Bakara 277 den başlıyoruz. Burda Allah’u Teâlâ şöyle diyor.
(2/Bakara 277.Ayet)
“İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti”
“İnananlar ve iyi işler yapanlar”,
“ve ekâmûs salâte ve âtevûz zekâte”
“namazı tam kılan ve zekatı verenler,”
“lehum ecruhum inde rabbihim, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn”
“bunların ücretleri rablerinin katındadır. Üzerlerinde ne bir korku olur. Ne de üzülürler.”
Bundan önceki derslerimizi hatırlayın, kader konusuyla ilgili dersler. Marks anasının karnında neydi? Marks’tı ve kafir olarak kayıtlıydı, cehennemlikti değil mi? Yani bir insanın cennetlik yada cehennemlik olması dünyaya gelmeden belliydi. Bugün hala bu konuda direnenler var. Diyorlar ki Allah’u Teâlâ bilir ama bu bizim imtihanımıza mani değildir. Allah’u Teâlâ bilir diyorsanız imtihan gereği yapacağımız şeyi, bildiğinin aksi de olmayacağına göre ne derseniz deyin sonuç değişmeyecek. Cebriyenin ötesine geçemezsiniz. Şimdi o anlayış şimdi şu ayete nasıl yüzde yüz aykırı.
“İnnellezîne âmenû”
“İnananlar”
“ve amilûs sâlihâti”
“ve iyi işler yapanlar,”
“ve ekâmûs salâte”
“namazı tam kılan”
“ve âtevûz zekâte”
“ve zekatı verenler,”
“lehum ecruhum inde rabbihim,”
“bunların ücretleri rableri katındadır.”
“ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn”
“Bunların üzerlerinde korku olmayacak, üzülecek de değillerdir.”
O öbür anlayışta, korku süreklidir değil mi? yani çünkü deniyordu ki Rasulullah sav.e mâl ettikleri bir hadis, hadis demeyelim tabi, ama adına hadis dedikleri, Rasulullah’a iftira olduğu açık olan bir sözde, “Bir kişi ana rahmindeyken cennetlik mi, cehennemlik mi olduğu belli olur. Ömrünün sonuna kadar cennetlik kişiler gibi davransa son anda yapacağı bir işlemle yaptığı bir cehenneme gitmesini gerektiren amelle doğru cehenneme gider.” Aksini de söylüyorlar. “Bir insan ana rahminde cennetlik yazılmışsa ömür boyu isyanla meşgul olsa bile son anda yapacağı bir amelle cennete gider.” Öyle olunca, ne ibadetin bir anlamı var, ne isyanın bir zararı var, kişiyi tamamen selin önündeki bir odun gibi sel onu nereye atarsa o da oraya gider. Yada rüzgarın önünde bir yaprak gibi. Ama bakın Allah’u Teâlâ burda ne diyor.
(2/Bakara 277.Ayet)
“İnnellezîne âmenû”
“İnanmış olan kimseler,
“ve ekâmûs salâte ve âtevûz zekâte”
“namazı tam kılan ve zekatı verenler,”,
“lehum ecruhum inde rabbihim,”
“bunların ücretleri rablerinin katındadır.
“ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn”
“Bunların üzerlerinde korku olmayacak, üzülecek de değillerdir.”.
Demek ki biz yapacağımız davranışlarla kendi geleceğimizi kendimiz çiziyoruz. Allah’u Teâlâ da ona göre mükafat yada ceza veriyor. İyi işler yaparlarsa diyor burda. İnançtan sonra iyi işler. Dikkat ederseniz namaz ve zekattan önce geliyor iyi işler. Günde beş kere namaz kılarsınız ama yirmi dört saat iyi işlerle meşgul olmanız gerekir. Senede bir kere zekat verirsiniz ama senenin tamamında iyi ve güzel işler yapmanız gerekir. Onun için işte bazı kimseler tutuyor işte şunu yaparsan şöyle olur böyle olur diye haşa Allah adına ulufe dağıtıyorlar. İşte şu kadar falanca zikri çekersen… Geçende bir camideydim. İmam namazdan sonra Haşir Suresinin son iki ayetini okudu, sonra mealini verdi, gayet güzel. Arkasından dedi ki, “Kim ki bunu sabahleyin okursa, Allah yetmiş bin tane melek yaratır, akşama kadar onun bağışlanması için Cenabı Hakka dua eder.” Sanki Allah’ın yani, yaratan Allah’sa dua ettiriyorsa ne gerek var, anında affeder gider yani. Mantıksızlar peş peşe. Ondan sonra “Akşam namazından sonra okursa sabaha kadar aynı şekilde, bu arada ölürse şehit oluyor” falan. Bakın hiç burda Salih amel var mı? Namaz var mı? Zekat var mı? Şimdi buna inanan bir insan hiç dürüst olmayı, iyi olmayı, ne bileyim güzel iş yapmayı düşünebilir mi? İstediğini yap. Ondan sonrada işte deniyor ki “Şey yaparsanız, hacca ve umreye giderseniz kilometreyi sıfırlarsınız.” Eh sene içerisinde çal çırp, şunu bunu yap, ondan sonra git sıfırla gel. Ne güzel. Ama bakın Allah’u Teâlâ ne diyor bu ayette?
“İnnellezîne âmenû”
“Önce inanç tabi, inanç her şeyin temeli”.
“ve amilûs sâlihâti”
“İyi işler yapanlar.”
Birinci sıraya iyi iş yapmayı alıyor. Ne yaparsanız yapın iyi olacak. Sözünüzde duracaksınız, işinizi güzel yapacaksınız, tam yapacaksınız, ve gevşemeyeceksiniz.
“ve ekâmûs salâte “
“Ve namazlarını tam kılanlar,
“ve âtevûz zekâte”
“zekatlarını verenler.”
İşte buradaki sıralama insanın hayatını meşgul etmesi açısından olmuş. Az öncede söylemeye çalıştığımız gibi ‘iyi iş’ yirmi dört saatinizi alır. Her davranışınızda iyi olmaya çalışırsınız. Namaz yirmi dört saatte beş vakti şey yapar yani ölçerseniz beş vakit namazın farzlarını kıldığınız takdirde her birisi için beşer dakika ayırsanız yirmi beş dakika, olsun elli dakika. Ama iyi işler yirmi dört saat boyunca olmalı yani, uyumadan önce de insan dikkatini üzerinde toplayarak, mesela akşam geç vakide kadar oturup da sabah namazını vaktinde kılamayan bir iyi iş yapmıyor demektir. Yani uykuyu da ona göre ayarlamak lazım. Ondan sonra namazını tam kılan ve zekatını veren. Zekat da senede bir kere verilir. Ama o zekatı verebilmek için de sene boyunca iyi iş yapmak gerekir.
“ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn”
“Bunların üzerlerinde korku olmaz üzülecek de değillerdir.”
(2/Bakara 278.Ayet)
“Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe ve zerû mâ bakiye miner ribâ in kuntum mu’minîn”
“Müminler eğer gerçekten inanıyorsanız faizden arta kalanı bırakın.”
Faiz alacaklarınızın üstünü çizin. Verecek, borçlular için demiyor burda. Sen borçlusun adam zorla da alabilir yani. Bir de hukuk sistemi ondan yanaysa ne yaparsan yap ondan kurtulamazsın. Ama alacaklıysan bu işin üstünü çizeceksin.
(2/Bakara 279.Ayet)
“Fe in lem tef’alû”
“Bunu yapmadınız mı” Yani faiz alacaklarınızı silmezseniz
“fe’zenû bi harbin minallâhi ve resûlih”
“Allah ve rasulü tarafından açılmış bir savaşla yüz yüze olduğunuzdan haberdar olun.”
Yani bilin ki: Allah ve rasulü tarafından açılmış bir savaşla yüz yüzesiniz. Böyle bir savaşın galibi devamlı Cenabı Haktır. Şu anda karlı gibi gözükebilirsiniz ama neticede mutlaka zarar edersiniz.
“ve in tubtum fe lekum ruûsu emvâlikum,”
“Eğer tevbe ederseniz faizcilikten, ana paranız sizindir,”
“lâ tazlimûne ve lâ tuzlemûn”
“zulmetmezsiniz, zulme de uğramazsınız.”
Yani ana parayı alacağınız zaman eğer enflasyon olmuşsa, değerinden azını almazsınız, faizle ilave edilen bir fazlalığı da almazsınız. Ne fazla ne noksan neyse o dengini alırsınız. Şimdi burada Cenabı Hak bir kanunundan bahsetti;
“Fe in lem tef’alû fe’zenû bi harbin minallâhi ve resûlih”
“Eğer faizden vazgeçmezseniz Allah ve rasulü tarafından açılmış bir savaşla yüz yüze olduğunuzu bilin.”
Şimdi Allah ve rasulü tarafından açılmış bir savaş. Rasul Allah’ın elçisidir. Rasul ayrıca bir şey yapamaz. Yani Allah tarafından açılmış bir savaşla yüz yüze olduğunuzu bilin sözü şu anlama da gelir. Yani “Allah’ın piyasaya koymuş olduğu kanunlar altüst olur haberiniz olsun, tüm sistemi bozarsınız ve kıriz meydana gelir.” Faiz toplumun bütün sistemini ortadan kaldırır. Yani faizli bankaların ekonomiye hiçbir şekilde faydası yoktur. Niye bu kadar kesin konuşuyorsun? Niye konuştuğumu biraz sonra izah edeceğim. Yani sistemi faizli kıredi üzerine kurdukları için bir de yoğun propagandalar yaptıkları için iktisat fakültelerini de herhalde boşuna kurmadılar yani o insanların zihinlerini orada şartlandırmak için kurmuşlardır. Ondan dolayı insanlar zannediyor ki, ekonominin faize ihtiyacı vardır.
Şimdi herkesin anlayabileceği birkaç tane örnek vermek istiyorum. Yani faiz toplumun düzenini nasıl bozar? Bir savaş bir ülkeyi nasıl tahrip ederse faizde aynı şekilde tahrip eder. Biz geçen hafta biz parayı vücuttaki kana benzetmiştik. Şimdi de bir vadinin suyuna benzetelim. Bir vadinin deresinden su akıyor, herkes ulaşabildiği kadarıyla o sudan alıyor. Tarlasını suluyor, üretimini yapıyor. İyi kötü geçinip gidiyorlar, çalışıyor falan. Fakat bir yerde bir havuz yapılsa yada büyükçe bir baraj yapılsa o sular orada toplansa o suyu kullananlardan da dense ki, bu suyu yılda bir ton su kullanacaksınız ama karşılığında bir ton bir kilo su vereceksiniz geriye. Tamam bir ton su kullandık gitti. Ben sana suyu nerden vereceğim. Suyu vermek için yapacağı şey şudur. Mahsulünü satacak gidecek bir yerden su alacak ondan sonra verecek. Çünkü kendi şeyinden su çıkmaz ki. Üretiminin içerisinde su yoktur. Su üretemez bir insan. Para da aynı şekildedir. Yani banka size para verir, yatırım yaparsınız, mal üretirsiniz, şunu yaparsınız bunu yaparsınız ama o tarla sahibinin suyu üretemediği gibi siz de para üretemezsiniz. Para üretemediğiniz için sizden vereceği paraya karşılık para istediği zaman isterse verdiği parayı istesin geri vermeniz çok zordur. Çünkü o ürettiğiniz malı paraya çevireceksiniz, masraflarınızı çıkaracaksınız, kar elde edeceksiniz, ondan sonra karşı tarafın parasını vereceksiniz.
Ama onun yerinde şu olsa, dese ki: “Tamam, ben size suyu veririm üretiminizin yarısı benimdir.” İnsan bunu verebilir değil mi? Üretirsem vereceğim, üretmezsem vermeyeceğim. Yani üretimi yaptık diyelim tarlada mısır üretiyoruz, üretimin yarısını sana vereceğim suyunu sen ver tamam. Orada bir sel gelse mısırı alıp götürse tamam ürettiğimizin yarısı kardeşim, hiçbir şey üretemedik onun için kusura bakma diyecek. Benim emeğim gitti senin de suyun gitti diyecek. Ama üretim elde edildiği takdirde tamam, yarısı senin yarısı benim. Dolayısıyla o üretici hiçbir şekilde sıkıntıya, yani gücünün yetmediği bir şeyle karşı karşıya gelmeyecektir.
İşte bu bankacılık, yapmış olduğu şey, vermiş olduğu para ve geriye alacağı para, karşı tarafın asla üretemeyeceği bir şey olduğu için, bir kere ilk andan itibaren çok ciddi bir sıkıntı kaynağıdır. Yani siz istediğiniz kadar mal üretin, başlangıçta düşünürsünüz, dersiniz ki: “Ben bu işten yüzde yüz kar edeceğim.” Ama işler sizin istediğiniz gibi gitmeyebilir. İstediğinizin gibi gitse bile siz o malı piyasaya kıredinin vadesinin bitmesinden sonra sürmek zorunda kalırsınız, bu defa kırediyi kapatabilmek için artık nasıl satacaksanız satmaya çalışırsınız. Yani sistem bozulur.
Birde bu günkü bankacılıkta insanların büyük bir bölümünün bilmediği bir kaydi para üretim mekanizması vardır. Zaten son zamanlarda para plastiğe dönüştü. Kıredi kartları oldu. Kaydi parayı da biraz daha geçti artık. Hatta bir takım kuruluşlar kendi paralarını üretir hale geldi. İşte çeşitli kartlar çıkarıyorlar. Mavi kart bilmem ne kart, bankacılar daha iyi bilir. Gerçi bankacılar çıkarmaz ama onu, mesela bazı kuruluşlar kendi özel kartlarını çıkarırlar. Bu kendileri para basıyor demektir. Merkez bankasının yerine geçmişler demektir.
Geçen hafta size çek konusuyla ilgili bilgi vermiştim. Yani çek, ilk önce İslam ülkelerinde kullanılan bir ödeme aracı idi. Adına( الصَّك ) sak diyorlardı.( الصُّكوك ) Essakkun. Oradan batıya gitmiş çek olmuş, oradan tekrar geriye gelmiş, şimdi( الشّيك ) şiik diyor Araplar ona. Kıredi de öyle. Kıredi bizim karz, kart yani, ödünç demek, borç demek. Kart gidiyor batıya, kıredi olarak geri geliyor. Mesela aval kelimesini kullanır bankacılar bizim havaledir o. Fransızlar ha harfini kullanamazlar e’yi de telaffuz edemezler. Aval derler havaleye. Bize aval olarak geri dönmüştür. Bankacılıkla ilgili terimlerin çoğunluğu, bizden gitmedir ama bankacılık hizmetleriyle ilgili terimler ama tabi faiz meselesine sıra gelince İslam alemi de bu konuda hiç şey değildir yani. Temiz değildir. Eskidende temiz değildi bu günde temiz değildir. Yani insanlar işi kitabına uydurmayı gayet iyi becerebilirler. Dine uymak istemeyenler kısa sürede dini kendine uydurabilirler.
Bizim İstanbul Müftülüğünde benim kontrolümde olan Şeriye Sicilleri arşivi, Şeriye Sicilleri demek, mahkeme kayıtları demektir. Mahkemeler tarafından tutulan kayıtlar, onun arşivleri var. Orada Müdeyanat defterleri vardı. Yani borç, kıredi ilişkilerini ortaya koyan defterler demek. Para vakıfları vardı o zaman, para vakıfları kurulmuştu. Ebu Suud’un fetvasıyla kurulmuştu. Şimdi bizim biliyorsunuz Ebu Suud dendiği zaman yere göğe sığdıramazlar. Gerçi o muhteşem Süleyman filminden sonra herhalde eski kadar itibarı kalmamıştır ama. Bir ara Araplar bana Ebu Suud’la ilgili, onun bir takım şeyleri varmış, maruzatı varmış falan, onu bana gönderir misiniz falan demişlerdi. Dedim ki “Ya Araplarda bir atasözü vardır. “Mudinin adını duyman, görmenden iyidir.” Şey yapma yani, bak şok olursunuz” falan dedim. “Yok yok gönder.” Ben de gönderdim. Aslında onlar da ondan farklı değiller yani.
Bunun aşağı yukarı -Bu kitapta hepsi varda. Tabi bu kitabı yazalı kaç sene olmuş. Ben unutmuşumdur yani Ticaret Ve Faiz kitabında. 2003 dü herhalde ilk baskısı.- Bizim Erzurumluların bir sözü vardır. Dalavere dalavere kürt memet nöbete diye. Çeşitli oyunları vardır şeyin. Yanlış hatırlamıyorsam on iki kadar oyunu vardır. Yani ‘Alışveriş görüntüsü altında faiz.’ En çok uygulanan sistem şuydu. Para vakfı, para vakıflarında bir de ‘ribhi şeri’ diye ‘meşru kazanç’ diye bir kelime uydurmuşlar. Zaten bir kelimenin arkasında böyle bir şey varsa orada bir bit yeniği var demektir. Niye meşru diyorsun ki. Müslümanın gayri meşru kazancımı olur yani. Bir de murabaha kelimesi vardır. Murabaha aslında son derece masum bir kelimedir de daha sonra tefeci anlamında kullanılmaya başlanmış. Bu para vakıflarının yaptıkları davranışlar dolayısıyla. Vakfı yapan kişi diyor ki: “Benim parayı muameleyi şeriye ile insanlara verin diyor. elde edilen kazançla da falan caminin ihtiyacı, filan medresenin hocaları, falan medresenin talebeleri, falan şu hayır, şu güzel, şu şu yazıyor işte. Bir sürü şeyler yazıyor. Şu fakirlere şu yardım verilsin” diyor. Şimdi o ‘muameleyi şeriye’ dedikleri faizi meşrulaştıran işlem demektir aslında. Yani görüntüde faiz değil ama gerçekte faiz olan işlem manasına gelir. “Rip-i şer’iyyeye”- “muâmele-i şer’iyyeye”, şeriat kullanılıyor. Şerilik kelimesi kullanılıyor. Bir para vakfı. Diyelim ki adam bin altın vakfetmiş. Padişah da zaman zaman ferman yayınlar. O fermanların hepsi kadı defterlerine geçer. Onların çoğunu ben okumuşumdur. -Yani bunu bir tarih kitabından anlatmıyorum. Bizzat o fermanları okumuş bir kişi olarak anlatıyorum.- Ve mahkeme kayıtları ki doğruluğunda kimsenin şüphesi olmayan kayıtlardır.
Padişah şey yapıyor, diyor ki, “On’u onbir buçuktan fazla muameleyi şeriye olmaya” diyor. Onu onbir buçuk, ne demek? ‘On altını on bir buçuk altın karşılığından fazla borç vermeyin’ demektir bu. Altın üzerinde ne olur bu? Yüzde on beş değil mi? Çok yüksek bir şey. “Onu on ikiden fazla olmasın.” Yüzde yirmi. – yok millet de biliyor. Herkes gayet iyi biliyor. Alan razı satan razı. Yani bugün bilmiyorlar mı yani. Bugün, şimdi burda bir şey söylediğimiz zaman hop oturup, hop kalkanlar, adları gibi bilmiyorlar mı? Bunlar Kur’ân ve sünnetin hükmü. Niye karşı çıkıyorlar. Hesaplarına gelmediği için. Kurdukları düzen bozulduğu için.
Vakıfta adam oturur. Şimdi şöyle bir tane kitap vardır. Genellikle Fetavayı Ali Efendi. Çatalcalı Ali Efendinin Fetvaları. El yazmasıdır. Böyle matbu olsa piyasa fiyatı olur değil mi? El yazması olduğu zaman antika eşya olduğundan dolayı istediğin fiyata verebilirsin. Şimdi gelir birisi, der ki “Benim yüz altına ihtiyacım var.” Ne zamana ödeyeceksin? “Bir sene sonra ödeyeceğim.” Peki, kefil getir. Getirir. Rehin alırlar. Kefil de getirirler. Kefil yüz altına karşılık alınmaz. Eğer yüzde yirmi ise yüz yirmi altına karşılık alınır. Yüzde on beşse, yüz on beş altına karşılık alınır. Önce adama ve kefile yüz altınlık bir borç senedi imzalattırılır. Karşılığı bir yıl sonra ödenecek. Yüz altına yüz altın. Faiz var mı? Olur mu yav bu. Şeri bir devlette faiz olur mu kardeşim. Öyle şey söylüyorsun ki. Ondan sonra tutarlar, bu Fetavayı Ali Efendiyi, faiz onbeş altınsa, bunu onbeş altına satarlar. Bedeli bir yıl sonra ödenmek şartıyla. Şimdi bir yıl sonra yüz altın verecek. On beş altın da kitabın bedeli olarak ödeyecek. Tamam. Hiçbir mahsuru yok. Kitabın bedeli yani bunda faiz yok. Ama o yüz altını almasının şartı, bu kitabı vakfa bağışlayacak. Kitabı vakfa bağışlar, -anında hayır yapıyor adam.- Kitabı vakfa bağışlar, alır buradan yüz altın. Borcu yüz onbeş altındır. Yüz altına yüz altın, haşa faiz yok. On beş altın kitap bedeli kardeşim buna niye faiz diyorsunuz ki. Yada yirmi altın. Ondan sonra çeker giderler. Sene sonu geldi, ödeyemedik. Ebu Suud Efendi buna da çare göstermiş. Tekrar bir kitap alır verirler borç bir sene daha ertelenir. Haşa faiz yok. Buna “Rip-i şer’iyyeye”- deniyor. Meşru kazanç. Arkasından gelenler bunu hep yapmışlar.
Ebu Suud zamanında meşhur Manisalı Birgivi Mehmet Efendi vardı. Birgivi Mehmet Efendi buna karşı çıkıyor. Bu faizdir diyor. Yapmayın diyor. Sen misin karşı çıkan. Buradan görevlerinden alıyorlar. Müderrislik yapamazsın sen. Doğru Birgi’ye gidiyor. Orada da gene konuşuyor. Kadı efendi mektup gönderiyor. Bak devam edersen kelleni alırım. Son derece hürriyet ortamı yani! Niye? Faiz olduğunu söylediği için. Söylemediğin zaman zaten faiz olmaz ki. Niye faiz diyeceksin. Zinaya aşk diyeceksin, buna da kazanç, diyeceksin olup bitecek. Gerçi onlar zinaya aşk demiyorlar, zamanımızda diyorlar, Osmanlı zamanında bu yok.
Ondokuzuncu asırda İstanbul bankasını kurmuşlardı. Emniyet sandığını kurmuşlardı. Ve faizsiz borç veriyorlardı. Küçük bir işlem yapıyorlar. Koymuşlar oraya bir cep saati, bu defa cep saatini satıyorlar. Birisi geliyor yüz altın borç istiyor. Ona yüz altın veriyorlar. Vadeye göre on altın, yirmi altın karşılığında cep saatini satıyorlar o da saati bankaya bağışlıyor. Hayır kurumu olduğu için banka. Ondan sonra çıkıp gidiyor. İkinci adam geliyor. Bin altın istiyor. Ona da saati ik iyüz altına satıyorlar. Üçüncü adam geliyor, beş yüz altın. Ona da yüz altına satıyorlar. Beş yüzün yüzde yirmisi yüz altın mı ediyor. Akşama kadar belki yüz kişiye satıyorlar. Böylece hepsi faizsiz kıredi alıyor.
Bak bu ne kadar kötü değil mi? Bankacılık asla bununla kıyaslanamayacak kadar kötüdür. Bugünkü bankacılığı hiçbir şekilde kıyaslayamazsınız bununla. Neden? Çünkü o size geçen hafta anlattığım sak olayı. Yani adam geliyor piyasaya giriyor şeye, piyasaya giriyor. Bir sarrafa cebindeki altınları teslim ediyor. Yani çalınması, şu bu taşınma sıkıntısından dolayı. Gidiyor işte şundan koyun alıyor yazıyor bir kağıda. O gidip sarraftan alacağını alıyor. Yani bugün çek yazıp git bankadan al diyorsunuz ya. Vadesiz çek anında paraya tahvil edeceğiniz. Her taraftan aldığı her yere bir ödeme emri yazıyor alıyor. Yani burda bir faiz yok. Ama İngiltere’de de bu işlem öğrenilmiş. Bu defa sarraflar kendilerine teslim edilen paralar karşılığında bu insanlara mesela emanet bırakıyor adam. Ben paramı koruyamıyorum, çoluk çocuk şeyinde. Sen koruyabiliyorsun, işte bende yüz altın var, bende on altın var, bende beş altın var. Herkes getirip emanet olarak getiriyor. Para lazım olursa ben birisine çek yazarım yani bir ödeme emri yazarım. Gelir senden alırlar. Tamam diyor. Şimdi bu sarrafın ne yapması lazım? Bu adamın altınlarını koruduğu için? Para alması lazım değil mi? Koruma parası. Sarraflar bakıyor ki, bu insanlar buraya paralarını koyuyor. Yani eğer bin altın emanet bırakılmışsa yüz tanesi çekilmiyor. Seksen tanesi ancak alınıyor yani. Bin altından seksen altın ancak talep ediliyor. Bu defa başlıyorlar kendilerine emanet bırakılan altınlardan borç para vermeye. Kendilerinde bin altın varsa onbin altına kadar borç veriyorlar. Çünkü kimse gelip altın istemiyor ki kağıtlar dolaşıyor piyasada. Milletten aldıkları emanete karşılık onu koruma parası alacaklarına bu defa diyorlar ki emanet getirenlere yüzde altı faiz.
Allah Allah yav bu adamlar…. Ondan sonra yüzde altı faizle aldıkları parayı belki yüzde beş faizle veriyorlar. Belki yüzde altıyla veriyorlar. Bu adamlar yüzde altı faiz veriyor, yüzde altıyla da borç veriyorlar. Peki bunlar nerden kar ediyorlar? Adamlar bilmiyor ki, onlar bin altına karşılık on bin altın borç veriyorlar. Bin altına karşılık eğer atmış altın faiz veriyorsa oradan altı yüz altın alıyor. Bankalarda bu sistem resmileşmiş ve bankacılıktaki kıredi sistemi bunun üzerine oturtulmuştur. İşte buna bankaların ürettiği bu paraya ‘kaydi para’ deniyor. Yani kayıtlarda olan ama gerçekte olmayan bir para. Bankalarının şeylerine karşılık da merkez bankaları şimdi şu anda munzam karşılık diyorlar bulundurma mecburiyeti getirmiştir. Yani o tecrübelerden dolayı bir sıkıntı olmasın diye ki işte ona ‘kasa ihtiyatı’ da deniyor ‘munzam karşılığı’ da deniyor. Merkez bankaları onu bulundurma mecburiyeti getirirler ki nakit talebi olduğu zaman bankalar sıkıntı çekmesin. Mesela dikkat ederseniz, bir bankadan yirmi bin lira para isteseniz şu anda yok der. Sana öğleden sonra vereyim, sana yarın vereyim, ama eft yapmak isterseniz anında yapar. Çünkü ona paraya gerek yok. Çünkü onu hepsi yapıyor. Nihayet en sonda bir takas ederler bankalar arasında, çok küçük cüzi ödemelerle çok büyük paraları tıransfer etmiş olurlar.
Şimdi şu anda uygulanan -bugün ilgili arkadaşlara sordum- bir yıl vadeyi aştıktan sonraki munzam karşılık yüzde beş. Bunun manası nedir? Bunun manası şu: -keşke sılaytlarla gösterebilsem, size daha rahat gösterebilirdim ama-. Şimdi ben bankayım. Mehmet bana getirdi bin lirayı vadeli mevduat olarak yatırdı. Vadeli vadesiz arasında fark var. Ben vadeli diyeyim ki daha kısa sürede anlatmam mümkün olsun. Ben o bin lirayı aldım. Vadeli mevduat ne demek? Vade sonuna kadar benden talep edilmeyen mevduat demektir. Birinci kişi geliyor benden bir milyon lira borç istiyor. Onun için bankaların yaptığı işlem şudur. Onun adına bir vadesiz hesap açar. Bir milyon veremezsin sen şu anda. Yüzde beşini kesmek zorundasın bu günkü şeye göre. Ona dokuz yüz elli bin lira verirsin. Elli bin lirasını kesersin. 950 bin liralık kırediyi alır onun hesabına yazarsın. Ona da bir çek karnesi verirsin ki artık şu anda çek karnesi de işe yarıyor ama daha başka diğer ödemeler şunlar bunlar var. Ama geleneksel olarak anlatayım daha kolay olsun, fazla detaya girmeyelim. Bir çek karnesi verirsin. Dikkat ederseniz kimse cebinden herhangi bir şey de çıkarıp da nakit ödemez. Vadeli yada vadesiz hemen günlük çek de verebilir, vadeli çek de verebilir. Çekin nazariyede vadelisi olmaz ama fiilen piyasa vadeli çeklerle doludur. Çünkü çek demek bankada bulunan hesabımdan hemen ödenmek üzere verilen ödeme emri demektir.
Şimdi birinci kişiye 950 bin lira kıredi verdim, tamam. Bunda problem yok işte bir milyondu. İkinci kişi gelir, bu kişinin 950 bin lirası bana yatırılmış vadesiz mevduata dönüşmüştür artık. Benim kasamda 950 bin lira para var. O 950 bin liranın küsurlarını bırakalım yani yüzde 5 lerde diyelim, 50 bin lirasını daha kestik 900 bin lirayı da ikinci kişiye verdik. 850 bin lirayı üçüncü kişiye, aynı para çünkü. Onun adına da bir vadesiz hesap açarım. O parayı oraya da kaydederim. Böylece yirmi kişiye hatta daha fazla kişilere borçlar veririm. Her birisi için hesap açarım. O hesabın kaynağı Mehmet Hoca’dan aldığım bir milyon liradır. Bu kaydi para hesaplama mekanizması vardır, onun birde formülü vardır. O şeyin, yüzde beşse o yüzü beşe bölersiniz yüzle çarparsınız. İki bin eder değil mi? Peki bir milyonu beşe bölüp yirmiyle çarparsan yirmi milyon lira eder. Bir milyon lira aldığım vadeli mevduattan bugün, bir yıldan fazla süreli kıredi olarak, yirmi milyon lira piyasaya kıredi olarak verebilirim banka olarak. Tamam. O bir milyonu yirmi milyona çıkarırım. Buna yetkisi var, bugünkü bankaların hepsinin yetkisi var. Mehmet Hoca’ya mesela faizli verse ona yüzde on faiz ödediğimi düşünün. Diğerlerinden de yüzde yedi aldığımı düşünün. Şimdi ona vereceğim yüz bin lira diğerlerinden kaç lira alırım. Bir milyon dört yüz bin lira.
Bakın bana yatırılan bir milyon liraya karşılık ne alıyorum. Bir milyon dört yüz bin lira faiz alıyorum. Onun için Osmanlı’daki sistemde miktar neyse artmıyor. Ondan dolayı rahmet okutur dedim ya. Bir milyon dört yüz bin lira ve bunun adı kaydi para olur. Piyasa bu kaydi paralarla şişer. Mal para dengesi bozulur. Mal para dengesinin bozulması nedeniyle para çok mal az olduğu için fiyatlar artar. Bir, ondan dolayı fiyatlar artar. Bir de herkes ürettiği mala bir finansman maliyeti katmak zorundadır. Ne demek finansman maliyeti? Bu paraya ödediğim faiz. Ödediği faiz kadar katarsa zarar eder, biraz fazlasını katması lazım, çünkü zamanında alamadığı takdirde problemler çıkar. Bir de ondan dolayı fiyatlar artar. Bir paranın değerinin düşmesinden dolayı fiyatlar artar, bir de finansman maliyetinden dolayı fiyatlar artar. Dolayısıyla bu defa iç rekabet, uluslar arası rekabet işte o zaman gelir Çin senin hammaddeyi alamayacağın fiyatta mamul madde verir. Aslında şey aynıdır. Aslında her şey aynıdır. Yani kaynaklar aynı kaynaklardır. Hammadde her yerde aynıdır. Çin de aynı fiyata alıyor, sende aynı fiyata alıyorsun. Nasıl oluyor ki, o senin maliyetin fiyatına mamul madde getiriyor. Çünkü orada finansman maliyetleri sıfırlandığı için. Ama artık orada da kapitalist ekonominin başladığını duyuyoruz. Bir müddet sonra orası da tökezleyecektir. Kesin olarak tökezleyecektir.
Ve işte bu ne yapıyor piyasada bir savaş etkisi meydana getiriyor. Enflasyonun o kadar çok etkileri vardır ki, faizin o kadar çok kötü etkileri vardır ki, tam şu ayeti kerimede belirtilen:
(2/Bakara 278.Ayet)
“Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe”
“Müminler Allahtan korkun,”
“ve zerû mâ bakiye miner ribâ in kuntum mu’minîn”
“inanıyorsanız faizden arta kalanı bırakın, kesin olarak. ”
Diyorlar ki, “Faizli sistemi kaldırdık mı ne yapacağız? Yerine ne koyacağız? Yani şimdi burada affedersiniz çok pis bir şey olsa şu halının ortasında hadi şu pisliği temizleyin dediğimiz zaman, ‘temizleyelim ama yerime hangi pisliği koyacaksın’ denir mi? İyi yani canın pislik istiyorsa kalsın bari niye uğraşalım.
(2/Bakara 279.Ayet)
“Fe in lem tef’alû”
“Bu işi yapmazsanız”
“fe’zenû”
“haberiniz olsun”
“bi harbin minallâhi ve resûlih,”
“Allah ve rasulü tarafından açılmış bir savaşla yüz yüze olduğunuzu bilin.”
“ve in tubtum fe lekum ruûsu emvâlikum,”
“Tevbe ederseniz ana mallarınız sizindir.”
“lâ tazlimûne ve lâ tuzlemûn”
“Zulmetmezsiniz ve zulme de uğramazsınız.”
(Ticaret ve Faiz kitabının göstererek) Allah’a çok şükür şu kitapta, dediklerimiz diyemediklerimizin burda olanının belki yüzde biri falan değildir. Otuz yıllık ekip çalışmasının ürünüdür bu. Öyle iki dakikada yazılmış bir şey değildir. Otuz yıllık belki kaç yüz tane toplantının ürünü olarak ortaya çıkmıştır ama Allah’a çok şükür çok iyi bir şey ortaya çıktı. İnşallah faydalı olur. Tabi isteyenler için faydalı olur. İstemeyenler için ne yaparsan yap hiçbir faydası olmaz. Böylece sonuna geldik tekrar ayetleri okuyayım da;
(2/Bakara 277.Ayet)
“İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti”
“İnananlar ve iyi işler yapanlar,”
“ve ekâmûs salâte ve âtevûz zekâte”
“namazı tam kılan ve zekatı verenler,”
“lehum ecruhum inde rabbihim,”
“ onların ücretleri rablerini katındadır.”
“ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn”
“Üzerlerinde bir korku olmaz, üzülecek de değillerdir.”
(2/Bakara 278.Ayet)
“Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe”
“Müminler Allahtan korkun”
“ve zerû mâ bakiye miner ribâ in kuntum mu’minîn”
“eğer gerçekten inanıyorsanız faizden arta kalan alacağınızı bırakın almayın.”
(2/Bakara 279.Ayet)
“Fe in lem tef’alû”
“Bunu yapmazsanız”
“fe’zenû bi harbin minallâhi ve resûlih,”
“Allah ve rasulü tarafından açılmış bir savaşla yüz yüze olduğunuzu bilin”.
“ve in tubtum fe lekum ruûsu emvâlikum,”
“Tevbe ederseniz ana mallarınız sizindir”.
“lâ tazlimûne ve lâ tuzlemûn”
“Zulmetmezsiniz ve zulme de uğramazsınız.”
Bakın şimdi şu ayeti kerime enflasyonun temel ayetidir. Para değer kaybetti ne yapacağım. İşte bak, ne zulmedeceksiniz, ne de zumla uğrayacaksınız. Ana paran ne ise onu alacaksınız. İşte Kur’ân’ı Kerim böyle bir kitap yani sizin kıyamete kadar ortaya çıkacak hangi problem olursa olsun Kur’ân’ı Kerim’de onun çaresinin olmaması mümkün değil.
Ama ne yapalım ki bazı hocalar biliyorsunuz, “İşte bu günkü faizlerin caiz olduğunu söylüyorlar. Şey zamanında eskiden faiz fakirden alınır zengine verilirdi. Zenginler fakirleri sömürürlerdi. Ama şu anda öyle değil. Faizi verenler zengin insanlar yani yatırım yapmak için alıyorlar. Arkada bir sürü imkanları var. Teminat verebilenlere ancak kıredi verilebiliyor. Dolayısıyla bu günkü faiz Kur’ân’ı Kerim’in yasakladığı faiz değildir” diyen hocalar var.
Ankara’da bir toplantı vardı. Diyanet İşleri Başkanlığı düzenlemişti. Bundan birkaç sene evvel. Ali BARDAKOĞLU Diyanet İşleri Başkanıydı o zaman. Bankacılar falan da gelmişti. Bu konuları konuşuyorduk. Bir hoca az önce söylediğimizi söyledi. Sonra toplantıdan sonra onunla Kızılcahamam’dan Esenboğa Havaalanına kadar giderken, yol da tabi uzun. Dedim ki hocam, “Diyorsunuz ki eskiden fakirlere faizli borç verilirdi. Siz bir fakire faizli borç veren bir kişiyi, borç veren bir adamı biliyor musunuz ki faizli borç vermiş olsun.” Fakire borç verilir mi? Adam alacağını garantilemeden nasıl verir. Garantilemesi için de karşı tarafın elinde malının olması lazım. “Canım onun da işte bir evi vardı.” Tamam işte, malı var. Evi olmayan, ona yok. Dedi ki hoca “Ana parayı geçiyordu dedi, işte yüzde yüzü geçiyordu dedi Cenabı Hak onu haram kıldı.
(3/Âl-i İmran 130.Ayet)
“lâ te’kulur ribâ ad’âfen mudâafeh”
“İşte faiz yemeyin kat kat artan.”
Kat kat artarak anaparayı geçen diye tercüme ediyorlar. O ayeti kerime faizin karakterini anlatıyor. Artar artar, yuvarlanır böyle kar topu gibi kat kat artan bir özelliktedir faiz. Dedim ki: “Kur’ân’ı Kerim’de dedim, en küçük faiz bile caiz görülmüyor.” “Nerde var” dedi. Kendisi de tabi, herkesin kendisinin talebesi olduğunu zanneden bir yapıda. Dedim ki, “Ayette ne diyor” dedim.
(2/Bakara 279.Ayet)
“ve in tubtum fe lekum ruûsu emvâlikum,”
“Faizden tevbe ederseniz ana malınız sizindir.”
Ana mal. Ana mal ne demek? Yüz lira verirsen yüz lira alacaksın.
“lâ tazlimûne ve lâ tuzlemûn”
“Zulmetmezsiniz zulme de uğramazsınız”
Yani ne fazla alarak karşı tarafa haksızlık edeceksiniz. Ne de az almanızı istiyorum. Bağışlarsanız başka yani Cenabı Hak öyle bir şey şart koşmuyor. Ne vermişsen onu. On gram altınsa on gram altın, yirmi iki ayarsa yirmi iki ayar. Aynı. Tam eşit olacak alınan. Peki burda bir milyarda bir fazlalığa müsaade var mı? Yok. Hocam burası. “Ha tamam dedi anladım dedi. Sağol teşekkür ederim” dedi. Bir hafta sonra gene gazetede caiz olduğunu yazdı. Ne yapalım. Yapılacak bir şey yok.
Bu arada da Kitap ve Hikmet diye dergi çıkarıyoruz. Siz biliyorsunuz ama herkesin bilmesi lazım. Hikmet son derece önemlidir. Buraya arkadaşlarımız yazmış Ümmetin Yitirilmiş Değeri Hikmet diye. Gerçekten çok doğru bir tespittir. İnşallah bu vesileyle müslümanlar hikmeti yeniden keşfetme fırsatı bulurlar.