Allahü Teâlâ burada şöyle buyuruyor: “İsrailoğullarından kesin sözü aldığımız zaman şöyle demiştik onlara: Allah’tan başkasına kul olmayacaksınız. Anaya babaya karşı da iyilikte bulunacaksınız. Yakınlı olanlara, yetimlere ve miskinlere de iyilikte bulunacaksınız. İnsanlara karşı da güzel konuşun.”. İnsanlara iyi ve güzel konuşma yapın. Tabi aynı şeyler bizim için de geçerli, fark etmiyor.
Biliyorsunuz daha önce okumuştuk, Enam suresinin 89. ayetinde Allah bütün nebilere kitap verdiğini bildiriyor. Değil mi? Yeni gelen arkadaşlarımız bilemeyebilir de önce gelenler bunu çok net bir şekilde hatırlayacaklardır. 83’le başlıyor 89’la bitiyor. 83’ten 89’a kadar ayetleri okuduğunuz zaman Allahü Teâlâ burada 18 tane peygamberin adını sayıyor. En başta Nuh aleyhisselam, en sonda peygamber olma tarihi itibarıyla İsa aleyhisselam. Ve tabi İbrahim aleyhisselam da var arada. İbrahim aleyhisselamın çocukları da var. Bunların babaları diyor. Babaları deyince Nuh aleyhisselamın babalarına kim girer? Adem aleyhisselam girer değil mi? Evlatları diyor, evlatları deyince mesela İbrahim aleyhisselamın adı geçiyor. En son kim girer ona? Muhammet aleyhisselam girer. Peygamberimiz, evlatlarındandır. Ondan sonra kardeşleri diyor. Dolayısıyla burada isminden bahsedilen 18 tane nebi ama anlatılan kaç tane oluyor? Tamamı oluyor yani. Çünkü babaları, soyları, kardeşleri… Bu kavram içerisine girmeyen herhangi bir nebi kalmıyor.
Şimdi, her resul, nebidir ama her nebi, resul değildir derler gelenekte. Halbuki tam tersidir. Her nebi, resuldür ama her resul, nebi değildir. İş tam tersinedir. Şimdi her şey böyle ters dönünce dini anlamak gerçekten zorlaşıyor. Yani bunu nasıl başarmışlar anlamak mümkün değil. Yani elimizde Kuran-ı Kerim olmasına rağmen bu böyle. Şimdi biz bazı tarikat ve cemaatlerin hatalarını söylüyoruz, son derece doğru, haklı. Ama ilim diye karşımıza çıkan fıkıhtır, tefsirdir, kelamdır, bunların hataları hiç affedilecek gibi değil. Öbürlerinin hadi bunlarda ilim yok diye ellerinin tersiyle itebiliyor insanlar. Peki, ya bunlar alim olarak karşımıza çıkıyor, bunları ne yapacağız?
İşte diyor ki, “Onlar kendilerine kitap verdiğimiz…” Hüküm de hikmet demek oluyor, hikmet de Allah’ın indirdiği kitaplarda bir açıklayan ayet vardır Hud suresinde bildirdiği gibi. “Ayetleri muhkem kılınmış bir kitaptır, sonra açıklanmıştır hakim ve habir tarafından.” Yani ayetler ikiye ayrılır, açıklanan ayetler, bir de açıklayan ayetler. Peki, açıklama hangisi oluyor? Açıklayan, açıklanan, bir de açıklama gerekir değil mi? Yani bir sonuç. İşte o açıklama da hikmet oluyor. Hikmeti siz Kuran-ı Kerim’in içinde bir ibare olarak, bir ifade olarak göremezsiniz. Açıklayan ayetle açıklanan ayeti bir araya getirir, bir ilim adamları topluluğunun önüne bunu koyarsınız, onlar onun üzerinde çalışırlarsa açıklamaya ulaşırlar. Onun adına da hikmet denir. İşte bu da bütün peygamberlere verilmiş olandır. Hikmet sadece peygamberlere değil, aklı başında bütün insanların da ulaşabileceği bir bilgidir, gereken gayreti gösteren herkes.
Şimdi, burada böyle. Bir de Şura suresinin 13. ayetine bakalım biraz daha detaya inmiş olmak için. 42. sure. Şimdi, burada diyor ki Allahü Teâlâ, “Nuh’a neyi emretmişse onu sizin için bu dinin şeriati yaptı.” . O zaman Nuh aleyhisselamın kitabında ne varmış? Kuran’da ne varsa o varmış değil mi? Ondan sonra devam ediyor, “Sana yaptığımız vahiy, (Muhammet aleyhisselama) İbrahim’e, Musa’ya, İsa’ya yüklediğimiz görev bu dini ayakta tutun.”. Yani din aynı din, bu dini ayakta tutun. “Bu dinde ayrılığa düşmeyin. O müşriklere, Allah’ı ikinci plana atanlara senin çağırdığın şey ağır geldi.” Çünkü o zaman hayat tarzlarını değiştirmeleri lazım. İnsanları dinden uzaklaştıran odur. Hayat tarzını değiştirmek istemediği için insanlar dinden uzaklaşır. Yoksa dini sevmediği için değil. Yanlış olduğu için değil. Gayet doğru bulur ama hayat tarzını değiştirmek istemez onun için uzak kaçar. Ondan dolayı ağır geliyor. Hayat tarzını değiştirmek istemediği için. Bak, yanlış geliyor demiyor, ağır geliyor diyor.
“Allah, gereken gayreti göstereni kendisine seçer ve o tarafa doğru yöneleni de kendi yoluna yöneltir.” O zaman bu insanların gayretlerine bağlı. Şimdi, bu din ne acaba? Bu dinin temel öğeleri ne? Onu da, Beyyine suresini açalım lütfen. Burada Allahü Teâlâ şöyle diyor: “İster ehli kitaptan, ister müşriklerden olsun o kafirler…” Çünkü ehli kitaptan da kafirler var, bizim müşrik dediğimiz diğer gruptan, aslında ehli kitap da müşrik ama bu bir sosyal ayırım. Çünkü ehli kitabın müşrik olduğuna dair çok sayıda ayet var. “Gerek ehli kitaptan, gerek müşriklerden kafir olanlar çözülecek değillerdi.” Yani bir kirin çözülmesi gibi çözülecek değillerdi. “o beyyine onlara gelinceye kadar.” Peki, beyyine nedir? Allah tarafından gönderilen bir resuldür. Şimdi dikkat edin burada nebi denmedi. Faydası ne, nebi deseydi ne olurdu, resul deseydi ne olurdu? Bakın şimdi, her resul, nebi değil ama her nebi, resul. “Resulün min Allah” derken ne anlıyorsunuz? Şimdi mesela siz de “resulün min Allah” olabilir misiniz? Ne zaman olursunuz “resulün min Allah”? Allah’ın kitabını olduğu gibi okursanız, hiçbir şey katmazsanız, bir şey çıkarmazsanız “resulün min Allah” olursunuz. Hah, devamı da var ama ben imtihan ediyorum şimdi.
Şimdi “nebiyyin min Allah” olursa, nebi yaşadı bitti. O zaman din de biter değil mi? “resulün min Allah” derken nebi de girer işin içine, o nebinin tebliği ettiği kitabı anlatan tüm insanlar da girer. “Resulün min Allahi”, Allahtan bir resuldür o beyyine. Yani bir kişi gidecek. “Tertemiz sayfalar okuyan bir resul.” O tertemiz sayfalar nedir? İçerisine yalan karışmayan, doğrudan doğruya Allah’ın sözü olan… İlave ve çıkarma yapmadan okuyorsunuz. Hangi dilde okuyacağız? Muhatabın dilinde okuyacağız, karşı tarafın dilinde. Çünkü karşı tarafın anlaması lazım. “Onun içerisinde sağlam hükümler olan.” Hani o kadar sağlam hükümler var ki kimsenin itiraz etme şansı yok. O hükümlere itiraz edemedikleri için yaptıkları şu: Diyorlar ki, bu senin sözün diyerek itiraz ediyorlar, Allah’ın sözü diyerek itiraz edemiyorlar. Öyle bir hedef saptırması yapıyorlar ondan sonra itiraz ediyorlar.
Şimdi, demek ki ister ehli kitaptan, ister müşriklerden olsun Allahü Teâlâ’nın yoldan çıkmış saydığı insanların tamamına Allah’ın ayetleri okunmazsa onlarda bir kıpırdama olmaz. Aynı bir kir gibi düşünün. Bazı kirler vardır ki öyle sabunla filan çıkmaz. Onun için mesela çamaşır suyu filan dökeceksiniz, çözülmesi için. İşte ister ehli kitap, ister diğer müşrikler, onlara Allah’ın ayetleri okunmazsa çözülme olmaz. Peki, bunun aksi ne? Allah’ın ayetleri okunursa ne olur? Mutlaka çözülme olur. Mutlaka olur, ondan kurtuluş yok. Mutlaka çözülme olur.
Şimdi, ondan sonraki ayet onu anlatıyor: “Kendisine kitap verilmiş olanlar çözülmediler, ayrılmadılar, ayrışmadılar.”. Onlara o beyyine geldikten sonra ancak ayrıştılar. Çünkü ortada gerçeklere çağıran birisi var. Herkes diyor ki, yahu bu doğru, bunu yapalım. Bir kısmının menfaati var, menfaatini bırakmak istemiyor. Bir kısmı diyor ki, kardeşim beni ilgilendirmez, bana ne, ben doğruların peşine giderim diyor ve ayrışma oluyor o toplumda. Yani şimdi siz bir topluma birkaç tane ayet okuyup gidiyorsunuz. Ondan sonra ne oluyor? Şimdi, birisi bana öbür vakıfta ders yaparken telefon etmişti, şöyle dedi: Sen ne yaptığının farkında mısın? Ne var dedim? “Her hafta insanları oraya topluyorsun, onlarla konuşma yapıyorsun, ondan sonra bunları piyasaya bir salıyorsun. Her birisi parça tesirli bomba gibi, gittikleri yeri ne yapıyorlar biliyor musun dedi.”. Öyle olması gerekmiyor mu?
Yani siz gidiyorsunuz bir yerde bir ayeti kerime okuyorsunuz, diyorsunuz ki, adamın hiç umurunda bile olmadı. Sen öyle zannet! Bir de sen gittikten sonra bir başka kulak onu dinlesin, sana bir neticeyi anlatsın bakalım. Ya da içinizde o durumdayken vazgeçenler, durumlarını anlattıkları zaman mesele ortaya çıkıyor.
Peki, şimdi esas konumuz bu. “Bunlara verilen emir, sadece Allah’a kul olun.” Birinci emir bu. “Samimi olarak dini sadece Allah’a has kılarak.” Allah ne demiş, o. Başkası değil. Değil mi? Size şunu da hatırlatayım. Hud suresinin ilk ayetlerinde diyor ki Allah, tekrar hatırlatayım, bir başka yönüyle söyleyeceğim. “Elif, Ram, Ra. Bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmış…” yani hüküm ifade eden ayetler şeklinde kılınmış. “…sonra da o hükümler, hakim ve habir tarafından yine ayetlerle açıklanmıştır.” Niye açıklandı? “Allah’tan başkasına kul olmayasınız diye.” Yani herkes, açıklamayı Allah yapıyor ki başkası kendini Allah’ın yerine koyup da açıklama yapmasın. Tamam mı?
O zaman şimdi ben size desem ki, bana uyun desem ve açıklamaları ben yapsam, ben kendimi ne yapmış olurum? Allah’ın yerine koymuş olurum. Şimdi, sizden herhangi birinin Abdülaziz Bayındır’a uyma görevi var mı? Ben, Abdülaziz Bayındır ne derse onu yaparım derseniz bu çok ciddi tehlikedir değil mi? Çok büyük bir tehlikedir. Yalan söylediyse, yanlış anladıysa ne olacak? Ha, doğru anladığı kanaatiyle yapmak ayrı bir konu. O zaman Abdülaziz Bayındır’a uymuş olmuyorsun da doğru anladığına kanaat getirerek o ayete uyduğunu düşünüyorsun. O biraz farklı, orada yanılmalar olabilir ama hiç olmazsa kişinin düşüncesi doğru. O zaman öyleyse çağıranlar, neye çağırmaları lazım? Doğrudan Allahü Teâlâ’nın ayetlerine ve açıklamayı da Allahü Teâlâ’nın yapmış olması lazım. İşte, Peygamberimizin hadislerinin tamamı o açıklamalardır. İlgili ayetleri birleştirip bir ekip çalışması olursa… bak biz burada karşınıza üç kişi çıkıyoruz. Az önce bir hata yaptım, Allah razı olsun hemen Yahya düzeltti. Şimdi burada Enes hoca habire notlar yazıyor, bana vermek için. E peki, buraya gelmeden önce yine 4 kişi oturduk, bu akşam neler konuşacağız onu düşündük taşındık. Hafta içinde de bir sürü çalışmalar yapıyoruz. Niye? Çünkü Cenabı Hak öyle diyor. Diyor ki, bu ayetler bilenler topluluğu için açıklanmıştır diyor. Topluluğu oluşturmak zorundayız değil mi?
İşte, şimdi burada diyor ki Allahü Teâlâ, “O insanlara verilen emir sadece şu: Sadece Allah’a kul olacaksın,” Öyle şuna buna değil, sadece Allah’a kul olacaksın. “…samimi olarak ve dini yalnız Allah’a has kılarak ve namazı kılacaklar.” Kime verilen emir bu? Bütün peygamberlere. Bütün peygamberler dediğiniz zaman kimden başlıyor? Adem aleyhisselamdan Muhammet aleyhisselama kadar. “O namazı kılacaklar” aynı ifade bizim için de geçerli, onlar için de geçerli. Başka? “…ve o zekatı da verecekler.” Demek ki namaz ve zekat son derece önemli iki ibadet. Bakın, Allah’tan başkası dışında kul olmama dışında hemen arkasından namaz ve zekat geliyor. Bunlar son derece önemli. Temel emir, bunlar. “Bu işte o yukarıda anlatılan kayyime dinidir. Yani kitaplarda anlatılan din budur.” Esas sağlam din, ayakta duracak olan din budur. Devam etmesi gereken din, herkesin uyması gereken din budur: Allah’tan başkasına kul olmamak, namaz kılmak ve zekat vermek.
Peki, Bakara 83’te ne dedi şimdi? Bakın işte İsrailoğullarıyla ilgili olarak. Dedi ki, “Allah’tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz.”. Tabi birtakım ilaveler de oluyor bu ayete göre. “Anneye babaya karşı iyi davranacaksınız, iyilikte bulunacaksınız, yakınlığı olanlara, yetimlere ve çaresiz kalmış olan kimselere yardım edeceksiniz.” İnsanlara iyi davranın dedikten sonra ne dedi? “O namazı kılın ve zekatı verin.” Şimdi, bugün Yahudiler bu 5 vakit namazı kılıyorlar mı? Bizim gördüğümüz Yahudiler kılmıyor ama kılanların olduğuna dair haberler duyuyoruz. Bugünkü Hıristiyanlar o namazı kılıyor mu? Ha, Süryani Kilisesinde birazcık bir şeyler var. Yani namaz kılıyor şeklinde değerlendireceğimiz ibadet şekilleri var, o kadar. “Sonra siz döndünüz o şeyden içinizden az bir kısmı hariç.” Bizim Ömer Bey, işte gördüm Yahudilerin 5 vakit namaz kıldıklarına dair bir video dedi ama bize bir türlü ulaştıramadı onu, bazı Yahudi grupların. Samiriler mi diyorlardı? “Böyle geri çekilerek yüz çevirdiniz.”
Şimdi, şeyle ilgili olarak İbrahim aleyhisselam Mekke’de geliyor, biliyorsunuz Allahü Teâlâ, yeryüzünde ilk bina olarak Mekke’deki Kabe’nin yapıldığını bildiriyor. İlk binayı, ilk insan olan Adem aleyhisselam yapıyor. Davut aleyhisselam zamanında kısa süreliğine kıble, Beytil Maktis’e doğru dönüyor. Kudüs’te olan Zeytindağı’na dönüyor. Peygamberimiz zamanında tekrar Kabe’ye doğru geliyor. Eski haline dönüşüyor. Nuh aleyhisselamın kavminin tufanla batmasından sonra Kabe-i Şerif sular altında kalıyor. Kumların altında kayboluyor, yıkılıyor. Sonra İbrahim aleyhisselam geliyor eski Kabe’yi aynı temeller üzerine yükseltiyor ve orada bir dua yapıyor. Bakara 127. ayet. Burada diyor ki Allahü Teâlâ, “İbrahim o beytin temellerini yükseltirken (Sıfırdan yapmıyor temellerini yükseltiyor. İsmail de onunla beraber.) dedi ki, ya Rabbi bizden kabul eyle. Sen işitensin, bilensin. Ya Rabbi bizim ikimizi de sana tam teslim olan kişiler yap. Bizim soyumuzdan da sana teslim olmuş bir ümmet oluştur. Menasikimizi bize göster.” Yani hac ibadetimizi yapacağımız yerleri göster. Çünkü Adem aleyhisselamdan itibaren hac ibadeti yapılıyor ama o kaybolmuş, İbrahim aleyhisselam da bilmiyor, göster diyor. Ondan sonra “Bizim tövbemizi kabul eyle…”
Sonra 259. sayfaya geçiyoruz. İbrahim suresi 37. ayet. İbrahim aleyhisselamın bize duasını Cenabı Hak bildiriyor. Diyor ki burada İbrahim aleyhisselam: “Rabbimiz…” Şimdi Allah emrettiği için geliyor İbrahim aleyhisselam, Mekke’nin o Kabe’nin olduğu yere. O Kabe’nin temellerini yükseltiyor. Sonra oğlunu ve karısını orada bırakıyor. Bir vadiye bıraktım ki bitkisiz. Gerçekten çok büyük bir imtihan geçiriyor. Hem kendisi, hem eşi ve çocuğu. “Senin kutsal yani dokunulmaz evin yanında bu. Rabbimiz bunu şunun için yaptım diyor, namazı kılsınlar diye.” Bak, aynı namaz. “Öyleyse ya Rabbi insanlardan bir grubunun içini buraya akıt ve buraya gelmek istesinler.” Bak, bugün hacca giden, umreye giden bir daha bir daha gitmek istiyor değil mi, Allah, İbrahim aleyhisselamın duasını kabul ettiği için. “Onları meyvelerden de rızıklandır.” Orada her mevsimde her türlü meyve bulunur eskiden beri. “Belki teşekkür eder, şükrederler.”
Sonra 39’u da okuyalım. 37 miydi az önceki? O zaman hemen 40’a geçelim. Esas anlatacağımız şeylere vakit yetsin diye. Ondan sonra yine dua ediyor. Diyor ki, “Ya Rabbi beni bu namazı tam olarak kılan bir kişi yap.” diyor. “Soyumdan da öyle.”
Şimdi Mekkeliler kimin soyundan gelmiştir? İbrahim aleyhisselamın soyundan yani onun oğlu İsmail aleyhisselamın soyundan. Onun için hep ayeti kerimede babanız İbrahim’in dini diye sürekli onlara hatırlatma yapılır. Şimdi, İbrahim aleyhisselamın soyundan geldiklerine göre İbrahim aleyhisselam dua ediyor. “Yarabbi bu namazı kılan kişi yap beni.” diyor. “Soyumdan gelenler de öyle olsun. Ya Rabbi duamı kabul et. Benim günahlarımı gösterme, ört, affet, anne ve babamın günahlarını da, müminlerin günahlarını da o hesabın kurulduğu gün.”
Şimdi, Allahü Teâlâ, İbrahim aleyhisselamın bu duasını kabul etmiştir. Duasını kabul ettiğine göre Mekke’de namaz kılanlar eksik olur mu? Yani İbrahim aleyhisselamdan Peygamberimize kadar. Olmaması lazım. Yani büsbütün kaybolmaması lazım. Ama bunlar bu namazın şeklini şemalını değiştirmişler. Bunlar namazlarını değiştirmişlerdi. 8. surenin (Enfal suresi) 35. ayeti. Şimdi burada diyor ki, “Mekkelilerin Beyt yanındaki namazı sadece şuydu: Islık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildi. Kafirliğinize karşı ya da gerçekleri örtmenize karşılık bu azabı tadın denecek onlara.”.
Şimdi, zamanımızda namazla ilgili çeşitli görüşler ortaya atanlar var. Bazıları diyor ki, namaz üç vakittir diyor. Hep duyuyorsunuz. Önce bir 5’ten 3’e indirelim gerisi kolay. Ondan sonra bazısı diyor ki, aslında namaz huzurda durmaktır diyor. Bir site, tefsir yapan bir site var, namaz zihni ve mali bir destektir diyor. Zihni, mali destek! Neye destek veriliyorsa? Allah’a mı destek veriyor ne yapıyorsa haşa. Ve artık mesela bunlar önce günde 2 vakit namaz demişlerdi, biz onları davet ettik. Gelin bakalım bize de öğretin. Gelmediler. Şimdi ondan da vazgeçtiler, işte zihni ve mali destek haline getirdiler. İkişer rekattan günde 2 vakit kılmaya başladılar. Ondan sonra zihni ve mali destek diyerek şimdi namazdan tastamam kurtuldular. Şimdi, Allah göstermesin bunların hakim olduğunu düşünün İslam ülkesinde. O zaman bizim bu namazlarımız ne olur? Biter.
Şimdi, işte Mekke’deki namaz, ıslığa ve el çırpmasına dönmüş. Ama yine de namaz kılanlar var. Mesela Sahih-i Müslim’de var, Ebuzer Gıffari namaz kıldıklarından bahsediyor. Başka namaz kılanlar da mutlaka vardır ama bizde şöyle bir hastalık var. Cahiliye Dönemini anlatırken ne kadar pislik varsa akla hayale gelmedik, hep oraya yüklerler. Efendim işte kadınların hepsi haşa, tövbe neyse, işte kötü yoldaymış, bayrak asarlarmış milleti çağırırlarmış. Yahu kardeşim, Peygamberimiz s.a.s. Mekke’yi fethettiği zaman Mekke’nin önde gelen kadınları Safa Tepesi’nde Peygamberimizin etrafında toplaştılar. Orada Peygamberimiz o kadınlara, zina etmeyeceksiniz deyince kadınlar şaşırdılar. Kendileri için hakaret saydılar bunu. Ne demek, dedi Ebu Süfyan’ın karısı Hint? Hiç, hür kadın zina eder mi dedi? Köleler olabilir. Hiç öyle şey olur mu, sen bize bunu nasıl söylüyorsun demiş. Peki, bunu bize böyle mi anlatıyorlar o dönemi?
Şimdi, böyle bir mantık olduğu için o zamanın güzellikleri de kayboluyor. Halbuki işte ayeti kerime. O zaman mutlaka namaz kılanların olması lazım. İşte Sahih-i Müslim’de namaz kılanların var olduğuna dair rivayetler var. Ama Kuran-ı Kerim, mutlaka olması gerektiğini bize bildiriyor. E şimdi bu namaz Medine’de de mutlaka olması gerekiyor. Peygamberimiz zamanında Medine’deki Yahudilerin mutlaka 5 vakit namaz kılıyor olması gerekiyor. Niye gerekiyor? Çünkü ayetlerden biz onu görüyoruz. Başlangıçta biliyorsunuz kıble Kudüs’e doğruydu. Oradaki Zeytindağı’na doğruydu. Zaten Cenabı Hak, Kuran-ı Kerim’de bunu da emrediyor Peygamberimize. Az önce okuduğumuz, başlangıçta okuduğumuz Enam suresinin 90. ayeti, “Onlar, Allahü Teâlâ’nın yola getirdikleri peygamberlerdir, yoluna soktuğu kişilerdir. Sen de onların yoluna uy.” diyor Allahü Teâlâ, Peygamberimize. Peygamberimiz Medine’ye vardığı zaman bakıyor ki bunlar namazı Kudüs’e doğru kılıyorlar. Mecburen ona uyması lazım, Allah öyle emrediyor çünkü.
Şimdi, bazıları diyor ki, var mı Kuran-ı Kerim’de Peygamberimizin Kudüs’e dönerek namaz kılmasına dair ayet? Kardeşim sen işin usulünü bilmezsen tabi ki yok dersin. Şimdi gideceksin maden bulunan bir dağa, efendim bu dağda demir varmış. Git Allah’ını severseniz, şuna bak, bunun neresinde demir var ya. E yoktur gerçekten, senin için yoktur. Onu bilen insanlar için vardır, senin için değil ki.
İşte, Allahü Teâlâ bu emri verince mecburen Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, Kudüs’e dönerek namaz kıldı. Peygamberimiz Kudüs’e dönerek namaz kılınca Yahudiler de Peygamberimizle beraber mescide gelerek rahat rahat namaz kılıyorlar. Ne fark eder, aynı tarafa dönmüş. Fark etmez namaz, aynı namaz; kıbleleri o taraf. Fakat ne zaman ki kıble, Kudüs’ten Kabe’ye değişiyor, o zaman iş bozuluyor. Onun için bakın, burada ilk ayette ne diyor Allahü Teâlâ, “O beyinsizler şöyle diyecek…” Niye beyinsizler diyor? Çünkü kendi kitaplarında gelen peygambere uyma emri var. Biz bunu daha önceki derslerde gördük. Uymuyorlar. “…şöyle diyeceklerdir: Yani bunların bulundukları kıbleden onları çevirecek ne vardı sanki? Ne güzel işte onlar da kılıyordu, biz de kılıyorduk.” Çok rahat kendilerini kamufle ediyorlardı. “De ki, doğu da Allah’ın, batı da Allah’ın. Gereken gayreti göstereni Allah doğru yola yönlendirir.” Siz hiç keyfiniz bozulmasın, hayat tarzınız bozulmasın, yine de doğru yolda olalım diyorsunuz. Yok, öyle bir şey yok. Hayat tarzınız bozulacak, keyfiniz bozulacak.
İşte burada, tabi devamı ayeti kerimeler de var. Şimdi, Müslümanlar Kabe’ye dönüyor, Kabe’ye doğru namaz kılıyorlar. Bu şeyin devamında Allahü Teâlâ diyor ki, “Bu kendilerine kitap verilen Yahudi ve Hıristiyanlar çok iyi biliyorlar ki kıblenin Kabe’ye dönmesi Allah tarafından kararlaştırılmış bir gerçektir.” Gayet iyi biliyorlar. “Onların yaptıklarından Allah habersiz değildir.” Gayet iyi biliyorlar. İşte onlar da 5 vakit namaz kılıyorlardı, Kabe’ye dönmeleri gerektiğini gayet iyi biliyorlardı ama dönmediler. Demek ki bilmek yetmiyor. İşte hayat tarzını değiştirmektir esas insanları dinden uzaklaştıran, buna insanlar razı olamıyorlar. Asıl konu bu.
Şimdi, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Kabe’yi Şerif’in yanında 2 gün Cebrail aleyhisselamdan namaz eğitimi almıştır. 2 gün. Cebrail a.s. ilk namaz olarak hangisini kıldırdı? Öğlen namazını kıldırdı. Çünkü günün ilk namazı öğlen namazıdır. Ayetlerde de öyle, hadislerde de öyle. Bütün hadislerde öyle. Öğlen namazını kıldırdı, ikindiyi kıldırdı, akşamı kıldırdı, yatsıyı kıldırdı, ertesi gün de kıldırdı namazı, vaktin başında ve sonunda. Sonra dedi ki, “Ya Muhammet bunlar senin ve senden önceki peygamberlerin namaz vakitleridir. Namaz bu iki vaktin arasıdır.”. Ne demek bu? Bütün peygamberler de namazı hangi vakitlerde kılıyorlarmış? Aynı vakitte kılıyorlar ve 5 vakitte kılıyorlarmış.
İşte bu bilgileri bildiğiniz zaman çok rahat ediyorsunuz. Size ben anlatmıştım. 2009 senesinin Mart ayında Vatikan’ın hemen yanında Roma’da bir toplantı olmuştu. Orada Yahudilik üzerinde uzmanlaşmış olan bir profesör, Yahudilerde Günlük İbadet diye bir bildiri sundu. İşte Yahudilerin günde 3 vakit ibadet yaptığından bahsetti. Ben de kalktım dedim ki, 3 vakit yapmazlar dedim, 5 vakittir. Ama o 5 vakit, 3’e indirilebiliyor. Öğle ile ikindi, akşam ile yatsının birleştirilmesi sebebiyle 3 olabiliyor dedim. Ama 5 değildir, 7’dir dedim. 7’dir, birisi teheccüd namazı, birisi de kuşluk vaktinde kılınan duha namazı diye bir namaz. Onunla beraber 7’dir. Ama o 2 vakit zorunlu değil, isteyen kılar, isteyen kılmaz. Fakat 5 vakit zorunludur dedim. Adam hiç sesini çıkarmadı çünkü doğrusu öyle diyecek. Ondan sonra döndüm oradaki Katoliklere dedim ki, bu namaz sizde de var, siz niye kılmıyorsunuz dedim. Sadece Müslümanlarda değil. Aynı namaz sizde de var dedim.
Şimdi dikkat ederseniz o kilisede rükuya benzer, secdeye benzer işler yaparlar. Secde yerine o sıraya eğilirler. Ayak kırarlar, şeklini biraz değiştirmişler. Aynısı sizde de var, siz niye yapmıyorsunuz dedim. Orada Katolik dünyasının önde gelen adamları vardı. Sıradan insanlar değildi yani. Hiç kimsenin sesi çıkmadı. Hiç cevap veren olmadı. Ne Katolikler cevap verdi, ne Yahudiler. Toplantıdan sonra doktora yaptığını söyleyen bir kızcağız bana yaklaştı dedi ki, Hocam, dedi; Papa 5 vakit namazını kılıyor dedi. Şimdi, emir herkes için eşit. Kılıyor dedi.
Şimdi, daha sonra duydum, bizden birileri görmüş demiş ki, Papa gizli din taşıyor galiba demiş. Niye? Namaz kılıyor! Kardeşim, namaz Müslümanlara mı mahsus. Namaz herkeste var. Bütün peygamberlerde var. Olması gereken şey. Şimdi siz Budistlerin yaptıkları ibadetlere bakın. Namaza benzer hareketleri var mı? Mutlaka onların peygamberi namazı emretmiştir ama o hale gelmiştir bugün.
Şimdi, elimizde Kuran-ı Kerim olmasına rağmen, bakın biz, biliyorsunuz tekrar ediyorum. Bu Ramazanda her isteyenin gözüyle rahatlıkla görebileceği kadar açık ve net olan bir meseleyi kabul ettirebildik mi? 30 senedir uğraşıyoruz kabul ettirebildik mi? Bugün televizyona beraber çıktığımız astronomi profesörü yine geldi vakfımıza, Adnan Öktem Bey, hayret ediyorum diyor, böyle şey olur mu diyor. Yani bu nasıl, bir türlü aklım ermiyor diyor. Bu nasıl oluyor diyor. Bu kadar açık ve net bir hata nasıl yapılabiliyor diyor.
Şimdi, herhangi bir şeye yetkililer bir emir verdi mi, bitiyor. Hatırlasanıza başörtüsünü 28 Şubattaki yönetim yasakladıktan sonra bizim hocalar başörtüsü yoktur diye fetva vermeye başlamadılar mı? Hey aynıdır. Yetkili makam yeter ki bir şey istesin. Niye biliyor musunuz? İnsanların zaten yoldan çıkmasının sebebi, dünyalıktır. Hevesiniz, onlardan alacağınız birtakım şeylerse, destekse dini onların istediği şekle rahatlıkla uydurursunuz. Ama hevesiniz, Allah’ın yoluna gitmekse o zaman da sıkıntılara merhaba diyeceksiniz. Fakat Cenabı Hak size öyle bir güç ve kuvvet verir ki o sıkıntılar zevke dönüşür.
Şimdi, ben o zaman o yetkililere şunu söylemiştim, bizim bu Din Devlet İlişkileri kitabında o yazar. Çünkü onlarla yaptığım görüşmelerin özetini Din Devlet İlişkileri kitabına koydum. Başörtüsüyle ilgili olarak şunu söylemiştim. Dedim ki Allah emrediyor, siz yasaklıyorsunuz. Olur mu öyle şey dediler. İşte biz türbanı değil de işte mesela bu günler öldü, bir paşa vardı. Dedi ki biz türbanı yasaklıyoruz, başörtüsünü değil dedi. Dedim ki paşam Türkçede türban diye bir kelime var mı dedim. Bu türban, Fransızların Türk sarığı için kullandıkları kelime değil mi dedim. Ya dedi bu kelimeyi Doğramacı başımıza sardı dedi. İşte o zaman kızlar başörtülü şeye girsin diye türban kelimesini icat etti dedi. Peki, dedim yani olmayan bir kelimeyle siz nasıl yasak koyuyorsunuz dedim. Türkçede olmayan bir kelimeyle yasak konur mu? Bugün de çıkmışlar efendim işte başörtüsü olacak da türban olmayacak. Yahu kardeşim, Türkçede türban diye bir kelime yok, bunu siz icat ettiniz. Böyle bir şey yok. Kelimeyi de siz icat ediyorsunuz, içini de siz dolduruyorsunuz, ondan sonra ona göre de hükümler ortaya koyuyorsunuz. Kusura bakmayın, böyle şey olmaz. Böyle şey olmaz!
Ondan sonra dedi ki yahu acayip örtüyorlar başlarını işte. E tamam dedim. Siz dedim şurada başörtüsü şekli çizin, biz hemen yarından itibaren üniversitelerin kapısına asacağız, kızlara bu şekilde başınızı örtün diyeceğiz dedim. Çok da güzel resim çiziyordu, çizdi orada. Dedi ki yahu pardösüleri de bir acayip. Tamam, pardösü şekli de çiz dedim ona. Bir de pardösü şekli çizdi. Dedim ki bak paşam, eşim, kızlarım var. Sen şimdiye kadar onlara istediğin elbiseyi giydirebildin mi dedim. Yok dedi. Kendileri seçer. Ben de öyle yaparım dedim. Hiç karışmam, hangisini beğeniyorlarsa benim beğendiğim odur. Ya olur mu böyle bir şey yani. Yok sen şunu giyeceksin denir mi? Dedim ki bunlar da kız, bunlar da kadın dedim. Elindeki kağıdı attı, ne giyerlerse giysinler dedi. Ondan sonra o günün gazetelerini eğer görürseniz, siyasiler müthiş bir manevra yaptılar ve bu işe engel oldular. Yoksa problem o gün çözülüyordu.
Şimdi, bunu şunun için söyledim. Yetkili makamdan, etkili makamdan bir şey geldiği zaman insanlar öyle bir kabul ediyorlar ki namaz kılmak yasaktır dense hemen ertesi gün zaten Kuran-ı Kerim’de namaz yok, o namaz da duadır demeye başlarlar. E peki, asırlar içerisinde bu değişiklikler rahatlıkla olmuş. Bizde de olmuş. Biz burada her derste anlatıyoruz, siyasetin müdahalesiyle dinin ne hale geldiğini her derste anlatıyoruz değil mi? E öbür dinlerde namaz bu hale gelmiş, zekat da. Bizde de zekat, şu anda bizim fıkıh kitaplarındaki zekat, Kuran’da anlatılar zekat değildir. Buraya kadar namazı anlattık. Değildir yani bunu çok açık ve net söyleyeyim.
Kuran-ı Kerim’de 8 sınıf var, verilir zekat. Açın bizim kitapları okuyun en fazla iki sınıfa indirirsiniz. Birisi zekat toplayanlar, birisi de fakirler. Çünkü 7 sınıfın her birisi tarif edilirken fakire gelir. O zaman da sosyal hayatta zekat istenen görevi görmez ve işte böyle kaybolur gider.
Biz 1983 müydü neydi, rahmetli Turgut Özal başbakandı. Belki 1985 olabilir. Size anlatmıştım birkaç kere, yine tekrar olsun. Türkiye’de Zekat Potansiyeli diye bir toplantı yaptık. O zamanki hesaplara göre o günkü Türkiye bütçesinin 4 katı zekatı vardı Türkiye’nin. Müthiş bir gelir. Anormal bir gelir. Toplumun bütün ihtiyaçlarını görecek şekildedir ve asıl ekonomik sistem onun üzerine kurulması lazım. Cenabı Hak öyle emrediyor. Ama siz fıkıh kitaplarındaki şey üzerine hiçbir sistem kuramazsınız. Dolayısıyla işte bu Allahü Teâlâ bize de emrediyor, namazı dosdoğru kılın ve zekatınızı verin. Onun için bu konularda yanlışlık yapmayalım.