Euzubillahimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm.
Elhamdulillahi Rabbil Âlemin. Vel âkibetu lil muttakîn. Vessalâtu vessalâmu alâ Rasûlina Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn.
Bugün Muzzemmil suresine geldik. Bu surenin Kur’an-ı Kerimin üçüncü suresi olduğu rivayet ediliyor. Biliyorsunuz ilk inen surenin Ikra’, Alak suresi olduğu görüşü yaygındır. Ama Alak suresi tam sure olarak değil, ilk beş ayeti ilk inen ayetlerdendir. Yani ilk inen ayetlerdir. Ondan sonraki ayetler daha sonra inmiştir. Zaten o sure üzerinde düşündüğünüz zaman öyle olması gerektiğini kolaylıkla anlarsınız.
İkinci olarak Kalem suresinin indiği kabul edilir. Muzzemmil suresi üçüncü sırada sayılır. Ama tam sure olarak ilk inen surenin Fâtiha suresi olduğu hususunda görüşler oldukça yaygındır. Manaya baktığınız zaman da onun öyle olması gerektiği ortaya çıkıyor. Çünkü Fâtiha suresi dinin bütün öğelerini özetleyen bir suredir. Bir insan o sureyi tamı tamına kavradığı zaman o kavramasına uygun davranış gösterirse kolay kolay yoldan çıkmaz.
Burada Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: “Yâ eyyuhel muzzemmil.” “Ey örtüsüne bürünen kişi.” (Muzzemmil 1). “Kumil leyle illâ kalîlâ.” “Gece kalk, az bir kısmı hariç.” (Muzzemmil 2). Ne kadar? “Nısfehû” Yani o az bir kısım ne kadar? Gecenin yarısı. Az bir kısımdan bedel, nısfehû gecenin yarısı. “Gecenin yarısında kalk”, “evinkus minhu kalîlen.” “ya da ondan birazcık noksanlaştır.” (Muzzemmil 3). Yani yarıdan fazlasını uykuyla geçir, yarıdan azında kalk.
“Ev zid aleyhi” “Ya da ilave yap” Yani yarıdan fazlasında uyanık ol, daha azını uykuyla geçir. Peki kalkıp da ne yapacak? “ve rettilil kur’âne tertilâ.” Tabi buradaki “kum”un cevabı yok. Kalk diyor “ve Kur’anı tertil üzere oku.” (Muzzemmil 4). Kalk şunu yap şeklinde anlam vereceğimiz bir şey yok. Yani “kum” “kalk” sözünün bir neticesi beklenir. Kalk şöyle yap denir ya Türkçede. Arapçada o şöyle yap kısmını cevap diye isimlendirirler. Buradaki emrin cevabı yok. Gece kalk…
İşte bunu cevabının olmaması birçok kimse tarafından kalk namaz kıl şeklinde yorumlanmasına sebep olmuştur. Bu olabilir mi? Olabilir. Nasıl olur? Peygamber (S.A.V)e namazın Miraçta farz kılındığı hususunda hemen hemen ittifak vardır. Miraca çıkışı da Medine’ye hicretinden işte bir buçuk yıl kadar öncedir. Bu surelerin inişi daha başlangıçtadır. Peki o zaman namaz var mıydı? Namaz olabilir. Neden olabilir? Çünkü namaz kılmak bütün peygamberlere Allah tarafından emredilmiş bir görevdir. Mekkeliler de İbrahim (A.S)ın soyundan geldiklerine ve onun dinini takip ettiklerine inanıyorlardı. Bize bunu gösteren ayetler de vardır. Yani bunu derken İbrahim (A.S)ın namaz kıldığına dair ki zaten bütün peygamberlerle ilgili namazın ikame edilmesi anlamına gelen ayetler vardır.
Kaçıncı ayet? Elinizdeki mealin 261. Sayfası.
Yahya Şenol: “rabbenâ ve yukîmus salâte”
Hayır, bu hani “Fe halefe min ba’dihim halfun…”
Yahya Şenol: İbrahim (A.S)ın ki… İbrahim (A.S)a namaz kıldıran ayet.
Hayır ben şimdi o şeyi istiyorum.
Yahya Şenol: 310. sayfada
310 mu? Neyse, o zaman biz buna bakalım, ondan sonra ona şey yaparız.
Tabi İbrahim (A.S)… İbrahim (A.S)ın duası vardır biliyorsunuz. İşte o dualarından bir tanesi de bu “Rabbic’alnî mukîmas salâti ve min zurriyyetî” “Yarabbi beni namaz kılan bir kişi yap. Soyumdan gelenleri de öyle.” (İbrâhîm 40). Hatta ondan önceki, “Elhamdulillâhillezî vehebe lî alel kiberi ismâîle ve ishâk.” “Allaha hamdolsun, O ne yaparsa en güzelini yapar. Yaşlılığıma rağmen bana İsmail’i ve İshak’ı bağışlamıştır.” Böyle iki evlat vermiştir diye dua ediyor. “inne rabbî le semîud duâ.” “Rabbim elbette ki duaları işitir.” (İbrâhîm 39).
Allah-u Teâlâ bizlerin dualarını da kabul eylesin.
“Rabbic’alnî mukîmas salâti ve min zurriyyetî” “Yarabbi o namazı kılan birisi yap beni. Soyumdan gelenleri de öyle.” Şimdi, İbrahim (A.S)ın bir soyu İsmail (A.S)dan, bir soyu da İshak (A.S)dan devam etmiştir. İshak (A.S)ın oğlu Yakub (A.S), Yakub (A.S)ın lakabı da “İsrail”dir. İsrailoğulları Yakub (A.S)ın soyundan gelen, onun on iki oğlunun soyundan gelen on iki koldur. Bunlara da esbad denir torunlar anlamına.
Bizim peygamberimiz Muhammed (S.A.V) de İbrahim (A.S)ın torunlarındandır. Ve İsmail (A.S) soyundandır. Mekkelilerin tamamı, yani Kureyş kabilesi İbrahim (A.S)ın soyundan gelmiştir. Ve İbrahim (A.S)ın bu duası, Yarabbi beni namaz kılan… ikametus salâh birisi yap. Bize de aynı kelimelerle namaz kılma emri verilmiştir. “Ekımis salâte li dulûkiş şemsi ilâ gasakıl leyl” İşte, “Güneşin batıya kaymasından gecenin kararmasına kadar namazı kıl.” (İsrâ 78).
O şekilde İbrahim (A.S) da Allaha dua ediyor. Yarabbi beni ve soyumdan gelenleri namazlarını kılan kişiler yap diyor. Allah-u Teâlâ’nın İbrahim (A.S)ın dualarını kabul ettiğini de biliyoruz. Dolayısıyla İsmail (A.S) ve soyundan gelenlerin namaz kılıyor olmaları son derece makuldur ve akla uygundur.
Konuyla ilgili başka ayetler. 310. sayfa elinizdeki mealin.
Burada diyor ki; yukarıda peygamberleri saymış Allah-u Teâlâ, “Ulâikellezîne en’amallâhu aleyhim minen nebiyyîne min zurriyyeti âdeme ve mimmen hamelnâ mea nûhin ve min zurriyyeti ibrâhîme ve isrâîle ve mimmen hedeynâ vectebeynâ.” İşte yukarıdan anlatılanlar diyor ki, “İşte bunların her birisi Allahın nimet verdiği nebilerdir. Âdem’in soyundan, Nuh ile birlikte gemiye bindirdiklerimizden, İbrahim’in soyundan ve İsrail’in (yani Yakub’un) soyundan gelenlerdir. Kendilerine yol gösterdiğimiz ve seçtiğimiz kişilerdir.”, “izâ tutlâ aleyhim âyâtur rahmâni harrû succeden ve bukiyyâ” “Rahmanın ayetleri onlara okunduğu zaman hemen ağlayarak secdeye kapanırlar.” (Meryem 58).
Buradaki secde ayetini özellikle okudum. Hanefi mezhebinde bu ayetler okunduğunda secde yapmak vaciptir ama secde yapmayı emreden ne Peygamberimizin bir hadisi vardır ne de Kur’an-ı Kerimin ayeti vardır. Secde yapılırsa hep birlikte yapmak gerekir. Peygamberimizin yanında birisi secde ayetini okuyor ve secdeye kapanıyor, Peygamberimiz de kapanıyor. Bir başkası aynı secde ayetini okuyup secdeye kapanmıyor, Peygamberimiz de kapanmıyor. Niye öyle oldu ya Resulallah diye sorunca; o kapandı ben de ona uydum, sen secde etmedin ben de uymadım diyor. Yani mutlaka vacip değil bu secdeleri yapmak. Yapılırsa tabi çok güzel olur. Onun için siz akşam namazını kılmadan önce bir secde yaparsanız iyi olur.
“Fe halefe min ba’dihim halfun edâus salâte vettebeûş şehevât.” Bu peygamberlerden sonra bir halef geldi. Bunların halifeleri, yani onların yerine geçen insanlar geldiler. Bunlar namazı zayi ettiler. Namazı ihmal ettiler. Namaz konusunda gevşeklik gösterdiler ve şehvetlerine uydular. “fe sevfe yelkavne gayyâ.” Ve onlar da o gayya’ya, yani kendi aşırılıklarının cezasını bulacakları yere kavuşacaklardır. (Meryem 59)
Şimdi, bütün bu ayetler Mekke’de namazın biliniyor olmasını gerektirir. Ondan dolayı, mesela hep ayetlerde işte, o namazı kıl deniyor elif lamlı olarak. O namazı kıl… Hangi namaz? Demek ki biliniyor. Biliniyor. Maalesef bizde bu konularda yeterli çalışma yok. Ya da çalışma var da henüz ulaşılmış değil.
Biraz önce buraya gelmeden önce Süleymaniye Kütüphanesi’nin müdürü geldi. Dedi ki, bizde en iyi tasnif edilmiş olan Atıf Efendi Kütüphanesi’dir. O kütüphanede iki arkadaşımız çalışma yapmışlar. Kütüphanenin üçte ikisini şöyle bir gözden geçirmişler, beş bin kadar hiç kayıtlara girmemiş kitap ve risale bulmuşlar. En iyi tasnif edilmiş olan kütüphanede…
Şimdi, Süleymaniye Kütüphanesi’nde bunun birkaç katı vardır. Eminim ki, şurada şu yanlış bu yanlış dediklerimizin tamamı mutlaka yazılmıştır. Ama bir kenara itildiği için kimsenin haberi yok. İnşallah Cenab-ı Hak lütfeder, ekibimizi genişletir, imkânlarımızı da genişletirsek, Allah-u Teâlâ bu imkânları lütfederse, bu kütüphanedeki… Burası İslam âlemi için en önemli kütüphanedir. Bir numaralı kütüphanedir burası. İnşallah o kütüphanede araştırmalar yapacak ekipler oluştururuz da bu konuları ortaya çıkarırlar.
Mutlaka iyi bir cahiliye Arapları tarihine ihtiyaç var. Bizim gelenekte, İslam güzel gözüksün diye akla hayale ne kadar çirkinlikler gelmişse hepsini cahiliye Araplarına yüklemişlerdir. Bu öyle değil ki. Yani gerçek neyse o olması lazım. Bizim cahiliye diye vasıflandırdığımız Araplar cahil oldukları için o ismi almıyorlar. Onlar İslama karşı kör baktıkları için o ismi alıyorlar. Yoksa kendi bölgelerinde son derece itibarlı insanlar. Son derece saygı gören insanlar. Ve o zamanın Mekkesi bugünkü gibi herkesin değer verdiği, saygı gösterdiği bir dini merkez.
Şimdi, onları doğru bilmek lazım. Evet orada puta tapanlar var. Ama orada asla puta tapmayanlar da var. Hanif dininden olanlar, yani doğrudan doğruya İbrahim (A.S)a uyanlar var. E şimdi, onların mutlaka namaz kılıyor olmaları gerekir. Peygamberimiz (S.A.V) de onları görüp bu namazı kılmış olabilir. Hep olabilir diyoruz, çünkü Kur’an ayetlerinin işareti dışında elimizde başka bir belge yok. Söyleniyor; Peygamberimiz sabahleyin güneş doğmadan önce iki rekât, akşam güneş battıktan sonra iki rekât namaz kılardı diye ama bunun kaynağı da sağlam değil. Eminim ki, bu kütüphanelerin okunmamış olan bölümlerinde bu kaynaklar vardır.
Buraya şuradan geldik, Allah-u Teâlâ diyor ki Peygamber (S.A.V)e: “Gece kalk az bir kısmı hariç.” Peki ne yapacak? Burada yapacağı bir şey var. Namaz kıl ifadesi, kalk ve namaz kıl ifadesi konuyor tefsirlerde genellikle bu araya. Yani o söylenmemiş kısmın namaz kıl olduğu şeklinde bir açıklama yapılıyor ki, son derece mantıklı ve son derece uygun bir açıklama. İşte o ayetlerde de gördüğümüz gibi.
“ve rettilil kur’âne tertîlâ.” “Ve…” o namazı kılarken de “… Kur’anı tertil ile oku.” Tertil demek, böyle her bir kelimenin tek tek fark edileceği bir şekilde, tane tane, güzel bir şekilde oku. Burada şu da olabilir, “Kalk Kur’anı oku.” Yani gece kalk Kur’anı oku. Ondan sonra “ve rettilil kur’âne tertîlâ” de onun artık tefsiri olur. Kur’anı tane tane, teker teker oku, üzerinde düşün.
E o zamana kadar çok bir şey inmemiş denebilir. İşte, Ikra’ suresi, Nûn… Yani “Ikra’” dan Alak suresinden beş ayet, “Nûn vel kalem” den artık kaç ayetse o, buradan inenler. E mevcutları kavrarsanız ondan sonra gelenler daha rahat kavranır. Biz defalarca görüyoruz ki, Kur’an ayetlerini ne kadar çok okursanız, o kadar güzel anlamlara ulaşabiliyorsunuz. Tabi çokluktan maksat, anlamaya çalışarak çok okumaktır; ezbere çok okumak değil.
Dolayısıyla ne kadar ayet inmişse, onları Peygamber (S.A.V) her gece kalkıp okuması, tane tane okuması ve üzerinde düşünmesi emredilmiş oluyor. Namaz kılıyor olsa da gene aynı şey. Namaz sırasında da düşüne düşüne okuyor. Neden böyle yapacaksın? “İnnâ se nulkî aleyke kavlen sekîlâ.” “Biz sana ağır bir görev yükleyeceğiz.” (Muzzemmil 5).
Şimdi, ben de epey zamandır bir alışkanlık olmuştur. Yani bu ayetleri ne zaman okuduysam işte, kaç sene önceyse bilmiyorum, ama müftülükte görevli olduğum zamanlara rastladığını hatırlıyorum. İşlerim böyle çok ağır ve yoğun olduğu zaman gece kalkardım, iki rekât namaz kılar biraz Kur’an-ı Kerim okurdum; ertesi gün işlerimi çok daha rahat bir şekilde başarabilirdim.
Gerçekten müftülükte çok zor günler geçirdik. Çünkü hepiniz de tahmin edersiniz, yani Erzurum’dan kalkmışsınız İstanbul Müftülüğü’ne gelmişsiniz, çok önemli bir göreve gelmişsiniz; orada sizi kıskanan var kıskanmayan var, beğenen var beğenmeyen var. Sürekli dedikodu, sürekli şeyler. Muhalefet, şunlar bunlar.
Ben gerçi hiç dinlemezdim ama bunu kendimde çok denedim; çok ağır sorumluluklar olduğu zaman ertesi gün, o gece kalkar, biraz Kur’an okur biraz da şey yaparsanız, namaz kılar Cenab-ı Hakka dua ederseniz ertesi gün kendinizi çok güçlü hissediyorsunuz. Çok güçlü hissediyorsunuz ve problemlerin üstesinden gelmeniz çok kolaylaşıyor.
Zaten bu ayette onu gösteriyor. “İnnâ se nulkî aleyke kavlen sekîlâ.” “Sana ağır bir söz yükleyeceğiz.” Üzerine ağır bir söz koyacağız. Zaten her şey sözle olur. Şunu yap bunu yap, şunu yapma bunu yapma, hepsi birer sözdür değil mi?
“İnne nâşietel leyli hiye eşeddu vat’en ve akvemu kîlâ.” “Gece kalkması (gece ortaya çıkmak, gece neşesi) insana daha fazla dokunur (daha etkili olur) ve daha sağlam insanın zihnine yerleşir.” (Muzzemmil 6). Burada şu var, yatsıdan sonra oturmayı mekruh sayar eskiler. Ki doğru yani bu şeye uyuyor. Yatsıyı kılıyorsunuz ve hemen yatıyorsunuz. Yattığınız zaman gündüzün o akşama kadar sizi iyice yormuş olan sıkıntılar belli bir süre sonra gidiyor. Ondan sonra da kalkıyorsunuz ki, artık yepyeni bir zihin; tabi akşam erken yatmak şartıyla. Gece saat on ikiye bire kadar oturursan, ondan sonra da yatarsan zaten yapacağın bir şey kalmıyor yani. Sabah namazına kalktığına şükret o zaman.
Evet, “İnne nâşietel leyli hiye eşeddu vat’en ve akvemu kîlâ.” Gece neşesi, gece kalkmak ve o saatlerde Kur’an okumak insan çok daha fazla dokunur. Tabi anlamaya çalışarak okumak gerekiyor. Ve de daha sağlam bir söz olarak insanın zihnine yerleşir.
“İnne leke fîn nehâri sebhan tavîlâ.” Çünkü senin için gündüzün uzun bir yüzme var.” (Muzzemmil 7). Adeta balığın denizde yüzmesi gibi sen de gündüzün yüzüyorsun. Oraya gidiyorsun, oraya gidiyorsun, oraya gidiyorsun, oraya gidiyorsun, sürekli meşgulsün. E o zaman kendine ayıracağın, dinini öğrenmeye ayıracağın bir vakit olmalı.
“Vezkurisme rabbik” “Rabbinin adını zikret.” Yani Allahın adıyla hareket et. Allahın için olsun yapacağın şey gece kalktığın zaman. “ve tebettel ileyhi tebtîlâ.” (Muzzemmil 8). Tebettel, takatta; yani kesil, her şeyle ilişkin kesilsin. Zaten akşam yatsının hemen arkasından uyumuşsun, biraz da dinlenmişsin. Seni meşgul edecek bir şey yok, o saatte zaten telefon da gelmez, ziyaretçi de olmaz. Dolayısıyla o saatte tamamen her şeyden kesilirsin, el etek tamamen çekilmiştir her taraftan. Tümüyle Allah-u Teâlâ’ya yönelirsin. Bütün ilgilerden kopar, Cenab-ı Hakla Allahın bir kulu olarak yüz yüze gelirsin.
“Rabbul meşrıkı vel magribi” “O doğunun ve batının sahibidir.”, “lâ ilâhe illâ hu” “Ondan başka ilah yoktur.”, “fettehızhu vekîlâ.” “Öyleyse sen Onu kendine vekil edin.” (Muzzemmil 9). Allah senin vekilin olsun. Yani güveneceksen Ona güven, dayanacaksan Ona dayan, yöneleceksen Ona yönel, Onun emrini tut. Tüm varlıkların sahibi O’dur. Bugünün sahibi de O, yarının sahibi de O. Elindekilerin sahibi de O, eline geçecek olanların sahibi de O, elinden çıkmış olanların sahibi de O. Öyleyse Onu vekil edinmek, yani Onun koruması altına girmek en akıllı insanların yapabileceği şeydir.
“Vasbir alâ mâ yekûlûn” E insanlar sana her şeyi söyleyecekler. Şimdi, biz istiyoruz ki hiç kimse bir şey konuşmasın. E benim söylediklerim doğru, herkes bunu dinlemek zorunda. Mantıken öyle ama gerçekler öyle değildir. Çünkü insanlar doğruların değil, kendi doğrularının peşindedirler. Kendi menfaatlerinin peşindedirler. Onların menfaatlerini zedeleyen her şey onları rahatsız eder. “Vasbir alâ mâ yekûlûn” “Onlar ne söylerse söylesin sen sabret.” Sen katlan. “vehcurhum hecren cemîlâ.” “Onları şöyle güzel bir şekilde yalnız bırak.” (Muzzemmil 10). Yani kabalık da gösterme. Onların yanından ayrılırken şöyle nazikçe ayrıl. Güzel bir şekilde onlardan uzaklaş. Çünkü belki bin kere daha yanlarına gitmen, onlara bir takım şeyleri söylemen gerekir. Allahın emirlerini onlara anlatman gerekir.
“Ve zernî vel mukezzibîne ulîn ni’me”
Yahya Şenol: “na’me”, nun’un fethası ile.
“ulîn na’me” ha, nun’un fethası ile. Tamam.
“Ve zernî vel mukezzibîne ulîn na’me” O, ellerinde nimet olanlar var; zengin, itibarlı insanlar. Bunlara siz doğruları söylediğiniz zaman hiç dinlemezler. Çünkü doğrular onların ağzından çıkandır, onların kabul etikleridir (!). Ellerinde nimet var ya. İmkânları var ya. Akıllı olmasalardı Allah onlara o imkânları vermezdi (!). Eğer bilgili olmasalardı o kadar zengin olmazlardı (!). öyleyse bütün insanlar onlara itaat etmek zorunda (!).
İşte, Cenab-ı Allah diyor ki: “Ve zernî vel mukezzibîne ulîn na’me” “Nimet sahibi olanları var ya…” İşte, Allah vermiş o nimeti de. “… Onlardan yalan söyleyen vardır. Onları bana bırak.”, “ve mehhilhum kalîlâ.” “Onlara biraz müsaade et.” (Muzzemmil 11). Yani biraz yaşasınlar. Az… Kaç sene? İsterse yüz sene olsun. Ahiret karşısında çok azdır nasıl olsa. Ama o kadar da olmadı zaten, birkaç sene sonra onların büyük bir bölümü Bedir’de cezasını buldular. Bugün de onun gibi sonuçlar olacaktır.
Epey zamandır söyleyip duruyorduk. Bu kezzebe fiiliyle ilgili olarak. Ki, Kur’an-ı Kerimde ister yaptığımız mealde olsun ister burada verdiğimiz meallerde olsun, biz kezzebe fiiliyle ilgili böyle olması gerekir diyerek o şekilde anlam veriyorduk. Şimdi, bugün sağ olsun Enes Hoca o konudaki çalışmayı bitirmiş. Gerçi çalışmasını okumadım ama bana özetledi. Tam kafamdaki gibi olduğundan dolayı tabi güzel bir şey. Şimdi ben bu tip şeyleri hemen anlatıyorum ki, kayıtlara geçsin. Hem sizin için de faydalı. Ama kayıtlara geçmesi daha da faydalıdır.
Çünkü yarın öbürsü gün, ben şundan yüzde yüz eminim, en küçük şüphem yok; inşallah çok yakın zamanda üniversitelerin araştırmacıları, mastır yapan, doktora yapan, araştırma yapan elemanlarının tamamı bizim bu sidilerde, yazılarda, Süleymaniye Vakfı’nın yaptığı bütün çalışmaları didik didik inceleyeceklerdir. Hiç başka çareleri yok. Mutlaka yapacaklardır. Onun için kayıtlara geçsin, ne olur ne olmaz.
Şimdi, kezzebe kelimesi sözlüklerde genellikle tekzip etti, yalanladı diye anlamlandırılır. Yalanladı… Şimdi, yalanlama dediğiniz zaman, yani sizin yaptığınız bir şeyi yalanlayan kişi doğru söylemiş olabilir değil mi? Olamaz mı? Olur. Doğru söylemiş olabilir. Peki Allah-u Teâlâ niye bunları ayıplıyor?
Şimdi, Kur’an-ı Kerime baktığımız zaman, Arapça bilenler daha iyi anlayacaktır; kezzebe fiili bazı cümlelerde doğrudan meful alır. Yani Türkçedeki geçişli fiil şeklindedir. Bazı cümlelerde hiç meful almaz, bazı cümlelerde de harf-i cerler meful alır. Ba harf-i celile, yani o mefulun bih gayri sarih alır. Dolayısıyla her birisinin anlamı farklıdır. Doğrudan meful aldığı zaman yalanlama manasına gelir. Meful almadığı zaman çok yalan söylemek manasına gelir. Harf-i cerle meful aldığı zaman, şunun karşısında yalan söylemek manasına gelir. Onun için “kezzebû bi âyâtillâh” (Cuma 5) dendiği zaman, Allahın ayetleri karşısında yalana sarıldılar, yalan söylediler anlamına gelir.
Şimdi, bunu… Allah razı olsun, böyle değil mi ben yanlış şey yapmadım? Bak yanımda da tasdik etti ha ona göre. Okumadım ama çünkü yıllardır söylediklerimizi ilk defa Hoca’nın ilk defa ulaştığı lügatlerden bulduk. O lügat oldukça eski tarihli değil mi? Üç yüz falan tarihli. Şimdi, bakıyorsunuz yani sözlüklere güvenmek de çok zor. Onun için en güzel sözlük Kur’an-ı Kerim. Bakıyorsunuz Kur’an ayetlerine, bu kelimenin manası böyle olmalı… Böyle olmalı.
Şimdi Kur’ana dayanmanın faziletini görüyor musunuz? Yıllardır biz bu kelimeye bu manayı zaten veriyoruz ama sözlüklerde bu yok. Ama sürekli de araştırıyoruz. Şimdi işte Enes Hoca araştırmış, en eski sözlüklerde bulmuş onu ortaya çıkarmış.
Bunun sonuçları çok önemli. “Bunlar Allahın ayetlerini yalanladılar” diye geçer tefsirlerde görürsünüz. Ayet yalanlanabilir mi? Zaten yalanlanabilen şey ayet olmaz. O zaman ne olur? “Allahın ayetleri karşısında yalan söylediler.” Çünkü onun gerçek olduğunu çok açıkça gördüler. Bunu birçok ayet ortaya koyuyor. “Ve cehadû bihâ vesteykanethâ enfusuhum” (Neml 14). İşte, şeyler; Firavun ve hanedanı Musa (A.S)ın gösterdiği ayetler karşısında bile bile inkâra saptılar. Ama içten içe doğruluğunu biliyorlardı. İşte kezzebu biha bu. Doğru olduğunu bildiği halde yalan diyor. Aslında yalan söylüyor kendisi.
Onun için bu tür mealleri okurken kendi kendinize şaşırırsınız, anlamakta zorluk çekersiniz. Cık, tutmaz falan. Ben anlamadım galiba der geçersiniz. Şimdi burada da bu vesileyle bunu bir parantez içerisinde size anlatmış oldum.
“Ve zernî vel mukezzibîn…” Bakalım buna ne demiş, nasıl mana vermiş? Bak! “Zevk ve refah sahibi olup yalanlayanları bana bırak.” Şimdi, yalanlayan dediğiniz zaman… Bunlar haklı olabilir değil mi? Haklı olamaz mı? Yalan söylediğin kanaatine vardığı için yalanlıyor.
Bir katılımcı: Haklı da diyebilir miyiz? Haklı da…
Olabilir dedikten sonra ‘da’ya lüzum yok. Olur desem ‘da’ya ihtiyaç olur. Haklı olabilir. O mümkün. Ama işte, Enes Hoca’nın bugün neticelendirdiği araştırmasına göre mana verince ki biz hep o manayı veriyorduk zaten yıllardır. “Ve zernî vel mukezzibîn…” “O yalan söyleyip duranları bana bırak.” Bak şimdi daha netleşti değil mi mana. “O yalan söyleyip duranları bana bırak.” “… ulîn na’me.” Bunlar kendilerine nimet verilenler. “ve mehhilhum kalîlâ.” “Onlara birazcık mühlet tanı.” Müsaade et. Yani yaşasınlar.
Şimdi, efendim bir adam kâfir diye hemen öldürelim deniyor. Gelenekte bu var maalesef yani. Bu var… Öyle bir gelenek oluşturulmuş ki, bir yeri fethettiniz; mesela Alparslan Malazgirt savaşını yapmış, Romen Diyojen’i yenmiş, Romen Diyojen’in tarafında olan Türkmenler savaşta Alparslan’ın tarafına geçtiği için hemen zafer kazanmış. Peki bu Türkmenler Müslüman mıydı? Müslüman mıydı? Değildi. Onlar putperest insanlardı. Peki bunlar hemen Müslüman mı oldular? Anadolu’da bunların kalıntısı var mı? Türkmen var. Ama her birisi Müslüman görünmek zorunda kaldılar.
Çünkü o siyasette yaşaman için ya Yahudi olacaksın ya Hıristiyan olacaksın ya da Müslüman olacaksın. Bir başka inançla yaşama şansın yok. E o zaman bunlar da Müslüman olamadıkları için, bakmışlar, ha bir çadır varmış, o çadırı çekelim üzerimize. Neymiş? Alevilik adı. Ha tamam, biz de Aleviyiz. Peki çadırın altında ne var? Sır, söylenmez. Çünkü söylese adam kellesinden korkuyor.
E o zaman ne oldu?.. İyilik mi yaptınız bu insanlara? İki kimlikli hale getirdiniz. Eski kahramanların adlarını değiştirecek, başkahramanın adı Hz. Ali olacak. Ondan sonra işte, bir takım isimler. Kitapların adı Kur’an olacak. Ama onlar neyi kastettiklerini bilecekler. Ve bugüne kadar gelecek. Bunların bir kısmı gerçekten Müslüman olacak ama bir türlü imtizaç edemeyecekler. Bir kısmı işte eski şey içerisinde kalacak ve bugünkü manzara ortaya çıkacak.
Hâlbuki Allah-u Teâlâ bak ne diyor. Mekkeli müşrikler için Cenab-ı Hak ne diyor: “Ve zernî vel mukezzibîne ulîn na’me” “O nimet sahibi olan yalan söyleyip duranlar var ya…” Bütün gerçeği kavradılar ama hep yalan söylüyorlar. “… onları bana bırak.” Dokunma demektir değil mi? Ne yapacaklarsa yapsınlar. Yani Müslümanın korkacak bir şeysi yok ki. O kendisi konuşsun, kendini ifade etsin ki seni de dinlemesi gerektiğini anlasın. O kabını boşaltsın ki o boş yere sen bir şey doldurasın.
“ve mehhilhum kalîlâ.” “Onlara birazcık mühlet ver.” Ne zamana kadar? E hayat boyu demektir bu. Niye? “İnne ledeynâ enkâlen ve cahîmâ.” (Muzzemmil 12). Çünkü Benim yanımda öyle ağır ağır şeyler var, kelepçeler var, zincirler var ve Cehennem ateşi var. Yani Ben onların hakkından gelirim, sen böyle kafayı takma. Sen kendin onları cezalandırmaya kalkma.
İşte, işte İslam bu… Sen doğruları anlatacaksın, karşı taraf sana yaşama hakkı tanıdığı sürece. Yaşama hakkını ortadan kaldırırsa tabi sen de harekete geçersin.
“Ve taâmen zâ gussatin ve azâben elîmâ.” (Muzzemmil 13). Şöyle “Yediği zaman boğazında düğümlenecek yiyecekler…” de var Bizde diyor. Allah-u Teâlâ, Benim yanımda… Yerken boğazında düğümlenecek. Neden yemekten bahsediliyor? Çünkü ahirette insanlar yine topraktan yaratılan, yine etten kemikten olan, yine yemek yeme ve içme ihtiyacı olan bir vücuda sahip olacaklar da ondan. Aynı.
Onun için orada gelecek yiyecekler karşısında Cennetlikler şöyle diyecekler: “kullemâ ruzikû minhâ min semeretin rızkan kâlû hâzellezî ruzıknâ min kablu” (Bakara 25). Yani her hangi bir meyveden onlara getirildiği zaman diyecekler ha biz bunu daha önce de görmüştük. Dünyada da yemiştik bunlardan. “ve utû bihî muteşâbihâ” (Bakara 25). Orada kendilerine dünyadakilere benzer yiyecekler verilecektir. Görüntü tamamen dünyadaki gibi ama tabi tadı, şeyi başka. Dokunmuyor da, şey yapmaya da lüzum yok. Yani öyle rejim mejim yapmaya gerek yok, istediğin kadar yiyebilirsin.
Mustafa abi hiç korkma! Öyle az yiyorum falan demene gerek yok orada.
Enes Hoca: Mukezzibun…
Evet, ha günahkârların yiyeceklerini Enes Hoca şey yapıyor.
Enes Hoca: Mukezzib…
Bu da ha mukezzib. Ha tamam, bak şimdi Hoca’yı tasdik eden kelimeleri de bulunca ayrıca zevkleniyor. “Summe innekum eyyuhed dâllûnel mukezzibûn.” İşte az önceki o yalan söyleyip duran ifadesi vardı ya. “Size gelince ey sapık yalancılar…”
Bir katılımcı: Hocam hangi sure?
Ha doğru ya… 537. sayfa. Vâkıa suresi 51. ayetten itibaren.
“Summe innekum…” “Sonra siz…”, “… eyyuhed dâllûnel mukezzibûn.” “…ey sapık yalancılar siz.” “Le âkilûne min şecerin min zakkum.” “Bir ağaçtan, zakkumdan yiyeceksiniz.” (Vâkıa 52). Zakkumun zehirli olduğunu bilirsiniz. Görüyor musunuz? Bak isim de aynı. Benzerlikler de aynı. Çünkü gene topraktan yaratılacak bu vücut. “Fe mâ liûne minhel butûn.” “Karınlarınızı ondan dolduracaksınız.” (Vâkıa 53). Ben yemem!.. E yeme. Ne zamana kadar?
Şimdi, kulakları çınlasın Mehmet Çelik Hoca manastıra gittiğinden bahsediyor. Gittik manastıra diyor. Bir bardak su getirdiler, içinde benden başka her şey var. Ben bu sudan içmem demiş. E peki demişler, içersin içersin. Cık, içmem… Ne zamana kadar dayanacaksın? Sonra diyor bir zevkle içmeye başladım ki… E başka su yok.
“Fe mâ liûne minhel butûn.”…
Evet, elektrik kesilmeleri akışı engelliyor. “Fe mâ liûne minhel butûn.” “O zakkumdan karınlarınızı dolduracaksınız.” Gene karına gidiyor görüyor musunuz? Mideye gidiyor gene yiyecekler.
“Fe şâribûne aleyhi minel hamîm.” “Üzerlerine de kaynar su içeceksiniz.” (Vâkıa 54). “Fe şâribûne şurbel hîm.” “Öyle içeceksiniz ki, doymak bilmeyen kişilerin içtiği gibi.” (Vâkıa 55). Yani bir türlü susuzluğunuz gitmiyor, habire içmek istiyorsunuz. “Hâzâ nuzuluhum yevmed dîn.” “İşte o hesap günü onların konaklanmaları böyle olacaktır.” (Vâkıa 56). Böyle karşılanacaklardır.
Enes Hoca: … Oradaki taam bu.
Evet, buradaki taam o. doğru. Yani şu ayette okuduğumuz taam: “Ve taâmen zâ gussatin…” Yani kişinin boğazında düğümlenen… Yutamıyorsun, üzerine kaynar su alıyorsun içiyorsun ki yutasın. İşte o zakkumdan olan yiyecek. “… ve azâben elîmâ” “Ve acıklı bir de azap var” Bizim katımızda diyor. Sen şimdi müsaade et, nasıl olsa onlar cezalarını çekecekler.
Çünkü burada bunlara müsaade etmek lazım ki düşünebilsinler. Hürriyet içerisinde tartışsınlar. Konuyu iyice kavrasınlar. Kararlarını tam bir hürriyet içerisinde versinler. İnanacaklarsa tam bir hürriyet içerisinde inansınlar, kâfir olacaklarsa tam bir hürriyet içinde kâfir olsunlar.
Onun için şunu kabul etmek gerekiyor. Bir yerde bir insanın ben kâfirim diye açık ve net bir şekilde söyleme hürriyeti yoksa, bir başkasının ben Müslümanım diye söylediğine fazla güvenemezsiniz. Acaba beni mi kandırıyor dersiniz. Çünkü ikisini de aynı hürriyet içerisinde söyleyebilmeli. Kendini ifade edebilmeli ki, orada konular çok güzel bir şekilde tartışılsın. Çünkü kendi kalbinde küfür olduğu halde müminim dese, kendine de bir faydası olmaz karşısındakine de. Açıkça inancı neyse onu söylemeli. Söylemeli ki tartışılabilsin.
Geçende bir bacı kardeş geldi. İkisi de çok zeki. Şimdi, kadın tabi çoluk çocuk sahibi ama genç hanım. Yüksek tahsilli, imanlı, örtülü ve dine hizmet etmek isteyen gayretli birisi. Yanındaki kardeşi o da çok zeki, o da üniversitede galiba ya da bitirmiş. O da dedi ki, ben Katoliğim dedi. Nasıl oluyor?.. E Katolik oldum dedi çok açık bir şekilde. Bizim vakfa geldi ikisi de. A iyi, olduysan oldun, ne yapalım?..
Bir katılımcı: İlk kardeşi mi Katolik oluyor?
Zaten iki kardeş. Birisi kız Müslüman, elinden geldiği kadar böyle dine hizmet etmek istiyor. Kardeşi de ben Katoliğim diyor. Kız da gayet normal olarak kardeşim Katolik oldu dedi. Yani hiç… Çok tabi bir şey söylüyor gibi.
Şimdi, kızın bir takım soruları vardı. Ha telefon etmişti, sorularım var… Gel demiştim, onun için gelmişti. Sorularını sordu. Cevaplarını verdik. Cevabı verirken ben o Katoliğim diyenle fazla da ilgilenmedim ama yani şu manada, özellikle ilgilenmedim. Yoksa ona da tabi… Oturdu, insani olarak her hangi bir şey olmadı da. O ablasına anlatırken ona da çok hafif göndermeler yaptım. Hafif böyle. Hani kızım sana söylüyorum gelinim sen anla hesabı. Çünkü o delikanlı bir şey sormak için bana gelmiş değil. Ablasına refakat etmiş. Oradaki asıl konu öbürü.
E bir de şey verdim. Bizim ‘Aracılık ve Şirk’ kitabını. Orada Katoliklerle ilgili bölümler var. Ve sitemizde papazlarla ilgili tartışmaları anlattım. Böyle şeyler de var, isterseniz bakabilirsin diye. Bu Cumartesi günü ablası geldi Vakfa. Dedi ki, kardeşim dedi, işte bu ayın bilmem sonuna doğru Katolik kilisesinde bir tören yapacaklarmış ona Kiliseye kabulü için. Böyle baya da önem veriyorlarmış. Demek ki fazla Katolik olan olmadığı için böyle törenle mörenle azı çok gösterecekler.
Dedi ki, kardeşim ilk önce aslında beş vakit namazını kılan bir çocuktu dedi. Arkasından dedi Luteryen oldu. Yani Protestan. Sonra onları beğenmedi şey oldu dedi, Ortodoks oldu. Sonra onları da beğenmedi Katolik oldu. Şimdi dedi, sizinle görüştükten sonra da allak bullak oldu, her şey böyle altüst oldu dedi. Bir gece bana telefon açtı. Hüngür hüngür ağlıyor, işte konuşamıyor. Abla çok ağladım diyor falan. Bizim işte kitapları okumuş. Sohbetleri falan dinlemiş, yani bu konuyla alakalı. Tamamen dünyası altüst oldu, şimdi ona da ciddi ciddi şüphelenmeye başladı Katoliklikten.
Ha. İlginç işte, şunu sormuş. Bana ablası onu sordu Cumartesi günü. Peygamberimiz masum mu diye sormuş. Yani tabi Peygamberimiz demiyor da Muhammed masum muydu diye soruyor. Şimdi, bizde masum diye inanç vardır biliyorsunuz. İsmet sıfatı. Yani her türlü günahtan korunmuştur. Şey de öyle, Papa da aynı şekilde kabul ediliyor, papazlar da aynı şekilde kabul ediliyor.
Ben dedim, hayır öyle bir şey yok. Bunun hiçbir delili yok ve bir iki tane ayet gösterdim. Eğer masum olsaydı Cenab-ı Hak der miydi ki: “le in eşrekte le yahbetanne ameluk” “Hele şirke düş bütün yaptığın yok olur gider” diye. (Zumer 65). Öyle birkaç tane de şey söyledim. Teşekkür ederim dedi gitti. Tabi daha netice ne oldu bilmiyorum.
Şimdi, tabi akşamdan sabaha değişmez bu tip şeyler; işi zamana yaymak lazım. Ama o delikanlı gelip de benim yanımda çok rahat bir şekilde ben Katolik oldum demeseydi bu gelişmeler olmazdı. Kimliğini gizleseydi olmazdı.
Hâlbuki Kur’an-ı Kerimin açık ayetlerine rağmen, bizim geleneğimizde bu kişi öldürülür. Kur’ana rağmen öldürülür. Üstelik de mahkeme etmeye de gerek yok. Hemen öldür, ispatla tamam. Madalya bile takarlar sana. Müslümandı, dinden döndü, öldürdüm. Ha iyi yapmışsın, teşekkür ederiz derler.
Şimdi, böyle bir gelenek insanları sadece münafık yapar, başka bir şey yapmaz. Ama bu delikanlı açıkça söylediği için… İşte bu Cumartesi günü ki, bu dediğim toplam on günlük bir iş değil tamamı. Ve ablası dedi ki, galiba bu gidişle o törene katılmayacak gibi gözüküyor dedi. Galiba dedi, artık ne olacağını Allah bilir. İşin neticesi bizi ilgilendirmez. Ama bizi asıl ilgilendiren taraf şu, siz buna bütün açıklığıyla meseleyi anlatabiliyorsunuz, o da kendisini ifade ediyor. Sonra kararı versin. Ne yaparsa yapsın.
İşte Allah-u Teâlâ da burada ne diyor? Bırak diyor. Yalan söyleyip duruyorlar. Tamam, söylüyorsa söylesin. Onlara biraz müsaade et. O biraz da ne? Ölene kadar, işte birazı o. ne zaman? Bugün, yarın… Şimdi, ben mesela az önce konuşuyordum. Bir hafta, on gün sonra acaba Müslüman mı olacak? Hayır, ne bekliyorsun sen onu? Olacak veya olmayacak, bu seni ilgilendirmez ki; sen vazifeni yap.
Allah ölene kadar müsaade et diyor. Nereden anlıyoruz? Çünkü diyor, Benim yanımda bunun haddini bildirecek şeyler var. Cehennem var, bukağılar var, işte kelepçeler var. Onun boğazında düğümlenecek yiyecekler var. Acıklı bir azap var. Peki ne zaman bu? “Yevme tercuful ardu vel cibâlu ve kânetil cibâl” “Yerin sarsıldığı, dağların sarsıldığı gün”, “ve kânetil cibâlu kesîben mehîlâ.” “ve dağlar erimiş bir kum yığınına döndüğü zaman kadar.” (Muzzemmil 14). Yani kıyamete kadar karışma demiş oluyor değil mi?
İşte bunu sağlamak zorundayız. Aksi takdirde sağlam bir toplum oluşmaz. Yani bir İslam toplumunda insanlar çok rahatlıkla dinden döndüklerini söyleyebiliyorlarsa, işte orada sağlam bir yapı oluşur. Orada tartışmalar sağlam temel üzerinde olur. Ama, sen dinden dönersen öldürürüm…
Hani bir hikâye anlatırlar ya; adam Müslüman olmuş, bizimkilerin hemen âdetidir, demişler ki keseceğiz… Neyi? E sünnet olacaksın demişler. Sanki olmazsa olmaz gibi bir şart olarak öne sürülür. O zaman vazgeçtim demiş. Keseceğiz… Niye? E dinden döndün şimdi senin kelleni keseceğiz. Ya bu ne biçim din demiş, gireni de kesiyorlar çıkanı da kesiyorlar.
(Gülüşmeler)
Peki şimdi biraz ara verelim.