Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdu lillahi rabbil alemin, vel akıbetu lil muttekın, essalatu vesselamu ala resulüne Muahmmedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Ya rabbi indirdiğin kitabı çok iyi anlamayı, yarattığın kitap ile indirdiğin kitabı birlikte okumayı bizlere nasip eyle.
Bugün ki konumuz “Dünya yuvarlak mı, düz mü?” Bu konuda bir sürü konuşmalar yapılıyor. Bazıları dünya düzdür diyor. Birçoğu Kuranı Kerim’den ilim olmaz diyor. Halbuki Allahu Teala Âdem’i (a.s) yarattı. Yaratmadan önce bir muhalif varlık yaratıyorum diye meleklere söyledi. Muhalif varlık kelimesi melekleri tedirgin etti, rahatsız etti ve itiraz ettiler. “etec’alu fîhâ mey yufsidu fîhâ ve yesfikud dimâé’” “Ya rabbi bu yeryüzünde fesat çıkarıp kan akıtacak birilerini mi oluşturuyorsun?” “gâle innî ağlemu mâ lâ tağlemûn” (Bakara 30) Allahu Teala dedi ki tamam siz bunu biliyorsunuz. Muhalefet bir takım düzensizliklere sebep olur ama sizin bilmediğiniz bir şey var onu ben biliyorum dedi. Sonra Âdem’e bütün isimleri öğretti. İsim dediğimiz, neyin neye yaradığıdır. Bütün isimler derken aklınıza ne gelir? Yeryüzü gelir. Doğru yeryüzündeki her şeyi öğretti. Sadece yeryüzünü mü öğretti acaba? Bütün isimler derken güneş, yıldızlar, ay, başka şeylerde o işin içine girer. “summe aradahum alel melâiketi” “Sonra onları meleklere gösterdi.” “fegâle embiûnî biesmâi hâulâi in kuntum sâdigîn” (Bakara 31) İddianızda haklıysanız. Yani bu yaratılan varlık ne işe yarayacak dediniz. Her şeyi bilmiş gibi davrandınız. Şu isimleri bize söyleyin dedi. “Gâlû subhâneke lâ ılme lenâ illâ mâ allemtenâ” Hemen teslimiyet gösterdiler. “Ya rabbi sana boyun eğeriz. Senin öğrettiğinden başka bir bilgimiz olmaz dediler.” “inneke entel alîmul hakîm” “Bilen sen, doğru karar veren sensin.” (Bakara 32) “Gâle yâ âdemu embié’hum biesmâihim” “Allah dedi ki şu isimleri bunlara söyle bakalım.” Yani ne, neye yarar, adı nedir? “felemmâ embeehum biesmâihim” “Âdem meleklere bütün isimleri yani neyin neye yaradığını öğretince” “gâle” “Allahu Teala dedi ki” “elem egul lekum innî ağlemu ğaybes semâvâti vel ardı” “Size demedim mi göklerin ve yerin gaybını bilirim.” Allah Adem’e neyi öğretmiş? Yeri mi öğretmiş? Gökleri ve yeri öğretmiş. Adem’e (a.s) yeryüzünde buğday nasıl yetiştirilir, elbise nasıl yapılır, şundan nasıl yararlanılır, altın nedir, gümüş nedir… Sadece o değil. Toprak nasıl ekilir? Meyveler nasıl yapılır? Sadece onu öğretmemiş. Başka ne öğretmiş? Gökleri öğretmiş. Göğü değil. Gökyüzünü demiyor, dikkat edin. Gökyüzü dendiği zaman 1. kat sema anlaşılır. Ama gökleri dediği zaman acaba Allah hangi gökleri öğretti? Adem’in (a.s) torunları neleri biliyormuş? Yedi kat göğü biliyorlarmış. Onu da Kuranı Kerim’den öğreniyoruz. Nuh Suresinde, Nuh (a.s) halkına “Elem terav” “Görmediniz mi?” “keyfe halegallâhu” “Allah nasıl yaratmış?” Neyi? “seb’a semâvâtin” “Yedi katı” “tıbâgâ” “tabaka tabaka nasıl yarattı?” (Nuh 15) Demek ki bunlar oralara çıkıyorlardı da görüyorlardı? Göklere çıkılır mı? Çıkılır. Görülür mü? Bugün de çıkabiliriz. Onu da Allahu Teala Rahman Suresinde söylüyor. “Yâ mağşeralcinni vel insi” “Ey insan ve cin topluluğu” “inistetağtum en tenfuzû min agtâris semâvâti vel ardı” “Göklerin ve yerin 6:15 sn. anlaşılmıyor. geçip…” Yani yerin içine girip, göklere çıkmak… Yerin yapısı ile göklerin yapısı birbirine benzer. Yer gök yapısının bir prototipidir. Mesela bulunduğumuz dünyanın yüzü yedinci kat sema gibidir. Oradan aşağıya doğru inersiniz. Dünyanın merkezine de gidebilirsiniz. Yedinci kat göğe de çıkabilirsiniz. Ama nasıl çıkarsınız? “illâ bisultân” “Bir gücünüz olacak.” (Rahman 33) Çıkamazsınız değil. O gücü buldun mu, çık. Demek ki Allahu Teala, Adem’e (a.s) o gücü de yani göklere nasıl çıkılacağını da öğretmiş. O bilgiyi de öğretmiş. Uydulardan bugün fotoğraflar çekiliyor. Dünyanın fotoğrafı karşımıza çıkıyor. Onlar oradan dünyanın şeklinin yuvarlak mı, düz mü olduğunu göremezler mi? Ya da Allahu Teala bunu Adem’e (a.s) öğretmemiş midir? Dünyada okuma yazmayı ilk önce öğrenen kimdi? Adem’di (a.s). Allahu Teala Alak Suresinde “alleme bilgalem” “Allah kalem ile öğretti.” “Allemel insâne mâ lem yağlem” “O insana bilmediğini öğretti.” (Alak 4-5) Dolayısıyla insanlar ilkeldi, bilmem ne… Bunlar birilerinin hayalinden öteye geçmez. Allahu Teala Adem’e (a.s) kitap vermiştir. Adem’i seçtiğini Taha Suresinde bildiriyor. Allahu Teala Adem ile Havva diyor. Adem’e isimleri öğretiyor. “uskun ente ve zevcukel cenneh” “Sen ve eşin şu bahçeye girin, yerleşin.” (Bakara 35) Kaç kişi? İki kişi… Tabi o bahçeye İblis’de giriyor. Bizim geleneksel yapıda gerçekten çok ciddi müdahaleler var. Bu da çok büyük, çok çok büyük bir ihtimalle… Şimdilik ihtimal diyorum. İhtimal değil aslında… Bir Yahudi organizasyonudur. Çünkü İslam’ın son din olması onların işlerine gelmediği için çok güzel rol yaparlar. Hiç kendileri olarak görünmezler. Çok büyük ilim adamı, çok büyük din adamı olarak karşımıza çıkar. İşte bu işleri böyle anlaşılmaz hale getirirler. Cennete de ahirette ki cennet anlamı verirler. Bizler böyle yetiştirildik. Ahirette ki cennette İblis’in ne işi var? Âdem bu yeryüzünde yaratılmadı mı? Allah bu yeryüzünde bir halife (muhalif varlık) oluşturuyorum demiyor mu? Bu yeryüzünde fesat çıkaracak… Peki, onu oradan alıp ahiretteki cennete mi götürdü? Ama tabi… Bakın onu buradan bir anlayın. Her şey bozulduğu için… İlk yazıyı icat eden kim derler. Allah söylüyor ama herhangi bir kitaptan okuduğunuzu biliyor musunuz? Allah’ın kitabında var. Başka hangi kitapta var? Hiçbir tefsirde yok. Hiçbir fıkıh kitabında yok. Hiçbir kelam kitabında yok. Niye? Çünkü Müslümanların kuran ile ilgisi yok ki… Ortada Kuran’sız bir İslam var. Burada diyor ki… Bakın Adem ve Havva 11:24 sn. anlaşılmıyor. “Gâlehbitâ minhâ” Birazcık Arapça bilenler bilirler. “İhbita” “İkiniz inin, o bahçeden” (Taha 123) Çünkü ikisi girdi, ikisi diyor. Demek ki orada henüz çocukları olmamış. Bakara Suresinde “İhbitu” (Bakara 38) diyor. O zaman üçüncüsü kim olur? İblis olur. Başka yolu yok. “cemîam bağdukum libağdın aduvv” Karı kocasınız ama birinizin diğeri hakkında gözü olacak. Çünkü muhalif yapınız var. Onun için ailelerde devamlı kadın kocasının yetkisine müdahale etmeyi sever, kocası da karısının yetkisine müdahale etmeyi sever. Muhalif yapı bunu gerektirir. “feimma yeé’tiyennekum minnî huden” Mutluluğun yolu ne? “Benden size bir hüda gelirse” (Taha 123) Hüda ne? Bakara Suresine bakın. “Elif lâm mîm. Zâlikel kitâbu lâ raybe fîh, hudel lilmuttegîn” “Kitap budur. Kendisinde şüpheye yer yoktur. Müttakiler (doğal yapısını koruyanlar) için hüdadır.” (Bakara 1-2) “Benden size bir hüda gelirse…” Bu ne olur? Allah’ın kitabı olur değil mi? Peki, okuma yazma bilmeyene kitap verilir mi? Kitap indirilir mi? Bu kadar açık ayetler olmasına rağmen… “femenittebea hudâye felâ yedıllu ve lâ yeşgâ” “Kim benim hüdama uyarsa yani o kitabıma uyarsa sıkıntıya düşmez ve yanlış yola da girmez.” (Taha 123) Önceki ayette şöyle diyor. “Summectebâhu rabbuhû” “O bahçeden çıktıktan sonra Allah Adem’i seçti.” (Taha 122) Demek ki o bahçedeyken Âdem henüz nebi değil. O bilgileri öğrenirken de nebi değil. Öyleyse onlar nebilik bilgisi değil. Hepimizin öğrenebileceği bilgilerdir. O bahçedeyken de nebiliği yoktu. O bahçeden çıktıktan sonra seçti. Zaten Ali İmran Suresinde de “İnnallâhestafâ âdeme ve nûhav ve âle ibrâhîme ve âle ımrâne alel âlemîn” “Adem’i, Nuh’u…” Nuh çok önemli… “İbrahim ailesini ve İmran ailesini seçti.” (Ali İmran 33) Şimdi burada Adem ile Havva var. Allah kaç kişi arasında seçmiş? İki kişiden birisi olarak seçti. Seçtiği zaman çocukları da olmuş olabilir. Bahçedeyken yok ama çıktıktan sonra seçim olduğu için… Şimdi “ictebahu” kelimesi var. Hani Kuranı Kerim’de birbirine benzeyen ayetlerden hareketle Kuran’ın Allah tarafından yapılan açıklamasına ulaşıyoruz ya… Enam Suresi 83. ayetten 90. ayete kadar Nuh’tan (a.s) İsa’ya (a.s) kadar 18 nebiyi sayıyor. Ondan sonra da 87. ayetinde “Onlarında babalarından” diyor. Babalarından derken Nuh’un babalarından kime çıkar? Adem’e… Soylarından derken İbrahim’in (a.s) soyu nereye kadar ulaşıyor? Resulullah’a kadar değil mi? Kardeşlerinden dediğimiz zaman Musa ile kardeşi Harun’u biliyoruz. Bilmediğimiz dünya kadar nebi var. Burada “ictebeynâ hum” (Enam 87) diyor. Öbür tarafta da “icteba” (Taha 122) dedi. Aynı kelime… Arapça bilmeseniz bile… “Onları seçtik.” Seçtikten sonra ne yaptık? “ve hedeynâhum ilâ sıratım mustegîm” “Doğru yola yönlendirdik.” (Enam 87) 89. Ayette de “Ulâikellezîne” “O seçtiklerimiz var ya” İçlerinde en başta kim var? “âteynâhumul kitâbe vel hukme ven nubuvveh” “Onlara kitap verdik, hikmet verdik ve nebilik verdik.” (Enam 89) O zaman Âdem (a.s) nebi, kitabı var. Öyle suhuf falan değil. Onlar uydurma şeyler… O suhuf ne bir ayette vardır, ne bir hadiste vardır. Ama maalesef bize imanın şartı gibi ezberletmişlerdir. O suhufun hiçbir dayanağı yoktur. Bize öğretmişlerdir. Bakın Âdem’e de son nebi Muhammed’e ( a.s) de, o zamana kadar gelen bütün nebilere de kitabın yanında ne öğretilmiş? Hikmet… Hikmet nedir? O kitabın kullanma kılavuzudur. O kitaptan nasıl hüküm çıkaracağınızı gösterir. İşte biz ondan yararlanarak Âdem’in (a.s) nebi olduğunu, kendisine kitap verildiğini kimsenin şüphe etmeyeceği şekilde öğrendik. Ama bu metot olmadığı için şu anlattığım bilgileri anlatan bir kimseyi ben şu ana kadar bilmiyorum. Görmedim, duymadım. Sizden görüp duyan varsa söylesin. Hikmet tamamen kayboldu. Bütün nebilere verilen hikmet… Önce kitap sayısı bu kadar nebiye rağmen, bu kadar açık ayetlere rağmen 4’e indirildi. Hikmette gitti. Kuranı Kerim’i anlama imkânsızlaştı. Yani şöyle düşünün. Çok zengin bir adamın kızı hayatında bir çorba yapmamış. Mutfakları her türlü yiyecekle dolu… Annesi, babası kızım biz şimdi gidiyoruz diyorlar. O aşçıların eve gelmesi hoş olmaz. Sen tek başına kalacaksın. Mutfakta her türlü yiyeceğimiz var. İstediğini yapıp yiyebilirsin diyorlar. O da tamam diyor. O yiyeceklerin hangisi kızla tanışır? Yiyecek maddelerinin… Bir patates haşlayabilir mi? Belki en fazla bir elma varsa alıp yer. Belki bir domates doğrayabilir. Belki bir salatalık yiyebilir. O kadar… Ne yapacak? Ya aç kalacak ya da mutfağı birisine teslim edecek. O mutfağın bütün malzemesini o çalacak. Ona basit bir iki yiyecek verecek. İşte İslam Alemi’de Kuranı Kerim’i başkalarına teslim etmiş. Dünyanın en zengini olmasına rağmen aç ve perişan haldedir.
Kuranı Kerim’de dünya düz mü, yuvarlak mı? Bugün bana bunu sordular. Bizde Enam Suresine başladığımız için baktık ki ilk iki ayet dünyanın yaratılışı ile ilgilidir. Burada Allahu Teala şöyle diyor. “Elhamdu lillâhillezî halegas semâvâti vel arda” “Gökleri ve yeri yaratan Allah, yaptığı her şeyi güzel yapmak ona mahsustur.” Hamd yaptığını güzel yapmaktır. Yani el hamd dediğiniz zamanda yaptığı her şeyi güzel yapmak gökleri ve yeri yaratan Allah’a mahsustur. Biz bir şeyi güzel yaparız ama binlerce şeyi beceremeyiz. Ama Allahu Teala için böyle bir şey söz konusu değildir. “ve cealez zulumâti ven nûr” “Karanlıkları ve aydınlığı da o oluşturmuştur.” “summellezîne keferû birabbihim yağdilûn” “Ama bakıyorsunuz ki kafirler başkalarını Allah’a denk tutuyorlar.” (Enam 1) Allah’a denk özellikler veriyorlar. Gökleri ve yeri yarattı diyor. Acaba Allahu Teala nasıl yarattı? Bugün ki sorumuz dünya düz mü, yuvarlak mı? Dün gelen soruyu bir okur musun?
Fatih ORUM: Soru şöyle… “Selamun aleykum. Dünya yuvarlak mı, düz mü? Dünyadan çıkış var mı? Kuran bu konuda ne diyor? Bu konuda bir ders yapılabilir mi? Çünkü yecüc, mecüc düz dünya teorisine göre ikinci yuvarlak katmanda bölümden geleceği ve Antarktika buzullarının arkasına setti aşarak geleceği söyleniyor. En iyisini Allah bilir. Bu konuda bir takım kafa karışıklıkları var.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yecüc mecüc konusuna burada girmemize gerek yok. Bu arkadaşımız Süleymaniye Vakfı Mealinden Yecüc ve Mecüc’ün geçtiği ayetlerin mealini okursa görür ki Kuranı Kerim’de olmasına rağmen bu tam bir hayale, hikâyeye dönüştürülmüştür. Kötü insanlar anlamına geliyor. O manda kullanılıyor. Dünyanın dışına çıkabilecek mi diye sormuş. Çıkılabileceğini Allahu Teala söylüyor. Okuduk. Dersin başında söyledik. 7. kat semaya kadar çıkabiliriz. Nitekim Resulullah oraya kadar Miraç’ta çıkmıştır. Bu bir mucize değildir. Allah siz de o gücü bulun çıkın diyor. O gücü bulabilirsek çıkarız. O gücü nasıl buluruz? O gücü bulabilmenin tek yolu Allah’ın indirdiği ayetlerle yarattığı ayetleri birlikte okumaktır. O çok önemlidir. Çünkü Allah Adem’e (a.s) önce hangi ayetleri öğretti? Yarattığı ayetleri öğretti. Peki, Resulullah önce hangi ayetleri öğrendi? O da yaratılan yaetleri öğrendi. Hepimiz öyle… Dünyaya gözümüzü açtığımızdan itibaren ne öğreniyoruz? Yaratılan ayetleri öğreniyoruz. İşte Kuranı Kerim ile birlikte yaptığımız zaman bu Kuran o ayetleri yaratanın kitabıdır. Dolayısıyla bu kuranı Kerim’de o ayetlerle ilgili her şey var. Onun için o ayetler bu ayetlerinde delilidir. Allahu Teala Fussilet Suresinde şöyle diyor. “Senurîhim âyâtinâ fil âfâgı ve fî enfusihim” “Çevrelerinde ve kendi içlerinde ayetlerimizi onlara göstereceğiz.” “hattâ yetebeyyene lehum ennehul hagg” “Bu kitabın hak kitap olduğu onlar için açık ve seçik bir şekilde ortaya çıkacaktır.” (Fussilet 53) Bu kitabın Allah’ın kitabı olduğunun delili neymiş? Allah’ın yarattığı ayetler… Bu kadar… İkisi birbirini tamamlamazsa bu kitabın delili olur mu?
Şimdi dünya düz mü yuvarlak mı? Allahu Teala burada aklımızı çalıştırmamızı emrediyor. “İnne fî halgıs semâvâti vel ardı” “Göklerin ve yerin yaratılışında” (Bakara 164) Gökler nasıl yaratılmış, yer nasıl yaratılmış? Siz hangi ovada olursanız olun, göreceğiniz yer sınırlıdır. Mesela ben Süleymaniye’nin bahçesinden bakıyorum. Çamlıca Tepesinden güneş doğuyor. Karaköy’ün arka sırtlarına kadar o bölgelerden güneş doğruyor. Geniş bir alandan… Ben şimdi oradan baktığım zaman Çamlıca’ya gittiğimde güneşe elimi vurabilmem lazım değil mi? Oradan doğuyor ya… Ben şimdi çocukluktan hatırlıyorum. Erzurum’da iki katlı bir evimiz var. Evin bahçesinden bakıyorum. Bulutlar bizim evin çatı kısmını ki çatı yoktu. O zaman evlerin üstü çatısızdı. Evin bacasına bulutlar çökmüş. Hemen koşarak oraya çıkardım. Bakardım ben gidene kadar bulutlar kaçardı. Bir türlü yakalayamazdım. Kaç kere çıktım. Bulutları bir türlü yakalayamıyordum. Siz aşağıda iken orada zannediyorsunuz. Oraya çıktığınız zaman başka bir yerde… Aynı şekilde mesela o çocuk kafasıyla düşünün. Güneş nereden doğuyor? Çamlıca’dan… Ben yarın Çamlıca’ya gideyim. Güneşin yanından bakayım. Gidersin. Bu defa o çok daha uzağa gider. Oraya git daha uzak, daha uzak… Niye öyle? Neden öyle? Göklerin ve yerin yaratılışı diyor. Gök olarak bakıyorsun. İşte bulut gök… Bulut bizim evin bacasına değiyor. Çıkıyorum ki hiç değmemiş. Göklerin, yerin yaratılışında diyor. “vahtilâfil leyli ven nehâri” “Geceyle gündüzün peş peşe gelmesinde” “vel fulkilletî tecrî fil bahri” “Denizde akıp giden gemilerde” (Bakara 164) Denizde duran gemi demiyor. Denizde akıp giden gemi… Şimdi sen gemicisin. Siz denizde, okyanusta, her yerde dolaşıyorsunuz. Peki, şimdi siz gemiyle giderken karşıdan gelen geminin önce nesini görüyorsunuz?
Ömer Bey: En üst noktasını görüyoruz.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Sonra yaklaştıkça…
Ömer Bey: Aşağı doğru iner.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İner, iner…
Ömer Bey: Sonra tamamı görünür.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O da sizi görür. Gittiği zaman da kaybolmaya başlar. Allahu Teala “denizde akıp giden gemilerde” (Bakara 164) diyor. Dikkat edin, duran demiyor. Sizin geminizde yürüyor, o da yürüyor. Siz dursanız fark etmez. O yürüdüğü zaman fark ediyor değil mi? “bimâ yenfeun nâse” “Tabi insanların faydasına bir şeyler taşıyor.” “ve mâ enzelallâhu mines semâi mim mâin” “Allah’ın gökten indirdiği suda” “feahyâ bihil arda bağde mevtihâ” “Ölümünden sonra yeri diriltmesinde…” Mesela konumuzla ilgili değil ama yeri gelmişken söyleyeyim. Bir keresinde beni şok eden olay olmuştu. 20 kere Hacca gittim. Umrenin sayısını bilmiyorum. Arafat’a gidip geliyoruz. Hiç ot yok, bir şey yok. Bir gün gittim ki yemyeşil olmuş. Bu nereden geldi buraya dedim. Demek ki Allah onların içerisinde o tohumu saklıyor. Gökten yağmur yağınca alttan bitiyor. “ve besse fîhâ min kulli dâbbeh” “ve yeryüzünde bütün canlıları yaymasında” “ve tasrîfir riyâhı” “rüzgarların değişik şekillerde akıp gitmeleri” Tek tarafta rüzgar olduğu zaman mutlaka tehlikeli olur. Ama bir oradan bir buradan birbirini dengeler. “ves sehâbil musahhari beynes semâi vel ardı” “Gökle yer arasında emre amade olan, insanlara hizmet eden bulutlarda…” İşte az önce söylediğim bu… Değiyor zannediyorsun. “leâyâtil” “Ayetler vardır.” Bak Kuran’da ki de ayet, o da ayet, dikkat edin. Kimin için? “ligavmiy yağgılûn” “Aklını kullanan bir topluluk için…” (Bakara 164) Sen tek başına baktığın zaman anlayamayabilirsin. Birkaç gün bakarsın. İşte bu gemi gidip geliyor. Az önce dediğim gibi bakıyorsun güneş falan… Yarın gideyim de güneşin doğduğu yere bakayım. Nasıl doğuyor? Git, daha uzağa, git daha uzağa, ne kadar gidersen yetişmen mümkün değil. Niye? Düşündüğün zaman bu neyi gösterir? Dünyanın yuvarlak olduğunu gösterir. Mesela bu kubbe gibi yaptığım kâğıdı gök olarak düşünün. Benim bulunduğum yer oradaki boylamdır. Yani benim bulunduğum yer bana göre en yüksek noktadır. Sağ tarafım, sol tarafım giderek azalır. Peki, ben kâğıdın ucuna gittiğimde güneş tekrar uzaklaşıyor, tekrar uca gittiğimde tekrar uzaklaşıyor. Bu böyle olmak zorunda… O zaman bu dünyanın ne olmasını zorunlu kılıyor. Yuvarlak olmasını zorunlu kılıyor. Dünya düz olsa böyle bir şey olmaz ki… Mesela şu masa gibi olsa… Gökyüzünü kubbe gibi göremeyiz, düz görürüz. İşte bakın Kuranı Kerim’de var mıymış? Var. Kimin içinmiş? Aklını kullananlar için… O zaman bu ne demektir? Kuranı Kerim’i okumana gerek yok. Herkes aklını kullanınca dünyanın yuvarlak olduğunu anlar. Ama tek başına değil. Ekip olarak düşüneceksiniz. Çünkü senin göremediğini arkadaşın görür. Onun göremediğini o görür. Allah “ligavmiy yağgılûn” “Aklını kullanan bir topluluk için…” (Bakara 164) diyor. Mesela Kuran’ın açıklamaları için de ne diyordu?
Fatih ORUM: “ligavmiy yağlemûn” (Fussilet 3) diyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani Kuran ayetlerini ve hikmeti bilenler için Kuranı Kerim’i açıklamıştır. Ama tabiat ayetlerine sıra gelince herkes çocukluktan itibaren zaten onları okuyor. Ve yaşamak için birçok şeyi öğrenmek zorundadır.
Baştan söylemiştim. Bizde hikmet gerçekten tamamen kaybolmuş. Kuranı Kerim üzerinde düşünmek diye bir şey yok. Kuranı okumak sevap derler. Ne güzel? Süleyman ATEŞ Hocayı dua ile yad etmiş olalım. Çok güzel bir tespiti vardı. Çok hoşuma gitmişti. Allah sağlıklı uzun ömürler nasip eylesin. Bizim Müslümanların Kuran ile ilgisi neye benzer biliyor musunuz? Adamın birisi doktora gidiyor. Hastalığını söylüyor. Doktor ona bir reçete yazıyor. Aman bu reçeteye çok dikkat et. Sen iki ay sonra bana gel diyor. O da gidiyor. Bak, doktor bu reçetenin çok önemli olduğunu söyledi. Şunu altın bir çerçeveyle çerçeveleteyim. Duvara asıyor. Her gün gidip okuyor. Bir ay sonra doktora gidip “Doktor Bey bir şey olmadı, ben daha çok rahatsızlandım” diyor. Doktor da “Ne yaptın? Ben sana ilaçları vermiştim” diyor. Hasta da “Evet, reçeteyi aldım. Her gün okudum. Bak sana ezbere okuyayım” diyor. Doktor ne der? Sen benim hastam değilmişsin der. Müslümanlarda öyledir. Kuranı anlama yerine ezberlemeyi tercih ediyorlar. Ya kardeşim bak içerisinde ne var? Allah senden ne istiyor? Öyle bir yapı olduğu için bugün bir çok yerde dünya düzdür, yuvarlaktır diyen kâfir olur diyenlerde var. Bakın görün ayetler ne söylüyor? Müslümanların Kuran ile ilgisi yok ki doğruları söylesinler. Evet, bu konuda bazı iddia sahipleri var.
Fatih ORUM: Bir takım ayetlerden hareketle dünyanın yuvarlak olduğunu ortaya koydunuz ama yine bir takım ayetlerden hareketle dünyanın düz olduğunu söyleyenler var. Bunun da çok normal olduğunu çünkü Kuranı Kerim’in böyle bir iddiasının olmadığını, Kuranı Kerim’in sadece indiği dönemde insanların anladığı zeka kapasiteleri ile alakalı olarak onlara bir takım nasihatlerde, tavsiyelerde bulunmak için indirildiğini dolayısıyla güneşten, aydan, yıldızlardan bir takım bilimsel ilkelerden bahsetmek gibi bir amacının olmadığını, bu amaçla Kuranı okumanın da zaten Kuranı istismar etmek olduğunu söylüyorlar. Bu güçlü bir sesle dillendiriliyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kimler söylüyor.
Fatih ORUM: Bunu söyleyenler çok… Ben sadece bunlara bütün cesaretini toplayıp güzel bir şekilde ifade eden bir kişi olarak Mustafa ÖZTÜRK Hocanın kitabından aktarıyorum. Kuran Tefsir ve Usul üzerine diye bir kitabı var. Bu söylediğim şeyleri ayrıntılı olarak anlatıyor. Kuranı Kerim’in böyle bir kitap olmadığını, onda günümüze dair bir takım şeyleri aramanın ona haksızlık olacağını, zaten Allah’ın da böyle bir amacının, gayesinin bu kitabı indirmekle olmadığını söyledikten sonra şöyle diyor. “Özetle Kuran’da dünyanın döndüğüne dair herhangi bir beyan bulunmadığı gibi yuvarlak olduğuna ilişkin bir işarette yoktur. Hatta denebilir ki yeryüzünün adeta bir döşek ya da halı gibi serildiğini belirten ayetlerden hareketle Kuran’ın evren modeline göre dünya düzdür. Nitekim ibn Atiyye ve Kurtubi gibi bazı müfessirlerde Rad Suresinin 3. Ayetinde geçen “meddel ard” ibaresine dayanarak yeryüzünün düz bir satıh şeklinde olduğunu söylemişlerdir. Keza Celaleddin el Mahalli Ğaşiye Suresinin 20. Ayetinde geçen “sutıhat” lafzına istinaden ‘dünya astronomi bilginlerinin iddia ettiği gibi yuvarlak değil düzdür. Ve din bilginleri de bu görüştedir’ demiştir. Kuran’da ki tasvirler dikkate alındığında doğru yorum budur.” Burası çok önemli… Yani Mustafa ÖZTÜRK Hocayı niçin seçtik? Mustafa ÖZTÜRK Hoca bugün Kuran’dan hareketle bir şeyler ortaya koyduğunu iddia eden hocalardan bir tanesidir. Hoca “Kuran’da ki tasvirler dikkate alındığında doğru yorum budur” diyor. Yani doğru yorum hangisi? Yani dünya düzdür. Yani birisi Kuran’a bakarsa dünyanın düz olduğuna dair ayetleri görür demek istiyor. “Ne var ki bu yorum modern bilimsel bilgi ve bulgulara ters düşmektedir. Peki, Kuran’ın bilimsel verilere aykırı beyanlar içermesi onun değerini düşürür mü? Kesinlikle hayır. Çünkü Kuran ne ilk ne de müstakbel muhataplarının idrakine bilimsel bilgiler sunmak iddiasında değildir.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: 39:21 39:22 sn. arası anlaşılmıyor. zaten öldürdü Kuranı Kerim’i ne olacak?
Fatih ORUM: “Onun temel amacı evrenin gerçek fiziksel yapısı hakkında bilimsel bilgi vermek değil. İlk hitap çevresinde çıplak gözleme dayalı yaygın bilgi ve kültür üzerinden aşkın kudrete dikkat çekmektedir. İşte bu yüzden Kuran ilk muhataplarının bilgi, kültür ve uygarlık limitleri dışında hemen hiçbir şey söylememektedir. Bu sarih gerçek İslam Şeriatının özellikle ümmi ve Arabi karakterine vurgu yapan Şatıbi tarafından da çok ikna edici bir biçimde ifade edilmiştir” diyerek bu defa ondan alıntılar yapıyor. Ama tekrar altını çiziyorum. Bu konuda Mustafa Hoca sadece bunu güzel bir şekilde ifade ettiği için burada adı geçti. Mustafa Hoca gibi burada onlarcası bugün aynı şeyi söylemektedirler. Ve bunların toplum tarafından tanınırlığı Kuran’a vurgu yapan, Kuran’dan hareketle konuşan hocalar olarak şey yapılıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kuran ile kesinlikle ilim yapılmaz şeklinde açıkça söylüyorlar. Bakın ayetleri okuduk. Ayetlerde anlaşılmayan bir şey var mı?
Bir de Kuranı Kerim’de sürekli gölgelere vurgu yapılıyor. Gölge son derece önemlidir. Mesela bir de Kutup yıldızına çok vurgu yapılır. Onunla yönünüzü belirlersiniz der. Mesela şimdi denizciler için Kutup Yıldızının önemi nedir?
Ömer Bey: 41:09 sn. anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Olmazsa olmazdır değil mi?
Ömer Bey: Eskiden hiç olmazdı. Şimdi yeni aletlerle… 41:15 41:18 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bu aletler bozulabilir ama kutup yıldızı bozulmaz. Kuranı Kerim kutup yıldızına sürekli vurgu yapar. Kutup yıldızı tam kutup noktasıyla 90o lik açı yapar. Ve sizin bulunduğunuz yerle kutup yıldızının açısı sizin enleminizi gösterir. Sizde gemiciler olarak bu açılarla bulunduğunuz noktayı belirliyorsunuz. Doğuyu, batıyı, güneyi, kuzeyi hiçbir yanılma olmadan kutup yıldızıyla belirlersiniz. Bunu Kuranı kerim çok açık bir şekilde bildiriyor. Peki, bunun bilimsel bir tarafı var mı? Bu soruyu sormak bile çok gülünç gerçekten… Peki, gece kutup yıldızı, gündüz ne? Gündüzün de gölge… Kuranı Kerim’de gölge bilimi diye bir bilim vardır. Ama bugün dünyada böyle bir bilim yoktur. Ben bunu ilgililere söylüyorum. Gerçekten çok önemli falan diye tepki veriyorlar. Bir gün astronomi konusunda çok önemli uzmanlardan birisi Isparta’dayız. Orada sohbet yapıyoruz. Bizim kutup bölgesinde yaptığımız gözlemler bütün dünyanın dikkatini üzerimize topladı. Türkiye hariç… Türkiye’de bizimle dalga geçiyorlar. Gerçi Allah’a şükür geçmeyenler de çok… O astronoma “şu anda hangi enlemde bulunduğumuzu hesap edebilir misin” dedim. O da çok önemli uzmanlardan bir tanesidir. Erşad Bey değil ama… Erşad Bey diye anlamayın. Tabi ki hesap ederiz dedi. Bunların formülleri var dedi. Fakat elle yaparsak çok uzun zaman alır. Ancak bilgisayarlarla yapmak lazım. Formülü bırak dedim. Dağdaki çobana bulunduğu enlemi tespit ettirecek bir formülünüz var mı dedim. Hayatında hiç ilkokula gitmemiş. Ne okuması var, ne yazması var. Söyler misiniz bana dedim. Öyle şey olur mu dedi. Ben sana anlatayım bak olur mu dedim. Gölgeyi anlatınca şaşırarak “gerçekten mi” dedi. Hadi bakalım. O günün Araplarına mı hitap ediyormuş. Allah’ın kitabı hiç zamanla mekanla sınırlanabilir mi? Bu Allah’ın kitabı, kainatı yaratanın kitabı…
44:38 sn. sonrası resimli anlatıma geçiyor. Bu yuvarlaklıkla ilgili resimleri ekrana koyar mısınız? Bana göre en sağdaki resim uzaydan çekilmiştir. Yeryüzü karanlık. Peki, onun üstündeki çizgi ne?
Seyirci: Güneş ışığı…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Güneş ışığı değil. Güneş ışığıyla alakası yok. O gündüzdür. İşte fizikçiler bunu bir türlü izah edemiyorlar. Bunu ilk defa bizden öğrendiler. O bilgilerin hepsini Amerika’ya gönderdim. Şimdi orada Erşad Bey bu konuda kitap yazıyor. Biraz sonra ayeti okuyacağım anlayacaksınız. Erşad Bey Silikon Vadisinde… Bana, kitaba senin adını yazacağım” dedi. Silikon Vadisinde Amerika’nın en tepe fizikçilerindendir. Bizim bu çalışmalardan dolayı da iki tane patent aldı. Sizden yararlanarak iki tane patent aldım dedi. Patentleri bana da gönderdi. Kuranı Kerim’in bilimle alakası yok muymuş? Erşad Bey senin adını kitaba yazacağım dedi. Bende niye yazıyorsun dedim. Birkaç kere bir iki kitap yazalım diyerek buraya geldi. Ben pek ilgi göstermedim. Yani sizde biliyorsunuz. O kadar çok meşguliyet var ki onlara vakit ayırmamız mümkün değil. O zaman ben sana malzemeleri vereyim sen yaz dedim. Senin adını koyacağım dedi. Benim adımı niye koyuyorsun dedim. Bu bilgiler dünyada hiç kimse de yok ki dedi. Bana nereden aldın diye sorarlarsa ne diyeceğim dedi. Bu Amerika’nın en tepe fizikçisidir.
Resme tekrar bakalım ayeti okuyalım. “Halegas semâvâti vel arda bil hagg” “Gökleri ve yeri gerçek varlıklar olarak yaratmıştır.” “yukevvirul leyle alen nehâri” “Geceyi gündüzün üzerine bir sarığın şeyi gibi büker, takar.” Şimdi sarık yok da sarık yerine bunu kabul edin. Ben başsıma sararken başıma sarıyorum. Buna Arapçada tekvir deniyor. O yuvarlaklığı göstermiyor mu? “ve yukevvirun nehâra alel leyli” “geceyi de gündüzün üzerine sarar.” (Zümer 5) Resimde olan çizgi gündüzdür. O gündüzü Allah gecenin üzerine bir sarığın şeyi gibi sarmış değil mi? İşte onu bilim alemi bugün bilmiyor. Bir türlü izah getiremiyor. Çünkü aşağısı gecedir. Uzay kapkaranlık. Alt tarafta da ışıklar var. O çizgi ne? Ben bu çizgiyi nasıl izah ediyorsunuz diye sordum. Vallahi millete bir şeyler söylüyoruz ama dediğimize bizde inanmıyoruz dedi. Allahu Teala Kuranı Kerim’de şöyle söylüyor. “huvellezî halegal leyle ven nehâra veş şemse vel gamer” “Geceyi, gündüzü, güneşi, ayı yaratan odur.” “kullun fî felekiy yesbehûn” “Her birisi kendi yörüngesinde döner.” (Enbiya 33) O da gündüzdür. 24 saat var. Ama o gündüz denen şeye bakın… Millet bizimle dalga geçmeye devam etsin. Nasıl olsa yakında bu bilgiler bütün üniversitelerde bilgi olarak okunmaya başlayacaktır. Resimde gündüz var. Aşağısı gece, üst tarafı kapkaranlık… İşte güneş ışınları gündüz denen şeye şimdi çarpmıyor. Çünkü o güneşten uzakta… Güneş diğer tarafta… Güneş resimdeki o ışığa çarpmaya başladığından itibaren yeryüzü aydınlanıyor.
Şimdi diğer resmi göster. 50:27 de resim değişiyor. Bakın bu resimde de uzay kapkaranlık. Dünya aydınlık… Peki, uzay kapkaranlık olduğu halde, güneş uzayı aydınlatmadığı halde dünyayı nasıl aydınlatıyor? Allahu Teala şöyle diyor. “Ve cealnel leyle ven nehâra âyeteyni” “Geceyi ve gündüzü iki ayet yaptık.” “femehavnâ âyetel leyli” “Gecenin ayetini kaldırdık.” Yani siz geceyi karanlık beklemeyin. Güneşin olmadığı zaman karanlık olur ama güneşli gecelerde olur. Güneşli geceler var mı? Beyaz geceler deniyor. Bunu Allah söylüyor. “ve cealnâ âyeten nehâri mubsıratel” “Gündüzün göstergesini mubsire kıldık.” (İsra 12) Yani aydınlığı yayan, her şeyi gösteren yapıya çevirdik. Onun için resme bakın. Güneşten gelen ışınlar… O ışınları aydınlığa çeviren oradaki gündüzdür. Peki, kutup bölgesinde… Kutup bölgesinde de güneş varsa… Gecede gündüz var. O gündüz her zaman var. O gündüze de kutup bölgesinde ışıklar çarptığı an gecenin değişmez bir özelliği olmadığı için aydınlatıyor. Aydınlatıyor ama gece bu defa gündüzün önünde bir set oluşturuyor. Gece diye bir varlık var. Bu defa o aydınlık dünyayı aydınlatıyor ama ısıtmıyor. Güneş ışınlarının doğrudan ulaşmasını engelliyor. Sadece beyaz gece… Gene gece oluyor. Tromso’da 21 Haziran’da hiç güneşin batmadığı zamanlar. Yani aydınlık açısından gece ile gündüzü ayıramıyorsunuz. Tromso’da çok imanlı, gayretli kişiler var. Orada bir karı-koca var ki böyle maşallah hayatlarını… Adam İngiliz, kadın Norveçli… Yani çok büyük bir aşkla çalışıyorlar. Bize geldiler. Gözleme çıkacağız. Gecenin saat 11’i ama güneş meydanda… Biz Haziran’da orada olacağımız için normal elbiselerimiz ile gitmiştik. Bize özel ayakkabı, pantolonun altına giyeceğimiz bir giyecek, kazaklar, atkı, başlık ve mont getirdiler. Bunlar ne dedik. Şimdi gece üşürsünüz dediler. Bize sorarsanız gece değil. Ama onlar gece diyor. Dışarıya çıktık. Oraya bir gittik. Ben Erzurumluyum diye biraz da hava atıyorum ama ne havası, kaç para eder… Orada üşümemek için sağa sola koştum. Ama güneş orada… Gündüz aydınlatıyor ama… Dünyanın en kuzeyindeki alan… Ondan ötesi yok. Gitmeden orada geceyi, gündüzü tespit edeceğiz dedik. Bizim astronom arkadaş Adnan Bey güldü. Orada gündüz olur mu dedi. Niye? Çünkü öğle vaktinde güneş 12o ufkun altında… Oraya gittik. Beş vakti de orada tespit ettik. Dönüp geldik. Norveçliler bizim orada olmamız sebebiyle dünya çapında bir ilmi toplantı düzenlemişler. Tromso’ya geldik. O toplantıları falan yaptık. Onlara gelin size seher vaktini ve imsak vaktini gözlemleyeyim. Gözünüzle görün dedim. Böyle şey olur mu dediler. Güneşin olmadığı yerde biz seher vaktini nasıl gözlemleyeceğiz dediler. İmsaki nasıl gözlemleyeceğiz dediler. Herkes geldi. Bir yere gittik. Burası olmaz dedik. Yanlış geldik. Başka yere gideceğiz. Onlarda baktılar. Gerçekten yanlış gelmişiz. Başka bir yere gittik. Oradan seher vaktini gözlemledik. İmsak vakti yaklaştı. Ufku bir kara bulut sardı. Hiçbir şey gözükmüyor. Cenabı Hak meğer o şartlarda bize sabah namazının vaktini öğretecekmiş. Herkes kendi içinde konuşuyor ama ben böyle krizler geçiriyorum. Onlardan uzaklaştım. Biraz sonra baktım ki bir kuş öttü. Beyler bakın, 8 dakika sonra bir kuş daha ötecek dedim. O saatte orada kuş olur mu? Bütün kuşlar göç eder. Bize böyle öğrettiler değil mi? Ama var. Şimdi doğu tarafından 8 dakika sonra bize çok tatlı bir rüzgar esecek. Herkes saatlerine bakıp bekliyor. Tam 8 dakika sonra esince adamlar şok oldu. Kuş da öttü. Ondan sonra dediler ki… Orası öyle bir şey ki… Günde bir tane uçak kalkıyor. Hepimiz aynı uçakla gideceğiz. Öğleden sonra saat 2… Toplantıda bir gün önce bitmiş. Bana tekrar toplantı yapmadan hiçbir yere gidemeyiz dediler. Çünkü hepimiz aynı yerdeyiz. Zaten her taraf karanlık… Kim nereye gidecek ki… Yani bir aydınlık var elbette ama gündüz belli oluyor. Yani gündüz gerçekten çok net bir şekilde gündüz oluşuyor. Ama buradakiler gibi rahat bir gündüz değil. Orada birisi kalktı. Oslo’dan gelen bir astronomdu. Kardeşim bu ne biçim bir şey dedi. Siz bize ayet okuyorsunuz, hadis okuyorsunuz, güneşten delil getiriyorsunuz, rüzgardan delil getiriyorsunuz, kuşlardan delil getiriyorsunuz. Bize takvim getiriyorlar… Bizim Erzurum’da bir şey vardır. Diyeceksin ki niye? İşte öyle… Takvimi getiriyorlar. Akşam namazı şu saatte oldu diyorlar. Niye? İşte öyle… Yatsı niye böyle? İşte öyle… Bir delilleri yok. Hiçbir dayanakları yok. Adamlar bu ne biçim bir şey dediler. Peki, o delilleri nereden aldık? Nasıl gözlemler… Bu ilim olmazda hangi şey ilim olur?
Neyse şu Enam Suresini tekrar okuyalım da… “Elhamdu lillâhillezî halegas semâvâti vel arda” “Gökleri, yeri yaratan Allah ne yaparsa en güzelini yapar.” “ve cealez zulumâti ven nûr” “Zulumatı ve aydınlığı…” Zulumat kelimesi karanlık anlamına gelmiyor. Karanlık anlamına geldiği gibi parıldama manasına da geliyor. Allah öyle bir kelime seçmiş ki… Zulumat kelimesi bizim buralarda karanlık… Ki Kuranı Kerim’de o manada Naziat Suresinde geçiyor. Yazın kutup bölgesinde zulumat diye ifade edilen gece parıldama, parlaklıkla anlatılıyor. Yani Cenabı Hak öyle bir kelime seçmiş ki o kelimeleri dünyanın her yerinde aynen kullanabiliyorsunuz. “summellezîne keferû birabbihim yağdilûn” “Kâfirler bazı kimseleri bu kadar her şeyi güzel yaratan Allah ile denk tutuyor.” (Enam 1)
Gerçekten yeryüzünde ilmin merkezi Kuranı Kerim olmalıdır. Ben şimdi size bir şey söyleyeyim. Bizim siteye girin. Almanya’nın Tübingen Üniversitesinin bizimle yapmış olduğu sözleşmeye bakın. Tübingen Üniversitesi, Avrupa’nın en eski üniversitelerinden bir tanesidir. Meşhur Hegel onun bahçesinde yatıyor. Kabri oradadır. Onların yazdığı metni bir okuyun. O metni ben yazmadım. Onlar yazdılar. Özetle şöyle diyorlar. “Allah’ın kitabı Allah’ın indirdiği ayetlerden oluşur. Tabiatta Allah’ın yarattığı ayetlerden oluşur. Eğer bu iki ayeti birlikte okursak ilimde ve teknoloji de hayallerin ötesine ulaşırız.” Çünkü orada din ve bilimle yaptığımız bütün sohbetler onları bu kanaate ulaştırmış. O yazıyı onlar yazdılar, biz yazmadık. Yani burayla oranın farkını anlayın. Peki, şimdi bu bölümü tamamlamış olalım.