Eûzubillâhimineşşeytânirracîym Bismillâhirrahmânirrahîym
Bugün tekrar Kalem süresine dönüyoruz.
Geçen hafta biliyorsunuz ders yapamadık, bayram dolayısıyla. Ondan önceki hafta da yine bayram dolayısıyla kurban konusuna değinmiştik.
Dolayısıyla Kalem suresine tekrar bu derste dönmüş oluyoruz.
Bismillâhirrahmânirrahîym
Nun velkalemi ve ma yesturune. (Kalem 68:1)
Nun. Kaleme yemin olsun. Kalem tutanların yazdıklarına da. Satıra döktüklerine de.
Allahü teâlâ’nın bir şeye yemin etmesi ona verdiği önemi gösterir. Kalem deyince bizim aklımıza işte şu kullandığımız kalemler geliyor. İşte şimdi bu tükenmez çıktı, değil mi? Eskiden hokkalı kalemler vardı. İşte sonra kurşun kalem, şimdide bilgisayarın klavyesi ile kullanılan bir kalem çeşidi var. Allah Teâla her şeyi yazdığını bize beyan ediyor. “kuru ve yaş hiçbir şey yok olmasın ki bir kitap da yazılı olmasın”(En’am6:59) ” Yemhullahü ma yeşaü ve yüsbit ve indehu ümmül kitab” Ana kitap Allah’ın yanındadır”(Ra’d 13:39). diyor
Kella inne kitabel’ebrari lefiy ‘illiyyiyne. (Mutaffifin 83:18). İyilerin kitabı isimlerinin yazıldığı kütük, illiyyun denilen yerdedir. Kella inne kitabelfuccari lefiy sicciynin. (Mutaffifin 83:7) diyor. İşte günahkarların kitabı, kütüğü de siccindedir.
İlk insan Adem (A.S), Allahü teâlâ Adem (A.S) bütün isimleri öğrettiğini belirtiyor. Bakara suresinin baş tarafında biliyorsunuz. Ve alleme ademel esmae külleha 31.nci ayeti Bakaranın Adem’e bütün isimleri öğretti. Tabi isimler işte bu , buna su kabı, su bardağı ya da su ambalajı diyoruz. Su kabı dediğimiz zaman zihnimizde oluşan mana başka, su ambalajı dediğimiz zaman başka, su bardağı dediğimiz zaman başkadır. Bu isimlerin zihnimizde oluşturmuş olduğu mana, yan yana dizilince, kelimelerle ifade edildiğinde cümleler oluşturur. Onlar da zihnimizde bir yerlerde depolanır. Sonra o depolanan bilgiler kalemle kağıt üzerine geçirilir. Nesilden nesile bilgiler o şekilde intikal eder.
Allahü teâlâ her şeyi mutlaka yazdığını bildiriyor kendisi. Bunlar daha önce sizlere okuduğumuz ayetler de bir noktaya gelmek için bunları tekrarlıyorum. Bu da Hadid 57.nci sürenin 22.nci ayeti. ” Ma esabe min musiybetin fiyl’ardi ” yani başınıza gelen herhangi bir şey iyilikte olabilir kötülükte. ” ve la fiy enfusikum illa fiy kitabin ” ister yeryüzünde ister kendi içinizde, işte midem bulandı başım ağrıdı ne biliyim şu ne olursa ne olursa.”illa fiy kitabin min kabli” onu yaratmadan önce mutlaka bir yerde kaydı düşer. Önce bir yere kaydı düşer sonra yaratılır. Yazılmadan yaratılmaz. Yazıldıktan sonra da değişmez artık. İşte birçokları bu yazgının ezelde olduğunu iddia ederler. Bunun böyle olmadığına dair ayetleri inşallah önümüzdeki haftalarda okuyacağız. Onlarla ilgili çalışmalarımız henüz tam tamamlanmadığı için şimdi okuyamadık. Bu hafta okuyacağımız ümit ediyorduk ama yetişmedi. Çünkü konu son derece önemli. Bu önemli konunun kısa öz vurucu ve tatmin edici bir şekilde anlatılması lazım. onun içinde araya biraz zaman giriyor. yani Allahü teâlâ her şeyi yaratmadan önce mutlaka bir kitaba bir yere kaydını düşüyor,kaydediyor. Peki Adem (A.S)’a ilmi öğretti. Nasıl öğretti? ” İkre’ bismi rabbikelleziy halak ” (Alak 96:1). ilk inen süredir biliyorsunuz. ilk inen ayetlerdir bunlar, İkra suresinin ilk ayetleri. Yaratan Rabbinin adıyla oku.” Halekal’insane min ‘alak ” (Alak 96:2). İnsanı alak’tan yarattı. Alak’ın o kadar çok anlamı var ki, bizim Türkçemizde bir alaka bir bağ bir irtibat gibi tercüme edilen bu kelime işte bir yere asılma, bir yere takılma, insanın ana rahminde geçirdiği safhalardan birisi olarak da geçiyor. Ama insanoğlu tek başına yaşayabilecek bir varlık değil biliyorsunuz. Mutlaka toplu yaşaması lazım. “İkre’ ve rabbükel’ekrem” (Alak 96:3), “oku, senin rabbin çok cömerttir.” “ellezi alleme bil kalem”(Alak 96:4) kalem ile öğretmiştir. “Allemel’insane ma lem ya’lem”, insana bilmediğini öğretmiştir (Alak 96:5). ilk öğrettiği insan kim? Adem (A.S.), o zaman bu ayetten ikisini birleştirirsek; “10-11 dk Arası anlaşılmıyor’’ ve allamel ademel esmael külleha. Ademe bütün isimleri öğretti ayetiyle, “allame bil kalem, allamel insana ma lem yalem”; kalem ile öğretmiştir insana bilmediğini öğretmiştir ayetini birleştirirsek ne sonuca varırız? Efendim! Tekrar soruyum. Şimdi ilk inen surenin ayetleri ile ilk insana öğretilenler arasında bir bağ kurarsak 96.ncı ayet. “İkre’ ve rabbükel’ekrem” (Alak 96:3), oku senin rabbin çok cömerttir, “ellezi alleme bil kalem”(Alak 96:4), kalem ile öğretmiştir. Efendim anladım. 96.ncı ayet mi dedim, sure, sağol. 96.ncı ayet demişim, 96.ncı sure. Alak suresi, “ikre” oku, “ve rabbükel’ekrem”, senin rabbin çok cömerttir. “allemel insane bil kalem”,(Alak 96:4) insana kalem ile öğretmiştir. İlk öğrettiği insanda Adem (A.S.) ona da aynı şekilde “ve allame ademe”. Ademe öğretti, “el esmae ekülleha,” bütün isimleri öğretti. Peki neyle öğretmesi gerekiyor? Kalem ile. Kalem ile öğretmesi için yazının bilinmesi gerekiyor mu gerekmiyor mu yazı olmazsa kalem diye bir şey olmaz. O zaman yazıyı kim icat etmiş. Allahü teâlâ icat etmiş ve Adem (A.S.) öğretmiş. Öyleyse Adem (A.S.) ilk insan değil mi? İlk insan. İlk insan olan Adem (A.S.) öğretmeni kim? Allahü teâlâ . O zaman Adem (A.S.) yeryüzüne bilgisiz olarak mı geldi? Kalem de var bakın, kalemde var değil mi? Kalem varsa kalemin yazacağı şey de olması lazım gerekmiyor mu? Ve ondan sonra bilgi sonraki nesillerede neyle aktarılıyor? Yazıyla aktarılıyor değil mi? İşte o yazı olmasa biz geçmişlerin bilgisini nerden bileceğiz? Kendinize bakın bugün bir şeyi çok iyi biliyorsunuz yarın unutuyorsunuz ya da şüphelenmeye başlıyorsunuz. Ama bu bilginizi bir yere not ettiğiniz zaman, ha şuraya yazmıştım bir bakıyım diyorsunuz tamam öyleymiş diye güveniyorsunuz. Dolayısıyla insanoğlunun bilgisi kalem ile aktarılır. ve işte nur suresinde de vel kalemi kaleme yemin olsun””14:15 dk Arası anlaşılmıyor’’
kalem çok önemli o zaman okuma yazma son derece önemliymiş değil mi? Şimdi elinizde kalem görüyorum, birçokları kalem alıyor ve no tutuyor. Niye not tutuyorsunuz? Çünkü şurada çok iyi anlarsınızda bazı şeyleri bir hafta sonra unutursunuz. Ama not tuttunuz mu on sene sonrada şu notlarıma bir bakıyım dersiniz, hatta sizden sonraki nesillerde bakıp ondan bir şeyler öğrenebilir. Dolayısıyla bir gurubun bilgisi diğerine intikal eder. Bu bir basamaktır. Birisi birinci basamağı yapar diğeri ikinciyi, üçüncüyü. Ama her arkadan gelen öncekilerin yapmış oldukları basamakları tırmanarak en üste çıkar, o bir basamak daha ilave ederse insanoğlu ilerler gider. Zaten insanı diğer varlıklardan farklılaştıranda onun kurduğu bu medeniyettir. Kalemsizde medeniyet olmaz. Onun için Allahü teâlâ “velkalemi ve ma yesturune”, kaleme yemin olsun ve yazanların yazdıklarına da demek ki yazılan şeylerde çok önemli bunu hiç hafife almamak lazım. Şimdi bugün yepyeni bilgilere ulaştık değil mi? Yepyeni bilgilere ulaşmamızın sebebi yazılı olan bu kitap dan dolayıdır. Allahü teâlâ bu kitabı her şeyi açıklasın diye indirdiğini beyan ediyor. Her şey.. İşte tarihide buradan öğreneceksiniz medeniyeti de insanlığı da, ve bütün ilimleri de. Ama bunu öğrenebilmek içinde bunun metoduyla hareket etmek lazım. şimdi biz yalnızca Adem (A.S.) yaratılması ile ilgili ayeti alıp, insana kalem ile öğretti ayeti ile birleştirmeseydik bu bilgiye ulaşamazdık. Allahü teâlâ kuran ayetlerini müteşabih olarak indirmiştir. Müteşabih neydi? birbirine benzer ayetler şeklinde indirmiştir. işte “alleme ademe”, siz sesten bile anlarsınız benzerliği bakın Arapça bilmeyenler için diyorum. “alleme ademe el esmae külleha. alleme bilkalem. alleme ademe alleme bil kalem”, benzerliği duyuyorsunuz değil mi Arapça bilmeyenler sesten de anlarlar. İşte bu benzerlik “teşabühün”, karşılıklı benzeşmeyi, ayetler arasındaki irtibatı sağlıyor. Benzeyen ayetleri yan yana getirdiğiniz zamanda açıklama oluyor. Müteşabih ayetler birbirini açıklayan ayetlerdir. Birbirine benzerlikten hareket ederek o açıklamalara ulaşıyoruz. Ama bildiğiniz gibi geleneğimizde müteşabih denince manası anlaşılmaz ayetler olarak tanımlanmıştır. Manası anlaşılmaz ayet olur mu Kur‘anı Kerim’de? Her şeyine ters. Kelimenin sözlük anlamına ters, kuranı kerimin yapısına ters, Peygamber efendimizden gelenlere, Kur’an’ın ayetlerine ters, her şeye ters. Hiçbir ilmi dayanak olmamasına rağmen kitaplarımız bu tanımlarla doludur. Tefsirlere bir bakın hep bu tanımlarla doludur. Siz müteşabih ayeti anlaşılamaz olarak tanımlarsanız bu bilgilere ulaşamazsınız. Şimdi herkes, farkındayım işte bazıları şaşkınlıkla karşılıyor, bazıları hayret ediyor, bazıları bizi biraz şey kabul ediyor. Affedersiniz gösteriş meraklısı gibi kabul ediyor. Efendim sen işte niye böyle şeyleri söylüyorsun? Senden bahsedilmesi nimi istiyorsun falan gibi şeyler söylüyorlar. Tabi bunlar üzücü ve iğneleyici şeyler. Ama bir müddet sonra gerçeğin bu olduğunu da görüyorlar. Siz burada şahitsiniz her derste bende yepyeni bilgilere ulaşıyorum yepyeni. Hep birlikte ulaşıyoruz ve siz burada öğrendiğiniz bilgileri dışarıda bulmanız mümkün müdür? Mümkün değil. Mümkün değil yani dünyanın hiç bir yerinde ulaşamazsınız o bilgilere. işte burada Allahın kitabından, Allahın kitabında konulmuş olan prensiplerden ulaşabiliyorsunuz. İşte bizim iki arkadaşımızla birisi görüşmüş. İşte oldukça önemli, toplumda noktada olan birisi . bir yemek sırasında görüşmüş. Bana diyor ki yav kardeşim ne ufuk, ne anlayış, ne kavrayış, ne bilgi, hayran kaldım diyor. Ne kadar geniş bilgileri var falan. Tabi Kur‘anı Kerim’den alınırsa o bilgiler sizi de hayran bırakır, herkesi de hayran bırakır. Şimdi işte bugün Ürdün’den gelen bir.. hep sık sık bahsediyorum Ürdün’dekini şimdi Araplar açısından önemli bir örnek olduğu için. Diyor ki; işte gitmiş üniversiteye Ürdün’de, orada neler okudunuz? diyor. Beni imtihan etmek istedi diyor anlaşılamayan ses kaydı “21:22 dk Arası anlaşılmıyor’’ Hocam dedim, kusura bakmayın da bir ben sizi imtihan etsem demiş. Buyur demiş; şeyi sormuş, Tevbe suresinin 5.nci ayetini sordum diyor. Hani “haram aylar çıktığı zaman o müşrikleri nerede bulursanız öldürün”(Tevbe 9:5). Hocam dedim, bu el müşrikun, el müşrikin deki elif lam ne ifade eder? Cins ifade eder, demiş. Cins ifade eder demek şu; hangi müşrik olursa olsun nerde bulursanız öldürün. Sonra dedim ki hocam biz bütün müşrikleri yakaladığımız yerde öldürecek miyiz? dedim. Peki siz nasıl anladınız? Bende hemen yukarıdaki ayetleri bir okur musunuz dedim. Tevbe süresini 1.nci’den itibaren bir okuyun lütfen, bir karşılaştırın. Bunları sana kim öğretti demiş ve adam heyecanlanmış. işte Türkiye de bunları öğrendim demiş, ya bunları onlar biliyorlar mı? Şaşırmış. Peki demiş bunların yazıldığı kitaplar var mı? Benim elimde var ama Türkçe demiş. Arapçaya ben tercüme edeceğim ama daha sonra inşallah. Şimdi diyor ki oraya gidince hocalara ders vereceğim diyor. Ondan sonra bir Arapça hocasına, Arapça konusunda uzman olan bir hocaya sormuş. Demiş ki hocam Arapça da şeyha diye bir kelime var mı? Bu arkadaşta hadis konusunda çalışıyor. Demiş ki siz hadisçilere sormak lazım. Siz bir hadis rivayet ediyorsunuz, eğer o doğru değilse öyle bir kelime yok, siz öyle dediğiniz için biz de var diyoruz, size bırakılmış bir şey. Oda bir hadis uydurulmuş biliyorsunuz eş şeyhu ve şeyha iza “24:25 dk Arası anlaşılmıyor’’ şimdi Kur’anı Kerimde zina edenlere recm cezası yok. Güya bir ayet inmiş imiş. Lafzı nesh edilmiş imiş. Manası devam ediyor imiş, muş muş muş… Artık onlara ne diyorsanız diyin. Her türlü alayı hak eder çünkü bu tür ifadeler. Hz Ömer bir gün hutbe okuyor muşta, demiş ki işte Kuranı Kerim’den bir ayet var, Ömer ayet uyduruyor demeseydi ben bunu kurana yazdıracaktım, Tenzihinden korktuğum için yazdırmadım. Her tarafı berbat ifadenin, yani bu ne biçim laf madem. Böyle laf olur mu? Heyetin başında sen vardın. Hz Ömer çok etkili bir insan olduğu için uyduranlar hep ona mal ediyorlar. Ömer dedi ise kimse sesini çıkaramayacak. Bir de peygamber efendimizin soyundan gelen Hz. Ali, Hz. Abbas onlara mal ediyorlar.
İşte yaşlı bir kadınla yaşlı bir erkek zina ederse ikisini de muhakkak recm edin. Yani taşlayarak öldürün. Şimdi yaşlı kadın “Eşşeyka Eşşeyh” var Arapçada. Ama “Eşşeyka” diye bir kelime yok. Uyduran adam becerememişte uydurmasını. Arapçada “Eşşeyka” diye bir kelime yok. Şimdi diyor Arapçacıya sordum diyor, “Eşşeyka” diye bir kelime var mı demiş, valla biz sizin yalancınız demiş. Siz hadisçiler diyorsunuz ki böyle bir hadis var, bizde peki varsa var yoksa Arapçada böyle bir şey yok. Siz bu hadisin sahih olmadığını söylerseniz bizde böyle bir kelimenin olmadığını söyleriz demiş.
Şimdi bunları şunun için anlatıyorum. Kuranı Kerim ne muhteşem bir kitap görüyor musunuz? Her defasında bir basamak daha yükseltiyor onun peşinden gidenleri.
“Nun velkalemi ve ma yesturune.” (Kalem 68:1)
Bu “nun” da çok ilginç, sanki bir hokka gibi o mürekkep konur duya hani eskiden öyle bir, şeklide öyle, ortasında bir nokta var. Kaleme ve yazanların yazdıklarına yemin olsun.
“Ma ente bini’meti rabbike bimecnunin” (Kalem 68:2) “Rabbinin sana verdiği nimet sebebi ile sen mecnun değilsin”. Yani Cinler ile ilişki içinde değilsin. Şimdi Peygamber (A.S.)’ın söylediği sözleri ya çok önemsiyorlar. O dönemde kahinler böyle gayb’den haber verdikleri için, kahinlerde cinlerle irtibat kuruyor, diyorlar ki kesin bu da cinlidir, cinlerle irtibat kurmuştur. Başka söyleyecek şeyleri yok.
“Rabbin sana olan nimeti sebebi ile sen mecnun değilsin”. Ya sana cinler bir şey getirmiyor. Sana melek Allahtan getiriyor.
“Ve inne leke leecren ğayre memnunin.” (Kalem 68:3)
Şurada kesin, senin için kesintisiz bir ücret vardır. Peygamberimiz (S.A.V.) hayatına bakın. Sürekli yükseliştedir. Sürekli yükseliştedir. Mekke de devamlı etrafındaki Müslümanların sayısı artıyor, tesir sahası genişliyor, evet baskılar artıyor ama bu baskılar kimseyi dininden döndürmüyor, Medine Müslüman oluyor. Peygamberimiz (S.A.V.) Mekke de yaşama imkanı bulamadığı halde Medine ye göç ettiği halde Medinenin hakimi konumuna geliyor. Kaldı ki kimse peygamberimizi Medine’nin reisi yapmış falan değil. Şimdi bazıları zannediyor ki Peygamberimiz (S.A.V.) Medine’ye gittiği zaman Medineliler, işte başımıza bir adam arıyorduk, Muhammed (S.A.V.), işte başımıza sen geç dediler. Hayır, hiç öyle bir şey olmadı. Medine site devleti kuruyorlar kendi hayallerinde, duyarsınız. Başına da Peygamberimizi (S.A.V.) geçiriyorlar, oda devlet başkanı, ondan sonra teşkilatını da kuruyor, ne güzel. Hayır hiç öyle bir şey yok. Ama fiilen Peygamberimiz (S.A.V.) böyle bir konuma gelmiştir. Medineliler getirmemişlerdir. Oradaki idari boşluğu çok güzel kullanarak onların hepsini kendi emrine almayı başarmıştır. Çünkü orda Yahudi kabileleri var, Tevratta Peygamber (S.A.V.) tebliğine Mekke’de başlayacağı ve Medine’de de dinini yayacağına dair, bugünkü Tevratta da ifadeler var. Yahudiler demişler ki gidip Medine’ye yerleşelim, nasıl olsa son peygamber oraya gelecek onla birlikte, oda bütün dünyaya hakimiyet kuracakmış bizde hakimiyet kurarız. Niyetleri Allah’ın dinine uymak değil, Allah’ın dinini kullanarak zengin olmak. Oraya dört tane Yahudi kabilesi yerleşmiş, (İSİMLER DOĞRU MU?) İşte Beni kureyza, Beni kaynika, Beni Nadir birde bizim pek adını duymadığımız, Muhammed Hamidullah’ın İslam Peygamberinde yazdığı Beni Royard kabilesi. Bunlardan üç tanesini yaptıkları yanlışlıklar sebebiyle Peygamberimiz (S.A.V.) dört yıl içerisinde Medine’den çıkarmıştır. Cezalandırmıştır. Ama Beni Raoyard, itaatkar olduğu için, sorun çıkarmadığı için sonuna kadar kalmıştır. Hepiniz bilirsiniz Peygamberimiz (S.A.V.) vefat ettiği zaman zırhı bir Yahudi’nin yanında rehin idi. İşte o Yahudi Beni Raoyard kabilesinden olup Medine’de kalan Yahudilerdendi. Peygamberimiz (S.A.V.) Medinede bu fiil durumu lehine çevirmeyi başardı. Şimdi Yahudi’de var, Araplar’da var. Araplarda Evs ve Hazrec diye iki kabile. Yahudiler sürekli bu iki kabileyi birbirine vurdurarak her ikisinde sömürmüşler, silah satıyorlar, gıda satıyorlar, bir şeyler satıyorlar. Sonra bu savaşlar bitmiş, başlarına bir lider seçmişler ama henüz göreve getirmemişler. Tam bir idari boşluk var. Böyle bir noktada Peygamberimiz (S.A.V.) Medine’ye geliyor ve bütün işleri derleyip toparlıyor, kendi avucuna alıyor. Yoksa Arapların sosyal yapılandırılmasında Mekke’den göçen birisi, yani bir kabilenin ferdi değilse orada yaşama hakkı bile yoktur. Oraya sığınmış sayılır. Bir sığıntıya ne kadar şey yapılırsa o kadar işte. Ama gösterdiği başarıyla hakimiyeti ele geçirmiştir. Son derece usta politikasıyla. Peygamber efendimizin hukuki statü kazanması sadece şeyde olmuştur. Hudeybiye anlaşmasında olmuştur. Bir antlaşmaya imza atmıştır. O zamana kadar hiçbir hukuki statüsü yok. Ama o fiili durumu çok güzel bir şekilde lehinde değerlendirmiştir. Yani Peygamberimiz (S.A.V.) en zor siyasi şartları en iyi şekilde kullanarak kendini en iyi konumda tutmasını başarmıştır. Onun (S.A.V.) başarısı o işte, bize o her bakımdan örnektir onun için. Bizde en zor şartları en iyi şekilde değerlendirebilirsek en tepede olabiliriz.
Buraya şuradan geldik; “Ve inne leke leecren ğayre memnunin.” (Kalem 68:3) Sana elbette bir ücret var kesintisiz, sürekli artıyor, artan bir vergi, Allah vergisi, Allah’ın ikramı. Bizde aynı yoldan gidersek aynı başarıyı elde ederiz. Peygamberimizin (S.A.V.) yaptığı sadece Kuran-ı Kerime uymaktır. Herhalde hepiniz her gün gözlemliyorsunuz. Bizde elhamdülillah elimizden geldiği kadar, gücümüzün yettiği kadar Kur’an’a uymaya çalışıyoruz. Elbette Peygamberimiz (S.A.V.) ile mukayese edilmez. Ama aynı yolda olduğumuz için kat edilen mesafeyi herhalde gözünüzle görüyorsunuz.
Bu çok zor olan yolda ne kadar ciddi başarılar elde edildiğini görüyorsunuz. Bu tür şeylerin taraftarı başlangıçta az olur, sonradan müthiş bir patlama olur. Usul budur. İşte Peygamberimiz (S.A.V.) Mekke’de on üç yıl, Medine’de de altı yıl uğraşmış, toplam on dokuz yıl. On dokuz yıl sonra Hudeybiye’ye gidenlerin sayısı bin beş yüz civarındadır. Sayı böyle. Peki sonra Hudeybiye’den sonra müthiş bir patlama, etrafa yayılma olmuş. Mekke fethine giden ordunun sayısı on binin üzerinde, Hacca gidenlerin sayısı yüz elli bin civarında. Bunların her birinin de evde bıraktıkları yakınları vardır, Yani Veda haccının. Müthiş bir katlanma. Peygamberimizin (S.A.V.) vefatı sırasında Türkiye’nin dört katı bir bölgeye hakimiyet kurmuş, üç milyon metrekarelik bir bölgede hakimiyet kurmuş ve oradaki insanların hemen hemen tamamı da Müslüman olmuştur. Sıfırdan o noktaya kadar.
“Ve inneke le’ala hulukin ‘aziymin” (Kalem 68:4).
Sen elbette büyük bir ahlak üzeresin. Şimdi halık yaratılış demek. Huluk yaratılış. Şimdi Allahü teâlâ bizi yaratıyor. Hepimizi yaratan o. Ama içimizde yaratılışımıza uygun davranış göstermeyenler var. Yaratılışımıza uygun davranışlar Allah’ın emirleridir. Allah’ın yarattığı insan, Allah’ın emirlerine uyarsa müthiş bir başarı elde eder. Tıpkı bir alet onun üreticisinin tavsiyesine göre kullanılırsa tam randıman elde edildiği gibi. Allah’ın yarattığı insan, Allah’ın emirlerine göre hareket ederse işte çok büyük bir ahlak üzerine olur. Bunu da en büyük şekilde başarmış olan Peygamberimiz (S.A.V.)’dir.
“Fesetubsiru ve yubsirune“(Kalem 68:5).
Sen göreceksin ya Muhammed. Onlarda görecekler.
“Bieyyikumulmeftunu” (Kalem 68:6).
Asıl fitnede olan hanginizmiş göreceksiniz.
Fitne biliyorsunuz bir pota. Yani bu kuyumcuların altın erittikleri pota. Potanın içindeki altının erimesi olayı. Şimdi sen büyük bir fitne içerisindesin. Yani sen giderek kaybedeceksin, işte anarşi çıkarıyorsun, milleti bölüyorsun falan… Niye bunları söylüyorsun? Şimdi mesela bize en çok söyledikleri şey şu; dün bir yerden duyduğumuz, efendim bunlar çok tehlikeli. Niye? Kol kırılır yen içinde kalır. Niye söylüyor, yazıyor bu tür şeyleri. Kol kırılır yen içinde kalır ne demek? Bizim kolumuz kırık demeye çalışıyor değil mi? Bizim kolumuzun kırık olduğunu niye millete gösteriyor? demiş oluyorlar. Peki doktor bey, bu kırık kol yen içinde kalırsa ne olur? Kangren olur kesilmesi gerekir. Tedavi edilmesi lazım. Tedavi edilmesi lazım dediğiniz zaman ona düşmanlık mı etmiş olursunuz? Düşmanlık mı bu? Bu dostluk ama şunda da haklılar. Kolu kırık bir insanın görmeyi hiç istemediği kişi doktordur. Çünkü canını onun kadar yakacak kimse yoktur. Yanlış mıyım? Müthiş bir canını yakacaktır. Aman böyle kalsın, ne olur dokunmayın, aman aman demez mi? Şimdi bunlar böyle diyor. Ama iyileştikten sonra en çok sevdiği kişi kim olur? Değil mi, Doktor olur. Şimdi efendim siz fitne çıkarıyorsunuz falan. Birazdan göreceksiniz fitneyi kim çıkarıyormuş.
Allahü teâlâ Peygamberine (S.A.V.) diyor, işte görecekler, gördüler. Mekke’nin Arapları hiç hayal edebilirler miydi o kadar geniş bölgelere hakimiyet kurmayı? Ama kurdular. Kendi çocuklarını öldüren, kızlarını diri diri gömen insanlar bütün dünyaya medeniyet örneği haline geldiler. Bugün hala onların örnekliğini anlatıp duruyoruz.
“İnne rabbeke huve a’lemu bimen dalle’an sebiylihi ve huve a’lemu bilmuhtediyne” (Kalem 68:7).
Senin Rabbin kimin yoldan saptığını, kiminde doğru yolda olduğunu çok iyi bilir.
Şimdi siz dışarıdan birisini dört dörtlük Müslüman sayabilirsiniz. Ama iman kalp işi olduğu için aslında o sizin en büyük düşmanınızda olabilir. Halbuki Allahü teâlâ o kişinin içini de bilir, dışını da bilir. Siz bu adam dört dörtlük Müslüman’dır diye yeminde etseniz bu yemininiz boşa çıkar. Ama Allahü teâlâ bu kişi Müslüman’dır diyorsa tamamdır. Hatta bazı kimseleri dış görünüşlerine bakarak haklarında yanlış düşünceye de varabiliriz. Allahü teâlâ onun kalbini bildiği için kim sapık kim doğru yolda onu bilen O dur.
En iyi O bilir. Bizde bilemez miyiz? Bizde tabi ki bir takım şeyler söyleriz ama biz nihai noktayı koyamayız. Kesin kararı verecek olan Allahü teâlâ’dır, ve asla yanılmaz.
“Fela tuti’ilmukezzibiyne” (Kalem 68:8).
O Yalanlayanlara boyun eğme.
Sen yalan söylüyorsun diyorlar ya, aslında senin yalan söylemediğini çok iyi biliyor.
“44:45 dk Arası anlaşılmıyor’’ “ve ma kinne zalimine bi ayatuna yestarun” ANLAŞILAMAYAN AYET
Bunlar aslında seni yalanlamıyor, seni yalanladıklarını zannediyorsun. Ama bu zalimler Allah’ın ayetleri karşısında bile bile inkarcılık ediyorlar. Bile bile inkarcılık etmiş olan ne yapmış olur? Aslında kendi yalan söylemiş olur değil mi? Sen yalan söylüyorsun diyor ama kendisinin yalan söylediğini çok iyi biliyor, ve yapacağı başka bir şey yok. Seni kabul edemediğine göre öyle diyecek.
“Veddu lev tudhinu feyudhinune” (Kalem 68:9).
Onlar isterler ki sen biraz onlara karşı yumuşak davran, hoşgörülü davran da onlarda sana hoşgörülü davransınlar.
A.Bayındır: Birden bire dikkatini bu tarafa yönelttin, hayırdır Mehmet Bey?
“Veddu“, şunu çok isterler. “lev tudhinu”, keşke ne olacak biraz bize yumuşak davransa “ tudhinu” onlarda size karşı yumuşak davranırlar.
A.Bayındır: Tamam Yavuz elime yağ sürdüğüm zaman elime ne olur? Yumuşar değil mi? İşte öyle. Ya da sen onlara karşı yağcılık yapsan onlarda sana karşı yağcılık yapsınlar, aynı şey. Yani sen onlara karşı yalan söyleyeceksin onlarda sana yalan söyleyecek. Peki güzel! İkinizde yalan söyleyeceksiniz, iki tarafta memnun. Evet, onlar bunu isterler. 190’ncı sayfada İsra suresinin 72.nci ayeti, bakalım mealini nasıl vermişler. 73, 72 değil. Az daha seni bile sana vahy ettiğimizden başkasını bize karşı iftira edesin diye fitneye düşüreceklerdi. O takdirde seni dost edineceklerdi. Yani sana yaptığımız vahiyden bir kısmından seni birazcık bu tarafa doğru çevirseler, ona uğraşıyorlar. O zaman seni dost edineceklerdi. Şimdi mesela bugün, en yaygın sözlerden bir tanesi, üç büyük din. Ne anlaşılıyor bunla? Yahudilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık. Bunu söyleyenler kim? Hıristiyanlar böyle bir kelime kullanıyor mu? Hıristiyanlar kendi dinlerinden başkasını kabul ediyor mu, Yahudiler kabul ediyor mu? Peki üç büyük din diyorsunuz ya Kuran-ı Kerim kabul ediyor mu? Kuran kabul ediyor mu? O ayeti bulsana Yahya? “48-49 dk Arası anlaşılmıyor’’
A.Bayındır: Yok şey ya “Kul ya ehlel kitabi lestüm alal şey’in hatta tükiymüt tevrate vel incile ve ma ünzile ileyküm mir rabbiküm ve le yezidenne kesiram minhüm ma ünzile ileyke mir rabbike tuğyanev ve küfra fe la te’se alel kavmil kafirin” (Maide 5:68) 120. sayfa Maide 68
De ki ey ehli kitap Tevrat’ı, İncili ve Rabbinizden size inmiş olan bu Kur’an-ı Kerimi ayakta tutmadıkça, yani bunlara uymadıkça hiçbir temeliniz olmaz. Hiç bir temeliniz olmaz ne demek? Temelsiz hiç bir dayanağınız yok. Kendiniz çalıp kendiniz oynuyorsunuz. O zaman ehli kitap Yahudi ve Hıristiyanlar değil mi? bak Tevrat ve İncil diyor. Tevrat’a inandığını söyleyenler kim? Yahudiler. İncil’e inandığını söyleyenler Hıristiyanlar. Meryem ana net diye bir site var. O sitede işte İncil’de geçen “paraklis” kelimesi ile ilgili diyor ki, işte bu kelime şöyle okunursa Ahmet manasına gelir, diyor. Böyle okunursa kutsal ruh manasına gelir falan diyor. Ama öbür şekilde okuyan yok. Yani Ahmet manasında kimse okumuyor muş?
Konuşmaya giren kişinin sorusu anlaşılmıyor.
Öyle okuyan yoksa sen nerden biliyorsun? Doğru söylüyorsun. madem öyle okuyan yok sen nerden öğrendin bunun manasını. Allahü teâlâ da diyor ki İsa kendisinden sonra gelen adı Ahmed olan bir peygamberi müjdelemiştir. Bunların kendileri de söylüyor, işte bu kelimeyi öyle okusak Ahmed idi, işte ben gideceğim, Allah onu gönderecek diye şey var, ifadeler var. Tevrat’ta da var buna benzer şeyler. Siz diyor.. işte Tevrat’a tam uyarlarsa bütün Yahudilerin Müslüman olmaktan başka seçenekleri yok. Yahudi ilmihalinde diyor ki gelecek Peygambere de inanırım. Gelmesi gecikti ama yine beklerim diyor. Olur yatıya da bekleriz buyurun gelin. Çaya bekliyor gayri. Ben bir Yahudi’ye dedim ki siz daha çok beklersiniz, gelen peygamberi kabul etmeyin daha çok beklersiniz. Hıristiyanlar da gelen peygambere inanmadıkları için onlarda İsa’yı bekliyorlar, tekrar gelecek diye. Onlarda çok beklerler. Onları da anlıyorum da, bizimkilerde İsa’yı bekliyor. Siz ne bekliyorsunuz Allah aşkına ya. Şimdi birde İbrahimi din diye bir tanım var. İbrahimi din deyince neler anlaşılıyor? Bugün halk arasında yayılmaya çalışılan bir kavram var. İbrahimi din. Neyi kastediyorlar? Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanları kastediyorlar. İbrahimi dinler. Bizimkiler kendilerini “…………. 52-53 dk Arası anlaşılmıyor’’ katıyor, onları oyuna katan yok. Şimdi bizim Erzurum’da bir tabir vardır. Derler ki misafir eden yok, okumu yayımı nerden asıyım diye soruyor adam. Kardeşim seni misafir etmiyoruz, sen gelmiş silahlarını asacak yer soruyorsun. Şimdi bunlarda bizi İbrahimi din diyerek bir kavram uyduruyorlar. Peki İbrahim (A.S). Yahudi yada Hıristiyan mıydı? Ne diyor Allahü teâlâ: ” Ma kane ibrahimü yehuddiyyev ve la nasraniyyev ve lakin kane hanifem müslima, ve ma kane minel müşrikin” (Âl-i İmrân 3:67). İbrahim ne Yahudi idi ne Hıristiyan. Allaha, Allahın bilmediği bir şey mi öğretiyorsunuz. Yahudilerde, Hıristiyanlarda İbrahimi diyorsunuz. Ama dosdoğru Müslüman’dı diyor.
“İnne evlen nasi bi ibrahime lellezinettebeuhü ve hazen nebiyyü vellezine amenu, vallahü veliyyül mü’minin”(Âl-i İmrân 3:67). İbrahim’e en yakın olanlar tabi ki ona tabi olanlar ve bu peygamberdir. Yani İbrahim (A.S)’a İbrahimi din varsa sadece bizim dinimizdir. Başka yok. Allah böyle diyor. şimdi sen onlara hak etmediği bir payeyi verirsen onlarda sana verirler bir takım senin hak etmediğin payeyi. ne diyor Allah; “Veddu lev tudhinu”: Sen birazcık yumuşa “lev tudhinu” onlarda yumuşasınlar. Yani sen onun eline yağ sür oda senin eline yağ sürsün. Böylece birbiriniz yağlamış olursunuz.
“Ve la tuti’ kulle hallafin mehiyni” (Kalem 68:10). Çok yemin edip duran alçaklardan hiçbirine boyun eğme.
“Hemmazin meşşain binemiymin” (Kalem 68:11). “Hemmaz”, böyle iğneleyen, kaş göz işareti yapan, böyle fısıldayan, parmağıyla dürten, elleriyle cimcikleyen falan, tabi ne yaparlar; hişt görüyor musun seninkini? Arkadan rahatsız edici tavırlar içine girerler. İnsanı fena halde rahatsız eder bu tür şeyler. Kovuculuk taşıyor. Gidiyor ondan ona, ondan ona laf taşıyor. Bunların hiçbirisine boyun eğme.
“Menna’in lilhayri mu’tedin esiymin” (Kalem 68:12).
Hayra engel, yok canım yapma etme felan, hayırlı işlere hep engel.
Muted, mutedin. Saldırgan,”NEFİm 55-56 dk Arası anlaşılmıyor’’günahkar. bu tür insanların hiç birine boyun eğme.
“‘utullin ba’de zalike zeniymen.” (Kalem 68:13).
Bütün bundan sonrada kaba, sadece kendi nefsini düşünüyor, yer içer, ama başkalarına engel olur. Birde asalak, ona dalkavukluk yapar, buna dalkavukluk yapar. Şahsiyetsiz, Sana ihtiyacı varsa gelir sana dalkavukluk yapar, birazdan gider öbürüne yapar.
“En kane za malin ve beniyne.” (Kalem 68:14).
Malı ve çocukları var diye böyle yapıyor. Ama ne yapalım kardeşim, yani şimdi yarın iş bunların eline geçerse işimizi gücümüzü kaybederiz. Biraz onlarla da iyi geçinelim.
“İza tutla ‘aleyhi ayatuna kale esatiyrulevveliyne.” (Kalem 68:15).
Ayetlerimiz ona okunduğu zaman, geç bunları, bunlar eskilerin masalları derler.
“Senesimuhu ‘alelhurtumi.” (Kalem 68:16).
Onun hortumunun üzerini damgalayacağız. Hortum burnu yani. Bir adamın burnunun hortum gibi olduğunu düşünün. Bir adama getirin, fil burnuna hortum denir. Fil burnuna ya da domuz burnuna. Bir adamın burnunun yerine domuz burnu takın bakalım adam ne hale gelir. Onun hortumunun üzerine damgayı vuracağız, o görecek yakında.
Evet ve böylece saat 8 oldu on dakikalık bir ara verelim.
Bismillâhirrahmânirrahîym
Dersimizin ikinci bölümüne devam ediyoruz.
Kalem süresinin on yedinci ayetinden itibaren okuyacağız. Çünkü ikisi arasında ilişki kurmamız gerekiyor.
“İnna belevnahum kema belevna ashabelcenneti iz aksemu leyasri munneha musbihiyne.” (Kalem 68:17).
Biz bu Mekkelileri büyük bir imtihandan geçirdik. Tıpkı bahçe sahiplerini geçirdiğimiz gibi.
“…iz aksemu leyasri munneha musbihiyne” (Kalem 68:17) “Ve la yestesnune.” (Kalem 68:18) Yemin etmişlerdi, sabahleyin erkenden gidip mahsulü toplayacaklar. Kesin “Ve la yestesnune.” Hiçbir istisna tanımıyorlar. Yani inşallah, Allah nasip ederse, Allah izin verirse diye bir olay yok. “Ve la yestesnune.”, istisna yok, kesin yarın gidiyoruz ve mahsulü toplayacağız.
“Fetafe ‘aleyha taifun min rabbike ve hum naimune.” (Kalem 68:19) Bunlar gece uyurken Allah tarafından bir dolaşan o bahçeyi dolaştı. Yani Allah bir afet gönderdi o bahçeye, o bahçenin tamamını o afet sardı.
“Feasbehat kessariymi.” (Kalem 68:20) O bahçe devşirirmiş gibi oldu, sanki kökünden bütün ağaçları kopartılmış gibi. Mahsul zamanı gelmiş sabahleyin gidecekler, istisnasız söylüyorlar, gideceğiz sabahleyin meyvemizi koparacağız. Gece bahçe yanıyor, tanınmaz hale geliyor, bütün meyve toplanmış gibi. Her şey yanmış ve kül olmuş.
“Fetenadev musbihiyne.” (Kalem 68:21) Sabahleyin erkenden birbirlerine seslendiler.
“Eniğdu ‘ala harsikum in kuntum sarimiyne.” (Kalem 68:22) Hadi acele edin ekininizin başına, mahsulünüzün başına, eğer gerçekten bugün toplayacaksanız eliniz çabuk tutun. Birbirlerine bağırıyorlar, haydi çabuk, haydi çabuk.
“Fentaleku ve hum yetehafetune.” (Kalem 68:23)
“Fentaleku”, evlerinden kopup aydırlar hızlı bir şekilde , “..ve hum yetehafetune.” Birbirlerine gizli gizli fısıldıyorlar. Kimse duymasın diye.
“En la yedhulennehelyevme ‘aleykum miskiynun.” (Kalem 68:24) Bak ha! Bugün kesin yanımıza bir böle, zavallı, miskin, çaresiz bir kimseyi sakın sokuşturmayalım. Aramıza birisi sokulmasın, gelip de girmesin. Kimseye haber vermiyorlar.
“Ve ğadev ‘ala hardin kadiriyne.” (Kalem 68:25) Şöyle erkenden hızlı bir şekilde yola koyuldular. “ kadiriyne; güçlerinin yettiğince, yani var güçleriyle, hızlı gidiyorlar. Bir fakir bir miskin görürde arkalarına takılır diye.
” Felemma reevha kalu inna ledallune.” (Kalem 68:26) Bahçeyi görünce; “kalu inna ledallune” yanlış geldik dediler galiba. Kesin yanlış geldik burası bizim yer olamaz.
“Bel nahnu mahrumune.” (Kalem 68:27) Biz bu nimetlerden mahrum bırakıldık. Sen misin fakir fukarayı mahrum bırakan. Allah seni işte böyle mahrum bırakır. Şimdi bunla ilgili bir hikaye anlatılıyor, tefsirlerde. Yemende, Sana da bir köyde bir kişinin işte böyle bir bahçesi varmış, her türlü meyveler yetişiyor. Adam mahsul zamanında bütün fakir fukarayı çağırıyor. Önce onları bir doyuruyor, kaplarını da dolduruyor, hadi siz gidin diyor. Hatta yanlış söyledim, kendisi topluyor mahsulü kalanı da fakir fukaraya gelin sizde toplayın diyor. onlarda artanını topluyorlar. yani en iyisini bu alıyor, öbürlerine de kötülerini bırakmıyor, yani kalanı da siz toplayın diyor. Onlarda doyuyorlar bu da doyuyor ve mahsulde bayağı, her senede bol mahsul oluyor. Şimdi bunların Babam yarısını veriyor fakir fukaraya. Babaları öldükten sonra bu sene kimseye bir şey vermek yok ha diyorlar. Onun için böyle tedbirlerini alarak erkenden mahsullerinin başına geçiyorlar. Allahü teâlâ tamamını ellerinden alıyor tabi, siz misiniz fakir fukaraya vermek istemeyen, sanki kendinindi de. Şimdi bizim köyde bir elmamız var tam yolun kenarında, gelen geçen herkes o elmadan yer. Şimdi herhalde kurumuştur, epey zamandır başında duran da yok artık bakıyorlar mı bakmıyorlar mı bilmiyorum ve o elma her sene bol meyve verir. Dopdoludur üzeri, başka ağaçlarda hiç elma olmasa onda olur. Demek ki Allahü teâlânın bir hikmeti işte. Herkes yiyor ondan, gelen yiyor, giden yiyor. Sahibi de yiyor onlarda yiyor. İşte insanlar sanıyorlar ki fakir fukaraya verirsek biz zarar ederiz. Hayır niye zarar edesin. Allahü teâlâ ne diyor: 01:05-01:06 dk Arası anlaşılmıyor’’ le inşi .. enzüm .Hele siz şükredin teşekkür edin. Allah’a, yani benim emrime uygun davranın, kesin arttırırım diyor kesin. Bitti. Ama bunlar yanlış yapmışlar.
“Kale evsetuhum elem ekul lekum levha tusebbihune.” (Kalem 68:28)
“Kale evsetuhum”; onların orta görüşlü olanı, aşırıya kaçmıyor. Tamam bizde alalım ama fukaraya da verelim. Şöyle diyor; “ elem ekul lekum levha tusebbihune.”, ben size demedim mi, Allah’a boyun eğseniz olmaz mı Allah’ın emirlerine uygun davransanız olmaz mı dememiş miydim? Ama dinletemedim tabi.
“Kalu subhane rabbina inna kunna zalimiyne”(Kalem 68:29).
“Kalu subhane rabbina “, dediler ki Rabbimizin hiç bir eksiği kusuru yok. “inna kunna zalimiyne”, biz yanlış yaptık, hakkeden öyle yapmamalıydık. Biz zalimlik ettik. Fakir fukaranın hakkını yemeye karar verdik, çok yanlış yapmışız.
“Feakbele ba’duhum ‘ala ba’din yetelavemune.” (Kalem 68:30) Bu defa döndüler birbirlerini ayıplamaya. Sen böyle demiştin, yok sen demiştin, yok sen demiştin. Hepsi birbirini ayıplamaya başladı.
“Kalu ya veylena inna kunna tağiyne.” (Kalem 68:31) “Kalu ya veylena…”, dediler ki vay başımıza gelenler, ah ah.
“inna kunna tağiyne.” Biz çok aşırılık yaptık. Çok aşırılık yaptık, çok yanlış yaptık.
“‘asa rabbuna en yubdilena hayren minha inna ila rabbina rağibune.” (Kalem 68:32) Ama umarız ki Rabbimiz bize bundan daha hayırlısını verir.
“…inna ila rabbina rağibune.” Biz Babbimize yönelmişizdir.
“Kezalikel’azabu ve le’azabul’ahireti ekberu lev kanu ya’lemune.” (Kalem 68:33)
“Kezalikel’azabu…” İşte azab bu. Bir şey yaparsınız mesela adam çocuğunu yetiştirir, büyütür, tam okulunu da bitirir, ha işe de girdi, şimdi bundan sonra artık bana yük olmaktan da da kurtuldu, eve de para getirecek elhamdülüllah der. Ondan sonra bakar ki, eskiden bundan daha da iyiydi, şimdi daha berbat oldu işler. Bitmiyor ki bir türlü problemi, hiç sana sıra gelmez. Bir çok kimsede bu tür olaylar olur. Geçenlerde anlatmıştım. Tekrar anlatıyım. İstanbul müftülüğünde çalışırken müftü Selahattin Kaya, şimdi emekli oldu Allah hayırlı ve güzel ömürler nasip eylesin, gerçekten çok çok değerli bir insandır. şimdi geldi bana dedi ki, odama geldi, az önce seni çağıracaktım, ama çağırmadım. Ne oldu hocam? Bir emekli asker dedi, emekli albay müftü efendinin yanına gitmiş. Demiş ki müftü efendi demiş, perişanım perişan. Bir tane kızım var, yavrum. Annesi ve ben gözümüz gibi baktık büyüttük, elimizden gelen her şeyi yaptık, Hacettepe tıp fakültesini bitirdi, biz aile olarak, işte diplomasını da aldı, büyük bir heyecanlara girdik ki, başı örtülü eyvah! Bütün dünyamız yıkıldı, perişan olduk. Artık kimsenin yüzüne bakamıyoruz, dışarı çıkamıyoruz. Ne olursun bir fetva ver de bu kız başını açsın. Selahattin bey diyor ki, öyle bir tuhaf oldum ki diyor, gelmiş ne diyor adam bana. Demiş ki albayım, sizin annenizin başı açık mıydı. Olur mu benim babam müftüydü demiş. Tabi ki annemin başı kapalıydı. Peki eşinizin başı. Tabi ki açık, e tamam demiş bak açıklık annenizle kızınız arasında geçici bir devreydi bitmiş, tekrar aslına dönmüş. Sen bundan dolayı Allah’a şükretmen lazım. Bak kızınız aslına dönmüş daha ne istiyorsunuz. Şimdi müftü efendi diyor ki, böyle kendi kendine durdu, şey yaptı, cevap vermek için “kem küm” falan hiçbir şey söyleyemedi, çekti gitti diyor. Şimdi bir çok kimse kendine göre topluma bir şekil verir. Şimdi mesela Mekkeliler bu olayda diyorlar ki birkaç tane çapulcu, Medine’ye göç ediyorlar. Mekke’deyken onları öldürmeleri mümkün değil. Şimdi Mekkenin yapısı şöyle; herkes kabileler halinde, kabilecilikte de şöyle bir kural var, 01:11-01:12 dk Arası anlaşılmıyor’’“unsur ahada zalime ve mazlume”, zalimde olsa mazlumda olsa kardeşine yardım et. Yani kabile fertleri ne olursa olsun bir başka kabile ona laf dokundurmaz, bir şey yapamaz. Onun içinde peygamberimize bir şey yapamıyorlardı. Bu defa onları Medine’ye göç ettirerek orda kaçkın duruma getirdiler ve onlara ordu göndermeleri kendi hukuklarına göre yasal hale gelmiş oldu ve bedirde bunları bitireceklerdi. Onun için bedir’e giderken yanlarına develer aldılar, içki tulumları aldılar ve dansözler aldılar. Gerçektende düşündüğün zaman bunlar kaçkın. Bunların bir şeyleri yok ki. Onları yok etmek çok basit ve Ebu Cehil diyordu ki gideceğiz, onların her birini öldüreceğiz, kafataslarında içki içip dansözleri de oynatacağız diyor. Ne oldu sonuçta? Perişan oldular. Sonra tıpkı bu şeyin bahçesine gidip mahsul almak isteyen bu insanlar gibi Medine’yi bütün Arap yarımadasındaki şeylerle kuşattılar, bütün o Arap kabileleriyle ittifak halinde hendek savaşına geldiler işte, Yahudilerde geldi, tamamen çepeçevre kuşattılar. Medine’deki Yahudilerde bunlara destek verdi. Orda ki münafıklarda destek verdi ve Müslümanlar dört taraftan ateş altında bırakıldılar. Artık tamam. Müslümanlık diye bir şey kalmayacak, kesin. sonuç ne oldu? Tıpkı bu bahçenin sahipleri gibi eli boş geri döndüler, perişan oldular. Kesin yok edecekleri kanaatinde oldukları Müslümanlara kendileri sonradan teslim olmak zorunda kaldılar. Çünkü Müslümanlar bir müddet sonra geldi Mekke’yi de aldı onların elinden. Baktılar ki başka çare yok tıpkı bu bahçe sahipleri gibi onlarda vazgeçtiler. Şimdi herkes kendine göre bir plan yapar. Fakat burada asıl yanlışlık şu; her insan kendi kararını kendisi verir. Hiç kimse kimsenin emrine girmez, emrine girmiş gibi gözükür ama girmez. Birileri tam neticeye ulaştım işte, her tarafta hakimiyeti kurduk. Tıpkı burada olduğu gibi. İşte sabahleyin mahsulü toplamaya gidiyoruz. İnsanlarda da toplumda da böyledir. Her taraf tamam. Kesin biz başarılı oluyoruz, yapıyoruz. Başarı yüzde yüz, kayıp ihtimali sıfır. Tam tersine döner, başarısızlık yüzde yüz, kazanç ihtimali sıfır. Bakın burada Allah Mekkeliyi bahçe sahibine benzetiyor. Bahçeyi yetiştirmiş, olgunlaştırmış, tam neticeyi alacağına inanıyor, ama kaybediyor. Şimdi toplumda da insanlarla bir takım şeyler var. işte bazı devletler tam dünya hakimiyeti kurdum dediği an kaybeder. En üst nokta onun en zayıf olduğu noktadır. En yukarı doğru çıkarken, noktaya çıktığı zaman onun en zayıf olduğu andır. Ondan sonra aşağıya doğru düşse artık onu kimse tutamaz. Fakat o en üst nokta altına bir minare yapar, yıldızı da üzerine koyarsanız Süleymaniye minaresi gibi bir kaç asır o parıl parıl parlar. Altı boşsa düşer. Öyle yukarı doğru çok fazla çıktığına bakmayın. Hiç önemli değil. Asıl başarı Vellakıbıtil muttedin. Son gülen Müslümanlar olur, hem bu dünyada hem ahrette. Çünkü ayakları yere basar, çünkü doğrudur. 01:16-01:17 dk Arası anlaşılmıyor’’ Ama havai fişeklerle gökyüzünde bir bayrak ..
Çok güzel çok parlak gözükür ama çok azdır. İşte burada Mekkelilerin bütün ümitleri nasıl suya düşmüşse tıpkı bahçe sahiplerinin ümitleri boşa düştüğü gibi, bu bugünde böyle olur, yarında öyle olur. Asıl mesele şu; asıl mesele o bahçe sahibinin babası gibi davranmaktır. Herkesin hakkını vereceksin. O zaman Allahü teâlâ da sana verecek. Peygamber (S.A.V.) gibi davranırsan seni sürgün ettikleri Mekke’ye sekiz sene sonra oranın fatihi olarak girersin, ve çok başarılı olursun. Dolayısıyla herhangi bir konuda Müslüman’ın üzüleceği bir şey yoktur. Hem dünyalık hem ahret açısından. Allahü teâlâ hem dünyasını mamur eder hem ahretini. Müslüman için kaybetme diye bir olay yoktur, sürekli kazanır. Yeter ki Allaha tam kul olsun.
“…ve le’azabul’ahireti ekberu lev kanu ya’lemune.” (Kalem 68:33)
İşte azab bu, ama bir de ahiret azabı var ki o daha büyük. Tevbe edebilirsiniz, vazgeçebilirsiniz. Ama ahret azabı, tevbe imkanı da yok. Azap neymiş? Tam işte yüzde yüz başarı, kesin, hedefe ulaştık, bitti dediğin zaman sen bitiyorsun. İşte azap bu, bütün emeklerin sıfır. Şimdi adam bu dünyada uğraşıyor uğraşıyor, kendine göre bir dünya kuruyor. Bir ölüyor bakıyor ki elde avuçta hiç bir şey yok. Her şeyim yanlışmış. Bu dünyada el üstünde tutulurken baba, ağa, paşa diye hürmet görürken ahrette cehennemin “esfele safiliyne” girecek. İşte azap bu. Hiç beğenmediği kişilerinde cennette nimetler içerisinde dolaştığını görünce perişan olacak. İşte azap bu. dolayısıyla Allah’ın hesaba katılmadığı her organizasyon batmak zorundadır. Siz onların öyle parlaklığına bakıp ta hiç heveslenmeyin, hiç heveslenmeyin. Sonu iflas olan zenginlik mi, yoksa sonu zenginlik olan iflas mı ? Hangisini tercih edersiniz? İkinciyi tabi ki. Yani Cenabı Hakka güvenirseniz Müslümanın kaybedeceği hiç bir şey yok, her zaman en başarılı olandır.
Evet sorulara bakalım.
-Dinler arası diyalogu açar mısınız?
-Zaten açık benim açacağım bir şey yok. Şimdi dinler arası diyalog diye bir şey olmaz ama dindarlar arası diyalog olabilir. Yani o size kendisini anlatır, sizde ona kendinizi anlatırsınız. Fakat şu anda yürütülen dinler arası diyalogda, sen kendini anlatmayacaksın. Şu var mesela; Papalık Müslümanlığı bir din olarak kabul etmiyor. Muhammet (S.A.V) peygamber olarak saymıyor, Kur’an-ı Allah’ın kitabı olarak saymıyor. Bundan da bahsedilmesini istemiyor bu diyalog görüşmelerinde. Ondan sonra kendisi İsa’yı tanrı sayıyor, kutsal ruhu tanrı sayıyor, İsa’nın gelip dünyaya hakim olacağını söylüyor. onun bu şeyinden de bahsedilmesini istemiyor. İsa’nın geleceğini, Müslümanları desteği ile bütün dünyaya hakim olacağının söylenmesini de istiyor. Şimdi burada diyalog mu var? Dinler arası mı? Adam İslam’ı din olarak kabul etmiyor, Muhammed (S.A.V) peygamber saymıyor, Kur’an-ı Allah’ın kitabı saymıyor. Sen diyorsun ki üç büyük din, o üç kelimesini sen kullanıyorsun, o böyle bir şey kullanmıyor.Yok olsa çok güzel, çok muhteşem bir şey olur gerçekten. Sen doğrusunu da yanlışını da anlat. Müslümanlarla gayrimüslimler arasında diyalog her zaman olur ama diyalogda sen seni anlatırsın o kendisini anlatır. Bu diyalogda diyor ki sen kendini anlatmayacaksın, benimde şu şu özelliklerimden bahsetmeyeceksin diyor. Ortak taraflarımızdan anlatacağız diyor, farklılıklarımızdan anlatmayacağız. Bu diyalog değil, bu yeni bir sözleşmedir, yeni bir anlaşmadır, diyalog değil. Diyalogda o kendisini anlatır, siz sizi anlatırsınız. Tamam o sizin inanışınızdaki yanlış gördüğü şeyleri anlatabilir. Anlatsın. Siz de onun inancındaki yanlış gördüğünüz şeyleri anlatırsınız. Sizin inancınızı kabul etmeyebilir. Siz de onun inancını kabul etmezsiniz. Bu diyalogdur. İşte o işte bir kaç kere bahsettiğim Alman papaz, profesör, bizim Süleymaniye vakfında konuştuk ki , internet sitemizde de var o konuşma. Adam işte bizim bir arkadaşımız arkadan o o üniversiteye gitti. Orda demiş ki, ya ben o kadar İslam ülkesi dolaştım, o kadar toplantıya katıldım, Süleymaniye vakfındaki gibi hiç olmadı demiş. O tam manasıyla bir diyalogdu demiş. Öbüründe hepsi monolog olarak geçerdi, yani sadece bir taraf konuşur diğer taraf dinlerdi, ama burası tam anlamıyla diyalog oldu. Tamam. Buyursunlar, biz gidelim, başkaları olsun. O diyalog yapıyorum diyenler kendilerini tam tamına anlatsınlar. Öbür tarafta anlatsın. Ama yok efendim, ihtilaflı konulara girmeyelim, o diyecek ki İsa Allah’tır diyecek, sen ses çıkarmayacaksın. Papaz Allah’ın temsilcisidir diyecek, sesini çıkarmayacaksın. Günah çıkaracak vesaire artık. Sen bütün bunları hiç görmeyeceksin, İslam son dindir demeyeceksin, Allah’ın yanında din İslam’dır demeyeceksin ve bunun adına diyalog denecek. Yani diyaloga kimse karşı olmaz. Ama bugün diyalog diye anlatılan şey, bir Hıristiyan propagandasıdır, başka bir şey değildir. Ama gerçek manada diyalog olsa muhteşem bir şey olur. Diyalog karşılıklı konuşma, o kendisinden bahsedecek siz kendinizden bahsedeceksiniz, diyalog budur. Burada diyalog yok, bu diyalog değil.
Bir katılımcı sorusuna cevap: Enam suresi 61nci ayetin tercümeleri 136.ncı sayfa.
“Ve hüvel kahiru fevka ibadihi ve yürsilü aleyküm hafezah hatta iza cae ehadekümül mevtü teveffethü rusülüna ve hüm la yüferritun” (En’am 6:61)
Buradaki mealde nasıl diyor ki burada “Kullarının üstünde mutlak galip o dur. Üzerinize hareketlerinizi kaydeden hafeze melekleri gönderir. Hatta birinize ölüm geldiği vakit onu gönderdiğimiz melekler öldürür ve onlar vazifelerinde kusur etmezler. “Ve hüvel kahiru fevka ibadihi…”. İşte Allah kulları üzerinde tam bir hakimdir.
“…ve yürsilü aleyküm hafezah…”, size koruyucu melekler gönderir.
“…hatta iza cae ehadekümül mevtü…”, sizden birinize ölüm geldiği zaman “…teveffethü rusülüna…”, elçilerimiz onu vefat ettirir. “…ve hüm la yüferritun…”, onlar kusur etmezler. Bu mealde bu ayet arasında bir uyumsuzluk ben şahsen göremiyorum. Tam hakim manasına gelir kahir.
Bir Katılımcı: İlmihalleler üstündeki farklılıktan dolayı o soruyu yönelttim. Burada gönderilenler ölüm anında mı koruyor, koruyucu melekler?
Bir Katılımcı Sorusu: 01:27-01:28 dk Arası anlaşılmıyor’’
A.Bayındır: Koruyucu melekler her gün, her an koruyor insanı.
Bir Katılımcı: Sadece ölüm anında değil değil mi?
A.Bayındır: Ölüm anında korumuyor. Başlangıçtan ölüm anına kadar. Ölüm anında korumaz zaten koruyacak olsa ölmez.
Bir Katılımcı: 01:27-01:28 dk Arası anlaşılmıyor’’ İlmihallerde böyle bir tabir varda.
A.Bayındır: Olabilir bazı mealler de olabilir. Ölüm anında korumuyor, yaşadığımız zaman koruyor. Mesela elinizde bir gazete okuyarak gidersiniz, bir irkilir önünüze bakarsınız ki bir çukur. O işte size çukurun varlığını haber verir, sizinle beraber olan melek. Bazen böyle bir geri dönersiniz ki adam arkadan size bir şey yapmaya çalışıyor, daha fazla sebeplerde vardır.
Bir Katılımcı Sorusu: Allah ve Adem arasında Cebrail var mıdır? Yoksa Allah’a direk temas olmuş mudur?
A.Bayındır: Şimdi Allahü teâlâ tabi, peygamberimize nasıl öğretiyor ise Adem (A.S.)’ada öyle öğretmiştir. Çünkü bir ayeti kerimede Cenabı Hak diyor ki “Ve mâ kâne li beşerin en yukellimehullâhu illâ vahyen ev min verâi hıcâbin ev yursile resûlen fe yûhıye bi iznihî mâ yeşâu, innehu aliyyun hakîm(hakîmun).”(Şura 42:51).Allah hiç bir beşerle, Allahın hiç beşerle görüşmesi, konuşması söz konusu değildir. Adem (A.S.)’da öyle. Üç istisnası var.
“illâ vahyen” Bir fısıldama şeklinde yani, içerisine doğması. Bizim içimize de doğar bazen Hakkın ilhamı. Her insanda olur bu.
“ev yursile resûlen” şey “ev min verâi hıcâbin“, ya bir perde arkasından mesela Musa (A.S.) ile ağacın arkasından, işte bir buluttan gelen bir ses, ağacın arkasından gelen bir sesle konuşmuştur. “ev yursile resûlen” ya da bir elçi gönderir peygamberimize gönderdiği gibi.
“fe yûhıye bi iznihî mâ yeşâu”, Allah izniyle, Allahın vahiy ettiğini ona getirsin diye. Dolayısıyla Adem (A.S.)’ada bu yollardan biri ile olmuştur elbette. Ama hangisiyle olduğunu biz bilmiyoruz. Okuduğumuz ayetlerde bu yollardan hangisiyle olduğunu bilmiyoruz. Ama bunlardan biri olduğu kesin.
A.Bayındır: Evet, Ali imran 7 ile ilgili bir soru var.
51.nci sayfa. Ali imran yedideki müteşabihi nasıl anlamalıyız diyor? Bu konuda bizim vakit de bir hayli daraldı. Kısaca açıklayacağım ama doğru bildiğimiz yanlışların son bölümünde detaylı bilgi var. Uzun uzun açıklayamam çünkü bu uzun açıklamak için tahta olacak burada, başka şeyler olacak burada ya da slayt gösterisi yapacağız, öyle bir hazırlığımız yok şu anda.
Ama kısaca söyleyeyim.
“Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu muteşâbihât(muteşâbihâtun), fe emmâllezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlihi, ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).” (Ali imran3:7)
““Huvellezî enzele aleykel” odur. “ minhu âyâtun muhkemâtun.” Onun bir kısmı muhkem ayetlerdir. “ hunne ummul kitâbi ” Onlar kitabın temelidir. Yani hükmün anasıdır, verilecek hükmün kaynağıdır, temelidir. ve .. müteşabihat. diğer ayetlerde müteşabihdir. Yani bu ana ayete benzer. “ fe emmâllezîne fî kulûbihim zeygun ” Şimdi ana ayeti bir ağaç düşünün, ağacın bir ana gövdesi var, bu ana ayet bir de dalları var müteşabih. Dalın yapısıyla ağacın yapısı aynı değil midir yani hücre yapısı vesairi aynıdır. Bu ona benzer. Şimdi dallarla ağaç birlikte olursa meyve alırsınız. Ama dalı ağaçtan koparırsanız meyve alabilir misiniz? Ancak odun olur. Şimdi ana gövdeyle dalı ayırdınız mı dalı istediğiniz yere götürebilirsiniz. Ayırmazsanız oradan götüremezsiniz. orda kalır. İşte kalplerinde eğrilik olanlar o ana ayeti değil de benzer ayeti alırlar, yani ikisi arasındaki ilişkiyi koparırlar, kopardıkları an o ayete istedikleri manayı yüklerler. Çünkü ana ayette, yani ana gövdeyle bağı kopmuştur. Bunu niçin yaparlar? Hani bilmeden yapan olabilir. Ama bir fitne çıkarmak niyetiyle “01:32-01:33 dk Arası anlaşılmıyor’’ 01:32:37 Anlaşılmıyor “vebtigâe te’vîlihi “ tevili için ilişki kurmak demektir. Şimdi dalla ağaç arasındaki ilişkiyi kim kurmuş? Allah kurmuş. Tamam. Bu ağacı başka bir taraf o zaman koparıp öbür tarafa götüreceksin. İşte bu ayeti ana ayetten ayırıp başka tarafla ilişkilendirme arzusu Kur’an’a dayanarak yanlış yapma. Çünkü Kur’an, işte buyur Kur’an der, adama. Biz bunu hep gösteriyoruz size. Ayetler arası ilişkileri kopardığınız zaman ne acayip anlamlar ortaya çıktığını görüyorsunuz. Dalı gövdeden kopardığınız zaman “e canım buda işte vişne ağacı dersiniz” doğru ama bundan artık meyve alınmaz ki.
“ ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu)”. Onun tevilini Allahtan başkası bilmez. Yani o bağlantıyı bu ayetin “01:33-01:34 dk Arası anlaşılmıyor’’ hangi ayetle anlaşılmıyor. Bağlantılı olduğunu sadece Allah bilir. Dal ile gövde arasındaki ilişkiyi Allah kurmuştur, koparmak değil, o ilişkiden yararlanılarak “01:33-01:34 dk Arası anlaşılmıyor”
“ ver râsihûne fîl ilmi ” bilgide sağlam bir yer edinenler “ yekûlûne ” şöyle derler; “ âmennâ bihî “, biz inandık. Yani ayetler arasında bir bağ vardır. “01:34-01:35 dk Arası anlaşılmıyor” …kişilerin kuracağı ilişki. Siz ilişki kurmuyorsunuz. O benzerliklerden hareket doğuyor. Biz buna inandık hepsi Rabbimiz katındandır. “vemma..ululerbab”, bunu ancak iki tefrika kavrayabilir der. Adamın niyeti farklıysa “01:34-01:35 dk Arası anlaşılmıyor”.. mümkün değil.
Bir Katılımcı Sorusu: Misvak kullanmak, sakal bırakmak bunlar sünnet midir?
A.Bayındır: Tabiatta her şey var. Bir tas çorbayı “01:34-01:35 dk Arası anlaşılmıyor”……… ya da onu bilenler pişirirler”01:34-01:35 dk Arası anlaşılmıyor”yok mu? İşte Peygamber (S.A.V.) hadisleri o çorbadır. “01:34-01:35 dk Arası anlaşılmıyor”… almıştır. Efendim içindeki yağı falan hayvanın yağından almıştır. Ordaki tuzunu falan yerden almıştır. Bilmem diğer malzemelerini şuradan buradan almış, biriktirmiş, bir çorba yapmıştır. Peygamberimizin sözleri böyle hazır yemeklerdir. İyi bilenler, uzmanlar, çorbayı ağzına aldığı zaman bunun içinde neler var bilir. Hadisi de okuyan kişi iyi uzmansa peygamberimiz şunu şuradan bunu buradan almış der. Mutlaka Kur’an’dan almıştır. Ama bazıları çorbanın içine zehirde katabilirler. İyi uzmansa zehiri de hisseder, iyi uzman değilse hissetmez. İçer zehirlenir. İşte hadisin içinde de bir takım yanlışlar katılabilir. Peygamber efendimizin hadisleri pişmiş bir yemek gibidir ve bizim için son derece önemlidir. Ama o yemek, o yemeğin bütün malzemeleri kurandan alınmıştır. Dolayısıyla Peygamber efendimizin her sözü bizim için örnektir. Kur’an-ı Kerimi esas alacağız ve Peygamberimizi de örneğimiz olarak alacağız ona göre hareket edeceğiz. Tabi esas olan ağız temizliğidir. “01:36-01:37 dk Arası anlaşılmıyor”…… Çünkü misvak ta bir kez kullandığın zaman ağzını keser, diş fırçasını her gün atamazsınız ki, çünkü her yerde var bu yani yumuşak bir ağaç parçası oldu mu tamam. Bir parçası midenize gitse hiçbir problem olmaz. Ama o şeyin bir parçası gitse problem çıkar. Misvak ucuzdur, her yerde kolay bulunur. herkes kullanabilir. Ama öbürü herkesin yapabileceği bir şey değildir. ama öbürü kullanılamaz mı kullanılır tabi. Burada esas olan ağzı temizlemektir.
A.Bayındır: Kıyafette giyimde bizim hiç bir fıkıh kitabımızda kadının ve erkeğin kıyafetiyle ilgili bir model tavsiye edilmez. Model yok sadece kumaş olarak işte erkekler ipekli giymez diye işte hadisi şerif var. Altın kullanamaz diye var. Kadınlar için bu da yok. Renk sınırlaması da yok. Ama mesele şu; karşı tarafın cinsi arzusunu harekete geçirmemek gerekir, çünkü dinimiz zinayı yasaklamıştır. Bu sebeple de gereken tedbirleri almak lazım. İnce, dar, vücut hatlarını ortaya çıkaracak, insanların işte batılıların seksapel dedikleri karşı tarafın cinsi arzularını ortaya çıkaracak şekilde, erkek içinde kadın içinde giyinmek mekruhtur ve bunu da herkes anlar zaten.
Bir Katılımcı Sorusu: Sarık sarma meselesi;
A.Bayındır: Sarık tamamen örfi bir iştir. Arabistan’da yaşıyorsanız mecburen saracaksınız başınıza. Çünkü kalınca bir kumaş parçası olması lazım. Bir kum fırtınasına yakalandığınız zaman gözlerinizi de kapatmanız lazım, boynunuzu da kapatmanız lazım. Güneş varsa yüzünüzü de kapatacaksınız, aşağıdan dönen ışıklar yüzünüzü yakar, yukarıdan dönene karşıda tedbir alacaksınız. Bir gölgeye geldiğiniz zamanda tabi o başınıza .. o ağzınızı, boğazınızı kapatamazsınız, onları açıp başınızın etrafında saklayacaksınız onu. Onun adına da sarık diyecekler. Yani bunun dinle bir alakası yok. Bu tamamen bölgeyle, fiziki şartlarla alakalı bir durumdur.
Bir Katılımcı Sorusu: Saçları kısaca kesmek, uzun kesmek
A.Bayındır: Buda kişinin keyfine kalmış.
Bir Katılımcı Sorusu: Sakal bırakma meselesi
A.Bayındır: Peygamber (S.A.V) bir hadisi şerifte sakalınızı uzatın, bıyığınızı kesin, müşriklere benzemeyin diye buyuruyor. Burada çeşitli yorumlar var, Bazıları lafza bağlı kalarak diyorlar ki sakalı uzatmak farz, bıyığı kesmek farzdır. Bazıları da diyor ki o zaman zaten müşriklerinde sakalı vardı, herkesin vardı. Dolayısıyla peygamber efendimiz Müslümanların farklılaşması için yapması gerekeni söyledi. Yani sadece o hadisi şerif var, başka yok. Peki bu akşamlık bu kadar. Cumartesi günü mümkün olduğu kadar çok kişiyi oraya toplamaya çalışalım.
Allah hepinizden razı olsun.
El Fatiha