Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdu lillahi rabbil alemin, vel akıbetu lil muttekın, essalatu vesselamu ala resulüne Muahmmedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Ya rabbi her şeyimizi sana borçluyuz. Sen ne yaparsan en iyisini yaparsın. Hayatımızı İbrahim (a.s) gibi, Muhammed (a.s) gibi tamamen senin rızana uygun yaşamayı bizlere nasip eyle. Sana tam teslim olanlardan eyle. Senin kitabını senin muradına uygun olarak anlayan ve ona uygun olarak yaşayan samimi kullardan olmamızı nasip eyle. Bugün İslam Aleminin perişan halinden kurtulup bütün insanlığa örnek hale gelmesini de lütfeyle. Bu konuda yapabileceğimiz şeyler varsa yapmamızı da nasip eyle.
Bugün Allah nasip ederse “Ecel” konusu üzerinde duracağız. Enam Suresinin okuyacağımız ayeti onu anlatıyor. Enam Suresi Kuranı Kerim’in 6. suresidir. Mekke’de inmiş olan bir suredir. Allahu Teala şöyle buyuruyor. “Elhamdu lillâhillezî halegas semâvâti vel arda ve cealez zulumâti ven nûr” “Yaptığı her şeyi güzel yapmak gökleri ve yeri yaratan Allah’a mahsustur. Karanlıkları da, aydınlığı da o oluşturmuştur.” “summellezîne keferû birabbihim yağdilûn” “Ama Allah’ın gücünü ve kuvvetini görmezlikten gelenler rablerine denk bir takım varlıklar uyduruyorlar.” (Enam 1)
“Huvellezî halegakum min tînin” “Sizi tinden yaratmış olan odur.” Tin dediğimiz toprakla suyun karışımıdır. Eğer toprakla su karışmayacak olsa hayat olmaz. Allah muhafaza bir yıl yağmur yağmasa insanlar ne yapar? Bu Tin’i çamur diye tercüme ediyoruz. Çamur dediğimiz zaman elimize, ayağımıza bulaşan şey akla gelir. Ama o çamurda su ve toprağın karışımıdır. Allahu Teala Adem’i (a.s) ondan yarattığı gibi bizi de ondan yaratmıştır. “Huvellezî halegakum min tînin” “Sizi tinden yaratan.” Ne demek o? Anamızın vücudunda oluşan yumurtanın kaynağı neresidir? Toprak değil mi? Vücudu oluşturan o topraktan gelen gıdalar değil mi? Peki, babamızda oluşan spermin kaynağı nedir? O da toprak… Ama kuru toprak değil. Suyla birleşmiş olan topraktır. Çünkü tüm yiyecekler toprakla suyun birleşmesinden oluşur. Toprağa atmış olduğunuz tohumda yaşadığımız dünyanın bir parçasıdır. Suyla toprak birleşmezse hiçbir şey olmaz. Yani bütün canlılar gibi bizde suyla toprağın birleşmesinden oluşmuşuzdur. Sperm ile yumurtanın ana rahminde birleşmesi içinde suyla toprağın birleşmesinden oluşan gıdalarla hem anamızın hem babamızın vücudunun beslenmesi lazım. Ana rahminde oluştuğumuzda da aynı şekilde, ölene kadar aynı şekildedir. Yani topraktan yaratılan sadece Âdem değil, hepimiz… Dikkat ederseniz yediğimiz bütün yiyecekler, her şey topraktandır. Yediğimiz etlerde topraktan geliyor. Allahu Teala sadece kimyevi bir değişiklik meydana getiriyor. “Sizi tinden yarattı” diyor. O yaratma ana rahminde şeyin oluşmasıyla oluyor. Yani sperm ve yumurtanın birleşmesiyle başlayan döllenmiş yumurta anında oluyor. Allah ona nefs adı veriyor. İnsanın özelliklerini taşıyan en küçük yapıdır. Yani döllenmiş yumurta dediğimiz şeydir. “summe gadâ ecelâ” “Daha sonra onun için bir yaşama süresi (ecel) belirlemiştir.” Yumurta kanaldan rahme doğru geliyor. Demek ki ecelin tespiti ana rahminde oluyor. Bir ecel belirlemiştir… “ve ecelum musemmen ındehû” “Bir de sadece Allah’ın bildiği bir ecel vardır.” (Enam 2) Mesela şeyde diyor ki… “Mâ esâbe mim musîbetin fil ardı ve lâ fî enfusikum illâ fî kitâbim min gabli en nebreehâ” “Yeryüzünde ve kendi içinizde… Ayrı bir varlık haline getirmeden önce bir yerde kayıtlıdır.” (Hadid 22) Yani şimdi bizim ana rahmindeki ecelimiz belirlenirken Cenabı Hak onu kaydettiriyor. Kaydedenlerde meleklerdir. Bunu bir başka ayet ile Cenabı Hak bize açıklıyor. “Gutilel insânu mâ ekferah” “Kahrolasıca insan ne kadar da nankör…” (Abese 17) “Min eyyi şey’in halegah” “Allah onu neden yarattı?” (Abese 18) Neden yaratmıştı? Topraktan diyor. Yani önce topraktan yaratıyor. Yani sen nesin? Toprağın bir parçasısın. Üzerinden geçip gittiğin topraktan yaratılıyorsun. Kendini ne zannediyorsun? Burası ondan sonraki safhasını söylüyor. “Min nutfeh” “Nutfeden” (Abese 19) Yani döllenmiş yumurtadan… Şimdi o iki ayeti birleştirdiğimiz zaman o topraktan gelen şeylerin ana rahminde döllenmiş yumurtaya dönüşmesi bizim ilk yapımız oluyor. Ne denir ona? İlk yapı taşı mı deniyor? Artık ne deniyorsa… Şimdi burada bu işin uzmanı olacak ki o kelimeleri kullansın. “halegahû” “O nutfeyi yarattı.” “fegadderahu” “Daha sonra ölçüsünü koydu.” (Abese 19) Şimdi o ölçünün içerisinde burada bir şey var. “summe gadâ ecelâ” “Yani süresini yazdı” (Enam 2) diyor. Yani şu vücut diyelim 100 sene yaşar. Yani son kullanma tarihini de belirledi. Ama bir şey daha söylüyor. “ve ecelum musemmen ındehû” “bir de eceli müsemması vardır.” Adı konmuş bir ecel… Şimdi bu vücut 100 sene yaşayacak yapıda yaratılmış. Bunu melekler biliyor. Yazmışlar ama bir de yalnızca Allah’ın bildiği ecel vardır. O eceli müsemmadır. “ındehû” “Allah katında…” Yani adı konmuş, son süresi belli… O da kişinin fiilen yaşayacağı süredir. Yani normalde vücudun yaşama süresi diyelim… Yani 100 senelik yaşama imkanına sahip bir vücut yaratmış olabilir. Onu da melekler yazmışlardır. Ama bu fiilen kaç sene yaşayacak? Vücudu çok sağlam olduğu halde insan ölebilir değil mi? Hiçbir hastalığı yoktur. Hiçbir eksiği yoktur. İşte o kişinin yaşama süresidir. O yalnız Allah katındadır. “summe entum temterûn” “Siz bunda hala git geller yaşıyorsunuz.” (Enam 2) Yani sanki bu dünyada ebediyyen yaşayacakmışsınız gibi bir tavrınız var. Kendinizi bir şeyler zannediyorsunuz. Allah ile ilgili bir takım şüpheler ortaya koyuyorsunuz falan… Gitgeller yaşıyorlar. Bir bakıyorsunuz doğruları söylüyor. Bir de bakıyorsunuz ki hiç alakası olmayan şeyleri söylüyor. Şimdi burada mevcut durumdan haberdar olmak için ecel konusunda şey yapalım. Yani burada şunu anladık. Allah diyor ki, ecelini belirlemiştir. Öbür ayette de “fegadderahu” “Arkasından ölçüyü koydu” (Abese 19) diyor. Tabi bu ölçü kadın-erkek olması, vücudunun yapısı, şekli, rengi her şey artık… Yani onu uzmanlar bilir. Biz sadece bilebildiğimiz kadarını söyleriz. Uzmanlar olsa kim bilir daha neler söyleyecekler? Şimdi “gadderahu” kelimesine kadercilerin aklıyla ne mana verebilirsin?
Yahya ŞENOL: Kaderini yazdı.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Peki, kader ana rahminde mi yazıldı diyorlar, yoksa ezelde mi yazıldı diyorlar?
Yahya ŞENOL: Hadislere bakılırsa ana rahminde yazılıdır.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ana rahminde Müslüman mı kâfir mi olduğu yazılıymış. Diğer ölçüler ezelde diyorlar. Onu da ezele alıyorlar. Hâlbuki burada ölçülerin konmasıdır. Yani vücut ölçüleridir. İnsanın inancıyla alakalı hiçbir şey yok. Şimdi bu ayetler… Dikkat ediyorsanız bir tek ayetle anlattığımız zaman konu tam ayrıntılı bir şekilde ortaya çıkmıyor. Sonra biz bunları da anlatan ayetleri okuyacağız ama yani şu anda İslam Aleminin üzerinde bulunduğu zemini görebilmek için mezheplerin ecel konusuna nasıl baktığına bakalım. Arkasından her okuduğumuz ayette onu karşılaştırma fırsatınız olsun.
Vedat YILMAZ: İslam Ansiklopedisi Ecel maddesi… Cihat TUNÇ tarafından yazılmış. Ehli sünnet ecele şöyle yaklaşmış. “Selefiyye, Maturidiyye ve Eşariyye’den oluşan ehli sünnet alimlerine göre ecel daha çok Allah’ın canlıların öleceğini bildiği zaman diye tarif edilir. Buna göre eceli hayat süresi ve ölüm için takdir edilen zamanı ifade ettiğinden kaderle ilgili bir konudur. Bu sebeple canlıların her birinin yaşayacağı ecel tek olup kesinlikle değişmez.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tek ecelden bahsediyor. Kesinlikle değişmez diyor. Bu aslında yanlış değil. Eceli müsemmadır. Yaşayacağı eceldir. Ama “eceli gada” neydi? Son kullanma tarihi… Son kullanma tarihine kadar Allah ister yaşatır, ister yaşatmaz. Ona eceli müsemma deniyor.
Vedat YILMAZ: “Hiçbir canlı kendisi için takdir edilen zamandan önce hayat bulamayacağı gibi hakkında takdir edilen ölüm vakti gelmeden de ölmez. İlgili ayette ki (Enam 2) eceli müsemma kıyametin kopmasına dair olup bununla insanın değil, kainatın eceline işaret edilmiştir. Tabi yolla da olsa, kaza ya da katil yoluyla da olsa herkes kendi eceliyle ölür. Maktul öldürülmeseydi yaşardı demek vakaya aykırıdır. Ecel ise vakanın ifadesidir. Kuranı Kerim’de ‘Allah’ın izni olmadıkça hiçbir nefsin ölmeyeceği’ ölümün vakti tayin edilmiş bir yazıya göre vuku bulduğu bildirilmiştir. (Ali İmran 145) Ayrıca eceli gelen hiçbir nefsin yaşatılmayacağı kesin bir şekilde anlatılarak herkesin eceliyle öldüğüne işaret edilmiştir.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “Eceli gelen hiçbir nefis yaşatılmayacak” dedi.
Vedat YILMAZ: “İlahi ilim mümkini 15:20 15:26 sn. arası anlaşılmıyor.” Yani olayı da gerçekte olduğu gibi ihata eder. “İki ecel kabul etmek veya ecelin değişebileceğini savunmak, ilahi ilimde değişikliğin meydana gelebileceğini benimsemek anlamına gelir. Ki bu husus Allah’ın kullarının akıbetini önceden bilmeye muktedir olmamasını ve dolayısıyla ona beda görüşünün nispet edilmesini gerekli kılar. Bu ise uluhiyyet makamıyla bağdaşmaz.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İlahlık ile bağdaşmaz diyor. Allah’ın benzetilebileceği bir şey var mı? Biz mesela bu erkekliğe yakışmaz deriz. Niye? Falan adam bunu yaptı sen yapmıyorsun deriz. Peki, ilahlıkla bağdaşmaz dersen bak şu güzel bir ilahlık yapıyor, bu da yaparsa ilah olmaz demektir. Sen öyle deme. De ki Allah’ın kitabında bu vardır ya da yoktur de. Çünkü onu sana tanımlayacak olan Allah’tır. Sen değilsin ki… Yani bizim Allah’ı, Allah’ın bildirdiği dışında tanıma imkanımız var mı? Benzeteceğimiz hiçbir şey yok ki… Mesela ben size bir bardak gösteririm. Nasıl derim. Sizde güzel değil, falancanın ki daha güzel dersiniz. Niye? Çünkü benzerleri var değil mi? Allah’ın benzeri gibisi bile yoksa ilahlığa yakışmaz ifadesi bir insanın ağzından çıkmaması lazım. Onun dışında ne dedi? Bir daha uzamaz, kısalmaz meselesine bakalım.
Vedat YILMAZ: “İki ecel kabul etmek veya ecelin değişebileceğini savunmak, ilahi ilimde değişikliğin meydana gelebileceğini benimsemek anlamına gelir. Ki bu husus Allah’ın kullarının akıbetini önceden bilmeye muktedir olmamasını ve dolayısıyla ona beda görüşünün nispet edilmesini gerekli kılar.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Beda dediği yani Allah önceden bilmiyormuş da bir şey ortaya çıkınca şimdi biliyorum… Öyle mi, ben daha önce bilmiyordum demektir. Tabi bu kader inancıyla da çok yakından alakalı…
Vedat YILMAZ: Zaten başta kaderle ilgilidir diyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kaderle ilgili bir konudur. Önceden bilmiyordu da Allah için ortaya çıktı… Böyle bir şey var mı, yok mu… Yahya Enfal Suresinin 65-66. ayetlerini bir oku. Var mıymış, yok muymuş görelim.
Yahya ŞENOL: “Ya eyyuhen nebiyyu harridıl mué’minîne alel gıtâl” “Ey nebi müminleri savaşa teşvik et.” “iy yekum minkum ışrûne sâbirûne yağlibû mieteyn” “İçinizden sabırlı yirmi kişi bulunursa iki yüz kişiye galip gelir.” “ve iy yekum minkum mietuy yağlibû elfem minellezîne keferû biennehum gavmul lâ yefgahûn” “Eğer içinizde sabırlı yüz kişi bulunursa kafirlerden bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar bilmeyen bir topluluktur.” (Enfal 65)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani bir kişiye on kişi…
Yahya ŞENOL: “El âne” “Şu an ise” “haffefallâhu ankum” “Allah sizden önceki hükmü hafifletmiş durumdadır.” “ve alime enne fîkum dağfâ” “Ve Allah sizde bir zayıflık olduğunu bildi.” “feiy yekum minkum mietun sâbiratuy”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: 19:06 19:10 sn. arası anlaşılmıyor. Şimdi bildi diyor değil mi? Daha önce biliyor muymuş? Bunu söyleyen kim? Bu kimin sözü? Allah’ın sözü… Allah’ın sözüyse sen Allah’ı, Allah’ın anlattığı gibi anlatsana… Demek ki ortaya çıkıyor işte… “Sizde zayıflık olduğunu bildi” diyor. Siz daha önce var mıydınız? Yok.
Yahya ŞENOL: “Eğer içinizde sabırlı yüz kişi olursa iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer içinizde sabırlı bin kişi olursa Allah’ın izni ile iki bin kişiye galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal 66) Burada da bir kişiye iki kişi olarak düşürdü.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Burada ne yaptı? Bir kişi on kişiye bedelken bir kişi kaça bedel oldu? İki kişiye… Bu ayet Bedir Savaşıyla alakalıdır. Bedir Savaşında Müslümanlar üç yüz kişi kadardı. Mekkeliler kaç kişiydi? 900 kadardı. Üç katı… Allah iki katıyla savaşmalarına izin vermişti. Üç katı olduğu zaman bizim savaşmamız gerekmez derlerdi değil mi? Enfal Suresi 43. Ayeti de okur musun?
Yahya ŞENOL: “İz yurîkehumullâhu fî menâmike galîlâ” “Allah uykunda onları sana az gösteriyordu.” (Enfal 43)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Sana dediği Resulullah’tır. Yani Resulullah kimsenin yanında değil. Rüyada… Tek… İnsan rüyayı başkasıyla birlikte görür mü?
Yahya ŞENOL: “ve lev erâkehum kesîral” “Eğer sana onları çok gösterseydi.” “lefeşiltum ve letenâzağtum fil emri” “O zaman dağılıp gider, emir konusunda da nizaya düşerdiniz.” “ve lâkinnallâhe sellem” “Fakat Allah işini sağlama aldı.” “innehû alîmum bizâtis sudûr” “O göğüslerin, kalplerin ne gizlediğini iyi bilir.” (Enfal 43)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kalplerde olanı bilir. Yoksa olacak olanı değil. Sizin o andaki durumunuzu biliyor. Mesela az gösterdi dedi. Üç katıydılar değil mi? İki katıyla savaşmasına müsaade etmişti. O az dediği ne? “Gad kâne lekum âyetun fî fieteynil tegatâ” “Birbiriyle karşılaşan iki grupta size bir ayet, sağlam bir delil vardır.” Yani bundan çok iyi ibret alabilirsiniz. “fietun tugâtilu fî sebîlillâhi” “Bir grup Allah yolunda savaşan” Kim onlar? Müslümanlar. “ve uhrâ kâfiratuy yeravnehum misleyhim” Diğeri kafir. Mekkeliler… “Onları kendilerinden iki katı görüyorlardı.” Demek ki az göstermesi ne kadarmış? Üç katını ne kadar göstermiş? İki… İki katı gösteriyor. Eğer çok gösterseydim nizaya girerdiniz diyor. Çok gören Muhammed’dir (a.s). Rüyasında ben böyle gördüm diyecek. Nebinin rüyası… millette diyecek ki Ya Resulullah Allah bize iki katıyla savaşmaya… Üç katıyla savaşmamıza gerek yok diyeceklerdi. Onun için iki katı gösterdi. “vallâhu yueyyidu binasrihî mey yeşâé’” “Allah yardımıyla tercih ettiği tarafı destekler.” (Ali İmran 13) Böyle yaparak onlara moral verdi. Ama Mekkelilere de Müslümanları çok göstermedi. Onlara da az gösterdi.
Yahya ŞENOL: “Ve iz yurîkumûhum izil tegaytum” “Karşılaştığınız zaman sizleri de onlara gösteriyordu.” “fî ağyunikum galîlev” “Sizin gözünüzde onları az” “ve yugallilukum fî ağyunihim” “Onların gözünde de sizi az gösteriyordu.” Yani iki tarafta birbirlerini az görüyorlar ki “liyagdıyallâhu emran kâne mef’ûlâ” “Cenabı Hakkın o emrettiği şey yerine gelsin.” (Enfal 44)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani şimdi bütün burada anlatılanları görüyor musunuz? Daha önce bir kişiye on kişi iken sizde zayıflık olduğunu gördü. Allah değiştirdi diyor. Şimdi bunlar beda olmaz falan diyorlar. Tamam, güzel de neye dayanarak söylüyorsunuz? Bir deliliniz olsun. Yok, böyle ilah olmaz diyorsanız öyleyse gidin başka ilah bulun. Allah kendisini böyle tanımlıyor. Sende buna inanacaksan böyle inanacaksın. Kendi kafana göre bir tanrı tanımı yapmaya yetkin var mı? İşte görüyorsunuz yapıldı. Ecelle ilgili ne diyorlardı?
Vedat YILMAZ: Ecelle ilgili genel görüş ehlisünnetin tek bir ecel olduğu görüşü…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani ne uzar ne kısalır.
Vedat YILMAZ: Tek bir ecel vardır. Uzamaz veya kısalmaz. Bunun iki ecel olduğunu söyleyen gruplar var. Mutezile içerisinden bazıları bu görüşü sunuyor. Ve Şia içerisinden bazıları bu görüşü söylüyor. İki ecel olduğunu söyleyenler şöyle söylüyorlar. “Mutezile’nin Bağdat Ekolü Enam Suresinin 2. Ayeti de dikkate alarak insanın eceli kada ve eceli müsemma denilen iki eceli bulunduğunu ileri sürmüştür.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bunda da yanlışlık var. Eceli kada başka bir şey… Bütün problem şuradan kaynaklanıyor. Açıklamayı kendileri yapıyor. Halbuki Allah Kuranı açıklama yetkisini Resulullah’a da vermemiştir. Kendi açıklamayı yapmıştır. Resulullah’da orada olanları bize anlatmıştır. Yani Allah’ın koyduğu kural… Yani hikmet kuranı Kerim kullanma kılavuzudur. Allah’ın koyduğu o esasa göre açıklamaya ulaşmak lazım. Kendi kafamıza göre olursa olmaz. Ben bunu hep şuna benzetiyorum. Hani size zaman zaman anlatıyorum. Rahmetli babam ben talebeyken bana saat alırdı. Hem de naçar böyle… Bende arkasını açıp bütün parçalarını dışarı çıkarırdım. Bir daha içeri girmez. Saatçiye götürürdüm. Bu tamir edilmez derdi. Babam bir müddet sonra oğlum senin saatin nerede derdi? Baba bozuldu derdim. Bir tane daha alırdı. Onu da aynı şekilde yapardım. Bir müddet sonra tamir etmemeye karar verdim. Daha saatlerim bozulmadı. Bilmeyen insanlar tamir edince böyle oluyor. Kardeşim sana ne? Sen açıklama yetkisine sahip misin? Allah bir kural koymuş. O kurala göre hareket etsene… Ama o maalesef kaybolduğu için… Eceli kada… Zaten bir ecel belirlemiş. İşte öbür ayette diyor. Bunun ölçülerini ana rahminde koyarım diyor. Ama sadece Allah katında olan bir eceli müsemma vardır.
Vedat YILMAZ: Onlar eceli kada ve eceli müsemmayı şöyle açıklıyorlar. “Buna göre insana herhangi bir dış müdahale olmadan ölürse eceli müsemmaya kada veya katil sebebiyle öldürülürse eceli kada ile ölmüş olur” demişler. Böyle bir tanımlama yapmışlar. Mutezilenin ecelin kısalabileceğine dair olan, bizim de aslında söylediğimiz şeylere ehli sünnet alimleri şöyle itiraz etmişler. “Ehli sünnet alimlerine göre insan ömrü uzamaz veya kısalmaz.” Şimdi okuyacağım yer çok enteresan… “Kuranı Kerim’de ve bazı hadislerde ilk bakışta ömrün uzatılması veya kısaltılması anlamına gelebilecek naslar varsa da…”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “Kuran’da ve hadislerde bu naslar varsa da…” Yani ayet ve hadisler var.
Vedat YILMAZ: “Bunların manası apaçık olan ecelle ilgili muhkem nasların dışında açıklanması gerekir.” Yani Kuran kendi içerisinde çelişkiliymiş gibi göstermişler.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: 27:21 27:24 sn. arası anlaşılmıyor.
Vedat YILMAZ: Hocam şöyle söylemişler. “Kuran’da bazı insanların ömürlerinin uzatılmasının ve bazılarının ise kısaltılmasının apaçık bir kitapta olduğu ifade edilmektedir.” Fatır Suresi 11. Ayeti delil göstermişler. Bu ayeti şöyle yorumlamışlar. “Burada kastedilen şey sağlık kurallarına uyup gerekli tedbirleri almak suretiyle uzun müddet yaşayacak olanlarla hastalık, tedbirsizlik, kaza, katil vb. sebeplerle ömrü kısaltılanların Allah tarafından bilindiği ve bunların da bir kitapta yazılmış olduğu hususudur.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tamam işte, kendileriyle çeliştiler.
Vedat YILMAZ: Toparlamak için şöyle bir cümle kuruyorlar. “Bundan dünyaya gelip yaşamaya başladıktan sonra insanlar için ilahi bilgi dışında kalan ömrün uzatılması veya kısaltılması sonucu çıkarmak isabetli değildir.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yahya Sen Fatır Suresi 11. Ayetin mealini verir misin?
Yahya ŞENOL: “ve mâ yuammeru min muammeriv” “Ömrü olan bir kişinin yaşatılması” “ve lâ yungasu min umurihî” “ve ömrünün kısaltılması” “illâ fî kitâb” “mutlaka kayıt altındadır.” Bir yere yazılır. “inne zâlike alallâhi yesîr” “İşte bunu yapmak Cenab Hakka kolaydır.” (Fatır 11)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Nuh Suresini açalım. “İnnâ erselnâ nûhan ilâ gavmihî en enzir gavmeke min gabli ey yeé’tiyehum azâbun elîm” “Nuh’u kavmine elçi olarak gönderdik. Onlara acıklı azap gelmeden onları uyar diye…” (Nuh 1)
“Gale yâ gavmi innî lekum nezîrum mubîn” “Dedi ki ey kavmim ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım.” (Nuh 2) Uyarıda bulunuyorum.
“Eniğbudullâhe vet tegûhu ve etîûn” “Allah’a kulluk edin. Ona karşı saygılı olun ve benim dediklerime gönülden uyun.” (Nuh 3) Çünkü elçi ya… Elçi kimin sözünü söyler? Elçiyi gönderenin… Allah’ın sözünü söyler. Peki, böyle yaparsanız ne olur?
“Yağfir lekum min zunûbikum” “Allah sizin günahlarınızı bağışlar.” “ve yuahhırkum ilâ ecelim musemmâ” “Sizi eceli müsemmanıza kadar yaşatır.” (Nuh 4) Ana rahminde bir eceli kada vardı. Son kullanma tarihi diye söylüyorum ki kolay anlaşılsın. Ama bir de Allah katında olan eceli müsemması vardı. O zaman bunları yapın ki Allah sizi eceli müsemmanıza kadar yaşatsın. Yahya Fatır Suresi 11. Ayeti bir daha oku.
Yahya ŞENOL: “ve mâ yuammeru min muammeriv ve lâ yungasu min umurihî illâ fî kitâb”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani eceli müsemması da yazılı… Yaptığı yanlışlardan dolayı eceli kısalır, kısalır, kısalır… Diyelim ki 100 sene yaşaması vardı da 70 seneye düştü, 60 seneye düştü, 40 seneye düştü… O da kayda geçmiş. “Dediklerimi tutun da Allah sizi eceli müsemmanıza kadar yaşatsın” (Nuh 4) diyor. Ömrünüz 100 sene ise ne kadar yaşarsın? 100 sene. Peki, yapmazlarsa ne olur? “inne ecelallâhi izâ câe” Allah’ın belirlediği hani yaptığı indirim… Diyelim ki 60 seneye indirmiş. O 60 sene tamamlanınca o zamana kadar tevbe etmezseniz “lâ yuahhar” “Artık geriye bırakılmaz.” (Nuh 5) Bu adamın 40 senesi daha vardı denmez. O 60 sene dolmadan aklını başına alırsan olur, yoksa olmaz. Kuranı Kerim’in bir özelliği var. Her konuda bir örnek verir. Yani İslam Ansiklopedisinde dedikleri gibi haşa Allah şunu demek istemişti, satır aralarını okumak gibi şeyler kabul edilemez. Satır aralarında ne yazıyorsa? Böyle kendi hayallerini Kuran’a mal ettiren insanlar gibi olmamak gerekir. Allah her şeyin örneğini vermiştir. Mesela eceli kısalıyor. Son dakika gelmeden tevbe eden kişi tekrar eceli uzatılıyor. Onunla ilgili Yunus (a.s) örneği var. Yahya okur musun? “Ve legad sarrafnâ fî hâzel gur’âni linnâsi min kulli mesel” “Bu Kuran’da her örneği verdik” (Kehf 54) diyor. Ama gerçekten çok üzücü bir şeydir. Yani Kuran’da her örneğin verildiğini birkaç sene oldu. Halbuki bizim bunu daha çocukken öğrenmemiz lazımdı. O geçen şeyler bizim için hiçbir anlam ifade etmiyor. Çocuklara masal anlatılır gibi… Şimdi birçok hoca da çıkıp bunlara Arapların masalları falan demeye başladı. Sanki Cenabı Hak milletle oyun oynamış. Şimdi burada Yunus (a.s) örneği ile süre dolmadan tevbe edince neler olduğunu görelim.
Yahya ŞENOL: “Ve inne yûnuse leminel murselîn” “Yunus da gönderdiğimiz elçilerden biridir.” (Yunus 139) Hikayesi ne?
“İz ebega ilel fulkil meşhûn” “O bir gün görev yerini terk etmiş. Yükünü almış, hazır, kalkmak üzere olan bir gemiye kaçmıştı.” (Yunus 140)
“Fesâheme fekâne minel mudhadîn” Cenabı Hak çok fazla detaya girmiyor. Çünkü önemli olan mesajın verilmesi… “Derken orada bir kura çekilişine katıldı ve kaybedenlerden oldu.” (Yunus 141)
“Feltegamehul hûtu ve huve mulîm” Biliyorsunuz onu denize atıyorlar. “O tam kendisini kınamaya başladığı bir sırada bir balık gelip onu yuttu.” (Yunus 142) Yani hatasını anlıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bakın daha balık yutmadan başlıyor. Salisede yok. Ömrünün bitmesi için salisede yok. Ama o tevbe ettiği sırada… Onun da ayrıntısını Cenabı Hak bildiriyor. O iş işten geçmeden… Yani son saniye, salise bitmeden hatasını anlamış ve tevbe etmiş.
Yahya ŞENOL: “Felev lâ ennehû kâne minel musebbihîn” “Eğer Yunus…” (Yunus 143) Buradaki teşbihi tevbe etmeseydi diyebiliriz.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Boyun eğmeseydi, Allah’ın emrine yönelmeseydi…
Yahya ŞENOL: “Eğer tevbe etmeseydi” (Yunus 143) ne olurdu? “Lelebise fî batnihî ilâ yevmi yub’asûn” “Tekrar diriltileceği güne kadar o balığın karnında kalacaktı.” (Yunus 144)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Oradaki ifade kesinlik bildiren bir ifadedir. Çok güçlü bir ifade… Kesin olarak orada kalırdı. Çıkamazdı demektir.
Yahya ŞENOL: Yani orada ölecekti demektir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Salise kala şey yaptı değil mi? Yani süre tam bitmeden tevbekar oldu.
Yahya ŞENOL: Sonra “Fenebeznâhu bil arâi ve huve segîm” “Onu güçsüz, hasta bir şekilde açık bir alana attık.” (Yunus 145)
“Ve embetnâ aleyhi şeceratem miy yagtîn” “Onun üzerini örtecek kabakgillerden bir bitki bitirdik.” (Yunus 146)
“Ve erselnâhu” “Ve tekrar onu elçi olarak gönderdik.” “ilâ mieti elfin ev yezîdûn” “Yüz bin ve üzeri” Miktarı ne kadar? Kesin bir rakam belirtilmemiş. “Yüz bin ve üzeri bir topluluğa da elçi olarak gönderdik.” (Yunus 147)
“Feâmenû” “Onlarda Yunus’a (a.s) inandılar.” “femettağnâhum ilâ hîn” “Onları belli bir süreye kadar çeşitli imkanlardan yararlandırdık.” (Yunus 148)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Çok çok önemli bu kısım…
Yahya ŞENOL: Hem elçileri hem toplumu ikisi birden bir müddet yaptıkları yanlıştan tevbe edince Allahu Teala’nın kendileri için çizdiği, belirlediği ecele kadar yaşamaya devam ediyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bu kısmı Yahya söyledi. Ama ben biraz daha iyi anlaşılsın diye müdahale ediyorum. Nuh’un (a.s) kavmine söylediği şeyden bahsediyor. Yunus (a.s) tek kişi değil mi? Bir de kavim, topluluk var. Mesela Nuh kavmi topluca öldü. Kaç kişi olduğunu bilmiyoruz. Kaç kişi olursa olsun önemli değil. Önemli olan topluca ölmüş olmalarıdır. Ölenler içerisinde belki 100 yaşında olan da vardır. Belki Nuh (a.s) gibi 900 yaşında olan da vardır. Belki 1000 yaşında olan da vardır. Eceli müsemmalarını tamamlamadan öldüler. O açıdan da bakalım bir. Az önce şahıs açısından bakmıştık. Bir de topluluk açısından bakalım. Nuh (a.s) kavmine “Allah’a kulluk edin, ona saygılı olun, ve benim sözlerimi içten samimiyetle tutun” (Nuh 3) diyor. “Ki Allah günahlarınızı bağışlasın ve sizi eceli müsemmanıza kadar yaşatsın.” (Nuh 4) Yani ey toplum sizin içerinizde her birinizin eceli müsemması vardır. Hepinizi ona göre yaşatsın. Peki, Nuh kavmi emri tuttu mu? Uydular mı? Hepsi battı, gitti. Yunus (a.s) tek başına toplumunu terk edip gitti. Çünkü kimse ona inanmamıştı. Ama o ayrıldıktan sonra ondan korkmaya başladılar. Çünkü hepsi Yunus’un (a.s) doğruları söylediğini biliyordu. Ama doğrular hesaplarına gelmiyordu. Bunu Yunus Suresinin 98. Ayetinde açıklıyor. “Felev lâ kânet garyetun âmenet” “Keşke herhangi bir yerleşim bölgesi, bir kent, bir şehir, bir ülke inansa da” Karyeh hepsine de söyleniyor. “fenefeahâ îmânuhâ” “İmanı ona fayda verseydi.” “illâ gavme yûnus” “Bunu sadece yunus kavmi yaptı.” Diğerleri yapmadı. “lemmâ âmenû” Yunus (a.s) az önce Yahya’nın anlattığı gibi geri döndü. Onlar da inandılar. “keşefnâ anhum azâbel hızyi” “Onları rezil eden azabı onlardan kaldırdık.” (Yunus 98)
Yahya ŞENOL: 39:50 39:54 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Nuh (a.s) kavmi gibi… “fil hayâtid dunyâ” “Bu dünya hayatında” “ve mettağnâhum ilâ hîn” “Belli bir süreye kadar da onları nimetlendirdik.” (Yunus 98) Burada yunus kavmi ile Nuh kavmi iki ayrı örnek… Birisi topluca cezalandırılan bir kavim, birisi cezalandırılmaktan kurtulan bir kavimdir. İkisinde de eceli müsemmadan bahsediliyor. Peki, uzayıp kısalıyor muymuş? Ve Cenabı Hak ne zaman ki inandılar böyle yaptık diyor. Mezheplere göre Allah her şeyi ezelden belirliyor. İnsanlar birer robot… Haşa Allah da robot yapımcısı… Robotu imtihan ettiğiniz zaman robot mu imtihandan geçer, yapımcı mı? Yapımcı geçer değil mi? Yani Allah’ı robot yapımcısı yaparsak bizim için imtihana gerek yok. Peki, haşa Allah’ın başarılı olduğu zaman Allah’a ödül verecek olan kim? Şu mantığı görüyor musunuz? İşte İslam Alemi niye başaramıyor? Sana, “ecel kısalmaz ne yaparsan yap” deseler gidip adama beni vur dersin. Ya da sokağın arasında 100 km ile gidersin. Ne olacaksa olur dersin. Böyle bir toplumda insanlar bu şekilde olursa o toplumda huzur, güvenlik olur mu? Şimdi de Firavun olayına bakalım. Yunus kavmi ile Nuh kavmini karşılaştırdık. Yunus’u (a.s) Yahya anlattı. Zihninizden kaybolmadı. Yunus (a.s) ile Firavun’u karşılaştıralım. Yunus (a.s) saliselerle kurtuldu değil mi?
Yahya ŞENOL: O da Yunus Suresinde… “Ve câveznâ bibenî isrâîlel bahra” “İsrail oğullarını denizden geçirdik.” “feetbeahum fir’avnu ve cunûduhû” “Firavun ve ordusu da onları takip ettiler.” Nasıl? “bağyev ve advâ” “onları yakalamak ezmek, düşmanlık yapmak için.” “hattâ izâ edrakehul ğaragu” “Ta ki o Firavun boğulmak üzereyken” (Yunus 90)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Boğuldu. Boğulma onu yakaladı.
Yahya ŞENOL: Gitti, gidiyor. Son an yani…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yok gitti. Gidiyor değil. Gitti, gidiyor Yunus (a.s)… “edrakehu” “ona idrak etti, ulaştı.”
Yahya ŞENOL: Yunus da biraz daha önce olduğu anlaşılıyor ama bunda konuşacak bir zamanı var ya… “gâle âmentu” diyecek.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hayır, konuşan kendi değil. Ruhu konuşuyor. Ölen kişiler için de Muminun Suresinde var ya… Adam ölüyor. Öldükten sonra “rabbirciûn” diyor. “Hattâ izâ câe ehadehumul mevtu” (Muminun 99) ile “hattâ izâ edrakehul ğaragu” (Yunus 90) aynı değil mi? “Onlardan birisine ölüm geldiği zaman” “gâle rabbirciûn” “Ya rabbi beni geri çeviriniz der.” (Muminun 99) Bunu söyleyen ruhtur. Çünkü ruh bilgisayarın işletim sistemi gibidir. Tüm bilgiler ondadır. Ama vücut ölmüş ruh konuşuyor. “Leallî ağmelu sâlihan fîmâ teraktu” “Terk ettiğim dünyada belki iyi iş yaparım” diyor. Bunun da eceli bitmiş. “kellâ” “asla” “innehâ kelimetun huve gâiluhâ” “Bu onun söylediği boş sözdür.” Çünkü süresi bitmiştir. Bitmeden bir saniye önce olsaydı Yunus (a.s) gibi kalan ecelini yaşayabilirdi. “ve miv verâihim berzehun ilâ yevmi yub’asûn” “Yeniden dirilecekleri güne kadar arkalarında engel vardır.” (Muminun 100) O engel şudur. Vücut ölmüştür artık onun gideceği bir şey yoktur. Mesela şimdi bu bilgisayar ölürse içerisine bilgi yükleyebilir misiniz? İşte o ölmüştü. Eğer daha önce olsaydı Allah onu öldürmezdi. Ruh da gelip vücudun içerisine girerdi.
Yahya ŞENOL: “hattâ izâ edrakehul ğaragu” “ölüm anı gelmiş.” “gâle âmentu” “O da bende inandım” diyor. Neye? “ennehû lâ ilâhe illellezî âmenet bihî benû isrâîle ve ene minel muslimîn” “O İsrail oğullarının inandığı ilaha ki kendisinden başka hiçbir ilah yok. Bende ona inandım ve teslim oldum.” (Yunus 90) Bende bu işi anladım ama “Âl’âne” “Şimdi mi?” Şimdi mi inandın? Artık çok geç. “ve gad asayte gablu” “Çünkü bundan önce sen isyan halindeydin.” “ve kunte minel mufsidîn” “ve o bozgunculardan olmuştun.” (Yunus 91) Buradan onun tevbesinin kabul edilmediğini anlıyoruz.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Zaten bütün kafirlerde, firavunlarda yaptıklarının yanlış olduğunu bilir. Yunus kavmi zamanında tevbekar oldu. Nuh’da (a.s) oğlu olarak bildiği kişiye ne diyor? Gel diyor. Gelmiyor. Ben dağa sığınır kurtulurum diyor. Neml Suresinin 14. Ayetinde Firavunu ve Firavun ailesini anlatıyor. “Ve cehadû bihâ” Musa ve Harun’un gösterdiği o ayetler karşısında… İster mucize olsun, ister kitabın ayetleri olsun. “Bile bile inkar yoluna saptılar.” Bile bile yalan söylediler. “vesteyganethâ enfusuhum” “Halbuki içten Musa ve Harun’un haklı olduğunu kesin biliyorlardı.” Onlar Allah’ın elçisidir. Söyledikleri doğrudur. Çok kesin biliyorlardı. “zulmev ve uluvvâ” Bunu niye yapıyorlar? “Zalimliklerinden dolayı ve üstün gelme arzusundan…” (Neml 14) Niye zalimliklerinden? Yani bütün niyetleri İsrail oğullarına ellerinden geldiği kadar kötülük tattırmak, Musa ve Harun’a (a.s) bir şeyler yaptırmak. Yani onlar hakimiyeti ele almasın. Biz hakimiyeti ele alalım. Üstünlük bizde kalsın diye… Yoksa onların doğru olduğunu biliyorlardı. Ama ne zaman ki artık hakim olma gücünü kaybetti, o sıra kafir olmanın bir anlamı kaldı mı? Hani hep düşen uçakta kafir kalmaz diye… Çünkü artık hiçbir şeyin anlamı kalmadı yani.. Onun için kafir olan herkes bile bile kafir olur. Mesela önümdeki kitabı bir şeyle örtsem… Şurada müthiş bir deprem olsa örtü açılmaz mı? Ya da büyük bir rüzgar gelse örtüyü açmaz mı? Başkasının açması değil. Sen kendin açacaksın. İşte Firavunda da öyle… Allah “şimdi mi?” diyor. Biraz öncesine kadar kafirdin. Ama ondan biraz önce yunus (a.s) tevbe etti diye Allahu teala onun ömrünün kalan kısmını yaşattı. Hatta bir ayet daha vardı. Yani bütün nebilerin ümmetlerine yaptığı duyuru…
Yahya ŞENOL: İbrahim Suresi 10. Ayette Allah resullerden bahsediyor. Bir önceki ayette size öncekilerin haberi gelmedi mi diyor. Nuh kavminin, Hud kavminin, Salih kavminin yani Ad ve Semud’un… Ondan sonrakilerin haberi geldi. Onların kıssasını anlattıktan sonra “Gâlet rusuluhum” “Onlara gönderilen elçiler dediler ki” “efillâhi şekkun fâtırıs semâvâti vel ard” “Gökleri ve yeri yaratan Allah konusunda bir şüphe mi var?” Yani Allah konusunda bir şüphe olmayacağını sizde biliyorsunuz. Peki, O Allah size ne diyor? “yed’ûkum” “Allah sizi çağırıyor.” Niçin? “liyağfira lekum min zunûbikum” “Allah çağırıyor ki günahlarınızı affetsin. Gelin günahlarınızı affedeyim diyor. Başka? “ve yuahhırakum” “ve sizi tehir edeyim, erteleyeyim, bırakayım” Ne zamana kadar? “ilâ ecelim musemmâ” “O belirlenmiş, adı konmuş ecele kadar sizi erteleyeyim, yaşatayım.” (İbrahim 10)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Demek ki sadece Nuh (a.s) dememiş. Onu bütün resuller demiş. Ama ehli sünnet alimleri hadislerde olsa da siz bize bakın diyorlar. Değil mi?
Vedat YILMAZ: Evet.
Yahya ŞENOL: Hud Suresi 3. Ayette de Resulullah’ın dilinden var. Ben size gönderilmiş bir elçiyim diyor. “Ve enistağfirû rabbekum” “Gelin rabbinizden bağışlanma dileyin.” “summe tûbû ileyhi” “Ona yönelin.” Tevbenizi yapın ki… “yumettiğkum metâan hasenen” “Allah sizi güzel rızıklarla nimetlendirmeye devam etsin.” Ne zamana kadar? “ilâ ecelim musemmev” Bizim için de geçerli… “O adı konmuş ecele kadar…” (Hud 3)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bu kadar açık ayetlere rağmen İslam Ansiklopedisindeki sözleri nasıl söyleyebiliyorlar? Bu mezheplerden bir tanesi Kuran’a uygun bir şey ortaya koyamıyor. Birazcık doğru gidiyorsun. Ne güzel diyorsun. Bakıyorsun ki öbür tarafta açık vermiş. Çünkü bu hikmet denen olay yok. Yani Kuran’ı Kuran ile açıklama… Şimdi burada dikkat ederseniz, burada konuşan kim oldu? Allah bir ecel belirlemiş tamam. O ana rahminde… Ölçü… Bunu doktorlar tahmin edebilirler. Ama doktorun dediği süreye kadar yaşayacaksın demek değildir. Bunu kendileri de söyler. Vücudun herhangi bir anormallik olmadığı takdirde şu kadar daha yaşayabilir diye tahmin edebilirler. Ama Allah’ın ne kadar ömür belirlediğini Allah’tan başkası bilmez. Mesela Muhammed (a.s) sağlıklıydı. Niye? Mekke’nin fethinden sonra Medine’den kalkıp Tebük’e kadar en zor şartlarda gidip geldi. Hem de komutandı. Vücutta herhangi bir problem yok, hastalık yok. Hiçbir sıkıntı yok. Ama 63 yaşında öldü. Belki onun vücudu 150 sene dayanacak yapıdaydı. Yani eceli müsemmanın ne olduğunu biz bilemeyiz. Onu sadece Allah bilir. Biz sadece dış tarafa bakarız. Ama bütün nebiler ümmetlerine ne demiş? Bakın Muhammed’de (a.s) Hud Suresinin 3. Ayetinde söylemiş. Bütün nebiler, resuller ümmetlerine “Gelin Allah’ın emrine uyun ki ömrünüzü tam yaşayasınız” diyor. Peki, siz bu dünyadan zevk almak mı istiyorsunuz? Allah’ın emrine uyacaksınız. Uymazsan gidersin. Kısa Süreli bir rahatlık ondan sonra çek, çekeceğini… Ama Allah’ın emrine uydun mu sürekli mutlu bir hayat yaşarsın. İçinde mutlu olur, dışında mutlu olur. O zaman bu nebiler insanlara hem dünya mutluluğunu hem ahiret mutluluğunu getiriyorlar. Ama öbürleri… Yani ona uymadığın zaman kısa süreli bir zevk gibi yaşıyorsun. Ondan sonra çek çekeceğini… Mesela kredi alan tüccarlar gibi… Oh be ne kadar güzel diyor. Ondan sonra… Burada size birkaç kere anlatmıştım. Büyük bir işadamının Ceo’su bana “Hocam faiz olmazsa biz ne yapacağız? Benim bir projem var. Beş kuruşta param yok. Kredi almazsam bu projeyi nasıl gerçekleştireceğim?” dedi. Bende “Kaç lira lazım” dedim. Mesela bir milyon lira dedi. Ben sana bir milyon lira verdim. Kaç aylığına istiyorsun dedim. Altı aylığına dedi. Tamam, altı aylığına bir milyon borç verdim. 200 bin lira da benim ikramım olsun dedim. Faiz filan almıyorum dedim. Altı ay sonra 800 bin lirayı isterim dedim. Sen iş âleminin içerisindesin dedim. Öyle Üniversitelerdeki ekonomistler gibi değilsin dedim. Hayatta bir tane simit satmamış. Çıkıp millete ekonomi dersi veriyor. Hayatın ne olduğunu görmemiş. Ezberlediklerini anlatıyor. Sen onlardan değilsin, sen gerçek bir Ceo’sun, bu işin bütün sıkıntılarının içerisindesin dedim. 6 ay sonra bana 800 bin lira verebilir misin dedim. Hayır dedi. Ne yapacaksın? Başka yerden bulacağım. Peki, ondan sonra dedim. Ha deyip hemen defterini kapattı. Ne oluyor? Birazcık rahatlama… “Metâun galîlun summe meé’vâhum cehennem” (Ali İmran 197) Birazcık rahatlama arkası bu dünyadayken insana cehennem ateşi azabını çektiriyor. İşte Allah’ın resulleri insanları dünyada da mutlu etmeye çağırıyor, ahirette de mutlu etmeye çağırıyor. Bakın ecel kısalabiliyor. Mesela Allah bize eceli müsemma olarak 60 sene belirlemişse 60 sene bir saniye yaşayamıyoruz. Ama yaptığımız yanlışlarla o 60 seneyi geri çekebiliriz, belki 10 seneye, belki 5 seneye… Peki, insan ecelin böyle olduğunu bilirse hayatını nasıl yaşar? Yanlışlara girmemeye çalışır. Ama mezheplerin hiçbir delile dayanmadan söyledikleri gibi olursa… Bazı mezheplerde fark var. Az da olsa… Ama mesela Sünnilerin dediği gibi olursa… Adam ara sokaktan 100 km hızla arabasıyla gider. Birisi bir şey söylediği zaman da “Ne konuşuyorsun kardeşim, sen Allah’a inanmıyor musun? Sen Müslüman değil misin? Çocukların eceli gelmemişse zaten ölmez” demez mi? Peki, yeryüzünde buna kim Allah’ın dini der? Bu insanın fıtratına uyar mı? Neyse Allah yardımcımız olsun. Şimdi bir ara verelim.