Bismillahirrahmanirrahim
Epey zamandır zariyat suresine devam ediyoruz, bir türlü bitiremedik. Araya başka meseleler girdi. Zariyat suresinin 41. Ayetinden devam edelim.
Burada Allahü Teâlâ şöyle buyuruyor “Ve fî âdin iz erselnâ aleyhimur rîhal akîm”(Zariyat/41) “Ad Kavminde de sizin için ibretler vardır”, onlara köklerini kurutan bir rüzgar göndermiştik.
Biliyorsunuz Hud aleyhisselamın kavmidir Ad, Allahü Teâlâ onlara çok geniş imkânlar nasip etmiş, bir çok okyanusun kenarında şehirleri var, bir ürün üretiyorlar ki altın gibi kıymetli, zenginleşiyorlar. Fakat Cenabı Hakk’a itaat etmek insanlara zor geliyor. Şu var herkes doğrunun ne olduğunu bilir, şeytanda biliyor doğrunun ne olduğunu, firavunda biliyor, nemrutta biliyor herkes biliyor. Fakat doğruyu yapmak insanlara zor geliyor, yani insanlar bile bile kendilerini kötü duruma düşürüyorlar. Siz kendinize şöyle bir bakın, hiç kimse size sizin kendinize yaptığınız kötülüğü yapmaz. Sonra kendinizi büyütün bir bakın olsun bir Ad kavmi. Bakın ki Allah’ın emirleri o kadar makul, o kadar güzel olmasına rağmen yapmak insanlara pek hoş gelmiyor.
Adam içki içiyor biliyor ki zararlı ama içiyor, kumar oynuyor biliyor ki zararlı ama oynuyor, sigara içiyor biliyor ki bu sigara çok zararlı ama içiyor. İşte bütün günahlarda böyle bunlar gibi alışkanlıklar meydana getiriyor, bir müddet sonra sizin en büyük düşmanınız sizin o günahınızı terk etmenizi telkin eden adam oluyor, sonrada o günahla mahvolup gidiyoruz. Ad kavmide öyle.
“Mâ tezeru min şey’in etet aleyhi illâ cealethu ker remîm”(Zariyat/42), “Cenabı Hakk oraya kökten kurutan bir rüzgâr göndermiş, neyin üzerine varmışsa onu küle çevirmiş.” Öylesine kurumuş, öldürmüş bitirmiş her şeyi tamamen yok etmiş. İşte bugün Kızıl Deniz kenarında Ad kavminin bulunduğu şehri bulmuşlar, tam oniki metrelik kum yığınının altında. Ne kadar çok kum üzerlerini kaplamış, ne yaparsanız yapın onun altından çıkmak mümkün değil, tamamını Cenabı Hakk yok etmiş. Tamamını yok edince kurtulanlar kimlerdir? Hud aleyhisselam ve ona inanlar değimli? Kâfirlerin tamamı yok oldu geriye müminler kaldı. Semud kavmi de bunların çocukları, torunları. Arabistan’ın kuzeyine gelip yerleşiyorlar, Tebük taraflarında.
“Ve fî semûde”(Zariyat/43), “Semud dada sizin için ibretler vardır” “iz kîle lehum temetteû hattâ hînin.” , “Onlara şöyle dendi: Belli bir süreye kadar bu nimetten yararlanın.”
“Fe atev an emri rabbihim fe ehazethumus sâikatu ve hum yanzurûn”(Zariyat/44), “ Bunlar Rablerinin emrine karşı diklendiler, Rablerinin emrine karşı geldiler, onlarıda o kuvvetli ses yakaladı”. Yıldırım çarptı onları, ses onları öyle ani yakaladı ki şaşkın gibi baka kaldılar, ne yapacaklarını şaşırdılar. İnsanlar diyor ki; “bu adamın anası babası belli, böyle bir ailen in böyle bir çocuğu olmaz” diyorlar, hâlbuki hiç öyle değil. Anne baba kim olursa olsun, eğitim tarzınız ne olursa olsun, hangi imkânlara sahip olursanız olun, şunu çok iyi bilmek lazım ki her an yoldan çıkabiliriz. Evvela kendimizi yolda tutmanın mücadelesini vermemiz lazım. Bana bir şey olmaz diyorsan işte o an sana bişey olmuş demektir, çünkü senin hiçbir farkın yok. Cenabı Hak hiç kimseye garanti vermiyor, peygamberlerde dâhil. Öyleyse doğru yolda kalabilmek için sürekli mücadele etmek lazım, çünkü insanların nefsi arzuları insanı sürekli başka yöne çekiyor, doğru yolda kalabilmek için sürekli mücadele gerekir.
“Fe mestetâû min kıyâmin ve mâ kânû muntesirîne.” ( Zariyat/45), “ İşte onların yıldırım çarpmasından sonra, ayağa kalkacak halleri yok. Kimsede onlara yardım etmedi”. Düşenin yardımcısı olmaz ama herkes düşmüş kim kime yardım edecek? İnanlar ayrılmış gitmiş, kalanların tamamı Cenabı Hak tarafından cezaya çarptırılmış.
“Ve kavme nûhın min kabl” “ Nuh kavmide aynı şekilde onda da büyük ibretler var “inne hum kânû kavmen fâsıkîn” (Zariyat/46), “ Çünkü onlar fasıklar topluluğu idiler”. Mesela Nuh kavminden çok dikkatimi çeken bir şey var, Nuh aleyhisselam Cenabı Hakka dua ediyor diyorki : “Rabbi lâ tezer ‘alel Ardı minelkafiriyne deyyara” (Nuh/26), “ Ya Rabbi şu yeryüzünde kâfirlerden dönüp dolaşan ya da bulunan hiç kimseyi bırakma”. Şu kâfirlerde kimseyi bırakma hepsini öldür. “İnneke in tezerhum yudıllû ıbâdeke”(Nuh/27) “ Çünkü sen onları bırakırsan, onlar o kulları saptırırlar” “ve lâ yelidû illâ fâciren keffârâ”, “ Bunların doğuracakları ya günahkâr olur yâda kâfir olur”, bunların soyundan gelenden ne olur? Peki Allahü Teala tamam dedi Nuh Tufanını öngördü, geriye sadece inanlar bindi gerçi inanmayan olarak Nuh aleyhisselamın karısıda binmişti, inanmıyordu ama gemiye de binmişti. Diğerleri hep inan insanlardı, peki ondan sonraki kâfirler kimin soyundan geldi? Arkasından Hud aleyhisselam geldi işte okuduk az önce ayetlerde, onun kavmindende inanmayanların hepsi gitti geriye inanalar kaldı. Peki, Semud kavmindekiler kimin soyundandı, onlarda yine o inananların soyundandı.
Dolayısıyla bu konuda birçokları hamasi davranır. Yani kendisini hâşâ Cenabı Hak’ tan daha merhametli görür, sahip çıkar birilerine. Sen biliyor musun bu kimin çocuğudur? Sen biliyor musun bunlar nerede yetişmişlerdir? Ya ben biliyorum hemde çok iyi biliyorum. Öğretmeni Allah olan Âdem aleyhisselamı biliyorum. Allah’ ın verdiği bir tek emri tutmadı işte. Cenabı Hak’ ta onu bulunduğu nimetlerden çıkardı. Onun için hiç hamasi davranmaya gerek yok, akıllı davranmak zorundayız. Bir insan eğer duygularını öne alırsa sapıtmaması mümkün değildir ama aklını öne alırsa sapıtması çok zordur. Fakat akıllıca davranmanın da faturası ağırdır. Çünkü insanların çoğu duygusal davranır ve sizi sapıklıkla da suçlarlar peygamberleri suçladıkları gibi işte deli diyorlar, akılsız diyorlar, uyumsuz diyorlar, toplumdan dışlamaya çalışıyorlar falan.
Efendim bu insanlara herkes her şeyi anlatmıyor, anlatılsa anlarlar, peki anlatalım. Hangimiz Salih aleyhisselam kadar başarılı anlatırız insanları? Mümkün mü? Üstelik Salih aleyhisselamın mucizesi var. Dediler ki; “Salih biz seni değerli bir insan biliyorduk, nereden çıkardın bunları?” “ Ne öyle bizden bir sürü şey istiyorsun”, “ Hadi şu kayalardan bir deve çıkar bakalım.” O da ; “ Peki o deveyi çıkarırsam inanacak mısınız?” dedi, “ evet inanacağız” dediler”. Salih aleyhisselam namaz kıldı Allahü Teâlâ’ya dua etti, Allahü Teâlâ’da onun duasını kabul etti ve kayadan deve çıktı. Kayadan deve çıktı. Kayadan deve çıkar mı? Sadece Allah yapabilir bunu, başka hiç kimse yapamaz bunu. O zaman o Salih aleyhisselamın belgesi. Sonra hayvanları suladıkları bir kuyuları vardır, şehrin suyunu aldıkları kuyu. Orayı bir gün deveye verdi bir günde halka. Tüm şehrin suyunu içecek bir deve olur mu? Öyle istek olursa öylede deve olur. Sonrada bütün şehre süt verecek hale geliyor. Bu bu şekilde mucize olduğu halde insanlar buna inanmadı.
Onun için şunu çok iyi kafamıza yerleştirelim. İnsanlar doğruların ne olduğunu çok iyi bilirler. En zor olan doğruyu kabul etmektir, bilmek değil. Doğruyu kabul etmek çok zordur. Çünkü yanlış yaparsanız Allah bu vücudu öyle yaratmış ki, yaptığınız yanlışlardan rahatsız olur vücut, rahatsızlık duyarsınız. Bu benim içimi kemiriyor, ben bundan hoşlanmadım dersiniz. Cenabı Hak bu vücudu öylede yaratmış ki, doğru şeylerde yaparsanız ondanda mutlu olursunuz. Valla İçim rahat kardeşim, içimde öyle rahat ki vicdanen hiçbir sıkıntım yok dersiniz. Ne Salih aleyhisselamın devesine nede Musa aleyhisselamın asasına ihtiyaç var. Siz gerçekten doğruları yapmak isterseniz, en büyük mucize o doğruların kendisi zaten. Yapmazsan, ne yaparsan boş, onun için bizim yapabileceğimiz insanlara sadece görevlerini hatırlatmaktır.
Cenabı Hak peygamber efendimize diyor ki; “Fezekkir, fe inne’z-zikrâ tenfeu’l-mü’minîm” ( Zariyat/55), “Sen hatırlat, hatırlatma müminlere faydalıdır.” İnanacaksan fayda sağlar ama inanmayacaksan artık yapacak bir şey yok adam kararını vermiş. Ama biz vazifemizi yapmaya çalışacağız. O zaman bizim görevimiz insanları Müslüman yapmak değil, en yakınımızda olsa Müslüman yapmak değil vazifemiz. Tabii ki canımız herkesin Müslüman olmasını ister ama karşı tarafında istemesi lazım, o istemezse yapacağın bir şey yok, ister inanır ister inanmaz.
Cenabı Hak peygamberimize diyor ki; “Leste aleyhim bi musaytır” (Gaşiye/22), “sen onların üstünde hâkimiyet kuracak değilsin ya, baskı yapacak değilsin”. “İnneke lâ tehdî men ahbebte”( Kasas/56), “ Sen istediğini yola getiremezsin”. “ve lâkinnallâhe yehdî men yeşâ”, “ Ama Allah kim yola gelmek isterse onu yola getirir.” Kişinin kendi yola gelmek isteyecek ki, o zaman Allah onu yola getirsin. Sen kişinin yola gelmek isteyip istemediğini bilemezsin ki. “ve huve a’lemu bil muhtedîn”, “ çünkü kimin yola gelmek istediğini en iyi Allah bilir”. Birisi gelir sana; “bende yola gelmek istiyorum” der, ama alttan başka işler çeviriyor olabilir. Dolayısıyla sen, “bu adam gerçekten yola gelmiştir” diye kendi kanaatini ortaya koyarsın ama o aslında münafıkta olabilir. Gerçekten yola gelmiş olan kişiyi sadece Allahü Teâlâ bilir. Bize düşen mücadeleye devam etmek.
Şimdi Hıristiyanlığa bakıyorsunuz, İsa aleyhisselamın vefatının hemen arkasından, bir iki sene geçmiş ya da geçmemiş tam olarak malumat yok o konuda. Pavlus diye bir adam çıkıyor, azılı Hıristiyan düşmanı, insanları topluyor baskı yapıyor, eziyet ediyor. Bu esas Yahudi aslında sülalesi itibarı ile. Bakıyor ki Hıristiyan düşmanlığı ile bir şey elde edemeyecem, diyor ki; “İsa Şam da bana gözüktü, bana eziyet etmekten vazgeç dedi, bana telkinde bulundu, beni kendisinin elçisi yaptı. O Rab’dir ” diyor “bizim tek Rabbimiz o dur, Allah’ ın oğludur, bende onun kuluyum ve elçisiyim” diyor. Bu şekilde kendini kabul ettiriyor, ortada İsa aleyhisselamın havarileri olmasına rağmen. Bakıyorsunuz bu kişi kendi sözlerini incilin içine yerleştirmiş. Nasıl oluyor bu iş? İşte olmuş. Ortada bir şey var işte olmuş. İsa aleyhisselamla çağdaş bir insan bu birbirlerini görmemişler. Görmemelerinin sebebi, bu Tarsus’ta yaşıyor İsa aleyhisselam Kudüs’te yaşıyor, o yüzden birbirlerini hiç görmemişlerdir. Görmedikleri halde bunu havari ilan ediyorlar v e elçi kabul ediyorlar, İsa aleyhisselamın elçisi. İşte insanlar böyle, nasıl kabul edebilirsiniz? Akıl ve mantık işi değil. Onlarda kabul ediyor akıl ve mantık işi değil. Mesela bugünkü kilise; “Tarihi İsa başkadır bizim inandığımız İsa başkadır” diyor, açıkça söylüyorlar.
Havariler döneminde diyorlar havariler, İsa aleyhisselamı insan ve peygamber sayarlardı, insanüstü bir varlık saymazlardı. Bizim peygamberimizin inandığı gibi, “abdûhu ve resûluhu”, “Allah’ın kulu ve elçisi”. Bugün kilise aynen bu cümleyi söylüyor kitaplarında. Sonra Pavlus çıkıyor ortaya diyor ki; “ hiç bir şey yokken İsa’nın nuru vardı, bütün kainat İsa için ve onun yüzü suyu hürmetine yaratıldı”. Bunun bir şeklide Müslümanlarda da devam ediyor maalesef. O vardı diyor, her şey onun için yaratıldı diyor, Allah’ a giden yolda onun aracılığı olmadan gidilmez ancak İsa aracılığı ile olur diyor, her şey onun sebebine affedilir gibi yazmış bugünkü İncil’e koymuş. İşte Pavlus’un Romalılara mektubu, Pavlus’un Galat yalılara mektubu, Pavlus’un ona mektubu, buna mektubu hep Pavlus’un Pavlus’un. İyide Pavlus’ un mektubunun Allah’ın kitabında yeri ne? Mademki İncil Allah’ın kitabı yeri ne orda? Akıl ve mantık işi değil.
Sonra konsiller oluşturmuşlar karar vermişler. En son Kadıköy’de konsil toplamışlar 450 de ve demişler ki” İsa yüzde yüz insan ve yüzde yüz Allah’tır”. İşte deliliğin daniskası ama işte kabul ediyorlar. Çünkü aklınızı kullandığınız an doğru inançtan sapmazsınız ama sapıkların tamamı aklı kullanmayı kesinlikle kabul etmez. Eğer her hangi bir yerde dinle ilgili herhangi bir konuda buna senin aklın ermez diyorsa birisi, anlayın ki orada bir şeytanlık vardır. Bunun hiç başka sağı solu yok. Buna senin aklın ermez diyor değil mi?
Dinleyici: Aklın ermediği yerde iman devreye girer
Abdül Aziz Hoca: Nasıl mesela?
Dinleyici: Cennete iman ediyoruz mesela akılla gayb âlemi aykırı
Abdül Aziz Hoca: Cennete iman etmenin akla aykırı tarafı neresidir?
Dinleyici: Yok yani hocam, onların sapık düşünceleri var ya aklın devre dışı bırakıldığı
Burada aklın devre dışı bırakılması diye bir olay yok. Sen anlayamıyor musun? Cennet diye bir varlığın olması gerektiğini idrak edemiyor musun? Sen kendi içinde sonsuz bir hayat özlemi içerisinde değimlisin? Sonsuz bir zenginlik özlemi yok mu sende? Sonsuz bir mutluluk özlemi yok mu? Cenabı Hak bunu senin içine koymuşsa eğer bu özleminin tatmin edilmesi gerekiyor demek ki bunu senin içine koymuş. bu dünyada hiç kimseyi tatmin edecek bir yer değil. Öyleyse bunu tatmin edecek başka bir yer olmalı. Bunu sen bildiğin için Kur’an’ı Kerim’de de bu anlatılınca birebir tutmuyor mu senin duygularınla? İşte bu aklın yoludur, senin beklentilerinle bire bir uyuyor. Ama izah edemedikleri yerde mesela diyor Hıristiyanlar; “iman kilisenin imanıdır, vatandaşın imanı olmaz diyor” çünkü vatandaş hiçbir anlam veremiyor ki. Sen İsa’ ya yüzde yüz Allah diyorsun, kimse bunu anlamıyor. Soruyorsun, “sen anlamazsın sen işine bak iman bana ait ben onu ayarlarım diyor”.
Dinleyici: Belki mazur gösterilecek bir şey olmasa da, akıllarını karıştıracak konu İsa’ nın babasız yaratılmış olmasıdır?
Abdül Aziz Hoca: İsa aleyhisselamın babsız yaratılması kimsenin aklını zorlayacak bir şey değildir. Yaratan Allahü Teala olduktan sonra. Neden hiç kimse Adem aleyhisselamın anasız babsız yaratılmış olmasını gündeme getirmiyor da sadece İsa aleyhisselamın babasız olmasını gündeme getiriyor? Orada bir bit yeniği bir şey var yani.
Neticede şunu söylemek istiyorum, hemen her tarafta var. Peygamberimiz (sav) diyor ki; “ siz sizden öncekilerin arkasından gideceksiniz, adım adım, karış karış. Onlar kertenkele deliğine girseler sizde gireceksiniz” Yahudi ve Hıristiyanlar mı ya resullallah? Diyorlar, “ya kim olacaktı” diyor. Şimdi bakıyorsunuz ki bizimkilerde elde Kur’an’ı Kerim var, Kur’an’ı Kerim’in içerisine kimsenin sözü girmemiştir. Yalnız Allahü Teâlâ’nın sözü var. Çünkü Allahü Teâlâ Kuran’ı Kerim’ i korumuştur. Mesela İncil’ in içine bir sürü insanın girdiği net olarak görülüyor ama Kuran’ı Kerim’ in içerisine hiç bir şey girmiş değil.
Şimdi elimizde Kuran’ı Kerim var, çok güzelde Kuran’ı Kerim’ i öne alan kim? Kuran’ı Kerim’ e göre hareket eden kim? Problemlerini O’ na göre çözen kim? “Ve lekad yessernel kur’âne liz zikri fe hel min muddekir”( Kamer32) diyor Allahü Teala, “Kur’an’ı okuyup anlaşılsın diye kolaylaştırdık ama hani düşünüp anlamaya çalışan”. Bakıyorsunuz bir grup diyorki; “kardeşim benim için esas olan delildir diyor” peki şu delil nedir? diye sorduğunuzda “dur bi bakayım falanca alim ne delil getirmiş” diyor. Peki, falanca âlim yanlış delil getirdiyse ne yapacaksın? “Yok, yok sen bakma onlar öyle şeyler yapmazlar” derler birde baskı yaparlar. Kardeşim Allah’ a hesabı ben vermeyecek miyim? Sana ne? Senin üzerinde baskıda yapıyorlar ve insanların hürriyetine engel oluyorlar. Baskıcı bir durum oluşturuyorlar.
Geçenlerde bizim bir öğrencimiz var, bir yerde imam oldu bana Yahya hoca anlattı da bende ondan naklen anlatayım. Bir kursa tabi tutulmuş gitti yerde, kurs hocası demiş ki; “sakın ha cemaate Kuran meali okumayı tavsiye etme”. “Kuran’ın Arapçasını okusunlar onlara yeter”. Niye? Çünkü problem oluyor. Bir kadın gelmiş soru soruyormuş hocaya, oda cevap vermiş. Kadında demiş ki “ben Kuran’ ı Kerim’ de böyle gördüm” deyince oda şaşkın kalmış. Kuran’ı Kerim’de aramış aramış bulamamış, çünkü hayatında bir kere bile Kuran meali okumamıştır ama yüzlerce hatim indirmiştir. Onun için bende tam tersini söylüyorum etrafınızdaki herkese tavsiye edin Kuran’ ı Kerim’in mealini okusun. Bu hocaları yola getirecekse vatandaş getirecektir, başka şekilde yola gelmezler. Anlamayız derlerse tamam o zaman siz ne zaman anlarsanız o zaman sizi dinleyeceğiz deyin. Yani bu eskiden beri böyle, sadece zamanımızda değil. İsa aleyhisselam koskoca peygamber ve havarileri hayatta ama birisi çıkıyor kendi sözlerini İncil’in içine sokuyor. Birde o İncil’ de şu yazılı “şirk en büyük günahtır”. İsa aleyhisselam diyor ki; “ Yalnız Allah’ a tap, yalnız O’ na kulluk et, senin tek Rabbin O’dur” diyor. Ve o İncil’ e Pavlus bizim tek Rabbimiz Mesih İsa’ dır diye cümle sokuşturuyor.Şu andaki İncil’de doğru hükümler çokça var ama doğrusuda var yanlışıda.
Onun için Allahü Teala, şöyle bir soru var birçok insanın zihninde edin Kuran’ ı Kerim’ de; “Ve lev ennehum ekâmût tevrâte vel incîle ve mâ unzile ileyhim min rabbihim le ekelû min fevkıhim ve min tahti erculihim. Minhum ummetun muktesıdeh ve kesîrun minhum sâe mâ ya’melûn” (Maide/66), “Tevrat’ı ve İncil’ i ve size Rabbinizden indirileni ayakta tutmadıkça, uygulamadıkça herhangi bir temeliniz yok sizin”. Millet soruyor; “Peygamberimize Kur’an indiği zamanki olan Tevrat ve İncil ile şimdiki Tevrat ve İncil farklımıydı?” farklar olabilir ama temel farklar olduğunu zannetmiyorum. Mesela o zamn ki İncil’ de de Pavlus’un sözleri vardı. Ama şuna dikkat ediniz, Allahü Teâlâ diyor ki; “Vel yahkum ehlul incîli bimâ enzelallâhu fîh”( Maide/47) “ İncil ehli, o İncil’ de Allah’ ın indirdiği ile hükmetsin” diyor. İncil ile hükmetsin demiyor çünkü Kur’an indiği zaman ki İncil’ de bu Pavlus’ un, Petrus’ un mektupları var. Aklı ile hükmeden insan bakar Pavlus’ un mektubu Allah’ ın indirdiği değil. Allah’ ın indirdiğinin ne olduğunu baktığında, aklını kullanan herkes bilir ve onunla hükmetsin dediğinde doğruyu bulursunuz.
Şimdi Tevrat’ta da bir sürü uydurmalar olmakla birlikte orda bugün hala Cenabı Hak’ ın ayetleri mevcuttur. Allahü Teâlâ’ nın indirdiği şekli ile bir çok hükümler vardır. Okuyan insan o farkı net bir şekilde görür, eğer aklı başında bir insansa, ama değilse zaten. Kuran’ı Kerim’ de öyle, Kuran’ı Kerim kime fayda verir? Kendisi Kuran’ a uymak isteyene fayda verir. Yani “Huden lil muttekin”dir, “Allah’tan çekinen, korkusu olan, saygısı olan insanlara yol gösterir”. Ama Kuran’ı kendine uydurmak istersen ona yol göstermez, oda zalimlik ediyordur. “ve lâ yezîduz zâlimîne illâ hasârâ”( İsra/82), “Allah’ta sadece bu zalimlerin hasarını artırır.” Şimdi şurada çok güzel bir üzüm var, o üzümü Cenabı Hakkın yarattığı şekilde yersen tamam, sıkarda ekşitirsen içki olur. İnsanlar her şeyi bozabilirler, çünkü bu dünya imtihan yeridir. Herkes her şeyi kendi keyfine arzusuna uydurabilir.
“Ve kavme nûhın min kablu, inne hum kânû kavmen fâsıkîn”( Zariyat/46). “Nuh kavmin dede sizin için ibretler vardır, onlar yoldan çıkmış fasık bir topluluk idi.” Nuh aleyhisselam kendi kavminin içerisinde 950 sene kalmıştı. Ne kadar uyardıysa da yok, 950 sene içerisinde Nuh aleyhisselama inananların tamamı işte bir gemiye doldu. O gemidede zaten çoğu hayvanlarla doluydu işte, sekiz yada seksen kişi oldukları konusunda da itilaflar söz konusu. 950 sene her seneye bir kişi bile düşmüyor. 10 ya da 12 senede bir kişi anca işte, bu işler o kadar kolay değil. Çünkü Müslüman olmak istresen bunun faturasını ödeyeceksin. İnsanlar Müslüman olmanın güzelliğin çok iyi kavrarlarda fatura ödemeye yanaşmazlar. Ondan dolayıdır ki Allahü Teala cehennemliklere; “fe emmellezînesveddet vucûhuhum e kefertum ba’de îmânikum”(Ali İmran/106). “ Ahirette yüzleri kararacak olanlara şöyle denecek; inandıktan sonra kafir mi oldunuz?”. Kendi kendinize bakın, zaman zaman şöyle bir nefis muhasebesi yaparsınız, kendiniz için bir yön çizersiniz bundan sonra şöyle şöyle yapacağım artık şunlardan şunlardan vazgeçeceğim dersiniz karar alırsınız ama bir saat sonra o kararı uygulamazsınız. O kararı vermek koladır ama uygulamak çok zordur. Aynı şekilde başkalarıona nasihat etmek çok kolaydır, ama kendine nasihat edemezsin.
“Ves semâe beneynâhâ bi eydin ve innâ le mûsiûn”(Zariyat/47), “Semayıda bina ettik, ellerle yada güçlü bir şekilde bina ettik. Elbetteki bizim buna gücümüz yeter”. Şimdi bazılarıda bu ayete şöyle açıklama getiriyor; “ebetteki biz onu genişletiyoruz”. Şimdi birisi bir ortaya bir teori atmış, “gökyüzü genişliyor” diye, hemen bizimkiler kelimeyi aldıkları gibi hemen oraya koşturmuşlar, “biz dede var bu”. Bunu teoriden önce söyleseydin, madem vardı. “le mûsiûn” “ biz onu genişletiyoruz” “musiu” kelimesi genişletmek anlamına gelir mi? “muvessia” dersen olur. Öyle değil mi? Ama şimdi ne olacak “canım ikiside aynı kökten gelen kelimelerdir, ikiside birbirinin yerine geçer” hemen şuraya bir şey yetiştirelim, bu biz dede var. Bu şey yenilmişlik psikolojisi, kendine güvenmemek. Başkalarının dediği doğru, keferenin arkasından gitmek. Bunlara, çok dikkat etmek lazım. “le mûsiûn”, “Elbetteki bizim buna gücümüz yeter”.
“Vel arda fereşnâhâ fe ni’mel mâhidûn”(Zariyat/48). Bu ayette zaten bunu pekiştiriyor. “Yeryüzünüde döşedik, ne güzel döşeyenleriz”. Hakikaten de yeryüzünü Cenabı Hak ne güzel döşemiş, bir yerden su çıkıyor, bir yerden bitki oluyor bir yerden başka şeyler. Dağlar var ne kadar yüksek olursa olsunlar diğer taraflarından geçmek için geçitleri var. “alel mûsiı kaderuhu ve alel muktiri kaderuh”(Bakara/236). “alel mûsiı kaderuhu ve alel muktiri kaderuh” var ayeti kerimede. Şimdi alel mûsiı kaderuhu, genişletene “musiı” zemgin demektir. “alel mûsiı kaderuhu ve alel muktiri kaderuh metâan bil ma’rûf hakkan alel muhsinîn”(bakara/236). Bu ayet karısını mehir belirlemeden boşarsa, geleneğe göre belli birşeyler vermesi lazım. Herkes kendi durumuna göre zengin kendi ölçüsüne göre fakirde kendi ölçüsüne göre ilişkiye girmeden eşini boşamışsa mehirde belirlenmemişse böyle adına mutta denilen bir şey verir. İşte Musiı burada genişleten değil, kendi içinde genişliği olan, imkânı olan yani gücü yeten demektir. “ve innâ le mûsiûn” “ bizim buna gücümüz yeter” demektir.
“Ve min kulli şey’in halaknâ zevceynî”(Zariyat/49),“her şeyi çift yaratmışızdır” “leallekum tezekkerûn”(Zariyat/49), “belki düşünürsünüz”. Her şeyi çift yarattık diyor Allahü Teâlâ. Şimdi “kulli şey’in”, “kulli şey” dediği zaman içine girmeyecek hiçbir şey yoktur. Gece – gündüz, karanlık- aydınlık, iyi – kötü, küçük-büyük, erkek-dişi, mesela şu aydınlandığımız elektrik buda iki kablo ile yanıyor tek bir kablo ile elektrik yanar mı? Mümkün değil o da iki kablo ile. Her şeyi Cenabı Hak öyle çift yaratmış, o zaman düşünün ikili sistem. Ben bunu birisine anlattım, bilgisayarda bu ikili sisteme göre oluşturulmuştur dedi. Yani sizde yapsanız o şeyi sizde bu sisteme uymak zorundasınız, başka şekilde yapamazsınız. Cenabı Hak onu o şekilde oluşturmuş.
Allahü Teâlâ Kuran’ı Kerim’i de ikili sisteme göre oluşturmuş değil mi? Metani diyerek, her bir ayetin bir eşi mutlaka Kuran’ı Kerim’de var. Onlar ikişer ikişer ikişer devam ediyor. Onları yakaladığınız zaman çözüme ulaşıyorsunuz. Ayeti kerimelerin açıklamalarına ulaşabiliyorsunuz. Bakın şimdi “Ve min kullin zevceynî”, “zevc” kelimesi çift manasında değil, çiftlerden biri manasındadır. Hem insanlar hem insanlarda giriyor tabii. Arapça da bir zevc kelimesi var, Türkçe deki eş karşığıdır. Kadın içinde zevc denir, erkek içinde zevc denir.
Gerçi daha sonra kadınlara zevce denmiş Arapça ya aykırı olarak, herhalde kolaylık olsun diye böyle bir isimlendirme yapılmış. Ama Kuran’ı Kerim’in hiçbir yerinde zevce kelimesi geçmez. Dolayısıyla Kuran’ı Kerim’de zevc kelimesinin geçtiği her yerde onun hem erkek hem kadın manasına geleceğini unutmamak lazım. Ama alışkanlıkla, Arapça okuduğumuz diğer metinlerde kadınlara zevce dendiği için Kuran’ı Kerim’deki zevc kelimesini görünce o ayetleri hep erkeğe yorumluyorlar. Orada da bir takım anlam kaymaları oluyor. Buna da dikkat etmek lazım.
Enbiya suresi 90. Ayette Zekeriya aleyhisselamın eşi için ayet “zevcetehu” demiyor “zevcehu” “ve aslahnâ lehu zevcehu” yani bu zevc kelimesinin müzekkeri Arapça da yok. Kuran’ı Kerim’de erkek içinde dişi içinde zevc deniyor, dolayısıyla bu kelimenin geçtiği yerde alışkanlıkla insanlar erkekleri anlıyorlar ve bunda da hakikaten ciddi mana kaymaları oluyor.
“Her şeyden çift yaratmışızdır, belki aklınızı kullanırsınız”. O çift ayetlerin birisi ana biriside onun açıklaması öyle gidiyor, iki iki iki yani ummül kitap olan ana birde onun müteşabihi yani benzeri olan ikinci ayet. Görüyoruz ki birçok hüküm fıkıhta olsun kelam da olsun tefsirde olsun birçok hüküm ana ayet üzerine kurulması gerekirken, ana ayet bırakılmış bu ikinci ayet üzerine kurulmuş. Olmaması gereken yere kurulması sebebi ile de fıkıhta kelamda tefsirde anlaşılmaz hala geliyor. Asıl ana olması gereken ayetler çoğunda nesh edilmiş olarak kabul ediliyor. Çünkü o ana ayeti nesh etmiş kabul etmezseniz istediğiniz hükmü Kuran’ı Kerim’e verdiremiyorsunuz. Bunun sayısız örnekleri var. Bu örnekleri görmek isteyenler bizim Süleymaniye.org sitesine bakabilirler. Sayısız örnekleri var bunun bir tanesini de geçen haftaki derste anlatmıştık, bu hafta anlatmayalım.
Sonra bakıyorsunuz ki, hiç alakası olmayan konuyla asıl alakalı olan asıl ayeti kerimeyi bırakıyorlar hatta ona nesh edilmiş diyorlar, konuyla hiç alakası olmayan ayetlerin üzerine hüküm bina ediyorlar. Kısa bir örnek vereyim size; Kuran’ı Kerim’de abdestle ilgili bir ayeti kerime var Allahü Teala diyor ki; “Yâ eyyuhâllezîne âmenû izâ kumtum iles salâti fagsilû vucûhekum ve eydiyekum ilel merâfikı vemsehû bi ruusikum ve erculekum ilâl ka’beyn” “namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar kollarınızı yıkayın, başınızı mesh edin topuklarınıza kadar ayaklarınızıda” ne zaman yapacaksınız bunu? Namaza kalktığınızda, abdest ne zaman alınması gerekirmiş? Namaza kalktığınızda. Şimdi abdestin nerede, ne zaman olduğunu bu ayet söylüyor.
Ama bakıyorsunuz ki hiç alakasız bir ayeti kerimeyi bulmuşlar abdest hükmünü oraya taşıyorlar “Lâ yemessuhû illel mutahherûn”(Vakıa/79), o levhi mahfuz daki ana kitaptan bahseden ayeti kerime “Oraya ancak temiz olan melekler dokuna bilir” ki cinler çıkamaz, oraya bir hüküm vererek, Kuran’ı Kerim olarak alıyorlar ona abdestsizler dokunamaz. Kardeşim abdest ile ilgili bir ayet var, o ayette böyle bir şey yok sadece namaz için diyor ayet. Sen bunu neren çıkarıyorsun? Kuran ile ilgili olarakta; “Fe izâ kare’tel kur’âne festeız billâhi mineş şeytânir racîm” diyor, “Kuran okurken kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’ a sığın” diyor şeytanın şerrinden. Bunun sonucunda Müslümanların ilişkisini kesiyorsun araya yapısal bir engel koyuyorsun. Ben şimdi Kuran okumak istediğim zaman “abdestim yok, dur abdest alayımda bakayım” dedin mi? bitti artık bir daha bakamazsın.
Dinleyici: Hocam ama çok yaygın.
Abdülaziz Hoca: Hayır mezhepler hep böyle fetva veriyor, dört mezhebin dördü de böyle fetva veriyor çünkü.
Dinleyici: Hocam neye istinaden bunu söylüyorlar?
Abdülaziz Hoca: İşte söyledim ya, abdestle ilgili ayet var ona bakmıyorlar, konuyla esas alakası olmayan bir ayeti esas alarak fetva veriyorlar.
Dinleyici: Hocam birde işin ilginç tarafı, delil getirdikleri ayet indiği zaman abdestin nasıl alınacağını tarif eden ayette daha inmemiş.
Abdülaziz Hoca: Elbette zaten, o ayetle ilgili sure Mekke’ de inmiştir. O zaman abdest diye bir olay yok. Abdestle ilgili ayet Medine’de inmiştir.
Dinleyici: Diyanet İşleri Başkanlığınca şöyle bir açıklama var; İbadet maksatlı okuyacağınız zaman abdest almanız daha hayırlı diğer türlü bilgi edinmek için okuyacaksanız abdestsiz okuyabilirsiniz.
Abdülaziz Hoca: Bir dakika ben şu cümleyi tekrarlayayım; İbadet maksatlı okuyacağınız zaman abdestli olmanız daha iyidir, bilgi edinmek için okuyacaksanız abdestli olmanız gerekmez demiş diyorsunuz. Böyle bir cümle asla kabul edilemez. Kuran’ı Kerim ibadet için okunmaz, öğrenmek için okunur. Sevap kazanmak için okuduğun an Kuran’ ı öldürmüşsündür.
Dinleyici: Hocam belki şunu demek istemişlerdir,
Abdülaziz Hoca: Ne demek istedikleri belli, ne demek istedikleri önemli değil, Kuran ibadet için okunmaz kardeşim. İbadet bellidir. Namaz kılarsın, oruç tutarsın. Kuran’ı Kerimi okursunuz ki anlayasınız.
Dinleyici: Hadisler var, her harfine on sevap kazanırsınız diye hadis-i şerifler var hocam.
Abdülaziz Hoca: Her harfe on sevap nasıl alırsın? Bak şimdi onda alırsın, binde alırsın sonsuz da alırsın. Kuran’ı Kerimi anladığın zaman alırsın, anlamadığın zaman değil. Onun için Cenbı Hak diyor ki “ve rettilil kur’âne tertîlâ” (Müzzemmil/4), “ yavaş yavaş oku ki kavraya bilesin”. Kuran’ı Kerim sevap kazanmak için okunan bir kitap değildir. Kuran’ ı Kerim anlamak için okunan bir kitaptır.
Onun için Allahü Teâlâ ne diyor peygamberimize “Ve mâ allemnâhuş şi’re ve mâ yenbagî leh, in huve illâ zikrun ve kur’ânun mubîn”(Yasin/69) “Li yunzire men kâne hayyen” (Yasin/70), “ Bu Kuran’ı Kerimin indirilmesi yaşayan kişileri uyarsın diyedir”. Anlamını kavramadığın şeyden nasıl uyanacaksın? İndirliş sebebi o. “Li tunzire kavmen mâ unzire âbâuhum” ( Yasin/6) diyor. “Kitâbun enzelnâhu ileyke mubârekun li yeddebberû âyâtihî ve li yetezekkere ûlul elbâb” (Sad/29), “ Bu bir kitaptır ki sana indirdik” Niçin? Bunun ayetlerini tedebbür etsinler diye. Tedebbür ne demek? Bunu okuyorsunuz, daha önce okumuş olduğunuz ayetle ilişki kuracaksınız ve anlamaya çalışacaksınız. Kuran’ı Kerim’ den sevap işte o zaman elde edilir. Onun için Kuran’ı Kerim anlamak için okunduğu zaman sevaptır zaten. Anlamayınca ne sevap elde edeceksin.
Dinleyici: Hocam cünüp olarak okuma nasıl olacak?
Abdülaziz Hoca: Şimdi cünüp olan insanın, namazla ilgilidir cünüplükte. “Fe in küntum cünüben fe‘tahharu”(Maide/6) diyor Allahü Teâlâ, “ Namaz kılmaya kalkacağınız zaman cünüpseniz iyice temizleniniz” diyor. Peygamber’ (sav) den sahih olarak abdestli ve cünübün Kuran okuyamayacağına dair bir rivayet yoktur. Sadece Hz. Ali’ den gelen bir rivayet vardır; “ Peygamberimizi Kuran okumaktan hiçbir şey engellemezdi sadece cünüpken okumazdı” diyor ama peygamberimiz yasaklamıştır demiyor.
Şimdi cünüpken okumazdı rivayetini de kabul etmek çok zor, ne bilsin Hz. Ali Peygamberimizin cünüp olup olmadığını. Yani bir insan cünüp olduğu zaman millete ilan etmez ki. Ne yapacak? Yıkanacak sonra camiye gidecek. Zaten cünüp olan kişi bir fırsatta yıkanmaya gayret gösterir. Kendisi yasaklamış mı? Hayır yok. Neyse ana ayetler bırakılır, genelliklede o ayetler mensuh kabul edilir, hiç alakası olmayan ayetler üzerinde hüküm beyan edilir.
Dinleyici: Hocam peki şu aklımıza geliyor ilmihallerde âlimlerde cenabet olsun abdestsiz olsun bunları yazan geçmişte yaşayan ulema, bu ana ayeti bu ayeti bilmiyormuydu da hep bu şekilde fetva verildi? Birde şunu soracağım, bir kişi manasını anlamak bir tarafa Kuran’ı yeni okumaya başlamış, harfleri sökmüş okuyor bunda bir sevap yok mu? Hayır yönünden.
Abdülaziz Hoca: Kuran’ı Kerimi öğrenmek tabii öğrenmek anlamak içindir öğreniyorsanız, öğrenmenin kendisi tabii ki güzel bir şeydir tabiî ki sevaptır. Bu ayrı bir konu, benim anlattığımla senin sorduğunun arasında bir alaka olduğunu zannetmiyorum.
Dinleyici: Var Hocam burada tezat teşkil ediyor.
Abdülaziz Hoca: Nedir tezat?
Dinleyici: Kuran’ ı anlamaya çalışan kaç kişi var ki bugün? O zaman hiç okumayalım anlamıyorsak eğer. Kuran’ı Kerim okunmaması lazım
Abdülaziz Hoca: O zaman bundan sonra bir anlayarak okumaya çalışın bakalım ondan sonra neler oluyor.
Dinleyici: Hocam bu bir benim için değil genel anlamda.
Abdülaziz Hoca: Kardeşim herkes kendisi ile ilgili konuşsun başkası ile ilgili değil. Çünkü biz kendimizden sorumluyuz başkasından değil, ikinci bir adamdan sorumlu değiliz kendimizden
Dinleyici: Hocam bizde nasıl izah edelim diye soruyoruz?
Abdülaziz Hoca: İşte onu anlatıyorum bende size, ne anlayacaksın Arapçasını ömür boyu okuduğun zaman? Kuran’ı Kerimin niçin indiğine dair az önce iki tane ayet okudum. Ne diyor? “ İşte bunu uyarasın diye” diyor değimli? Kuran’ı Kerimin Arapça olmasının sebebi, arap toplumuna inmiş olmasıdır, başka bir şeyden değildir. O zaman bizim Arapça olarak okuyacağımız nedir? Namaz, tabii ki Arapçasını okuruz çünkü o Allah’ın kelamıdır. Ama eğer Arapça biliyorsak onu o şekilde anlamaya çalışırız ama bilmiyorsak mealinden anlamaya çalışırız.
Çünkü bizi uyaracak olan odur. Esas olan o manadır. Bize de yol gösterecek olan odur. Aksi takdirde ne olduğunu bilmeden, mesela insanlar vardır yıllarca Kuran’ı Kerim okur onun niyetine Cenabı Hak ona sevap verebilir. Biz Allahü Teâlâ’nın rahmetine engel olamayız, hiç kimse olamaz. Madem Allahü Teâlâ “İşte bu kitabı düşünsünler diye, arka planını kavrasınlar diye, uyarsınlar diye indirdim” diyorsa manasını anlamadan nasıl uyanacaksın? Nasıl kavrayacaksın, nasıl doğru yola gideceksin ve nasıl insanların seni yanlış yönlendirdiğine anlayacaksın?
İşte şimdi gayet açık Kuran’ı Kerim’ de abdestle ilgili ayet var, Kuran okumakla ilgili de ayet var. Abdestle ilgili ayet sadece namaz kılarken diyor. Kuran okumakla ilgili olan ayette de Kuran okurken şeytanın şerrinden Allah’ a sığın diyor tamam bitti. Diğer üçüncü kısım, kitabın Levhi Mahfuz da olan şekliyle söylüyor. “İnnehu le kur’ânun kerîm”( Vakıa/77) “Fî kitâbin meknûn”(Vakıa/78) diyor. “O çok değerli bir Kuran’dır”, “Saklı bir kitaptadır”. Şimdi siz buna saklı bir kitap diyebilir misiniz? Kuran’ ı şimdi saklı diyebilir misiniz? O zaman saklı kitabın bir başka ifadesi var Kuran’ da, az önce hani çift dedik ya, “Fî levhın mahfûz”(Buruc/22) diyor,” Korunmuş bir levhadadır”. “Lâ yemessuhû” ( Vakıa/79), “O saklı olana dokunamaz”, “illel mutahherûn” (Vakıa/79) “Temizlenmiş, arındırılmış olanlar dokunur”. Şimdi abdest alan kişiye arındırılmış denilir mi? Başkası arındırmış manasındadır, arındırılmış o. Abdest alan kişi kendi tarafından temizlenmiştir ama başkası tarafından temizlenmiş değildir. Kelimenin manasıda öyle.
Şimdi burada böyle diyor Allah, “ona arındırılmış olanlardan başkası dokunmaz”. Neye? Levhi Mahfuza. Peki bunun Kuran okumakla ne ilgisi var? Kuran okumayı Allah açık bir ayetle bildirdi, abdestin nerede, ne olacağını açık bir şekilde bildirdi. Peygamberimizinde bununla ilgili bir emri yok açık emri yok. Peki, nasıl olurda siz insanları Kuran okurken de abdest alacaksınız diye zorlarsınız?
Dinleyici: Bu güne kadar neye istinaden bunu böyle söylediler hocam?
Abdül Aziz Hoca: Başka nasıl anlatacağım? Bu Levhi Mahfuz daki ayete dayandırarak bunu söylüyorlar. Levhi Mahfuz daki hükme dayandırarak söylüyorlar, onun için az önce onu anlattım. Konu ile ilgili ana ayet bırakılıyor konu ile alakasız başka bir ayet alınarak ona göre yorumlanıyor.
Dinleyici: Bazı Kuran ayetleri yazılıyor dikkat edilmeyip yere atılıyor bunları ne yapılması gerekir?
Abdül Aziz Hoca: Ayet yazılıyor yere atılıyorsa alır kaldırırsınız ne yapacaksınız? Yapacağınız başka bir şey yok. Yere atılmaması için gayret gösterirsiniz, yapacağınız başka bir şey yok yani insan gücünün yettiğinden fazla şeyle sorumlu olmaz.
Sizler daha yeni geldiniz, onun için bu itirazlarınız normaldir. Bizim eski arkadaşlar bu konuda onlarca örnek dinledikleri için, onlara normal geliyor da siz ilk kez dinlediğiniz için tabii sizin itirazlarınız normal bunda yadırganacak bir şey yok. Mesela Vakıa suresi indiği zaman, bu ayeti kerime Vakıa suresindedir tekrar okuyalım kafasnızda soru kalmasın; “ fe lâ uksimu bi mevâkıın nucûm”(Vakıa Suresi/75), “Yıldızların bulunduğu yere kasem ederim” diyor. Yıldızların bulunduğu yer neresi? Birinci kat sema çünkü “zeyyennes semâed dunyâ bi mesâbîha” ( Mülk Suresi/5), “en yakın göğü yıldızlarla donattık” diyor Allahü Teâlâ. “ Yıldızların bulunduğu yere yemin ederim” “Ve innehu le kasemun lev ta’lemûne azîm”(Vakıa/76). Bu bir yemindir bilseniz, büyük bir yemin. Niye büyük? Çünkü o yıldızların bulunduğu yer Meleil ala dır. Saffat suresinde, “Lâ yessemmeûne ilel meleil a’lâ”(Saffat/8) diyor. “o mele il ala ya kulak kabartamazlar” kim? Cinler kabartamazlar. Cinler oraya gidemezler çünkü oraya gittikleri zaman orda, onları yakalayan bir ateş koru ile karşılaşırlar.
Ondan sonra Allahü Teala diyorki; “innehu le kur’ânun kerîm”(Vakıa/77), “ O ikramı bol bir Kuran’dır”. “Fî kitâbin meknûn”(Vakıa/78), “saklı kitaptadır”. Kuran’ı Kerim ne zaman kitap haline getirildi? Hz. Ebu Bekir zamanında. Vakıa suresi indiği zaman işte, “Fî kitâbin meknûn”, “meknun” yani saklı. Yine aynı surede, “ke emsâlillu’luil meknûn” (Vakıa/23), kelimesi geçiyor. “ saklı inciler gibi” diyor. İnci nerede saklı olur? Bakın “meknun” kelimesi, bakın Kuran’ ı Kerim eğer içindeki bir kelimeye anlam veremezseniz hemen kendi içinde başka bir yerde onun manasını veriyor. İnci istridyenin içerisinde saklanır. Kabuğunu zaten zor açarsınız ama açsanız bile yine hemen dokunamazsınız çünkü onun içinde de şeffaf bir örtü vardır. Görürsünüz orada inciyi ama alamazsınız onu kırmanız lazım, dokunamazsınız yani inciye. “Meknun” diyor, “saklı” dokunamazsınız. İşte “Fî kitâbin meknûn” “saklı kitaptadır”. Peygamber’(sas) in, inen ayetleri yazdırdığı parçalar var değil mi? Bunlar saklı mı? Meknun denir mi onlara? Saklı denir mi? Arapça olarak denmez mümkün değil. Bu elimizdeki Kuran’a da denmez.
Öyleyse bu saklı kelimesinin az öncede söylemeye çalıştım, Kuran’ı Kerimde geçen ikinci bir ifadesi var, “Fî levhin mahfûz”, “korunan levha içerisinde” Levhi Mahfuz da. “Lâ yemessuhu”, işte o saklı kitaba dokunamaz. “ illâ-lmutahherûn” sadece mutahharlar, temizler dokunabilir. Yani oraya, “Lâ yessemmeûne ilel meleil a’lâ” o meleil ala ya cinler ulaşamazlar. Cinlerin içerisinde şeytanlar var biliyorsunuz. Onlar oraya yaklaşamazlar ki Şevhi Mahfuz a dokunsunlar. Zaten bunlar demiyorlar mıydı ki bunu cin çarpmış işte etkisi altına almış, bizi kandırıyor, yalan söylüyor falan diye? Yani bu Kuran’ ı Kerim’ e kimsenin dokunamadığını Allahü Teala orada ifade ediyor. Zaten ayet dokunmasın da demiyor, dokunamaz diyor. “la yemsessu” da demiyor ayet, “yessemmeûne” diyor. Dokunmaz da demiyor dokunamaz diyor. Gerçekten de dokunması mümkün değil.
Şimdi siz benim size söylediğim de bu yani esas nokta o, Kuran’ da abdestle ilgili ayet var, Kuran okumakla ilgili ayet var, bunların üzerine hüküm bina etmeyeceksiniz. Az önce okuduğum ayetin Kuran okumayla ilgili bir alakasını kurabildiniz mi siz? Ama işte bu Kuran’ ı Kerim, işte hemen bunun başına şunu yazıyorlar, “Lâ yemessuhû illâ-lmutahherûn” o ayeti Kuran’ ın başına koyuyor ve ona dayanarak Kuran’ a abdestsiz dokunulamaz diye hüküm veriyor. Siz bakın peygamberimiz (sas) kendisine bir sure indiği zaman yada bir ayet indiği zaman ne yapıyordu? Vahiy kâtiplerini çağırmıyor muydu? Gelin yazın diye. Ne demesi gerekirdi eğer abdestsiz bu iş olmuyorsa? Abdestlerinizi alın gelin demesi gerekmez miydi? Bununla ilgili bir rivayet bilen var mı içinizde? Bakın yirmi yol boyunca Kuran ayetleri sürekli iniyordu ve peygamberimiz binlerce defa kaç tane vahiy kâtibine gel yaz demiştir. Eğer birisine “abdestin var mı?” diye sorsaydı elbette bir şekilde günümüze kadar ulaşırdı bu rivayet.
Gönderdiği elçilere de söylerdi abdestli olun diye öyle değil mi? Ama böyle bir şey yok. Gönderilen elçilere aman abdestli olun der, ama böyle bir şey yok. Delil olarak sadece şu kullanılıyor, Kuran abdestsiz dokunulamaz diyenlerin bir tek şu deli var; peygamberimiz Yemen’ e gönderdiği İbni Hazm’ a bir mektup yazmış orada zekât nasıl toplanacağını anlatıyor. O mektup Kütübü Sitte’ nin birçoğunda var hatta belki hepsinde var şu an hatırlamıyorum ama çoğunda var. Buhari’de Müslim’ de var. Orada güya demiş ki; “Kuran’ a temiz olandan başkası dokunamaz” demişmiş. Bu cümle sahih kitapların hiçbirinde yok. Ebu Davud’un Mürsel hadislerinde olduğu söyleniyor ben onu göremedim vardır herhalde. Peygamberimize kadar ulaşan senette kopukluk olanlar ki buna göre hüküm veriliyor.
Niye peygamberimiz Medine’ de kimseye bunu söylememiş? Peki diyelim ki söylemiş, neden Medine’dekilere söylemiyor da Yemen’de ki İbn Hazm’ a söylüyor? O zamanda söylemişse bunun başka bir maksadı vardır. Zaten elinizde birkaç tane Kuran metni var aman kafirlerin eline vermeyin kaybolur da demiş olabilir. Şimdi anlatabildim mi? Buradan Kuran abdestsiz okunamaz hükmü çıkar mı? Yani artık şu ana kadar olanları bırakın şu ana kadarı, ben şimdi size şu ana kadar yazanların dayanaklarını anlattım. Yarın biz hesabı o fetvayı verenlere vermeyeceğiz hesebı Cenabı Hakk’ a vereceğiz. Gayet açık ve net olay bu.
Nerede abdest alınacağı belli, Kuran okunurken ne yapılacağı belli bitti. Ana ayetleri bırak, alakasız ayetlere geç hükmü ona göre ver. Dersin başında Pavlus’dan bahsetmem boşuna değil, bunlardan dolayı ondan bahsettim. Bu elimizdeki dokunduğumuz Kuran nedir? Kitap ve kâğıttan ibarettir. Asıl ayet bunun içindeki anlamdır. Esas olan manadır.
Hafızlık eğitimi yapsın ne yaparsa yapsın, size deniyor ki Kuran’ a abdestsiz olarak dokunabilirsiniz ancak dendiği zaman, her zaman abdestli olamazsınız insanlık hali, ama her an Kuran’ı Kerim’ e bakma ihtiyacınız olabilir. Şu ayete bir bakayım dersiniz ama abdestim yok sonra bakayım derseniz o sonrası kalır bakamazsınız. Evet, kim demişse muvaffak olmuş, olmuş ama şu an burada bunlarla zamanımızı harcamak zorunda kalıyoruz.
Dinleyici: Hocam abdestli okutsak olsak ne zararı var? Ben din görevlisiyim kaç yıldır?
Abdül Aziz Hoca: Zararı ver hemde çok çok zararı var ben açıklayayım şimdi.
Çünkü bu şahsı abdestli olmadığı zaman Kuran’ dan dan uzaklaştırıyorsun bir, adam o anda bir yere bakacak bu bir şey gibi işte “Abese ve tevellâ” “En câehul a’mâ.”(Abase/1-2), “ona bir ama geldi diye, yüzünü büktü sırtını döndü”. “Ve mâ yudrîke leallehu yezzekkâ” (Abase/3) “ne biliyorsun belki o arınacak”. Belki o öğüt alacaktı bu ona fayda verecekti. Aynen onun gibi bir şeydir. O anda o şahıs o ayetten istifade edecekti ve sen onu engelledin. Hiç kimseyi kendi şartlarımıza benzetmeye hakkımız yok. Siz din görevlisisiniz vazifeniz belli ama herkes din görevlisi değil. Ama din görevliside olsanız her an abdestli olamazsınız insansınız çünkü.
Birde bu işin hanımlar tarafı var, onlarada adetliyken dokunamazsınız diyorsunuz artık hayatlarının üçte biri gitti Kuran’ sız.
Dinleyici: Sınıfta namaz suresi okutmak istedim, ama abdestsiz oldukları için bazıları asla okumak istemediler. Ben sıfır vermem dememe rağmen.
Abdül Aziz Hoca: İşte buyurun Mehmet bey din bilgisi öğretmeni, dinleyin bakın bakalım zararlımıymış değimliymiş?
Evet, Maide suresinde Allahü Tela diyor ki; “el yevme ekmeltu lekum dînekum” (Maide/3), “artık sizin dininizi tamamladım”. Artık başka ne hüküm ilave ediyoruz. Zaten şöyle olsa ne olacak, böyle olsak ne olacak dediğimiz için zaten bu günlere geldik. O zaman cd lerede dokunmamak lazım onlarda da ayet var.
Şimdi bakın geçenlerde şehrini söylemeyeyim bir ilin müftüsü dedi ki, kutlu doğum haftası sebebi ile şehirlerindeki en yüksek rütbeli komutana bir Kuran hediye etmişler. Müftünün anlattığı, “verin kardeşim, tüm insanlık buna muhtaç zaten biz buna uyacak olsak tamam, baksanıza bu benim Kuran’ım bakın elimde dokunuyorum, bağrıma basıyorum. Yıllarca onu bize dokundurmadılar, uzak tuttular alayım bir doyana kadar tutayım” demiş. Anlamazsın dediler okuyup anlıyorum işte demiş. Onun için bunlar basit olaylar değil, olayı biraz detaylı olarak düşündüğünüz zaman her zaman şu vardır; en iyi iyinin düşmanıdır.şu daha iyi olur dediğiniz zaman iyiyi kaybedersiniz.
Dinleyici: Hocam Beşiktaş müftüsü tüm vergi dairelerine dağıtmış.
Abdül Aziz Hoca: Beşiktaş dağıtmış, Sarıyer 41000 tane dağıtmış meal.
Dinleyici: Hocam o zaman korkmaya gerek yok demek değil mi?
Bakın işte içinizde öyle bir korku var ki ben bu kadar anlatmama rağmen kendinizi hala inandıramıyorsunuz buna. O şartlanmışlık öyle, kafan inanır ama vücudun inanmaz. Size abdestliyseniz bozun diyen yok, tabii ki abdestliyseniz abdestli okuyun ona zaten kimseni bir şey demez onun üzerinde konuşmaz. Abdestsiz olunca ben Kuran’ a dokunabilir miyim? Asıl sorun bu. Komutanın dediği gibi, ben Kuran’ıma dokunamıyordum, işte bak şimdi ne güzel dokunuyorum. Allah’ a şükürler olsun, işte buna bütün dünya uyarsa ne kadar güzel şeyler değil mi? İnsanları uzaklaştırıyoruz o saygı perdesi adı altında insanlar Kuran’ dan uzaklaşıyorlar. O saygı olmaz ki böyle saygı mı olur.
Dinleyici: Osman Gazi Kuran asılı olunca odada yatmamış
Abdül Aziz Hoca: Osman Gazi yatmamışmış. Ben asla inanmıyorum Osman Gazi’ nin o kadar akılsız olacağına. Koskoca bir devleti kuran adam, hiç sanmıyorum. Kuran’ı Kerim karşısında saygı duruşunda durulsun diye inan bir kitap değildir. Şimdi gidersin arap Kuran’ ı Kerim’ i yere koyar okur, bizimkilerde bakın şunlara Kuran’ ı Kerim’ e hiç saygısı yok yere koyuyor derler. İyide sen hiç okumuyorsun. Kuran’ a saygı onu okumaktır. Allahü Teâlâ “kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum” diyor, “ayakta oku, otururken oku, yan üstü yatarken oku”. İşte onu kutsallaştırdığınız zaman sizden uzaklaştırıyorsunuz. Dokunulmaz yapmış oluyorsunuz o zamanda aranızdaki ilişkiyi bitiriyorsunuz. Cünüplük kendi isteği ile oluyor ve temizlenebiliyor ama kadın kendi isteğiyle olmuyor ve temizlenemiyor oda daha büyük bir felaket ortaya çıkarıyor. Şu cemaati bile inandırmakta zorluk çekiyoruz başka ne diyeyim. Ayetler ço açık olmasına rağmen.
“Fe firrû ilâllâh” “ Siz Allah’a koşun”( Zariyat/50), “ innî lekum minhu nezîrun mubîn” ( Zariyat/50) “ben sizin için O’ndan yana açık bir uyarıcıyım”. Peygamberimiz uyarıyı neyle yapıyor? AllahüTeala diyor ki ; “Yâ eyyuherresûlu bellıg mâ unzile ileyke min rabbik” (Maide/67) “Ey peygamber sana Rabbinden ne indirilmişse onu tebliğ et”. “ve in lem tef’al femâ bellagte risâleteh”, “Onu yapmassan Allah’ ın verdiği elçilik görevini yapmış olmasın”. Tebliğ nedir? Tebliğ kişinin tam anlayıp kavrayacağı şekilde ona anlatmaktır. Siz Kuran’ ı Kerim’ in tamamını ezberleseniz size tebliğ yapılmış olur mu? Olmaz. Allahü Teâlâ diyor ki; “innî lekum minhu nezîrun mubîn” peygamberimiz için “ ben Allah’ tan yana sizin için açık bir uyarıcıyım”.
Uyarı bildiğimiz bir dille olur, bilmediğimiz bir dille nasıl olur? Bir şeyler söylüyor ama ne dediğini anlamıyorum ki bu da uyarı olmaz ki değil mi? Ondan dolayı Kuran’ ı Kerim’ i sevap kazanmak için okuduğunuz zaman anlam kaybolur. Ne kaybolur? Yani siz orda anlamayı düşünmez olursunuz. Kaç tane fazla okursam o kadar çok sevabı olur dersiniz, kaç tane cümle anlarsam durumu ortadan kalkar, yani anlamayı düşünmemeye başlarsınız. Yanlışa kapı açmış olursunuz, bunlara çok dikkat etmek lazım.
Dinleyici: Fakat hocam orda peygamberimize Cenabı Mevla; “Lâ tuharrik bihî lisâneke li ta’cele bihî”(Kıyame/16) “İnne aleynâ cem’ahu ve kur’ânehu” (Kıyame/17)“ Fe izâ kara’nâhu fettebi’kur’ânehu.” (Kıyame/18) “Summe inne aleynâ beyânehu.”(Kıyame/19). “Kuran’ a tabii olmayı manasını biz öğrettik diyor” peygamberinize o manada.
Şimdi biz öğrettik demiyor orada, peygamber efendimize Kuran’ ı Kerim inerken, “sen böyle unuturum diye dilini oynatma, acele ile bunu kavrayacağım diye. Onu senin zihninde toparlamak ve okutmak bize aittir” diyor. Çünkü sen peygambersin tabii ki tamamını kavraman lazım. Biz diyor bunu okuduğumuz zaman sen onu takip et, açıklaması da bize ait diyor. Şimdi tebliğ başka şey açıklamak başka bir olaydır. Açıklama Kuran’ı Kerim’ in kendi içerisinde vardır. Ayetler ayetleri açıklar, peygamberimizde o ayetlerin büyük bir kısmını bize açıklamıştır. Bu az önce söylediğimizden ayrı bir olay. Bu Kuran’ın açıklama meselesi Kuran’ı Kerim’in açıklaması da bize aittir dediği için Allahü Teâlâ Kuran’ı Kerim’in açıklaması Kuran’ı Kerim’ in içindedir. Başka bir yerde değildir, Allah onu oraya koymuştur. Onun usulünü bilenler bu açıklamaya ulaşır.
“Ve lâ tec’alû meallâhi ilâhen âhar”( Zariyat/51) “Allah ile birlikte başka bir ilah oluşturmayın zihninizde”, “innî lekum minhu nezîrun mubîn”(Zariyat/51) “ben sizin için Allah’ tan yana açık bir uyarıcıyım” ya da her şeyi açıklayan bir uyarıcıyım.
“Kezâlike mâ etellezîne min kablihim min resûlin illâ kâlû sâhırun ev mecnûn” (Zariyat/52), “İşte bu şekilde onlardan öncekilere bir elçi gelmeye görsün, hemen şunu söylediler; bu sihirbaz ya da cin hâkimiyetine girmiş” insanlar hep bunu söylüyorlar. Bunu söylemek için de peygamberin ne dediğini anlamak lazım, anlamadığın zamanda bunu söyleyemezsin. Çünkü cevap veremiyorlar cevap veremeyince, işte büyülüyor, büyüleniyoruz cevap veremiyoruz, cin bunları ele almış hâkim olmuş konuşturuyor diyerek bugünün tabiri ile topu taca atıyorlar.
“E tevâsav bihî” ( Zariyat/53), “Bunlar birbirlerine tavsiyede mi bulunurlar” eskilerde aynısını söylüyorlardı, bugünkülerde aynısını söylüyorlar.“bel hum kavmun tâgûn” (Zariyat/53), “ hayır onlar taşkınlık yapan topluluklardır”.
“Fe tevelle anhum”(Zariyat/54) “sen onlardan yüz çevir, “fe mâ ente bi melûm” (Zariyat/54) “ondan dolayı sen kötülenecek değilsin”. Yani bunların bu dik kafalılıklarının suçu senden sorulmaz.
“Ve zekkir”( Zariyat/55) “sen hatırlat”. Şimdi zikir bir bilgiyi kafaya yerleştirmek ve yeri geldiği zaman hatırlatmak. “Ve zekkir” de sen onlara Allah’tan gelen bilgiyi ver. Bu verilen bilgi zikirdir, zikir de Kuran’ı Kerim’in adıdır. “İnnâ nahnu nezzelnez zikre ve innâ lehu le hâfizûn” (Hicr/9) “ o zikri biz indirdik, onu koruyacak olanlarda biziz”. “Zekkir” de o zikri karşı tarafa anlatmak. Karşı tarafa ayeti kerimeyi okuduğunuz zaman o kişinin kendi yapısıyla birebir uyumlu olduğu için ayetler, kişi hemen kolaylıkla o ayeti anlar ve kavrar. “fe innez zikrâ tenfeul mû’minîn”(Zariyat/55) “ çünkü hatırlatmak inanacak olanlara fayda verir”. Ama adam kesin kararını vermişse kesin doğruluğunu kavrar. Mesela Firavun Musa aleyhisselamın söylediklerinin doğru olduğundan en küçük şüphesi yoktur ama kararını vermiş, ne söylerse söylesin kabul etmeyecek. O zaman ona ne yaparsan yap inandıramazsın, inanacak olanlara fayda verir. Birde inanmış olanlara fayda verir.
“Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya’budûni” (Zariyat/56) “İnsanları ve cinni sadece bana kul olsunlar diye yarattım”. Yaratılışların asıl gayesi Allah’ a kulluk etmektir. Allah’ a kul olmak demek zaten her şeyi yerli yerine yapmak demek, doğru yapmak demektir.
“Mâ urîdu minhum min rızkın ve mâ urîdu en yut’imûni” (Zariyat/57) “Ben onlardan bir rızık istemiyorum” Allah bizden hiçbir şey istemiyor, hep o veriyor ve hep biz ondan bir şey istiyoruz. Ama Allah’ın bizden istediği O’na kul olmamız O’na ibadet etmemizdir, başka bir şey yok. Rızık falan yok başka bir şey istediği yok. “Beni doyurmalarını da istemiyorum”.
“İnnallâhe huver rezzâku”( Zariyat/58) “ Rızkı veren Allah” “zul kuvvetil metîn” “ güçlü ve sağlam”. Cenabı Hak çok güçlüdür yani böyle bir şeye ihtiyacı yok zaten, hep O veriyor.
“Fe inne lillezîne zalemû zenûben misle zenûbi ashâbihim”( zariyat/59) “Şu zalimlerin birer kuyruğu var” şimdi, “zenub” yada “zeneb” arkasına takılacak bir şey var. Hani bazı durumlar bazı kötü şeyler vardır ki adamı böyle gölge gibi takip eder. “Ya kardeşim bir kere bir şey yaptık nereye gitsem o yüzüme vuruyor, bir kere bir hata yaptık” derler ya. Bizim yaptığımız hatalar bizi gölge gibi takip ediyor. İşte bu da öyle, o zalimlerinde işledikleri günahlar peşlerine takılmış kuyruk gibi. “misle zenûbi ashâbihim” arkadaşlarının arkalarına takılan gibi. “fe lâ yesta’cilûni.” ”( zariyat/59) “ Acele etmesinler”, ondan kurtulmanın yolu yok mu? Var, tövbe edersen kurtulursun.
“Fe veylun lillezîne keferû min yevmihimullezî yûadûn”( Zariyat/60) “Şu kafirlere kendilerine vaat edilen günden dolayı yazık”. Yazık oluyor bunlara başlarına gelecek var o gün neler görecekler neler. Görmek istemiyorlar, görmezden geliyorlar işte kâfir de o. Adam manasını anlamazsa kâfirlik bile yapamaz, yani görmezlikten gelme şansı bile yok. Ona doğruları bir anlatmak lazım ki, inanacaksa bilerek inansın, inanmayacaksa da bilerek inkâr etsin.