Elhamdu lillahi Rabbil alemin. Vel akibetü lil muttakin. Essalatu vesselamu ala Rasulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Biliyorsunuz bu konuşmaların başındaki yapmış olduğumuz dua Allah’a karşı bir şükür, Rasulullah’a da bir teşekkür konuşması şeklinde oluyor. Yani yaptığı her şeyi güzel yapmak Allah’a mahsustur, desteklenecek ve arkasından gidilecek olan da Allah’ın elçisi ve onun yetiştirdiği insanlardır. Bu şekilde şeyden sonra başlıyoruz konuşmalara.
Bugünkü dersimizin konusu dünya sevgisi. Ali İmran suresinin 14. Ayetindeyiz. Allah-u Teala burada şöyle buyuruyor.
(3/ Ali İmran 14)
“Zuyyine linnâsi hubbuş şehevât”
“İnsanlar için böyle arzu dolu sevgi besleme işi süslü gösterilmiştir.”
“minen nisâi”
“Kadınlara karşı”
“vel benîn”
“Oğullara“
“vel ganâtîril mugantara”
“Kantarlar dolusu mallara, altına, paraya” Zaten söylüyor
“minez zehebi vel fiddah”
“Altın ve gümüşten kantarlar dolusuna sahip olma arzusu”
“vel haylil musevveme”
“besili atlar ya da mer’alara salıverilmiş serbestçe büyüyen atlar yahut nişanlı, işaretli atlar”
Her şekilde de anlam verilebiliyor
“vel en’âm”
“Küçük ve büyük baş hayvanlara karşı bir sevgi”
“vel hars”
“ve ekinlere karşı, ürünlere karşı, toprak ürünü, tabiat ürünlerine karşı bir sevgi”
İnsanların bunlara karşı bir aşırı düşkünlükleri vardır. Bu güzel gösterilmiştir.
“zâlike metâul hayâtid dunyâ”
“Bu dünya hayatının metaıdır, insanlar dünyada bundan yararlanırlar”
Fakat insanlar yararlandıkları kadarını değil hep daha fazlasını isterler. İşte kantarlar dolusu altın ve gümüş. Bir insana lazım olacak olanın çok çok üstünde bir arzu. Onun için ne kadar çok paranız olursa daha da fazlasını istersiniz ve kendinizi daha fakir hissedersiniz. Mal arttıkça kişinin arzusu o derece büyür.
“vallâhu ındehû husnul meâb”
“Ama aslında güzel netice Cenab-ı Hakk’ın katındadır.”
Yani eğer rahat edeceğiniz, huzur bulacağınız bir yer, bir ortam istiyorsanız Allah-u Teala’nın katında olandır. Dolayısıyla davranışlarınızı Cenab-ı Hakk’ın isteğine göre ayarlarsınız.
(3/ Ali İmran 15)
“Gul eunebbiukum bihayrim min zâlikum”
“Şimdi size bundan daha hayırlısını bildireyim mi? O şekilde söyle onlara”
“lillezînettegav ınde rabbihim cennâtun tecrî min tahtihel enhâr”
“kendilerini koruyanlar için Allah katında içinden ırmaklar akan cennetler vardır.”
“hâlidîne fîhâ”
“orada ölümsüz olarak kalacaklardır”
“ve ezvâcun mutahheratun”
“ve tertemiz eşler vardır”
“ve rıdvânun minallâh “
“ve Allah’ın rızası vardır”
“vallâhu basîrum bil ıbâd”
“Allah kullarını görmektedir”
Şimdi Allah-u Teala, bu dünyayı imtihan için yarattığını bildiriyor, hatta diyor ki, arşı su üzerindeyken sizi imtihan etsin diye gökleri ve yeri yaratmıştır diyor. O ayeti buldun mu? ve kâne arşuhû alel mâi Hud suresi 7. Tamam 221. Sayfa, Hud suresi 7. Ayet. Diyor ki burada,
(11/ Hud 7)
“Ve huvellezî halegas semâvâti vel arda fî sitteti eyyâm”
” Gökleri ve yeri altı günde yaratmış olan O’dur”
“ve kâne arşuhû alel mâ ”
“O zaman arşı su üzerindeydi”
Demek gökler ve yer yaratılmadan su vardı. Arş Allah-u Teala’nın yönetim merkezi anlamına geliyor.
“Su üzerindeyken arşı gökleri ve yeri altı günde yaratmıştır”
Peki göklerin ve yerin yaratılmasının sebebi neymiş?
“liyebluvekum eyyukum ahsenu amelâ”
“Hanginiz daha güzel iş yapacaksınız diye sizi zor bir imtihandan geçirsin diye öyle yapmıştır”
Yani göklerin ve yerin yaratılışındaki asıl sebep hangimizin daha iyi iş yapacağının denenmesi. Yani yapı bu şekilde oluşturulmuş, ta ilk günden. Yani göklerin ve yerin yaratılışı bile bizim imtihanımız için.
“ve lein gulte innekum meb’ûsûne mim bağdil mevti”
“Öldükten sonra tekrar dirileceksiniz desen onlara”
Yani ölüp yeniden dirileceğimiz şekilde gökler ve yer yaratılmıştır, dolayısıyla hani bir bitki çürüdükten sonra onun tohumundan aynı bitki nasıl yeniden bitiyorsa insanlar da çürüdükten sonra kemikleri, aynı insan yine onun tohumundan aynı şekilde yeniden topraktan dirilecektir, yapı bu şekilde oluşmuştur. Bir kere daha dirilecektir, yani daha fazla yok, insanın yapısı öyle. Üçüncüsü yok. Öyle desen,
“leyegûlennellezîne keferû in hâzâ illâ sıhrun mubîn”
“O kafirler şöyle diyeceklerdir, bu apaçık insanı büyülemeden başka bir şey değildir”
Şimdi yaratılış esasen, yani kainatın yaratılmasında tüm düzen insanların imtihanı için kurulmuş, imtihanda da temel soruyu sık sık tekrarlıyoruz biliyorsunuz. O da İbrahim suresinde belirtiliyor. 254. Sayfada. Öncelikle şunu yine size hatırlatayım. Her insan doğduğu günden itibaren Allah’ın yarattığı ayetleri okur. Onu okuyan herkes Allah’ın varlığını ve birliğini kavrar. Bir de insanlar menfaatleriyle doğrular arasında tercih konusunda bir karar verme durumuna gelinceye kadar herkes doğrudur ve dürüsttür. Yani bir yerde oturursunuz en yalancı insan bir dürüstlük dersi verir ki size hayret edersiniz. Çünkü yalancılığın ne kadar kötü olduğunu en iyi ol bildiğinden dolayı en güzel o konuşur. Çok çekmiştir yalancılığından. Fakat ne zaman menfaatleriyle doğrular arasında tercih durumunda kalırsa çok az insan doğruları tercih edip menfaatlerini bir kenara bırakır. İşte imtihan da orada olur. Onun için burada diyor ki Allah… Yani herkes evrensel doğruları bilir, ondan dolayı yalan dünyanın her yerinde kötüdür, hırsızlık dünyanın her yerinde kötüdür, gasp dünyanın her yerinde kötüdür, yani suçların tamamı evrenseldir. Allah’ın yarattığı insan dünyanın her yerinde aynı şeylere kötü, aynı şeylere iyi der. Allah’ın indirdiği kitap insanların kendiliklerinden bulabilecekleri birçok doğruları içerdiği gibi, bulamayacakları Allah’ın birçok emir ve yasaklarını da içerir. Onun için herkes hayatına mümin olarak başlar. Menfaatleriyle yüzleşinceye kadar. Yani annesi babası dünyanın en dinsiz adamı olsa bile öyledir. Aslında dinsizlik dini bilmemek, doğruları bilmemek değil, doğrulardan hoşlanmamaktır. Yani pekala bilirler, ama hoşlanmadıkları için, menfaatlerine ters düştüğü için öyle yaparlar. Şimdi diyor ki burada Allah-u Teala, imtihanın temel sorusu olarak
(14/ İbrahim 2 – 3)
“ve veylul lilkâfirîne min azâbin şedîd.”
“o kafirlerin şiddetli azaptan çekecekleri var” diyor. Bunlar kim?
“Ellezîne yestehıbbûnel hayâted dunyâ alel âhırah”
“Bunlar dünya hayatını ahiretten çok sevenlerdir.”
Şimdi, bir nebinin, bir rasulun tebliğiyle yüzyüze gelmemiş olan kişi ahiret konusunda bilgi sahibi olmayabilir. Ama burada öyle bir kelime kullanıyor ki Allah-u Teala ahiret konusunda hiç bilgisi olmayan kişiyi de içerisine alıyor. Yani Arapça bilenler için söyleyeyim. Burada hayatüd dünya demiyor Allah-u Teala, hayatül ahirah da demiyor. Hayatüd dünya deseydi bu dünya hayatı olurdu. Hayatül ahirah deseydi, ahiret hayatı olurdu. Yani bir isim tamlaması değil. Ya? Bir sıfat tamlaması yapıyor. El hayatüd dünya diyor. Dünya hayat, dünya hayatı değil, dünya hayat. Şimdi dünya hayat dediğin zaman Türkçede bir şey anlayamazsınız. Tam tercüme edersek en yakın hayat demek. El hayatül ahirah da daha sonraki hayat, biraz sonrası. İşte insanlar menfaatleriyle yüzyüze geldikleri zaman o an menfaatlerini geriye itemezler. Kendilerine en yakın olan o durumu tercih ederler, sonrası ne olursa olsun, ona tedbir alırım der. Sabırsızlıklarından dolayı insanlar günah işler, suç işlerler, yaptığının yanlış olduğunu da bilir. Dolayısıyla öyle bir kelime kullanıyor ki Allah-u Teala hem dünya hayatı diye tercüme edebilirsiniz, hem de yüzyüze olduğunuz o an diye tercüme edebilirsiniz. Birazcık sabırlı olsa insanlar, biraz kendilerini tutabilseler herhangibir suç işleme olmaz, çünkü yanlışlığı, yaptığı şeyin yanlış olduğunu herkes bilir, onun vicdanı ona söyler. Ama bir müddet sonra alışır, ondan zevk almaya başlar, o da başka bir şey. Çünkü yeni bir tabiat kazanmaya başlar, yeni bir huy kazanmaya başlar.
(14/ İbrahim 3)
“Ellezîne yestehıbbûnel hayâted dunyâ alel âhırah”
“Yani kafirler dünya hayatını ahiretten çok sevenlerdir”
Ahireti sevmiyor değil ya da şu anı biraz sonrasından çok sevendir, sonrasını sevmiyor değil, ilerisini de düşünüyor ama şu anki menfaatinden vazgeçemiyor. Helal haram dinlemeden ondan yararlanmak istiyor. Ondan sonra,
“ve yesuddûne an sebîlillâh”
“Allah’ın yolundan dönerler, çekilirler, doğruları bırakırlar” Evrensel doğruları bırakırlar.
“ve yebğûnehâ ıvecâ”
“Onu kendilerine benzetmeye çalışırlar”
Kuralları kendilerine uygun şekle çevirmeye çalışırlar, onda bir eğrilik meydana getirmeye çalışırlar. Ama öyle bir eğrilik ki, dışarıdan bakan insanlar bunu dürüst zannedecekler, doğru iş yapıyor zannedecekler.
“ulâike fî dalalim beîd”
“onlar pek derin bir sapıklıktadırlar”
İşte burada dünyayı ahirete tercih etmenin sebebi, dünya çok süslü gözüküyor. Bu da imtihanın gereği. Allah o şekilde yaratmış. Eğer bizim dünyaya karşı bir arzumuz olmazsa, burada şu şeyle karşı karşıya kalıyorsunuz. Allah-u Teala size diyor ki, şunu şöyle şöyle yaparsanız arkasından şunu veririm. Tamam amenna ve saddakna, güzel. Fakat o menfaatle yüzyüze gelinceye kadar amenna ve saddakna dersiniz de o menfaatle ister cinsel menfaatiniz olsun, ister maddi menfaatiniz olsun, ister itibar menfaatiniz olsun, ister ne olursa olsun… o andaki o menfaati bırakıp Allah’ın dediğini kabul eden kişi Allah’a inanmış sayılır. İnanmak demek Allah vardır demek değildir. Allah’ı var ve bir kabul etmeyen bir tek kişi yoktur, iblis de dahil olmak üzere. Ama Allah-u Teala’nın dediğini doğru kabul etmektir. Allah’a güvenmektir, mesele o. Evet burada benim çok büyük menfaatim var ama Allah-u Teala’nın sözüne ters düştüğü için ben onu tercih ediyorum diyebilmektir. İşte inanma budur. Ona güvenmektir. Ve bir an için kendinizi tutamayın da yanlış yaptıysanız hemen yanlıştan dönebilmektir. Fazlaca vakit geçmeden dönebilmektir. İşte Allah-u Teala kainatı bu şekilde yarattığından dolayı insanlara… imtihan olduğu için insanlara bunu süslü gösteriyor, hoş geliyor. Ama mantığını kullanacak olsa, aklını kullanacak olsa Allah’ın emirlerini tutmanın daha doğru daha hoş olduğunu anlayacaktır. İşte burada insan duygularıyla aklı arasında seçim yapmak zorunda kalır. Duygularına esir olursa kaybeder. Aklı öne geçerse kaybetmez. Şimdi şöyle bir söz var benim çok hoşuma gidiyor. Hile yaparsan bir kere kazanırsın, dürüst olursan her zaman kazanırsın. Dürüst olan o anda zararlı gözükür, ama ilerisi kazançtır. Sürekli kazanırsınız, hep kazanırsınız. Ama hile yapan o anda karlı gözükür, fakat ilerisi berbattır, kötüdür.
(3/ Ali İmran 14)
“Zuyyine linnâsi hubbuş şehevâti minen nisâ” İşte,
“kadın konusunda insanlar için bir düşkünlük, arzularını öne çıkaran bir sevgi vardır”
Ondan sonra
“vel benîne”
“oğullar konusunda vardır bu”
“vel ganâtîril mugantarati minez zehebi vel fiddah”
“kantarlar dolusu altına sahip olma arzusu vardır insanlarda”
Bana bu kadar yeter demez, hiçbir zaman için onun arzuları bitmez. Şimdi bütün bunlar olduğu için de dikkat ederseniz Allah-u Teala dönüş yapanlar için (“İllellezîne tâbû min ba’di zâlike “(24/ 5 ) “ve ekâmus salâte ve âtuz zekâte” (9/ 11) der. Ancak, dönüş yapan namazı tam kılan ve zekatı veren. Ne demek zekatı vermek? O çok sevdiği malı Allah yolunda verebilen kişidir. Öyle vereceksin ki, sevabını yalnız Allah’tan bekleyeceksin. Reklam olsun diye insanlar zekat verebilirler, yani şimdi gider adam bir gazinoya garsona bahşiş verir. Niye? Kapıdan içeri girerken buyur abi desin, kafasını kaldırdığı zaman bir emrin var mı abi desin. İtibar. Ama o malı Allah rızası için ya da kameralar karşısında rahatlıkla yüz tane, ikiyüz tane, beşyüz tane maddi durumuna göre fakiri fukarayı doyurabilirsin, herkes çünkü öyle diyor. Çünkü itibar. Ama bunu öyle bir yapacaksın ki, itibar yalnız Allah’tan olacak. İşte bunu yapmak çok zordur. İşte bu Allah’a güvenmeyi gerektirir. Bunu ancak Allah’a tam güvenenler yapabilirler. Ama öyle bir zor imtihandır ki, bu imtihandan her babayiğit geçemez.
(3/ Ali İmran 14)
“vel haylil musevvemeh”
“Eğitilmiş güzel atlar”
“vel en’âm”
“Koyun, keçi, sığır, deve, küçük ve büyükbaş hayvanlar”
“vel hars”
“ekinler” Bunlar insanların sevdiği şeylerdir.
“zâlike metâul hayâtid dunyâ”
“Bu dünya hayatının metaıdır” Yani dünyada yararlanacağınız birşeydir.
“vallâhu ındehû husnul meâb” Yani
“çok güzel bir şekilde dönülüp kalınacak yer Allah katındadır”
Dolayısıyla yani siz Allah’a inanıp güveniyorsanız ona göre hareket edersiniz. Canım kurban olayım Allah’a. Tabii ki Allah’a inancım var. Canım o kadar iblisin de var inancı. Allah’a inanmak demek, Allah ne diyorsa onu kabul edip ona göre hareket etmek demektir. Menfaatlere dokunduğu zaman istediğimiz gibi yapacağız, dokunmadığı zaman tamam. Olmaz işte. Öyle bir inanacaksın ki Allah yolunda canını da gerektiği zaman verebileceksin. Allah için malını da canını da verebileceksin. Niye? Senin neyin var ki? Malın da O’nun, canın da O’nun zaten. İster ver ister verme, nasılsa birgün alacak, ikisi de elinden gidecek. Zaten gidecek. Burada senin samimiyetindir kazanacak olan.
(3/ Ali İmran 15)
“kul eunebbiukum bihayrin min zâlikum”
“de ki size bundan daha hayırlısını haber vereyim mi”
“lillezînettegav ınde rabbihim cennâtun tecrî min tahtihel enhâr”
“kendilerini koruyanlar için, yanlışlara karşı korunanlar için Rableri katında içinden ırmaklar akan bahçeler vardır”
Dünyalık istiyorsanız, ne dünyalığı? Hiçbirşeyi, sıkıntısı olmayan mallar. Şimdi bu altınınız olursa gümüşünüz olursa bir sürü insanın gözü orada olduğu için korunması ciddi manada sıkıntı olur. Herkes hergün kapınızı aşındırır, bana şunu ver, bana bunu ver diye. Cennette böyle bir şey yok, herkesin var nasıl olsa. Çok rahat. Efendim koyun, keçi, sığır, deveniz var diyelim. Bunlar sizi esir alırlar. Çünkü yirmidört saat bakım ister hayvanlar. E atlar da aynı şekilde. Yani herşeyde, yani o dünyadaki nimetlerin her birisinin aynı zamanda büyük külfetleri de vardır, ama ahirette, Cenab-ı Hakk’ın katındaki nimette külfet de yok.
“hâlidîne fîhâ”
“ve orada da ölümsüz olacaklardır” Bu dünyada ölümsüzlük yok.
“ve ezvâcun mutahheratun”
“tertemiz hale getirilmiş eşler”
Kadın için erkek, erkek için kadın. Herhangibirşey yok, yani bugün kocasından şikayet eden kadın ahirette şikayet etmeyeceği bir durumda kocasını bulacak. Karısından şikayet eden erkek de hiç asla şikayet etmeyeceği şekilde bulacaktır eğer ikisi de cennete gidecekse. Birisi gider biri gitmezse giden orada çok iyi bir eşle evlenecektir.
“ve rıdvânun minallâh” En önemlisi de bu,
“Allah’ın rızası.” Allah razı.
“vallâhu basîrun bil ıbâd”
“Allah kullarını görmektedir”
Şimdi birde şu Tevbe suresinin 23 ve 24. Ayetlerini açalım. 189. Sayfa. Allah-u Teala burada şöyle diyor.
(9/ Tevbe 23-24)
“Yâ eyyuhellezîne âmenû”
“müminler”
“lâ tettehızû âbâekum ve ıhvânekum evliyâe”
“babalarınızı ve kardeşlerinizi” babalar derken anne de dahildir Arapça’da. Yani
“annenizi, babanızı ve kardeşlerinizi dostlar edinmeyin” Yani kendinize yakın bilmeyin. Ne zaman?
“inistehabbul kufra alel îmân”
“Eğer küfrü imandan daha çok seviyorlarsa onları kendinize yakın dost bilmeyin”
Küfrü imandan daha çok sevdiklerini nasıl anlayacağız? Şimdi bu ayeti bir bitireyim bir de o soruya cevap verelim. Yani bugün kendisini dört dörtlük müslüman kabul eden öyle insanlar var ki, küfre yakınlıkları imana yakınlıktan çok çok daha fazladır. Yani küfrü imandan daha çok severler. Bak,
“inistehabbul kufra alel îmân”
” küfrü imandan daha çok seviyorlarsa”
Dünyayı ahirete tercih ediyorlarsa demektir ilk önce okuduğumuz ayete göre.
“ve men yetevellehum minkum feulâike humuz zâlimûn”
“Kim onları veli kabul ederse, yani çok yakın”
Nedir, tamam dostane geçimini yapacaksın, iyi davranışlarda bulunacaksın. Zaten Allah-u Teala diyor yani,
(64/ Tegabun 14)
“inne min ezvâcikum ve evlâdikum aduvven lekum fahzerûhum” Teğabun suresinde,
“Sizin eşlerinizden ve çocuklarınızdan düşman olanlar vardır, onlara karşı dikkatli olun”
“ve in tağfû ve tasfehû ve tağfirû”
“onları affederseniz, görmezlikten gelirseniz, bağışlayıcı olursanız”
“feinnallâhe ğafûrur rahîm”
“Allah da gafur ve rahimdir.”
Yani tamam görmezsiniz yaptıklarını, iyi davranırsınız, hoş şey yaparsınız ama, kendinize de yakın bilmeyin. Çünkü fazlaca onların emrine de sokmayın kendinizi. Şimdi bizde yanlış anlaşılan bir husus vardır. Anaya babaya itaat emri yoktur Kur’an’ı Kerim’de. Anaya babaya karşı iyi davranmak vardır. İyi davranmakla itaat arasında çok büyük fark vardır. İtaat yalnız Allah’adır. Şimdi burada diyor ki,
(9/ Tevbe 23-24)
“ve men yetevellehum minkum feulâike humuz zâlimûn”
“Sizden kim onları yakın dost kabul ederse bunlar zalimlerdir, yani yanlış iş yapmış olurlar”
Bakın şimdi bunun da açıklamasını da şöyle yapıyor Allah-u Teala,
“Gul in kâne âbâukum”
“de ki babalarınız”
“ve ebnâukum”
“oğullarınız”
“ve ıhvânukum”
“kardeşleriniz”
“ve ezvâcukum”
“Eşleriniz”
“ve aşîratukum”
“bağlı bulunduğunuz oymak” Yani millet… kendi soyunuzun geldiği ırk, kabile
“ve emvâlunıgteraftumûhâ”
“biriktirdiğiniz mallar”
“ve ticâratun tahşevne kesâdehâ”
“durgunlaşmasından korktuğunuz ticaret”
“ve mesâkinu terdavnehâ”
“hoşunuza giden evler”
“ehabbe ileykum minallâhi ve rasûlihî”
“Size Allah ve rasulunden daha sevimli geliyorsa”
Allah’ın emrini bunlara tercih etmiyor da bunlarla ilgili şeyleri Allah’ın emrine tercih ediyorsanız
“ve cihâdin fî sebîlihî”
“Allah yolunda cihada tercih ediyorsanız onları”
Hani şöyle bir şey var, “Tamam da, viran olası hanede evladu iyal var” derler ya, işte bu tercihtir. Yani onları Allah’ın emrine tercih etmektir.
“feterabbesû”
“Bekleyin”
“hattâ yeé’tiyallâhu biemrih”
“Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin”
“vallâhu lâ yehdil gavmel fâsigîn.”
“Allah fasık toplumları yola getirmez”
Şimdi, tekrar edeyim, herşey iyi ve yerindeyken, imtihana tabi tutulmamışken, herkes gayet düzgün, gayet iyidir. Hiç problem yok. Ama ne zamanki imtihana tabi tutuluruz, o zaman şey yapar. Mesela şimdi birçok mücahidi görürsünüz, şeriat… islam… devlet… kafir devlet… bilmem ne… İşte Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler kafirlerdir, fasıklardır diye böyle mangalda kül bırakmayanların eline fırsat geçtiği gün menfaatlerinden başka bir şey düşünmezler. Hani bir söz vardır, kedi ete ulaşamayınca ne dermiş? Ne pis kokuyor dermiş. Ulaştığı zaman da tabi yapacağını yapar. Esas o menfaatle yüzyüze geldiğiniz zaman Allah’ın emirlerini tercih edebiliyor musunuz? Geçende birisi diyor ki, ya hocam tamam ama, işte biraz işlerimiz büyüdü, işi büyütmek için mecburen kredi alacağız. E dedim sen müslüman bir kişisin, sen demek istiyorsun ki, Allah’ın emrine uymak benim problemimi çözmüyor. Peki bu şirk olmuyor mu? Dedim. Evet oluyor dedi. Ne olacak? Nasıl kurtulacaksın? Dikkat ederseniz bugün müslümanların çoğusu probleminin çözümünü İslam’da aramaz. Dikkat edin.
Şimdi bir de Enfal suresinin baş tarafını açın. Oradan da bir iki tane ayet okuyalım. Ve dersimizin bu bölümünü bitirelim, çünkü yatsı namazımızı kılacağız. Bakın, şu ikinci ayete bakın.
(8/ Enfal 2)
“İnnemel mué’minûn”
“müminler sadece şunlardır”
“ellezîne izâ zukirallâhu vecilet gulûbuhum”
“Allah’ın adı anıldığı zaman içleri ürperir, titrer”
Birçok kimseye Allah dediğiniz zaman rahatsız oluyor, ama… diyor kendi birtakım hocasını, şeyhini, şunu, bunu birinci sıraya alıyor. Ondan sonra diyor ki,
“ve izâ tuliyet aleyhim âyâtuhû zâdethum îmâna”
“Allah’ın ayetleri onlara okunduğu zaman imanları artar”
Peki bugün ben müslümanım diyen insanlara sizler Allah’ın ayetlerini okuyorsunuz, bu işin içerisindesiniz. İmanları mı artıyor, yoksa nefretleri mi? Bana ayet okuma demiyorlar mı?
Geçende, bu cumartesi günü bir televizyondaydık. Yayın bittikten sonra bir hoca, kim olduğunu bilmiyoruz, televizyonun sahibiyle yarım saat konuştu. Benim konuşmadan çok rahatsız olmuş. Ne yani diyor bütün kitapları atalım mı? Diyor. Televizyonun sahibi de diyor ki, Allah’ın kitabına aykırıysa atın diyor. Şimdi aykırı olduğunu kendisi biliyor. Bakın bu rahatsızlığı neden kaynaklanıyor? Allah’ın ayetlerinden. Siz Allah’ın ayetini okuduğunuz zaman imanı artmıyor, adamın zararı artıyor. Ve bunlar dışarıya mücahit olarak çıkıyorlar değil mi? Şeriatçi olarak çıkıyorlar. Ama Allah’ın ayetleri bunları fena halde rahatsız ediyor.
“ve alâ rabbihim yetevekkelûn”
“Yalnız Allah’a tevekkül etsinler, ona güvenip dayansınlar”
Yalnız Allah’a mı güveniyor insanlar, yoksa başka şeylere mi güveniyorlar? Yani az önce söylediğimi tekrarlayayım. Problemlerin çözümünü Allah’ın emirlerinde mi arıyorlar? Başka yerde mi arıyorlar? Efendim, işte kredi almazsak olmaz. Tabi, günah böyle birşeydir. Günah çok tatlı gelir baştan ama zararı sonradan ortaya çıkar, sıkıntısı sonradan ortaya çıkar. Köleleşirsin o kredi verenin karşısında oyuncak haline gelirsin bir müddet sonra. Allah’ın kölesi olmaktan çıkar başkasının kölesi olmaya dönüşürsün. Ama başlangıçta çok hoşuna gider.
(8/ Enfal 3)
“Ellezîne yugîmûnes salâh”
“Bunlar namazlarını tam kılanlar”
“ve mimmâ razagnahum yunfigûn”
“Kendilerine rızık olarak verdiklerimizden de harcayanlardır.”
İnfak edenlerdir. Bu ne kadar zor geliyor insanlara, Allah yolunda harcamak ne kadar zor geliyor, ne kadar zor. Onun için zaten harcayabildiğiniz zaman sadık olduğunuzu gösteriyorsunuz, ondan dolayı onun adına sadaka deniyor. Yani kime sorarsanız, Allah’ı mı çok seviyorsun, malı mı? Ne cevap verir? Yeryüzünde kim olursa olsun. Peki madem Allah’ı çok seviyorsun şu malını Allah rızası için ver dediğin an, ipler kopar. Verebildiği zaman işte, iddiasında haklı çıktığı için adına sadaka denir. Bak burada ne diyor Allah-u Teala?
(8/ Enfal 4)
“Ulâike humul mué’minûne haggâ”
“Gerçek müminler onlardır”
Öbürleri kendilerini mümin sayanlardır. Kendini mümin saymayan birtek insan yoktur zaten. Önemli olan Allah-u Teala’nın da mümin saymasıdır.
“lehum deracâtun ınde rabbihim”
“Rableri katında onların dereceleri vardır”
“ve mağfiratun ve rizgun kerîm”
“Bir mağfiret ve güzel bir rızıkları vardır.”
Evet şimdi dersimizin bu bölümünü bitirdik. Şimdi SEVAD diye bir kuruluşumuz var muhterem arkadaşlarım. Süleymaniye Vakfı Evlilik ve Aile Danışmanlığı diye bir kuruluş oluşturduk. Allah nasip ederse bu pazardan itibaren dersler başlayacak. Uzaktan eğitim, yani internet üzerinden. Birinci hafta 27 Ekim’de, Prof. Dr. Celalettin Vatandaş, ikinci hafta da Celalettin Vatandaş ders verecek. Birincisinde Hayatın Gayesi Nedir? İkincisinde İslama Göre Kadın ve Evlilik. Üçüncü hafta ben ders vereceğim Allah nasip ederse. Nikah nedir? Nasıl olmalıdır? Evlilik şartları nelerdir? Evlilikte beklenenler nelerdir? Dördüncü hafta yine bana verilmiş. Kur’an’da aile örnekleri, Adem, Nuh, Hud aileleri, Rasulullah’ın ailesi. Beşinci hafta Profesör Saffet Köse. Şimdi bu Celalettin Vatandaş Gümüşhane Üniversitesinden geliyor. Saffet Köse arkadaşımız da Katip Çelebi Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dekanı. O da Ailede Problemler ve Çözüm Yolları anlatacak. Sonra Abdulkerim Bahadır. Bu da Konya’da, Necmettin Erbakan Üniversitesinden gelecek. Gelmeyecek herkes bulunduğu yerden ders verecek, yanlış söylüyorum. Çünkü internet olduğu için artık dünya küçük bir odaya dönüştü. Bir Sorun olarak Aile içi Şiddet. Dr. Hamdi Kalyoncu, psikiyatrist. O da, kadın ve erkek psikolojisini anlatacak. Doktor Fatma Bayraktar Karahan. Diyanet İşleri Başkanlığından. O da ailede iletişimi anlatacak. Harun Ünal Hocamız Evlilik ve Mahremiyetlerini anlatacak. Ünzile Girişkin Evlilikte Cinsel Hayatı anlatacak. Prof. Dr. Mehmet Zeki Aydın, Marmara İlahiyattan, Ailede Ekonomik Tutumlar, Ailede anne baba çocuk olmak. Doç. Dr. Servet Bayındır, bizim üniversitede biliyorsunuz. Erkeğin boşanma hakkını, Yard. Doç. Dr. Fatih Orum (yanımda bulunan arkadaşımız) kadının boşanma hakkını anlatacak. Ve böylece bu yılki şeyler, haftada bir kere Pazar günleri. Buradan duyurmuş olduk. İsteyenler kaydolabilirler. Peki şimdi bir ara veriyoruz. Namazdan sonra geliriz inşallah.