Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi rabbil alemin. Vel akibetülil müttakin assalatü vesselamü ala rasulina muhammedin ve ala elihi sahbihi ecmain.
Bu okuduğum dua, konuşmaya başlamadan önce okunması adet olan ve Cenabı Hakka şükür ve Rasûlullah sav.e bağlılığımızı bildiren bir duadır. Elhamdülillahi rabbil alemin: Dediğimiz zaman, hamd varlıkların sahibi Allah’a mahsustur. Yani Allah ne yaparsa güzelini yapar. Bunu yalnız o yapar. Onun dışında yaptığı her şey güzel olan yoktur. Vel akibetülil müttakin (bu kelimenin anlamı verilmedi) Assalatü vesselamü ala rasulina Muhammed : Salat ve selam bize gönderilmiş olan elçi Muhammed’edir. Yani bütün desteklerimiz, iyilik dileklerimiz onadır. Onun peşinden gidiyoruz. Ve ala elihi sahbihi ecmain. : Onun ailesi onun arkadaşlarına olsun. O yoldan gidiyoruz.
Biliyorsunuz biz Fatiha suresini okurken hep şunu söyleriz. “Yarabbi bize o doğru yolu göster. Kendisine nimet vermiş olduğun kişilerin yolunu göster. Gazaba uğramamış ve yoldan çıkmamış olanların yolunu göster.” Bu sebeple her namazımızda iyilerin, örnek kişilerin bize gösterilmesi için Cenabı Hakka dua ediyoruz. Yani bu demektir ki her zaman örnek almamız gereken kişilerin olması icap eder. Ama bunlar yoldan çıkmamış ve Cenabı Hakkın gazabını hak etmemiş olan kimseler olmalıdır. Allah’ın nimet verdiği kişiler, nebiler, sıddıklar ve ayakları yere basan alimler. Ne dediğini bilen, söylediklerini delile dayandıran alimler.
Bu günkü dersimizin bu konuyla yakından ilgisi var. Bugün Bakara suresinin 269. ayetini okuyoruz. Bu ayet vesilesiyle Rasullullah sav.in sünnetinin Kur’an’ı Kerim’deki yerini görmeye çalışacağız. Ve ne anlama geldiğini anlamaya çalışacağız. Burada Cenabı Hak şöyle buyuruyor. “Allah o hikmeti gereğini yapana verir. Gereği gibi çalışana verir. Kime de hikmet verilmişse ona gerçekten çok hayır verilmiş olur. Bu bilgiyi ancak dik duruşlu olan kişiler elde edebilirler.” (Bakara 2/269) Herkese böyle bilgi verilmez. Önce bu işi istemek lazım. Sonra sağlam duruşlu olmak lazım. Özü sağlam olması lazam.
Şimdi burada hikmetten bahsediliyor. “Allah o hikmeti gereğini yapana verir.” Hikmet kimlere verilmiş? Enam suresinin 6/83. ayetini açalım. 137. sayfa. Burda kısaca biraz hızlı bir şekilde okuyalım. “Bu bizim delilimizdir ki kavmine karşı İbrahim’e vermiştik.” Bu bizim delilimizdir dediği yukarıda geçen “efelâ tetezekkerûn” (6/80) sözüdür. “Tezekkür etmiyor musunuz.” Allah’ın yarattığı ayetlerden edindiğiniz bilgiyi kullanmıyor musunuz. Yada doğadan, tabiattan edindiğiniz bilgiyi kullanmıyor musunuz. Sözüdür. Yani bütün nebiler insanlara o insanların bildiği ortak doğrularla hitap ederler. “Tercih ettiğimizin kişilerin derecelerini yükseltiriz.” Çünkü tercihin de ölçüleri var. Allah ölçüsüz hiçbir iş yapmaz. “Rabbin hakimdir: doğru karar verir. Alimdir: ve her şeyi verir.” (Enam 6/83)
“İbrahim’e İshak’ı ve Yakub’u verdik. Her birine de yol gösterdik. Daha önce de Nuh’a yol göstermiştik. Onun soyundan Davut, Süleyman, Eyüp, Yusuf, Musa ve Harun vardır. İşte içi dışı iyi olan, samimi olan, iyi davrananları böyle ödüllendiririz.” Yani dünyalığını da veririz.
“Zekeriya’yı da Yahya’yı da İsa’yı da İlyas’ı da verdik. Hepsi iyilerdendir.”
“İsmail, Elyasa ve Lut, her birini kendi çağında yaşayanlara üstün kılmıştık.” (Enam 6/83-86) Şimdi burada on sekiz tane nebinin ismi sayıldı. Tarih olarak en eski olanı Nuh as. ve en sonda İsa as. sayıldı. “Sonra onların soylarından” deyince, Muhammed sav. kimin soyundan? İbrahim as.ın ve İsmail as.ın soyundan. İbrahim de, İsmail de sayıldı burda. Soylarından deyince kime kadar geliyor? Muhammed sav. e kadar geliyor. “Babaları” dedi. Babaları nereye kadar çıkar? Adem as.a kadar çıkar. O zaman Adem as.dan Muhammed as.a kadar gelen çizgi sayılmış oldu değil mi? Sonra da diyor ki: “Kardeşleri” Birde kardeşleri, yan taraflara doğru. Bunların kardeşlerinden de gelen. Çünkü biz sık sık tekrarlıyoruz. Yeryüzünde peygamber soyundan olmayan kimse yoktur değil mi? herkes Adem as.ın çocuğu. Kardeşleri deyince de herkes yani bu çizgiye dahil olan kişiler sayılmış oluyorlar. Her insan değil. Bu on seki nebi, onların üste ve alttan soyları ve yandan akrabaları. Diyor ki burda Allah’u Teâlâ: “Onları seçtik.” Seçme nasıl olur? Şimdi burda birkaç tane, (kağıt) şunu aldım. Bu kaldı.
“Onları seçtik ve onları doğru yola yönlendirdik. Bu Allah’u Teâlâ’nın gösterdiği yoldur. Allah bununla tercih ettiğine yolunu gösterir, kullarından. Eğer bunlar şirke düşmüş olsalardı.” Adem as.dan Muhammed as.a kadar. Şirke düşmüş olsalardı. Demek ki bunların da şirke düşme ihtimali vardı. “Yaptıkları yok olur giderdi.”
İşte burası son derece önemli. Bunlar Adem as.dan Muhammed as.a kadar ve yandakiler. “Bunlar kendilerine kitap verdiğimiz kimselerdir.” Kaç tane kitap inmiş o zaman? Nebiler, nebilerin sayısınca inmiş olması gerekmez tabi. Yani eğer o kitap kaybolmamışsa gelen nebi aynısını devam ettirir. Ama bazı ilaveler çıkarmalar olabilir. Ama her birisinin elinde mutlaka kitap var. Peki “Kitap verdik” başka. “Hüküm de verdik.” Hüküm: yani kitaba göre hükmetme yeteneği verdik. Çünkü gerçekten bir şeye karar verebilmek kolay değildir. Karar verebilmek için konuyu çok iyi bilmek lazım, iyi anlamak lazım. Onun ilgili olduğu şeyleri bilmek lazım ki bir sonuca varasınız. Başka ne verdik. “Nebilik verdik.”
Buraya kadar sayılan bütün nebiler… Allah’u Teâlâ bütün nebilere ne vermiş? Kitap ve hüküm vermiş. Tamamına kitap ve hüküm vermiş. En son nebi de Muhammed as.dır ve hatemennebiyyin diyerek nebilerine sonuncusu olduğunu ilan ediyor. Artık ondan sonra yeni bir kitap gelmeyecek. Şu elimizdeki kitap (Kur’an’ı Kerim’i göstererek) son kitap.
“Eğer bu insanlar bunları görmezlikten gelirse biz de bunlara başka bir kavmi yetkili kılarız.” (Enam 6/87-89) Bunları inkar etmeyen başka bir kavim. Mesela bu ayet Mekke’de inmişti. Mekkeliler karşı çıktığı için Rasûlullah Medine’ye gitti ve Medineliler sahip çıktılar. Sonra Mekkeliler Medinelilerin hakimiyeti altına girmek zorunda kalmışlardı.
Şimdi buradan asıl aldığımız şu: Demek ki bir kitap var bir de hüküm var. Bütün nebilere verilmiş. Peki bu hüküm ne? Onu da Ali İmran suresi 81. ayete bakalım. Orada Cenabı Hak diyor ki: “Allah nebilerin misakını aldığı zaman /onlardan kesin söz aldığı zaman, size bir kitap ve hikmet veririm de sonra sizinle beraber olanı tasdik eden bir rasul gelirse onu mutlaka inanacak ve yardımcı olacaksınız.” (Ali İmran 3/81). O zaman her nebiye ne veriliyor kitabın yanında? Hikmet. O zaman hüküm de hikmet demek oluyor. Zaten hüküm mastardır. Hikmet de mastardır. Araplar hikmete mastarlinlav derler. Yani çeşit bildiren mastar demektir. Hükmün doğrusu da olur yanlışı da olur. Mesela falan mahkeme yanlış bir hüküm vermiş. Yanlış karar vermiş denir. Falancası da doğru vermiş denir. İşte hükmün doğru olanına hikmet denir. Doğru karar verme.
Şimdi doğru karar verebilmek insanlar için gerçekten çok iyi bir özelliktir. Doğru karar verebilmek çok iyi bir özelliktir. Şimdi burada Allah’u Teâlâ hikmeti kime verdiğini söylüyor? Bütün nebilere değil mi? Ama Bakara suresinin 269. ayetinde kime verdiğini söylüyor? “Gereğini yapana Allah hikmeti verir diyor.” O zaman hikmet insanlara da verilebiliyor muymuş. Sadece nebilere has bir şey değil değil mi? Hikmet sadece nebilere has değil. Şimdi gereğini yapan bu hikmeti nerden çıkarabilir. Hikmetin kaynağı Allah’ın ayetleridir. Allah’ın kaç türlü ayeti vardır? İki türlü. Bir: Allah’ın indirdiği ayetlerden çıkarılan hikmet: doğru bilgi vardır. Bir de Allah’ın yarattığı ayetlerden çıkarılan doğru bilgi vardır, hikmet vardır. Öyleyse hikmet yer yüzünde kendisine bir nebinin tebliği ulaşmış olsun olmasın dürüst olan, özü sözü doğru olan ve gerekli çalışmayı yapan herkesin ulaşabileceği bir şeydir. Zaten Rasullullah sav. Buhari’de geçen bir Hadisi Şerifte şöyle diyor. “İki kişi kıskanılır. Bunlardan birisi Allah kendisine mal vermiş, o malı Allah yolunda harcamak için kendisini zorluyor. Niye zorluyor? Çünkü insan oğlu cimridir de kendi kendisine baskı yapmazsa bunu başaramaz. Kendini serbest bırakırsan yapamazsın. Kendi kendini zorlayacaksın. İkincisi de Allah kendisine hikmet vermiş o hikmetle doğru karar veriyor.” Bunlar gerçekten kıskanılacak iki kişi.
İbni Abbas ra. diyor ki: “Rasûlullah sav. beni kucağına aldı. “Yarabbi buna hikmeti öğret, dedi.” yine Allah’u Teâlâ Lokman as.a da, Lokman suresinde 31. surenin 12. ayetini açarsanız, orada da Allah’u Teâlâ: “Lokman’a da hikmeti verdik” diyor. as. diyorum, o nebi değil çünkü. Ağzımız alışmış da öyle söylüyoruz. Diyor ki Allah burada : “Lokman’a hikmeti verdik. Allah’a şükret, teşekkür et diye.” (Lokman 31/12). Nebi olmuş olsa sadece hikmeti verdik demezdi. “Ona kitap da verdik,” derdi. Çünkü bütün nebilere kitap verdiğini de söylüyor, sadece hikmet demiyor. O zaman Kur’an’ı Kerim’in delaletiyle hikmet, nasıl bir bilgi oluyor? Doğru bilgi. Bu doğru bilgiyi bir kere mutlaka nebiler, doğru bilgiyi yani Allah’ın kitabından doğru hüküm çıkarmayı hem kendileri yapıyor. Ki Allah onlara bunu, bu yetkiyi, bu özelliği, bu kabiliyeti vermiş, hem de insanlara bunu öğretiyorlar. Çünkü Rasûlullah sav. görevlerinden bir tanesi ümmetine kitabı ve hikmeti öğretmektir. “Onlara kitabı ve hikmeti öğretir,” diyor Allah’u Teâlâ. Demek ki Rasûlullah sav.in ümmetine kitabı öğretmekle kalmamış aynı zamanda hikmeti de öğretmiş.
Peki hikmet hüküm vermekse bu hükmün kaynağı ne olacak? Mecburen Kur’an olacak. Çünkü Allah kitabı da hikmeti de indirdiğini ifade ediyor. Bakara 2/231 de “Size indirdiği kitap ve hikmetle size öğüt veriyor o Allah.” (Bakara 2/231) Öyle diyor. “Size indirdiği kitap ve hikmetle size öğüt veriyor” diyor şey yapıyor.
Rasûlullah sav.in her konuda yapması gereken şey var. Bir: Allah’ın kitabını öğretecek. İki: hikmeti öğretecek. Yalnız bu nebilerin her birinin iki tane görevi vardır. Yani tüm nebiler Allah’tan aldıkları kitabı şöyle saklayıp kimseye okumadan, anlatmadan yapabilirler mi? O zaman bu kitabın insanlara anlatılması nedir? Hiçbir değişiklik yapmadan. Elçiliktir, hikmet değil. Elçiliktir. Allah şöyle buyuruyor: “Birde bu kitaptan çıkarılan hükümler vardır.” Şimdi elçilik gereği olarak bir ayeti okuduğu zaman ona bir ilave veya çıkarma yetkisi var mıdır bir rasulün? Yoktur. Her hangi bir elçi, Allah‘ın elçisi olmasına gerek yok. Kimin elçisi olursa olsun. Elçilik görevine bir ilave yada çıkarma yapabilir mi? Sadece olduğu gibi anlatır. Peki elçilik görevine ilave veya çıkarma yaparsa ne olur? Elçilik görevini yerine getirmemiş olur. Suç işlemiş olur. Peki bu kişi Allah’ın elçisiyse ne olur? Allah şah damarını koparır. Şah damarı kopan adam ne olur? Ölür. Allahın elçisi, Allah’ın kitabını tebliğde bir hata yaparsa Allah onu ölümle tehdit ediyor.
Yani nebilerde iki sıfat var. Birisi elçilik sıfatı. Çünkü errasulen nebiyye deniyor. Nebi olan elçi. Elçilik iki türlü olur. Yani her nebi mutlaka rasuldür. Niye? Elindeki kitabı tebliğ etmek zorundadır. Ama her rasul nebi olmayabilir. Neden? Çünkü o nebiye inmiş olan kitabı anlatır insanlara. Kendisine kitap inecek ki nebi rasul olsun. Ama kendisine kitap inmemişse sadece rasuldür, elçidir. Elçilerin hata yapma şansı yoktur. Hata yaptığı an ne olur elçilik? Elçilik biter. Artık ondan sonra ona elçi denmez. Yani Allah’ın elçisi denmez. Cenabı Hak orada tevbeyi de kabul etmiyor. Anında şah damarını koparırım diyor. Ama bizim için olsa bizim için tevbeyi kabul eder. Çünkü niye? O, ne kadar kendisine verilen nimet fazlaysa cezası da o kadar fazladır.
İsra suresinin 17/73-75. ayetlerine bir bakalım. Orada diyor ki Allah’u Teâlâ: “Sana yaptığımız vahiyden seni sana sıkıntı vererek nerdeyse uzaklaştıracak gibi oldular.” Çünkü insanların düzeni bozuluyor. Diyorlar ki: “İşte tamam güzel yapalım ama sen bize birazcık tolerans tanı. Çok sertsin hiç şey yapmıyorsun. Hiç taviz vermiyorsun. “Bize başka şeyi iftira edesin diye böyle yaptılar.” Yani bizim vermediğimiz bir yetkiyi sana kullandıracaklar. İftira ne demek? Allah’ın tebliğ edeceği ayette küçücük bir eksiltme yada bir ilave ne yapar iftira olur. Değil mi? “Böyle yapsan seni dost edineceklerdi.” Demek ki Allah’ın dininden çok az bir taviz de versen dinin düşmanları ne yapar? Onu dost edinir. Niye? Çünkü arabanın tekeri yoldan ister on santim çıkmış ister yirmi santim. Yoldan çıktıktan sonra kaç santim çıkarsa çıksın. Yuvarlanır gider oradan aşağıya. Eğer uçurumun kenarıysa tabi.
Demek ki Rasûlullah sav. e o kadar baskılar yapmışlar ki. “Seni sabit kılmasaydık. Az da olsa onlara doğru yönelecek gibi olmuştun.” Peki böyle yapsaydı ne olurdu? “O zaman sana bu hayatta iki kat cezasını, ölümün de iki kat cezasını tattırırdık.” Yani ahirette de iki kat ceza, dünyada da iki kat ceza. “Sonra sen bize karşı hiçbir yardımcı da bulamazdın.” (İsra 17/73-75)
Şimdi 69. sureyi açalım. 567. sayfa. Burda 44. burda diyor ki Allah’u Teâlâ, aynen az önceki ayetin bir değişik şekli. “Eğer o bize karşı bazı sözler uydursaydı,” yani şimdi bir çok kimseyi görüyoruz ki Allah’ın ayetleri, Allah bir şey söylüyor o başka şekle çeviriyor ayetleri. Hani manaları sağa sola çekiyorlar ya sık sık gördüğümüz bir şey. Allah’ın kitabının tahrifi bir başka şekilde olmaz zaten. Anlamını bir başka şekle çekme şeklinde olur. Eğer Rasûlullah böyle bir şey yapsaydı “Onu güçlü bir şekilde yakalar sonra onun şah damarını koparırdık.” (Hakka 69/44-46) Şah damarını koparırdık ne demek? Onu öldürürdük. O zaman rasullük ne olurdu? Anında biterdi.
Rasullükte hata olmaz. Asla. Peki nebilikte hata olur mu? Şimdi rasulde, ayet şu, şunu tebliğ edeceksin. Ama öbürü, şundan hüküm çıkarmaktır. Hüküm çıkarma söz konusu olduğu zaman insan hata edebilir. Yani olayla ayet arasında ilişkiyi kurabilmektir hüküm çıkarmak. Olayla ayet arasında ilişkiyi kurabilmektir. Orada hata olur. Ondan dolayı Kur’an’ı Kerim’de Allah’u Teâlâ “Kim rasule itaat ederse Allah‘a itaat etmiştir,” (Nisâ 4/80) der. Niye? Çünkü rasul Allah’ın söylediğine ne bir ilave ne de çıkarma yapabilir. O söz kimin sözüdür? Allah’ın sözüdür. O zaman itaat Allah’adır. Fakat hiçbir yerde “Nebiye itaat eden Allah’a itaat etmiştir” ifadesi yoktur. Neden? Çünkü Kur’ân’dan, Allah’ın kitabından bütün nebiler için geçerli olan. Hüküm çıkarırken hata edebilir. Dolayısıyla Rasûlullah sav.in hatalarını bildiren ayetlerin tamamı nebi kelimesiyle başlar. Yani orada mutlaka nebi kelimesi geçer.
Yani mesela size şeyi göstereyim. 60. surenin Mümtehine suresinin son ayetini açın 550. sayfa. 12. ayet. Bak burda diyor ki. “Ey nebi mümin kadınlar sana beyat etmek için gelirlerse” bağlılıklarını bildirmek için gelirlerse. Bak bu çok önemli bir şeydir. Kadınları köle gibi alan, kabul eden zihniyet vardır ve bunu İslam’a mâl ederler biliyorsunuz. Bu beyat ediyor. Yani kendi isteğiyle bağlılığını bildiriyor. “Kadınlar gelirse” diyor. Hangi şartlarla beyatlarını kabul edeceksin? Bir. “Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayacaklar,” İki: “Hırsızlık yapmayacaklar.” Üç. “Zina etmeyecekler,” Dördüncüsü: “Çocuklarını öldürmeyecekler,” Biliyorsunuz hamilelikten kurtulmak için çocuklarını öldürme gayretinde olanlar vardır. Beşincisi: “Elleri ve ayakları arasında bir iftirayla gelmeyecekler.” Yani başkasından kazandıkları çocuğu kocalarına mâl etmeyecekler. Ama burda esas söyleyeceğim şey şu. “Marufta sana isyan etmeyecekler.” Maruf ne? Kur’an’a ve fıtrata uygun şey, demek. “Doğru şeylerde sana isyan etmeyecekler.” (Mümtehine 60/12). Bunun anlamı nedir? Yanlış yaparsan karşı çıkacaklar demektir. Nasıl başladı ayet? Ey rasul mü dedi? Ey nebi dedi. Rasul olsaydı böyle bir şey asla söylenmezdi. Çünkü ayetten hüküm çıkarırken yanlış yapılabilir. Onun için eğer nebinin hatasına Müslümanlar göz yummuşsa aynı suçu onlar da işlemiş sayılır. Bak nebinin hatasına Müslümanlar göz yummuşsa aynı suçu onlar da işlemiş sayılır. Şimdi buradaki hürriyeti görüyor musunuz. Peki delil ne? Bu delil işte Bedir Savaşıyla ilgili olan ayet.
Enfal 8/67. ayeti açın. 184. sayfa. Olayı biliyorsunuz ama tekrar hatırlatayım. Mekke’de mi Medine’de mi indiği ihtilaflı olan Muhammed suresinin 4. ayetinde Allah’u Teâlâ savaş meydanında “Kafirlerle savaş meydanında karşılaştığın zaman boyunlarını vurun. Onları tam yere serinceye kadar, etkisiz hale getirinceye kadar. Esirlerle bağı sıkı tutun bundan sonra ister karşılıklı ister karşılıksız onları serbest bırakırsınız.” (Muhammed 47/4). Diyor. şimdi bu ayet bütün müminlere geldi mi? Rasûlullah da bunu tebliğ etti mi? O zaman her müminin buna uyma görevi var mı? Şimdi Bedir’de ne oldu? Baş sorumlu kim burda Bedir’de? Komutan. Ama komutanın emrindekiler de sorumlu sayılıyor. Bir İslam toplumunda savaşta bile olsa bir nefere verilen yetkiye bakın. Herkes doğruların peşinde olmalı. Bak diyor ki: “Hiçbir nebinin savaş meydanında düşmanı tamamen ezmeden esir almaya hakkı yoktur.”(Enfal 8/67). Tamamen etkisiz hale getirmeden esir almaya hakkı yoktur. Çünkü esir almışlardı Bedir savaşında. Tamam burda nebiye hitabetti. Ondan sonra ne diyor. “Siz dünyalık istiyorsunuz.” Siz kim? Bedir’e katılan herkes. Nebiden oradaki herkese geçti görüyor musunuz. Biriniz uyarsaydınız ya. Şimdi anladınız mı “ve lâ yağsîneke fî mağrûfin” anlamını. Az önce Mümtehine suresinin 12. ayetinde. Ben rasulün hatası demişim. Nebinin hatası olacak. Ben de hata yapmışım.
Allah’ın Rasulü ayeti tebliğde hata yaparsa Cenabı Hak onu ölümle cezalandırıyor. Dolayısıyla o da son derece dikkatli olmak zorunda. Ama uygulamada hata olabilir. Bu bir uygulama. Çok iyi bir terzi olursunuz, makası kaçırırsınız sağa sola. Cezanız o kumaşın zayi olmasıdır. Ama sizin terziliğinizi bitirmezler orada değil mi? Şimdi diyor ki burda Allah’u Teâlâ: “Hiçbir nebinin esir almaya hakkı yoktur, savaş meydanında düşmanı tamamen etkisiz hale getirinceye kadar.” (Enfal 8/67). Öbür ayette de aynı kelime vardı. Hatta… “Onları tam etkisiz hale getirince esir alın diyor.” Ondan sonra müminlerde katılıyor buna “Siz dünyalık istiyorsunuz.” (Enfal 8/67). Çünkü birden bire gördünüz esirler, mal mülk… Unuttunuz artık görevinizi, onlara daldınız ve düşmanı takip etmediniz. Düşmanı tamamen etkisiz hale getirmediniz. “Ama Allah daha sonrasını istiyor.” (Enfal 8/67). Sizin Mekke’ye girmenizi istiyor. Enfal 7-8. ayetlerde belirtiliyordu. “Allah aziz ve hakimdir: Allah güçlüdür doğru karar verir.” (Enfal 8/67). Şimdi şu ayette de müminler de dahil. “Eğer Allah’ın daha önce bir yazgısı olmasaydı.” (Enfal 8/68). Rum suresinde “Rumların galip olduğu gün sizi zaferle sevindireceğim”(Rum 30/4) diye bir sözü olmasaydı. “Orada yazılı hale getirmiş olmasaydı, aldığınız bu esirlerden dolayı size büyük bir azap dokunacaktı.” (Enfal 8/68). Kime? Nebiye mi? Bütün müminlere. Hatırlatsaydınız ya.
O zaman demek ki, bakın şimdi, hikmetin herkese verilmiş olması, yani Allah’u Teâlâ’nın gereken gayreti gösterenlere vermiş olmasına bakın. Bu uygulamada hata gördünüz. O zaman öyleyse “Rasule itaat Allah’a itaattir.” Niye? Çünkü Allah ne demişse onu söylüyor. Ama nebiye itaat Allah’a itaat değil. Onu kontrolden geçireceksin. Nitekim Allah’u Teâlâ Nisa suresinin son ayetinde de 176. ayette de Rasulullah’a fetva soruluyor. Bak diyor ki Allah’u Teâlâ: “Senden fetva istiyorlar.” Fetva ne demek? Karışık gelen bir konuda ayıklanıp doğru hükmün ortaya çıkarılmasını istemek demek. Kelale, yani anası babası veya bunlardan her ikisi olmadan ölen, çocuğu da olmadan ölenlerin mirasıyla ilgili hüküm çok dikkatle incelenirse Nisa 11 ve 12 de var ama hakikaten insan orada karıştırır. Tam olarak çıkaramaz. Onun için gelmiş Rasulullah’a sormuşlar. Allah’a Teâlâ diyor ki: “Onlara de ki: kelale konusunda fetvayı Allah veriyor.” Sonra anlatıyor, anlatıyor, anlatıyor, şunu şöyle yapın, bunu böyle yapın. Sonunda diyor ki: “Yanılırsınız diye,” Bak Muhammed sav.e sorulan soru. Asıl yanılacak olan kim? Rasûlullah değil mi? Ama yanılırsınız diye Müslümanları da katıyor. Çünkü hikmet konusunda siz onun yolundan gideceksiniz. Kuran’ı Kerim’i tebliğde yanılma olmaz, ne ise o. Ama maalesef, şimdi biliyorsunuz, Müslümanlar kelimelerin anlamlarını değiştirerek ayetleri de işe yaramaz hale getirmiş. O zaten en büyük zulümdür. Ama uygulamada hata olabilir. Onun için diyor ki yubeyyinullâhu lekum en tedıllû Yanılırsınız diye açıklamayı Allah yapıyor.” (Nisa 4/176) Bütün bunlar yanılırsınız diye açıklamayı Allah yapıyor.
Bütün bunların sonunda ne olur. Hikmet ne olur sizce? Rasûlullah sav. söz konusu olursa. Onun sünneti olur. Rasulullah’ın uygulamaları olur. Sözleri olur. Peki Rasulullah’ın bu söz ve uygulamaları nerden çıkmış olması gerekiyor? Kur’ân’dan çıkmış olması gerekiyor. Kur’ân’ı uygulaması lazım. Neden? Çünkü Allah’ın emri o da ondan. Allah’ın ona olan emri aynı zamanda bize olan emridir. Maide suresinin 49. ayet. Allah’u Teâlâ Rasûlullah sav.e emir veriyor. “Onların arasında Allah’ın indirdiğiyle hükmet.” Hükmetmek nedir? Birkaç kişi gelir mesela, mahkemeyi düşünün. Taraflar gelir, olayı anlatırlar, hakim olayla ilgili bütün kanun maddelerini gözden geçirmesi lazım. Çünkü her bir olayla ilgili ayrı bir kanun olmaz ki. Olayla o maddeler arasında tam bir ilişkiyi kurduğu an, “Bu böyledir” demesi lazım. “Onların arasında Allah’ın indirdiğiyle hükmet.” Yani senin sözün, davranışın, uygulamaların, hepsi Allah’ın indirdiği olsun. “Onların arzularına uyma.” İsteklerine uyma. Neye uyacak? Allah’ın indirdiğine uyacak değil mi. “Onlara karşı dikkatli ol.” diyor. “Allah’ın sana indirdiği şeylerden birinden bile olsa seni uzaklaştırmaya çalışırlar.” Yani baskılar yaparak, başının etini yiyerek uzaklaştırmaya çalışırlar. “Yüz çevirirlerse, Yani seni dinlemezlerse Şunu bil ki yaptıkları bazı suçlar dolayısıyla Allah onların başlarına bir ceza getirmek istiyordur. Çünkü insanların çoğunluğu fasıktır.” (Maide 5/49) Yoldan çıkmıştır.
Şimdi burda, o zaman, bakın, kitap ve hikmet. Hikmet neydi? Doğru hüküm. Rasûlullah sav. e Allah doğru hüküm yetkisini vermiş ama yanıldığı da oluyor mu? Oluyor. Peki öyleyse Rasulullah’ın hikmeti yani sünneti ona yapılan vahiy olabilir mi? Eğer vahiy olsaydı Allah’u Teâlâ Enfal 67. ayeti indirir miydi? Eğer vahiy olsaydı Nisa 76. ayette işte “Yanılırsınız diye Allah bunu açıklıyor” dermiydi. Ve hikmet, bütün nebilerin sünnetidir. Bir de nebimiz sav. e verilen bir şey var. Yani bir görev var. Allah’u Teâlâ bize ne diyor. Yani onu anlatıyor. Ahzap suresi 21. ayet. “Sizin için Allah’ın rasulünde -ki bu rasul nebi olan rasuldür. Aynı zamanda nebidir.- Güzel bir örnek vardır.” İki türlü örnek var. Bir: Kuran’ın tebliği konusunda, risaleti konusunda örnektir. Bizim görevimizdir, o rasullüğü devam ettirmemiz. Yani Allah’ın kitabını insanlara doğru ve güzel bir şekilde anlatmak bizim görevimizdir. Bunu yapmazsak Cenabı Hak bize çok ağır cezalar vereceğini söylüyor. Bunu kafirlikle eşdeğer tutuyor. Bakara 159-160. ayetlerde. Ahzap /21. ayet diyor ki: “Allah ve ahiret gününde bir umudu olanlar için yani ahirette benim de bir şeyim olsun diyorsanız Rasulullah’ı örnek alacaksınız.”
Peki Rasulullah’ın Kur’ân’ı tebliğ konusunda örnek alınması mümkün mü? Nasıl tebliğ ettiğine bakıp da örnek alınabilir mi? Ayet sana inmez ama inmiş olan ayeti insanlara anlatabilir misin? Nasıl anlattığını öğrenip anlatabilir misin? Tamam o örnek alınır. Peki hikmet konusunda örnek alınır mı? O da alınır. Peki hikmet. Kuran’ı Kerim dedik tamam. Hikmet de Kur’ân’ı Kerim’in içinden çıkarılan hükümler. Eğer hikmet Rasulullah’a Allah’ın yaptığı ikinci vahiy olsaydı, bize vahiy geliyor mu? Onu örnek alabilir miydik? Alamazdık değil mi? dolayısıyla Rasûlullah sav.in sünneti: Rasulullah’ın Kur’ân’dan çıkardığı hikmettir, doğru hükümdür. Ama burda hata etmiştir zaman zaman. Hata ettiği zaman da nebi ifadesiyle uyarılmıştır. Mesela Tahrim suresinde. Bakın rasul sıfatıyla görevi tebliğdir. Araf suresinde 157. ayetinde “Onlara temiz şeyleri helal kılar pis şeyleri haram kılar.” (Araf 7/157) Çünkü rasul. Kendi sözünü söylemez ki. Gönderenin sözünü söyler. ama Tahrim suresinde 66/1. ayetinde Allah’u Teâlâ nebi sıfatıyla Rasulullah’ı uyarıyor. Ya eyyühennebi “Ey nebi Allah’ın sana helal kıldığını niye haram kılıyorsun.” (Tahrim 66/1) Şimdi bu iki farkı kavramadığınız zaman sistem tamamen çöküyor.
Gerçekten Rasûlullah sav. sahabeyi o kadar güzel yetiştirmiş ki. O Bedir’de başlangıçta bir itiraz yapıyorlar. Askeri konuşlandırıyor Rasûlullah sav. Bir sahabe Rasûlullah sav. e diyor ki: “Ya Rasûlullah askeri buraya konuşlandırmanı Cenabı Hak mı emretti? diyor. Öyleyse bir şey söyleyemeyiz” diyor. İtaat düşer değil mi? Rasul sıfatıyla olana, itaat düşür. “Hayır,” diyor. Hayır dedikten sonra ne oluyor? Nebi sıfatıyla yaptığı değerlendirme oluyor. O zaman “Yanlış ya Rasûlullah” diyor. Yanlış o zaman, diyor. İşte diyor askeri şuraya konuşlandır. Şurada kuyu açıp suyla dolduralım. Şu şu kuyuları da kapatalım. Böylece düşmanı daha çabuk yeneriz. Rasûlullah düşünüyor, diyor ki: “İşte taktik bu diyor” ve onun yapılmasını emrediyor. Yani hakikaten sahabenin algısı çok güzel. Zaten onu Rasûlullah yetiştirmiş. Yani daha bunun öğretmeni ortada, ama bizde de rasul ve nebi kavramlarının çok iyi yerleşmesi lazım.
Şimdi başa geliyoruz ve dersimizi bitiriyoruz. Bakara suresinin 2/269. ayeti. tekrar okuyorum. Hikmet demek ki bütün nebilere verilmiş ve Muhammed sav. bize kitabı da hikmeti de öğretmiştir. Kitabı onun gibi tebliğ ederiz. Hikmet konusunda, Kur’ân’dan doğru hüküm çıkarma konusunda da onu taklit ederiz. O konuda da biliyorsunuz Kur’ân’ı Kerim’in bir metodu vardır. O metodu da uygularız. İşte burda diyor ki Allah’u Teâlâ: “Gereken çalışmayı yapana Allah hikmeti verir.” Kim yaparsa yapsın. “Kime de o hikmet verilmişse” Yani doğru karar verme kabiliyeti ve doğru karar. “Kime de hikmet verilmişse ona çok hayır verilmiştir.” Zikir de doğru bilgi demektir. “Bu doğru bilgiye ancak ulul erbab kavuşabilir, onu kavrayabilir.” (Bakara 2/269). Ulul erbab ne? Özü sözü doğru olan, içi dışı bir olan, dik duruşlu olan, eğilmeyen, yalnız Allah’a boyun eğen. Allah’u Teâlâ tutup da bu büyük bilgiyi şeylere vermez. Peki dik duruşlu olan, boyun eğmeyen, Allah’ın indirdiği kitaptan hüküm çıkaranlar arasında olduğu gibi, yarattığı kitaptan: kainattan hüküm çıkaranlar arasında da vardır. O zaman biz gayret edelim bunlardan olalım.
Sonuç olarak demek ki sünnet: Rasulullah’ın Kur’ân’dan çıkardığı doğru hükümmüş. O zaman sünnet diye bize gelen her şeyi kabul edecek miyiz? Kur’ân’a göre gözden geçirmemiz lazım. Tabi bunu gözen geçirecek olanlar da bu işin uzmanlarıdır. Onunla ilgili de sık sık konuşuyoruz. Asla sünnet dışlanamaz. Kur’ân ayetlerine bu kadar yanlışları yapanlar elbette ki Rasulullah’a da yanlışlar yapmışlardır. Bunu unutmamak lazım. Ama sünnet olmadan da olmaz. Hepinize teşekkür ederiz.