Küfür kirini Allah’ın kitabından başka çözecek bir şey yoktur. Sadece o çözer, başka herhangi bir şey çözmez. Onun dışında neye benzer? İşte buzu boyamaya benzer. Ya da bir pisliğin üzerini bir başka bezle örtmeye benzer. Dışarıdan siz onu değiştirdiğinizi zannedersiniz ama içerde kalır o.
Şimdi, Allah’ın elçisi kim? Daha önceki derslerde de çok okumuş, anlatmaya çalışmıştık. Bir nebi kelimesi vardır. Nebi, yücelerden haber veren kişi demektir. Bunlar, Allah’tan vahiy alanlardır. Bir de resul vardır, elçi. Allah’tan alınan vahiyleri insanlara ulaştıranlardır. Yani Allah’tan vahiy almak bir iş, onu insanlara ulaştırmak ikinci iş. Allah’ın bütün nebileri aynı zamanda resuldür. Onun için mesela Muhammet s.a.s. nebilerin sonuncusudur. Son nebidir ve de resuldür.
Ne diyor Allah? “Muhammet Allah’ın elçisidir.” Başka ne diyor? “Muhammet, sizin erkeklerinizden birisinin babası değil.” Evet oğulları oldu ama öldü. Araplar için erkek evlada sahip olmak son derece önemli. Ama Allah burada önemli olmadığını bildiriyor. Bütün anlayışları zaten altüst ediyor. “Muhammet, sizin erkeklerinizden birisinin babası değil, Allah’ın elçisidir.” Elçi ne yapar? “Elçilere düşen tek şey tebliğ etmektir.” Yani elçi olarak gönderilene deniyor ki sen git, şuna şunu söyle. Elçinin görevi odur. Allah’ın elçisi ise tebliğ edeceği şey Allah’ın sözüdür. Sizin elçinizse tebliğ edeceği şey sizin sözünüzdür. Devletin elçisiyse tebliğ edeceği şey devletin sözüdür.
Allah’ın elçisi. Başka? Hatemen nebiyin. “ve peygamberlerin sonuncusu”. Peki, neden hatemen risul değil? Neden elçilerin sonuncusudur değil de peygamberlerin sonuncusu? Elçilik devam ediyor. Nebilik yok. Artık vahiy alma işi bitti. Ama Allah’tan gelen bu vahiylerin tebliğ işi devam ediyor. Yani Kuran-ı Kerim’deki o olanların tebliğ işi devam ediyor. Şimdi biz gidip de herhangi bir yerde Allah’ın bir ayetini anlattığımız zaman Peygamberimiz de olsaydı aynı şeyi yapacaktı. Bizim yapamadığımız ama sadece Peygamberimizin yapabildiği tek şey var, o vahyi almaktır. Peki, vahyi uygulama? O konuda da bize örnek olmuştur. Her konuda bize verdiği örnekler var. Bu örneklere göre hareket ederiz.
O zaman, bakın bu çok önemli, diyor ki Allahü Teâlâ, “İster ehli kitaptan olsun…” ki ehli kitap Yahudi, Hıristiyan. Peygamberimizin s.a.s. hadisi şeriflerine göre Mecusiler, Sabiler. Aslında Kuran-ı Kerim de bunu destekleyen ifadelere sahip. Zaten Kuran’da olmasaydı Peygamberimiz o sözü söylemezdi. Şimdi Sabilerin elinde bir kitap var. Mecusilerin elinde de bir kitap var. Mesela Gatalar var. Okuduğunuz zaman orada birtakım Kuran’a benzer ifadeleri bulabiliyorsunuz. Ama bunlar zamanla yanlış yola girmişler. Bunların yanlış olduklarını siz söylemekle kabul ettiremezsiniz. Zaten sizde o güç olmaz. Ama Allah’ın ayetlerini okuduğunuz zaman bunlarda müthiş sarsıntılar olur. Birçoğunuz kendinizde bunu yaşamışsınızdır. Ayetleri dinlediğiniz zaman sarsıntıları yaşadınız, sonra üzerinizdeki kirleri attınız ve kendinizi hür hissetmeye başladınız. Dünya varmış yahu demeye başladınız.
İşte o kirler neler? O kirler, şirk kirleri. Şirk kiri. Şimdi burada diyor ki ayet: “Ehli kitaptan ve müşriklerden kafir olanlar.” Şimdi bu bir kategori. Aslında ehli kitap da müşrik. Yani işte Tövbe Suresinin 31. ayeti onların da müşrik olduğunu çok açık bir şekilde bildiriyor. Daha birçok ayet var. Yani işte Allah üçün üçüncüsüdür diyen müşrik olmaz mı? Çok net bir şekilde müşriktirler de ama insanlar başka bir ayrım yapıyorlar. Bunların elinde kitap olanlar, bunlar da kitabı olmayanlar. Mekkeli müşrikler kendilerini bir peygamberin ümmeti saymıyorlar mıydı? İbrahim aleyhisselamın ümmeti. Peki, Yahudi ve Hıristiyanlar da, Yahudiler Musa aleyhisselamın, Hıristiyanlar da İsa aleyhisselamın yolundan gittiklerini söylüyorlar. Mekkeliler de İbrahim aleyhisselamın yolundan gittiklerini söylüyorlar. Hepsi de bir peygamberi takip ediyor.
Peki, Mekkelilerle Hıristiyanların farkı ne? Onların elinde İncil var. Farkı o. Yahudilerin farkı, onların elinde de Tevrat var. Bu kadar. Ama Mekkelilerin elinde İbrahim aleyhisselama verilen kitap yok. İbrahim aleyhisselama kitap verilmiş miydi? Verildi. “Musa’nın ve İbrahim’in sahifeleri” diyor. Demek ki Musa aleyhisselama verilen gibi İbrahim aleyhisselama da verilmiş. Ama o kitap kalmamış, Mekkelilerin elinde yoktu. Zaten bizde şu anda Kuran’da öyle bir ayet olmasaydı böyle bir şey olduğundan haberimiz olmayacaktı.
İşte burada Mekkelileri sıkıntıya sokan Yahudileri ve Hıristiyanları sıkıntıya sokan Kuran ayetleridir. Çünkü tıpkı çamaşır suyunu bazı kirlerin üzerine döktüğünüz zaman nasıl çözüyorsa ya da kireç çözücü kimyevi maddeler var. Kirecin üzerine döktüğünüz zaman nasıl çözüyorsa işte küfür kirini de ancak Kuran çözer. Bu ister Müslüman’ım diyenlerin üzerindeki şirk olsun, ister Yahudilerin üzerindeki olsun, ister diğerlerinin üzerindeki, ister Hıristiyanlarda ya da hangi grupta olursa olsun. Ancak Kuran’la giderseniz olur. Kuran’la gitmediğiniz zaman yapacağınız şey, karşı taraf Mevcut şirkinin şeklini beğenmemiştir, seninkine girmiştir. Sadece elbise değiştirmiştir o kadar. İçindeki vücut aynı. Vücutta değişen bir şey yok. Ama Kuran-ı Kerim’le giderseniz o insanın tüm yaşantısını değiştirirsiniz.
Şimdi siz Kuran’ı anlattığınız zaman bunu hep duyarsınız. Ya öyle şeyler anlatıyorsunuz ki bütün bildiklerimiz yok olup gidiyor demiyor mu bunlar? Ya da siz bu şekilde kendinizi böyle bulmadınız mı? İşte o yok olup gitmeler, tıpkı kireç çözücünün döküldüğü zamanki şeyin çözülmesi gibi sizin üzerinizde ya da bir başkasının üzerindeki o şirkler çözülüyor, rahatlıyorsunuz. Başkası da rahatlıyor da bir menfaat kaybından korktuğu için o kirler tekrar yapışıyor. Ama gerçeği anlamış oluyor ve cezayı hak ediyor. “Ehli kitap ve müşriklerden olan, ister ehli kitap, ister müşrik olsun farketmez…” ki böyle dendiği zaman tüm kafirler, gruplar işin içine giriyor. Tüm müşrik grupları işin içine giriyor. Bunların çözülmesi ancak Allah’tan gelen bir elçiyle olur. “O elçi ki Allah tarafından tertemiz kılınmış sayfaları okur.”
Şimdi biz insan olarak kendi sözümüzü ne kadar söylersek söyleyelim karşı taraf için bir şey ifade etmez. Şimdi arada sırada burada tekrarlıyoruz, yerleşmesi gerekiyor. Eşhedü enla ilahe illallah diyoruz. Ben şahidim ki Allah’tan başka ilah yoktur. Şimdi Allah’tan başka ilah olmadığını zaten herkes biliyor. Allah’ın var ve bir olduğunu da herkes biliyor. O ilahlık yakıştıranlara bunun yakışmadığını da biliyor. Ama bir sistem kurmuş, o sistemin devam etmesi için öyle olması gerekiyor. Ben şahidim ki Allah’tan başka ilah yoktur. Şimdi insanlar kendilerini kandırıyor. Mesela Allah’tan başka ilah edindiği varlıkları, canım ben onu Allah’la bir tutmuyorum diyerek kendini kandırabiliyor. Aslında ilah edinmiş, ilahlaştırmış. Kendini kandırabiliyor.
Mesela şimdi arada sırada okuyorum şu andaki Papa 16. Benediktus muydu? Onun kitabından arada sırada size okuyorum. Bakın ne diyor, yani onun kitabından Aracılık ve Şirk adlı kitabımıza aldıklarımı okuyorum. Mesela Allah’la ilgili inançlarına bakın ne diyorlar. “Allah birdir.” Bu sözü Mekkeli müşrikler de söylüyor. Şimdi onları anlamak için bunu okuyorum. Mekkeli müşrikler Allah ikidir demiyor ki. Zerdüştler de Allah ikidir demiyorlar, onlar da Allah birdir diyor. “Allah birdir.” Şuna bakın, dikkat edin. “Ondan başka Tanrı yoktur.” Papa’nın kitabı. Ondan başka Tanrı yoktur da diyor. Fakat o kendi zihninde kendine göre bir tanrı tanımı yapıyor. İsa’yı Tanrı yapmış, orada öyle bir sıkıntıya giriyor ki kendi kendine çelişiyor. “O, gerçeğin kendisidir. Yeri ve göğü tek başına yaratmıştır. Yaratılış düzenini ayarlayan ve dünyayı yöneten odur. O, insanlara yakındır, her şeyi bilir, her zaman vardır, varlığının başı ve sonu yoktur.” Bir problem var mı buraya kadar?
“Her şey varlığını ona borçludur. Sahip olduğumuz her şey ondan gelmektedir. O kendiliğinden var olandır. Allah’ın baba olarak…” Baba diyorlar Allah’a. Bu defa bir savunma yapmaları lazım. “Allah’ın baba olarak adlandırılması her şeyin başlangıcı ve aşkın otorite olmasından dolayıdır. Tüm çocuklarının üstüne sevgi dolu iyiliğinden dolayıdır bu. Allah ne erkektir, ne kadın. Allah, Allah’tır.”
Şimdi, kendisini bu şekilde inandırmış olan bir kişi kendisini müşrik sayar mı? Saymaz değil mi? Onun için bakın yani sizin de karşılaştığınız birçok kimse kendini muvahhit sayıyor. Abdest, namaz kılıyoruz. Mesela Hıristiyanlar manastıra kapanıyorlar çocukluktan ta, evlenmiyorlar, dünyaya karışmıyorlar, haram yememeye uğraşıyorlar ama bu inanca da sahip oluyorlar.
Peki, İsa aleyhisselama ne diyor bunlar? “İsa, Baba’nın elçisidir.” diyor. Yanlış mı? Sadece Allah yerine Baba kelimesini kullanması yanlış. “Baba onu kutsal ruhla mesh etmiş, rahip, peygamber ve kral yapmıştır.” Kutsal ruhla mesh edildiği Kuran-ı Kerim’de de var. Öyle değil mi? Şimdi o kral kelimesi, yani ona bir yetki verilmiş manasındadır. “O kendiliğinden bir şey yapamaz. Her şeyi kendisini gönderen Baba’dan alır.” Şimdi kendisi düşünüyor. İsa bu kadar önemli bir kişi şimdi orada kendi kafasına göre İsa’ya yeni bir görev veriyor. Diyor ki “Şimdi o, Baba’nın yanında Hıristiyanların avukatlığını yapıyor.” İş bozuldu.
Avukat niçin bulunur mahkemede? Suçluyu savunacak ve hakimin bir yanlış yapmasını engelleyecek. Çünkü hakim bilmez, tanımaz suçluyu. Onun için burada Hıristiyanlar Allah’ı şöyle yüksekçe görürler, ne kadar sıçrarsan ulaşamazsın, araya İsa aleyhisselamı koyarlar. İsa aleyhisselamla ancak ulaşacaksın. Şimdi burada kendilerini müşrik saymıyorlar. Ve Hıristiyanlıkta da bakın onu da okuyayım ben size. Diyorlar ki “Şirk, en büyük günahtır.”. Hıristiyanlar şirki reddediyorlar yani. Şöyle diyor yine Papa, kendi kitabında. “Şirk, en büyük günahtır.” Kuran-ı Kerim’de de öyle değil mi? “Birinci buyruk, şirki yasaklar.” Tevrat’taki birinci buyruğu söylüyor. “Allah’tan başka tanrılara inanmak ve tek olandan başka ilahlara saygı göstermek yasaktır.” Ne diyeceksiniz, yanlış mı diyeceksiniz? Putları reddetmek gerekir. Kutsal kitapta şöyle geçer. Tevrat’ta. Dinle ey İsrail. Allah’ımız Rab, bir olan Rabdir. İsa şöyle demiştir. Tanrın olan Rabbe tap, yalnız ona kulluk et.”
Şimdi bu Katolik kendisini müşrik sayar mı? Ama ne zaman müşrik sayar? Ne zaman ki ona iyyake nabudü ve iyyake nestain’i okursunuz o zaman sarsılır. Aa ne oldu der. “Yalnız sana kul olur, yalnız senden yardım isteriz.” Avukatlık bitti, aracılık bitti, her şey bitti. Onun için işte Tübingen’de yaptığımız konferansta Pussa kalktı şunu söylemişti değil mi? İşte 2,5 saatlik bir konuşmada ama o konuşmayı herkes demeyim de çoğunun önünde Almanca Kuran-ı Kerim vardı. Şu ayet, şu ayet dedik. İşte Mustafa Bey ve ona yardım eden bir hanım kız vardı, Cenabı Hak ona da hayırlı muratlar eylesin. Çok güzel tercüme yaptılar. Kalktı dedi ki İsa kayboldu. İsa’ya görev kalmadı. Şimdi Allah sana şah damarından yakın dedikten sonra İsa’ya görev kalmadı. İlk günah yok oldu. Çünkü herkes kendinden sorumlu. Kilisenin hiçbir vazifesi kalmadı dedi. Başka ne demişti? Bir şey daha söylemişti.
Şimdi siz 2,5 saat sonra, -şu anda dekan o zat- ha, İsa bundan sonra ne yapacak dedi. Tübingen, Katoliklerin ana merkezlerinden birisi, son derece önemli bir yer. 1500 yıllık bir tarihi varmış değil mi? Öyle diyorlar. Öyle bir şey duymuştum ama çok önemli bir merkez. Siz orada konuşmadan sonra bu insanlar kalkacak ve bunu söyleyecek. Eğer Kuran ayetleri okunmasaydı bunu söylemelerine ihtimal yoktu. Çünkü şunu da söyledi orada. Aynen şunu söyledi. Dedi ki biz demek ki şimdiye kadar başka bir Müslümanlık öğrenmişiz. Bizim bildiğimiz Müslümanlık başka Müslümanlıkmış. Şimdi burada bambaşka bir Müslümanlık öğrendik dedi, Kuran’daki Müslümanlık. Bundan sonra demek ki onun üzerinde durmamız lazım.
Şimdi, insanların Kuran okuduğunuz zaman sarsılmalarının sebebi o. Bize söyledikleri en fazla şu söz var. Çok sertsin diyorlar. Tamam, o sertlik bende olsa hiçbirinizin umurunda olmaz, sertlik o ayetlerde. Ama ayetlere sert diyemedikleri için bize diyorlar. Ve şunu eskiden çok duyardık da son zamanlarda artık ya bu adam, adam olmaz diye kanaat getirdiler söylemiyorlar ya da ben duymuyorum. Şirkle ilgili ayetleri bize okuyorsun diyorlardı. Kardeşim o ayetleri okurken ben kendime de okuyorum. Ben rahatsız olmuyorum, sen rahatsız oluyorsan. Bu ayet seni ilgilendiren hükümler taşıyorsa kendini düşün. Düşün, kararını ver.
Dolayısıyla işte Kuran-ı Kerim açık bir şekilde söylüyor. “İster ehli kitaptan, ister müşriklerden olsun bütün kafirler kendilerine o beyyine gelinceye kadar çözülecek değillerdi.” Onların o kirleri devam eder. Dolayısıyla siz Kuran’ı anlatmadan, bütün dünyayı Müslüman etseniz, herkes Müslüman olsa, nüfus cüzdanında Müslüman yazsa, 5 vakit namaz kılsalar o Allah’ın istediği Müslümanlık olmaz. O eski şeydeki kirleri devam ettirirler. Evet erkekleri sünnet de olsa fark etmez. O şirkleriyle beraber dolaşırlar. Ama arınmalarının tek yolu Kuran.
Şimdi az önce eşhedü enne ilahe illallah kısmını söyledik. Bir de eşhedü enne muhammeden abduhu ve resuluhu. Ben şahidim ki Muhammet, Allah’ın kulu ve elçisidir. Şahitlik nasıl olur? Şimdi ben şahidim, Muhammet, Allah’ın kulu ve elçisidir. Ya sen nasıl şahitlik ettin? Allah onu peygamber yaparken sen orada mıydın? Yok. Peki, nasıl şahitlik ediyorsun?
Şimdi, bakın verilecek cevap şu. Müslüman olmak için öyle yapmak lazım. Yahu tamam da kardeşim, ben şahidim diyorsun. Yani gözümle görmüş, elimle tutmuş gibi biliyorum diyorsun. Neye dayanarak söylüyorsun? Muhammet, Allah’ın peygamberi. Kitaplarda öyle yazıyor. Hıristiyanların kitaplarında da İsa, tanrıdır diye yazıyor. O zaman sen bununla haklıysan o da onunla haklı olur. Budist’in kitabında da başka bir şey yazıyor. Senin sorgulaman gerekir. Araştır bakalım. Ya Muhammet, Allah’ın peygamberi değil de seni kandırıyorlarsa ne yapacaksın? Sorgulayacaksın bunu. Eşhedü diyorsun üstelik, ben şahidim diyorsun.
Kitaplarda öyle öğrendik, hocalarımız öyle anlattı diyorsak bu, ben biliyorum olur. Bir yerden öğrenmişsin. Ya o bilgi yanlışsa ne olacak? Ama ben şahidim dediğin zaman o bilgi sana ait bilgi olur. İsterse bütün dünya o konuda başka bir şey söylesin sen başka tarafa gitmezsin. Çünkü gözümle gördüm, biliyorum, isterse bütün dünya aksini söylesin. Kesin olarak Muhammet sallallahu aleyhi ve sellemin Allah’ın peygamberi olduğunu biliyorum. Eşhedü budur. Falanca kitaba, filanca adama bakarak değil. Kendi gözleminle bunu söylemiş olman lazım. Nasıl söyleyeceğim? Peki, Muhammet s.a.s., Allah’ın elçisi. Ne demek Allah’ın elçisi? Allah’ın sözlerini gelip bize ulaştırıyor. O zaman biz, bize ulaştırdığı sözlere bakarız. Bunu bir insan söyleyebilir mi? Bakarız hepimiz kendi bilgimize göre. Söyleyemez kanaati hasıl olursa işte o zaman eşhedü deriz. Ancak Allah’ın elçisi olabilir, başkası olamaz ki.
Dikkat ederseniz her Müslüman’ın ezbere bilmek zorunda olduğu Fatiha Suresi vardır. Fatiha Suresinin manasını kavradığınız an bunu bir insanın söylemesinin mümkün olmadığını da kavrarsınız. O zaman da rahatlıkla eşhedü diyebilirsiniz. Ama Arapçasını, Kuran-ı Kerim’in tamamının Arapçasını da bilseniz bir şey kavrayamazsınız. Çünkü muhtevadan haberiniz yok ki. O zaman eşhedü demeye hakkınız olmaz. Kesin bir kanaat olması lazım. Dolayısıyla çocuklarımıza, çevremize mutlaka Fatiha Suresinin anlamını çok iyi öğretmemiz lazım. Fatiha, Kuran-ı Kerim’in kısa bir özeti. Bir insan Fatiha’yı iyi kavrarsa kolay kolay yoldan çıkmaz.
“İster ehli kitaptan, ister müşriklerden olsun kafirler çözülecek değillerdir…” Bundaki küfür ve şirk çözülmez. “…onlara o beyyine gelinceye kadar.” Beyyine nedir? “Allah tarafından bir elçi. O elçinin özelliği o. Tertemiz sayfaları okur.” Allahü Teâlâ, Peygamberimize s.a.s. diyor ki “Rabbinden sana indirilmiş olan neyse onu tebliğ et.” İnsanlara onu ulaştır. “Bunu yapmazsan o zaman Allah’ın sana verdiği elçilik görevini yerine getirmiş olmazsın.” Yani insanlara din tebliği ancak Allah’ın kitabıyla olur, başka şeyle değil. Ama bakın, al bu kitabı oku diyerek değil. Ona da dikkat edelim. Bir kişi geliyor, Allah şöyle diyor diye karşılıklı konuşuyor. Yani o insan kendisi gibi bir insanla konuşuyor, arada konuşulan söz, Allah’ın kelamı. Al bu kitabı oku demenin faydası olabilir ama en etkili olan birebir ilişkidir. Buna zaten siz hayatınızda şahitsiniz.
“O tebliğ edilen cümlelerin içinde çok sağlam hükümler vardır.” Öyle sağlam hükümler ki kimsenin karşı çıkması mümkün değil. Allah’ın kitabını yeryüzünde kime tebliğ ederseniz edin, muhatabınız kim olursa olsun, o Allah’ın yarattığı insan olduğu için bu onun çok hoşuna gidecektir. Tabi tebliğ, manasını tebliğ, lafzını tebliğ. Anlamını. Çünkü Allahü Teâlâ ne diyor? “Gönderdiğimiz her elçiyi kavminin diliyle göndermişizdir ki onlara meseleyi açık açık anlatsın.” O zaman elçilik görevi yapacaksanız Türkiye’de Kuran-ı Kerim’in Türkçe anlamını anlatacaksınız. Almanya’da yapacaksanız Almanca anlatacaksınız. İngiltere’de yapacaksanız İngilizce anlatacaksınız. Yoksa elçilik yapılmış olmaz. Ama Kuran’ı anlatacaksınız, başka şeyi değil.
“Onun içinde çok sağlam hükümler vardır.” Muhataplarınızdan hiç birisi bu yanlıştır deme şansına sahip değildir. Yani mesela o Tübingen’de yaptığımız toplantıların kayıtları internette yayınlanıyor değil mi? Onları takip edin bize her şeyi sordular. Yani biz sorularda sınırlama getirmedik. Akıllarına ne geldiyse sordular. Sorulan her soruya Kuran’dan cevap verdik. Hiç itiraz oldu mu Mustafa Bey? En küçük bir itiraz olmadı. Çünkü bu neye benziyor biliyor musunuz? Susamış insanlara çok değerli, çok güzel bir kaynaktan su sunmaya benziyor. Ona kim itiraz eder? Ama kendi suyuna müşteri kalmaz korkusuyla itiraz edenler çıkar. Biz dükkanı kapatacak mıyız diye korkanlar çıkarlar. Seninki yanlış olduğu için değil, kendi dükkanı kapanacağı için karşı çıkar. O zaman da senin aleyhine propaganda yapmaya başlar. Sadece o şekilde olur, başka olmaz.
Bakın Allahü Teâlâ onu da hemen burada söylüyor. Şimdi, Kuran’ı Kerim’i okudun, kirler çözüldü, herkes gerçeği anladı. Herkesin Müslüman olması gerekir değil mi? Ama olmuyor. Onu ne yapacağız? Diyor ki Allahü Teâlâ “Kendilerine kitap verilmiş olanlar bölük bölük, parça parça olmadılar sadece o beyyine kendilerine geldikten sonra parçalandılar.” Zaten o kir çözücü geldiği zaman parça parça yapıyor ya. Ama bir kısmı kir olarak kaldı, gerçeği görmesine rağmen. Yani senin karşına çıktı, senle mücadele etmeye başladı. Hani dükkanı kapatma korkusu, başka bir şey değil. Biz bundan sonra malı kime satacağız? Rekabet imkanı kalmıyor, bu defa ne yapıyor? Bu defa kaba kuvvetle karşı koyuyor sana. Senin sözün duyulmasın diye gayret gösteriyor. Kimse aman duymasın. Aman engel olun.
“Halbuki kendilerine verilen bir tek emir var: Allah’a kul olun.” Bak, sen de inanıyorsun ben de, başkasına kul olma. Kardeşim gel bana tabi ol demiyor ki hiç kimse. Ben seni sömüreyim, bundan sonra benim mallarımı al diyen yok. İnandığını söylüyorsun ya işte buradan okuduk ya (Papa’nın kitabını işaret ederek). Mekkeliler de öyle diyordu. Putlara niye taptıklarını anlatıyorlardı. Bunlar bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye, bizim asıl maksadımız Allah. Onlar da aynı şeyi söylüyordu.
Aslında şirki kimse kabul etmez. Herkesin tabiatına terstir. Ahirette ne diyecekler müşrikler? “Allah’a yemin edecekler, Rabbimiz Allah’a yemin olsun biz müşrik değildik.” diyecekler. Ama bugün de öyle, bak biz müşrik değiliz. Biz demiyoruz ki bu adamlar bize ibadet etsin. Yahu ibadet ne demek? İbadet, birisinin emrine kayıtsız şartsız uymak demektir. Emrine kayıtsız şartsız uyulacak tek zat Allahü Teâlâ’dır, başkası değil. Muhammet sallallahu aleyhi ve sellemin emrine niye uyuyoruz? Allah onayladığı için. Onaylamasa hiç uymayız.
“Kendilerine verilen tek emir şu: İhlaslı olarak Allah’a kul olsunlar. Din sadece onun.” Allah’ın dini, falancanın, filancanın katkısı olan din değil, katıksız, saf. “Dosdoğru, sağa sola sapmadan.” Başka ne emredilmiştir? “Namaz kılmaları emredilmiştir…” Kime? “…bütün peygamberlere” Bu çok önemli. Şu bizim kıldığımız namaz tüm peygamberlere emredilendir. “ve zekatı vermeleri.” O da aynı. “İşte bu kayyimenin dinidir.” O kayyime ne? Yukarıda geçiyor. 3. ayette. “Onda sağlam hükümler vardır.” dediği din. “İşte o sağlam hükümlerin dinidir bu.” Bu işte o Allah’ın kitabının dinidir bu. Başka dinler değil.
Burada bir yeri daha mutlaka okumamız lazım ki mesele tam anlaşılsın. Âl-i İmrân Suresini açalım. 105. ayet. Allahü Teâlâ bize emir veriyor. Hani şimdi diyorlar ki efendim bu ayetler müşrikler için, bize niye okuyorsun? Kardeşim işte buyurun yani, sen o kendini o ayete muhatap görüyorsan kendini düşün artık. Müşrikler içinse demek ki senin safın orada. Kusura bakma. O zaman saf değiştir kardeşim. Ben Müslüman’ım demekle adam Müslüman olmaz ki. Önemli olan Allah’ın sana Müslüman demesidir değil mi?
Burada diyor ki Allahü Teâlâ “Fırka fırka, grup grup olanlar gibi olmayın. Birbirine muhalif olan, zıt olan kişiler gibi olmayın. Onlara o açık ayetler geldikten sonra…” İşte Yahudiler, Hıristiyanlar kendilerine açık ayetler geldikten sonra o bir tarafa çekti, o bir tarafa çekti, tamamen kıskandıklarından. Yani artık bizim dükkanda mal sattırmayacak diye korktuklarından. “…onların payına düşen acıklı bir azaptır.” Bakın burası için okudum esasen. “O gün bazı yüzler aydınlanacak, bazı yüzler de kararacak.” Hangi gün? Kıyamet günü. “Yüzleri kararacak olanlar onlara denecek ki siz mümin olduktan sonra kafir mi oldunuz?” Gerçeği kavradınız, anladınız, doğru söylüyor bu adam dediniz, ondan sonra menfaatinize ters düştü, öbür tarafa geçtiniz. Yani sizdeki şirk kiri çözüldü. Müslüman oldunuz, içten çok doğru dediniz ondan sonra baktınız ki dükkana müşteri gelmeyecek hemen öbür tarafa kaçtınız. Dükkan değiştirmeyi düşünmediniz, iş değiştirmeyi düşünmediniz… Bakın hep böyle denecek, bu çok önemli.
Bunlar cehennemlik olanlar. “Yüzleri kara olanlara şöyle denecektir: Gerçekten öğrendikten sonra küfre mi saptınız, inandıktan sonra kafir mi oldunuz? Yoksa Cenabı Hak haşa hiç kimseye öyle tutup da haberi olmadan cehenneme atacak değil ki. Yüzleri kararanların hepsi bu. İnandıktan sonra kafir olanlar, gerçeği öğrendikten sonra. “O zaman madem kafirlik…” Kafirlik de gerçeği görmezlikten gelmektir. Gördünüz ama görmezlikten geldiniz öyle mi? “O zaman azabı tadın bakalım.” Hak ettiğiniz azabı tadın denecek.
Peki şimdi ara verelim. İkinci bölümde soru cevap devam ederiz.