. Yani burada da tam bir denge var. Yani erkeğin söylediği sözler ile kadının söylediği sözlerin kelime yapısı, şu su, bu su büyük ölçüde bir dengelidir. Ama erkek karısına gerçekte iftara da ediyor olabilir. İşte onun için Allah diyor ki; bunun tek yolu o. Yani bir erkeğin karısından mal almasının tek yolu karısının fahişelik yapmasıdır. O 19. ayette de açıkça belirtiliyor değil mi? 19 mu? Nisa 19 olacak. Orada da Allah şöyle buyuruyor; “ya eyyuhellezine amenu la yahıllu lekum en terisu nisae kerha: karılarınıza zorla mirasçı olmanız size helal değildir”. Yani kadından tiksiniyorsun, malına göz dikmişsin, kocalık yapmıyorsun, iğreniyorsun ondan. Onu aşağılıyorsun. Ondan sonra bekliyorsun ki ölsün de malına konayım. Bu helal olmaz size diyor. “Ve la ta’duluhunne li tezhebu ba’dı ma ateytumuhunne: sizin onlara verdiğiniz mallardan bir kısmını olsun size vermek için de baskı yapmayın”. Yani mallarından bir kısmını alıp gideceksiniz, onun için de baskı yapmayın. “İlla en ye’tine bi fahişetin mubeyyineh: belgelenebilecek bir fahişelik yapmış olurlarsa o başka”. Açık bir fahişelik yapmışlarsa o başka. Yani sadece o zaman erkek karısından mal almak için baskı yapabilir. Bu baskıyı yapması için de olayı mahkemeye taşımaması lazım. Olayı mahkemeye taşır da kadının o gizlemesi geren suçunu ortaya koyarsa, bu defa mal alma hakkını da kaybeder. Mahkeme boşamaya karar verir ama erkek herhangi bir şey almadan gider. Onun için burada da kadının korunması söz konusu. Böyle bir pis olaya koca şahit olmuş olsa bile bunu ortaya çıkarmıyor, oradan sadece karısına yaptığı harcamayı alıyor ve ayrılıyorlar. Bu büyükçe bir parantezdi, şimdi asıl konumuza devam ediyoruz.
“Ve la yahıllu lekum en te’huzu mimma ateytumuhunne şey’en: karılarınıza verdiklerinizden hiç bir şey almanız size helal değildir”. “İlla en yehafa ella yukima hududallah: ancak karı koca Allah’ın koyduğu sınırlarda duramayacaklarından korkarlarsa başka”(BAKARA 229). Kocanın durumu belli. Sadece fahişelik yapması hali. Ama kadının kocasından hoşlanmamasının şeyi yok. Pisikolojik hoşlanma da olabilir, çeşitli şeyler olabilir. Yani orada bir sebep sınırlaması yok. Sadece olay şu: Nisa suresinin 34 ve 35.ayetlerini açalım, orada göreceğiz. Aslında 34’ü okumayalım. 34’ü okursak, orada çok uzun açıklamalar yapmak lazım kadının dövülmesi olayı ile ilgili. Bu akşam bu konu bitmez. Onun için orayı şey yapmayalım. Çünkü bizim geleneğimiz malesef yani fıkıh geleneği kurandan uzak oluştuğu için her konuda olduğu gibi kadının dövülmesi konusunda da kabul edilmeyecek yanlışlar vardır. Yani kuran açısından kabul edilmesi mümkün olmayan yanlışlar vardır. Bunların ne olduğunu görmek isteyenler bizim sitemizden bu konu ile ilgili yazımızı okuyabilirler. 35’i okuyalım. Yani zamandan tasarruf için.
Şimdi, karı koca anlaşamıyorlar. Geliyorlar mahkemeye başvuruyorlar. Yada hakemlere başvuruyorlar. Çünkü hayatın binbir türlü hali var. Her yerde mahkeme olmaz ki. İslamiyet her yerde uygulanması gerekir ama her yerde mahkemeyi bulamayabilirsiniz.
“Ve in hıftum şıkaka beynihima: eğer siz, karı kocanın arasının ayrılacağından korkarsanız”. Onlar geldi, mahkemeye baş vurdular. Mahkeme tabi biraz nasihat eder, biraz korkar. Bakar ki burada durum ciddi. Öyle olursa “feb’asu hakemen min ehlihi: bir hakem kocanın ailesinden”,”ve hakemen mün ehliha: bir kişiyi de kadının ailesinden hakem olarak gönderin”. Aileden olsun ki rahat açılabilsinler, rahat konuşabilsinler. “İn yurida ıslahen: eğer bu karı koca aralarının düzeltilmesini isterlerse”. Yani onlarda böyle bir niyet varsa gizli, açık, “yuveffikıllahu beynehuma: Allah bu ikisinin arasında bir uyuşma meydana getirir”. “İnnallahe kane alimen habira: Allah bilir ve herşeyden haberdardır”. Peki baktınız ki, bakın burada cümlede bir eksiklik kalıyor. Kuran ayetleri nasıl birbirini tamamlıyor. Tekrar okuyayım, oradan devam edeceğiz. “Ve in hıftum şikaka beynehima: baktınız ki araları ayrılacak bu karı kocanın”,”feb’asu hakemen min ehlihi: bir tane hakem erkeğin ailesinden”,”ve hakemen min ehliha: bir tane de kadının ailesinden gönderin”. “İn yurida ıslahan yuveffikıllahe beynehuma: eğer bu karı koca aralarını düzeltmek konusunda bir iradeye sahiplerse(böyle bir istekleri varsa) Allah aralarında uyuşma meydana getirir”, istekleri varsa. Ondan sonraki soru ne olur? Ya istekleri yoksa? Yani uyuşamayacakları kanaatine vardıysanız. İşte onun cevabı da burada.
Katılımcı: 38:16-38-19 arası duyulmuyor.
“Fe in hıftum ella yukima hududallah”, hakemler gönderdikten sonra artık bunların aralarının düzelemeyeceği korkusuna kapılırsanız. Zaten “havf” kelimesi geçiyor. “Havf”, öyle kuru korku değil. Bir delile dayalu korkudur. İşte o delil de hakemler göndermek suretiyle ortaya çıkmış oluyor. Bunlar anlaşamayacaklar. O zaman “fe ka cunahe aleyhima: ikisine de günah yoktur”. Karıya da kocaya da. Hangi hususta? “Fi meftedet: kadının fidye vererek kendisini kurtarmasında”. Şimdi kadın kocasından ayrılıyor. Acaba günahkar oluyor mu bu şartlar altında? Olmuyor! Peki koca, karısından verdiği malı geri alıyor. Günahkar oluyor mu? Bu şartlar tahakkuk edinceye kadar günah olan, şartlar tahakkuk edince artık günah olmaktan çıkıyor. Şimdi burada Peygamber(sav), işte az önce anlattığım olayda Sabit B. Kays’ın karısı, kocasından ayrılmak istiyor. Mihir olarak aldığı bahçeyi veriyor. Hatta bazı rivayetletde diyor ki; bir bahçe de üste veririm diyor. Ayete göre üste vermesi uygun mu? Karılarınıza verdiğinizden diyor değil mi? O “üste”si, onun verdiği değildir. Bütün ayetlerde öyle. Vediğinizden almak.
Katılımcı: 42:42-42:44 arası duyulmuyor.
Şimdi, aldığı bahçeyi veriyor. Peygamberimiz, fazlası olmaz diyor. Demek ki fazlası olmaz hükmü de kuranın hükmüdür. Dolayısıyla siz, Peygamber(sav)’in ağızından çıkan sözleri dikkatli bir araştırmacıysanız, kuranı kerimle birebir uyuşturursunuz. Uyuşmuyor ise bir uydurma var demektir. Bir yanlışlık var demektir. Ya siz olayı iyi incelememişsinizdir yada Peygamberimiz’e yapılmış bir iftira ile karşı karşıyasınızdır.
Hz. Ömer zamanında da böyle bir olay olmuş. El Müdevvenetül Kubra’da İmam Malik’in El Müdevvenesinde geçiyor. Kadın gelmiş, kocasını şikayet etmiş. Hz. Ömer de onu tutmuş bir samanlığa, çer çöp bulunan bir yere hapsetmiş. Demiş ki; bu gece burada kal. Sabahleyin kadına demiş ki; nasıl, rahat edebildin mi? Hiç sorma demiş, kocam ile evleneli beri ilk defa böyle güzel ve parlak bir gece geçirdim. Kocam çok iyidir, iyidir ama ahhh, ahhh! Ne söyleyeyim demiş. Peki demiş, bir şey söylemene lüzum yok tabi belli her şey. Kocandan ayrılabilirsin demiş. Yani aldığını geri vererek ayrılabilirsin.
Şimdi bu olay, ayeti kerime de böyle, hadis de böyle. Konu ile ilgili hadisler de sadece anlattıklarımdır. Değişik rivayetleri var ama sonuçları aynıdır. Fıkıh kitaplarında bu “hu’l” diye bir başka şekle büründürülmüştür. O başka şeklini çaydan sonra anlatacağım. “Hul” diye başka bir şekle büründürülmüştür. Şöyle çok kısa özetini vereyim. Kadın kocasından ayrılmak isterse, getirir kocasına mal verir. Bu malın miktarı kocasından aldığı ile sınırlı değil. Başka da verebilir. Verdikten sonra koca kabul ederse ayrılır, kabul etmezse ayrılamaz. Ona karşılık hul ettim demesi lazım yada değişik mezheplere göre. Hul ettim derse, kadın boşanmış olur yada Şafi’de boşanmış sayılmaz. Ama kocanın kabul etmesi şart. Koca kabul etmezse geçersizdir. O zaman kadının hakkından bahsedebilirmisiniz? Bahsedemezseniz çaydan sonra anlatacağım.
Şimdi dersimizin ikinci bölümüne geçiyoruz. Burada bu hazırlığı yaptıktan sonra Mümtahine suresinin 10.ayetini 3.kez okuyalım. Belki böylece zihnimizde bir soru kalmaz. Ama önce tekrarlıyorum, Bakara 228’e göre kadının hakkı ile erkeğin hakkı birbirine denk. Ama erkeğin bir derece üstünlüğü var. O üstünlük de erkek kendi kararıyla karısını boşayabiliyor. Kadın boşanmak için bir mahkeme kararına ihtiyaç duyuyor. Tabi o mahkeme kararı da bugünkiler gibi değil. Son derece basit alınan bir karar. İki tane hakem gönderiliyor. Birisi erkeğin ailesinden, birisi kadının ailesinden. O hakemler arayı bulamıyorlar ise bu aile yürümez diyorlar ise o zaman da kadına deniyor ki; hadi fidye ver ayrıl. Yani kocandan nafaka al falan yok, dikkat ediyormusunuz. Fidye ver, ayrıl. Son derece tabii, basit, rahat ve tarafların bir birini suçlamasına imkan vermeyecek bir yöntem. Ondan sonra tekrar isterlerse tekrar evlenmelerinde hiç bir mani yok. Kuranı kerimde, erkek karısını boşar ise kadın iddet bekler. Az önce onu ayeti okurken anlatmıştım. Adet görüyor ise üç kere temizlik süresi. Hanefiler hayız derler. Hayız, bana göre uygun değil. Üç temizlik süresi. Şafiler’in görüşüdür bu. Ama naslara uygun olan o. Üç temizlik süresi bekler. Eğer adetten kesilmiş ise yada düzensiz adet gören hanımlar var, o şekilde bir durumu var ise o zaman üç ay. Yani düzensiz dediğim yani çok aralıklı. İki adetinin arası çok uzayıp giden hanımlar var. Onlara mümteddi tuhur derler. Üç ay. Hamile ise doğuma kadar bekler. Şimdi, iddet bekleme olayı kadının hamile olup olmadığının anlaşılmasıyla ilgili bir olay değildir. Yani hamile olanın dışındakiler için söylüyorum. Onu Talak suresini okurken orada net olarak göreceğiz. İddet süresi içerisinde ailenin yeniden kurulmasına çalışılır. Onu Allah açıkça belirtiyor ayette. Talak suresinin 1.ayetinde. Ama hanım ayrılmak istediği zaman o iddette geçecek süre zaten hakemler ve olayın mahkemeye intikali sırasında geçer. Dolayısıyla, hanıma ayrılma kararı verildikten sonra hanım da kabul eder, o karşılığını ödemeyi üstlenir ise o zaman kadın hiç kocasının evinde beklemesine gerek kalmadan babasının evine gider. İşte o zaman kadının beklemesi hamile olup olmadığının anlaşılması içindir. O da bir ayda anlaşılır. Üç ay beklemesine lüzum yok. Yani hanım ayrılmak istediği zamanki iddet hükmü farklıdır, erkek ayrılmak istediği zamanki farklıdır. İlşkiler tamamen farklı. Peygamber(sav) de o Cemile yada Habibe (iki ayrı rivayet var), Sabit Bin Kays’ın karısı. Ona iddet bekle dememiştir. Ailenin yanına git demiş. Bir hayız süresi bekle demiştir. Yani bir kere adet görüp temizleninceye kadar bekle demiştir. Ondan sonra istediği kişi ile evlenebilir. Tabi kendisini boşayan koca ile evlenmek istiyor ise onun beklemesine gerek yok. Kendisini boşayan demeyelim de kendisinin boşandığı koca ile. Çünkü burada fail kadın. Şimdi bütün bu bilgilerden sonra bu ayeti tekrar okuyalım. İlk okuduğum zaman eminim ki hepiniz demişsinizdir ki; ya bunun, kadının boşanma hakkı ile ne alakası var? Şimdi okuyayım. Bakın epeyce zihinleriniz hazırlandı. Şimdi bakalım ne diyeceksiniz?
“Ya eyyuhellezine amenu iza caekumul mu’minatu muhaciratin femtehinu hunn: mümünler, mümin kadınlar hicret ederek gelirler ise”, bunlar kocalarından kaçan mümin kadınlar. Kocaları mümin değil. Kocaları müşrik. “Gelirler ise onları imtihan edin”. Geldikleri zaman ne niyet ile geliyor bu kadınlar? Kocalarından ayrılmak için geliyorlar. Kocalarının yanında mutlu olsalar gelmezler değil mi? Gelmezler. Şimdi bu örnek olay ile ilgili ayetler var. Kuranı kerimde ayetler arası ilişkileri doğru kurarsanız, her bir konunun hayal edemeyeceğiniz kadar detayı kuranda bulunur. Ama ayetler arası ilşkileri kuramazsanız, bizim fukahanın dediği gibi şunu söylersiniz. Fukaha dediğim, bizim mezhepler yani fıkıh mezhepleri. Dersiniz ki; naslar yani kuran ve sünnet metinleri sınırlı, olaylar sınırsız. Sınırlı metinler ile sınırsız olaylara çare bulunamaz. Dolayısıyla arada bir boşluk doğar, o boşluğu biz dolduracağız dersiniz. Yani kendilerini şari yerine, şeriat koyan yerine yerleştirirler. Ama ayetler arası ilişkiyi doğru kurarsanız, bakarsınız ki arada ne boşluğu, AllahTeala en ince detayına kadar bütün hükmleri koymuş. Hiç bir boşluk yok.
Şimdi bu hanımlar kocalarından ayrılmak üzere,ayrılmak niyetiyle gelmiş, müslümanlara sığınmışlar. Peki müslüman olduğu halde kocası kafir kendisi müslüman olduğu halde gelip müslümanlara sığınmayan, ailesi içerisinde oturan hanımlar var mı? Nereden biliyoruz? Tabi sen bizim derslerde öğrendin değil mi? Şerafettin bizim talebedir, onun için biliyor. Kopya çekmiş derslerden! Şimdi bu Hudeybiye antlaşması ile ilgili hem Mümtahine suresi var hem Fetih suresi var. Fetih suresini daha önce okumuştuk. Birazcık geriye doğru gideceğiz. 48.sure olması lazım. 25.ayet, 515.sayfa. Fetih suresi. “Humullezine keferu ve saddukum anil mescidil haram: kafir olanlar sizi mescidi haramdan engellediler”. Yani Medine’den kalktınız umreye geldiniz, sizi içeri sokmadılar. “Vel hedye: ve o kurbanlık develerin de yerine ulaşmasını engellediler”. Onları da engellediler. “ma’kufen en yebluga mahillehu: kesilmesi gereken yere ulaşmasını engellediler, halbuki onlar ilaretli develerdi”. “Ve levla ricalun mu’minun: eğer Mekke’de mümin erkekler olmasaydı”,”ve nisaun mu’minatu: ve mümin kadınlar olmasaydı”. “Lem ta’lemuhum: sizin bilmediğiniz, tanımadığınız”. Yani o Mekke müşriklerin elinde ama orada mümin kadınlar var, mümin erkekler var. Siz bunları tanımıyorsunuz. Bunlar imanlarını açığa vuramıyorlar, gizli. “En tetauhum: Mekke’ye girdiğiniz zaman onları ezip geçebilirdiniz”. “Fe tusubekum minhum maarratun: bundan dolayı size bir utanç dokunurdu”. Yani mümin kardeşinizi öldürmenin utancını taşırdınız. “Ve gayri ilm: bilgisizce öldürmenin”. Girmişsiniz Mekke’ye, bir çok müslüman hanım ve erkek var. Siz onları müşrik zannederek ezip geçmiştiniz. Eğer böyle bir durum olmasaydı Allah size Mekke’ye girme ruhsatı verecekti. Onun için Mekke’ye girmeden antlaşma yaparak geri döndüler. O zaman buradan ne anlarız? Mekke’den mümin olduğu için kaçıp gelen kadın sadece bunlardan ibaret mi? Nice mümin kadınlar var Mekke’de ki kocası kafir. Onlar kaçıp gelmemişler. Değil mi? Hayır, imkan bulamamış da olabilir, kocasından memnun da olabilir. Müftülükte uzun süre çalıştık. O zaman fıkıh kitaplarına bakarak fetvalar veriyorduk. Eğer müftülükte ben 21 sene kalmasaydım, bu noktalara ulaşmamın mümkün olmayacağını düşünüyorum. Dolayısıyla İstanbul Müftülüğü benim için inanılmaz derecede ufuk açıcı, yetiştirici bir mekan olmuştur. Yani orada geçen vakitlerim, benim belki en değerli vakitlerimdir. Neden? Çünkü karşınıza bire bir vatandaş geliyor. Onun problemleriyle sabahtan akşama kadar boğuşuyorsunuz. Fıkıh kitaplarından fetva veriyorsunuz, sizin vicdanınızı rahatsız ediyor. Bir daha bakıyorsunuz yanlış mı anladık diye. Bazen de nadiren de aklınıza geliyor, acaba bununla ilgili bir ayet var mı diye. Bir bakıyorsunuz, arada uyumsuzluk görüyorsunuz. Ya uyumsuzluk olmaz canım, bizim ulemamız kurana aykırı hiç bir şey yapmazlar diyorsunuz. Bir, iki, ya kardeşim bu? Sonra da yoo arkadaş! Burada bir hata var demeye başlıyorsunuz. Allah’a şükür o niğmeti C. Hakk bize nasib etti hamd olsun. Şimdi hep birlikte meyvelerini yiyoruz. İşte Mekke’den gelmiş hanımlar. O zaman ben müftülükteyken bazı kadınlar gelir yada telefon ederlerdi. Hocam, benim beyim inançsız bir adam. Bana son derece saygılı hatta sabah namazına bile beni uyandırır. Namaz kılmazsam, hanım namazın geçiyor falan der ama inançsızdır. Çoluğum var çocuğum var. Ben bununla birlikte ailemi sürdürebilirmiyim? Çok böyle soranlar olmuştur. Belki sizin de tanıdıklarınız vardır. E şimdi kitaplara bakıyoruz, hangisine bakarsak bakalım karı kocadan birisi kafir oldumu aile otomatikman sona erer. Anında. Dolayısıyla ayrılmaları gerekir. E bizde öyle diyorduk. Diyordum ama böyle içim cız ediyordu. E şimdi işte buyurun! Mekke’de kalan kadınlara C. Hakk bir şey demiyor. Ekekler var karılıları müşrik. Kadınlar var kocaları müşrik. Ama oradan gelenler, kaçıp gelenler kocalarından rahatsız olanlardır. Yoksa bir kadın, kolay kolay ailesini bozup bir yere gitmez. Bu kolay bir şey değildir. Demek artık bunalmış geliyor. Kocamdan ayrılmak istiyorum diyor. Ayrılmak istiyor ise bunun hukuki bir sonuca bağlanması lazım. Şimdi bu, kadının tek taraflı talebi. İslam hukuku, işte okuduk Bakara suresinde. Müslüman kadın da olsa tek taraflı talepte bulunuyor ise bu talep haklı görülürse, kadına ayrılma yetkisi verilir. O zaman da işte fidyesini verecek. Yani kocasından aldıklarını. İşte burada da geliyor müminlere. Onları imtihan ediyorlar. Erkeğin ailesine bir hakem göndermek mümkün değil ki bu şartlarda.
“Allahu alemu bi inanihinne: inanlarını C. Hakk daha iyi bilir”. “Fe in alimtimu hunne mu’minatin”, baktınız ki bunlar mümin, inaçlarından dolayı gelmişler. İnancından dolayı olmasa da kocasından ayrılabilir de burada bir farklı hüküm var. Parayı sen vereceksin. O zaman kadına dersin; banane, sen kendin ver. Ama burada sen vereceksin, imanından dolayı gelmiş.
“Fe in alimtimu hunne mu’minatin fe la tercihi hunne ilel kuffar”, baktınız ki bunlar gerçekten mümin, o zaman kafirlere geri döndürmeyin.
“La hunne hıllun lehum ve la hum yehıllune le hunne”, çünkü artık karar verilmiş. Yani bu kadınlar gelmişler fiilen. Siz de bunların haklılığına karar vermişsiniz. Artık kadın kocasından ayrılma noktasına gelmiş, bir tek husus kalmış? Hangisi? Kocanın harcadığını vermek. Onu da bu kadın veremez ki. Ancak canını kurtarmış. Artık bu noktadan sonra geri çevirmeyin. Bu gelen kadınlar, kocalarına helal değildir. Onlar da bunlara helal değildir. Peki gelmeyen, Mekke’dekiler? Onlar devam edecekler. Onlar için haramlık diye bir şey söz konusu değil. Bakın, boşanma noktasına geldikten sonra “la hunne hıllun lehum ve la hum yehıllune le hunne” diyor. Karar noktasına geldikten sonra bu hüküm belirtiliyor. Karar verilince tamam, artık helallık ortadan kalkıyor. Ondan sonra yapılması gereken, kocanın harcadığının iadesidir. Ondan sonra diyor ki; “ve atuhum ma enfeku: kocalarına, yaptıkları harcamayı verin. Bu kadınlara ne harcamışlar ise verin. Efendim o kafir bölgesinde falan yok. Çünkü burada hukuki bir durum söz konusu. Bu kadının kocasından ayrıldığını alem de bilmiş olacak aynı zamanda. Tazminatı geldiği zaman tamam artık. Karısının kendisinden ayrılmış olduğunu kesin olarak öğrenmiş oluyor. Şimdi ayrıldı mı? Artık bu kadın serbest. Bakın burada iddet bekleme falan yok. “Fe la cunaha aleykum en tenkıhu hunne iza ateytumuhunne ucurehunne”, bu kadınlar artık kocasız kalmışlardır, mehirlerini verdiğiniz takdirde onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. İşte bu gelenlerden birisiyle Hz. Ömer evlenmiş rivayete göre. “Ve la tumsıku bi isamil kevafir”, sizin de nikahınızda kafir kadınlar var. Medine’de. Hz. Ömer’in nikahında iki tane kafir kadın varmış. Müşrik kadın varmış. Bunlar da Mekke’ye gitmek istiyorlar. Onlar da müslümanlardan hoşlanmıyor. O zaman onun da, bileğine yapışma. Gitmek istiyor ise gitsin. Gitmek istemiyor ise kalacak. Evet, inançsızdır ama hanımını seviyorsundur. Olur. Peygamberimiz’in kızı Zeynep’in kocası Ebul As, Peygamberimiz’in en azılı düşmanlarındandı. Ama Zeynep kocasını çok seviyordu, ayrılmak istemiyordu. Ebul As da karısını seviyor, O da başkasıyla evlenmiyordu. E ne yapacaksın? Bu başka bir şey. Yok efendim, karı kocadan birisi kafir oldu: çeksin gitsin. Ya kardeşim, yani insan akşamdan sabaha imanını değiştirir ama karısını nasıl değiştirsin? Hayır Allah emretmiş ise tamam. Ama işte ayetler ortada. Bu konuda ayrı bir ders yapacağız inşallah. Ben şimdi sadece değiniyorum. Amerika’dan bir arkadaş sormul: bu husus yeterince anlaşılmadı. Bizim burada yüzlerce hanım var bu şekilde. Kardeşim anlatmadım ki anlayasınız. Onu daha sonra anlatacağız inşallah.
Şimdi, gitmek isteyen kadın gitsin. “Ves’elu ma enfaktum: onlara yaptığınız harcamayı isteyin”. Şimdi bizim gelenekte, bu sabah işte oradaki arkadaşlar ile oturduk tefsirlere baktık. Siz de bakın. Bu ayetleri doğru açıklayan bir tane tefsir bulup getirebilirseniz yani iyi diyeceğiz. Ama ben inanıyorum ki vardır. Şu kütüphanelerin hiç okunmayan köşelerinde vardır. Çünkü dikkat ile bu ayetleri okuyan herkes anlar. Şimdi burada diyorlar ki; kafir kadınları nikahınızda turmayın diye mana veriliyor. Belki elinizdeki meallerde öyledir. Elmalı’nınkinde öyle yok da ismetlerine yapışmayın diyor. Parantez içerisinde nikahınızda tutmayın demiş. Nikahında tutmazsan ne yaparsın? Boşarsın. Peki boşadığın kadından verdiğini alabimiyormusun geriye? Ancak fahişelik yaparsa alabiliyorsun değil mi? Onun da usulü var. Sırrını ortaya çıkarmazsan rezil etmezsen alabiliyorsun. E peki burada diyor ki Allah: “ves’elu ma enfaktum: harcadığınızı isteyin”. Buna nasıl talak diyebilirsiniz? Keşşaf tefsiri ne yapmış? Meşhur bir tefsirdir o. Ben onların hepsini buraya yığmak isterdim ama burada olmaz o. Bizim talebeler ile ders yaparken onu ortaya koymak lazım. Onlar görmesi lazım bu kitapları. Ama gene bir kaç tane getirdim. Yani halk arasında adı bilinen meşhurlardan bir kaç tabe getirdim.
Katılımcı: Hocam, kafir kadınları nikahınızda tutmayın diye bir ayet var mıydı?
Katılımcı: İnandıklarını bilirseniz. Bu hanımların inandıklarından dolayı geldiklerini bilirseniz.
Katılmcı: Çünkü bunlar onlara helal olmaz. İmanından dolayı olmuyor mu? Birinin mümin, birinin kafir olduğundan dolayı.
Soru şu: onların mümin olduklarını anlarsanız geriye çevirmeyin. Bunlar onlara helal değildir, onlar bunlara helal değildir. Bu genel kaid değilmidir diye soruluyor. Helal olmaması küfür ve imandan dolayımıdır deniyor. Şimdi işte bunu ben açıklayabilmek için Fetih suresinin ayetini okudum. Bu kadınlar geldikleri zaman Mekke’de mümin kadınlar vardı ki kocaları kafirdi. Mümin erkekler vardı ki karıları kafirdi. Onlarla ilgili bir hüküm yok. Şimdi biz burada olayı anlayabilmek için Sabit Bin Kays’ın hanımını düşünelim. Sabit B. Kays’ın hanımı, Peygamberimiz’e geldi. Sabah namazına çıkıyordu Peygamberimiz. Alaca karanlıkta gördü. Hayırdır? Sen kimsin? Ben Habibeyim. Yada Cemile, değişik rivayetlerden bahsetmiştik. Ben Habibeyim ya Resulallah. Hayırdır? Ben artık bundan sonra Sabit ile aynı yastığa baş koyamam. Kesin kararlıyım. Peygamberimiz bakıyor ki kadın gerçekten kararlı. Çünkü komşusu daha önceki ilişkilerini biliyor. Şimdi kadının gerekçesini kabul ediyor. Peki diyor verirmisin Sabit’e aldığın o bahçeyi? Bahçeyi aldığını da biliyor Peygamberimiz. Veririm diyor. Bitti. Artık bundan sonra bu kadın sabite helal olur mu Mehmet Hoca? Bu kadın Sabit B. Kays’a helal olur mu bundan sonra? Olmaz. Çünkü gerekçesi haklı görülüyor ve karşılığını da kendisi vermeye hazır. Anlaşıldı mı Mehmet Hoca? Nasıl Sabit B. Kays’ın karısı Sabit’e helal olmazsa-ikisi de müslüman-aynı şekilde bu defa gelen kadın ben kocamı sevmiyorum diye gelmiyor. Kocam kafir, onun için Onunla birlikte olmak istemiyorum diye geliyor. E tamsm kocanın kafir olduğunu biliyoruz. Çünkü Mekke’de, onu araştırmamıza lüzum yok. Değil mi? Ama peki sen müslümanmısın? Onu bir öğrenelim. Bakın Peygamberimiz Sabit B. Kays’ın karısını tanıyordu. İlişkileri biliyordu, onun için hakeme gerek görmedi. İmtihana gerek kalmadı. Ama şimdi Mekkeli kadın geliyor, ben müminin kocam kafir. Onun için geldim diyor, ayrılmak istediğini söylüyor. E tamam, kocanın kafir olduğunu biliyoruz ama sen müminmisin? Onun için imtihan ediliyor. İmtihan edilince mümin olduğunu anladınmı kadının ayrılma gerekçesinin haklılığını anlamış oluyorsun. O haklılık ortaya çıktıktan sonra artık bu kadın öbür kocasına helal olur mu? İşte onun içindir. Yoksa bu kadın müslüman olduğu için değil. Çünkü müslüman olduğu halde müşrikin yanında olanlar zaten var Mekke’de. O da Fetih suresinin ayetinin şehadetiyle. Anlatabildim mi acaba? Anlayabildiniz mi? Bu esas sizi ilgilendiriyor. Ama gerçi herkesi ilgilendiriyor. Anlaşılmayan yer kaldı mı? Ben bile anladım. Gayrı müslümler ile nikahı ayrı bir derste anlatacağız. Bu günkü dersin konusu o değil. Sadece Mehmet Hoca’nın haklı sorusuna cevap verdim. Çünkü bu soru çok önemli. Başkaları sormuyor, herkesin zihninde bu var. Mehmet Hoca bunu bütün açıklığıyla sordu. Eğer cevap da tatminkar olmadıysa tekrar şey yapayım. Oldu mu? Tamam. Bu çünkü çok önemli soruydu. Bir çok kimsenin zihnini bu soru karıştırıyor. Zaten ulemanın zihnini de karıştıran burası. Şimdi ondan sonra “ve la tumsıku bi isamil kevafir: kafirlerin ismetlerine yapışmayın”. İsmet, koruma. Nikah ile oluşan bir koruma. Nikah ile birlikte erkek, karısını koruma görevini üstleniyor değil mi? Kadın gitmek istiyor, diyorsun ki hiç bir yere gidemezsin. Bizim kitabımızda boşanmak yazmaz der Anadolu’da bazı kimseler. İşte Allah diyor ki; “ve la tumsıku isamil kevafir” kafir kadınları korumanızda diye koluna yapışıp da onları bırakmamazlık etmeyin. Gitmek istiyorlarsa gitsinler. İstemiyorlarsa kalsınlar. Yani sen, nasıl Mekke’deki müslüman kadınların müslüman olmayan kocalarından kaçıp sana gelmesini doğru kabul ettiysen, o zaman sendeki aynı hakkı, Mekke’deki mümin kadına tanıdığın hakkı senin nikahın altındaki kafir kadına da tanıyacaksın diyor Allah burada. Tamam. O da gitsin. Sen şimdi nasıl Mekke’den gelen kadını kocasından ayırmak için o kocanın harcadığını ona iade ediyorsan, senin karın da gidecek ise senin ona harcadığını da ondan iste. Dengeyi görüyormusunuz? “Ve la tumsıku bi isamil kevafir”. Yani senin bileğinden yapışan yok. Gidiyorsan git ama “ves’elu ma enfaktum: yaptığınız harcamayı onlardan isteyin”. “Vel yes’elu ma enfaku”, şimdi bu defa Mekke’deki adam diyecek ki; sen istiyorsun, niye bana isteme hakkı vermiyorsun. Bizim hanımın kaçıp gelen kadının söylediğine bakarak bana harcadığımı gönderiyorsun. Bir de bana isteme hakkı tanı. Tamam, sen de iste. Yani kadının, kocam bana şunu harcamıştır diyerek gönderdiğini kabul etmeyebilirsin. Talep hakkın var. Gelirsin, talep edersin. Bu devletler hukuku açısından son derece önemli bir hükümdür. “Zalimum hukmullah: bu Allah’ın size verdiği bir hükümdür”.”Yahkumu beynekum: aranızda Allah hükmeder”.”Vallahu alimul hakim: Allah bilir ve doğru karar verir”. (MUMTEHİNE 10).
Şimdi peki Mekkeli kadın kocasından kaçtı. Ya Medineli kadın da kaçar giderse ne yapacağız? Hadi Allah’a ısmarladık diyenden yaptığınız harcamayı istediniz, aldınız. Öyle değil de gizli gizli, verdiğin bahçeyi sattı, parayı da çıkınına koydu, bir kervana katılıp gitti Mekke’ye. Ne yapacaksın şimdi? Peşinden nasıl gidersin? Biraz zor gidersin. Onun da çaresi var. Bak diyor ki. Tabi burada konulan hükümler evrensel ama yerel bir örnek üzerinde tatbik ediliyor ve evrensel bir hüküm konuyor.
“Ve in fatekum şey’un min ezvacikum ilel kuffar: hanımlarınızdan birisi kafirlere kaçarsa”. Kaçtı gitti. Verdiğini de alamadın. “fe aakabtum: siz de buna bir karşılık verme imkanı bulduysanız”. Savaş yoluyla yada başka bir şekilde. “Fe atullezi zehabet ezvacihum: karıları gitmiş olanlara (ganimet elde ederseniz) ganimetten, önce karıları gitmiş olanlara harcamalarını karşılayın”. Çünkü karşı tarafın şeyini aldınız ya. Bunlara verin. Peygamberimiz öyle yapmış. Kimin karısı kaçmıştı? Falan, falan, falan. Gel bakayım, ne harcama yapmıştın? Şu, şu. Al, önce onlara veriyor. Sonra ganimeti paylaştırıyor. Bak hiç bir eksik bırakmamış değil mi kuranı kerim?
Verin ama neyi vereceksiniz? “Misle ma enfaku: yaptıkları harcamabın tam mislini”. Ne fazla, ne noksan. “Vettekullahellezi entum bihi mu’minun: inandığınız Allah’tan korkun”(MUMTEHİNE 11).
Şimdi biraz da geçmişe dönelim. Burada bir kitap var. İsmaim Hoca okuyabiliyormusun? Ne yazıyor? El Hidaye. El Hidaye kitabı sana ne anlatıyor? Hanefi mezhebinin en temel kitaplarındandır fıkıhta. Yani Hidaye’yi okutabilmek bayağa bir şey sayılır. Şimdi, dedik ya bu ibtida kuranda geçiyor. Fıkıhta bunun adı “hul”, “hul”a çevrilmiştir. “Hul” “halea” şu ceketi çıkarmak gibi. “İla nisaikum hunne libasun lekum ve entum libasun lehun: kadınlar sizin elbiseniz, siz onların elbisesisiniz”(BAKARA 187) buyuruluyor ya ayette. İşte erkek bir elbiseyi çıkarır gibi karısını çıkarırsa, ona hul deniyor. Şimdi hul anlatılırken bakın burada diyor ki; Peygamberimiz şöyle demişmiş; “el hul’u tatlikatun bainetun: hul bain talaktır”. Talakı kim yapardı? Erkek. Şimdi hul da erkeğe kadının belli bir mal vermesi karşılığında erkeğin karısını boşamasıdır. Böyle tarif ediyor. Erkek kabul etmezse olmaz. Dört mezhebin dördü de böyle. Tamamı böyle. Erkek kabul edecek. Etmezse boşama olmaz. Dersin başında ben size bir şey söyledim. Bu hul kelimesi ne kuranda geçer, ne sünnette geçer. E peki ya bu, Peygamberimiz böyle demiş diyor. Bu, Hidaye. “Hul, bain talaktır” diye bunu söylüyorlar. Bu da bir kitap. Nasbur Raye Fi Tahric EHadis El Hidaye. Bilenler söyledin bu ne kitabı. Hanefi mezhebinin meşhur kitaplarından. Bu da meşhur Hanefi alimlerinden Zeylai. Hidaye’nin kullandığı hadislerin doğruluk derecesini araştıran bir kitap. Yani bu kitabın kullandığı hadisler üzerinde yapılmış bir çalışma. Bu zatın vefatı 762 hicri. Şimdi 1427’deyiz. E bu zat 826, kaç sene olmuş? 600 küsür sene önce vefat etmiş bir zat. Şimdi bu zat ne diyor? “El hul tatlikatun bainetun” sözünün Peygamberimiz’e ait olmadığını söylüyor. Peygamberimiz’in böyle bir sözü yokmuş. Yani ne uydurma kitaplarda var, ne sağlam kitaplarda var. Hiç bir yerde yok. Nereden bulmuşlarsa buraya koymuşlar. Bununla hukuk tespit ediyorlar. Öyle basit değil, hukuk tespit ediyorsun. Adına ne hukuku diyorsunuz? İslam ile bir alakası var mı? Şimdi bununla ilgili bakın be söylüyor Nasbur-raye; “kale aleyhisselam el hulu tahlikatun bainetun” bu kitabı naklediyor. Yani bu kitap dedi ki: Peygamberimiz şöyle demiştir; hul, bir bain talaktır. Bain talak, yani ona göre karısını boşar ise kendi arzusuyla geri alamaz, kadın isterse alabilir. Ama burada diyor ki; “hultu revet Dare Kutniyyi summe Beyhakiyyu fi sunenihima min hadisi Abbad Bin Kesir an Eyyube an İkrimete an İbni Abbasin ennen nebiyye(sav)e calel hule tatlikaten baineten”. Şimdi Dare Kutni’de ve Beyhaki’de şöyle rivayet varmış. Abbad Bin Kesir, Eyyub’dan. O, İkrime’den. O, İbni Abbas’tan şöyle rivayette bulunmuştur ki Peygamberimiz hul’u bir bain talak saydı. Peygamberimiz hul, bir bain talaktır dedi değil. Öyle saydı diye bir yorum nakletmiş. Bir yorum. Ama ondan sonra diyor ki; sayıyor burada, bu Abbad bin Kesir: bu adamdan hadis alınmaz demiş bütün hadisçiler. Hepsi öyle söylemiş. Bu adamdan hadis alınmaz. Bakın Hanefi’ni kitabı bu, başkasının değil. Tamam. Zaten bunun tam tersi rivayetler var, o ayrı bir konu. Benim size ders anlatırken anlattığım rivayetlerin hepsi sahih rivayetlerdir.
Şimdi şurada bir kitap var. Bu kim? El Buhari. Sahihi Buhari. Sahihi Buhari’yi biz nasıl kabul ederiz? Nasıl bilirsiniz! Öyle denir değil mi? Şimdi açacağım. İşin içerisine siyaset girmez ise doğru ama devletler girer ise işin rengi değişir. Şimdi ismini söylemeden bir hocadan bahsedeyim. O başörtüsü yasağı konduğu zaman. Bana da Servet anlattı ama başkalarından da duydum, kendi ağızından da itirafı duyduk. Ağızından değil de yazısından. Ama Yaşar Nuri Öztürk değil. Rektörlük, fakülteyi temsilen birisini istiyor. Dekan yok, dekan yardımcısı yok, hocalardan bir tanesi gidiyor. Bizim buradaki talebelerin zamanında değil, eskiden. İşte o 28 Şubat’ın yeni dönemlerinde. Gidiyor oraya. Toplantıya katılıyor fakülteyi temsilen. İstanbul Üniversitesi’ne gidiyor. Orada eski fektör baş örtüsü ile ilgili bir şeyler konuşuyor. Orada birisi diyor ki; Efendim, içimizde İlahiyat Fakültesi’nden bir hocamız var. Ona soralım. Hocam, kuranı kerimde baş örtüsü var mı yok mu diye soruyor. O da düşünüyor taşınıyor, ne diyor Servet? Yoktur diyor. Ben yoktur dedim ama niye dedim: ya fakülteyi kapatırlarsa. Ya kardeşim, sana soru gayet açık. Kuranda baş örtüsü var mı yok mu? Bu bir karakter meselesidir. Siz, üst makamdakilere hoş görünmek ister, bu her devirde böyle şeyler olur. Çünkü bu imtihan dünyasıdır. Karşınıza her zaman, her yerde bunun şartları çıkacak. Kendinize göre kendinizi haklı sayıp yanlışlıklar yapacaksınız. Yapmamanız gerekiyor. Bu her devirde olacak. Çünkü her devirde her insanın hayatı dünya hayatının tamamı gibidir. Adem(as) falan zamanda gelmiş. Ondan sonra şu, şu peygamberler gelmiş, beni niye ilgilendiriyor kardeşim. Benim için dünya hayatının tamamı doğumum ile ölümüm kadardır, onun dışındaki beni hiç ilgilendirmiyor. İlgilendiriyor mu Mehmet Bey? Bana ne. Öyle değil mi? Benim için şu dünyanın tüm hayatı Adem(as)’dan kıyamete kadar süren süre değil kesinlikle. Ben ne zqman doğduysam o zaman başladı, ne zaman öldüysem o gün de kıyamet koptu. Bitti. Onun dışında beni ilgilendiren bir şey var mı? İşte bu süre içerisinde okuduğumuz, duyduğumuz imtihanların değişik şekilleri bizim başıımızdan geçecek. Dimdik durabilirsek kazanırız, eğildikmi kaybederiz. İşte eskiden de eğilenler vardı, şimdi de var. Değişen bir şey yok. Bu çok değeli bir kitap. Ama burada çok sayıda ilşm yolcusu var şu anda salonda. Aşağı yukarı %30’dan fazlası ya ilim adayı yada ilim adanı adayı. Bilhassa onların bilmesi için. Yani bu kitap istifade edilmeyecek bir kitap değil ama öyle büsbütün de bağlanacağınız bir kitap değil, onu da bilmiş olasınız. Sadece, kayıtsız şartsız bağlanılacak olan tek kitap kuranı kerimdir. Şimdi bakın. Hul ile ilgili olarak zaten Hidaye buradaki hadisleri sahih görmediği için başka bir şey almış. Çünkü bunların foyası ortaya çıkmış. Ne bilsin ki Nasbur Raye diye birisi gelip de ortaya çıkaracak. Şimdi burada İkrime kanalıyla İbni Abbas’tan hadis geliyor. İkrime, İbni Abbas’ın azatlı kölesidir. İmam Malik, İkrime’nin hadislerini kabul etmez. Ona güvenmez. Zaten İkrime kanalıyla gelen hadisler genellikle problem doğurur. İbni Abbas da hanedandan. Çok değerli bir alim, çok değerli bir sahabe. Şimdi böyle değerli insanlar en fazla iftira edilen insanlardır. Onun için İbni Abbas’tan aynı konuda bir birini tutmayan çok zıt rivayetler gelir. Şimdi burada İkrime kanalıyla İbni Abbas’tan bir hadis rivayet ediyor. Diyor ki bak; Peygamberimiz o, burada Cemile diyor. Yok, Sabit Bin Kays’ın karısı diyor, ismini söylememiş. Sabit B. Kays’ın karısı, Peygamber(sav)’e geldi dedi ki; ya Resulallah, Sabit B. Kays’ın ne ahlakını küçümsüyorum yani ahlakından dolayı söyleyeceğim hiç bir şey yok. Ahlaklı bir insandır. Dininden dolayı da bir şey söylemiyorum. Dindar da bir insandır. Ama müslüman olduktan sonra kafir olmaktan korkuyorum. Yani hiç sevmiyormuş. Peygamber(sav) demiş ki; Onun sana verdiği bahçeyi iade edermisin? Evet demiş. Peygamberimiz demiş ki. Asıl kısım burası. “Akbilik halikate ve tallika taktikaten” Peygamberimiz de demiş ki; bahçeyi al, karını bir talak ile boşa. İşte bu kısmı yanlış. Bu kısmın yanlışlığını da kendisi söylüyor. Yani Buhari’nin kendisi söylüyor. Yani namuslu bir insan. Allah rahmet eylesin. Yani ilim haysiyeti var. Ama hangi şartlar ona bunları yazdırmıştır? Yanlız satır arasında onu koyuyor. Ey akıllı adam bak diyor. Ben bunu yazdım ama öyle rahat yazmadım haberin olsun. Şurada şunu yazmış. “Kale Ebu Abdillah”, bu Buhari’nin lakabı. “La yutabeu fihi an İbni Abbas: hul konusunda İbni Abbas kanalıyla gelen hadislere uyulmaz diyor. Ama hep yaptığı rivayetler İbni Abbas kanalıyla. Yani bak ben bunları yapıyorum. Oraya küçük bir cümle koymuş, dikkatli olun diyor. Ama “hul”u talak sayanların büyük bir çoğunluğu da Buhari’nin bu rivayetine dayanır. Ya, adam buraya yazmış! İşte gerçekten ilim namusu varmış, Allah rahmet eylesin. Buraya yazmış. Ondan sonra daha da ileri, İkrime’den munkatı olarak hadisler gelmiş. Burada, yine buraya yazmış. Ve bunların hiç birisine uyulmaz da diyor kendisi. Fakat gelin görün ki bizim kitaplarımızda bunlar delil olarak alınıyor. Neyse. Şimdi biraz vakit geçti, dersimizi bitirelim. İnşallah haftaya bu konunun kalan kısmını tamamlarız. Bir de müslümanlar ile gayri müslimlerin evlenmeleri olayını inşallah burada anlatırız. İbni Abbas, Peygamberimiz’in amcasının oğlu. Abbas amcası, İbni Abbas da Abbas’ın oğlu demek. Çok değerli bir sahabe de böyle çok değerli insanları bazı kişiler kendi arzuları için istismar ederler.