Elhamdulillahi Rabbil Alemin. Vessalatu vessalumu ala Rasulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Subhaneke la ilmelena illa ma allemtena inneke entel alimul hakim.
Euzubillahimineşşeytanirracim. Bismillahirrahmanirrahim.
“Li iylafi kureyşin iylafihim rıhleteş şitai ves sayf. Felya’budu rabbe hazelbeyt. Ellezi at’amehum min cuin ve amenehum min havf.”
Bugünkü dersimiz Kureyş suresi. Bu sure vesilesiyle genel yolculuklardan, turistik amaçlı, gezip görme amaçlı, bilimsel amaçlı yolculuklardan, bir de kadınların mahremsiz yola çıkıp çıkamayacaklarından bahsedeceğiz inşallah.
Kureyş suresi Kuranın 106. suresi. Sonlara doğru geldik. Burada Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: “Li iylafi kurayşin…” Hatta meali yaptığımız mealden okursak daha güzel olur başlangıçta. “Kureyşliler yakınlık gördükleri, kış ve yaz seferlerinde yakınlık gördükleri için bu Beyt’in Rabbine kulluk etsinler. Onları açlıktan tokluğa, korkudan güvenliğe kavuşturan Rabbine.”
Geçen hafta Fil suresini okumuştuk biliyorsunuz. Orada Allahu Teâlânın Kâbeyi nasıl koruduğunu görmüştük. Yemen’den gelen, Hıristiyan olan Ebrehe’nin Kâbeyi yıkma teşebbüsünün bir yanardağ patlamasıyla sonuçsuz kaldığını burada görmüştük. Tabi Allahu Teâlâ onlara bir güvenlik ve esenlik ortamı oluşturmuş oluyor. Zaten Mekkeliler İbrahim (A.S)ın soyundan geldikleri için ve Kâbe Mekkede olduğu için tüm Arap Yarımadası’nın saygı duyduğu insanlardı.
İbrahim (A.S)ın hac çağrısı bütün dünyaya. İşte bu çağrıya kulak verenler hac ve umre için Mekkeye eskiden beri geliyorlardı. Şimdi de hâlâ insanlar gidiyor. Bugün dikkat ederseniz hepinizin kalbinde Mekkeye bir sevgi vardır. Her mümin Kabeye karşı büyük bir sevgi duyar. Onu duyduğu ya da gördüğü zaman heyecanlanır. Çünkü günde beş kere namaz kılarken o tarafa doğru döner. Kâbeye ve Mekkeye duyulan sevgi ister istemez oranın halkına da duyulur. Eskiden hurafeler daha çok dinin yerini aldığı için bu sevgi biraz aşırıya kaçmış. Fil olayından sonra da Mekkeliler kutsallaşmaya başlamışlardı.
Mekkeliler yazın serin tarafa, kışın da sıcak tarafa yolculuk yapıyorlardı. Şimdi siz Mekkede kendinizi düşünürseniz yazın ne tarafa gidersiniz? Yemene mi gidersiniz yoksa Şama mı? Tabi, yazın Şama gidersiniz. Çünkü Şam tarafı Yemen tarafından daha serin olur. Kışın da Yemene gidilir. O zaman da Yemen tarafı sıcak olur. Dolayısıyla Mekkeliler yılda iki kere büyük yolculuk yapıyorlar. Yazın Şam tarafına, kışın da Yemen tarafına geliyorlar. Bu iki taraftaki kişiler de devleti olsun, halkı olsun bunlara yakınlık gösteriyorlar.
Hatırlarsınız Peygamber (S.A.V) Heraklius’a mektup gönderdiği zaman, Heraklius oraya bir kervanla gelen Ebu Sufyan’ı çağırıyor ve Peygamberimiz hakkında bilgi alıyor. Yani bunlar bilinen ve saygı gören insanlar. Gittikleri her yerde sıcak karşılanıyorlar. Sıcak karşılanmalarının sebebi Kâbe. Yemene gittikleri zaman da sıcak karşılanıyorlar. Herkes bunları biliyor. Mekkeden Peygamber (S.A.V)in gönderdiği Hz. Ali’nin kardeşi Cafer’in başkanlığındaki heyete Habeş kralı büyük bir ilgi göstermişti. Arkasından da Mekkeliler Amr bin As’ı göndermişlerdi, o da ilgi görmüştü. Yani etraftan ilgi görüyorlar bu insanlar. İlgi görmelerinin sebebi de Kâbe.
Yılda iki kere bunlar yaz ve kış yolculuklarıyla Şam tarafına… Şam dediğimiz zaman bizim anladığımız şeyi anlamayın. Yani bizim Şam dediğimiz yere onlar Dımışk ya da Dımaşk derler. Şam dediğiniz zaman tüm Suriye bölgesi ve Ürdün’ün büyük bir bölümü, işte bugünkü Filistin, onların hepsi girer.
“Li iylafi kureyşin” “Kureyşin yakınlık görmesi sebebiyle” “iylaf”; ülfet, yani sıcaklık, yakınlık, ilgi, alâka manalarına geliyor. “Kureyşin yakınlık görmesi sebebiyle.” “iylafihim rıhleteş şitai ves sayf” İşte, “Yaz ve kış yolculuklarında yakınlık görmeleri sebebiyle.” “Felya’budu” “Kulluk etsinler” “rabbe hazelbeyt” “Bu Beyt’in sahibine kulluk etsinler.” O Beyt’in sahibinin Allah olduğunu bilmeyen yok Mekkelilerde. Yani Kâbenin sahibine kulluk etsinler. Tutup da oradaki putlara falan değil. “Ellezi at’amehum min cuin ve amenehum min havf.” “Öyle ki, onları açlıktan doyuran ve korkudan güven haline getiren Rabbine kulluk etsinler.”
Şimdi burada yaz ve kış, işte ticari yolculukların önemine dikkat çekilmiş oluyor, bir. Yolculukta güven meselesine dikkat çekilmiş oluyor, iki. Ve gıda konusuna dikkat çekilmiş oluyor, üç.
Şimdi buradan yolculuk konusuna geçelim bu vesile ile. Mesela Müslümanlar turizm ile meşgul olurlar mı olmazlar mı? Bu da oldukça önemli bir husustur. İşte bu vesile ile, yani bu sure vesilesi ile ona temas etmeye çalışalım. Kuranı Kerime baktığımız zaman, birçok amaçla Allahu Teâlânın bize yolculuk yapmayı emrettiğini görüyoruz. Bunların başlıcaları, şöyle baktığımız zaman, kültürel amaçlı yolculuk var. Bilim ve araştırma amaçlı yolculuk var. Dinler tarihi amaçlı yolculuk var. Ve ibadet amaçlı yolculuk var.
Hac suresinin, yani 22. surenin 46. ayetini bir açın. Evet, 338. sayfa. Burada 45. ayette Allahu Teâlâ şöyle diyor: “Nice yerleşim bölgelerini yok ettik.” “Onlar zulüm…” Yani o yerleşim bölgeleri zulüm “…içerisindeyken.” Tabi “yerleşim bölgelerinin halkı yanlış işler içerisindeyken onları helak ettik.” “O direklerin üzerine yıkılmıştır o yerler.” “Bakarsınız şurada bir kuyu var işe yaramaz hale gelmiş.” “Şuraya da bakarsınız ki sağlam bir saray var ama kullanılmıyor.”
Mesela bu açıdan Anadolu çok zengin bir yapıya sahiptir. “Yeryüzünde gezip, dolaşmadılar mı?” Gezsin, dolaşsınlar da “Onlarda kalpler oluşsun.” Akıllanmalarına sebep olan kalpler oluşsun. Yani gördüklerinden içleri titresin. Bizim başımıza da bunlar gelebilir diye düşünsünler ve akıllansınlar. Onları akıllandıran kalpler oluşsun. “Ya da söz dinlemelerine yarayan kulakları oluşsun.” “Şurası bir gerçek ki gözler kör olmuyor.” İnsanların gözleri kör olmuyor. “Ama göğüslerdeki kalpler köreliyor.” Gözler körelmiyor da kalpler köreliyor. İşte, kalplerin körelmemesi için, uyanması için; gitsinler, dolaşsınlar, baksınlar.
Ne yapıyor burada Allahu Teâlâ? Gidip helâk olan kavimleri görmemizi emrediyor. İstanbul’da da birçok yerler var gidin görün. Mesela şu şeyde, Şehzadebaşı’nda bir ören yeri var. Orada tam karşıda, bizim İlahiyat Fakültesi’nin ön tarafında harabeler var. Orası bazılarına göre büyük bir saraymış, bazılarına göre büyük bir ateşgedeymiş. Şimdi orada sadece kalıntılar var. İnsanlar oraları kim bilir hangi arzularla yapmışlar. Ne heveslerle o yatırımları yapmışlardır. Bugün biz de bir takım şeyler yapıyoruz. O zaman, tabi dünya için çalıştığımız gibi, öldükten sonra bizim işimize yarayacak şeyler için de çalışmamız lazım. Bunların hiç birisi kalıcı değil. İşte, gidin görün diyor Allahu Teâlâ. Görün de o kalpleriniz akıllanmanıza yarasın. Kulaklarınız da söz dinlemenize yarasın. İnsanların gözleri kör olmuyor ama kalpleri kör oluyor.
O zaman, ne gerekiyor? Bugün mesela belgeseller yapılıyor. Demek ki ahiretin belgeselini bu dünyada yapmak mümkün. O zaman ahiretin metafizik olma durumu ortadan kalkacak ve fizik olacak. Siz ahireti gözünüzle görmeye başlayacaksınız bu dünyadayken. Allah yaratılışı nasıl başlatmış, oluşum nasıl oluyor… Zaten bu ayetlere sık sık biliyorsunuz yer veriliyor Kuranı Kerimde. Adem (A.S) nasıl yaratılmışsa, öldükten sonra insanlar öyle yaratılacak.
O zaman, siz araştıracaksınız. Bilimsel araştırma yolculuk, öyle kültürel amaçlı yolculuktan çok farklı. Tabi ki o konunun ilmini bilenler gidecekler, gerekli araştırmaları yapacaklar. Mesela bataklıklar konusunda ciddi bir araştırma gerekir. Adem (A.S) “yıllanmış bir kara balçık”tan yaratılmışsa, onlar üzerinde ciddi ciddi çalışmalar, araştırmalar gerekir. Dünyanın çeşitli yerlerinde bakmak lazım. Ondan sonra, yeniden yaratılışın nasıl olacağını oradan ortaya koymak icap eder. Şimdi bunlar Cenabı Hakkın emri değil mi? Gezin dolaşın diyor.
“innallâhe alâ kulli şey’in kadîr” (Ankebut 20). Biz buna ne mana veriyoruz. Allah’ın her şeye gücü yeter diyoruz değil mi? Manası o değil. “Kadir” kelimesinin anlamı “ölçü koyar” demektir. “Ölçü koyar”. Kadir kelimesi var; Türkçede kullanıyoruz “kadar”, “miktar”. Değil mi? İşte ölçü koymak, Allah her şeye bir ölçü koyar. Ahirete koyduğu ölçülerin bu dünyada örneklerini vermiştir. O örnekleri buradan çıkarabilirsiniz. Tabi ahiretteki farkları da Kuranı Kerimde bildirmiştir. O ölçüleri çıkarır, o farkları ortaya koyarsanız ahiret metafizik olmaktan çıkar fizik olur. Yani siz artık o ahireti de insanların gözleri görecek şekilde karşılarına bir belgesel olarak koyarsınız.
Geçen sene… Geçen sene diyorum… Yanlış yaptık. Geçen hafta bir televizyon programına çıktık. Orada programdan sonra oraya katılanlardan birisine dedim ki: “Yani din ile bilim arasında herhangi bir fark olmaz.” Tabi, “olur mu öyle şey”… Bunu son derece fantezi olarak görüyorlar. Dünyada herkes öyle görüyor. Herkes öyle görüyor. Halbuki bilimin kaynağı Allahın yarattığı kitap, yani kâinat. Dinin kaynağı da Allahın indirdiği kitap, Kuranı Kerim. Bu ikisi arasında hiç anlaşmazlık olur mu?
Gerçek bir bilim üretirseniz, işte o gerçek bilim din ile bire bir uyuşur. Kuranın önderliğinde bilim üretirseniz, o zaman bu dünya hayatı son derece gelişir ve insanlar mutlu olur. Hem de din hayal olmaktan gerçek olmaya doğru şey yapar. Çünkü dini bilimden soyutladığınız zaman din adamı rüya görmeye başlar. İnsanı biliyorsunuz; insan fiziki bir yapı, varlıktan oluşuyor, bir de ruhtan oluşuyor. İnsanın ruhu olmazsa neye benzer? Hayvana. Yani şeyde, Muminin suresinin 14. ayetinde: “summe enşe’nâhu halkan âhar” diyor. Ruh üfleninceye kadar insanla hayvan arasında fark olmadığını bildiriyor. Ruh üflendiği zaman insan oluyor.
İşte, din de… Bilim bedense din de onun ruhu olur. Bilimden ruhu soyutladığınız zaman tıpkı hayvan gibi olur. Tek düşündüğü yemek, içmek, eğlenmek olur. Yani, insanları daha nasıl kandıracağım, nasıl onu sömüreceğim diye düşünür. Yaptığı işlerin insanlığın faydasına olup olmadığı pek önemli değil. Çevre kirlenecekmiş, insanlar hasta olacakmış… Hatta hasta olması daha iyi. Ne kadar çok insan hasta olursa o kadar fazla hastane açılır, o kadar fazla cihaz satarım diye düşünür. Ne kadar çok insan hasta olursa o kadar çok ilaç satarım diye düşünür. Bilim o noktaya gelir, sömürme amaçlı olur. Yani hayvan gibi olur.
Ama peki, ruh bedenden ayrıldığı zaman ne oluyor Kuranı Kerime baktığımızda? Rüya görüyor değil mi? Öyle değil mi? İşte bilimden uzak din de rüya görmeye başlar. Hayallerini gerçek zanneder. Mecburen hurafelere dalar. Başka çaresi yok. Ama bilimle dini birleştirdiğiniz zaman bilim artık insancıl davranışları kendisine ilke edinmek zorunda kalır. İnsanların zararına olan, mesela radyasyon yayan bir aleti icat etmez. Çevreyi bozan bir kimyasalı icat etmez. İlaç sanayini insanları hasta etmek için değil iyi etmek için kullanır.
İşte bunun önderliğini yapacak tek şey vardır, o da Kuranı Kerimdir. Bu imkân sadece Müslümanların elindedir. Müslümanlar dünyaya dinin ve bilimin birlikte olmak zorunda olduğunu gösterirlerse; hem bilimde akıl almaz ilerlemeler sağlanır, hem insanlar mutlu olurlar. Aksi takdirde bugünkü gibi din hayaller peşinde koşar, bilim de sömürü peşinde koşar, insanlık da bu ikisinin ayaklarının altında ezilir gider. Dünyası da batar, ahiret de batar.
İşte, Cenabı Hak burada ne yapıyor? Diyor ki, dolaşın bakalım diyor. Gezin dolaşın. Bakın ki Allah yaratışa nasıl başlamış. Nasıl yaratıyor. O zaman siz ahireti bir belgesel halinde ortaya koyar insanlara gösterirsiniz. Bunu belgeselini hazırlamak kimin görevi? Müslümanların görevi. Kuran okuyan biziz. Gerçi okumayan biziz ya… İnşallah okumaya başladık böyle devam eder.
Bir de Cenabı Hak dinler tarihi amaçlı yolculuk yapmamızı istiyor. Mesela biz diğer dinler dediğimiz zaman; pek işte güler geçeriz, bıyık bükeriz falan filan. İşte, Budistler şöyle yapıyorlarmış, Hıristiyanlar böyle yapıyormuş, Yahudiler şöyle yapıyorlarmış, falan yerde putperestler bunu yapıyormuş, filan yerde şu bunu yapıyormuş falan diye. Hiç düşünmeyiz ki Kurandan uzaklaştığımız zaman biz de onların yoluna giriyoruz.
Yani Kurana yaklaştığımız zaman din ve bilim farkının kalkması zorunludur. Müslümanların bilimle ilişkisi resmen asırlar öncesinden kesilmiştir. Devlet eliyle kesilmiştir. İşin o tarafına girmeyelim, konu tamamen başka tarafa kayar. Asırlar öncesinden kesilmiştir. Resmen kesilmiştir. Selçukludan önce kesilmiştir. Selçuklu döneminde birazcık bir gayret gösterilmiş ama başarılamamış. İşte bunu bizim ortaya koymamız lazım şimdi.
Şimdi, Cenabı Hak her topluma bir peygamber gönderdiğini bildiriyor. İşte bakın, 16. Surenin 36. ayetini açın. Burada Cenabı Hak şöyle diyor: “Her ümmetin içerisinden bir elçi çıkardık” diyor. Yani her toplumdan bir elçi çıkardık. O zaman, yeryüzünde ne kadar toplum varsa hepsinden bir elçi Cenabı Hak çıkartmış değil mi? Hepsinden. “Allaha kul olun” “Zorbalardan uzak durun” diye. Onlara verilen emir bu. Allaha kul olun, zorbalardan uzak durun. “Onlardan kimini Cenabı Hak yola gelmiş saydı.” Çünkü verilen emre uygun davrandılar. “Bir kısmı da sapık sayılmayı hak etti.”
“Yeryüzünde gezin dolaşın.” O zaman, nerede bir din varsa gidin araştırma yapın. Kökenine indiğiniz zaman mutlaka bir peygamberin tebliğini bulacaksınız. Ve hepsinin de bir kitabı vardır. İşte, araştırma yapanlar, mesela Vedalar konusunda araştırma yapanlar Vedalarda Peygamber Efendimizin geleceğinin müjdelendiğinin ifadelerini bulmuşlar. İnternete girin görürsünüz hemen. Araştırın. Temellerini bulduğunuz zaman bakacaksınız ki, mesela Budistlerin namaza benzer bir eylemlerinin olduğunu görürsünüz. Araştırın. İşte, zina haramdır Budizmde, içki haramdır, uyuşturucu haramdır, hırsızlık haramdır, yalan söylemek haramdır. Bunu gezip bir görün. Görün ki, Kuranı Kerim bütün iyilikleri toplamıştır.
Onlara da kendi kabul ettikleri iyiliklerle hitap edin. Deyin ki, bakın siz bunları bunları kabul ediyorsunuz. İşte gelin. Kendilerini Kuranda bulsunlar. Siz de dini daha iyi anlamış olursunuz. Şayet ben kendim ateistlerle bir arada olduğum zaman dini çok daha iyi anladım. Uzun süre onlarla birlikte çalışmak durumunda kaldık. Çok daha iyi anladım. İşte, Hıristiyanlarla birlikte olduğumuz zaman Kuranı Kerimi daha iyi anlıyorum. Yahudilerle görüştüğümüz zaman birçok ayeti daha iyi anlıyorum. Cenabı Hak ne diyor? Gezin dolaşın diyor işte. Bakın emir veriyor burada.
“Bakın ki yalana sarılanların sonu ne olmuş” Siz de yalan söylemeyin. Yalan nedir? Kişinin bildiğinin dışında bir davranış göstermesidir. Sen bir şey yanlış biliyorsun da ona göre davranıyorsan buna yalan denmez. Ama doğruyu biliyor yapmıyorsun. O zaman, her toplumda doğruyu bilenleri bulacaksınız. Onlara diyeceksiniz ki bildiğiniz doğrulara göre davranın. Yanlış davranırsanız siz de bu atalarınız gibi olursunuz. İşte evrensellik bu. Şimdi, böylece bütün toplumları kucaklama imkânınız olacak. Çünkü ana kaynak bizde. Gezin dolaşın diyor Cenabı Hak. Bizim korkacak bir şeyimiz yok ki.
Ben şahsen şunu çok istiyorum. Yani mesela Zerdüştlerle işbirliği yapmayı çok istiyorum. Niye? Bakalım ki şu Irak’ın ve Sasanilerin fethinden sonra Zerdüştlerin ne ölçüde bize etkisi olmuş ve biz bu Zerdüştlere ne yapabiliriz?
İki sene evvel miydi, üç sene evvel miydi? Zerdüştlerin Kanada’da bir şeyleri var, büyük bir yapılanmaları var. İran’dan kaçmışlar, yani ateşperest diye şey yaptığımız, tanımladığımız kişiler. İran’dan kaçmışlar. Onlara bir yazı yazdım. Dedim ki, sizinle Allah arasında din adamlarınızın vazifesi nedir? Sizinle Allah arasında hangi görevi üstlenirler diye bir soru sordum. Ama bu kadar da kaba değil, çok nazik bir hale getirdim. Hemen bir cevap geldi. Biz müşrik miyiz Allahla bizim aramızda din adamlarının ne işi var? Görüyor musunuz bakın, Kuran penceresinden gittiğiniz zaman hemen adamları konuşturabiliyorsunuz.
Bundan birkaç sene evveldi, işte karşıda oturuyor Yusuf Bey. Şeyden… Hindistan gelen bir Sihi getirdi vakfa. Kendisi Hindistan’da doğmuş büyümüş, gayet güzel Hintçe biliyor. Tercümanlık yaptı burada. Şimdi, adamla Kuranı Kerim kaynaklı konuştuğunuz zaman adam şaşırıyor yani bu nasıl oluyor. Öyle şeyler söylüyorsunuz ki onu konuşturuyorsunuz. Mesela adam şirki kesinlikle reddetti. Biz Allahtan başkasına kulluk etmeyiz dedi. Ne demek dedi aramızda… İşte, onların Guru Nanakları vardır. Görevi nedir diye sorunca Allahla sizin aranızda? Olur mu, biz müşrik miyiz dedi.
Sonra bu defa baktım ki buradan cevap vermiyor. Bu defa başka taraftan, hani arkadan dolan iki puan al derler ya. Bu defa başka taraftan bir soru sordum. Dedim ki, sizin evlerinizin köşelerinde gurularla ilgili bir şeyiniz olur mu dedim. Resimlerini, bir takım şeyleri bulunduruyor musunuz? Tabi bulunduruyoruz dedi. Peki ne yapıyorsunuz? İşte, oraya yemekleri koyuyoruz kutsanıyor, alıp yiyoruz falan. Peki başka? E onlardan yardım istiyoruz. Hani sen istemiyorum diyordun. Az önce yardım istiyor musunuz dedim. Hayır dedi, biz müşrik miyiz? Şimdi peki ne oluyor deyince hemen fark etti hatasını. Hemen fark etti. İşte bunlar müthiş şeyler.
İki sene evvel de Bakırköy’de bir Süryani kilisesini ziyaret etmiştik. İşte, günde beş vakit namaz kıldıklarını söylemişlerdi. İki vakit daha… Yedi vakit ama dediler, iki vakit zorunlu değil. Hangisi onlar? İşte, gece kalkıp kılmak, bir de kuşlukta kılmak. Şimdi, beraberimize gelenler gördüler. Demek ki beş vakit namaz sadece Müslümanlara mahsus değilmiş. Adem (A.S)dan beri kılınır. İşte bunu Kurandan öğrendiğiniz zaman karşı tarafı öyle güzel konuşturuyorsunuz ki. Peki, bir namaz kılın dedik kıldılar. Bir tek alınlarını yere koymadılar secdede.
Neyse, oradaki konuşmalardan sonra Bakırköy Kaymakamı ile görüştük. Şu anda kaymakam olan zatla. Bir toplantı vesilesi ile. Dedi ki, geçen sene sizden birisi, işte, bir grup şeye gelmiş. Yani bizim Fakülteden bu Süryanileri ziyaret etmiş. O papaz beni her gördüğü zaman anlata anlata bitiremiyor, o kadar çok etkilenmiş ki dedi. Dedim biz gittik. Şimdi bakın hem karşı taraf birçok şeyler öğreniyor, hem biz öğreniyoruz. Cenabı Hak ne diyor? Gezin dolaşın. Bizim kaybedecek bir şeyimiz yok ki. Daha da güçlü hale geliriz.
Gezin dolaşın diyor. Ama dikkat ederseniz bu işi hiç yapmayanlar Müslümanlar. Allah bize gezin dolaşın emri veriyor. Gezip dolaşanlar kimler? Bu kültürel turizmi kim yapıyor? Bizim dışımızdakiler değil mi? Müslüman olmayanlar yapıyor. Biz adeta gezip dolaşmayı günah zannediyoruz. Sanki. Halbuki Allah bize emir veriyor. O zaman dünyaya açılacağız, ufkun açılacak. Oturduğun yerde şey yapmayacaksın. Onun bereketi olacak. Yeni dostlar edineceksin, yeni ilişkiler kuracaksın. Ticaretin de artacak, kültürün de artacak, etkin de artacak.
İnşallah, işte, on beş yirmi gün sonra İtalya’ya gideceğiz. Orada programlar bize göre hazırlanmış vaziyette. Peki, bizim başka gezilerimiz olmasaydı bizi oraya davet edip, bize özel programlar yaparlar mıydı? Çünkü gerçekten neye benziyor biliyor musunuz? Siz Müslüman olarak gittiğiniz zaman, dünyanın en zengin adamının bir yere gezmeye gitmesi gibi oluyor.
Şimdi, buradan… Kısa vaktimiz kaldı şeye dönelim. Bu gezilerde, bu emirlerde kadın erkek ayrımı var mı? Yok. Kim giderse gider. Kim giderse gider. Ve mesela ibadet ile ilgili hac ibadeti var. Onunla alakalı da Cenabı Hak ne diyor? “Allah’ın hakkıdır insanlar üzerinde o Beyt’i ziyaret etmek.” Kâbeyi. (Ali İmran 97). Ve herkese değil, oraya yol bulabilenlere. Yol bulabilenlere, gidebilenlere. Gidebilenlere. Nasıl gidebilirsen gidersin. Kendi paranla git, başkasının parasıyla git; efendim resmen git, gayri resmi git fark etmez. Gidebilenlere.
Gidebilenler dediğiniz zaman burada kadın erkek ayrımı yok. Kim gidebiliyorsa ona farz. O zaman, yanında mahrem bulunma meselesi nedir? Yani Cenabı Hak bu kadar bilimsel amaçlı yolculuk diyor, kültürel amaçlı, dinler tarihi amaçlı, ibadet amaçlı bütün yolculukları emrediyor. Şimdi, burada bu işin kaynağı ne? Bu işin kaynağı güvenliktir. İşte, “Li iylafi” suresinde de gördük. O yolculuklarda Cenabı Hak o insanlara sağladığı nimeti iki şekilde özetliyor. “Onları açlıktan doyuran ve korkudan güvenliğe kavuşturan.”
Şimdi, açlıktan doyurma işi, siz o yolda yapacağınız masrafı memleketinizdeyken temin edersiniz, koyarsınız paranızı cebinize tamam. Geriye ne kalıyor? Güvenlik. Çok mühim tabi. Güvenlik sadece kadın için mi gerekiyor? Erkek için de gerekli ama kadının güvenliği erkekten daha önemlidir. Çünkü kendini korumak konusunda erkek kadar güçlü değildir. Şimdi… Evet, bir de erkeklerden koruma derdi var doğru. Şimdi, Peygamber (S.A.V)in bu konu ile ilgili hadisleri var. Hadislerin hepsinde güvenliğe vurgu yapıldığı görülüyor.
Mesela bir ayet daha okuyum ben size. O ayet de oldukça önemli. Mesela gezip görmek isteyenler için de… Ama tabi bu bir fert olmaz, kültürel amaçlı yolculuk ciddi bir organizasyonu gerektirir. Öyle ferdin yapıp başarabileceği bir iş değil.
“ve kaddernâ fîhes seyra” “Oradan içerisinde seyrin ölçülerini koyduk.” Yani yürüyüş için gerekli donanıma sahip hale getirdik oraları. “sîrû fîhâ leyâliye ve eyyâmen” “Onlara dedik ki, gece ve gündüz yürüyün.” Buralar o kadar güvenli şey yerler ki, gece de yürüyebilirsiniz gündüzde. Biz mesela bugün öyleyiz değil mi? Gece de gidebiliyoruz. Yirmi dört saat bu yollarda trafik akıyor. Nasıl yürüyün? “âminîn” “Güven içerisinde” yürüyün.
Şimdi o bölgeler var mı? Yemenle Kudüs arası. Uzunca bir çöl değil mi? Arada birkaç tane şehir var. Ama o zaman öyle değilmiş. Peş peşe. Bana nasip oldu kara yoluyla gittim birkaç kere. O yol boyunca görüyorsunuz, sanki bir nehir yatağının kenarından gidiyorsunuz. Çünkü bir yeşil kuşak var. Böyle bir nehir gibi s ler çizerek dolaşıp gidiyor. Şimdi bu ayetle onu birleştirdiğiniz zaman hemen zihninizde bir manzara canlanıyor. Şimdi orada bu ayetin çerçevesinde bir kültürel yolculuk yapılsa ne güzel olur değil mi? Yemenle Kudüs arasında gideceksiniz. Neymiş, ne olmuş?
Ama burada da asıl vurgu neye? Güvenliğe. Bu yolculukta güvenlik içerisinde gidin. İşte Peygamber (S.A.V) bir söz söylemişse mutlaka kaynağı Kurandadır. O kaynağı gördük mü? Şimdi hadislere bakalım.
Peygamber efendimizin bazı hadislerinde, mesela Buharide geçiyor. Bir gün bir gecelik yolculuğa yanında mahremi olmadan bir kadının gitmesini Peygamberimiz yasaklıyor. Bir gün bir gecelik yolculuk. Bazı hadisler var. Bu da Buharide, yani sağlam kaynaklarda. İki gün iki gece süren yolculuğa mahremsiz gitmesini yasaklıyor. İki gün iki gece. Bazı hadislerde de, bu gene Buhari ve sağlam kaynaklarda var. Üç gün üç gecelik yolculuğa mahremsiz gitmesini yasaklıyor Peygamber efendimiz.
Bazı hadislerde de Peygamber efendimiz, bu da gene Buhari gibi sağlam kaynaklarda. Kadının mahremsiz olarak en kısa yola bile gitmesini yasaklıyor. En kısa yola bile gitmesini yasaklıyor. Ama yine Buharide geçen bir hadiste Peygamber (S.A.V) şöyle diyor. Adiy ibn Hatim var. Ona diyor ki Peygamber efendimiz: “Adiy sen Hire’yi gördün mü?” diyor. Hire bugünkü Kûfe, yani Necef yakınında, Irak’da olan bir yer. Kumaşıyla meşhur olan bir yer. Hire’yi gördün mü diyor. “Hayır görmedim ama orası hakkında bilgim var” diyor. Peygamberimiz diyor ki: “Eğer ömrün olur da yaşarsan hevreci içinde bir kadının…” Hevrec, o devenin üzerine gölgelik olarak yapıyorlar ya… “… hevreci içinde bir kadının Hire’den hareket edip, Allahtan başka hiç kimseden korkmadan ta Kâbe’yi tavaf edeceğini göreceksin” diyor.
Yani Kûfe’den çıkacak, oradan Kerbela’dan sonraki o çölü geçecek. Son derece zor bir çöldür. Oradan ben birkaç kere geçtim biliyorum. Oradan Medine’ye kadar hep çöldür. İşte, yolda bir tek Tebük var. Orayı geçecek. Mekke’ye gidecek. Tek başına. Allahtan başka hiçbir şeyden korkmayacak.
Adiy diyor ki: “Ben buna şaşırdım. Kendi kendime dedim ki, yahu hiç buralarda fitne ve fesat durur mu? Tay kabilesinin eşkiyası nerede ki bu kadın tek başına çıksın gitsin?” Bak onun korkusu da güvenlikten. Dikkat ediyor musunuz? Tay kabilesinin eşkiyası nereye kaçacak diyor. Adiy sözlerin şöyle devam ediyor. Diyor ki: “Ben Hire’den hevreci içinde yolculuğa çıkıp, Allahtan başka hiç kimseden korkmadan tavaf eden kadını gördüm” diyor. Peygamberimiz diyor ya göreceksin.
Bu ne, nedir bu? Güvenlik. O zaman kadının yolculuğunda mutlaka mahrem bulunacak diye bir şart var mı? Bu da Buhari hadisi. Hepsi de sahih hadisler. Şimdi bu ayetlerle bu hadisleri birleştirdiğiniz zaman asıl olan neymiş? Güvenlik. Ve mutlaka da yolculuğa gitmemiz gerektiğini, Cenabı Hakkın emri.
Şimdi son olarak, ara vermeden önce tekrar edeyim. Cenabı Hak bilimsel amaçlı yolculuk yapmamızı emrediyor. Bu konuda çok sayıda ayetler var da ben bunların birkaç tanesini aldım. Cenabı Hak diğer dinleri görmek için yolculuk yapmamızı emrediyor. Mesela ben geçen hafta “E lem tera” suresini burada okudum. Orada bir yanardağ patlamasından bahseden ayeti kerime vardı. Yani şimdi, siz o olayı gezip görerek şey yaparsınız hiçbir zaman “Ebabil” kuşları demezsiniz zaten. Ebabil kuşu diye bir kuş olmadığını geçen hafta burada konuştuk.
E şimdi, İtalya’ya gidin. İtalyanlar o Pompei dağının patlamasından sonra lavlar altında kalan cesetleri çıkartmışlar. Bakiyim burada. Taktın mı sen İbrahim şeyi? Takmadın mı? Neyse, ben buradan gösterecektim ama siz şey yaparsınız. O lavların, o küllerin altında kalan insanların vücutları olduğu gibi mumyalaşmış. Bakıyorsunuz birisi yukarıdan düşerken hemen o anda yakalanmış, birisi bir şey yerken yakalanmış, birisi otururken yakalanmış, birisi konuşurken yakalanmış. Böyle tam canlı şekilde görüyorsunuz. Olduğu gibi şey yapılmış.
Şimdi, aslında onlar çürümüş. Çürümüş de o gelen lavlar onun üzerinde bir kalıp oluşturmuş. O kalıbın içerisini alçıyla doldurdunuz mu, dışarıya bir insan cesedi gibi çıkıyor. Olduğu gibi. Kuranı Kerimde “E lem tera” suresinde de Cenabı Hak bunu anlatıyor. Ben bugün Enes hocaya gösterecektim nasip olmadı. Çünkü çok meşguldük bugün. Orada “keasfin me’kûl” diyor ayeti kerimede. Asf demek, hani bir şey yaparsınız. Diyelim ki fıstık yediniz. İçerisini yediniz dışarısındaki kabuk kalıyor. Fındık yediniz… Fındığın içerisini boşaltsanız mesela, dıştaki kabuk kalsa “asf” o kabuğun adı.
Mesela bir şeyin, buğdayın koçanı, yani buğdayın o dışındaki kabuğu; içinden buğdayı çıkarıyorsunuz, o kabuğun içine tekrar böyle mümkün olsa da şey yapsanız, alçı yerleştirseniz hangi şey çıkar? Aynen buğday çıkar. İşte ayetteki “asf” o. İçi yenmiş “asf”, yani dış kabuğu. Yani bugünkü tabirle kalıbı. Kalıbı kalmış gibi olur. O hale geldiler diyor ayeti kerimede.
O zaman, bu ne? Biz şimdi Müslümanlar olarak “Fil Vakası”nın olduğu yeri kazacak olsak Pompei şehrindeki harabeler gibi şeyler çıkacak ve o zaman “Fil Vakası” bizim için başka bir anlam taşıyacak değil mi? Ama biz bu ayetleri uygulamaya kalksaydık, şimdi onları çoktan biz çıkarmıştık İtalyanlardan önce. Çoktan şeydeki, Lut gölünün çevresindeki o taşlaşmış o kalıpları da çıkarıp insanların gözünün önüne biz sererdik. Ama hiç böyle bir şeyimiz olmamış ki. Yani din ve bilimi birbirinden tamamen ayırdığımız için kendi hayallerimizin peşine takılmışız gitmişiz.
Peki, böylece bir ara veriyoruz. İnşallah ikinci bölümde soru cevap faslına başlayacağız.