Mehdi İnancı

18 Aralık 2010 tarihinde yayınlandı. görüntülenme Mukayeseli Fıkıh Müzakereleri

Elhamduli’l-lâhi  Rabbi’l âlemin ve’l âkıbetü li’l müttekîn ve’s-selatü ve’s-selâmü  alâ rasûlina Muhammedin  ve  alâ  âlihî ve sahbihî ecma’în.

Prof.Dr.Abdülaziz Bayındır: Biliyorsunuz  ki, bütün toplumlarda  bir  ‘kurtarıcı’  beklentisi  vardır. Bu  kurtarıcıya  bizim  toplumumuzda  Mehdi  ve  Mesih ismi  verilmektedir. Örneğin; Zerdüştler’de daha  çok  Sahibu’z-Zaman  terkibi  kullanılmaktadır.

Günümüzde  bazı  kimseler televizyon televiyon  dolaşıp, kendilerine  Mehdi  dedirtmektedirler. Bazıları  da  adeta  ben  varken  sen  mi  Mehdi  olacaksın dercesine, aynı sıfatı  üstlenmektedirler. Bunlardan  bir  kısmı  ise  tek  bir  kişi  olarak  bu  iddia  ile  ortaya  çıkmak  hoş  karşılanmadığından, “zamanımızda  Mehdîlik  bir  teşkilattır” diyerek, kendileri  için  değil  fakat teşkilatları  için  bu  ismi  kullanmanın  uygun  olduğunu  ifade etmektedirler.

Esasen, bu  inancın  tarihi  tâ  ilk  devirlere  kadar  dayanmaktadır. Bildiğiniz  üzere, her  insan farklı yapılara  sahiptir. Tıpkı, başlangıçta  Şeytan’ın  yaptığı  gibi, insanlar da  kendi  nefislerini  Tanrı  yerine  koymaktadırlar. Hatırlarsanız, Şeytan, Allah-u Teâlâ’nın  koymuş  olduğu  sistemi  beğenmeyip, kendi  kafasına  göre  bir  sistem  oluşması  gerektiğini  ifade  etmiştir.

Kur’an’ı Kerim’de, Âraf Suresi 7/11-12 ayet-i kerimelerde  Allah-u Teâlâ  meleklere: (estaizu bi’llah)

Üscudû li âdem”, ‘Adem’e secde edin!’ buyurmuş, “Fesecedû illâ İblîs”, ‘İblis dışında  hepsi secdeye kapanmıştı’. Cenâb-ı Hak; “Mâ meneake el’lâ tescüde iz emertüke” ‘Seni secde etmekten alıkoyan nedir?’ diye suâl ettiğinde; “ene hayru’m-minh” demişti.

Bu, “Ben daha hayırlıyım” meslesi çok önemli  bir husustur. Hemen hemen her insanda bunun bir parçası mevcuttur. Yani, “Herkes  iyi, sen iyisin ama ben  daha  hayırlıyım” düşüncesi. Bir kısım  insan da kendisinin  daha hayırlı  olduğu  inancını  başkalarına  kabul  ettiremeyeceğini  gördüğünde, be  defa, “bizim  grubumuz  daha  hayırlı”  veya  “bizim  grup  başkanımız  daha  hayırlı”  diyerek  adeta  birbirleriyle  yarışmaktadırlar.

Cenâb-ı Hakk’ın  “daha  hayırlılık”  ile ilgili  bir  prensibi  vardır. Âl-i İmran suresi 3/139  ayeti  kerimede   Rabbimiz  şöyle  buyurmaktadır: (estaizu bi’llah)

Ve lâ tehinû, ve lâ tahzenû, ve entümü’l a’levne  in  küntüm  mü’minîn”, ‘Gevşeklik  östermeyin, üzüntüye  kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan  sizsiniz.’

“En  üstün  olan  sizsiniz”  ifadesi, Uhud  Savaşı  sebebiyle  Müslümanlara hitaben  söylenmiş  bir  sözdür. Fakat  aynı  söz, Yahudiler  için  de  sarf edilmiştir. Bakara Suresi /122 (47. Ayette de  aynı ifade  mevcuttur) ayeti kerime: (estaizu bi’llah)

Yâ benî İsrail! Üzkürû nimetiye’l-letî en’amtü aleykum  ve  ennî fe’z-zaltüküm alel  âlemin” ‘Ey İsrailoğulları! Size  verdiğim  nimetimi  ve  sizi  (bir  zamanlar) âlemlere  üstün  kıldığımı  hatırlayın!’

Bu  ayetleri  bağlamından  koparan  insanlar, Allah’ın (c.c), Yahudileri  üstün  ırk  olarak  yarattığı  yanılgısına  düşerler. Durum  öyle  değildir. Cenâb-ı  Hak, hiçbir  ırka  üstünlük  vermemiştir. Benzer  husus  yine  Meryem  vâlidemizle  alakalı  olarak  Âl-i İmran  suresi 3/42. Ayeti kerimede  geçmektedir:  (estaizu bi’llah)

Ve iz kâleti’l-melâiketü  yâ meryemu  inne’l-lâhe’s-tafâki  ve  tahheraki  ve’s-tafâki alâ nisâi’l âlemin” ‘Hani melekler  demişlerdi: Ey Meryem! Allah seni  seçti; seni tertemiz yarattı ve seni  bütün  düny kadınlarına  seçkin kıldı!’

Seçkinlik  konusundaki  kriterı  Allâh-u Teâlâ  koyar. Bu  kriteri, biz  kendimiz  koyduğumuz  takdirde, üstünlüğü  başka  kimseye  bırakmayız! En  üstün  varlığın  kendimiz  olduğunu  iddia  ederiz. Lakin  bilinmelidir  ki, en  üstün  olan; Allah’ın  koyduğu  kriterlere  uyandır.

Şimdi  siz, etrafınızda  görürsünüz, hayatta  başarılı  olamamış  kişiler  daima  kendilerini  methederler. Eğer  kendilerini  methetmiyorlarsa  an-babalarını  yahut  bağlı bulundukları  gruplarını  methedip  yer  edinmeye  çalışırlar. Başarıyı  yakalamış  kişileri  ise  başkaları  metheder. Bunlardan  en  iyisi, kişiyi, Cenab-ı Hakk’ın  methetmesidir, Allah-u  Teala’nın bizi  üstün  görmesidir.

Burada  gördüğümüz  üzere, Cenab-ı Hak  İsrailoğulları’nı  bir zamanlar âlemlere  üstün  kılmıştır. Âlemlerden  kasıt, o  dönemin  bütün insanlarıdır; Türk, Kürt, Acem… Ne  kadar  insan  ırkı  aklınıza  gelirse. Çünkü, o  dönemin  İsrailoğulları, Musa (a.s)’ya  inanan, Allah’ın  indirmiş  olduğu  Kitâb’ına  inanan, kısacası, Allah-u Teala’nın  üstünlük  kriterinin  içine  giren  imanlı  insanlardı. İnsanlar, belirtilen  bu  kriterlere  uymadıkları  takdirde, ne  yazık  ki, Kur’an’ı Kerim’de  vurgulanan  Esfele  Sâfilin’e  dahil  olurlar. Tin  Suresi  95/1-5  ayetler  şöyledir:

Ve’t-tîni  ve’z-zeytûn. Ve Tûr-u Sînîn. Ve haze’l-beledi’l-emîn. Lekad  halakne’l insane fî ehsen-i takvim. Sümme radednâhü Esfele Sâfilîn.” ‘İncir’e, zeytine, Sina Dağı’na ve şu  emin  beldeye yemin ederim ki, biz insanı en güzel kıvamda  yarattık. Sonra  onu  aşağıların aşağısına  indirdik.’

Mesela  çok  güzel  ve  taze  bir  eti  koruyamazsanız, öyle  kötü ve  pis  bir  hale  dönüşür  ki, çöpe  atarken  dahi  dışarıya  koku vermemesi  için  naylonlara  sarmalayıp da  atarsınız. Aksi  takdirde, etin  bulunduğu  çöp  tenekesinin  yanından bile  geçilmez  olur. İşte, insanları  da  Allah-u  Teala  çok  güzel  kıvamda yaratmıştır. Fakat  insan, kendi değerini  bilmez, fıtratını  bozar, yanlış  işlere  girerse, bu  defa, hiçbir  varlığın  olmadığı  kadar  kötü  ve  zararlı  bir  birey  haline  gelir. O zaman  da, Esfele  Sâfilîn’in  ta  kendisi  olur. Tin Suresi 95/6 ayeti kerimede  devamla  şöyle  buyrulmaktadır:

İlla’llezîne  âmenû ve amilu’s-sâlihâti felehüm ecrun ğayru memnun” ‘Fakat iman edip  salih amel işleyenler öyle değildir, onlar  için  eksilmeyen  devamlı  bir  ecir  vardır.’

Bizim  için esas  olan, 6. Ayette  belirtilen  bu  gruba  dahil  olmaktır.

Buraya  kadar  geçen  ifadelerden şunu  anlıyoruz  ki, Cenab-ı Hak, Yahudileri, hz. Musa (a.s)’ya, Tevrat’a ve  kendilerine  gönderilen öbür peygamberlere  inandıkları  sürece, diğer  insanlardan  üstün  kılmıştır.

Daha önce  de  değindiğimiz  gibi, Cenab-ı Hak, Meryem vâlidemizi  de  aynı  şekilde  diğer  insanlara üstün  kılmıştır. Yalnız  bu  üstünlük, ona  da  koşulsuz  verilmemiştir. Bunu  bize  bildiren, Âl-i İmran  suresi  3/43 ayeti kerimede  şöyle  buyrulmaktadır:

Yâ Meryemu’knütî li-Rabbiki ve’scüd’i ve’rkeî mea’r-râkiîn.” ‘ Ey Meryem! Rabbine  ibadet et, secde et, rükû edenlerle  birlikte  rükû et.”

Yine, örnek vermek gerekirse, Allah-u Teala, peygamberimize (s.a.v) Makam-ı Mahmûd’u  vermek  için  ondan, teheccüd  namazını  kılmasını  talep etmiştir. İlgili  İsra  suresi 17/79  ayeti kerime şöyledir: (estaizu bi’llah)

Ve mine’l-leyli fe-tehecced bihî nâfilete’l-lek.” ‘Gecenin  bir kısmında uyanarak, sana  mahsus  bir  nafile  olmak  üzere  namaz kıl.’ “Asâ en yeb’aseke rabbüke Mekame’m-Mahmûdâ’ ‘Rabbinin  seni  Makam-ı Mahmud’a  yükselteceği umulur.’

Bu ayeti kerimelerden  anlıyoruz ki, gerek peygamberimiz hz. Muhammed (s.a.v)’e  Makam-ı Mahmud, gerekse  Hz. Meryem validemize  seçkinlik, koşulsuz  olarak verilmemiştir.

Nebî kelimesi, Allah (c.c) tarafından  ‘değeri  yükseltilmiş  kişi’ demektir. Nebiler de  eğer kendilerine  lütfedilen  bu  değerin  kıymetini  bilmezler  ise, o  halde, onlar  da  Esfele Sâfilin’e inmeye  adaydırlar. Bu  durumu  da  Zümer  suresi  39/65 ayeti kerimeden  öğrenmekteyiz: (estaizu bi’llah)

Ve lekad ûhiye ileyke ve illa’llezîne min kablik. Lein eşrakte le-yahbedanne amelüke ve-le-tekünenne mine’l hâsirîn” ‘Şüphesiz sana  da  senden öncekilere  de  şöyle  vahyolunmuştur ki: Andolsun, eğer şirke düşersen işlerin  mutlaka  boşa  gider ve  kaybedenlerden  olursun.’

Demek ki, Nebi olmak  da  insanı  kurtarmamaktadır. Dolayısıyla, peygamberler de  dahil, hiç kimsede  “İsmet” sıfatı  yoktur. Bundan ötürü, Allah-u Teala  hepimize  “İttekû” –korunun- emrini verir. Kendimizi  günahlardan  korumakla  mükellefiz.

Biz, emr olunduğumuz  üzere  beş vakit namazımızı  kılarız. Ardından  da  şayet beş vakitin  dışında  kalan  sünnet/nafile  namazları  kılarsak, “Le alleke  terzâ” (umulur ki Rabbinin  rızasına  erersin) hitabına  muhatap olabiliriz. Tahâ suresi 20/130 ayeti kerimede  şöyle  buyrulur: (estaizu bi’llah)

Fasbir al âmâ yekûlûne  ve  sebbih bi hamdi Rabbike” ‘Onlar ne  derlerse  desin, sen sabret ve  Rabbinin  hamdine  karşılık teşbih et.

Burada da bir koşul  olduğunu  görmekteyiz. Hamd: Yaptığı herşeyi  yerli yerince, güzel yapmak demektir. Böylelikle, ayet-i kerimede  “Rabbin her şeyi güzel yapıyor ya, buna karşılık sen de  tesbih et” manasına  gelmektedir. Bu teşbihi yapma  vakti de, şu  şekilde  açıklanır: (estaizu bi’llah)

Kable tulûi’ş-şemsi ve kable ğurûbiha” ‘Güneşin doğmasından  önce ve  batmasından  önce.”

Hemen  belirtelim, bu ayeti kerimede  kastedilen  nafile namazlardır. Zira, farz namazlara  işaret edilirken, “Ekımi’s-Salah” (Namaz Kıl) terkibi  kullanılmaktadır. (Örnek için bkz Hud 11/114) Taha 20/130 ayette  ise  “Tesbih”  ifadesi  yer  almaktadır:

“….ve sebbih bi-hamdi Rabbike  kable tulûi’ş-şemsi ve kable ğurûbiha” ‘Güneş doğmadan önce  ve  batmadan  önce, Rabbinin  hamdine  karşılık tesbih et.’ Yani, ‘Allah herşeyi  güzel yaptığı  için  sen  de  ona  karşılık  tesbih et.’

Ve min ânâi’l-leyli  fe-sebbih ve etrâfe’n-nehârile alleke  terzâ.” ‘Gecenin  anlarında  tesbih et  ve  gündüzün bölümlerinde. Umulur ki, razı olursun.

Arapça  dil bilgisi kurallarına  göre cemi (çoğullar)  en  az  üç  ile  başlar. Öyleyse, ayette  geçen “ânâ el-Leyl” (gecenin  anlarında) en az  üç  vakit  eder. “Etrâfe’n-Nehâr”  (gündüzün  bölümlerinde) da yine  en az  üç vakit  eder. Toplamda  6  vakit eder.

Dikkat ederseniz, 5 vakit  farz  namazların dışında  kıldığımız, gece 4, gündüz  4  nafile  namaz  vardır. Bunları şöyle  sıralayabiliriz:

Gündüz 1: Kuşluk namazı.

Gündüz 2: Öğle  namazının  farzından  önce  kıldığımız  sünnet/nafile  namaz,

Gündüz 3:  Öğle namazının  farzından  sonra  kıldığımız sünnet/nafile namaz,

Gündüz 4: İkindi namazının  farzından  önce  kıldığımız  sünnet/nafile namaz.

Yalnız, hadislerde, ikindi namazından  önce  değil de, sonra kılınan nafile  namaz  olduğuna  dair  sahih  hadisler  vardır. Fakat her nasılsa, bahsi geçen namaz  uygulamalarımızda  bulunmamaktadır.

Gece  kıldığımı dört  nafile  namaz ise  şunlardır:

Gece 1: Akşam namazından  sonra  kılınan  sünnet/nafile  namaz,

Gece 2: Yatsı namazından  sonra  kılınan  sünnet/nafile  namaz,

Gece 3: Teheccüd namazı

Gece 4: Sabah namazından  önce  kılınan  sünnet/nafile  namaz.

Tüm  bu  nafile  namazlar  ne içindir  ya  Rabbi  diye  sorduğumuzda, aldığımız  yanıt: “Le alleke terzâ” (umulur ki razı olursun –Taha 20/130-) Dikkat ederseniz, peygamberimiz (s.a.v) için  beyan edilen: “…asâ en yeb’aseke Rabbüke”  ayeti  ile  bizim  için  beyan edilen “Le alleke terzâ” hitabına elbette  peygamberimiz (s.a.v) de  dahildir. Fakat  o, haricen  gece  kalkıp  namaz  kılmakla  da  mükelleftir.

İnsanlar  şayet  kendi  değerlerini  yükseltmek  istiyorlarsa, Allah-u Teala  bunun  için  onlara  yapılması  gerekenleri  bildirmiştir.

Burada, sadece  bir  parantez  olarak, bilginin  kayda  geçmesi  için  şunu  da  ilave  etmek  isterim; ayeti  kerimelerden  gece  3  farz  namazın  olduğu  anlaşılmaktadır. Akşam namazı, yatsı namazı  ve sabah namazı. Yine  ayeti  kerimelerden gündüz de  iki  farz  namazın  olduğu  öğrenilmektedir; öğlen namazı ve  ikindi namazı. Bunlar net olarak bellidir.

Rekat sayısı  itibariyle  de  çok enteresan  bir  husus  vardır. Şöyle  ki, gündüz  sekiz  rekat, gece  ise  dokuz  rekat farz  namazı  kılmaktayız. Dört  rekat öğle namazının  farzı ile, dört rekat ikindi namazının farzı, toplamda  gündüz  sekiz rekat  demektir. Gece  ise  üç  rekat  akşam namazının  farzı, dört rekat yatsı namazının  farzı ve  son olarak, sabah namazının  iki rekat farzı, toplamda  dokuz  rekat gece namazı  demektir. Peki, bir soru sormak gerekirse, gece namazlarının  rekat sayısı neden  gündüz  namazlarının  rekat sayısından 1 fazladır? Namazlardan bir tanesinin  “Es-Salâtü’l-Vusdâ” (Orta Namaz) olması  için (orta namaz için bkz Bakara 2/238).

Orta namaz; akşam namazıdır. Zira, Kur’an’ı Kerim’in sistemine  göre  orta  namaz, akşam namazı olmak durumundadır. Orta  namazın  rekat sayısının  da  orta  olması  gerekir. Dolayısıyla  3  öyle  bir  rakamdı  ki, 2  ile  4  rakamının da  ortasıdır, aynı şekilde  iki tane 4’ün  de  ortasıdır. Bu sebepledir ki, gündü ve  gece  kılınan  farz namazlarının  toplam rekat sayısı, eşit değil, 1 faladır. Bu durumda, içlerinden  bir  vakit  namazının  Salat’ül-Vusdâ  olmasından  kaynaklanmaktadır.

Konumuza  dönersek, insanlar her zaman  bir şekilde  üstünlük sağlamak için, dini kullanmışlardır. Bu, üstünlük  sağlamanın  en kestirme  ve  kısa  yoludur. Onlar  için  bundan  daha  etkili bir yol yoktur.

Hatırlarsanız, Şeytan, Allah-u Teala tarafından  kovulduktan sonra, Cenab-ı Hakk’tan kıyamete kadar yaşama ruhsatı almış, Âraf suresi 7/16 ayette bize  şöyle  söylediği  bildirilmiştir:

Kâle, fe-bimâ eğveyteni Le-ek’udenne  lehüm sırâteke’l-müstekım” ‘İblis dedi ki; öyleyse  beni azdırmana karşılık and içerim ki, ben de  onları  saptırmak için senin  doğru yolunun  üstüne  oturacağım.’

Sırât-ı Müstakım’de  oturabilmek için, orayı  iyi  bilmek  olmazsa  olmaz  şarttır. “sağlarından  sollarından, önlerinden arkalarından geleceğim (bkz Âraf 7/17)” denildiği  zaman  da  orayı  en  ayrıntısına  kadar  tanıyor demektir. Öyleyse, Sırât-ı Müstakım’i bilmek  önemlidir  evet  ama  esas  olan  senin  niyetinin  ne  olduğudur. Sırât-ı Müstakım’i iyi bilmek demek, o Sırât-ı Müstakim’de olmak demek değildir. Şeytan, Sırât-ı Müstakım’i  gayet iyi  biliyor  ama  orada  Şeytan sıfatıyla oturmaktadır. Önemli  olan  orada  senin  neyi  birinci  sıraya  koyduğundur. Allah’ın  rızasını  mı,  yoksa  kendi nefsini  mi? Eğer  burada  öncelik  Allah-u  Teala’nın  rızasını  kazanmak ise  işte  o  takdirde  Sırât-ı Müstakim’de  olanlar: (estaizu billah)

Ve lâ tehınû ve lâ tahzenû ve entümü’l a’levne, in küntüm mü’minin” ‘Gevşeklik  göstermeyin, üzüntüye kapılmayın, eğer inanmışsanız  üstün gelecek olan sizsiniz.” (Âl-i İmran 3/139) burada  bildirilen  üstün gelecek olanlar grubuna  girebilirler.

Sırât-ı Müstakım’de  oturan Şeytan’ın  amacı, insanları  kendine  kul  etmektir. Bu  konuda  çok  dikkatli  olmamız  gerekmektedir. İki  türlü  Şeytan  vardır: İnsan  Şeytanı  ve  Cin  Şeytanı.

Cin  şeytanlarından  euzü  besmele  çekerek  kurtulabilirsin  ama insan  şeytanından  ömür  boyu  hatim  indirsen  de  kurtulamazsın.

Asıl  konuya  dönmek  gerekirse, geçmişten  günümüze, nefsini  birinci sıraya koyanlar, dini  motiflerden  en  çok  Mehdi  ve Mesih  konusunu kullanmışlardır. Peki  bu  inancın  kaynağı  nedir? Neden  bütün  toplumlarda  Mehdi  inancı  görülmektedir? Bu  suale  Âl-i İmran suresi 3/81 ayeti kerime  bir  cevap niteliğindedir:

“Ve  iz  ehaze’l-lâhü misaka’n-nebiyyin” ‘ Allah, nebilerin  sözünü almıştı.’ (Yani, ‘Misâka’n mine’n-nebiyyin’, -Allah nebilerden  söz  almıştı- demektir)

Biz, Kur’an’ı Kerim’den  çok  iyi  biliyoruz  ki, kendisine  Kitâb  verilmemiş  tek  bir  Nebi  yoktur. İnen  kitaplar dört  tane değildir  bilakis, Nebi  sayısınca  Kitâb nazil  olmuştur. (bkz En’am 6/83-89)

Ve iz  ehaze’l-Lâhü misâka’n-nebiyyin, le mâ âteytüküm” ‘Allah, nebilerin  sözünü almıştı. Size  veririm…

Zaten, “Le mâ âteytüküm” ifadesi  Nebiler’in  hepsine  kitap verildiğini  destekleyen bir  ifadedir.

Min Kitâbin  ve  Hikmetin” ‘Bir  Kitap  ve  bir  Hikmet.’

Hikmet: Kitaptan  çıkarılan  hükümler  manasına  gelmektedir.

Sümme  câekum Rasûlün‘sonra  size  bir  resul gelirse’, yani  illa  bir  Nebi gelmesi  gerekmiyor. “Musaddiku’l-limâ meakum” ‘Sizinle beraber  olanı tasdik eden.’

Bugün,  dünyanın  her hangi  bir  yerine  gittiğinizde, her  hangi  bir  Yahudi ile, Hıristiyan ile, Sâbiî ile  veya  bir  Zerdüşt  ile  konuştuğunuzda, orada  onlara  da  çeşitli resullerin  geldiğine  dair  bilgileri  öğrenmiş  olursunuz. Örneğin; Budistler’in  yaşadığı yerlere  gidip de, onlarla  görüştüğünüzde, Buda’nın  da  aslında  vaktiyle  bir  Resul  olduğuna, İncir  ağacının  alında  vahiy  aldığına  dair  bilgilere  rastlasınız. Onlarla  ilişki kurduğunuzda, onlara  Kur’an’ı Kerim’deki  “Ve’t-tîni” (İncir’e andolsun) ayetlerini  okuduğunuzda, o zaman  bunu  duyanların  da  görevi, ona  mutlaka  inanmaktır:

Le tü’minünne  bihi” ‘ona mutlaka inanacaksınız’  (Âl-i İmran 3/81)

Nebi,  hz. Muhammed  (a.s)’dır. Fakat  Resul (elçi) Kur’an’ı  Kerim’i  götürüp  tebliğ  eden  herkestir.

“…le tü’minünne bihi ve le tensurunnehü” ‘(Size  bir  elçi  gelirse) ona  mutlaka  inanacak  ve  yardımcı olacaksınız’

Allah-u Teala  bu  sözü  tüm  ümmetlerden  almıştır.

“Kâle e-akrartüm” ‘Dedi ki, ikrar ettiniz mi?’ Yani  bunu  içinize  sindirdiniz mi? “Ve ehaztüm  alâ zaliküm ısrî” ‘Size  teklif edilen bu  konuda  benim  o  ağır  yükümü, sırtınızı  çatırdatacak olan bu ağır yükümü aldınız mı?’ “Kâle akrarnâ” ‘Dediler ki, tamam içimize  sindirdik.’ “Kâle Fe’şhedû” ‘Allah-u Teala o nebilere dedi ki  şahit olun’ “ Ve ene meakum mine’ş-şâhidin” ‘Ben de sizinle  beraber şahitlerdenim’ “Fe men tevellâ ba’de  zalike fe ülâike hümü’l fâsikûn” ‘Kim bundan  sonra  yüz çevirirse, onlar  yoldan çıkmışlardır.’

Bu ayeti kerimelerde  geçen, “Isr” kelimesi  son  derece  önemlidir. Allah-u Teala, bizden önceki  toplumlara  çok  ağır bir  yük  yüklemiştir. “Yanlarındaki kitabı  tasdik eden  yeni  bir  Nebi  yahut Resul  geldiğinde  ona  mutlaka  iman  etme  zorunluluğu.” Resuller  iki  çeşittir: Birisi  Nebi  olan  Resul’dür, peygamberimiz  Muhammed  (a.s) gibi. Diğer  de, Nebi  olmayan Resul’dür. Yani, vahiy almayan  fakat öte  yandan  Allah’ın  indirdiği  kitabı  gidip  insanlara  tebliğ  eden  elçi  manasında.

İnanma  sözü  alınan  Nebi/Resul  gelinceye  kadar, insanlar  onu  bekliyorlardı.

Bir çokları  bugün  Mehdi  beklentisindedir. Enteresan olan şu  ki, birisi, onların  istedikleri  tüm  özelliklere  sahip  olarak  gelse  ve  Mehdi  olduğunu  ilan  etse, kabul etmeyeceklerdir. Çünkü  kabul ettiklerinde, ona  yardımcı  olmaları  gerekecektir. Fakat ne  zaman  ki, Bir  ekip  önceden oluşturulur, dünyalık  bir  menfaat  etrafında  toplaştırılır  ve  başlarına  da  birisi  Mehdi  olarak geçer, işte  o  zaman  siyasi  bir  hareket  başlatacaklardır.

Hz. Muhammed a.s’ın  Medine’ye  intikal  edip, orada  risaletini  yayacağını  Yahudiler  kendi kitaplarından  gayet  iyi  bilmekteydiler. Bu yüzdendir ki, dört  Yahudi  kabilesi Medine’ye  yerleşmişti. Ama ne  zaman  ki o  bekledikleri  Resul  geldi, onu  inkar ettiler.

Bakara 2/89. Ayette  şöyle  buyrulur: (estaizu bi’llah)

Fe  lemmâ câehum  mâ arafûkeferû bih” ‘Tanıdıkları  peygamber  geldikten  sonra  onu  inkar ettiler’

Halbuki, hz. Muhammed as  için  evlerini  taşıyıp  Medine’ye  yerleşmişler, yıllarca  “bir  resul  gelecek, biz  dünyaya  hakim  olacağız” diyerek  propaganda  yapmışlardı. Fakat o resul geldiğinde  inkarı  seçtiler. Bu defa, “Süleyman  dünya  hakimiyetini  sihri  kullanarak elde  etmişti, biz de  sihirle, tılsımla  hakimiyet kuracağız”  düşüncesiyle  yeni kılıflar  uydurdular.

Peygamberi  devre  dışı  bırakıp  başka  yola  saptılar  ve  nihayetinde  sönüp  gittiler. Üstelik, Medine’yi de  ellerinden  kaçırdılar.

Bugün  hala  Yahudiler, gelen peygambere  inanmadıkları  için  bir  Mesih  beklentisi  içersindeler. Hıristiyanlar  da  aynı  şekilde  Muhammed  as’a  iman  etmedikleri  için  bir  Mesih beklentisindedirler. Lakin, onların  bilginleri şüphe  duymaksızın  gayet  iyi  biliyorlar  ki, o  peygamber gelmiştir.

Hind  dinlerinin  Vedalar  denilen  kutsal  kitaplarında, 6-7 sayfalık  bir  bölümde, peygamberimizle  ilgili  Muhammed  ismi  de  dahil, tüm detaylar  kayıtlıdır. (Enes Alimoğlu  bu  konuda  çalışmıştır) Hindistan’a  gidenler, bu  bilgilerle  kendi  bilgileri  arasında  irtibat kurmalıdırlar. Bu açıdan  Dinler  Tarihi  önem  arz etmektedir. Tabii, Dinler  Tarihi’ni batılıların  kafasıyla  değil, Kur’an’ın  bize  gösterdiği  şekilde  okumamız  gerekmektedir. Batılıların  akılları  son  derece  havadadır ve  dünyalıktan  başka  bir şey  düşünmemektedirler. Şimdi  bu  dünyalıklarını  da  kaybetmektedirler.

Zerdüşt  toplumlardaki  Mehdi  beklentisinin  temelinde  de gelecek  peygambere  inanma  mecburiyeti  yatmaktadır. Onların  kutsal  metinleri  Gahtalar’ı  okuduğunuzda, bu  metinlerin  aslında  ilahi  kaynaklı  olduğunu  anlarsınız. Sâbiîler’de  de  durum  farklı  değildir. Bu  sebepledir ki, Allah-u Teala  dünyanın  her yerine  peygamber  gönderdiğini  bizlere  bildirmiştir. Gönderdiği  her  peygamberi  de, kendisinden  sonra  gelecek  olan  peygambere  inanılmasını  öğütlemesi için  görevlendirmiştir.

Mehdi  kelimesinin  sözlük  anlamı: Hidayete  erdirilmiş, doğru  yolda  olan  kişidir. Bu  anlamda  her  Müslüman  bir  Mehdî’dir.

Bir  Katılımcı: Diyanetin  sitesinde, Ahmet  Serdaroğlu’na  ait, Mehdi  beklentisi  konusunda  yayınlanmış  bir  makale  var. Oradan  bir  bölüm  okumak  istiyorum. Şöyle  yazmıştır:

Bu  kanaat  sahipleri (Mehdi’nin geleceğini iddia edenler),  iyi  bilmelidir  ki, şimdiye  kadar  bu  iddia  ile ortaya  çıkanların hiçbiri  Mehdi olmadığı  gibi, şuanda  ve  bundan  sonra  da  böyle  bir  adam beklemek, İslamiyet  için  çalışmayı  bir  tarafa  bırakmak  demektir. Mehdi  kelimesinden, hidayete  ermiş  ism-i mef’ul  manasını murat  edersek, Allah’ın  emrettiği  yolda  giden  herkes Mehdi’dir.”

Abdülaziz  Bayındır: “Medûyun”  vav  harfi, yâ harfine çevrilerek  “Mehdiyyun”  kelimesi  elde  ediliyor.

Bir Katılımcı: (aynı makaleyi okumaya devam etmektedir)

İsm-i fail manası murad  edilirse, asıl Hâdi olan  onun  gönderdiği  Kur’an  ve  O’nun  peygamberi hz Muhammed  (s.a.v)  ile  onların  yoluna  davet  eden  her  Müslümandır.”

Abdülaziz  Bayındır: Yalnız  Mehdi kelimesine  ismi  fail  anlamı vermek  mümkün değildir. Sıfat-ı Müşebbehe  de  değildir. İsm-i Fail  Sıfat-ı Müşebbehe  olur  ama  İsm-i  Mef’ul olmaz.

Bir Katılımcı: Aslında  hocam, ism-i fail, ismi meful  konusundan  ziyade, enteresan  olan, bu makalenin  diyanet dergisinde  yayınlanmış  olmasıdır.

Abdülaziz  Bayındır: Önemli  değil, bizi  resmi kuruluşlar  değil, bu yazıyı  yazan  kişi  ilgilendirir. Mehdûyun, Mefûlün  veznindedir  öyle  değil  mi. İsm-i Meful  kalıbında  “hidayete erdirilmiş kişi” manasındadır. Hâdi  kelimesi  olsa, Hâdi  kelimesine  iki  türlü  anlam verilmektedir: A) Doğru  yola  sokan  anlamında. Bu özellik  yalnız  Cenab-ı Hakk’a  aittir. Sadece  Allah-u Teala  insanların  doğru yola  girip giremeyeceğini  onaylar. B) Doğru yolu  gösterme  anlamında. Allah-u Teala  Şûra 42/52  ayeti kerimede  şöyle  beyan  etmiştir:

“Ve inneke  le  tehdî  ilâ  Sırat-ı’m-Müstakım” ‘Şüphesiz ki  sen  doğru yolu  göstermektesin.’

Doğru  yola getirme  anlamında, peygamberimizin  bir  yetkisinin  varlığı  söz  konusu  değildir. Cenab-ı Hak Kasas 28/56 şöyle buyurmuştur:

“İnneke  lâ  tehdi men  ahbebte  ve  lâkinne’l-Lâhe  yehdi men  yeşâ” ‘Sen istediğini  doğru  yola  getiremezsin, bilakis  Allah tercih ettiğine  hidayeti verir.’

Rabbimiz, “sen istediğini yola getiremezsin” buyuruyor, diğer taraftan Lâm-ı Te’kid ile  “inneke  le  tehdi” (sen muhakkak ki yolu gösterirsin) buyuruyor. Dolayısıyla, doğru yolu  gösterme  manasında  Muhammed  as  Hâdi  sıfatına  sahiptir. Her  Müslüman  bu  manada  Hâdi’dir. Her  insan, insanlara  doğru yolu gösterme  görevi ile  vazifelidir. Kur’an’ı Kerim’de Rad suresi 13/7’de  şöyle  buyrulur:

Ve li külli  kavmin  hâd” ‘Her  kavmin  bir  yol  göstericisi  vardır’

Her  Müslümanın  bu  anlamda  Hâdi olması  gerekmektedir. Müslüman  ancak  yol  gösterici  olabilir. Hiç  kimse  hiç kimseyi  yola  getiremez. Cenab-ı Hak böyle  bir şeyin olamayacağını  Kasas  suresi 28/56’da  peygamberimize  bildirmiştir:

“Sen  istediğini yola  getiremezsin  ama  Allah  şey  edeni (yani gereken  gayreti  göstereni) Sırat-ı Müstakim’e  getirir.”

Tabii, meallerde  Şâe  fiiline  verilen  yanlış anlamları  bizi  sürekli dinleyenler  bilmektedir.

Peki  öyleyse  Mehdi  kelimesine “yola getiren”  manası  mı  verilmektedir? Hz. Hüseyin’in  şehit  edilmesinden  sonra  bu  inançlar  ortaya  çıkmıştır.

Bir Katılımcı: Sizin  de  dediğiniz  gibi, Mehdi  kelimesi  sözlükte  “hidayeti onaylanmış kişi” demektir. İslam’ın  doğduğu dönemde  bu  kelime, peygamberimiz as  için  ve  râşid  halifeler  için  kullanılmıştır. Daha  sonra  siyasi  bazı  olayların  neticesinde, Hz. Hüseyin’in  şehid  edilmesi  sonrasında  bazı  gruplar  tarafından  Mehdi kelimesi  kullanılmaya  başlanmıştır. Örnek  verecek  olursak, hz. Ali’nin  mevlası  olan Keysan ismindeki  zatın, hz. Ali’nin  küçük  oğlu  Muhammed-ül Hanefiyye  için  Mehdi  sıfatını  kullandığı  iddia  edilmiştir.

Abdülaziz  Bayındır: Yalnız, buradaki  Mehdi kelimesine  ‘kurtarıcı’  anlamı  yüklenmiştir. ‘küfürden  kurtaran’, ‘sıkıntıdan kurtaran’  anlamlarında  kullanılmıştır.

Bir Katılımcı: Daha önce  de, hz. Ali  için  bu  sıfatın  kullanıldığı  gelen rivayetler  arasındadır. Fakat, onun  için  Mehdi  kelimesinin  kavramlaşmış  anlamı değil de, ‘doğru yolda  olan kişi’ manasını  ifade  eden  anlamı  kullanılmıştır.

Abdülaziz Bayındır: Bu, her  Müslüman  için  kullanılan  bir  sözdür. Her  Müslüman  doğru  yola  gelmiş anlamında  Mehdi’dir.

       Bir Katılımcı: Muhammed-ül Hanefiyye’nin  vefat etmesinden  sonra, yeniden  dünyaya  geleceği  ya  da  Radva  adındaki  bir  dağda  saklandığı  iddia  edilmeye  başlanmış ve  buna  dair  efsanevi hikayeler  anlatılır  olmuş. Örneğin: Bir gözünden balın, bir gözünden  sütün  aktığı  ve  belli  bir  süre  sonra  geleceği  iddiası  gibi. Bu efsaneler  daha  çok  hz. Hüseyin’in vefatından sonra  dillendirilmiştir. Çünkü  o  dönemde  Ehl-i  Beyt  ve  bazı  Müslümanlar  baskı  ve  işkence  altında  idiler.

Abdülaziz  Bayındır: Burada  şunu  söylemek  lazım, hz. Hasan’ın  çocuklarıyla  kimse  ilgilenmemiştir. Çünkü  burada  esas  olan  hz. Hüseyin’in  eşi  Şehrubânu’dan  olan çocuklarıdır. Şehrubânu, İran Kisrası’nın  kızıydı. İranlılar’da, Ferr-i Yezdân  şeklinde  isimlendirilen, Allah’a  ait  bir  ruhun, krallarında  mevcut  olduğu  ve  bu  özelliğin  yani Tanrılığın, krallarının  çocuklarına  da  geçtiği  inancı  kabul  edilirdi. Hz. Hasan’ın değil de, Hz. Hüseyin’in  çocuklarına  kutsallık  atfedilmesinin  sebebi  budur. Yoksa  kimse  Hz. Hüseyin’in  yüzüne  gözüne  hayran değildir. Hz. Ali ve  Hz. Fatıma da, hep  bu  senaryonun  boş  kalan  yerlerini  doldurmak  için  kullanılmıştır. Hz. Hüseyin’in  Şehrubânu’un  dışında  başka  hanımdan  çocukları  yok  mu, elbette  vardır ama  onlarla  ilgilenilmez. Çünkü buırada  asıl mesele  Şehrubânu’nun  soyundan  gelmektir. Hz. Hüseyin’in  soyundan  gelmiş  olmak  kimsenin  umurunda  olan bir şey değildir. İslam dini  içersinde  bir  oluşum meydana  getirildiğinde, mecburen senaryonun kalan  kısımlarının  tamamlanması  gerekmiş  ve devreye  hz. Hüseyin, hz. Fatıma  ve  peygamberimiz  sokulmuştur. Dolayısıyla  Zerdüştlük’teki  zaruri  olan  dinin  peygamber  beklentisi, Mehdi  beklentisine  çevrilmiştir.

Bir Katılımcı: Mevalide, daha  ziyade  İran  halklarında  hz. Hüseyin  eylemi  çok  ağır  basmıştır. Orada  siyasi  bir  çekişme  yaşanmıştır. “Mehdi  gelecek, kim  dünyayı  yönetecek, kim  başa  geçecek”  soruları akılları  meşgul etmiştir. Bir yandan, beklenilen bu  şahsın, Müslüman  kanının  akıtılmaması  için  hilafet  hakkından  vazgeçip, yönetimi Muaviye’ye  bırakan  hz. Hasan’ın  soyundan  çıkacağı  söylenmiştir. Öte  yandan, Şia, hilafetten  vaz geçen  hz. Hasan’ın  hakkını  kaybettiğini  ve  bu  hakkın, şehid edilen  hz. Hüseyin’e  geçtiğini  savunmuştur.

Bu kısa  girişten  sonra  şöyle  devam edebiliriz; Hz. Hüseyin’in  vefat etmesinden  sonra  yönetim  Emevilere  geçmiş, Emeviler  de, Mehdilik pastasından  bir  pay  almak  için  kolları  sıvamıştır. Fakat şunu  hemen  belirtmeliyiz  ki, Emeviler’de  Ömer b. Abdülaziz  gibi  saygıdeğer  ve  ideal  yöneticiler  de  yönetimin  başında  yer almıştır. Ömer  b. Abdülaziz  için  doğru  bir  insan  anlamında  Mehdi  kelimesi  de  kullanılmıştır. Yine, Süleyman b. Abdülmelik’e de  aynı  şekilde, bir yere  kadar  sözlük  anlamında  Mehdi sıfatı verilmiştir.

Ehl-i Beyt  taraftarlığını  yapan  insanların, Mehdi tezini  kullanmak suretiyle  Emevileri  hedef almaları sonucu, Emeviler de  kendi  Mehdilik’lerini  oluşturmuşlardır.

Dünya  tarihine  baktığımızda, her  toplumun  kendi  karakterine  uygun  bir  Mehdi  figürüyle  karşı karşıya  kaldığını  görürüz. Bunun  için  Müslüman  olmaları  gerekmiyor, Amerika  kıtasına  baktığımızda  orada  da  bu  müşahede  edilmiştir.

Abdülaziz  Bayındır: Kurtarıcı beklentisine  çevrilmiş  olan  gelecek peygambere inanma yükümlülüğü, Tevrat’ta, İncil’de, Hint  dinlerinde  görünmektedir. Enes  Alimoğlu  hocamızın  çıkardığı  kitapta  bu  bilgiler  mevcuttur. Kur’an’a  göre  bütün  dünyanın  dini  yapılanması  içersinde  bu yükümlülük  vardır.

       Bir Katılımcı: Mehdi  ya  da  Deccal’in  şahıstan  ziyade, bir  düşünce  olduğunu  iddia  edenler, o  dönemde  hangi  düşünce revaçtaysa  hep  onu  hedef  göstermişlerdir. Komünizm, Kapitalizm  gibi  hangi  ideoloji  tehlike  olarak  görülmüşse, insanları  o  akımlardan  kurtarmak  için  hedef  alınmıştır.

Abdülaziz  Bayındır: Mehdi  ile  ilgili  hadislerde  insanları  yola  getiren, hidayete erdiren, cennete  ulaştıran  şeklinde  bir  kayıt  var  mı?

Bir Katılımcı: Yok. Daha çok, dünyevi  bir  hükümdarlık  vaat  edilmiştir. Zira  o  dünyada  artık  kurtla  kuzu  birlikte  yaşayacak, hayvanlar et  yemeyi bırakıp  ot  yiyeceklerdir (!).

Abdülaziz  Bayındır: Yani, Hakk’ın  koyduğu  bütün  kanunlar  değişiyor  ve  kurtla  kuzu  yan yana  otlamaya  başlıyor (!).

Bir Katılımcı: Bu tür  düşüncelere  temel  oluşturabilmek  için  Emeviler  hadis  uydurmuşlardır. Fakat onların Mehdi’si  bu  sefer  farklı  bir  isim  altında  Es-Süfyani  olmuştur. Bakıyoruz  ki, kaynaklarında  Mehdi  ile  Es-Süfyani  arasında  çok  büyük  savaşlar  olacağı  bildirilmiştir. Bu  durumda  sanki, iki  aile  arasında  yaşanan  bir  kavga  sonucu  bazı  yeni  düşünceler  oluşturulmuş, bu  düşünceler  bir  yerde çatıştırılmış  ve  Mehdi’nin  galip  gelip, Es-Süfyani’nin  mağlub  olacağı  söylenmiştir.

Abdülaziz  Bayındır: Taraftar  bulmaya  çalışmışlar, yeni  bir  siyasi  hedef  oluşturmuşlardır.

       Bir Katılımcı: Abbasiler, Ehl-i Beyt  için  bir  takım  faaliyetler  sürdürmüşlerdir  ve  daha  sonra  Abbasiler  bir  ihtilal  sonucu  başa  geçmişlerdir.

Muhammed  en_Nefs  Zekiyye, sahip  olduğu  elçileri  Horosan  tarafına  gönderirmiş.

Abbasiler, başa  geçtiğinde, kendilerinin  Mehdi  olduğunu  iddia  etmeye  başlamışlardır. İlk  Abbasi  halifesinden  son  halifeye  kadar  bu  iddianın  gündemde  olduğunu  söyleyebiliriz. Örneğin; Ebu Cafer el-Mansur, kendisini  Mehdi  lakabıyla, Es-Seffah  lakabıyla  vasıflandırmıştır. Daha  sonra  üçüncü  halife  el-Mehdi’nin  de  Mehdi  olduğu  iddia  edilmiştir. Hatta, Ebu Cafer’in  oğluna  el-Mehdi  sıfatını  bizzat  verdiği, zayıf  kabul edilen  bazı  kaynaklarda  geçmektedir.

Mehdi  ile  alakalı temel 5  iddia  vardır. Elimizde  var  olan kaynaklardan, hadislerden aktaracağım. 1. İddia  zayıftır  çünkü  diğer  hadislerle  çelişmektedir. Gerçi, bu  sahada  sağlam  bir  rivayet  yoktur. Hepsi  uydurmadır.

Abdülaziz  Bayındır: İsa  as  ile  ilgili  Enes  Alimoğlu  hoca  çalışmıştır.

       Enes  Alimoğlu: Bir  hadis  rivayeti  vardır, Buhari  ve  Müslim’de  geçen. Şöyledir:

(Muhtasar  Sahih-i Müslim Tercemesi 2059 no’lu hadis)

An ebî Hureyrete: Kâle  Resulullah (s.a.v): Vallahi! Le-yenzilenne’bnu Meryeme  hakemen  âdilen, fe-le-yeksırenne’s-salîbe. Ve le-yektulunnu’l-hınzîra  ve  le-yedâ’anne’l-cizyete”

       “Ebu Hureyre’den: Resulullah dedi ki; ‘Vallahi! Meryem oğlu İsa  adil  bir  hakim  olarak  muhakkak  yeryüzüne  inecektir. Haç’ı  mutlaka  kıracaktır. Domuzu  öldürecektir. Cizyeyi kaldıracaktır.”

Buhari’de geçen  rivayette  “ak minareye  inecek, Muhammed as’ın şeriatına  uyacak” kaydı geçmez.

Abdülaziz  Bayındır: İsa as  neden domuzu  öldürecek?! Ve hangi sıfatla  gelecek?! Yeni  bir  Resul olarak mı?! Yeni  bir  Nebi  olarak gelmeyip bir  Resul olarak gelip, Muhammed as’ın  şeriatini devam ettirecekse ki hep bunu  ifade ederler, şunu  sormak gerekir  iddia  sahiplerine; Muhammed as’ın şeriatında  domuzu öldürmek var mıdır? O zaman yeni bir şeriatle  gelmiş  olur. Muhammed as’ın  şeriatında  Haç’ı kırmak var mıdır?! Muhammed as’ın şeriatında  cizyeyi  kaldırmak  var mıdır?! Cizye  almak  bir  ayeti kerime  hükmüdür. Bkz Tevbe 9/29. Nasıl ayet hükmü olan  cizyeyi kaldırabilir?! Tabii bu  iddiaların  hepsini  yorumluyorlar. Ehl-i Kitap  Müslüman  olacak (!) diyorlar. Böyle  bir  durum söz konusu  olamaz. Onların Müslüman olması  için  domuzun  öldürülmesi  mi  gereklidir (!).

Yusuf  suresi 12/103

Ve ma ekseru’n-nâsi  ve  lev haraste bi-mü’minin” ‘Sen ne kadar arzu edersen et, insanların çoğu iman edecek değillerdir.’

Kimse insanları  zorla  Müslüman  yapamaz. Açıkça  anlaşılıyor ki, Hıristiyanlar  geleceği  kitaplarında  yazılı  olan  Muhammed as’a  inanmamak  için  hz.İsa’nın  tekrar  dünyaya  geleceği  inancını  ortaya  atmışlar, Müslümanlar da  bunu  havada  kapmışlardır. Nasılsa  bir  Mehdi inancı  oluşturulmuş. Üstelik  bunlar Buhari’ye  kadar geçmiştir.

Enes Alimoğlu: Kütüb-i Sitte’nin  başk  kaynaklarında, Mehdi  hadisi içersinde “ve le tezhebenne’ş-şehnâ, ve’t-tebağuzu, ve’t-tehasüdü” ‘düşmanlıklar, kinler  ve  hasedleşmeler  yok olup gidecektir’ ifadesi  de  geçmektedir.

Abdülaziz  Bayındır: O halde, Cenab-ı Hakk’ın  koyduğu  bütün  sistem değişecek mi?! Kur’an’ı Kerim’de Maide suresi 5/64’te  şöyle  buyrulmuştur:

Ve kâle’t-il yehûdü yed’u’l-lâhi  meğlûletün” ‘Yahudiler, Allah’ın eli  bağlıdır dediler’

Yani  cimrilik yapıyor diyorlar hâşâ!

“Ğullet  eydîhim. Ve lü’ınû  bi mâ Kâlû. Bel Yedâhü  mebsûtatâni  yünfiku  keyfe yeş’a’ü. Ve le yezîdenne  kesîr’m-minhüm  ma  ünzile ileyke mi’r-rabbike  duğyâne’v-veküfrâ. Ve el-kaynâ beyne hümül’l-adâvete ve’l-bağzâe ila yevm’il kıyamete. Küllema  ev-kadûnâ  li’l-harbi  edfe’eha’l-Lâhu ve  yes’avne fi’l-erzı fesâdâ.”

       “Onların  elleri bağlı olsun! Söyledikleri şeyden dolayı lanetlendiler (rahmetimden dışlandılar). Bilakis, Allah’ın  eli açıktır. Koyduğu sisteme göre infak eder. Rabbinden sana  indirilen  onlardan  çoğunun  taşkınlık ve küfrünü artırır. Aralarına  kıyamete kadar düşmanlık ve kin soktuk. Savaş  için  yaktıkları  her  ateşi  Allah söndürür. Yeryüzünde  bozgunculuk  için  koşuştururlar.”

Burada  bunların  Yahudi  oldukları akla  gelmektedir.

Enes Alimoğlu: Maide 5/14 ayetinde de Hıristiyanlar  için  benzer  ifadeler  vardır.

        Abdülaziz  Bayındır: Gerçi, Âl-i İmran 3/64’ten de  bu  anlaşılabilir  ama  insanlar  ayetler  arası  ilişki kurmadıkları  için, ayetleri  bağlamından  kopardıkları  için  itiraz  ederler. Maide 5/14’te  şöyle  buyrulur:

“Ve mine’l-lezine  kâlû  inna  nasâra  ehazna  misâkahum  fenesû  hazza’m-mimma  zükkirû  bihi  fe-eğretnâ  beynehümü’l  adâvete  ve’l-bağzâe  ilâ yevmi’l  kıymeti  ve  sevfe  yünebbiühümü’l-lâhü  bi m  kânû yasne’ûn.” “Biz Hristiyanlarız diyenlerden  de  kesin  sözlerini  almıştık.Ama  onlar  kendilerine  bildirilmiş  olan  o  payı  unuttular. Bu sebeple  kıyamete  kadar  aralarında  düşmanlık  ve  kini  teşvik ettik.Yakında  Allah  onlara yaptıklarıı  haber  verecektir.”

Yani  yaptıkları bu  yanlışlıklar  sebebiyle  aralarındaki  kin  ve  düşmanlık  güçlendirilmiştir. Bu yanlışları  terk  ederlerse, o  zaman  onlara  Nasâra  denilmez.

Hz. İsa’nın  gelip  kin  ve  düşmanlıkları  kaldıracağı  söylenmektedir. Peki  o  halde, bu  ifade, yukarıda  örneklerini  verdiğimiz  ayeti  kerimelere  kesin olarak terstir.

Şuna  çok  dikkat  edilmelidir, gerek  Türkiye’de, gerek  Arabistan’da  ve  gerekse  diğer  ülkelerde, bu  tür konularda  yazı  yazanlar, kendi  mantıklarına  ters  düşen  ayet  ve  hadisleri  kesin delil  olrak almazlar.

Bizim  geleneğimizde  zaten  Kitap-Sünnet  bütünlüğü  kavramı kaybedilmiştir. Üstelik  bu  durum, bir ilim haline  getirilmiştir. Kitap ayrı, Sünnet  ayrı  ele  alınmıştır. Hâşâ, sanki  Allah (c.c)  bşka  bir şey  söylemiş, peygamberimiz  başka  bir şey  söylemiştir!

Sonra  da, Allah’ın  sözünü anlamadıklarını, peygamberin  sözünü  anladıklarını  söylemektedirler. Oysa  ki, senaryolarının  ayetlere  ters  düştüğünü  açık  olarak görmektedirler. Göre  göre  bunu  yapmaktadırlar. Zira ayetlere  müdahale  edilemez. Fakat hadislere  müdahale  mümkündür. Orada  kendi  arzularına  uygun  sonuçlar çıkarabilmektedirler.

Abdullah b. Baz, İsa  as  ile  alakalı ne  demişti?

Enes Alimoğlu: Şöyle  söylemiştir: “Kur’an’da  nüzul-i  İsa’yı  reddeden  ayetleri  görüp  bazı  kimseler  çok  sevindi. Öyle  ayetler  olsa  dahi, bizim  Selif-i Salihin  inancına  uygun  düşmediği  için  biz  hadisleri  tercih ederiz.”

Abdülaziz  Bayındır: Buyrun  bak! Bu nedir  bu! Bir Müslümanın  ağzından çıkacak söz mü?! Selef-i Salihin kim yani?! Allah’ın  yerine  bir  kısım  insanları  koyuyorlar. Sonra  ne  demiş?

Enes  Alimoğlu: “Kim  nüzul-i İsa’ya  inanmazsa  kafirdir, katli  vaciptir.”

Abdülaziz  Bayındır: Bu iş  senin dinine göre böyledir, Allah’ın dinine göre değil demek lazım. Öyle şey olur mu?!

       Yahya Şenol: Ed-Diyanet-ül b.n Bâziyye! (Baz’ın Dini)

Abdülaziz  Bayındır: Evet  buna  Baz’ın  dini  denir.

Kuran’ı Kerim’de  Allah (c.c) bizlere hz. İsa’nın  vefat  ettiğini  ve tekrar  dünyaya  gelmeyeceğini kesin  olarak, hiçbir  şüpheye yer bırakmayacak şekilde  bildirmiştir. Bu konuda  en küçük bir  şüpheye  bile  yer  yoktur. Zaten  bunu  bin Baz da  görmüş  ve  bunu  görüp  de  sevinmeyin  demiştir! Fakat esas  üzücü olan, Kur’an’ın dışında yeni  bir  dinin  oluşmuş  olmasıdır. Âl-i İmran suresi 3/55  âyeti  kerimeyi  okuyalım:

“İz  kâle’l-Lâhü yâ İsa, innî  müteveffîke  ve  râfiuke  ileyye” “Bir gün Allah-u Teala  şöyle  dedi: Ey İsa! Seni vefat ettireceğim ve  seni  kendime  yükselteceğim.”

(Buradaki “râfiuke ileyye”  cümlesini  istismar etmektedirler. İleride  bu  konu  açıklanacaktır.)

Ve mutahhiruke  mine’l-lezîne keferû ve câilü’l-lezine’t-tebeûke  fevka’l-lezîne keferû ilâ yevmi’l kıyâmeti.” Seni  inkar edenlerden arındıracağım. (Bu kafirlerin  pisliğinden kurtulacaksın) Ve sana  uyanları kıyamete kadar üstün  kılacağım.”

Hz. İsa’ya  inananlardan  kasıt  Havârilerdir. Havâriler’i  kafirlere  üstün kılacağını Cenab-ı Hak bildirmiştir. Günümüzde  hz. İsa’ya  uyanlar  kimlerdir? Biz  Müslümanlar  ona  uymaktayız. Hz. İsa as  bugün  yaşasaydı  Kur’an’a uymaz  mıydı  veya  biz  o  devirde  yaşasaydık  ona  uymayacak mıydık?

Lâ nüferriku  beyne  ahadi’m-mir-Rusulih” (Bakara 2/285) “Allah’ın  peygamberinden hiçbirisinin  arasında  ayrım  yapmayız.”

Cenab-ı Hak  bizlere  bu  ayeti  okutmaktadır.

Bir Katılımcı: Şuan  Hz. İsa’ya  hakkıyla  inananlar  Müslümanlardır.

      Abdülaziz  Bayındır: Hz. İsa’yı  bizden  başka  Müslüman  kabul  eden  var mı? Ona  Allah’ın  resulü  olarak inanmıyorlar ki! Allah, hz. İsa’yı  nasıl tanımlamışsa, biz  ona  o  şekilde  inanmaktayız. Bu, bize  Allah-u Teala’nın  verdiği  bir  görevdir. Bundan  dolayı  rahatsız  olmamalıyız. Okumuş  olduğumuz  Âl-i İmran  3/81  ayet  bunu  gösteriyor:

“…musaddiku’l-limâ meakum”  “…sizinle  beraber  olanı  tasdik eden.” Biz, tasdik  ettiğimizi  söylemek  zorundayız. Onlara  demeliyiz  ki  “Beyler! İsa  as’a  asıl inanan  biziz. İncil’e  de  asıl  biz  inanmaktayız. Ben  İncil’e  inanmasam, Allah (c.c)  beni  Müslüman  sayar  mı?” Bitti  bu  kadar! Başkası  bunu  nasıl  algılarsa  algılasın! Allah-u Teala  az  önce  de  ifade  etiiğimiz  gibi  Âl-i İmran  3/55’de  şöyle  buyurmuştur:

Bir  gün  Allah-u Teala  şöyle  dedi: Ey İsa! Seni  vefat  ettireceğim  ve  seni  kendime  yükselteceğim.Seni  inkar  edenlerden  arındıracağım. Sana  uyanları  kıyamete kadar  üstün  kılacağım.”

İşte  bugün, kafirlerden  üstün  olan  biziz. Cenab-ı Hak  öbürlerini  kafir  saymıştır. Maide 5/73:

Le-kad  kefer’l-lezine  Kâlû  inne’l-lâhe  hüve’l mesîhu’bnü  meryeme”  “Andolsun, Allah, kesinlikle  Meryem  oğlu  Mesih’tir  diyenler  kafir  olmuşlardır.”

Biz,  böyle  bir  şey demiyoruz  dolayısıyla  kıyamete  kadar  üstün olacak  olan  bizleriz. Onun  için, Cenab-ı Hak  onlara  demiştir  ki:

Evfû bi ahdi ûfî bi-ahdikum” “Size  yüklediğim  görevi  yerine getirin, ben de  yerine  getireyim.”

Yüklenen görev;  bu peygambere  inanmaktır.

Âl-i İmran 3/55in  son  ayetinde:

Sümme  ileyye merciuküm  fe  ahkümü beyneküm  fî Mâ küntüm  bihi  tahtelifûn” “Sonra  dönüşünüz  banadır. İhtilaf  ettiğiniz  konularda  aranızda  ben  hükmedeceğim.”

Burada  esas olan, “seni vefat ettireceğim  ve  seni  kendime  yükselteceğim”  ayetinde  keçen “ref” kelimesi, her  insan  için  kullanılmış mıdır? Bir ayeti  kerime  vardır: Âraf 7/40:

“İnne’l-lezîne  kezzebû  bi  ayâtinâ ve’s-tekberû  anhâ  lâ tüfettehû  lehum  ebvabü’s-semâi  ve lâ yedhulûne’l cennete  hattâ  yelice’l cemelü fi semmi’l  hıyâd.” “Bizim  ayetlerimiz  karşısında  yalan  söyleyenler…’  Yalanlayan  değil  çünkü  yalanlamada  kişi bazen  haklı  olabilir, kafirler  için  böyle  bir şey söz konusu değildir. “Ve onlara  karşı  kibirlenmek  isteyenler var  ya, işte  onlara  gök kapıları  açılmayacaktır.’

Ahirette  gökler  dürülmüş  olacaktır. Enbiya suresi 21/104 ayeti kerime  şöyledir:

Yevme  nedvi’s-semâi  ketayyi’s-sicilli  li’lkütüb” “Kıyamet günü  bütün  yeryüzü  O’nun  tasarrufundadır. O gün gökleri  kağıtların rulo  haline getirilmesi  gibi  düreriz”  buyrulur.

Dolayısıyla, gökler  kıyamete  vakti  mevcut   olmayacaktır. Şimdi  vardır. (Âraf 40’a devam):

Cennete  de  girecek değillerdir, o kalın  halatlar  iğne  deliğinden  geçinceye  kadar.”

Buradaki “cemel” kelimesi, deve manasında  değil, gemilerde  kullanılan  halatlar  manasına  gelmektedir. Bu anlamı  (halatın iğne  deliğinden geçmesi)  sadece  Keşşaf  Tefsiri  yazmıştır. Deve  ile  iğnenin  bir  alakası  yoktur.

“Ve kezâlike neczi’l-mücrimin” “günahkarları  işte  böyle  cezalandırırız.”

Dolayısıyla, bir  kişi  öldüğünde, ruhu  ölüm  melekleri  eşliğinde  1. Kat semaya kadar çıkarılır. Şayet müminse ruhu  mis  kokulu  ipekli  bir  beze  sarılır. Kafirse, ruhu pis  bir  beze  sarılır. Mümin  olana  semanın  kapıları  açılır, kafir olana  kapılar açılmaz. Ayet  ve  hadis uyumu  budur. Peygamberimiz  buğdayı  alıp  ekmek  yapmıştır. Sen  buğdayı  buğday olarak yersin  ama  ekmek  gibi  lezzet  vermez. Peygamberimizin hadisleri  de  böyledir. Bu  konuda  ayetler  de  vardır. Hafız  olmamamızın dezavantajı bu  ayetleri  hemen  hatırlayamamak. Ama  hafız  olmamanın  avantajı  da  var  elbette. Hafızlar  uçakla  gidiyorlar  ve  hiçbir  şey  göremiyorlarken, biz  yavaş  yavaş  gittiğimizden  düşmemek için  en  küçük  çukuru  bile  görmek  zorunda  kalıyoruz. Yavaş yavaş ilerliyoruz. “Seni  katımıza  yükselteceğiz” ayeti  konusunda  başka  ayetler de  vardır.

Yahya  Şenol: (ilgili  hadisi  okumaktadır): -Ahmed b. Hanbel, 4. Cilt 287.sf-

“Mümin  bir  kulun  dünyadan  ayrılıp  ahirete  götürüleceği  bir sırada  gökten ak  yüzlü  melekler  iner. O  ruhtan  yeryüzünün  mis  kokularının  en  güzeli  gibi  bir  koku  çıkar. Onunla  birlikte  yukarı  çıkarlar. Meleklerin  önde  gelenlerinden  hangisine  uğrasalar  bu temiz  ruh  kimindir  diye  sorarlar. Bunlar  falan  oğlu  falandır  diyerek  dünyadaki  isimlerin  en güzelini  söylerler. Nihayet 1. Kat  semaya  varır, kapının  açılmasını isterler. Kapı  onlar  için  açılır  sonra  her  semadan  mukarreb  melekler  diğer  semaya  kadar  ona  eşlik  ederler. 7. Kat  göğe  çıkıncaya kadar  böyle  olur. Sonra Allah-u Teala  şöyle  der: Kulumu  İlliyyun’un  arasına  kaydedin  ve  yeryüzüne  döndürün. Çünkü  onları  topraktan yarattım, toprağa  döndüreceğim  ve  bir  kez  daha topraktan  çıkaracağım.”

Abdülaziz  Bayındır: Burada  araya  girelim. Bu  ifadelerin  her  biri  ile  ilgili  ayetler  vardır. Tekrar  etmekte  fayda  var. Peygamberimizin  ağzından  çıkmış  olan  bir  söz, dinle  alakalı yapmış  olduğu bir  davranış  mutlaka  ama  mutlaka  Kur’an’ı  Kerim’e  dayanır. Biz  bunu  her  zaman  görüyoruz. Göremediklerimiz  elbette  oluyor. Mesela  hadiste  geçen  İlliyyun’a  kaydedilme  mevzusu  Kur’an’da  Mutaffifin 83/18-20  ayetlerde  belirtilmiştir:

Kellâ  inne’l-kitâbe’l-ebrâri  le  fî ılliyyin. Ve ma  edrake  ma ılliyyin. Kitabü’m-merkûm” “Hayır! Andolsun  iyilerin  kitabı İlliyyun’dadır. İlliyyun  nedir  bilir misin? (O İlliyyun’daki  Kitab) içinde  ameller  kaydedilmiş  bir  kitaptır.”

Sonra  yine  hadiste  geçen  topraktan  çıkarılma  toprağa  dönme  konusundaki  ayeti  kerime  şöyledir: Taha  20/55

Minha  halaknâküm fiha  nü’ıdüküm ve minhâ nühricüküm  târete’n-ührâ” “Sizi  topraktan  yarattık, yine  sizi  oraya  döndüreceğiz  ve  bir kez  daha  sizi  oradan çıkaracağız.”

Ruhlar  çıktıktan  sonra  kabirlerine  dönüp  orada  beklerler. Göklerde  bir  bekleyiş  söz  konusu  değildir. Göklere  gidip  gelinebilir  o  ayrı  bir şeydir. Kadir suresi 97/4

“Tenezzelü’l melâiketi ve’ruhu fiha bi-izni Rabbihim” “O gecede  Rablerinin  izniyle  melekler  ve  ruh  her  bir  iş  için  iner dururlar.”

Ruhların  asıl karar  yerleri  kendi  kabirleridir. Çünkü  ayette  Allah-u Teala  şöyle  buyurur, (Fatır 34/22):

Ve mâ ente  bi-müsmi’ım-men  fi’l kubur” “Sen  kabirdekilere  işittiremezsin!”

Kabirdekinden  kasıt  içinde  bulunan  ceset  değildir. Ceset  zaten ölmüştür. Kabre  döndürülen  ruh  da  cesede  girmez. Bu  konuda yanlış düşünceler  dile  getirilmektedir. Kabir azabına  karşı  çıkanlar, bu  düşüncelerinden  dolayı  karşı  çıkmaktadırlar.  “Men fil kubur” kimdir? “men”  akıllı  varlıklar  için  kullanılan  bir  edattır. Akla  sahip  olan  ceset  öldüğüne  göre, buradaki  “men”  edatı, ruhları  işaret eder. Zira, o  “men” olan  “ruh”  konuşmaktadır. Bakınız  Yasin suresi 35/26:

Kîle’d huli’l-cenneh”  “Cennete  gir”  deniliyor mümin bir ruh için. Cennete  giren  kimdir? Vücut  artık  canlı  değildir. Burada  “ruh”a  hitap  edilmektedir. Şayet  ölen  ruh  kafirlerdense  Müminun suresi 23/ 99-100’de  şöyle  söylediği  belirtilmektedir:

Hattâ izâ câe  ehade-hümü’l-mevtü  kâle  rabbi’r-ciûn. Leallî, a’melü  salihan  fî mâ teraktu.”  “Nihayet, onlardan  birine  ölüm  gelip çattığında: Rabbim  der; beni  geri  gönder! Tâ ki  boşa  geçirdiğim  dünyada  iyi  bir  iş  yapayım.”

Hadiste  anlatılan  tamamen  ayettir. Devam edebiliriz.

Yahya Şenol: “Kafir  bir  kul  dünyadan  ayrılıp  ahirete  yöneleceği  sırada, gökten  kara  yüzlü  melekler  iner. Ellerinde  eski  çullar  vardır. Nihayetinde  göz  görebildiğince  otururlar. Sonra  ölüm meleği  gelir. Baş  ucunda  oturur  ve  der ki, “Ey  pis  ruh! Allah’ın  kızgınlığına  ve  gazabına  doğru  yol al.” Ruh  cesedinden  ayrılır. Sanki  pütürlü  bir  şişi  yaş  bir  yünden  ayırıyormuş  gibi  olur. Ölüm  meleği  onu  alır.”

Abdülaziz  Bayındır: Mesela, dikeni  yaş  bir  yün  üzerine  koyarda  çekerseniz, yün  de  dikenle  birlikte  gelir.

       Yahya  Şenol: “Onu  alınca  diğer  melekler bir  an  bile  onun  elinden  bırakmaz, onu  alır, eski  çulların  içine  koyarlar. O  ruhtan, yeryüzünün  en  leş  kokusu  gibi  bir  koku  çıkar. Onunla  birlikte  yukarı  çıkarlar. Meleklerin  önde  gelenlerinden  hangisine  uğrasalar, bu  pis  ruh  kimdir  diye  sorarlar. Bunlar: falan  oğlu  falan  diyerek dünyadaki  isimlerden  en  kötüsünü  söylerler. Nihayet  1. Kat semaya  varınca, kapının  açılmasını  isterler. Fakat  kapı  onun  için  açılmaz”.

Abdülaziz Bayındır:   Âraf 7/40  “…Lâ tüfettehu  ebvâbü’s-semâi  ve lâ yed-hulûne’l-cennâte  hattâ  yelicü’l cemelü fi semmi’l-hıyâd.” “İşte  onlara  gök  kapıları  açılmayacak ve  onlar  halatlar iğne  deliğinden geçinceye  kadar  cennete  giremeyeceklerdir!”

Yahya  Şenol: Sonra  peygamberimiz  Âraf 40. Ayeti  okudu. Sonra, Allah-u Teala  şöyle  der: “Onu Siccîn’e  kaydedin.”

Abdülaziz  Bayındır: Mutaffifin 83/7-9:

Kellâ  inne’l-kitâbe’l-füccâri  le fî Siccîn. Ve mâ edrâke mâ Siccîn. Kitâbü’m-merkûm”

         “Doğrusu   günahkarların yazısı, muhakkak Siccîn’de olmaktır. Siccîn nedir bilir misin? Amellerin  sayılıp yazıldığı bir kitaptır.”

Bir Katılımcı: Hocam,  Âl-i İmran  56. Ayet  ile  ilgili, sizin de  bildiğiniz  gibi, “İnnî râfiuke  ve  müteveffîke”  takdiminde  bulunuyorlar. Eğer, Hz. İsa  ilk  olarak göğe  çekilmişse, neden  ayette  “müteveffike”  ifadesi  önce  kullanılmıştır?  Takdim  ve  te’hir’in  bir  anlam  ifade  etmesi  gerekmektedir. Takdim  ve  Te’hir  yapmamış  olsalar, dile  getirdikleri  anlamı  ayetler  vermemektedir. İlgili  ayet-i kerimede  önce  “müteveffike”, sonra  “râfiuke”  ifadesi  kullanılır. Fakat  kaynaklarda  yaygın  olarak  önce  “râfiuke”  sonra  “müteveffîke”  gelecek şekilde  anlam  verilmektedir. Takdim  ve  Te’hir  kullanımı  sonucu  oluşan  tezatlık, hz. İsa’nın  geleceğini  iddia  edenlerin  iddialarına  da  ters  düşmektedir.

Abdülaziz  Bayındır: Bu  iddia  sahiplerinin biz  daha  nice  çelişkilerini  gördük. Takdim Te’hir  meselesi  hafif kalır. Kur’an-ı Kerim’de  En’am Suresi  6/60.  Ayette  uyku-ölüm  ilişkisi  ele  alınmıştır:

Ve hüve’l-lezi yeteveffaküm  bi’l-leyli  ve  ya’lemu ma  cerahtum  bi’n-nehar.” “Gece  sizi  vefat  ettiren  ve  gündüzün de  ne  yaralar  açtığınızı  (neler kırıp döktüğünüzü) bilen  O’dur.”

Demek ki, biz  her  gece  vefat  etmekteyiz. Zümer 42. Ayette  de  benzer  ifadeler  vardır.

Sümme  yeb’asüküm fihi…” “Sonra  sizi  gündüzün  ba’as  ettiriyor

Dikkat  edin, “Ba’as  ba’del mevt” (ölümden sonra  diriliş) Kur’an-ı Kerim’de  ahiret hayatının  başlangıcı  için  kullanılır. “Ba’as”  kelimesi  yataktan  kalkmak  demektir. Ölen  insanlar, yatakları  kabir  olduğu  için  oradan  kalkacaklardır. Diri  olan insanlar da  yataklarından  kalkmaktadırlar. Yasin suresi 35/52. Ayeti kerimede  şöyle  buyrulmuştur:

men  beasena  mim’mer  kadinâ”  “kim  bizi uyuduğumuz  yerden kaldırdı?”

Ba’as  günü  kabirlerinden  kaldırılan  insanlar, uykudan  uyandıkları  zannına  kapılacaklardır.

Enes Alimoğlu: Sabah uyanınca  şöyle  bir  dua  yapılır: “Elhamdulillahi’llezi  ahyânâ  ba’de  ma emâtena  ve  ileyhi  nüşûr”  “Öldürdükten  sonra  bizi  dirilten  Rabbimize  hamd olsun, O’nun  huzurunda  toplaşacağız.”

Yahya Şenol: Yatarken de  benzer  dua  yapılır: “Ya Rabbi  senin  adınla  ölür, senin  adınla  diriliriz.”

Abdülaziz  Bayındır: Ayete  devam edelim: (Enam 60)

Sümme  yeb’asüküm  fihi” “Sonra  Allah  gündüzün  sizi  ba’as  ettirir.” Kıyamet  gününe  “kıyamet”  adı verilmesinin  sebebi  de  budur. Kıyamet; ‘kalkmak’ demektir. “li-yükzâ ecelü’m-müsemmâ”  “adı  konulmuş  olan  süre  tamamlansın  diye” “Sümme  ileyhi  merciuküm  sümme  yünebbiüküm  bima küntüm ta’melûn.” “Sonra dönüşünüz Allah’ın  huzurunadır. Size  yaptıklarınızı  haber verecektir.”

Zümer  suresi  42.  Ayeti kerimede  iki  türlü  vefat  şekli  vardır. Burada (En’am 60), tamamen  uyku  manasında  bir  vefattan  bahsedilir. Fakat bir  de  ölüm  manasında  vefat  vardır. Zümer 39/42:

Allah-u yeteveffâ’l enfüse  hîne  mevtiha”  “Mevti  sırasında  Allah nefisleri  vefat ettirir.”

Burada  iki nefis vardır.

Bir; insanın ruhu, bir de; insanın  cesedi. İkisi  de  canlıdır. Geceleyin  ceset sağken, ruhumuz vefat ettiriliyor  yani  vücuttan  ruh  alınıyor. Fakat  ceset öldüğü zaman  da  ruh  kabzediliyor, can alınıyor. “Allah-u yeteveffa’l enfüse hîne mevtiha”. Cesedin  mevti  sırasında  bir  vefat  gerçekleşir  ve  ruh  çekilip  alınır.

ve’l-letî  lem temüt fi menâmihâ” “o kişiyi  de  vefat  ettirir  uykusunda.”

Bu durumda, canın  alınması  da  bir vefattır, ruhun uyku esnasında  alınması da  aynı  şekilde  bir  vefattır. Uyku  esnasında  yalnızca  ruh  alınır. Ölüm  sırasında  ise  can  da  ruh  da  alınır.

İsa  as ile  ilgili  söylenilen  vefat  şekli, sadece  ruhun  alınıp, cesedin  sağlam bırakılması mıdır? Tabii ki öyle bir şey söz konusu değildir. İsa  as  ölmemiştir  diyenler  ruh  ve  cesedin  beraber  yükseltildiği kanaatindedirler. O da  ayeti kerimelere  uymamaktadır.

Bir Katılımcı: İddiaları  için  şunları  delil  gösterirler: Ashab-ı Kehf’in  belirli  bir  süre  uykuda  kalmış  olmaları ve hz. Nuh’un  yaşının, günümüze  göre  bir  hayli  fazla  olması.

Abdülaziz  Bayındır: Yani, Hz. İsa  için  uykuda  demek  istiyorlar. Ama  buradaki esas mesele, Hz. İsa’nın vefatının  uyku  vefatı  mı  yoksa  ölüm  denilen vefat mı olduğudur. Allah-u Teala  Hud suresi 11/1-2de  şöyle  buyurmuştur:

Elif-lâm-râ. Kitabü’n uhkimet ayâtühü  sümme  fussilet  mi’l-ledün  hakimin  habir” “Bu  bir  kitaptır  ki  ayetleri  muhkem  (hüküm ifade  eder) kılınmış, sonra  Hakim  ve  Habir  olan  Allah  tarafından  açıklanmıştır.”

Öyleyse  Hz. İsa’nın  vefatının  hangi  vefat  çeşidi  olduğunu  biz  ancak  Kur’an’ı Kerim’den  öğrenebiliriz. Onun  için  Maide  suresi 5/116-117’ye  bakalım:

“Ve iz kâle’l-lâhü yâ İse’bne  Meryeme, e  ente  külte  li’nâsi’ttehızû-nî  ve  ümmiye  ilaheyni  min düni’-lâh” “Allah: Ey  Meryem  oğlu  İsa, Allah’tan  önce  beni  ve  anamı  ilah  edinin  diyen sen miydin?”

Bu  soru, ahirette  sorulacak bir sorudur, dünyada  değil. Birazdan bunu  göreceğiz

Kâle  sübhâneke  mâ yekûnü li en ekûle  mâ leyse li  bi-hak. İn küntü kultühü  fekad  alimtehü. Ta’lemü  ma fi nefsi ve la a’lemu ma fi nefsik. İnneke  ente  allâmü’l-ğuyûb.”

Hâşâ! Seni  tenzih ederim; hakkım  olmayan  şeyi  söylemek  bana  yakışmaz. Hem  ben  söyleseydim, şüphesiz  sen  onu  bilirdin. Sen  benim içimdekini  bilirsin, halbuki  ben  senin  içindekini  bilmem. Sen bilinmeyenleri  bilirsin.”

Mâ kültü lehüm  illâ mâ  emertenî  bihi enı’büdû’l-lâhe  rabbi  ve  rabbeküm  ve küntü aleyhim şehide’m-mâ dümtü  fihim. Felemmâ teveffeyteni  künte ente’r-rakîbe  aleyhim. Ve ente alâ külli şeyin  kadir.”

Ben onlara ancak  bana  emrettiğini  söyledim: Benim  de  Rabbim, sizin de  Rabbiniz  olan  Allah’a  kulluk  edin  dedim. İçlerinde  bulunduğum müddetçe  onlar  üzerine  kontrolcü  idim. Beni vefat  ettirince  artık  onlar  üzerine  gözetleyici  yalnız  sen  oldun. Sen her şeyi  hakkıyla  görensin.”

İşte  bu  ayette  de  vefat  kelimesi  geçmektedir. “Artık  o  günden  beri  ne  yaptıklarını  bilmiyorum”  ifadesine  dikkat  edin, tekrar  gelecek  olan  böyle  mi  söyler?! Gördüğünüz  üzere, buradaki vefatın anlamı; “Seni öldüreceğim”  demektir. Öyleyse, İsa as  kesin olarak ölmüştür. Gelmesi söz  konusu değildir. Mehdi  isimli  bir  kişinin  gelmesi  de  mümkün  değildir.

Bir Katılımcı: Rivayetlerde  Deccal’in, Hz. İsa’nın  gelmesinden  sonra  öldürüleceği  söylenmektedir.

Abdülaziz  Bayındır: Tabii, bu  senaryonun  tamamlanması  için  Deccal adında  bir  düşmanın  yaratılması  gerekmekteydi. Yalnız, enteresan  olan bu  tür  rivayetlerin  Müslim’e  kadar  girmiş  olmasıdır.

        Bir Katılımcı: Deccal  ile ilgili  Müslim’de  geçen  Cessâse  rivayeti vardır. Onu burada  okuyalım: Fâtıma bint. Kays’tan rivayet edilmiştir:

Peygamberimiz  bir  gün namaz  sonrası  cemaatin  dağılmamasını istemiş  ve  şöyle  buyurmuştur:

  • Sizleri niçin  topladığımı  biliyor musunuz? Diye  sordu, sahabiler:
  • Allah ve  Resulü  en  iyi  bilendir, dediler. Resulullah  şöyle  dedi:
  • Allah’a yemin  ederim  ki, ben  sizleri  ne  bir  rağbet  ve  ne  de  bir  korkudan  dolayı  topladım. Lakin  sizleri  şu  sebepten  dolayı topladım.

Temim  ed-Dâri, Hıristiyan  bir  adam  idi. Geldi, bey’at  edip  İslam’a  girdi. Ce  bana  öyle  bir  söz  anlattı  ki, onun  söylediği  bu  söz  benim  sizlere  Deccal  Mesih’ten  söylemekte  olduğum  söze  uygun  düşmüştür. Bana  anlatıp  dedi  ki; kendisi  Cüzâm  ve  Lahm  kabilelerinden  30  kişi  ile  beraber  bir  deniz  gemisine  binmişler. Dalgalar  onlarla  deniz  içinde  bir  ay  oynamış. Sonra gemiyi  tâ güneşin  battığı yerde, denizde  bir  adaya  yanaştırmışlar, geminin  kayıklarına  binerek  adaya  girmişler. Kendilerini  gövdesi  pek  çok kıllı  bir  hayvan  karşılamış ki, kılın  çokluğundan  dolayı  önünü  arkasından tefrik  edemiyorlarmış. Gemi  halkı  ona;

  • Vay! Sen nesin? Diye  sormuşlar. O  da:
  • Ben, Cessâse’yim. Demiş. Onlar: 

Abdülaziz  Bayındır: Cessâse  kelimesi  “casus”  manasındadır. Gizli  bilgileri  araştıran  kişi  demektir.

  • Cessâse nedir? Demişler, o:
  • Ey topluluk! Siz manastırdaki  şu  adama  gidin  çünkü  o  sizin haberinizi  çok  şiddetle  arzu eder, demiş. Temim dedi ki:
  • Bu Dabbe, bize bir  adamı  tahsis  kılınca, biz  onun  bir  dişi  şeytan  olmasından korktuk. Süratle  yürüyüp, nihayet manastıra  Orada  cüsse  bakımından, gördüğüm  insanların  en  irisi  olan, iki eli  boynuna  ve  diz  kapakları  ile  topukları  arası  birbirine  demir  ile, çok  sıkı  bir  süratle  toplanıp  bağlanmış  bir  insanla  karşılaştık. Ona:
  • Vay sana! Sen nesin? Diye O:
  • Sizler benim  haberimi  Binaenaleyh, siz  kimler  olduğunuzu  bana  haber  veriniz, dedi. Gemi  halkı:
  • Biz Arap kavminden  bir  takım  insanlarız  ki, bir  deniz gemisine  bindik de, denize  coştuğu  anda  rastladık. Neticede  dalgalar  bizimle  bir  ay  oynadı. Sonra  senin  şu adana  yanaşıp  sığındık. Müteakiben, geminin  yedek sandalları  içine  Sonra  da  adaya  girdik. Derken  bizi, vücudu  gayet kıllı  ve  kılın  çokluğundan  dolayı  önü  arkası  neresidir  bilinmeyen  bir  hayvan  karşıladı. Biz:
  • Vay sana! Sen nerelisin? diye O da:
  • Ben Cessâse’yim Biz:
  • Cessâse nedir? Dedik, o:
  • Manastırda bulunan  şu  adama  gidin  çünkü  o  sizin haberinizi  öğrenmeyi  çok  arzu  eder, dedi. Bunun  üzerine  biz, süratle  sana  koşup  O Dabbe’den  de  korktuk, onun  bir  dişi  şeytan  olmasından  da  endişe  ettik.” Bunun  üzerine  o  adam.
  • Bana ümmilerin  peygamberinden  haber  verin, o  ne  yapıyor?  Bizler:
  • Mekke’den çıktı  ve  Medine’ye  indi  O:
  • Araplar onunla  muharabe  yaptılar  mı? Dedi. Biz:
  • Evet, dedik. O:
  • Peygamber onlarla  nasıl  savaş yapıyor? Dedi. Biz:
  • Kendisine, peşinden gelen  araplara  galip  geldiği  ve  arapların  ona  itaat  ettiğini  haber  O zat:
  • Hakikaten bunlar  oldu  mu? Dedi. Biz:
  • Evet, dedik. O:
  • Muhakkak ki, onların peygambere  itaat  etmeleri  kendileri için  bir  hayırdır. Şimdi  ben  sizlere  kendimi  tanıtacağım. Ben o Mesih’im. Bana  çıkmak  hususunda  izin verilecek  zaman  yaklaşıyor. İzin  verilince  ben  yeryüzünde  seyir ederim de, artık kırk gece  içersinde kendisine  inmediğim  hiçbir belde  bırakmam. Ancak, Mekke  ile  Taybe  müstesnadır. Bunların  her  ikisi de  bana  haram  kılınmıştır. Birine, yahut  o  iki  beldeden  birine  girmek  istedikçe, beni elinde  sıyrılmış bir kılıçla  bir  melek karşılar. Ve  oraya  girmekten men’ eder. Muhakkak ki  onlardaki her bir yol  üzerinde  onları koruyup beklemekte  olan  bir  takım  melekler  vardır, dedi.

Resulullah (s.a.v)  bunları  söyledi  ve  elindeki değneği  ile  mimbere  dürterek, Medine’yi kast ederek:

  • İşte  bu  Taybe’dir! işte  bu  Taybe’dir! İşte  bu  Taybe’dir! Buyurdu. Sonra:
  • Haberiniz olsun! Ben bunu  sizlere  söylemiş  oldum  mu? Diye  Mescidde  bulunanlar:

Abdülaziz  Bayındır: Peygamberimiz  henüz  hayatta  iken, bu  vakıa  yaşanmış  ve  Temim ed-Dâri  peygamberimize  gelerek  bu  olayı bizzat aktarmıştır  rivayetlere  göre. Peygamberimiz  güyya  onaylandığı  için  sevinmiş! Sanki  Müslümanlar peygamberimize  inanmıyorlar  da! Görüldüğü  gibi, kim  yazdıysa, gerçekten  kötü  bir  senaryo  yazmıştır.

  • Evet, dediler. Resulullah:
  • Temim’in bu  sözü, benim  hoşuma  Zira  o, benim  sizlere  Deccal’den  Medine’den  ve  Mekke’den  olmak  üzere, anlattığım  sözlere  uygun  düşmüştür. Haberiniz  olsun ki, O Şam denizinde  yahut  Yemen  denizindedir. Hayır, Doğu tarafından. Evet, o Doğu tarafından  zuhur  edecektir.” Buyurdu  da, eliyle  doğu  tarafına  işaret  etti.

    Fâtıma  bint. Kays:

  • İşte ben  bu  hadisi, Resulullah (s.a.v)den  aynen  ezberledim” demiştir.  (Sahih-i Müslim tercemesi 2054 nolu hadis)

Abdülaziz  Bayındır: Doğu’daki  deniz  Basra  Körfezi  ve  Hint  Okyanusu’dur. Başka  bir  yer  değildir.

Bir Katılımcı: Bahsedilen  rivayette, bulundukları  yerde  dalga  olduğu  için, gemiler  oraya  gitmiş  olabilir, derler. Ama  orada  kaç  ada  olduğu  zaten  bellidir. Bugün  Google  Earth’den  girilip  her yer  görülebilir. Birinci rivayet  böyledir. İkinci rivayet  ise, bu  birinci rivayetle  çelişmektedir. İkinci  rivayet  ise  İbn  Seyyad  adında, Medine’de yaşayan, bir  gözü  kör  olan  genç  bir  Yahudi  ile  ilgilidir.  Kurulan  senaryoya  uygun  düşmektedir. Çünkü, Deccal’in  de  bir  gözünün  âmâ  olacağı  söylenmektedir. Hz. Ömer’in, peygamberimizin  yanında  yemin  edip, Ibn Seyyad’ın  Deccal  olduğunu  söylediği, peygamberimizin  ise  o  şahsın  Deccal olup-olmadığına tereddütlü  olduğu  rivayet edilmektedir.

Abdülaziz  Bayındır: Bakın! Peygamberimizin  tereddüdü  var  fakat hz. Ömer’in  hiçbir tereddüdü  yok! Üstelik, peygamberimizi  inandırmak  için  bir  de  yemin  etmiştir! Bu  gerçekten, çok  kötü  bir  senaryodan  ibarettir.

Bir Katılımcı: Rivayetlere  göre, o  zamana  kadar  peygamberimiz  as’a  vahiy  gelmemişti. Ne  zaman  ki  vahiy  geldi,  Ibn Seyyad’ın  Deccal olmadığı  konusunda o  zaman  emin  oldu ve  “bu  Deccallerden  bir  Deccaldir”  dedi.

Abdülaziz  Bayındır: Ama  yine  anlaşılan, o da  Deccal’dir.

Bir Katılımcı: Fakat  o  beklenen  Deccal değildir. Yine  rivayete  göre; Hz. Ömer  bir  defasında,  Ibn Seyyad’ı  öldürmek  için  peygamberimizden  izin istemiş, peygamberimiz  ise  öldürmesine  izin  vermemiştir. Ve  şöyle  söylemiştir: “Eğer öldürebilirsen, onun  Deccal  olmadığı  anlaşılır. Ama  Deccal ise, onu  zaten öldüremeyeceksin.”

Abdülaziz  Bayındır: Tövbe estağfireullah!

Bir Katılımcı: Daha  sonra  bu  Ibn Seyyad, çok  sıkıntılar  çekmiş olabilir. Müslüman  olduğu  söyleniliyor. Hacca  gittiği  görülmüştür.

Abdülaziz  Bayındır: Yahudi  olduğunu  söylemiştin.

Bir Katılımcı: Yani, Yahudi asıllı  demek  istemiştim. Yahudi  ırkındandır. Sonra, Ibn  Seyyad’ın  Deccal  ithamıyla  ilgili şöyle  söylediği  rivayet  olunmuştur: “Deccal, sizin  kabulünüze  göre, Mekke’ye ve  Medine’ye  giremeyecektir. Ben Medine’de  doğdum, Mekke’ye  hacca  gidiyorum. Yine  diyorsunuz ki; Deccal’in  çocukları  olmayacaktır. İşte  benim  çocuğum  Medine’de  yaşamaktadır. Ben  nasıl  Deccal  olabilirim?”

Rivayetler  arasında  böyle  çeşitli bilgiler  de  vardır.

Abdülaziz  Bayındır: Gördüğünüz  gibi, rivayetlerin  her  tarafı dökülmektedir.

Bir Katılımcı: Deccal’i şöyle  tasvir etmektedirler: Sağ  gözü kördür, sol gözü  kördür. Kısa  yahut  uzun boylu. İki  gözü  arasında, sanırım alnında  olmalı, kafir  sözü  yazılı  olacaktır  denilmiştir. Okuma  yazma  bilen-bilmeyen  herkes  o yazıyı  okuyabilecektir.

Yahya Şenol: Nerede  geçmektedir  bu rivayetler?

Bir Katılımcı: Şöyle  söyleyeyim, sağ  gözünün  kör  olduğunu  belirten rivayet  Müslim’de  geçmektedir. Başka  kaynaklarda  da  bu  geçmektedir. Yine  bazı  kaynaklarda  Deccal’in  hz. Adem’in  yaratılmasından bu  yana gelmiş  geçmiş  en  büyük  fitne  olduğu  söylenmiştir. Ümmü  Seleme’den  gelen bir  rivayete göre, peygamberimiz (s.a.v)  Deccal’i  ashabına  anlatmıştır. Ümmü  Seleme de  korkmuş  ve  sabaha kadar uyuyamamıştır. Sabah olduğunda, Peygamberimize  gelip  uyuyamadığını  anlatmıştır. Peygamberimiz  de: “Deccal  gelirse  ben  sizi  korurum. Eğer ben gittikten  sonra gelirse, Müslümanlara  zarar  veremeyecektir.” Demiştir. Deccal, Müslümanlara  zarar  veremeyecekse, o zaman  nasıl  Hz. Adem’in  yaratılmasından  bu  yana  en  büyük  fitne  olduğu  iddia  edilebiliyor?

        Abdülaziz  Bayındır: Bu  tür  rivayetler  zaten  tamamen  senaryodan  ibarettir. Başka  söyleyeceğin bir  şey var mı?

Bir Katılımcı: Deccal’in çıkacağı  iddia edilen yerle  ilgili  de  bir  takım rivayetler  vardır.

Abdülaziz  Bayındır: Onlar  mühim  değildir. Aslı  astarı  olmayan  rivayetlerdir.

Yahya  Şenol: Deccal’in, Çemberli  Taş’tan  çıkacağı, Mehdi’nin onu  orada  yeneceği  söylenmektedir.

Abdülaziz  Bayındır: Çemberli  Taş  kırık  değil mi?

Yahya  Şenol: Mehdi  ile  Deccal  oraya  gelebilsinler  diye,  restore  edilmektedir.

Abdülaziz  Bayındır: Üstüne  nasıl  inecek, paraşütle  mi? Aşağı atlarsa  da  ayakları  kırılır(!) (gülüyorlar)

Bir Katılımcı: Bir rivayette peygamberimiz  ashabına  şöyle  söylemiştir: “Bir tarafı deniz, bir tarafı kara  olan bir  şehir  vardır duydunuz mu?” Yarı  ada  gibi  olsa  gerek.

Abdülaziz Bayındır: Yani İstanbul.

Bir Katılımcı: Evet. “Orada Beni İshakoğulları’ndan  70  bin  insan  savaşacaktır. Bunlar galip  olduktan  sonra, ganimetler  bölüştürülürken, biri  çıkıp  Deccal  geldi  diye  bağıracak  ve  onlar  da  her şeyi bırakıp  geri  döneceklerdir.”

Abdülaziz Bayındır: İstanbul’un  fethinden  sonrasıyla  ilgili  bir  rivayet  vardı, nerede  geçiyor  bu rivayet?

Bir Katılımcı: Evet, Müslim’de “Bâb-u fi fethi Konstantiniyye  ve  hurûcu’d Deccal ve nüzulü İse’bni Meryem”  başlıklı  bir rivayet  vardır.

Abdülaziz  Bayındır: “İstanbul’un  fethi, Deccal’in çıkışı ve Meryem oğlu İsa’nın inmesi”  başlıklı  rivayet. Tabii, bu  ikinci  Deccal’i  beklemeleridir. İstanbul’un fethi ile  ilgili  kısım  nasıl?

Bir Katılımcı: “Fe-yeftetihûne  Konstantiniyyete  innema  hum  yahtesimûne  ğanâ” –Onlar  ganimetleri  bölüştürürken, Konstantiniyye’yi feth edeceklerdir.-  Bir  diğer rivayette  geçen  “yarı denizdir, yarı karadır” ifadeleri  ile  bu  rivayet  uygun düşmektedir. İlgili rivayet şöyledir: (Ebu Hureyre’den)

An Ebi Hureyrete:

….fe yükâtilûnehum. Fe-yenhezimü sülüsü lâ yetûbu’l-lâhü aleyhim ebeden. Ve yuktelü sülüsühüm, efdalü’ş-şühedai  inde’l-lâh. Ve yeftetihu’s-sülüsü  lâ yüftenûne  ebeden. Fe-yeftetihûne  Konstantiniyyete. Fe beynemâ-hüm yaktesimûne’l-ğanâime  kad allekû  süyufehum  bi’z-zeytuni  iz sâha  fihimü’ş-şeytanu: inne’l Mesiha  kad halefeküm  fi ehlîküm. Fe-yahrucûne. Ve zalike Bâtılün. Fe iza câü’s-şe’me harace. Fe-beynema-hüm yu’ıddûne li’l kıtâli, yusevvûne’s-sufûfe, iz ükîmeti’s-salâte. Fe yenzilü îseb’nü Meryeme  fe emmehüm. Feiza ra-âhü adüv’vullâhi, zabe  kema  yezübü’l milhu fi’l-mâi fe lev terakehü lenzabe hatta yehlike ve lakin  yaktüluhu’l-lâhü  biyedihi  feyürihim  demehü  fi harbetihi.”

       “ …Müslümanlar Rumlarla  savaş halindedirler. Muharebede  Müslümanların  üçte  biri, bozguna  uğrayıp kaçar ki, Allah onlara  ebediyyen tövbe  ilham etmez. Üçte  biri  öldürülür. Onlar, Allah indinde, şehitlerin en faziletlisidirler. Üçte biri de  harbe  devam edecektir. Ebediyyen fitneye  düşmeyeceklerdir. Konstantiniyye’yi feth edeceklerdir. Fethi müteakip, kılıçları zeytin ağaçlarına  asmış oldukları  halde, aralarında  ganimetleri taksim  ederlerken, Şeytan birden  bire  bir  sayha  atarak: -Deccal Mesih, aileniz  hakkında  sizin yerinizi  aldı” der. Müslüman  askerler  yola  çıkarlar. Bu batıldır. Nihayet Şam’a  geldikleri  vakit  ise  Mesih çıkacaktır. Gaziler  harbe  hazırlanıp saflarını  düzeltirlerken, namaz  ikame  olunacak ve  Meryem oğlu İsa  inerek  onlara  imam  olacaktır. Deccal Mesih İsa’yı  görünce, tuzun suda  erimesi  gibi  erir. Şayet İsa onu  bırakırsa kendi  kendine  helak olacak. Lakin Allah, onu kendi eliyle  öldürür de, kanını  onların süngüsünde  gösterir.”

Bir Katılımcı: Kılıçlarını  zeytin  ağaçlarının  dallarına  asmışlar. Burada  sanki  sembolik bir  davranış  vardır.

Abdülaziz  Bayındır: Zeytin dalı  meselesi. Sanırım  bu, Yahudilikte  vardır.

Bir Katılımcı: Yine  Ibn Seyyad’la  bağlantılı  Tirmizi’de geçen bir rivayet daha vardır.

Abdülaziz  Bayındır: Bu kadarın yeterli olduğunu  düşünüyorum. Bu rivayetlerin hepsi  senaryonun  bir parçasıdır. Fakat senarist, senaryoda  çok  ciddi  yanlışlar  yapmıştır. Yalan söylemek kolay değildir. Bir yalanı tutturabilmek  için  bazen onlarca  yalan söylemek gerekebilir. Doğru söylemek kolaydır. Bir kere  söyler kurtulursun.

(Bu sırada  bir  dinleyici  soru sormaktadır. Fakat mikrofon olmadığından  ne  sorduğu anlaşılmamaktadır)

Abdülaziz Bayındır: Bu güzel bir soru. Benim aklıma  gelmemişti. Zuhruf suresi 43/57-61  ayeti  kerimeler. Ayetler  Mekki’dir. Zaten bu ayetlerden anlaşılacaktır. Zuhruf 61. Ayet  bir çokları tarafından, hz. İsa’nın  yeniden geleceğine  delil  gösterilmektedir. Şöyle  buyrulur:

Ve lemma  zuribe’b-nü meryeme  meselen iza kavmüke  minhü yesıddûn.” ‘Meryem oğlu İsa  örnek verildiğinde  bakarsın ki kavmin alay ediyor’ “Ve kâlû e âlihetuna  hayrun em hüve. O’nun  Tanrı yapıldığını  bildikleri  için; ‘ Bizim tanrılarımız  mı daha  hayırlı yoksa  İsa  mı dediler.’

Burada  bahsi  geçen  kavim Mekkeliler’dir. O nedenle  surenin  Mekki  olması  önemlidir.

Ma zarabûhu leke illa cedelâ. Bel hüm kavmun hasimun.”  ‘Bu örneği  sana  ancak tartışmak için söylediler. Doğrusu  onlar, sana  karşı hınç besleyen düşman bir topluluktur.’

Şimdi Cenab-ı Hak, müşriklerin  sormuş  olduğu  soruya  cevab  veriyor:

İn hüve  illa  abdün  en’amnâ aleyhi ve cealnahü  meselen li-benî İsrail.” ‘O sadece  kendisine  nimet verdiğimiz ve  İsrailoğulları’na örnek kıldığımız  bir kuldur.’

İsa  as’ın  örnek  kılınmasından  kasıt; insanlar için örnek  bir kişilik  yapılması  yahut insanlar arasında  anlatılagelen  bir  hikaye  kılınmasıdır.

Ve lev neşâü kece’alna minküm  melâiketen fi’l erzı yahlufûn.” ‘ Eğer  dileseydik, içinizden, yeryüzünde  yerinize  geçecek  melekler  yaratırdık.”

Her bir  insan  öldüğünde, nasıl yerine  başka  bir  insan  dünyaya geliyorsa, eğer  Allah dileseydi, dünyada insanların  yerine melekler  yaratırdı  ve  onlar da ölür  ve  başka  melekler ölenlerin yerine geçerdi.

Ve innehü  le’ılmün li’s-sâati  fe lâ temterunne  biha ve’t-tebiûn. Haza sıratu’m-müstekım.”  ‘Şüphesiz ki  İsa, o saat  için  bir  ilimdir. Ondan  hiç  şüphe  etmeyin  ve  bana  uyun; çünkü  bu  dosdoğru  yoldur.”

61’inci  ayeti kerimede  geçen “ve innehü” ibaresindeki  “” zamiri, Hz. İsa’ya  gider. Tıpkı, 59’uncu  ayetteki “in hüve”deki  “” zamirinin  Hz. İsa’yı işaret etmesi gibi. “Le-‘ılmün li’s-sâah”  ‘O saat  için  bir  ilimdir” ayetinde  geçen “sâat”  kelimesi; yeniden dirilme  zamanını  ifade  eden  “kıyamet”tir. Buna  göre, hz. İsa, kıyamet  için  bir  ilimdir. “fe lâ temterunne  biha” ‘ondan hiç şüphe etmeyin” ayetinde geçen  dişil “” zamiri, dişil (müennes) “sâat”  kelimesine  gider  ve  kıyamet gününü  işaret eder.

Yukarıda  mealini  verdiğimiz ayetteki “ve innehu le’ılmün  li’s-sâah”  ifadesinden  hareketle, bu ayeti kerimeye  farklı  tefsirler  yapılmıştır. Elimizdeki meallerden  birkaç örnek verelim.

Yahya Şenol: Ahmed Davudoğlu  mealinde; ilgili  ayet  için, “İsa’nın  gökten inişi”  açıklamasını  yapmıştır.

Bir Katılımcı: Elmalılı  Hamdi  Yazır  parantez  içinde; “İsa  saat  için  bir  delildir, kıyamete….” (geri kalan kısım mikrofon kullanılmadığından anlaşılamamıştır)

Yahya Şenol: O denilebilir de, Ahmed  Davudoğlu’nun mealinde  ayet; ‘İsa’nın  gökten  inişi, kıyametin bir  alametidir’ ifadesiyle  açıklanmıştır.

Abdülaziz  Bayındır: Hasan Basri Cantay’ın  mealinde  ilgili  ayet  şöyle  çevrilmiştir: “Şüphesiz ki  o saatin  ilmi, kendisiyle  bilinenlerdendir. Artık  buna  karşılık sakın  şüpheye  düşmeyin. Onlara de ki; bana tâbi olun, sizi davet ettiğim  bu  yola uyun, bu yol doğru yoldur.”

Bir Katılımcı: Abdullah Yücel  mealinde ayeti: “İsa’nın  yeryüzüne  inişi”  şeklinde  çevirmiştir.

Abdülaziz  Bayındır: İsa’nın  yeryüzüne  inişi  şeklinde  çevirerek, bu  ayeti  delil  getirmiştir. Kur’an’ı Kerim’de  Hud suresi 11/1-2  ayetler  çok çok  önemlidir. Biz, bu ayeti  kerimeleri  her  fırsatta  okumaya  çalışıyoruz. Orada  Allah-u Teala  diyor ki:

“Elif-Lam-râ. Kitabun uhkimet ayâtühü sümme  fussilet  mi’l-ledün hakimîn habir” ‘Bu bir Kitab’dır  ki  ayetleri  muhkem kılınmış, sonra  Hakim ve Habir  tarafından  açıklanmıştır.’

Kur’an-ı Kerim’de  bir  hüküm  ifade  eden  ayetler  grubu  vardır, bir de  açıklayıcı  ayetler  grubu  vardır. Açıklamayı  ise  Allah-u Teala  yapmış ve  bunu  peygamberimize  dahi  bırakmamıştır. Örneğin; Allah (c.c)  toprağın  içine  madeni  koymuştur  ve  bize  de  o  madeni  toprağın  altından  çıkarmak  düşmektedir. Peygamberimizin  görevi  de, Allah-u Teala’nın  Kur’an’a  koymuş  olduğu  hükümleri  bulup  çıkarmaktır. Biz de,  peygamberimizin  ayetlerden  hüküm çıkarırken  izlediği  usül  ve  yöntemleri  öğrendiğimiz  takdirde, hüküm  çıkarma  işlemini  gerçekleştirebiliriz  ki  buna; Hikmet  denilmektedir. Hikmet; yalnızca  peygamberlere  değil, gereğini  yapan tüm  insanlara  verilen  bir  nimettir. Bu açıdan baktığımızda, bir  ayeti anlayamadığımızda, o ayeti  açıklayan  başka  ayetlerin  varlığı  gözden  kaçırılmamalıdır.

Zuhruf  suresinde, Mekkeliler’e  hz. İsa’nın  babasız  dünyaya  geldiği  anlatıldığında, onlar  bunu  alaya  almışlardır. Allah’ı  kızları (!) olduğunu  iddia  ettikleri  meleklere  tapmaktadırlar  ve  melekler  de  onların düşüncesine  göre  anasızdır. Böylelikle, hz. İsa  ve  melekler  arasında  hangisinin  daha  hayırlı olduğu  konusunda  akıllarınca  bir  mukayese  yapmışlardır! Hz. İsa’nın  babasız  dünyaya  gelmesiyle  ilgili, Âl-i İmran  59’uncu ayeti kerime, bizim için  açıklayıcıdır:

Âl-i İmran 3/59: “İnne  mesele  Îsa, ınde’l-lâhi  kemeseli  Âdem.” ‘Allah nezdinde  İsa’nın  durumu, Adem’in durumu  gibidir.’

Bir Katılımcı: ……ayetteki  “hu”  zamiri  tamamen  farklı  bir  şekilde Kur’an’a atfedilmiş. (mikrofon kullanılmadığından  cümlenin  başı  anlaşılamamıştır)

Yahya Şenol: Halbuki  o  ayette  Kur’an  kelimesi  geçmemiştir.

       Abdülaziz  Bayındır: İşte, Muhammed  Hamidullah  olsun, diğer  müfessirlerimiz  olsun, maalesef  Kur’an’ı Kur’an’la  açıklama  yoluna  gitmemişlerdir. Hepsi  bunun  ideal açıklama  şekli  olduğunu  söylemişlerse  de, istisnalar hariç, buna  uyan olmamıştır. Örneğin Lokman suresi 31/13  ayetindeki  “İnne’ş-şirke le-zulmün azim” ‘Muhakkak ki  şirk, büyük  bir  zulümdür.” İfadesini  bazı  müfessirler  ilgili  hadislere  atfetmişlerdir. Hadislerde  geçen şirk ifadelerinin  bu ayetten  çıkarıldığını  beyan etmişlerdir. Özetle, bir-iki  örnek  dışında, Kur’an’ın Kur’an’la  açıklanmasına  rastlanılmamıştır.

Abdülaziz  Bayındır: Âl-i İmran 59’da  hz. İsa’nın  örneğinin, hz. Adem’in örneği  gibi  olduğu  buyurulmuştur.

Yahya Şenol: Yukarıda  ifade  edilen Zuhruf 57-61’de  geçen “mesel”  kelimesi  de, âl-i İmran 59’daki  “mesel” kelimesini açıklar  niteliktedir.

        Abdülaziz  Bayındır: Yani, bu meselin  dilden dile  dolaşması, anlatılması  anlamında  diyorsun, doğrudur. Allah (c.c) Âl-i İmran 59’un  devamında:

Halakahü min turabin  sümme  kâle  lehu kün  fe-yekün” ‘ Allah  onu  topraktan yarattı sonra  ona  “ol!” dedi, oluverdi.’

Yahya Şenol: Âl-i İmran 60’ıncı ayetteki  “el hakku  mi’r-rabbike  fe lâ tekün mine’l mümterin(Gerçek Rabbinden  gelendir. Öyle ise  şüphecilerden olma) ifadesi  de  aynı şekilde  Zuhruf  61’inci  ayeti kerimede  geçen  “Ve innehu le ‘ılmün li’s-sâati fe la temterunne biha ve’t-tebeun” ifadesi “mesel” kelimesinde  de  olduğu gibi  birbirine uymaktadır.

Abdülaziz  Bayındır: Evet, doğru. Mekkeli  müşrikler, “babasız  insan  mı  olur”  diyerek, Hz. İsa  ile  ilgili  anlatılanı alaya  almışlardır. Hz. Adem  annesiz  babasız  yaratılmış  oluyor  da  hz. İsa  babasız  neden  yaratılamasın?  Kıyamet  günü  insanlar  yeniden  dirileceklerdir. Peki  anasız babasız  her  insan  yeniden  nasıl  oluşacak ve  dirilecektir? Adem as’ın  anası  da  babası  da  topraktı. Bu konuda  inşallah ilgili  alanın  uzmanlarıyla  bir araya  gelinebilir. Benim  zihnimde  büyük  bir  soru işareti  vardır. Kur’an-ı Kerim’de  hz. Adem’in  yaratılması  ile  ilgili  “salsal”  ve  “hame-i mesnun”  gibi  bir  takım  kelimeler  geçmektedir. Salsal  kelimesi  rahmin dış  cidarındaki  bir  kabuk gibidir. Yine  rahimle  ilgili  Zümer suresi  39/6’ıncı ayeti kerimede  “fî zulumatin  selas”  (çocuğun  rahim  içinde  oluştuğu  3  karanlık evre) ifadesi  geçmektedir. Rahmin  konumuyla  ilgili  ifadelerin  geçtiği  ayeti  kerimeler, mikro-biyoloji  uzmanları  ve  diğer  uzmanlarla  birlikte  karşılaştırıldığında ve  hz. Adem’in  oluştuğu  bataklığa  dair  araştırmalar  yapıldığında, bataklıkta, ana  rahminin  şartlarının  oluştuğu  görülecektir. Geçen  sene  burada  yaptığımız  kısa  çalışmalarda  bende  hasıl  olan  kanaat, bugün  kök  hücre  ile alakalı yapılan çalışmaların  da  aynı metotla  yapıldığıdır. Bu konularda  çok  çalışmamız  gerekmektedir. Yeteri  kadar  çalışmış  değiliz. Az önce de  belirttiğimiz  gibi, hz. Adem’in yaratıldığı topraktan  “ana” oluşabilmiştir. Bu nedenledir ki, toprağa  ana  da  denilmektedir. Peki burada  baba  görevini  üstlenen  nedir?

Öldüğümüzde, toprağın altında  tüm  vücudumuzun kaybolmasının   ardından, adına  “nefis” denilen  ve  bedenimizin  bütün  özelliklerini  taşıyan  bir  parçacığın  bâki  kalacağını, ayeti kerimelerden bilmekteyiz. Bu parçacık, bizim  oluşumumuzu  sağlayan  bir  tohum  gibidir. Nuh suresi 71/17’de  Allah-u Teala  şöyle buyurur:

Vallahü  enbeteküm  mine’l erzı nebâtâ.”  “Allah  sizi  de  yerden  bir  ot  bitirir  gibi bitirmiştir.”

Biz  insanlar, topraktan iki  kademede  oluşmaktayız: a) birinci  kademe; anne  babamızın  topraktan  aldığı  gıdalar. B) ikinci  kademe  ise  rahimlerde  oluşturulmamızdır.

Hz. İsa, kıyamet  günü için yeniden  oluşumun  bilgisidir. İlim adamlarının  yaratılışın  üzerinde çokça  durmaları  lazımdır  ki, dirilişin  bilgisine  ulaşabilsinler.

Diğer  mantığa  değinecek olursak; Şayet  kıyametin  bilgisi, hz. İsa’nın  yeniden  dünyaya  gelmesi  ise, o halde  bu,  o  dönem  Mekkeli  müşrikler  için ne  ifade  etmiş  olabilirdi  ki?! Mekke’de  nazil  olmuş  bir  ayet  ve  İsa’nın inmesi! Maalesef, tefsirlerde  çok  saçma  ifadeler  mevcuttur. Allah-u Teala  bu  şekilde  tefsir yapma  iznini  kullara asla  vermemiştir. Hud suresi 11/1-2’yi   yeniden  hatırlayalım:

Elif-Lam-Ra. Kitabun  uhkimet  ayâtühü  sümme fussilet  mi’l-ledün  hakimin  habir. El’lâ ta’büdü illâ’llah.” “Elif-Lam-Ra. Bu öyle  bir  kitaptır ki, ayetleri  muhkem kılınmış  sonra  Hakim ve  Habir  olan  Allah  tarafından  açıklanmıştır. Başkasına  kulluk etmeyesiniz diye.”

“Allah’tan  başkasına  kul  olmayasınız  diye” ifadesine  dikkat. Bu ayet, Allah’tan başkasının, usulsüz  açıklamalarına  uyulduğu  takdirde, bu  açıklamaların  Allah’ın  ayetleri  zannedilmesi  tehlikesine karşı bizleri uyarmaktadır. Elimizde bulunan  mealleri okuyanlar, orada  ayetlere verilen  yanlış manaları Allah’ın  ayetleri  zannetmeyecekler mi? İşte  o  zaman  da, Allah’tan  başkasına  kul olma  konumuna  düşeceklerdir. Bu mealleri yazanlar  ise, kendilerini  Tanrı  yerine  koymuş  olacaklardır. Bunlar, çok  dikkat  edilmesi  gereken  tehlikeli  işlerdir.

Konumuzla ilgili son olarak  bir soruya yer  verelim. Celal  Ceyhan, Norveç’ten  sormuş:

Türkiye’de  şuan  Mehdi inancını en çok  savunan Adnan  Oktar  ve  yandaşları, Türk İslam  Birliğini  Kurmak için  de  uğraşmaktadırlar. Bu  birliğin, tüm  İslam dünyasını yönetecek  bir birlik  olacağı  iddiasındadırlar. Arap  bir  vatandaş, bu  birliğin adı  neden  Arap  İslam Birliği  olmuyor ya  da  İranlı  bir vatandaş, bu  birliğin adı neden  İran İslam  Birliği  olmuyor  diye  sorduğunda ne  olacaktır?”

Abdülaziz  Bayındır: Böyle  bir  soruya  ve  cevaba  ihtiyaçları yoktur çünkü  hepsi de  bir  Mehdi’ye sahiplerdir. Onların  her biri  kendi  çevresinde  bir  birlik  oluşturabilirlerse  ne  mutlu!

Celal  Ceyhan: “Allah  ile  kendileri  arasına  ırkçılık  günahını  koyanlar  şirke  girmiyorlar  mıdır?”

Abdülaziz  Bayındır: Bu  insanların, kendilerini  Mehdi  gibi, kurtarıcı  gibi  bir konuma  yerleştirmeleri hiç şüphesiz, çok daha  ağır bir günahtır.

Celal  Ceyhan: “Geçenlerde  burada, Oslo’da  biri bana  domuz  etinin  neden  haram olduğunu sordu. Bunun  cevabını tam  olarak bilemediğim için, kulaktan dolma  bilgilerle bir cevap verdim.”

Abdülaziz Bayındır: Domuzun  Müslümanlar  için  haram  olmasının nedeni  Allah’ın  bu konudaki  emridir. Diğer  sebepleri  üzerine  uzmanları çalışmalıdır. Kur’an’ı Kerim’de  neden  haram  kılındığına dair  Cenab-ı  Hak  şöyle bildirmiştir:

“ …fe innehü  ricsün.” “Muhakkak ki o  pisliktir” (Enam 6/145)

Size  burada  bir şey  daha okumak  istiyorum. Said  Nursi, Risale-i Nur’da  Mehdiliği kimseye bırakmamaktadır. Said Nursi’nin  mehdilikle ilgili iddialarını  bizzat  kaleme  aldığı  kitabından  okuyayım. Bu  alıntılamayı, Yeni  Asya  yayınlarının  yapmış olduğu 2  ciltlik ve  kendilerinin  de en güvenilir  sahih  kaynak  olarak  kabul  ettikleri  baskıdan  gerçekleştirdim. 2144’üncü sayfada  şöyle  söylemektedir:

Risale-i Nur’un bir  kısım önemli  şakirtleri, Said  Nursi’ye ısrarla şunu  sorarlar: Ahir  zamanda  peygamberimizin (s.a.v) soyundan gelecek  olan o  büyük mürşidin  sen olduğunu düşünüyoruz.”

Ahir  zamanda, kıyamete  dek  tek  bir  mürşidin geleceği  söylenilir. Geçenlerde Kanal 7 yahut  Ülke  tv’de  hemşehrim, nurcu  Mehmet Kırkıncı’nın şunları  söylediğine  şahit  oldum: “İlk  asır  rivayet  dönemiydi. İkinci  asır  rivayet  dönemiydi. Üçüncü asır  ise  Mehdi’nin  dönemidir  ki  o  da  Said  Nursi’dir.”

Esasen Adnan  Oktar  boşuna uğraşmaktadır. Nurcuların  ona  mehdiliği  bırakmaya  niyetleri  yoktur. Adnan  Oktar  da  yayınlarında  sürekli  Said Nursi’ye vurgu yaparak, asıl Mehdi’nin  kendisi  olduğunu ima  etmeye  çalışmaktadır. Fakat  boşuna  uğraşmaktadır. Öncelikle  gidip  Nurcularla bu meseleyi  çözmesi  gerekmektedir. Hiçbirisi  de  bizlere yaklaşmasın  zira  bizim  onları  kabul  etmemiz  mümkün değildir, Allah muhafaza  buyursun. Risale-i Nur’a  devam edelim:

Ahir  zamanda peygamberimizin soyundan  gelecek  olan  o  müridin sen  olduğunu düşünüyoruz  ama  sen bu  kanaatimizi  ısrarla  kabul  etmiyor, çekiniyorsun. Bu  bir  çelişkidir. Çelişkinin hallini  isteriz.”

Said Nursi’ye  soruyorlar. Said Nursi  bu  soruya  şu cevabı  veriyor:

“Gelecek Mehdi, resulün  temsil  etiği  kutsal  cemaatin  manevi  şahsiyetinin  3  görevi vardır: Birisi; imanı  kurtarmaktır.”

İmanı  kurtarmak  diye  bir görev  var  mıdır? Bu, Kur’an-ı Kerim’e taban  tabana  zıt  bir  iddiadır. İmanı kurtarmak  diye  bir  görev  yoktur, dini  insanlara  yalnızca  tebliğ  etme  görevi vardır.

“Peygamberin  halifesi  ünvanıyla  İslam’ın  farklı  yönlerini  ihya  etmek  ve zamanın  etkisiyle  Kur’an  hükümlerinde  ve  şeriat  kanunlarında  görünen  bir çok  değişiklik  sebebiyle  o  zat, bu  en büyük görevi  yapmaya  çalışır.”

Bu  1; imanı  kurtarmak. Sanki peygamberimizin böyle  bir  görevi  varmış, Kur’an’da  böyle  bir  görev  yüklenmiş  gibi  ifade  ediyor  ki  okuyanlar  öyle  zannetsinler.

Nur  şakirtleri, birinci  görevi  tam  olarak  Risale-i Nur’da  gördüklerinden,”

İmanı  Risale-i Nurlar  kurtarıyormuş!

“ikinci, üçüncü  görevler  buna  nispetle  ikinci, üçüncü derece  olduğundan, Risale-i Nur’un  manevi  kişiliğini.”

Bu manevi  kişilik  Said Nursi’dir. Bunu  birazdan  göreceksiniz.

haklı  olarak  bir  çeşit  Mehdi  diye  algılıyorlar. Hatta bir  kısım  evliya  gayble ilgili kerametlerinden  Risale-i Nur’un  tam  o  ahir zamanın hidayet  erdiricisi  olduğu  inceleme  ve  yorumla  anlaşılır  diyorlar.”

Şimdi, hidayet erdiriciye  dönüştü. Böyle  bir  şeyi  Kur’an’ın  kesinkes  reddettiğini, başta  ayet  delilleriyle  ele almış  bulunmaktayız.

İki  noktada  karışıklık  olduğundan  yoruma  ihtiyaç  vardır. Birincisi, peygamberin  halifesi  olma  ve  İslam  birliği   halka, siyasetçilere  ve  özellikle  bu asırdaki  düşüncelere  göre, birinci  görevden bin  derece  geniş  görünüyor. Gerçi  her asırda  hidayete  erdirici  bir  nevi Mehdi…”

Hidayete  erdirici  ne  demektir! Allah’tan  başkasının  böyle  bir  görevi  yoktur!

“…ve  Müceddid  gelmiştir.Ama  her  biri,  üç görevden  birisini  bir yönüyle  yaptığı için, ahir  zamanın büyük  mehdisi  ünvanını  alamamışlardır.”

O ünvanı  kıyamete  kadar  tek  bir  kişi alacaktır.

İkincisi: ahir  zamanın  büyük  şahsının peygamber  ailesinden  olmasıdır.”

Sıkıntı  burada  baş  gösteriyor  tabii. Adnan  Oktar  benim adım  Adnan  diyor. Bir  başkası  başka  bir  isim söylüyor. Ben  bunları dinlemeye tahammül  edemediğimden  takip etmiyorum. Milletten  duyduklarımdır bunlar.

Aslında  ben  hz. Ali’nin manevi evladı hükmündeyim.”

Bir Katılımcı: Said Nursi için  seyittir  diyorlar.

Abdülaziz  Bayındır: Derler, önemli  değil.

Hatta  ondan (hz. Ali’den)  hakikat  dersini aldım.”

Abdülaziz  Bayındır: Aradan  asırlar geçmiş, gitmiş ondan  hakikat  dersini almış (!). Bunların detaylı  bilgileri  Risale-i Nurlar’da  vardır.

Muhammed’in  ailesiyle  manada  hakiki  nur  şakirtlerini  de  içine  aldığından  ben  de  o  aileden  sayılabilirim.”

Abdülaziz  Bayındır: Asıl  büyük  Mehdi  kimmiş(!). Adnan  Oktar  boşuna  uğraşmaktadır. Gerçi  o, Türk İslam  Birliği kurmaya  çalışmaktadır. Said  Nursi, İslam  birliği  demektedir. Şimdi  Said  Nursi iddiasının  kendine  delilini  göstermektedir:

40  günde  1  ekmek yiyip, başka  günlerde  yemeyen…”

Abdülaziz  Bayındır: 40 günde  1  ekmek  yemek  ne  demektir  bu?!

“… meşhur  veli  Osman-ı Halidi  ile  Isparta’nın  tanınmış  ailelerinden  topal  şükrü, bir  gerçeği  açıkça  görmüş  ve  haber  vermişlerdir.”

Abdülaziz  Bayındır: Delili  de  bu  kişiler!

O gerçek  şudur: Ümmetin  ahir  zamanda  gelmesini  beklediği  kişinin  üç  görevinden  en  önemlisi  ve  en  büyüğü  gerçek  imanı  yaymak  ve  ehli  imanı  sapıklıktan  kurtarmak  olduğundan…”

Abdülaziz  Bayındır: Ehl-i İman  ise  zaten  sapık değildir! Sapıksa, Ehl-i İman  değil  demektir.

“…o  görevi  tümüyle  Risale-i Nur’da  görmüşlerdir. Bu sebepledir  ki  hz. Ali, Abdülkadir Geylani  ve  Osman-ı Halidi  gibi  zatlar, gelecek  zatın makamını  Risale-i Nur’un  manevi  kişiliğinde  gözleriyle  görmüş…”

Abdülaziz  Bayındır: Hz Ali, Abdülkadir  Geylani, Osman-ı Halidi  gözleriyle  görmüş!

“…gibi  işaret  etmişlerdir. Bu gerçek  gösteriyor  ki, gelecek  o mübarek  zat, Risale-i Nur’u  kendi  programı  olarak  uygulayacaktır.”

Abdülaziz  Bayındır: Mehdi  benim  diyorsun, gelecek  olan  o  mübarek  zat kimdir?! Kendi  içindeki  çelişkileri  görüyor   musunuz?

Bir Katılımcı: Bir  çok  yerde  Mehdilik’i  üçe  ayırmış  ve  kendisine  İman Mehdisi  demiştir.

       Abdülaziz  Bayındır: Olabilir. Bir yere  yanlış  bir  şey  söylediğinde, başka  bir  yerde  o  söylediğin ilk şey  aklına  gelmez daha farklı bir şey  söylersin. Ancak  doğrular  akılda  kalır. Burada  bu  kadarla  yetinelim. Sorular  çok  fakat  cevap  verecek  vaktimiz  kalmadı. Son  olarak  kayıtlara  geçmesi için  şunu söylemek  istiyorum; Âl-i İmran 3/81’i  tekrar  okuyalım:

Hani  Allah  peygamberlerden; ‘Ben  size  Kitap ve  Hikmet  verdikten  sonra, nezdinizdekileri  tasdik  eden  bir  peygamber  geldikten  sonra  ona  mutlaka  inanıp  yardım edeceksiniz’  diye  söz  almış, kabul ettiniz  ve  ağır  görevi  mi yüklendiniz  mi dediğinde;  ‘kabul ettik’ cevabını  vermişler  ve Allah; ‘o halde  şahit  olun, ben de  sizinle  beraber  şahitlerdenim’ buyurmuştu.”

Bu ayeti kerimede  geçen  “ısr”  kelimesine  vurgu yapılmıştır. “Çok  ağır  bir  yük”         manasındadır. Onun  için  “Bundan  sonra  kim yüz  çevirirse  fasıklardır.”  Buyurulmuştur. Buradaki  “ısr” kelimesi, bu ağır  yük, kendilerine  Kitab ve Hikmet  verilen  herkese  yüklenmiştir. Bu gelecek olan  peygambere inanma  yükümlülüğü bizim  için  geçerli  değildir. Peygamberimiz  Hâteme’n-Nebiyyin’dir. Nebilik  son  bulmuştur. Bizim  için  “ısr”  söz  konusu  değildir. Öyle  ki, Allah-u Teala  bize  bu  konuda  da  dua  ettirmektedir. Bakara suresi 2/286:

“Lâ  yükellifu’l-lâhu nefsen illa vüs’aha. Leha  ma  kesebet ve aleyma  mek’tesebet. Rabbena  la  tü’ahizna  inne’sina  ev  ahtânâ. Rabbena  ve la tahmil  Aleyna  ısran  kema  hameltehü  alellezine  min  kablina.”  “Allah  kimseye  gücünün  üstünde  görev  yüklemez.”

Sonra  bize  dua  yaptırılmaktadır:

 “Rabbimiz unutur  ve  hata  yaparsak bizi  sorumlu tutma.”

Unutma  ve  hata  yapma  da  kişinin  gücünün üstünde  bir olaydır. Gördüğünüz  gibi, Allah-u Teala, “gücünüzün üstünde  görev  yüklemem”  buyurduğu halde  yine  de  bize  bu  hususta dua  yaptırmaktadır. Bunu  bir  maksatla  söylüyorum.

Bizden  öncekilere  yüklediğin  ısr’ı  bize yükleme.” Bizden  öncekilere  yüklediği  “ısr”, gelecek  peygambere  inanma  yükümlülüğüdür. Allah-u Teala bize  peygamberimizin son nebi  olduğunu  söylemiştir fakat yine  de bizlere bu duayı yaptırmaktadır. Tıpkı, “size  gücünüzün üstünde görev  yaptırmam”  dediği  halde  bu konuda  dua  ettirmesi  gibi. Burada  da  Muhammed  as  son  nebi  olmasına  rağmen, bu  dua  bizlere okutturulmaktadır.

Sözün  özü, biz  Müslümanlarda   ne  Mehdi  inancı  olabilir  ne  de  İsa’nın  nüzülü inancı  olabilir. Bunlar  Kur’an’a  tamamen  terstir. Son  peygamber  Muhammed  Mustafa  (s.a.v)  gelmiştir. Buna  inanan  inanır, inanmayan  da  inanmamakta  serbesttir.

Allah cümlemizden  razı  olsun…

Tüm Mukayeseli Fıkıh Müzakereleri
# İçerik Adı Yayınladığı Tarih Görüntülenme
1 Kitaba Çağrı 16 Eylül 2017
2 Kurban İbadeti 24 Ağustos 2017
3 Hadislerin Derlenmesinde İran Etkisi 19 Ağustos 2017
4 Diyanetin Fetö Raporu: Bu din bu hale nasıl geldi? 14 Ağustos 2017
5 Hilal, Fitre ve Bayram 28 Haziran 2017
6 Nebi’mizin Ramazan Hayatı 12 Haziran 2017
7 İmsak Ölçüleri 27 Mayıs 2017
8 Dini Siyasete Alet Etmek 20 Mayıs 2017
9 Nebilere Yüklenen Olağanüstü Özellikler 13 Mayıs 2017
10 Tarih Boyunca Nebilere Gösterilen Tepkiler 6 Mayıs 2017
11 Yanlış Şeriat Algısı Suç ve Ceza 29 Nisan 2017
12 Kapitalizmin Sonu 15 Nisan 2017
13 Faiz Bağlamında Modern Finansal Ürünler 8 Nisan 2017
14 Hadislere Bakışımız Nasıl Olmalı 1 Nisan 2017
15 Haram Aylar 25 Mart 2017
16 Kur’an’cılık Tehlikesi 1.Bölüm 20 Mart 2017
17 Din ve Devlet İlişkileri 1.Bölüm 11 Mart 2017
18 Cuma Namazı ve Hutbe’si 4 Mart 2017
19 Kur’an’a Göre Sihir Kavramı 25 Şubat 2017
20 Abese Suresi Bağlamında Nebi’mizin Korunmuşluğu 18 Şubat 2017
21 Ev İçi Mahremiyet Kuralları 11 Şubat 2017
22 Örtünme İle İlgili Hükümler 4 Şubat 2017
23 Baş Örtüsü ve Örtünme 28 Ocak 2017
24 Kur’an’nın Çözüm Üretmedeki Yeri 21 Ocak 2017
25 Yahudileri Gölgede Bırakan Hileler 16 Ocak 2017
26 Müslümanlar’da Allah’a Güven Krizi 31 Aralık 2016
27 Müslümanlığımızı Gözden Geçirme İhtiyacı 24 Aralık 2016
28 Ümmet Olamamanın Ağır Bedeli 17 Aralık 2016
29 Tarihsellik İddialarında Cezalar Örneği 10 Aralık 2016
30 Mezhepçiliğin Doğurduğu Acı Sonuçlar 3 Aralık 2016
31 Kur’an’nın Tarihselliği İddiası ve Miras Konusu 26 Kasım 2016
32 Takiye (Kimliği Gizleme) 19 Kasım 2016
33 Faiz ve Güncel Meseleler 12 Kasım 2016
34 Mehdi Gelicek mi ? 7 Kasım 2016
35 Hz.İsa Gelicekmi? 31 Ekim 2016
36 Çağdaş Ulemanın Usulsüzlüğü 22 Ekim 2016
37 Dinsel Çoğulculuk 15 Ekim 2016
38 Son Kitabı Devre Dışı Bırakma Projesi, Dialog 8 Ekim 2016
39 Fıtrat Zemininde Buluşma 1 Ekim 2016
40 Nisa 34. Ayet Bağlamında Kadına Şiddet 24 Eylül 2016
41 Kurban İbadeti 10 Eylül 2016
42 Kadının Dövülmesi 3 Eylül 2016
43 Kur’an’a Göre Hükmetmek 27 Ağustos 2016
44 15 Temmuz Darbe Gecesine Kurani Bir Bakış 20 Ağustos 2016
45 Paralel Dinin Olmazsa Olmazı Aracılık – 1 13 Ağustos 2016
46 Müslüman Gayrimüslim İlişkileri 2 Temmuz 2016
47 Zekat 25 Haziran 2016
48 Oruçla İlgili Hükümler 18 Haziran 2016
49 Uydurulan Dinde Yatsı Sonu, Seher ve İmsak Vakti 4 Haziran 2016
50 Uydurulan Dinde Mut’a Nikahı 28 Mayıs 2016
51 Uydurulan Dinde Şartlı Talak 21 Mayıs 2016
52 Uydurulan Dinin Dayatması Olarak Çocukların Evlendirilmesi 7 Mayıs 2016
53 Kölelik ve Cariyelik Mezheplerin Dayatması mı? 30 Nisan 2016
54 Musa Hızır Kıssasının Evrensel Mesajı 23 Nisan 2016
55 Sünnetin Delil Değeri 16 Nisan 2016
56 Kira Sertifikaları Faizsiz Ürün mü? 9 Nisan 2016
57 Suç-Ceza Dengesi Açısından Cinsel İstismar 2 Nisan 2016
58 Boşanma Konusunda Allah’ın Koyduğu Sınırlar 26 Mart 2016
59 Allah’ın Koyduğu Sınırlar Nasıl Aşıldı 19 Mart 2016
60 Muhsana, Kadına Pozitif Ayrımcılık 13 Mart 2016
61 İnsanlar ile Cinlerin Ortak Özellikleri 5 Mart 2016
62 Nebiler Günahtan Korunmuş mudur? 27 Şubat 2016
63 Bedir Savaşı Örneğinde Nebi ve Resul Farkı 20 Şubat 2016
64 Dinde Haram-Helal Koyma Yetkisi 13 Şubat 2016
65 Cinler 6 Şubat 2016
66 İlk İnsanın Yaratılışı 30 Ocak 2016
67 İnsanı İnsan Yapan Özellikler 23 Ocak 2016
68 Allah’ı İkinci Sıraya Koymak 16 Ocak 2016
69 Şirkle İman Arasındaki Kararsızlık 9 Ocak 2016
70 Mehdi Beklentisi 2 Ocak 2016
71 Her İnsan Allah’ı Bilir 26 Aralık 2015
72 Fıkıh Müzakereleri | Her İnsan Allah’ı Bilir 26 Aralık 2015
73 Bir Sömürü Aracı Olarak Halifelik – 2 19 Aralık 2015
74 Bir Sömürü Aracı Olarak Halifelik 12 Aralık 2015
75 Kur’ân’da Dindarlık 5 Aralık 2015
76 Tarih Boyunca Bir Siyasi Baskı ve Ötekileştirme Aracı Olarak Zındıklık 28 Kasım 2015
77 Geleneğe Göre Dinden Dönmenin Hükmü (Bölüm 2) 21 Kasım 2015
78 Geleneğe Göre Dinden Dönmenin Hükmü (Bölüm 1) 21 Kasım 2015
79 Kur’an’a Göre Dinden Dönmenin Hükmü 16 Kasım 2015
80 Kur’an’da Zina Suçu Ve Cezası 7 Kasım 2015
81 Tağut Doğru Yolun Üstünde Oturur 31 Ekim 2015
82 Hadis Uydurma Faaliyetleri 24 Ekim 2015
83 Kader İnancı Ve Nesih 17 Ekim 2015
84 Resulullah Sonrası Siyasi Gelişmeler 10 Ekim 2015
85 Nesih 3 Ekim 2015
86 Hac Ve Kurban 19 Eylül 2015
87 Terör Olayları Karşısında Nebevi Siyaset 12 Eylül 2015
88 Dinde Özgürlük 5 Eylül 2015
89 Dine Uyma Yerine Dini Kendine Uydurma 4 “Cariyelik” 29 Ağustos 2015
90 Dine Uyma Yerine Dini Kendine Uydurma 3 “Cariyelik” 22 Ağustos 2015
91 Dine Uyma Yerine Dini Kendine Uydurma 2 “Kitap Algısı” 15 Ağustos 2015
92 Dine Uyma Yerine Dini Kendine Uydurma 8 Ağustos 2015
93 Nebimizin Yürüttüğü Dış Politika 1 Ağustos 2015
94 Kadir Gecesi ve İmsak Vaktine Tavırlar 11 Temmuz 2015
95 Zekat 4 Temmuz 2015
96 Oruç İbadeti 2 27 Haziran 2015
97 Oruç İbadeti 20 Haziran 2015
98 Kutup Bölgelerinde İftar ve İmsak Vakitleri 13 Haziran 2015
99 Emtia Borsalarındaki İşlemlerin Fıkhi Hükmü 6 Haziran 2015
100 Kur’ân’a Göre Gece-Gündüz 30 Mayıs 2015
101 Prof. V. A. Yefimov’la Yapılan Toplantının Değerlendirilmesi 23 Mayıs 2015
102 İsra ve Mirac 16 Mayıs 2015
103 Berzah Alemi 2 9 Mayıs 2015
104 Berzah Alemi 2 Mayıs 2015
105 Enflasyon ve Faiz 25 Nisan 2015
106 İşsizlik Probleminin Kaynağı 18 Nisan 2015
107 Peygamberimizin Öldürülmesini Emrettiği Kişiler Hakkındaki Rivayetler 4 Nisan 2015
108 Faizsiz Sistemin İlkeleri (Zekat-Faiz Karşılaştırması) 28 Mart 2015
109 Faizsiz Sistemin İlkeleri – Faizsiz Bankacılık 28 Mart 2015
110 Faizsiz Sistemin İlkeleri (Enflasyon) 21 Mart 2015
111 Faizsiz Sistemin İlkeleri (Bankacılık) 14 Mart 2015
112 Faizsiz Sistemin İlkeleri 7 Mart 2015
113 Tecavüz Suçunun Cezası 28 Şubat 2015
114 İdam Cezası ve Kıssas Tartışmaları 21 Şubat 2015
115 Ceza Hukukunun Genel Prensipleri 14 Şubat 2015
116 Kur’ân’da Ruh Kavramı 7 Şubat 2015
117 İcmanın Delilleri ve Değerlendirilmesi 24 Ocak 2015
118 Fıkıh Müzakereleri | Ceza Hukukunun Genel Prensipleri 17 Ocak 2015
119 Nebiye Hakaretin Cezası 10 Ocak 2015
120 Noel ve Mevlid Kandili Kutlamalari 3 Ocak 2015
121 Kelime Oyunları ve Şeb-i Arus 27 Aralık 2014
122 Evlilik Nedeniyle Ortaya Çıkan Haramlık 20 Aralık 2014
123 Talak’ın Şarta Bağlanması 13 Aralık 2014
124 Kadının Boşanma Hakkı 6 Aralık 2014
125 Boşanmanın Hükümleri 29 Kasım 2014
126 Küçüklerin Evlendirilmesi 22 Kasım 2014
127 İslam Hukuku-Roma Hukuku Karşılaştırması 15 Kasım 2014
128 Beni Kureyza Yahudileri ve Esirlerin Öldürülmesi 8 Kasım 2014
129 İslâm Miras Hukukunda Kelâle 3 Kasım 2014
130 Batı Güdümlü İslam Anlayışında Kur’an Sünnet Algısı – 2 25 Ekim 2014
131 Batı Güdümlü İslam Anlayışında Kur’an Sünnet Algısı 18 Ekim 2014
132 İslam Alimlerinin Işid’e Gönderdikleri Mektubun Eleştirisi 11 Ekim 2014
133 Kurban İbadeti 27 Eylül 2014
134 Birbirimizden yardım istemek şirk midir? 9 Ağustos 2014
135 Nafile Oruç 2 Ağustos 2014
136 Zekat ve Fitre 26 Temmuz 2014
137 Kadir Gecesi 19 Temmuz 2014
138 Tarihi gelişimi ve Hükümleri Açısından İtikaf 12 Temmuz 2014
139 Yatsının Son Vakti 5 Temmuz 2014
140 Vakti Dışında Namaz, Süresinden Fazla Oruç 28 Haziran 2014
141 Bakara 187. Ayet Işığında Oruç İbadeti 21 Haziran 2014
142 Kimler Oruç Tutabilir 14 Haziran 2014
143 Orucun Tarihi ve Meşruiyeti 7 Haziran 2014
144 Ecel ve Şehitlik – Sorular ve Cevaplar 24 Mayıs 2014
145 Ecel ve Şehitlik 17 Mayıs 2014
146 Seferilik Mesafesi ve Müddeti 10 Mayıs 2014
147 Yolculukta Namaz – 2 26 Nisan 2014
148 Dinden Dönmek 19 Nisan 2014
149 Yolculukta Namaz 5 Nisan 2014
150 Namazı Terketmenin Hükmü 29 Mart 2014
151 Namazda Zikir 8 Mart 2014
152 Kadınların Cemaate Katılması 1 Mart 2014
153 Cemaatle Namaz – 2 22 Şubat 2014
154 Cemaatle Namaz 15 Şubat 2014
155 Sehiv Secdesi 8 Şubat 2014
156 Namazı Bozan Haller – 2 1 Şubat 2014
157 Namazı Bozan Haller 18 Ocak 2014
158 Cumanın Farzından Önceki ve Sonraki Sünnetler 11 Ocak 2014
159 Cuma Hutbesi 4 Ocak 2014
160 Cuma Namazı 28 Aralık 2013
161 Sünnet Namazları 21 Aralık 2013
162 Vitir Namazı 14 Aralık 2013
163 Teheccüd Namazı 7 Aralık 2013
164 Kur’an’da Melek ve Cin Kavramları – Sorular 23 Kasım 2013
165 Kur’an’da Melek ve Cin Kavramları – 2 18 Kasım 2013
166 Kur’an’da Melek ve Cin Kavramları 2 Kasım 2013
167 Cezanın Amacı Açısından Mağdur Hakları 26 Ekim 2013
168 Bayram Namazı ve Teşrik Tekbirleri 12 Ekim 2013
169 Tarihi, Amacı ve Ahkamı Yönüyle Kurban 5 Ekim 2013
170 Kur’an’da Münafıkların Durumu – 2 28 Eylül 2013
171 Kur’an’da Münafıkların Durumu 21 Eylül 2013
172 Günümüz İslam Dünyasının Problemleri 14 Eylül 2013
173 Bedel Hac – Doç.Dr. Servet Bayındır 7 Eylül 2013
174 Allah’ın Bilgisi ve Kader 24 Ağustos 2013
175 Mısırdaki Müslümanların Durumu 17 Ağustos 2013
176 Kadir Gecesi 3 Ağustos 2013
177 İmsak Tartışmaları 27 Temmuz 2013
178 Kutup Bölgelerinde İbadet Vakitleri 20 Temmuz 2013
179 Kader 19 Ocak 2013
180 Kıyamet Alametleri 22 Aralık 2012
181 Kur’an Sünnet Bütünlüğünde Kurban İbadeti 20 Ekim 2012
182 Kur’an Sünnet Bütünlüğünde Hac İbadeti 13 Ekim 2012
183 Faiz-Zekat İlişkisi 6 Ekim 2012
184 Namazların Birleştirilmesi 29 Eylül 2012
185 İslama Yönelik Saldırılar 22 Eylül 2012
186 Alternatif Bir Finansal Ürün Olarak Kira Sertifikaları(SUKUK) 15 Eylül 2012
187 Öğle ve İkindi Namazlarının Vakitleri 8 Eylül 2012
188 Yatsı Namazı Vaktinin Bitişi 1 Eylül 2012
189 Kur’an’a Göre Gelenek 25 Ağustos 2012
190 Bayram Namazı ve Fitre 18 Ağustos 2012
191 Televizyondan Kabe İmamına Uyulabilir mi? 11 Ağustos 2012
192 Ramazan Ayının İnsana Sunduğu Fırsatlar 4 Ağustos 2012
193 İmsak Vakti ve Seher – 2 28 Temmuz 2012
194 İmsak Vakti ve Seher 21 Temmuz 2012
195 Nesih, Kıblenin Değişmesi Örneği 23 Haziran 2012
196 İsra ve Miraç 16 Haziran 2012
197 Uydurma Hadisler – Harun Ünal 9 Haziran 2012
198 Sezaryen Doğum 2 Haziran 2012
199 Vahiy – Sünnet İlişkisi 26 Mayıs 2012
200 Nesih Kavramı 19 Mayıs 2012
201 Din ve Tıp Açısından Sünnet 14 Mayıs 2012
202 Din ve Müzik 5 Mayıs 2012
203 Hadislerin Kur’an’a Arzı 28 Nisan 2012
204 Türkiye’de Kutlu Doğum Etkinlikleri 21 Nisan 2012
205 Allah’ın Elçisini Doğru Anlamak 14 Nisan 2012
206 Kur’an Öncesi Mekke Toplumu 7 Nisan 2012
207 Faizsiz Bankacılğın Problemleri 31 Mart 2012
208 Hz.Muhammed’in(S.A.V.) Tebyin Görevi 24 Mart 2012
209 İslam ve Türk Medeni Kanunu(TMK) Miras Sistemlerinin Mukayesesi 17 Mart 2012
210 Kur’an’a Göre Tağut Kavramı 10 Mart 2012
211 Farklı İnançların Birlikte Yaşamasının Doğal Kuralları 3 Mart 2012
212 Kur’an’a Göre Resule İman, İtaat ve İttiba 25 Şubat 2012
213 Organ Nakli 18 Şubat 2012
214 Sebeb-i Nüzul Meselesi 11 Şubat 2012
215 Daru’l-Harbde Faiz 4 Şubat 2012
216 İftida 28 Ocak 2012
217 Talak (Boşanma) 21 Ocak 2012
218 Gayrimüslimlerle Evlilik 14 Ocak 2012
219 A’raf Ehli 7 Ocak 2012
220 Müminler Cehenneme Girecekler Mi? – 2 31 Aralık 2011
221 Müminler Cehenneme Girecekler Mi? 24 Aralık 2011
222 Çocukların Evlendirilmesi 17 Aralık 2011
223 İnanç Özgürlüğü 10 Aralık 2011
224 Evliliğin Denetlenmesi 3 Aralık 2011
225 Adetli Kadın Kur’an’a Dokunabilir mi? 26 Kasım 2011
226 Hz.İsa’yı(a.s.) Geri Getirmek İsteyenlerin Hedefi 19 Kasım 2011
227 Nebi ve Resul Kavramları 12 Kasım 2011
228 Kurban Bayramına Nasıl Hazırlanmalıyız? 5 Kasım 2011
229 İcma Delili ve Değerlendirilmesi 22 Ekim 2011
230 Vekaletle(Bedel) Hac 15 Ekim 2011
231 İhram Yasakları 8 Ekim 2011
232 Kadınların Yolcuğu 1 Ekim 2011
233 Kur’an ve Sünnet Işığında Hac İbadeti 24 Eylül 2011
234 Faiz Anlayışı 10 Eylül 2011
235 Bayram Namazı 27 Ağustos 2011
236 İmsak Vakti 20 Ağustos 2011
237 Teravih Namazı Konusunda Diyanet’e Cevap 13 Ağustos 2011
238 Oruç Tutamayanlar Ne Yapmalı? 6 Ağustos 2011
239 Güneşin Batmadığı Yerlerde Namaz Vakitleri 2 Temmuz 2011
240 Yatsı Namazının Vakti 7 Mayıs 2011
241 Allah’ın İndirdikleri İle Hükmetmeyenler – 2 30 Nisan 2011
242 Allah’ın İndirdikleri İle Hükmetmeyenler 23 Nisan 2011
243 Günahlarla İlgili Kavramlar – 2 2 Nisan 2011
244 Günahlarla İlgili Kavramlar 26 Mart 2011
245 Büyük Günahlar – 3 19 Mart 2011
246 Büyük Günahlar Nelerdir? 12 Mart 2011
247 Büyük Günah İşleyenlerin Durumu 5 Mart 2011
248 Ye’cüc ve Me’cüc 26 Şubat 2011
249 Dabbetü’l-Arz 19 Şubat 2011
250 Tarikatlarda Vesile ve Tevessül 12 Şubat 2011
251 Evliyanın Yardımı İle İlgili İddialar – 2 5 Şubat 2011
252 Kutuplarda Namaz Vaktinin Tespiti 29 Ocak 2011
253 Evliyanın Yardımı İle İlgili İddialar 22 Ocak 2011
254 Kâlû Belâ Olayı Hakkında Sorulan Sorular – 2 1 Ocak 2011
255 Kâlû Belâ Olayı Hakkında Sorulan Sorular 25 Aralık 2010
256 Mehdi İnancı 18 Aralık 2010
257 Kur’an’a Göre Zekat Oranları 4 Aralık 2010
258 Artan Malı İnfak Etme 27 Kasım 2010
259 Vitr Namazı 13 Kasım 2010
260 Bayram Namazları 6 Kasım 2010
261 Sehiv Secdesi – Mukayeseli Fıkıh Dersleri 30 Ekim 2010
262 Kurban İle Alakalı Sorular 23 Ekim 2010
263 Hac Farklı Aylarda Yapılabilir mi? – Fıkıh Dersi 9 Ekim 2010
264 Başkasının Yerine Hacc Yapmak 2 Ekim 2010
265 Hilal İle İlgili Sorulan Sorular 25 Eylül 2010
266 Cariyeler İle İlgili Sorulan Sorular 18 Eylül 2010
267 ORUÇ BOZMANIN CEZASI 4 Eylül 2010
268 Zekat 28 Ağustos 2010
269 İmsak ve Yatsı Vakitleri – 2 21 Ağustos 2010
270 İmsak ve Yatsı Vakitleri 14 Ağustos 2010
271 İsra ve Miraç -2 10 Temmuz 2010
272 İsra ve Miraç -1 3 Temmuz 2010
273 İcma’a Delil Getirilen Hadisler 26 Haziran 2010
274 İcma 19 Haziran 2010
275 Başörtüsü ve Örtünme 12 Haziran 2010
276 Mezheplerin Tutarlılığı 29 Mayıs 2010
277 Asabe Siyaset İlişkisi (Kızın Çocuklarının Mirasçılığı Örneği) 22 Mayıs 2010
278 Kur’an’ı Açıklama Usulü 15 Mayıs 2010
279 Kartepe Programı Değerlendirme 5 Mayıs 2010
280 Abdestte Ayakların Mesh Edilmesi 24 Nisan 2010
281 Hudeybiye’den Geri Kalanlar 13 Nisan 2010
282 Peygamberimizin Zeynep (ranha) ile Evliliği 3 Nisan 2010
283 Bedir Savaşı 20 Mart 2010
284 Kur’an Sünnet Bütünlüğü: Allah’ın İzni Meselesi 13 Mart 2010
285 Vahiy Çeşitleri 6 Mart 2010
286 Kadınların Özel Halleri 11 Şubat 2010
287 Kur’an’a Göre Zekat Nispeti 6 Şubat 2010
288 Vahy-i Gayr-i Metlüv’e Dair Getirilen Deliller -1 30 Ocak 2010
289 Iskat (Ölen Kimseyi İbadet Borçlarından Kurtarmak) 16 Ocak 2010
290 Dini Tebliğ ve Uygulamada Cebrailin Rolü -2 2 Ocak 2010
291 Dini Tebliğ ve Uygulamada Cebrail’in Rolü 26 Aralık 2009
292 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Kurban 21 Kasım 2009
293 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Kıble Meselesi -2 14 Kasım 2009
294 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Kıble Meselesi -1 7 Kasım 2009
295 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Kur’anı Anlama 31 Ekim 2009
296 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Yolculukta Namazin Kısaltılması Örneği 24 Ekim 2009
297 İsa Aleyhisselam Tekrar Gelecek mi? -2 17 Ekim 2009
298 İsa Aleyhisselam Tekrar Gelecek mi? 1-1 10 Ekim 2009
299 İsa Aleyhisselam Tekrar Gelecek mi? 1-2 10 Ekim 2009
300 Hanefi Mezhebinin İçki ile İlgili Görüşleri -1 3 Ekim 2009
301 Hanefi Mezhebinin İçki ile İlgili Görüşleri -2 3 Ekim 2009
302 Mirasta Avliye Meselesi -1 26 Eylül 2009
303 Mirasta Avliye Meselesi -2 26 Eylül 2009
304 Kasten Orucu Bozanın Cezası -1 12 Eylül 2009
305 Kasten Orucu Bozanın Cezası -2 12 Eylül 2009
306 Oruç Keffareti -2 29 Ağustos 2009
307 Oruç Keffareti -1 29 Ağustos 2009
308 Adetli Kadının Orucu -1 22 Ağustos 2009
309 Adetli Kadının Orucu -2 22 Ağustos 2009
310 Hastaların Orucu -1 15 Ağustos 2009
311 Hastaların Orucu -2 15 Ağustos 2009
312 Namazda Örtünme / 2-1 8 Ağustos 2009
313 Namazda Örtünme / 2-2 8 Ağustos 2009
314 Namazda Örtünme / 1-1 1 Ağustos 2009
315 Namazda Örtünme / 1-2 1 Ağustos 2009
316 Kur’an’da Örtünme -1 18 Temmuz 2009
317 Kur’an’da Örtünme -2 18 Temmuz 2009
318 Gayrimüslimlerle Evlilik -1 11 Temmuz 2009
319 Gayrimüslimlerle Evlilik -2 11 Temmuz 2009
320 Müşriklerle Evlilik -1 4 Temmuz 2009
321 Müşriklerle Evlilik -2 4 Temmuz 2009
322 Ehli Kitap ve Müşrikler -1 27 Haziran 2009
323 Ehli Kitap ve Müşrikler -2 27 Haziran 2009
324 Hayvan Kesimi / 2-1 20 Haziran 2009
325 Hayvan Kesimi / 2-2 20 Haziran 2009
326 Hayvan Kesimi -1 13 Haziran 2009
327 Hayvan Kesimi -2 13 Haziran 2009
328 Helal Gıda ve Jelatin Konusu -1 6 Haziran 2009
329 Helal Gıda ve Jelatin Konusu -2 6 Haziran 2009
330 Nafile Namazlar -1 9 Mayıs 2009
331 Nafile Namazlar -2 9 Mayıs 2009
332 Vitir Namazı -1 2 Mayıs 2009
333 Vitir Namazı -2 2 Mayıs 2009
334 Kur’an’ın Genel Açıklaması -1 25 Nisan 2009
335 Kur’an’ın Genel Açıklaması -2 25 Nisan 2009
336 Namazın Mekruhları -1 11 Nisan 2009
337 Namazın Mekruhları -2 11 Nisan 2009
338 Namazı Bozan Şeyler -1 4 Nisan 2009
339 Namazı Bozan Şeyler -2 4 Nisan 2009
340 Namazda Konuşmak -1 28 Mart 2009
341 Namazda Konuşmak -2 28 Mart 2009
342 Namazda Abdestin Bozulması / 2-1 21 Mart 2009
343 Namazda Abdestin Bozulması / 2-2 21 Mart 2009
344 Namazda Abdestin Bozulması / 1-1 14 Mart 2009
345 Namazda Abdestin Bozulması / 1-2 14 Mart 2009
346 Namazda İmamlık / 3-1 28 Şubat 2009
347 Namazda İmamlık / 3-2 28 Şubat 2009
348 Namazda Saf Düzeni -1 21 Şubat 2009
349 Namazda Saf Düzeni -2 21 Şubat 2009
350 Namazda İmamlık / 2-1 14 Şubat 2009
351 Namazda İmamlık / 2-2 14 Şubat 2009
352 Namazda İmamlık / 1-1 7 Şubat 2009
353 Namazda İmamlık / 1-2 7 Şubat 2009
354 İmamın Arkasında Kıraat -1 24 Ocak 2009
355 İmamın Arkasında Kıraat -2 24 Ocak 2009
356 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 4-1 17 Ocak 2009
357 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 4-2 17 Ocak 2009
358 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 3-1 10 Ocak 2009
359 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 3-2 10 Ocak 2009
360 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 2-1 3 Ocak 2009
361 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 2-2 3 Ocak 2009
Kuran Dersi Canlı Yayın