Euzubillahimineşşeytanirracim,
Bismillahirrahmanirrahim,
Elhamdülillâhi Rabbil-‘âlemîn. Vel-‘âkıbetü lil-müttekîn. Vessalâtü vesselâmü ‘alâ Rasûlinâ Muhammedin ve ‘alâ âlihî ve sahbihî ecma’în.
Bugün Nuh suresiyle devam ediyoruz. Surenin ilk 4 ayetini yapmıştık, ayetler üzerinde tekrar durmadan kısaca okuyalım ve bütünlük bozulmadan devam edip okuyalım.
Bismillahirrahmanirrahim
ve etiy’uni “ve bana boyun eğin”. Yani ben ne diyorsam onu yapın. Çünkü Allah’ın elçisidir, Allah Teâlâ kendi sözlerini insanlara elçilere aracılığıyla bildirdiği için, aslında o elçiye itaat onu gönderene itaattir.
inne ecelellahi iza cae la yuahharu “Allah’ın belirlediği süre gelince artık geriye bırakılmazsınız”
lev kuntum ta’lemune “bunu bir bilseydiniz böyle yapardınız”.
Nuh AS’ı biliyoruz, Adem AS’dan sonra gelen peygamberlerden. Kendinden önce İdris AS var. Kavminin içerisinde 950 sene kalmış. Tebliğ vazifesini yapmış, ama insanlardan pek az kimse ona inanmış.
vestağşev siyabehum “Ve elbiselerine büründüler/elbiseleriyle kendilerini örttüler”
ve esarru “ısrar ettiler/inat ettiler”
vestekberustikbaren “büyüklendikçe büyüklendiler”
Şimdi Nuh AS onları davet ettiği zaman hep kaçıyorlar, neden kaçıyorlar acaba? Çünkü yapılan çağrının doğruluğunu çok iyi biliyorlar. Buna karşı söyleyecek sözleri yok, yanlış diyemiyorlar, hesaplarına da gelmiyor. O zaman 2 şey kalıyor, ya kaçacaklar, ya da kulaklarını tıkayacaklar ya da görünmeyecekler. Kaçmadıkları halde şöyle kenarda köşede kendilerini göstermeyecekler. Dikkat ederseniz aynı manzarayla bizler de karşılaşıyoruz. Aynı manzara, bazı kimseler görmezlikten geliyor, çünkü verecekleri cevap yok, bazıları kulaklarını tıkıyor, bazıları da kenar köşe bucak kaçıyor. Çünkü Nuh AS insanlara hangi tebliğde bulunmuşsa, Kuranı Kerim’deki tebliğ de o. Nuh AS’ın zamanındaki insanlar neyse şu andaki insanlar da o.
ve esrertu lehum israren. “onlar için gizli gizli davetlerde de bulundum”. Bazı kimseler gizli gizli davet edilir, bazıları açıktan açığa. Bir genel davet yapılır, bir özel davet yapılır. İşte Nuh AS bunların tamamını yapmış.
ve yec’al lekum cennatin “Allah sizin bahçeler oluştursun”
ve yec’al lekum enharen “ve sizin için nehirler oluştursun/sular aksın her taraftan”. Yani sadece ahiretle ilgili şeyde bulunmuyor Nuh AS, dünyayla ilgili de güzellikler teklif ediyor. Çünkü hakikaten insanlar Allah’ın dinine uyarlarsa, İslam fıtrat dini olduğu için, insanlarla tabiat arasında tam bir uyum olur. O zaman tabiattan da tam verim alınmaya başlanır. Her şey Allahü Teâlâ’nın emrinde olduğu için bütün bunlar kolaylıkla olur. İsyan ettiğiniz zaman bu isyanınız her şeyi rahatsız eder, önce kendinizi rahatsız eder, sonra çevreyi rahatsız eder, sonra diğer canlıları rahatsız eder.
la tercune lillahi vekaren. “siz Allah için bir ağırlık beklemiyorsunuz/yani Allah yeryüzünde ağırlığını koymayacak mı zannediyorsunuz?/Allah’ı hiç hesaba katmıyorsunuz/her şeyi kendiniz halledeceksiniz”. Bakın bu kadar davetler, bu kadar çağrılar, hepiniz Allah’ın yarattığı insansınız, bu dünya Allah’ın yarattığı bir dünya, ama sanki hiç Cenabı Hakk’ın ağırlığı yokmuş gibi davranıyorsunuz/hiçbir etkide bulunmayacakmış gibi davranıyorsunuz.
ve yuhricukum ıhracen “ve sizi yerden tekrar çıkaracaktır”. Şimdi tekrar söyleyeyim. Geçen gün bir emekli müftünün mektubu ulaştı. Diyor ki kıyamet koptuğu zaman yeryüzü diye bir şey kalmayacak diyor, her şey yok olacakmış. Sonra bunu Mehmet Rusi hocaya sordum, ben de öyle duymuştum dedi, değil mi? Dünya yok olacak diye. Bu şekilde söylemedin mi? Hani o müftünün gelen mektubunu okumuştuk. Anlamadın galiba. Tekrar ediyorum, tekrar dikkatle dinle. İnsanlar yok olacak, emekli müftünün mektubunda vardı, insanlar yok olacak, mektup yanında mı, yanındaysa getir. Mektubu şunun için okuyacağım. Din adına kitaplarda böyle fikirler oluşmuş, sanki bunlar doğruymuş gibi yer etmiş. Yarın mutlaka bir yerde karşınıza çıkacak, Kuranı Kerimle hiç ilgisi olmadığını görmeniz için. Kıyamet’te gökler paramparça, yıldızlar, ay ve güneş darmadağınık olur, dağlar atılmış pamuk gibi toz duman, serap olur. Denizler buharlaşıp yok olur. İnsan, cin ve melek, Allah’ın dilediği hariç helak olur, Bu hengâmede ne ceset kalır ne de medes (o da ceset manasına). Bu hal molekül ve atom zerreciklerinden infilak ve inticar etmiş cevheri fert parçacıklarından oluşan bir enkaz haline gelmiş, bir duman toz bulutu halinde. Bir fesat ve bir harabiyet midir? Yani böyle olacak demiyor, böyle mi olacak diye soruyor. Bir idamı külli, yani büsbütün yok olma mıdır? Ezelde halki evvel öncesindeki
(anlaşılamadı)24:03. “Allah vardı, onunla beraber hiçbir şey yoktu”. Yine Allah olacak hiçbir şey olmayacak mı diyor. Çoğunluğun kavli budur, her şey yok olacak. Sonra Kitaplarda öyle okuduğunu söylemiştin değil mi Mehmet hoca? Böyle şey olur mu dedim. Mehmet Bey hoca da dedi ki ben de öyle okudum kitaplarda dedi. Müslümanların kitapları bunu nasıl yazar? Hani başkaları oturup da bunu hayal ederek yazsa kendi kafasına göre tamam, ama bu bir emekli müftü bunu kitaplarda okumuş, biz öyle kitapları okumadığımız için bize çok garip geliyor, biz Allah’ın kitabını okumaya çalışıyoruz. Diyor ki dünya ahiret birbirinin karşıtıdır. Haşrü neşr dünyada ise ahirette değildir. Ahirette ise ki bunda şüphe yok, dünyada değildir. Şimdi buradaki kafa karışıklığını görüyor musunuz? Haşru neşr dedikleri yani insanların yeniden dirilmesi ve insanların toplanması bu dünya denilen gezegenin üstündeyse ahirette değildir, ahiretteyse dünyada değildir diyor. Ahiret nedir ki? Allah ne diyor? “Yevmül ahir” “Son gün”. Ve bu nerede olacak, işte bu dünyada olacak. Bu da Müslümanların Kuran’dan ne kadar uzak olduklarının çok açık ifadesidir. Her şeyi Kuran dışına itmişler, her şeyi. Ondan dolayı herkes diyor ki sizden duyduğumuz birçok şey yeni. Bir yerde konuşma yapacağım, beni takdim eden hoca dedi ki, bu hocadan hep yeni şeyler duyarız, şimdi yeni şeyler duyacağız dedi. Ben de çıktım dedim ki bak şimdi göreceksiniz, size yeni olan hiçbir şey söylemeyeceğim, söyleyeceklerimin tamamı Kuranı Kerim’dedir. Kuranı Kerim de yeni değildir. Ama Müslümanların Kuranla hiçbir ilgileri kalmadığı için, Kuran’ı anlattığınız zaman, söylediğiniz her şey yeni oluyor, ondan dolayı da büyük tepki topluyorsunuz. Kuranda yerini gösterince bu defa size tepki gösterenler kaçmaya başlıyorlar, çünkü cevap verecek halleri yok. Bu mektubu yazana telefon ettim, dedim ki gel, burada konuşalım, sonra Mustafa Çavdar da gitti görüştü. Gelmeye niyeti yok, çünkü konuşmaya gelse konuşulacak bir şeysi yok. Gelip ne yapacak? Şimdi ayeti kerimeye bakın.
27:42
ve fıha nüıydüküm “sizi bu toprağın içerisine tekrar iade edeceğiz”
ve minha nuhricüküm taraten uhra “yine bu topraklardan çıkaracağız” diyor.
Bakın bu kadar açık ayetlere rağmen, e peki bu topraklar yok olursa nereden çıkaracak Cenabı Hak? Yani bunu anlatan o kadar çok ayet var ki.
(anlaşılamadı)31:52 “Güneş kabuk bağlatıldığı zaman”.
(anlaşılamadı) “yıldızlar dağıldığı zaman”
Güneşi yıldızlardan saymıyor, o çok önemli. Az önce ayı da yıldızlardan saymadı.
(anlaşılamadı) “denizler kaynatıldığı zaman”.
Bakın güneş yerinde kalıyor, kabuk bağlıyor, işte bir kömür parçasının üzerini külün bağlaması gibi. Dünya da yerinde duruyor, dağlar eriyor, denizlerdeki şeyler dışarıya çıkıyor, yani bir şekil değişikliği meydana geliyor. Sonra yeniden yaratılış oluyor.
(anlaşılamadı)33:09. “o gün yeryüzü bugünkü şeklinden başka bir şekle dönüştürülecektir” diyor Allah. Gökler de öyle, devamı neydi?
(anlaşılamadı) “ve bütün insanlar, her şeye kesin hâkimiyeti olan Allah için yeniden ortaya çıkacaklardır”.
Şimdi bizim diğer bitkilerden farkımız şu, diğer bitkiler her gün yeniden oluşuyorlar, öyle değil, biz bir kere burada oluştuk, öleceğiz, toprağa karışacağız, sonra yeniden diriltileceğiz, bir kere daha yaratılacağız o kadar. Çünkü bizde bir ruh var, diğerlerde olmayan, hayvanlarda olmayan bir ruh var. Bizim bir imtihanımız var, bizim birçok yönden farkımız var, Cenabı Hak özel önem verdiği ruhu bize vermiştir. Bu bakımdan da tüm canlılardan farklıyız. Mesela bakın, az önce Hüthüt dedik, karıncalar falan dedik ama onların bir medeniyetinden bahsetmek mümkün değildir. Fakat insanların oluşturduğu bir medeniyet var, bir ilim var, teknoloji var, birçok şeyler var. Ben burada o dikkati çekmem şundan, çalışanlar hangi ilmi sahada çalışma yapıyorlarsa yapsınlar, sakın ha Kuranı Kerim’i göz ardı etmesinler, Kuranı esas alsınlar ki çalışmalarını çok üst seviyeden başlatsınlar.
subulen ficacen. “ficac olan yollar açmıştır”. Fec şu manaya geliyor, vadi olarak düşünün, 2 tarafı dağlardan oluşan, 2 dağın arasındaki bir yarık, biz buna ne diyoruz, geçit diyoruz, değil mi? Yani geçitler olmasa şu dağların arasındaki insanlar diğer taraftakilerden habersiz olarak ömürlerini bitirirler giderler. Ama ne olursa olsun mutlaka Cenabı Hak geçitler yaratmıştır, oradan insanlar öbür tarafa geçerler. Geçitlerden oluşan yollar yaratmıştır. Meallerde buna geniş yollar demiş, o mana da doğru, şu anlamda doğru, çünkü 2 taraf da boşluk geniş olursa, yol geniş olur, patika yol gibi olmaz değil mi? Baya geniş olur. O genişliği esas alarak geniş yol diye tercüme etmişlerdir, ama işin esası o değil. Fec kelimesi böyle, 2 dağın arasındaki yarık anlamına geliyor ki insanlar orayı yol olarak kullanırlar. Yani burada dağ derken bizim zihnimizdeki dağa gitmeyelim, 2 tepe arası dersek daha uygun olur.
rabbi innehum ‘asavniy “Onlar bana isyan ettiler ya Rabbi”
vettebe’u men lem yezidhu maluhu ve veleduhu illa hasaren. “Malı ve çoluk çocuğu kendisinin zararını arttırmaktan başka bir şey yapmayan şeyin peşine takıldılar”. İnsanlar dünyada zenginlere karşı çok büyük bir zaaf içerisindedir. O bakımdan da zenginlik bir taraftan çok büyük bir nimet gibi değerlendirilir, ama bana göre de çok büyük bir mahrumiyettir. Yani bir yönüyle çok büyük bir nimet gibi görünüyor. İnsanların o zenginlere olan ulaşma arzusundan dolayı zenginlerin iltifatını celbedebilmek için onların karşısında gerçek dışı beyanlara defalarca şahit olduğum için bunu söylüyorum, onlara doğruları söylemiyorlar. En âlimi bile bakıyorsunuz ki karşılarında takla atıyor. Onlar da doğruları öğrenme fırsatı bulamıyorlar. Sonra bakıyorsunuz ki körler sağırlar birbirini ağırlar. Bir zengine öyle demiştim, Türkiye’de önde gelen zenginlerden birisine, valla çok mahrum bir hayat yaşıyorsun demiştim. Şaşırdı, ne demek ya, herkes ona hayran kalıyor, mahrumiyet içerisindesin demiştim, adam şaşırdı. Ne demek dedi yahu? Dedim görmüyor musun, herkes gelip sana yağcılık yapıyor. Sen bu ortamda gerçeği nereden öğreneceksin dedim. Sesini çıkarmadı. Şimdi daha önce anlatmıştım da, birkaç senedir anlatmıyorum, bir daha bir anlatayım. Vehbi Koç’la 15 sene evvel evine davet edildik, senede birkaç kere gittik, kaç kere gittiğimi bilmiyorum ama 15’ten aşağı değildir. İşte vefatından 3 ay önce de gene beraberdik. Ben onun Müslüman olduğu kanaatindeyim, Allah rahmet eylesin. Çünkü yakından tanıdığım için, kendi yüzüne de bunu dedim zaten o ölmeden önce. Dedim bana soruyorlar ki Vehbi Koç Müslüman mı? Ben Müslüman olduğunu söylüyorum ama ben de sana şu soruyu sorayım dedim, ölmeden 2 ay önce. Yarın Allah sana soracak sana bu kadar imkânlar verdim, geniş bir nüfuz verdim, benim için ne yaptın? Ne cevap vereceksin dedim. Dedi işte Türk Eğitim Vakfını kurdum, Göz Hastanesi’ni açtım, Numune Hastanesine ilave yaptım falan bir takım şeyler söyledi. Dedim bu bahsettiğin şeyi İtalyan Tort ta yaptı. Sen Müslüman Koç olarak ne yaptın dedim. Böyle durdu, Ziraat Fakültesinin dekanı oradaydı, yurt dışına talebe gönderiyorsanız birkaç tanesinin bursunu vereyim dedi. Dedim ki bu din, yurt dışından mı öğrenilecek? Üniversite kurdun, Fen Lisesi kurdun, bunları niye kurdun demiyorum, iyi ki kurdun. Ama Allah’ın dininin öğrenileceği bir kurum oluştur, bu din yurt dışından öğrenilmez. Oraya gidilir, bir tecrübe şeyi olur o kadar. Neyse baya sıkıştı kıpkırmızı oldu, zaten biraz esmerdi. Sonra birisi onu elimden kurtardı, sonra da işte o zaman Diyanet İşleri Başkanıydı, Tayyar Atakulacı çağırmış, Tayyar beyle bir yerde görüştük, ya ne yapmışsın Koç’a dedi, çok sıkıştırmışsın. NE oldu hocam, ya ne yapalım diye sormuş, sonra da ne olduğunu bilmiyorum. Tabii vefat etti kısa süre sonra. Şimdi ilk gittiğimiz zaman sofraya oturduk, zaten 6 kişi miydik, olsun en fazla 8 kişidir, daha fazla değil yani. Şimdi o sofranın başında, ben onun hemen yanına oturuyorum, kaşıklar geldi, baktım, kaşıklar gümüş kaşık. Dedim bu hakiki gümüş mü, şüphen mi var dedi. Yok dedim emin olmak için sordum, ben bunlarla yemem dedim. Nasıl yemezsin dedi, Peygamberimiz yasaklamış dedim, o yüzden yemem. Şimdi herkes işaret etmek için kolluyorlar ama tabiatımı bildikleri için ondan da çekiniyorlar yani. İşaretten de çekiniyorlar, çünkü ben öyle Koç Moç dinlemem, ben orada adama söylerim Allah’a şükür şeyi. Gerçekten mi? Yemiyorum dedim. Aradılar mutfakta bir kaşık buldular, sapı eğriymiş, elleriyle düzeltip getirdiler. Bir de odun saplı bıçak getirdiler, çatal bulamadılar, ben onla bitirdim yemeğimi. Fakat kafasına iyice takılmış, ondan sonra işte bu bir daha beni çağırmaz dedim. Mektup gönderdi, birkaç kere telefon, 2. kez özellikle çağırdı, gittim. Daha dışarıdan girmeden hizmetçi koştu sizin kaşıklarınız hazır efendim dedi. Ve sonuna kadar ikimiz konuşurduk başkaları da sadece dinlerlerdi. O en son şeyde ayrılışımızda geldi şöyle iki yakamı tuttu hasta olmasına rağmen gitmemizi istemiyordu, yani gece geç vakte kadar oturduk, iki yakamı tuttu, bizim çocukların biraderlerin işlerini sordu, hep böyle detaylı bir şekilde. Dedim iyi iyi sağ ol, iki yakamı bir araya getirdin. Hoca dedi senin iki yakan çoktan bir araya gelmiş dedi. Bak sana bir şey söyleyeyim mi dedi, bugüne kadar ne dediysen hepsi doğruydu dedi. Tamamı doğruydu dedi. Ama niye sen beni ziyarete gelmiyorsun ki, hep ben seni zorla çağırıyorum da geliyorsun dedi. Tamam, geleceğim, ondan sonra da nasip olmadı. Şimdi siz mesela ben onun karşısına çıktığım zaman hep şunu düşünüyordum, onun zenginliği senin için önemli değil, onun insanlığı önemli. Cenabı Hak daha zengindir, bir şey istiyorsan Allah’tan iste, ondan değil. Ondan bir şey istersen ağzını açamazsın. Allah’tan bir şey istersen çok rahat konuşursun. İşte Nuh AS’ın dönemi de öyle. Bu Turgut Özal yeni başbakan olmuştu, ‘83 müydü, yanlış hatırlamıyorsam. Bizi topladı, işte doğum kontrolü ile ilgili olarak bir vakıf kuruyormuş, hocalar bize bu konuda yardımcı olun dediler. Herkes bir şekilde destek vaadi verdi. Ben dedim ben şahsen bu konuda başarılı olmaman için elimden geleni yaparım dedim. Yanlış yolda olduğunu anlatmak için destek veririz sana dedim. Orada fazla konuşturmadılar da. Şunu söylemek istiyorum, yalnız bir insan şunu ortaya koy, ben kimin kuluyum? Onun için gerçekten zenginlerin yanında insanların doğruları söylemediğini, bir başka kişiliğe büründüğünü defalarca gördüm. Bu sebeple zenginlik pek heveslenilecek bir şey de değildir. Çünkü insanlar bir başka sizden birşeyler bekliyorlar ya rol yapıyorlar karşınızda ne dediğini anlayamıyorsunuz. Birçokları da bunun mahkûmu oluyor, hiç farkına varamıyor, belki farkına vardığı zaman da iş işten geçmiş oluyor. Aklını kullanmıyor. İşte Nuh AS’da da öyle olmuş, bakın ne diyor Nuh AS. Ben bizden bahsediyorum başkasından değil, başkasından bize ne, Cenabı Hakka hesabı biz vereceğiz onlar da kendi hesaplarını verecek.
innehum ‘asavniy “onlar bana isyan ettiler/onlar beni dinlemediler”. Mesela rahmetli Vehbi Bey’in davetlerinde diğerleri sonuna kadar öbür kaşıklardan kullandılar. Ben de kendi şeyimden kullandım.
vettebe’u men lem yezidhu maluhu ve veleduhu illa hasaren “malı ve evladı kendi zararını arttırmaktan başka bir işe yaramayan kişinin peşine takıldılar”. Mevki sahipleri ve zengin olan insanlar bazı kimselerin gözünde bir acayip olurlar.
la tezerune alihetekum “sakın ha ilahlarınızı terk etmeyin”
ve la tezerunne vedden ve la suva’an ve la yeğuse ve ye’uka ve nasren “sakın ha veddi terk etmeyin, suvaı da, yeğus, yeuk ve nesri.” Demek ki beş tane tanrıları varmış. Şimdi bunlarla ilgili şöyle bir şey anlatılıyor tefsirlerde. Bunlar İdris AS’ın ümmeti olan çok değerli insanlarmış. Vefat edince insanlar bunları özlüyorlar, çok arzuluyorlar, kabirlerine gidip ziyaret ediyorlar, içlerinden bir şeytan diyor ki, şeytanlar 2 türlüdür biliyorsunuz insan ve cin şeytanı. Cin şeytanı kolaydır, bir euzu çeker kurtulursunuz, insan şeytanı çok zordur. Size diyor bunların resmini yapayım da hatırlarsınız. Ne güzel olur, hatırladığınız zaman da onların güzel ahlakları, iyilikleri örnek olur hatırlarsınız. Yapıyorlar işte bir takım yerlere güzel güzel koyuyorlar. Sonra bunlar vefat edince çocukları onları Allah’la kendi aralarında koymaya başlıyorlar. İsteklerini onlar aracılığıyla Cenabı Hakk’a ulaştırmaya başlıyorlar, sonra onları tanrılaştırıyorlar. Tanrılaştırma olayı bu, ama bunun etrafında yeni bir yapı oluşuyor, sosyal bir yapı oluşuyor. O sosyal yapıda insanları boş şeylerin peşine taktınız mı bir kere ondan sonra onları istediğiniz gibi yönetebilirsiniz. Ama insanlar kafalarını çalıştırmaya başladıkları zaman, ben yalnız Allah’a kul olurum diyen adamı yönetmek çok zordur. Çünkü ayakları üzerinde duran insandır o. Öbürü Allah’la ilişkisi kesilince rüzgâr önündeki gazel gibi, rüzgâr nereden hızlı eserse oraya doğru kayar gider. Yani kendi kontrolünden çıkmış insanlar ve bunları kullanan istismar eden kimseler oluşuyor. Ve onlar da kendi yapıları bozulacağından korktukları için, sosyal yapının bozulmasından korktukları için, yoksa peygamberin doğru olduğunu hepsi biliyor.
ve la tezidizzalimiyne illa dalalen. “ya Rabbi şu zalimlerin sapıklıklarını arttır”. Bunları o kadar çok davet ettik ki hiç gelecekleri yok, iyice yoldan çıksın gitsinler. Yanlış yapıyorlar, yanlış yaptıklarının da farkındalar.
la tezer ‘alel’ardı minelkafiriyne deyyaren “Ya Rabbi şu kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde gezip dolaşır şekilde bırakma”. Bir kimse gezip dolaşmadan yaşayamayacağı için ne demek? Hiç kimseyi bırakma demektir, hepsini helak et.
“çünkü bırakırsan senin kullarını saptırırlar”. Yani birkaç tane mümin var onları da saptırırlar
ve la yehidu illa faciren keffaren.”bunlardan doğacak olan da sadece günahkâr ve nankör olur başka bir şey olmaz”.
Şimdi anne babamı affet dediğine göre bir müşrik için istiğfar caiz mi? O zaman bir peygamber annemi babamı affet dediğine göre demek ki bunlar müminmiş,
ve limen de hale beytiye mu’minen “evime mümin olarak gireni de affet”. Evine kimler giriyor? Karısı giriyor, mümin mi? Değil, onu affet demiyor bak. Çünkü mümin olması lazım ki af dilesin. Kâfir olduğunu bile bile af dileyemez ki. Oğlu da giriyor, o da mümin değil, o da af talebi kapsamının dışında kalıyor. Şimdi şuna dikkat edin, bizler Cenabı Hak’tan daha çok merhamet sahibi oluruz bazen, başlarız şeye, yoldan çıkmış insanları illa da yola getireceğiz diye uğraşırız, tamam yola getirmek için uğraşalım da Cennet’e göndermeye çalışırız. Şimdi bir arkadaş anlatıyor diyor ki gittik birisi vefat etmiş hatim okumaya gittik diyor, bir grup başı var yanımızda, ev de çok güzel belli ki çok zengin bir ev, şimdi arkadaş bir başladı diyor, o öleni bir methetti. Yanımdakiler diyor ki yahu bu rahmetlinin neleri varmış da bilmiyormuşuz. Allah Allah biz tanımıyormuşuz bak hoca tanıyormuş. Sonra diyor çıktık birer zarf verdiler, o zaman özel otolar falan yok, otobüs durağına gitmişler, oradaki lambanın altında zarfları açmışlar, bakmışlar ki zarfların içerisindekiler az, bu defa da Cehenneme göndermeye başladı adamı diyor. Şimdi biz bazen gerçekten Cenabı Hak’tan daha fazla merhametli olmaya gayret gösteriyoruz. Buna hakkımız yok, Allah ne demişse o. Bak işte Nuh AS bize örnek, ya Rabbi karımı affet, oğlumu affet falan demiyor. Anamı babamı affet diyor, demek ki onlar mümin, evime mümin olarak girenleri affet, çünkü mümin değilse Allah affetmeyeceğini ilan etmiş. O zaman ya Rabbi benim için şu prensibini değiştir denilebilir mi?
ve lilmu’miniyne velmu’minati “mümin erkek ve mümin kadınları da affeyle”
ve la tezidizzalimiyne illa tebaren “zalimlerin de sadece helakını arttır”.
Ve böylece bu sureyi bitirmiş olduk.