Din ve Tıp Açısından Sünnet

14 Mayıs 2012 tarihinde yayınlandı. görüntülenme Mukayeseli Fıkıh Müzakereleri

Abdülaziz Bayındır: …Ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Bugün sünnet olma konusu anlatılacak. Erkek çocuklarının sünnet olması… Vakit kalırsa kız çocuklarının sünnet olması da… Bunlar her tarafta konuşuluyor. Bununla ilgili olarak dini metinlerde, mesela bizim hadis kitaplarımızda hüküm var. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem diyor ki: “Beş şey fıtrattandır.” Ondan önce tabi fıtrat, dinin kendisidir. “Beş şey fıtrattandır” dendiği zaman yani, dinin kendisindendir, şeklinde birşey anlaşılıyor. İşte bıyıkları kısaltmak, etek tıraşı, koltuk altı yolması, tırnak kesmek, beşincisi de sünnet olmak. Yani çocukların sünnet olması, bir tırnak kesmek gibi, fıtrattan bir olay olarak kabul ediliyor. Fıtrat da yani yaratılışta olan şeye deniyor. Allahutaala, Rum Suresi’nin 30. ayetinde, yani 30. surenin 30. ayetinde, dini fıtrat olarak tanımlıyor ve şöyle buyuruyor, esteuzubillah: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ fıtratallâh “Yüzünü dosdoğru bu dine, Allah’ın fıtratına çevir.”; Elletî fataran nâse aleyhâ “Ki insanları ona göre yaratmıştır.”; Zâliked dînul kayyim “Sağlam din, bu dindir.” Ve lâkinne ekseran nâsi lâ ya’lemûn “Ama insanları çoğu bunu bilmezler.”

Şimdi, mesela birçokları karşımıza çıkıyor. Sünnet olma Kur’an-ı Kerim’de yok, diyerek sünnete karşı bir tavır alınıyor. Biliyorsunuz, uzun zamandır bu işin mücadelesini veriyoruz, Kitap-sünnet bütünlüğü diyerek. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem birşey söylemişse onun söylediği mutlaka Kur’an-ı Kerim kaynaklıdır. Çünkü Allahutaala ona Maide 49 ve diğer bir çok ayetlerde “Ve enıhkum beynehum bimâ enzelallâh” diyor. “Onların arasında Allah’ın indirdiği ile hükmet” diyor. Dolayısıyla, Peygamberimizin sözleri mutlaka Kur’an-ı Kerim’e dayalı olmak zorundadır. Ama Kur’an’da bir “hükmet” ifadesi var, bir de “tebliğ et” ifadesi var. Tebliğde, indirilmiş olan ayetleri olduğu gibi insanlara aktarmak var, hükmetmek de o ayetlerden hüküm çıkarmak yani üretim yapmak diye tabir edeceğimiz bir durum söz konusu. Yani tabiatta, Allah’ın yarattığı ayetler diye tanımladığımız bir sürü yiyecek maddeleri var. İşte patatesi, yağı, bulguru, suyu, bir takım maddeleri alıyorsunuz getiriyorsunuz eve hanıma diyorsunuz ki: İşte bunları aldım. İşte bu Kur’an-ı Kerim ayetlerini tebliği gibi birşey. Yani herhangi bir müdahale yapmadan olduğu gibi getirip gösteriyorsunuz. Bak işte şunları şunları aldım. Ona patates diyor, buna soğan diyor, bir başkasına marul diyor neyse. Tebliğ onun gibi bir şey. Allah’ın ayetlerini alıyorsunuz diyorsunu ki: Allah, şurda şunu buyurdu; burda bunu buyurdu. Hüküm verme meselesi de; bunlardan bir yemek yap, diyorsunuz hanıma. Hanım yemek yapıp önünüze getirdiği zaman önünüze gelen yemek ne patatestir ne bulgurdur ne yağdır ne sudur. Yani ona katılan şeylerin hiçbirisi değildir ama hepsidir. İşte Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin verdiği hükümler, bize hadis olarak gelen hükümler budur. Yani, onun Kur’an-ı Kerim’den yaptığı şüretimdir. Şimdi, siz derseniz ki tabiatta çorba yok kardeşim, tabiatta türlü yok, derseniz doğrudur. Dediğiniz doğrudur, tabiatta ne çorba vardır ne türlü vardır ne de bonfile vardır. Hiçbirisi yoktur. O zaman siz, tabiatta hayvan gibi otlar; karnınızı doyuruyorsanız gider doyurursunuz. Şimdi, aynı mantıkla diyorlar ki, Peygamberimizin sünneti Kur’an-ı Kerim’de yoktur, diyorlar. Ordan bu tarafa intikal ederek, sünnet olma dediğimiz, çocukların sünnet olma işi Kur’an’da yoktur, diyorlar. O zaman sünnete karşı işte bir kampanya açma gayretleri var çeşitli yerlerde. Hadiste var, zaten hadisi Kur’an’da yok diye hemen dışlıyorlar. Tıpkı tabiatta türlü, bonfile yok hatta kızarmış balık da yok tabiatta. Balık var ama kızarmış yok. Bunları dışlamak gibi bir şey. Böyle olunca, bu noktaya varınca, bu defa İslam toplumu her türlü hammaddesi olan ama hammaddelerin herhangi birinden hiçbir üretim yapamayan, her konuda dışa bağımlı olan bir topluluk haline geliyor. Problemlerin hiçbirisini kendi çözemez hale geliyor. İşte burada çok ustaca oyun oynanıyor. Biz Kur’an’a uyarız derken, Kur’an’a uyulmuyor aslında. “Kur’an’a uyarız” lafının arkası doldurulamıyor. Çünkü o duygusal bir laf olarak ortaya çıkıyor, her ne kadar söz doğru ise de kullanıldığı anlam yanlış oluyor. Kur’an’a uymak demek, Kur’an’ın gösterdiği şekilde yaşamak, demektir. Kur’an-ı Kerim, bir kitap indirildiğinden bir hikmetten bahsediyor ve Peygamberimizin bize örnekliğinden bahsediyor. İşte bütün bunları birleştirdiğiniz zaman ortaya farklı birşey çıkıyor. İşte Peygamberimiz burada çok güzel bir kelime kullanmış, diyor ki: Hamsun minel fıtra. Hamsun minel fıtra. “Beş şey o fıtrattandır.” E o fıtrat ne? Fıtratellâhi’l-letî fatara’n-nâse ‘aleyhâ “Bu, Allah’ın bir fıtratı ki insanları ona göre yaratmıştır.” Mesela bunların hiçbirisi; tırnak kesmek Kur’an’da yoktur kardeşim, tırnaklarınızı istediğiniz kadar uzatın, demiyor. Hiçbir tanesi demiyor ki; koltuk tıraşı, etek tıraşı haramdır, yani sihlerin yaptığı gibi, mesela sihler öyle diyorlar. Onun için, saçlarını sakladıkları büyükçe bir sarık sarmak zorunda kalıyorlar başlarına. Yoksa dışarıda yürüme imkânları ortadan kalkıyor. Sakalları dizlerine kada iniyor falan. Şimdi, bunların hiçbirisi demiyor ki, tırnak kesmeyelim. Hiçbirisi demiyor ki efendim, sakallarımızı ya da saçımızı kısaltmayalım ya da koltuk altı tıraşı yapmayalım ya da afedersiniz, etek tıraşı yapmayalım falan gibi şeyler söylemiyorlar. Bunların hepsinden bir tane şey alıp sünnet olmak şöyledir, böyledir, diye aleyhinde birçok şeyler konuşuyorlar. Şimdi, burada bu konunun uzmanı olan değerli arkadaşımız ki bizim çalışmalara öteden beri katılan, Cerrah Operatör Mustafa Hasbahçeci kardeşimizden, bugün bu meseleyi dinleyeceğiz. Ama ben bu arada, birkaç şey daha söyleyeyim. Mesela, Tevrat’ta sünnet üzerinde çok ısrarla duruluyor. Ve bu farz olarak yani… Ama burada, şunu da ifade edelim. Sünnet kelimesi, yanıltıcı olabiliyor. Sünnet, peygamberimizin davraışları için kullanılan bir kelime haline gelmiştir bizde. O, öyle değil. Kur’an-ı Kerim’e baktığınız zaman, sünnet demek, Allah’ın tabiatta koyduğu kanunlar demektir. Dolayısıyla, farz manasındadır. Sünnet ifadesi, odur. Dolaysıyla sonradan, kelime farklı bir anlam kazanmış; Peygamberimizin söz, fiil ve davranışlarına söylenen genel bir terim haline getirilmiş. Bu da ciddi manada yanıltıcı oluyor. Bakıyorsunuz ki  mesela Peygamberimiz, “sünneti ebikum İbrahim” diyor mesela kurbanla ilgili olarak, Kurban Bayramı kurbanıyla ilgili olarak. Peygamberimizin dilinde geçen o sünnet kelimesini, ondan çok sonra oluşturulmuş olan terim anlamıyla hayata geçiriyorlar. Mesela Şafiler öyle yapıyor. Diyorlar ki: Peygamberimizin bu sözünden dolayı kurban kesmek sünnettir. El insaf vel merhamet. Yani Allah’tan korkun be kardeşim. Peygamberimiz zamanında sünnet kelimesinin, böyle bir anlamı var mı? Dolayısıyla, onun Kur’an ayağı da zaten kayboluyor.

Şimdi, bir de Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin yaşadığı bir toplum var. O toplum, yani Mekke toplumu, kendisini İbrahim a.s.’ın dininden kabul eden bir toplum. Ve gerçekten de İbrahim a.s.’ın soyundan gelen insanlar, Kureyş Kabilesi. Peygamberimiz de onlardan birisi. Onun için de Kur’an-ı Kerim sürekli, onlara “millete ebîkum ibrâhîm” diye vurgu yapıyor. (Hacc-78) “Babanız İbrahim’in dininden olun” diye. Onları sürekli uyarıyor. Tabi ki babaları İbrahim’in dininden olan Mekkelilerin çocuklarını sünnet ettirmelerinden çok daha tabii birşey olmaz yani. Orada, sünnet var mıydı, diye araştırmanın bir anlamı yok. Medine’ye vardığınız zaman, Medine zaten o kültür havzasında olan bir bölge. Medine’de ayrıca Yahudiler var. Onlar da sünnet konusunda son derece dikkatli. Hristiyanlar sünneti terketmişler, Pavlus’tan sonra terketmişler. Pavlus, biliyorsunuz Hristiyanlığı tanınmaz hale getirmiş, domuzu da onlara meşrulaştırmış, daha birçok şeyi, yani dinlerini tanınmaz hale getirmiş. Şimdi, böyle bir giriş yaptıktan sonra, bu iş fıtratsa şunu da bundan sonra artık terketmek zorundayız; Allah’ın ayetleri, yarattığı ve indirdiği ayetlerdir. Bütün ilim adamları bu ayetleri okur. En dinsizi de bu ayetleri okur, en dindarı da okur. Allah’ın yarattığı ayetleri okumadan ilim yapılamaz. Öyleyse din adamı, ilim adamı diye bir ayrım yanlıştır. Bu yanlıştan da şey yapmak lazım. Yani şimdi Mustafa Bey, Allah’ın yarattığı ayetlerden insanı inceliyor. Oradan bir takım sonuçlara varıyor, bu tıp bilimi oluyor. Ve biz de Allah’ın indirdiği ayeti inceliyoruz. İkimiz bir araya geldiğimiz zaman bu defa müthiş bir, yeni ufuklara açılma imkanları, yeni sonuçlara varma imkanları olur. Bu sebepl artık bu ayrımdan da vazgeçmek lazım. Şimdi olayın fıtrat tarafını, yani yaratılmış ayetler tarafını değerli dostumuz Operatör Doktor Mustafa Hasbahçeci’den dinleyeceğiz.

Mustafa Hasbahçeci: Öncelikle hoşgeldiniz. Bugün sünnetin tıbbi boyutu hakkında bir miktar bilgi vermeye çalışacağız. Sünnet nedir? Penis uç kısmındaki derinin kesilerek çıkartılmasıdır. Bir nevi erkek ve kadının ergenliğe geçişinin bir simgesi, dinsel bir ayin olarak kabul edilmiş ve aslına baktığımızda tarihi çok eski. Şu ana kadar baktığımızda İ.Ö. 6000’li yıllara kadar, Antik Mısır’da sünnet yapıdığına dair bilgilerimiz mevcuttur. Fakat en önemlisi, neden? Kuzeydoğu Afrika ve Arap Yarımadası’nda sünnetin yapıldığına dair ciddi veriler elimizde var. Peki, elimizde bunun belgeleri var mı? Belgeleri var. Eski Mısır’da, eski krallığın 6. hanedanı ki yaklaşık İ.Ö 2345-2181’e karşılık gelmekte, bu bölgedeki Ankmahor Tapınağı’nda oluşan bir resimde, görmektesiniz resmi, bir sünnetin yapıldığına dair ciddi manada bir veri var. Bunun renklendirilmiş resmine baktıımızda, iki erkeğin iki kişi tarafından sünnet işlemine benzer, tıbbi bir işlem yapıldığını görmekteyiz. Dolayısıyla sünnet, bizim zannettiğimizden öte, aslına bakarsanız neredeyse İ.Ö. 6000 yada 8000 yıl geriden, daha da belki önceye giden bir uygulama olarak dikkatimizi çekmekte.

Peki, şuanki günümüz dünyasında durum nedir? Şuanda, Dünya’da erkeklere en çok yapılan ameliyattır sünnet. Gerek yeni doğan döneminde olsun, gerekse yetişkin döneminde olsun en çok yapılan ameliyattır. Şuanda halen ABD’de yeni doğan çocuklara ki %55 oranında yeni doğan sünneti yapılıyor, en çok yapılan ameliyat. Yani sünnet dediğimizde, bu olayın şuanki güncel dünyamızda çok ciddi tıbbi ve ekonomik boyutu söz konusu. Peki, bu kadar eski, yaklaşık 8000 yıldan daha eski geçmişi olan bir sünnet niye yapıyor? Antropologlar bu konuda ciddi araştırma yapmışlar ve bu sünnetin neden yapıldığına dair veriler bulmaya çalışmışlar. Her ne kadar çok net olmamakla beraber, neden olabileceğine, neden yapılabileceğine bazı önerilerde bulunmuşlar. Bir de o şartları düşündüğümüzde, anestezinin olmadığı, hijyenin ve steril şartların olmadığı bir dönemde, alet ekipmanın da olmadığı bir dönemde sünnet yapmak herhalde çok kolay olmasa gerek. Yani ciddi ağrı çekecekler, ciddi riskleri daha fazla olacak, şuanda bizim yapageldiğimiz sünnetten. Dolayısıyla önemli bir olay. Bir dini fedakarlık olarak değerlendirilmiş. Yetişkinliğe girişi gösteren bir dinsel tören olarak değerlendirilmiş, erkeklik ya da doğurganlığı garantileyen sempatik büyü, cinsel zevki arttırmak için bir gerekçe olarak öne sürülmüş. Düzenli banyonun olmadığı bir toplumda hijyene yardımcı olarak, bir unsur olarak dikkate alınmış. Daha yüksek bir sosyal statünün göstergesi… Çünkü neden? Kişi ağrıya dayanıyor, sünnet oluyor. Bir nevi farklılaşıyor aslına bakarsanız. Düşmanları veyahut da köleleri iğdiş edip onları sembolik olarak aşağılamak amacıyla yapılmış sünnet. Sünnet olmamışlardan farklılaşma gerekçesi olarak öne sürülmüş. Fazla zevkin uzaklaştırılması veya kadınlara karşı erkeklerin ilgisini arttırmak için iddia edilmiş. Ağrıya dayanabilmenin bir göstergesi, yani kişi sünnet oluyorsa bu erkektir, yetişkindir, artık savaşçı da olabilir göstergesi olarak değerlendirilmiş. Kadınlardaki himen yırtılmasının bir benzerinin erkekte de olması gerektiği düşüncesiyle onlara da sünnet uygulaması yapılmış. Doğuştan sünnet derisi olmayan bir önemli lideri taklit etmek için, biz de sünnet olmalıyız, diye insanlar sünnet olmuşlar. Veyahut da sünnet derisi altında derinin (16:22-16:24 arası anlaşılmıyor) ortadan kaldırmak için. Bunların hepsi bir iddiadır. Bunların hiçbirinin kesin olarak, geçmiş toplumlarda sünnetin yapılmasının tek bir gerekçesi olarak değerlendiremeyiz. Bunlar sadece 8000 yıldan daha fazla geçmişi olan sünnetin neden yapıldığı ile ilgili bazı iddialardır sadece. Peki, vücutta yaratılan her organ veyahut da organ parçası gibi, sonuçta sünnet derisinin de bir yaratılış süreci var. Bu süreç ne zaman başlıyor? Yaklaşık gebeliğin 3. ayında bir deri katlantısı olarak başlıyor. Bu deri kalantısı daha sonra ön tarafta, penisin önünde daha fazla olmak üzere büyümeye başlıyor. Ve yaklaşık beşinci aydan itibaren üretra dediğimiz, idrar çıkışını sağlayan kanalla beraber gelişmesini tamamlıyor. Gebeliğin yaklaşık 6. ayında penis başını tamamen kapsıyor ve koruyucu bir tabaka halinde o şeklide kalıyor. Diğer önemli bir nokta, bildiğiniz gibi çocuklar yeni doğduklarında, sünnet derisi tamamen penisin başını kapsar ve siz orayı göremezsiniz. Çocuk yaklaşık büyümeye başladıkça, 3. yaş itibariyle normalde o sünnet derisi daha geri çekilebilir hale gelebilir. Benim burada anladığım, yani her yaratılan bir doku parçasının bir fonksiyonu vardır ilkesinden hareketle, özellikle ilk 3 yıl boyunca, çocuğun penisinin başını koruyucu bir özellik var, o yüzden yapışık kalıyor. O yüzden siz yeni doğan sünneti yaptığınızda bir nevi o koruyucuyu ortadan kaldırmış oluyorsunuz. Sanki yeni doğan sünneti o açıdan belki tekrar değerlendirilmesi gerekebilir uzmanlar tarafından.

Peki, bir fonksiyonu ve özelliği var mı? Elbette ki bir özelliği, fonksiyonu var. Öncelikle penis başını koruyor. Gerek anne karnında gerek çocuk doğduktan sonra, ilk 3 yıl boyunca özellikle. Veyahut da yetişkin döneminde de dışarıdan penis başına bir koruyucu tabaka. Özelliği var, nedir? Özelleşmiş sinir uçları vardır. Yani nasıl parmak uçlarımızda bizim sinir uçlarımız çok fazla ise, aynı şey buradaki sünnet derisi için de geçerli. Burası çok hassas bir bölge. Burası damarsal açıdan, kanlanma açısından da çok zengin bir bölge. Bu yüzden cinsel uyarıların hissedilmesinde önemli bir fonksiyonu var. Aynı şekilde cinsel birleşmeyi kolaylaştırıcı etkisi de var. Yapılan çalışmalarda, sünnet olmuş insanlarla sünnet olmamış insanların cinsel fonksiyonlarında bir bozulma var mı yok mu konusu, çok tartışmalı bir konu. Her tür konuda, yani bozulmuştur, olumsuz etkilemiştir, olumlu etkilemiştir diyen görüşler var. Bizim tıbbi araştırma metodolojimiz açısından kontrollü verilen elde etmek mümkün değil. Çünkü farklı insanları siz karşılaştırıyorsunuz. Kişi sünnet olmamış olacak, daha sonra sünnet olacak, arkasından ikisini karşılaştıracaksınız gibisinden, araştırma tekniği açısından çok sıkıntılı bir konu. Dolayısıyla bu tür veriler çok güvenilir değil. O yüzden kesin olarak sünnet olmanın cinsel fonksiyonlarda, bu özelliğine rağmen, çünkü sünnet derisi dediğimiz gibi özelleşmiş bir doku parçası. Sünnet yapılmanın cinsel fonksiyonlarda olumsuz etkisi olduğunu kesin, net olarak söyleyemeyiz. Bu konuda kesin, net bir veri de elimizde yoktur. Her tür konuda yaygın görüşler olmaktadır.

Şu anda Dünya’da sünnet kime uygulanıyor? En fazla Müslümanlara uygulanıyor elbetteki. Müslüman olmayan bazı toplumlarda çok ilginç bir şekilde yaygın sünnet uygulamalarının olduğunu görmekteyiz. Mesela Güney Kore, Filipinler. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Amerikan askerlerinden görmüşler, bu işin iyi olduğuna kanaat etmişler. Şu anda yaklaşık çok büyük oranda, 10-12 yaşlarında çocuklar sünnet yapıyorlar. Şu anda Afrika’da özellikle Orta Afrika, Sudan, Uganda, Tanzanya, Mozambik, Güney Afrika,  Lesoto gibi ülkelerde HIV’e yani AIDS’e karşı koruyucu bir kampanya olarak, cidi olarak bu uygulanıyor ve şu anda bu, Dünya Sağlık Teşkilatı’nın bir kampanyası. AIDS’e karşı koruyucu özelliği bir nevi göstermiş olduğundan dolayı, yetişkinlere orada, erkeklere sünnet uygulanmakta. Onun haricinde şu anda Amerika Birleşik Devletleri’nde %55 oranında yeni doğan çocuklara sünnet uygulaması yapılmakta. Bu 1970’li yıllarda %90’lı oranlara kadar çıktı. Şu anda Amerika Pediatri Birliği’nin ailelere serbest bırakması, yapabilirsiniz de yapmayabilirsiniz de kararından sonra bir miktar azalmakta. Aslına bakarsanız bu olay şu anda Yahudiler arasında da tartışmakta. %100 bir uygulama şu anda Yahudiler arasında görmemekteyiz. Onlar da bu işi niye yapıyoruz, yapmasak olur mu, diye sorgulamakta.

Yahya Şenol: Bu %55’te hocam, Hristiyan ailelerin çocukları mı yoksa…

Mustafa Hasbahçeci: Hristiyan ailelerin çocukları…

Yahya Şenol:  İslam dışı unsurlar mı daha çok?

Mustafa Hasbahçeci: Şimdi biliyorsunuz, Amerika’da Yahudiler çok fazla sayıda değillerdir aslında. Amerika’da ağır toplum Katolik Hrisyitanlardır, büyük bir toplum. O Katolik Hristiyanların büyük bir çoğunluğu bu işi yapıyor şu anda hala.

Bir katılımcı: Sebep?

Mustafa Hasbahçeci: Daha çok hijyen açısında. Yani olay bir nevi koruyucu açısından. Siz sünnet yaptığınız takdirde oradaki temizliği daha kolay sağlayabiliyorsunuz. Artı tıbbi açısından da bazı kanser ve enfeksiyon gelişimine karşı koruyucu olduğunu da biliyorlar. O açıdan yapıyorlar daha çok. Yani Hristiyanlıktaki kaynaklarda bir dinsel gerekçe ile değil. Bir nevi Musevileri taklitleri de açığa çıkmış bir olay aslına bakarsanız.

İsrail’de tahmin ederwsiniz ki yaygın olarak kullanımı söz konusu. Okyanusya’da, Avusturalya’da var. Son yıllarda giderek azalmakla beraber Avusturalya da sünnetin yaygın uygulandığı ülkelerden biri. Şu anda Avrupa’da, Güney Afrika’da, Asya’da, Okyanusya-Yeni Zelanda’da, Latin Amerika’da, Afrika’nın bazı ülkelerinde sünnet uygulaması yer bulmamış.

Bu, Dünya Sağlık Teşkilatı’nın dünya sünnet haritası. En koyu renkler, şuanda sünnetin %80’den daha fazla uygulanageldiği yerler. Yani dikkat ederseniz neresi var?

Abdülaziz Bayındır: Türkiye başta…

Mustafa Hasbahçeci: Türkiye başta. Ortadoğu ülkeleri var, Arap Yarımadası var, Afrika’nın büyük bir kısmı -bunun büyük kısmı Müslüman olmasa dahi sağlık gerekçeleriyle, AIDS’e karşı bir koruyucu tedbir açısından uygulamaktalar. Amerika Birleşik Devletleri orta derecede, %60 uygulaması var. Uzak Doğu Asya, Güneydoğu Asya’daki Müslüman ülkelerde ve Müslüman olmasa dahi Güney Kore ve Filipinler’de var. Avusturalya’da var. Çok ilginç birşey. Mesela Yeni Zelanda’da yok. Neden yok da Avusturalya’da var? Olay şöyle oluyormuş anladığım kadarıyla: bir kişi sünnetin önemli olduğuna inanan bir kişi, gidip orada kampanyası yapmış zamanında. Özellikle İngilizce konuşan toplumlarda, Amerika’dan çıkan bu kavram, bu olay bir miktar yerleşme imkanı bulmuş. Yeni Zelanda’da olmayıp da Avusturalya’da olmasını izah edemiyoruz çünkü. Benzer toplumlar. Veyahut da diyeceğiz ki Avusturalya’daki Aborjinlerde böyle bir uygulama var, belki onlardan kaynaklandı. Dolayısıyla heterojen bir haritamız var. Dünya’daki sünnet uygulaması mesela Kuzey Avrupa’da çok az. Finlandiya’da, İsveç’te veyahut da Norveç’de çok az uygulama bulmuş. Japonya’da çok az. Böyle bir heterojen haritamız var, dünya sünnet haritası.

Bir katılımcı: Güney Amerika’da da yok.

Mustafa Hasbahçeci: Güney Amerika’da da yok. Halbuki onlar da Katolik ama dediğim gibi burada önemli bir kişi, bir doktor bu işin önemli olduğuna inanıyor veya bir din adamı, orada gidiyor bu işin kampanyasını yapıyor, yerleşme imkanı buluyor. Daha sonra İngilizce konuşan toplumlarda bu olay bir miktar da yaygınlaşıyor. Ama Avrupalılar genellikle soğuk durmuşlar. Yani sünneti bir şekilde benimsememişler. Olayı bir miktar kötü bir işlem olarak değerlendirmişler. Avrupada genel bir kanaat var.

Yahya Şenol: İtalya’dan bir mesaj gelmiş de. Deniyor ki: burada, İtalya’da, bazı hastalıklardan dolayı sünnet yapıyorlar yetişkinlere de.

Mustafa Hasbahçeci: İleride geleceğim. Tıbbi gerekçeleri ayırt etmek lazım. Yani tıbbi bir gerekçe ile sünnet yapılması şu anda ayrı çünkü orada artık bir hastalık hali oluşuyor. Ama onun dışında bugün bizim belki konuşmamız gereken şey dini bir gerekçe ile yapmamız gerektiği. çünkü olay çok net.

Abdülaziz Bayındır: Tabi. Herhangi bir tıbbi gerekçe olmadan…

Mustafa Hasbahçeci: O zaman bir hastalık hali oluşuyor ve bu hastalık halinde zaten siz o hastalığı tedavi etmek durumundasınız. Tartışmalı olan konu da zaten hastalık dışı uygulamalarla veya koruyucu tıp açısından ne kadar yeri var onu karşılaştırma açısından. İleride ona geleceğiz inşallah.

Tıbbi gerekçe üzerine sünnet nezaman başlamış? 1750’ye kadar gidiyor. 1750’li yıllarda fimoz dediğimiz sünnet derisinin kapanması veya daralmasıyla veyahut da oradaki oluşan bazı sifilis dediğimiz (23:56- 23:59 anlaşılmıyor) oluştuğunda demişlerki: biz bu sünnet derisini çıkartırdak eğer bunlar iyileşir. 1750’ye kadar gidiyor. 1865-70’li yıllarda (24:06 anlaşılmıyor) diye bir adam, Amerikalı bir adam, idrar yolu enfeksiyonu olan bir çocukta bunun sebebinin fimoz dediğimiz sünnet derisinin kapanmasına bağlı olduğunu buluyor. Bunu detaylı olarak anlatıyor yazısında. Daha sonra sünnet yaptıktan sonra çocuğun iyileştiğini gördükten sonra, tamam, diyor, bu işi bulduk. 1865-70’li yıllardan itibaren tıbbi olarak bir sünnet kavramı açığa çıkıyor. Bu arada epilepsi, sara gibi bazı zihinsel hastalıklar gibi şeylerin gerekçesi olarak da sünnet yaılmış. Acaba, demişler, bu bundan mı kaynaklanıyor. Biz bunu alırsak belki kişilerin migrenini düzeltiriz, epilepsiyi düzeltiriz gibisinden. Fakat bu çok fazla yer bulmamış. Daha çok cinsel yolla bulaşan hastalıklar için yapılmış. Veyahut da mastürbasyonun, özellikle de Amerikan toplumunda 200 yıl kadar süreyle önlenmesi açısından bir tedbir olarak sünnet uygulaması ciddi yer bulmuş. Genel olarak temizlik ve hijyenin sağlanması açısından koruyucu bir önlem olarak çok sevilmiş. Çünkü siz sünnet yaptığınız takdirde temizliğin özellikle suyun veya temizleme imkanının çok yaygın olmadığı toplumlarda, belki o bölgedeki oluşacak bir kirlenmenin veya pislenmenin çok ciddi oranda önüne geçildiği için yer bulmuş. Özellikle Amerika toplumunda Hristiyanlar, Musevileri taklit ederek , yani bakmışlar ki onlar iyi, o yüzden bir miktar daha kabullenmeleri temizlik açısından, yer bulmuş diyebiliriz. Peki, sünnet hangi gerekçelerle yapılmalı? Tıbbi gerekçe, burada artık hastalık hali oluşuyor. Mesela nedir? Sünnet derisi yaralanırsa. Travma oluşmuştur, en fazla fermuar arasına sıkışabilir, oturduğunda sizin o sünnet derisini almanız lazım, sünnet yapmanız lazım. Fimoz dediğimiz, sünnet derisi uç kısmınde büzüşür kapanma haline gelir. İdrar da çıkış yapamaz zaten idrar çıkışı problem olur ve penis başı dışarı çıkamaz, resmen hapsolur. O tür durumlarda idrar yapma zorluğu veya idrar yolu enfeksiyonu oluşması açısından ciddi manada, özellikle çocuklarda fimoz dediğimiz durumlarda yapılmalıdır, yapılır da zaten. Parafimoz dediğimiz şey, işte bu daralma oluyor, idrar yolu enfeksiyonu oluşuyor. O bölgede penisin başında da etrafında da su toplanması, bir miktar şişkinlik, kızarıklık dediğimiz durum, o zaman da tıbben yapılması lazım. Tedavi amaçlı. (26:06 anlaşılmıyor) dediğimiz ya penis başında veyahut da sünnet derisinde enfeksiyon, iltihaplanma olduğu zaman da sünnet yapılması gerekiyor. Bunlar bizim şu anda bildiğimiz tıbbi gerekçelerle sünnetin yapılma endikasyonları.

Abdülaziz Bayındır: İltihabı iyileştirme yerine sünneti mi tercih ediyorsunuz.

Mustafa Hasbahçeci: Sebebi ortadan kaldırıyorsunuz. Yani siz o esnada, elbette tedavi ediyorsunuz ama oradaki kaynak sünnet derisinin idrar çıkışını engel olması, orada bir nevi tıkanıklık yapması. O yüzden biz kaynağı ortadan kaldırmış oluyoruz. Yoksa siz o çocuğa enfeksiyon tedavisi yapsanız o anda geçiştirebilirsiniz durumu ama tekrarlayacaktır. O yüzden tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu olanlarda veyahut da idrarın geriye doğru kaçığı çocuklarda, özellikle bir yaş altı durumda sünnet yapılması o çocuklardaki bu tür şikayetleri ortadan kaldırır. Enfeksiyon görülme riskini ciddi oranda azaltır. Veyahut da yetişkinlik döneminde sünnet derisinin veyahut da penis başının enfeksiyon olma ihtimalini azaltır. Bunlar şu anda bizim bildiğimiz kadarıyla sünnetin tıbbi yararlılıkları. Kesin olarak bildiğimiz şeyler.

En çok tartışılan konu, sünnetin cinsel yollar bulaşan hastalıklar üzerindek etkisi. Bazı viral veyahut da bakteri hastalıkları cinsel yolla bulaşırlar. Dolayısıyla sünnet derisinin çıkartılması yani sünnetin yapılmış olması insanın (27:19-27:29 anlaşılmıyor) bazı bakterilere enfeksiyonun gelişme sırasında koruyucudur. Niçin koruyucu olduğu iddia ediliyor? Çünkü sünnet dersi orada nemli, ıslak bir ortam sağlıyor. Bu ortamda virüsler veyahut da bakteriler daha rahat enfeksiyona sebep olabilir düşüncesiyle, yani bir nevi hijeyeni kolaylaştırıcı bir unsur olarak. Genel kanaat bu tür cinsel yolla bulaşan hastalıklara sünnet yapılmasının engellediği yönde genel kanaat var. Kadınlarda rahim ağzı kanserinin gelişiminde sünnet olmanın azalttığına dair bazı görüşler de var. Yani kadın-erkek ilişkisinde erkek sünnet olmuşsa insan papilloma virüs enfeksiyonu olmayacağından kadın da bu tür enfeksiyon olmayacak, dolayısıyla onda rahim ağzı kanseri gelişmeyecek diye bir görüş de var. Bunlar, büyük oranda genel kabul görmüş görüşler. Ama buradaki en önemli şey, sünnet derisi çıkartıldığı takdirde oradaki ılık, nemli, kapalı ortam ortadan kaybolduğu için, o yüzden bu tür enfeksiyonlar daha az oranda görülür iddia ediliyor.

Şu anda Dünya’da en çok tartışılan konu HIV yani AIDS’e karşı sünnetin bir etkisi var mı? Şu anda Dünya Sağlık Teşkilatı’nın Orta Afrika veya Sahra altı Afrika ülkelerinde yetişkin erkek sünneti kampanyası var. Bunu ciddi olarak kendileri finansa ediyorlar. Batılı toplumlar finansman karşılamışlar. Neden yapılan çalışmalarda kadından erkeğe HIV/AIDS bulaşması konusunda erkeği %60 oranda koruyucu olduğunu bulmuşlar yapılan çalışmalarla. Yani diğer cinsel birleşmelerdeki koruyucu değil sadece kadındaki oluşan bir AIDS/HIV enfeksiyonunun sünnetli bir erkeğe bulaşma ihtimalinin daha az olduğunu göstermişler. Bunun gerekçesi olarak da sünnet derisinde bu AIDS virüsünün giriş kapısına ait bazı (29:14 anlaşılmıyor) dediğimiz hücreler olmuş olması, o hücreler çok yoğun oranda bulunuyor. Dolayısıyla eğer kadında bir enfeksiyon varsa, virüs varsa bu hücreler vasıtasıyla erkeğe daha rahat giriş olduğunu iddia ediyorlar. Veyahut da diğer enfeksiyonlarda olduğu gibi koruyucu, nemli ortam olmuyor veyahut da sünnet derisi yaptığınız takdirde penis başı bir miktar kabalaşır. Keratin diyoruz, o koruyucu tabaka biraz daha koruyucu olur deniyor. Her ne kadar bu konudaki yapılan çalışmalar, bazı kritiğe tabi tutulsa da çünkü bunlarda en büyük sıkıntı kişinin cinsel hayatındaki bazı tercihlerin önemli olması. Normalde dediğim gibi burada sadece erkekten kadına bir cinsel ilişki esnasında koruyucu, elbettteki bir Müslüman kişinin başka bir cinsel hayatındaki farklılaşma diğerlerine göre çok da farklı olacak elbette ki. Dolayısıyla bu konudaki görüşler, her ne kadar tartışılmakla beraber yaygın genel kanaat, sünnet olmanın AIDS’e karşı koruyucu olduğu yönündedir. Sahra altı Afrika dediğimiz ülkeler bunlar, görüdğünüz gibi şu anda bu ülkelerde Dünya SAğlık Teşkilatı tarafından ciddi manada finansmanı kendileri tarafından karşılanmış, yetişkinlere sünnet kampanyaları, uygulamaları vardır.

Abdülaziz Bayındır: AIDS’e mani olmak için.

Mustafa Hasbahçeci: AIDS’e  mani olmak için. Çünkü neden kaynaklandığı net olarak bilinmiyor. Çünkü normalde şempanzelerde olan viral enfeksiyon insana nasıl geçtiği bilinmiyor. Neden bu toplumda bu kadar yaygın olduğu bilinmiyor. Bu aşamada cinsel hayatı kontrol etmek o kadar kolay değil. En azından bu konuda en objektif kriter olduğu için Dünya Sağlık Teşkilatı bu kampanyaya devam ediyor.

Diğer bir konu, penis kanserine etkisi. Özellikle çocukluk ve adölesan, yani erken çocukluk, yetişkin döneminde yapılan sünnet uygulamasının penis kanserinin gelişimine engelleyici olduğunu biliyoruz. Niçin biliyoruz? Bu fimoz engellediği için. Normalde buradaki en önemli faktör aslında penis kanserinin gelişiminde fimoz, yani darlık olduğu takdirde penis başı daha fazla oranda enfeksiyonlarla karşı karşıya kalır. O yüzden kanser gelişimi söz konusu. O yüzden koruyucu etkisi olduğunu biliyoruz. Fakat, sünnetin yaygın olarak uygulanmadığı Japonya ile sünnetin yaygın olarak uygulandığı Amerika arasında penis kanseri açısından çok ciddi bir fark yok da yok. Yani olay aslına bakarsanız temizlik ve hijyen. Yani siz temizlik ve hijyeni ister sünnet olarak ister sünnet olmadan sağlayın, çok büyük bir farkınız yok aslında. Fimozu gelirse zaten onu sünnet edersiniz o ayrı. Ama onun dışında olan şey biraz da temizliktir aslında. Japon toplumunda olmamasını böyle izah edebiliriz. Çünkü o yüzden mesela düşük sosyo-ekonomi toplumlarda daha fazla gözüküyor. Bu bir nevi temizlik sorunudur, kendine bakım sorunudur aslına bakarsanız. Onun dışında, ne kadar çok enfeksiyon gelişirse penis başında penis kanseri gelişme ihtimalide o oranda fazla olabiliyor.

Elbette ki cerrahi bir işlemdir. Şu anda her ne kadar anestezi ile ameliyathanelerde uzman kişiler, doktorlar tarafından daha oranda uygulama imkanı bulunsa da bir cerrahi işlemdir. Elbette ki komplikasyon dediğimiz, istenmeyen bazı olaylarla karşılaşma imkanı vardır tabiki ihtimali. En fazla kanama olabilir. Sünnet derisinin gereğinden az veya fazla kesilmesi söz konusu olabilir. Enfeksiyonlar gelişebilir. Tekrar orada kapanma oluşabilir. Yani siz fazla miktarda deri bırakırsınız, o deri birbirine yapışır, tekrar fimoz dediğimiz durum oluşabilir. Veyahut da orada kistler oluşabilir. Bazı uygun olmayan teknikler yapıldığında, penis başının belli miktarını kesmek söz konusu olabilir. Veyahut da idrarın çıkışına engel olacak şekilde o kanalda bir ilhitaplanma veyahut da daralma söz konusu olabilir. Bu oranlar çok yüksek oranlar değil. %1 ile bile ifade edilmeyen rakamlar aslında bakarsanız. Çok iyi, uygun teknikle, uygun ortamda yapıldığı takdirde ama her ne kardar da belli oranda komplikasyonları olan bir işlemdir.

Genel olarak tıbbi bir gerekçe oluştuğu takdirde elbette sünet yapılmalıdır. Bu konuda bir problem yok. Fimoz dediğimiz özellikle durum olduğunda yapılmalıdır. Ama bir Müslüman toplum için HIV‘e ve AIDS’e karşı veyahut da diğer cinsel yolla bulaşan hastalıklara karşı koruyucu bir tedbir olması çok fazla vurgulanmaması lazım. Çünkü normalde cinsel hayata ait, en azından bizim emirler söz konusu, bu emirlere dikkat eden bir insanın AIDS olma ihtimali neredeyse yok denecek kadar azdır aslına bakarsanız. Ama şu anda Dünya’da öyle bir uygulama imkanı bulmuştur.

Komplikasyon açısından çok ciddi bir komplikasyon yoktur, sünnetin genel kabul itibariyle. O yüzden uygulama imkanı bu kadar yaygın olarak devam etmektedir. Eğer çok sıkıntılı bir ameliyat olsaydı eğer, elbette insanlar bunu yapmaktan çok kaçınırlardı. O yüzden şuanda özellikle Müslüman ülkelerde, Afrika’da yaygın olarak kullanım alanı bulmuş bir uygulamadır. Erkeklere yapılan sünnet ile ilgili diyeceklerim bu kadar hocam. Kadın sünneti gerekirse onu da konuşuruz.

Abdülaziz Bayındır: Allah razı olsun, baya böyle..

Mustafa Hasbahçeci: Bir konuda daha bahsedeyim isterseniz. Biliyorsunuz peygamber sünneti diye bir kavram var. Peygamber sünneti nedir? Biz buna hipospadias diyoruz. Erkekte doğuştan idrar deliği normalden, yani normalde olması gereken uç noktadan değil daha alt taraftan açılır. Bu esnada neden, o bölgedeki sünnet derisi erişimi yoktur. Yani sünnet derisi sadece üst tarafta vardır, alt tarafta sünnet derisi yoktur ve idrar kanadı orada açılır. Biz buna hipospadias diyoruz. Bir anomalidir yani tıbbi olarak bir eksikliktir, öyle diyeyim ben size. Halk arasında yalnız, peygamber sünneti dediğiniz zaman genellikle bu anlaşılmakta. Yarım sünnetli veya peygamber sünneti. Normalde nedir? Aynı zamanda peniste bir miktar eğrilik olma ihtimali de fazladır bu kişilerde. 300 erkekte bir gözükür bu hipospadias,  peygamber sünneti dediğimiz kavram. Normal şartlarda eğer cerrahi olarak bu idrar çıkışı normak orta yola alınmadığı takdirde bu kişilerin yetişkinlik döneminde çocuk sahibi olmaları çok düşüktür. Ve normalde bu kişiler sünnet de olmak zorundadır. Çünkü o sünnet derisi, bu idrar yolunun yerinin değiştirilmesi için kullanılmaktadır. Dolayısıyla peygamber sünneti dediğimiz şey, aslına bakarsanız kesinlikle artı değer değil. Sünnet derisinin tamamen olmaması çok nadir bir durumdur. Nadir olması iki şeyden kaynaklannıyor. Zaten gerçekten çok az görülen bir durum. Bir de bunun bildirilmesi lazım. Sünneti yapanlar şu ana kadar sünnetçiler veya halk arasında bazı kimseler olduğu için bunu bizim kaynaklarımızın ulaşma imkanı çok düşük. Ama genel kabul o ki, sünnet derisinin herhangi bir problem olmaksızın tamamen olmaması çok çok nadir bir durumdur. Dolayısıyla Peygamber Efendimizin sünnetsiz doğduğunu iddia etmek, çok da matah birşey olmasa gerek.

Yahya Şenol: Bunu zaten bize soru olarak da sormuşlar. Hani Hz. Peygamber sünnetli mi doğmuştur diye.

Mustafa Hasbahçeci: Yani bu konuda, işte peygamber süneti dediğimiz bizim halk arasında bildiğimiz şey bir anomali. Sıkıntı aslında ve çocuk sahibi olma ihtimali o kişilerin de oldukça düşük.

Yahya Şenol: Bu kaynaklarda da şey diye geçiyor zaten, Diyanet İslam Ansiklopedisinde. Her ne kadar Peygamber Efendimizin sünnetli doğduğu rivayet edilse de İbn-i Kayyim el-Cevziyye var, o bu konudaki rivayetleri tatkik edip, dedesi Abdülmuttalip tarafından Peygamber Efendimizin, 7 yaşındayken, normal törenlerle sünnet ettirdiğine dar rivayetlerin daha kuvetli olduğu söylemiş zaten. Hani sünnetli doğduğuna dair değil de 7 günlükken sünnet edildiğine dair rivayet daha kuvvetli. Onu da hatırlatmakta fayda var.

Mustafa Hasbahçeci: Hipospadias dediğimiz durum bu. Yani normalde şu tam uç noktada olması gereken idrar çıkışı, gördüğünüz gibi penisin oldukça alt tabakasından bir yerden çıkmakta. Bazen uzun bir kanal boyunca olmakta. Ve bu bölgedeki sünnet derisi gelişimi de olmamakta. Aslına bakarsanız hipospadias dediğimiz durum budur. Cerrahi olarak bu kanal idrar çıktığı yerden penisin başına kadar olan işleme, gerekirse birkaç seansta kademeli olarak ilerletilir, penisin en uç orta noktasına cerrahi olarak ameliyatla şu anda alınıyor. Çocuklar bir yaşına gelmeden bu işlemin yapılması gerekiyor.

Yahya Şenol: Yaş konusu sorulmuş hocam, tıbbi olarak en uygun yaş hangi yaştır çocuklar için?

Mustafa Hasbahçeci: Tıbbi olarak en uygun yaş, birincisi, ne de olsa tramvadır, bir cerrahi müdahaledir, çocuğun farkında olması gerekir diye düşünüyorum. Bu görüşü iddia eden insanlar ki ben de aynı görüşü, aynı kanaati paylaşıyorum. En azından altı yaş. Yani çocuğa böyle bir işlemin yapılması gerektiği, ne şekilde yapılacağı, ağrı olamması için ne şekilde işlem yapılacağı bilgisi vermeniz lazım. Benim şahsi düşüncem de o yöndedir. Altı yaşından önce olmasını çok önermiyoruz. Veyahut da Dünya’da yaygın uygulama bir yaşına kadar. Çocuğun hem olayı idrak etmemesi, hatırlamaması hem de ciddi olarak ağrı duymaması açısından ki duymaz, yeni doğan çocular ciddi olarak da ağrı duymayacağından dolayı. Ya siz bu işi ilk bir yıl içerisinde yapacaksınız veyahut da altı yaşından sonra yapmanız gerekiyor, en ideal yaş. Bir yaş ile altı yaş arasındaki dönem sünnet için çok uygun bir dönem değil. Çocuk bu olayı hep hatırlayabilir, ileride sıkıntı yapabilir korkusu ileride. O yüzden çok önermiyoruz genellikle. Ama dediğim gibi penis başının, çocuğun doğuşta sünet derisiyle kaplı olmuş olmasından ve üç yaşına kadar neredeyse ayrılmamaş olmasından dolayı, ben daha çok altı yaşından sonraki dönemde çocuğun sünnet edilesini daha uygun bir yöntem olarak, kendi uygun olanının o şekilde düşünüyorum.

Yahya Şenol: Bir ilave bilgi olarak ben belki şunu ekleyebilirim. Mezheplerde de çocuğun yaşı konusunda görüşler ileri sürülmüş. Şafi mezhebi Peygamber Efenimizin torunları Hasan ve Hüseyin’i 7 günlükken sünnet ettirdiler, rivayetini esas alıp 7 günlükken çocukların sünnet ettirlmesi çocukların müstehaptır, görüşüne varmışlar. Ama diğer üç mezhep yani Hanefiler, Malikiler ve Hambeliler bu rivayeti kuvvetli bulmamışlar hatta Yahudilere benzemek olarak bunu kabul edip mekruh da saymışlar, burada verilen bilgiye göre. Bunlar temyiz çağını esas almışlar. Aynı sizin dediğiniz gibi. Çocuk kendini bilmeye başladığı andan itibaren, yani yine demek ki altı- yedi yaş..

Mustafa Hasbahçeci:  En az altı- yedi yaş…

Yahya Şenol: Bu yaşları önermişler diğer üç mezhepte. Demek ki burada da bir uyuşma söz konusu. Osmanlı’da da zaten daha çok böyle olurmuş.

Abdülaziz Bayındır: 12 yaşına kadar olmasını önemsiyorlar. Yedi ile on iki arası.

Yahya Şenol: Peki, sünnet yapılırken lokal anestezi mi yoksa çocuğu tamamen uyutmayı mı öneriyorsunuz.

Mustafa Hasbahçeci: Hocam bu tıbbi birşeydir. Sonra yer kalırsa isterseniz o konulara girelim.

Yahya Şenol: Onu sormuşlar ama millet demek ki sizi bulunca onları soruyor. Normal.

Abdülaziz Bayındır: E cevaplandırın ne olacak, nasıl olsa vakit var.

Mustafa Hasbahçeci: Evet şimdi, normal şartlarda her ne kadar lokal anestezi elbette ki çok hızlı bir şekilde, çok konforlu bir şekilde yapılabilir. Eğer çocuk cerrahi işlem esnasında olayın idrakiyle, sorumluluğu, bilinciyle duracaksa lokal anestezi yapılabilir. Ama eğer çocuk o işlem esnasında korkup, panik atak esnasında uygunsuz hareketler yapacaksa veyahut da olay bir yerden sonra sıkıştırma, bastırma ve acı çekme aşamasına geldiği zaman korku ile beraber, o zaman genel anestezi daha uygun bir yöntemdir. Burada da kişinin, çocuğun durumu, ailenin tercihi veyahut da yapacak cerrahın tercihi doğrultusunda karar verilmlidir. Şu anda genel anestezi dediğimiz şey zaten tam bri anestezi olmuyor. Çocuk uyuyor. Yani o manada uzun süren bir işlem olmadığı için, o yüzden hep beraber karar vermek lazım. Eğer çocuk çok aktif, hareketli bir şeyse, söz dinlemeyen bir çocuksa bu çocuğu lokal yapmak herhalde sıkıntı olabilir. Bu yüzden şu anda giderek hastane sünnetlerinde yoğun olarak genel anestezi kullanmakta. Çünkü işlemi yapan cerrah açısından da bu işlem çok konforlu olmaktadır. Yani hiç oynamayan, kıpraşmayan, elini, kolunu bir yere getirmeyen bir çocuğu sünnet etmek elbette çok daha kolaydır. Biraz da o boyutta, şu anda genel anestezi sünnet daha yaygın yer bulmaktadır. Ama illa genel anestezi olacak diye bir durum söz konusu değildir.

Yahya Şenol: Peki, şöyle bir soruya nasıl cevap verirsiniz? Anlattınız faydalarını falan, bu kadar faydalı bir şeyse neden insanlar sünnetsiz olarak yaratılıyor? Yani Allah doğal olarak böyle yaratmamış da?

Abdülaziz Bayındır: Başta konuştuk ya onu. Peygamberimiz fıtrattan diyor. O soruyu şöyle de sorabilirler. Neden tırnaklar uzuyor?

Yahya Şenol: Evet. Hiç uzamasa.

Abdülaziz Bayındır: Hiç uzamasa keşke. Ya da niye koltuk altında kıl var.

Yahya Şenol: Ben bu dersin başındayken söyleyecektim onu da unuttum, fırsat kalmadı. Bu hani sünnet, ezan belki minare gibi kavramların ben son dönemlerde tartışılmasının, hani bunların dini hükümlerinden ziyade İslam’ın birer sembolü olmasından dolayı olduğunu düşünüyorum. Yani dediğiniz gibi hiç kimse kalkıp tırnak kesmeyi veya diğer vücut temizliklerini tartışmazken sünneti tartışabiliyorlar çok rahat bir şekilde. Tabi gördük biraz önceki şeylerde de, her ne kadar Yahudilikte falan varsa da işin içinde yoğun olarak Müslüman çocukları daha çok sünnet oluyorlar ve onar bir bakıma bu, İslam’ın bir sembolü olmuş. Dolayısıyla ezanı da sürekli Türkçeleşsin herkes kendi dilinde okusun, ondan sonra sünnete ne gerek var, Allah isteseydi zaten çocukları sünnetli yaratırdı. Dolayısıyla müdahale etmeyin falan gibi şeylerin hani ben İslami sembolize eden bu gibi değerlere karşı çıkmak amaçlı olduğunu düşünüyorum. Yani çok da dertlerinin Kur’an’da olmaması falan değil galiba. Bilmiyorum katılıyor musunuz buna.

Mustafa Hasbahçeci: Hocam ben şöyle bir ek yapmak istiyorum. Bu fıtrata dahil olan kavramlarda, mesela tırnak, saç, kıllar kendini yenileyebilir, devam edebilir. Sünnet derisi, bunlar arasında tek ayrıcalığı kendisini yenileyemez. Belki bu açıdan şuanda Dünya’da da Hristiyan ve kısmen de Yahudi toplumlarda sünnetin tartışılmasındaki gerekçe bence bu olabilir. Çünkü neden? Siz, kılınızı kesersiniz tekrar gelir. Tırnağınızı kesersiniz tekrar gelir. Ama sünnet yaptıktan sonra tekrar sünnet derisi olmuyor. Belki o yüzden farklı bir kategoride değerlendirilebilir. Muhakkak bir fonksiyonu var. Normalde bu foksiyon çocuğun ilk birkaç yılda penis başını direk kouyucu etkisi var. Ama ileriki aşamada fonksiyon açısından koruyucu tedbir de var temizliği de sağlıyor.

Abdülaziz Bayındır: Bu birkaç yıldediğiniz altı-yedi yıl değil mi hocam?

Mustafa Hasbahçeci: Üç yıl. Üç yıldan sonra büyük oranda, çoğunlukla penis başından sünnet derisi ayrılabiliyor rahatlıkla, kendi gelişimini tamamladıkça. Üç yıldan sonra büyük oranda ayrılabiliyor. Yani siz üç yıl öncesi sünnet yaptığınız takdirde onu sizin ayırmanız gerekiyor. Çünkü orası yapışık oluyor. Bu bir nevi idrarla karşı karşıya kalmayı engelliyor. Bir nevi koruyucu oluyor.

İsterseniz burada Yahudi sünnetiyle alakalı kısa bir bilgi vereyim. Yahudi sünneti dediğimzi bir kavram var. En fazla tartışılan konu. Birit milah diyorlar, sünnet sözleşmesi. Yaratılış kısmında geçen bir ayete binaen. Hz. İbrahim’e binaen, bu ayete binaen. 8. gün yapılıyor. 8. gün Yahudi toplumunda, genel olarak Yahudi toplumunun sürekliliğini sağlayan gün açısından önemli. Özellikle o gün, çok ciddi bir gerekçe olmadığı takdirde özel dini günlere gelse de o gün yapılıyor. Sadece sezeryan olan çocuklarda bir miktar ertelenebiliyor. Sünnet derisini ilk uygulamada sadece uç kısmından kesiyorlar. Tam bir sünnet yapmıyorlar. Muhel dedikleri, ruhban-sünnetçi diyeyim ben size yani. Sonuçta muhakkak dini boyutu çok kuvvetli olan, dini bilgisi olan ve bu açıdan da sünnet yapabilecek kapasitede bir insan tarafından yapılması özellikle tavsiye ediliyor. Muhel tarafından hatta şuanda bunu çok eleştiriyorlar. Yani bizim sünnetleri doktorlar yapıyor, o ona girer mi diye bazı Yahudi toplumlar bunu tartışıyor. Bu aslında sünnet olmuyor diyorlar. Çünkü yapan kişi bunun idrakinde değil. Yapan kişinin de sünnetin ne anlama geldiğini, Tanrı ile bir sözleşme olduğunun farkında olması gerektiği iddia edenler var. Ama son yılarda, son yıllar demeyelim, İ.S. 140’dan sonra artık (44:32 anlaşılmıyor) dedikleri tam sünnete dönmüşler. Artık ucunun derisini kesmiyorlar bizim şu anda yapageldiğimiz normal sünnet uygulamasını yapıyorlar şu aşamada. Ama kendi aralarında bu uyglamanın tartışmasını yapıyorlar özellikle Hristiyanlarla evlilikler veyahut da diğer dine mensup insanlarla evliliklerden dolayı bir miktar onlar da kendi aralarında tartışabilir hale gelmişler.

Bir katılımcı: Yahudilerde kadınlarda da var…

Mustafa Hasbahçeci: Yok kadınlar değil erkekler var sadece.

Abdülaziz Bayındır: Yahudilerde sadece erkekler sünnet oluyor.

Yahya Şenol: Tıbbi yönden ekleyeceğiniz başka şeyler var mı?

Mustafa Hasbahçeci: Şu anda benim tıbbi açıdan ekleyeceğim başka birşey yok. Sadece kadın sünneti gerkirse onu da konuşabiliriz.

Yahya Şenol: Sonradan Müslüman olanların sünnet olması konusunda hocam, ne diyebiliriz?

Abdülaziz Bayındır: Şurada mezheplerin görüşlerinden bahsediliyor. Hadisler var, hadis-i şerifler var. “80 yaşına da gelse Müslüman olan kişinin sünnetsiz kalmaması” şeklinde, yani sünnetin önemine dair hadis-i şerifler var. Yalnız burada, fıtrattan olması, tabi Mustafa Bey; tırnağın, saçın,  koltuk altı kıllarının, etek traşının bunların hepsi kendisini yenileyebilecek, vücudun parçaları olduğunu ama bizim sünnet dediğimiz olayda yenilenme söz konusu olmadığını ifade etti. Ama şimdi, hadis-i şeriflerde bu böyle belirtiliyor. Şu söylenebilir: Kur’an-ı Kerim önceki kitapların son nüshasıdır. Kur’an’da bu konuda herhangi bir söz, birşey söylenmediğine göre bunu, acaba Peygamber Efendimizin hadisi daha önceki uygulamayı mı aktarıyordu? Sonradan bu iş ortadan kalktı mı, şeklinde birtakım sorular olabilir. Ama öyle ortadan kalktığına dair bir rivayet söz konusu değil. Dolayısıyla, Kur’an-ı Kerim’in sürekli fıtrata vurgu yapmış olması, Peygamberimizin de bunun fıtrattan olduğunu söylemesi, bir de Mustafa Bey’in anlattığı gibi, bugün herhande Dünya Sağlık Teşkilatı dini kaygılarla Afrika’da kendisi finansmanını karşılamak suretiyle erkekler arasında sünneti yaygınlaştırmak için uğraşmıyor. Dini kaygı olmamasının anlamı şu: demek ki bu fıtrat gereği. Tıpkı bir hastalığa karşı yapılması gereken sağlık taraması ya da tedavi yöntemlerinden bir yöntem gibi. Zaten Kur’an-ı Kerim’in de fıtrat dediği bu. Allah’ın yarattığı insan her yerde aynı insandır, değişen birşey yok. Her yerde insanların duyguları aynıdır, yapıları aynıdır, zevk aldıkları, nefret ettikleri şeyler çok büyük ölçüde aynıdır. Ama bazı şartlanmışlıklar olduğu zaman farklı yönlere kayabiliyor. Ama orada da yine herkesin gönlü fıtrattan yanadır, doğrulardan yanadır. Allah’ın dini de fıtrattan ibarettir. Allah’ın dini Avrupalının yapısında da vardır, Afrikalının yapısında da vadır. Her tarafta vardır. Yan insanın eğer fıtratı bozulmamışsa, fıtratı bozulmadan yaşayıp ölen bir kişi Allah’ın dinine göre yaşamış demektir. İster dinden haberdar olsun ister olmasın. Haberdar olursa, ben zaten böyle düşünüyordum, der, ona göre yaşar. Bütün bunları Kur’an-ı Kerim böyle anlattığına göre, Peygamberimiz de fıtrata vurgu yaparak bunlardan bahsettiğine göre, Mustafa Bey de fıtratı bize bugün anlatmış oldu. Demek ki şey son derece önemli. Fıkıh kitaplarında şu var: bir kişi büluğa erdikten sonra, bir kişi Müslüman olan bir kişi sünnet olmamışsa, bu adam nasıl sünnet olacak gibi şeyler vardır. Çünkü kişinin en mahrem yerderinden birisidir o. Oraya kim bakar, hangi gerekçelerle bakılır, diye ufak tefek tartışmalar var. Detaya yönelik tartışmalar var. Onlar da çok önemli değil zaten. Tabiplerin ya da hasta bakıcıların bir zaruret sebebiyle bazı organlara bakacağını da bütün fakihler kabul etmiş.

Yahya Şenol: Bazı mezheplerde sünnetsiz kişilerin imamlık yapamayacağına dair hükümler var. Bunlara ne dersinizi?

Abdülaziz Bayındır: Hangi mezhepler o?

Yahya Şenol: Maliki diye yazmış bir ansiklopedide. Yani, İmam Malik’ten sünnetli olmayan bir kişinin imamlık yapamayacağı ve şahitliğinin kabul edilmeyeceği nakledilmiştir diyor.

Abdülaziz Bayındır: Yani herhalde o…

Bir katılımcı: Kızgın anına denk geldi…

Abdülaziz Bayındır: Kızgın anına denk  gelmedi de, caiz olmayacağı şeklinde değildir yani. Sünnetsiz bir kişinin… Namaz kılmanın şartı abdestli olmaktır. Bir insanın sünneti yoksa  abdestli olmayacağını herhalde İmam Malik söylemiş olmaz. Fakat belki, oradaki o sünnet kelimesini, farz diye şey yapmış olabilir. Gerçi şeyde sünnet geçmiyor ki, hitan geçiyor. Belki fıtratı farz diye algılamış olabilir. O zaman da İmam Malik’e şu sorulur: Peki, tırnakları uzun olan bir kişi namaz kıldırabilir mi, diye soru sormak gerekir o zaman.

Yahya Şenol: Toplumumuzda Müslümna olan gayrimüslimlerin hemen sünnet olması isteniyor. Acaba bunun dinde olması gereken şartlardan mı yoksa olmasa da olur mu?

Abdülaziz Bayındır: Yani Müslüman olmanın şartlarından değil tabiki sünnet olmak. Esas olan, gerçi burada geçiyor ama sahih hadislerde, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem Müslüman olan bir kişiye: Eğer sünnetsizsen sünnet ol, dediğini ben hatırlamıyorum yani. Burada öyle bir rivayet var, şu kitapta ama ben hatıramıyorum, şahsen. O rivayette ne yazıyor, bakayım. Bir yerde birşey gördüm ama şu anda bulamadım. Müslüman olmak için kişinin akidesini düzeltmesi gerekmektedir, ondan sonra da görevler başlar. O görevler içerisinde, fıtrattan birisi olan sünnet, görevlerden bir tanesidir. Ama Müslüman olması için olmazsa olmaz şartlardan değildir. Bizde tabi biraz da insanları korkutucu noktalara da geliyor. Ona da dikkat etmek lazım. Yani bunu söyleyecekse belki Mustafa Bey gibi bir doktor söylemeli. Doktor eşliğinde söylemek lazım yoksa adam şey yapar. Mesela şöyle birşey anlatayım: Sovyetler Birliği’nde, eski Sovyetlerin dağılmasından sonra Türkiye’den bir heyet gitmişti, o heyete ben de gidecektim ama son anda fırsat olmadı. Onlar gittiler, dolaştılar, geldiler. Geldikten sonra hatıralarını anlatıyorlar. Orada, adını da söylemişlerdi, Gabriel mi neyse belki yanlış telaffuz edebilirim, bir şoförleri varmış. Ekipten bi tanesi onu Müslüman yapmak için paçalarını sıvamış. Neyse adam Müslümna olmaya karar vermiş. Bir defa Abdullah demişler ona. İşte Abdullah aşağı Abdulah yukarı. Birkaç gün sonra demişler ki, bak sünnet olman lazım. Şimdi adama, zina etmek günah demişler, hiç ses çıkarmamış. Namaz kılacaksın, güzel. Şunu yapacaksın, güzel. Fakat sünnet olacaksın, deyince adam zannediyor bu işi temelden kaybedeceğiz. Şimdi tabi anlamıyor işin esasını. Hocalardan biri diyor ki: ertesi gün gel, şeye Abdullah demiş. Abdullah değil, demiş, kendi adını söylemiş. Neyse şu anda ismini unuttum. Dolayısıyla bunu sanki Müslüman olmanın bir ön şartı gibi ortaya koyduğunuz zaman yanlış oluyor yani buna çok dikkat etmek lazım.

Bir katılımcı: Asında döndüğünde de öldürülmesi gerekiyor. Yani, girerken kesilecek, döndüğünde öldürülecek.

Abdülaziz Bayındır: Tabi o şeyde var, Fatih onu bilinen meşhur bir fıkra var. Adam Müslüman olmaya karar vermiş, tamam. Kelime-i şahadet getirmiş, elhamdülillah Müslüman. E şimdi ne yapacağız, namaz kılacaksın, oruç tutacaksın, tamam. Bir de sünnet olacaksın. Sünnet de keseceğiz demişler. O zaman ben vazgeçtim. O zaman yine keseceğiz, demişler. Nasıl? Dinden döndüğün zaman da keseriz. Bu demiş ne biçim din, gireni de kesiyorlar çıkanı da. Burada şimdi gülüyoruz da bir de kendinizi onların yerine koyun. Bu aslında gülünecek bir olay değil. Çok dikkatle üzerinde durulması gereken bir olaydır.

Mustafa Hasbahçeci: Şimdi, hocam şöyle mi diyeceğiz. Bu bizim, her ne kadar Kur’an-ı Kerim’de geçen bir ayet, emir olmamakla beraber, Allah rasulünün sahih hadislerinde geçen ve Hz. İbrahim’den bu yana gelen bir uygulama olarak, tıbben de en azından bildiğimiz kadarıyla bazı faydaları olmakla beraber zararı olmayan bir uygulama neticesinde devam etmesi, uygulanması gerekir.

Abdülaziz Bayındır: Devam ediyor elbettte.

Mustafa Hasbahçeci: Devam ediyor, devam etmesi gerekir, diye bir sonuca varacağız.

Abdülaziz Bayındır: Etmeli, diye bir sonuca varmamız gerekiyor,evet.

Bir katılımcı: Hocam o zaman Arap sahabeden falan da bahsedilmediğine göre zaten İslamiyet öncesinde de uygulanan birşey.

Yahya Şenol: Evet, onu sormuşlar zaten. Sahabe sünnet oluyor muydu, diye.

Abdülaziz Bayındır: Şimdi, o bölgeyi eğer şey yaparsak. Biliyorsunuz İbrahim aleyhisselamdan dolayı, Yahudi kaynaklarında biraz önce Mustafa Bey, İbrahim aleyhisselama dayandıran rivayetler..

Mustafa Hasbahçeci: Evet, Yaratılış 1-14. ayetlerde geçiyor bu rivayet.

Abdülaziz Bayındır: İbrahim aleyhisselamla ilgili mi?

Mustafa Hasbahçeci: Evet. Onu okuyayım isterseniz hocam. “Avram 99 yaşındayken Rab ona görünerek, ben herşeye gücü yeten Tanrı’yım, dedi. Benim yolumda yürü, kusursuz ol. Seninle yaptığım anlaşmayı sürdürecek soyunu alabildiğine çoğaltacağım. Avram yüzüstü kapandı. Tanrı, seninle yaptığım anlaşma şudur dedi: birçok ulusun babası olacaksın. Artık adın Avram değil, İbrahim olacak. Çünkü seni birçok ulusun babası yapacağım. Seni çok verimli kılacağım. Soyundan uluslar doğacak, krallar çıkacak. Anlaşmamı seninle ve soyunla kuşaklar boyunca sürdüreceğim. Seninle senden sonra soyunun tanrısı olacağım. Bir yabancı olarak yaşadığım toprakları, bütün kenar ülkesini sonsuza dek  mülkünüz olmak üzere sana ve soyuna vereceğim. Onların tanrısı olacağım. Tanrı, İbrahim’e: sen ve soyun kuşaklar boyu anlaşmama bağlı kalmalısınız, dedi. Seninle ve soyunla yaptığım anlaşmanın koşulu şudur: aranızdaki erkeklerin hepsi sünnet edilecek. Sünnet olmalısınız. Sünnet aramızdaki anlaşmanın belirtisi olacak. Elinize doğmuş ya da soyunuzdan olmayan  herhangi bir yabancıdan satın alınmış köleler de olmak üzere 8 günlük her erkek çocuk sünnet edilecek. Gelecek kuşaklarınız boyunca sürecek bu. Evinizde doğan ya da satın aldığınız her çocuk kesinlikle sünnet edilecek. Bedeninizdeki bu belirti sonsuza dek sürecek anlaşmamızın simgesi olacak. Sünnet edilmemiş her erkek halkın arasına atılacaktır. Çünkü anlaşmamız bozulmuş demektir.

Abdülaziz Bayındır: Evet, şimdi burada şöyle birşey var. Elimizdeki Tevrat, orijinal bir nüsha değil yani. Orijinal Tevrat’ın tercümesidir ve Tevrat’ın esas nüshası konusunda da bugün hiçkimse asıl, temel nüsha bizdedir, demiyor. Belki Yahudilerde var da biz bilmiyoruz. Ama elimizde olanların birer tercüme olduğunu hepimiz biliyoruz. Ve hepimiz yine çok iyi biliyoruz ki bugün Kur’an-ı Kerim’in asıl metni elimizde olmasına rağmen, ortada asıl metin yanında onun tercümesi, asıl metinle onun tercümesi arasında bazen uçurumlar görüyoruz. Çok ciddi manada uçurumlar görüyoruz. Ama o uçurumu, o ana metinle onu karşılaştırdığımız zaman uzmanlar hemen farkedebiliyorlar. Şimdi burada bu ifadelerin ana metni olmadığına göre bunu böylece kabul etmekten başka çaremiz yok. Ama bazı soru işaretleri de ister istemez olur. Yani Peygamberimiz sallalahu aleyhi ve sellem, acaba torunlarını gerçekten 7. günde mi şey yaptı. 7. gündeyse bu 8 rakamına uymuyor. Yani bunu İbrahim aleyhisselamın süneti olarak yapmış olmuyor. Eğer diğer rivyetlerdeki temyiz çağı dediğimiz zaman, temyiz çağı genellikle 7 yaş olarak kabul edilir.  Yani öyle bir ayet, hadis olmamakla birlikte genel kabul budur. Bir şart yok. Yani çocuğun bir ekmek almaya gönderebileceğiniz yaşa gelmiş olmasıdır. Ekmek yerine gidip oradan başka birşey alıp gelmeyecek yaşta olması. Dolayısıyla burada belki ufak tefek yanlışlıklar, yanlış tercümeler, yanlış intikaller olabilir ama temeli bu.

İbrahim aleyhisselamla ilgili olarak, Cenab-ı Hak burada ifade edilen, Allahutaalanın gerçekleştirdiği hususlara baktığımız zaman uyuyor. Mesela, İbrahim aleyhiselamın bir oğlu var, İsmail aleyhisselam. Tüm Mekkeliler onun soyundan gelmiş. Peygamberimiz de onun soyundan gelmiş. O soy, bugün hala yaşıyor. Ve büyük bir etki işte. Onun soyundan gelenin hakimiyeti. Biz de o hakimiyet alanındayız ve şu anda Muhammed s.a.v. getirdiği kitaba uymanın şeylerini tartışıyoruz. Millete ebikum ibrahim, Babanız İbrahim’in yoluna uyun diye Kur’an-ı Kerim’de birçok ayet var. Huve semmakumul muslimîne, Allah sizi Mülümanlar olarak adlandırdı. (Hacc,78) Şimdi bu bir, kol devam ediyor. Öbür taraftan İbrahim aleyhiselamın diğer evladı, İshak aleyhisselam. İshak aleyhisselamın soyundan İsrailoğulları diye adlandırılan insanlar gelmiş. Oradan Kur’an-ı Kerim’de adı geçen peygamberlerin büyük bir bölümü bu soydan geliyor. O soy da hala devam ediyor, biliyorsunuz. İbrahim aleyhisselamın bir oğlunun da bakıyorsunuz… Böyle Kur’an-ı Kerim’de de var. Allahutaala onun adını şee kadar… Hatta onun bir duası vardı.“yarabbi! benim adımı…“ Vec’al lî lisâne sıdkın fîl âhırîn, “akıla gelenlerden, doğru dürüst insanların dilinde olsun.” (Şuara, 84) Şimdi bakın, bugün de Hristiyanlar da İbrahim aleyhisselama son derece saygılı, Yahudiler de son derece saygılı, Müslümanlar da son derece saygılı. Dolayısıyla o saygı yerini devam ettiriyor. Böyle olunca, bütün o şeylere bakınca arkasından o sünnet kelimesi de tüm bu doğruların yanında, oradaki sünnet de bize doğrulardan olarak intikal etmiş oluyor. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem de onu fıtrattan diye ifade etmiş.

Mekkeliler meselesi, işte sahabe falan dediler burada. Sahabe nederen? Ya Mekkeli ya Medineli. Mekkeli ise İbrahim a.s.‘ın soyundan ve  onun dinine mensup olduğuna inanan insanlar. Bunlar mesela, onun dinine mensup oldukları halde yaptıkları birçok doğru şeyler var. Kur’an-ı Kerim’e bakın, Mekke toplumunda değiştirmediği şeyler, değiştirdiği şeylerden çok daha fazladır. Bazı yanlışlar değiştirmiştir, o kadar. Ama bizde bir Mekke toplumu anlayışı vardır ki sanki İslamiyetin buna ihtiyacı varmış gibi, akla hayale gelen bütün kötülükler oraya yüklenir, ondan sonra  hani bir devr-i sabık meydana getirme şeyi vardır. İslam’ın böyle birşeye ihtiyacı yok ki. Dünya’nın en sapık, en ahlaksız, en din düşmanı olan bir adamın evine girseniz, onu Müslüman yapmak isteseniz, birkaç şeyi değştirirsiniz belki %10’u bulmaz. Olur %100’lük bir Müslüman evi, bu kadar  şey değil yani. Dolayısıyla İbrahim a.s.‘ın dinine inandığını söyleyen, Mekke’de elbetteki hepsi sünnet oluyordu ki işte Yahya’da burada aktardı, Peygamberimiz burada 7 yaşındayken mi..?

Yahya Şenol: Yok, 7 günlükken.

Abdülaziz Bayındır: 7 günlükken dedesi törenle onu sünnet ettirmiş. Medine’ye sıra gelince, Medine’de Mekke’nin çevresinden. Çünkü, Mekke, Ummü’l-kurra, öteden beri hac yapılan bir yer ve herkesin hedefi. Mekkeliler bu yüzden tüm çevrede son derece saygın. Ta o günki Bizans’a kadar, güneyde Yemen’e kadar, onların herhangi bir yol güvenliği problemi olmadan gidip geldiğine dair li ilafi Suresi var. Güvenlik problemi yok. Herkes saygı duyuyor onlara, Mekke’den dolayı. Mekke’den dolayı onlara saygı duyanlar, onların tavırlarının da taklitçileridir. Bu sebeple Medine’deki kişilerin yakın çevredeki o kişilerin, o Hicaz bölgesindeki kişilerin sünnet oluyor olması kadar tabi birşey yoktur. Bu defa Müslüman olanlara sen sünnetli misin, demenin bir anlamı yok. İstisnai olarak birisi, sizde böyle böyle birşey varmış ben Müslüman oldum ama bundan haberim yoktu, derse o zaman bu iş söz konusu edilebilir. Dolayısıyla sahabe, prensip olarak sünnetli olmak durumundadır.

Mustafa Hasbahçeci: Bu fıtratta kadın ve erkek arasında farklılık olacak mı? Ayrım var mıdır? Mesele Hz. İbrahim’e gelen metinde erkekler olarak çok belirgin bir ifade var. Peki, bu kadınları da kapsar mı? Kapsamalı mı?

Abdülaziz Bayındır: Bu şimdi, peygamberimizden gelen hadislerde yok. Kadın yok. Tamamen erkek var.

Mustafa Hasbahçeci: Kadın sünnetiyle alakalı bazı hadis olduğu ifade edenşeyler, zayıf metinler midir?

Abdülaziz Bayındır: Burada var ama.

Yahya Şenol: Müsned‘de geçiyormuş, fazilet diye. Erkekler için sünnet, fıtrat diyelim biz buna. Kadınlar için de fazilet, diye.

Abdülaziz Bayındır: Yalnız burada, şimdi siz anlatacaksınız. Kadınların sünneti deyince, bu defa, o Rus’un korktuğu hale getirenler var bu işi. Adam Müslüman olmaya karar veriyor. Zina yasak, galiba bu işi hepten halledecekler diye korkarak Müslümanlıktan vazgeçiyor yani. Şimdi, kadınların sünntinde de maalesef böyle. Cinayete çeviren uygulamalar var. İslami kaynaklarda anlatılanlardan başka bu medyada şurada, burada yaşananlar. İstersen ondan da bir bahset.

Mustafa Hasbahçeci: Bahsedeyim. Dünya’da kadınlara bir sünnet ugulaması var. Altta yatan bir tıbbi gereklilik yok. Yani bir erkekteki, çocuklarda özellikle, oluşan bazı hastalıklar durumunda sünnet yapılması gerekengerektiği gibi birşey olmaksızın, özellikle evlilik öncesi cinsel ilişkinin engellenmesi ve bekaretin korunması amacıyla veyahut da cinsel uyarıların arttırılması veyahut da erkeğe benzeyen dokulardan arındırılmak amacıyla bir kadın sünneti uygulaması Dünya’da uygulamada yer bulmuş. Bu da eski bir uygulama. Yaklaşık İ.Ö. 500’de Eski Mısır’da veya Roma’da, İ.Ö. 160. yılda kadınların sünnet edildiğine dair ibareler var. Demek ki bu asında daha da eski. Bir kişi oraya gittiğinde bu uygulamayı görüyorsa eğer, bu daha önce var olan bir uygulamadır ki …

Abdülaziz Bayındır: İslam’la ilgili değil yani.

Mustafa Hasbahçeci: Evet. Bu çok daha önce bir olay. İslamiyet’le alakası yok. Nerede uygulanıyor şuan Dünya’da? Özellikle yine Sahra altı Afrika’da %70’ten fazla uygulayan ülkeler var. Mesela; Burkina Faso, Mısır, Eritre, Cibuti, Etiyopya, Mali, Moritanya, Kuzey Sudan ve Somali gibi ülkelerde şu anda %70. Doğan kız çocuklarının büyük bir kısmı sünnet ediliyor şuan bu ülkelerde. Arap Yarımadası’nda, Sudi Arabistan’ın kuzeyinde, Yemen’de, Güney Ürdün, Kuzey Irak, Malezya, Endonezya, Mısır’da uygulamada yer bulmuş. Yaklaşık bu ülkelerde kimi yerde, kız çocukları arasında yapılan çaışmalarda %30- 40 oranında rakam var. Hatta hatta, üniversitelerde okuyan çocuklarda bile %10-15, ailenin sosyo-ekonomik-kültürel seviyesi yüksek dahi olsa %10-15 oranında kadınlara, kız çocuklarına daha doğrusu bir sünnet uygulaması yapılıyor. Dünya’da halen sünetli 130- 140 milyon kız çocuğu ve kadın olduğu tahmin ediliyor ve yıllık yaklaşık her 2-3 milyon kız çocuğunun sünnet edilebilme tehlikesi ve riski altında olduğu ifade ediliyor.

Peki, ne tür tipler var. Hocamın da bahsettiği gibi olay basit bir uygulamadan abartıya kadar kaçmış olabiliyor. Tip 1 dediklerinde sadece klitorisin kısmi veya tam eksizyonu. Deriyi alıyorlar veyahut da deriyi almıyorlar. Klitorisin üzerindeki ufak miktarda bir deri parçası var. Onu alaraktan veya almayaraktan klitorisin kısmi veya tam eksizyonu yapıyorlar, çıkartılması yapılıyor.  Tip 2’de klitoris ve küçük dudakların kısmi veya tam çıkartılması söz konusu. Yani olay bir miktar da abartılmış. Tip 3 dediğimiz ise %15, yani şu anda Dünya’da kadınlara uygulanan sünnetin %15 bu tip. Yani nedir? klitoris çıkartılıyor, küçük dudaklar veya büyük dudaklar çıkartılıyor. Orada ufak bir açıklık bırakılıyor ve bu açıklıktan sadece idrar yapılabiliyor ve bu şekilde kız çocuğunun herhangi bir kişiyle cinsel ilişkiye girmesi tamamen engellenmiş oluyor. Evlilik çağına geleceği zamansa ikinci bir işlemle orada tekrar bir açıklık oluşturuluyor ki bu infubilasyon dedikleri %15 oranında uygulamada halen yer almakta. Tabi bu olay ciddi bir olay yani, tip 1 dediğimiz klitorisin bir kısmını veya tamamının çıkartılması %80, çoğunluk o ama Dünya’da halen, özellikle Afrika toplumlarında, bahsettiğim tip 3 dediğimiz, ciddi,büyük, kocaman bir ameliyat da yapılmış olabiliyor. Bu Dünya’daki, Afrika’da özellikle kadınların sünnetinin haritası. Özellikle koyu renkte olanlar, kahverengi olanlar hale %80-90 oranında özellikle Etiyopya, Somali, Mısır’ın bir kısmı olan bölgelerde ciddi olarak uygulamada yer buluyor. Dini bir gerekçe olmaksızın, tamamen bir miktar ilkel duygularla anladığım kadarıyla bu kadar abartılı işlemler yapılabiliyor. Kadınların sünneti de bu durumda şuanda.

Bir katılımcı: Bunun bir faydası var mı?

Mustafa Hasbahçeci: Tıbbi olarak bilinen bir faydası yok. Ve şu anda Dünya’da çoğu ülke de özellikle bu Afrika göçmenlerinin Avrupa’ya ve Amerika’ya geldikleri zamanda kendi aralarında hala bunu devam ettirmeye çalışıyorlar. Bunların yapılmaması konusunda ciddi manada kampanyalar var. Yani direk olarak bunun engellenmesi, bunu ortadan kaldırılması üzerinde ama şuanda Afrika’da, youtube’da bazı kamera gösterimleri de var, kız çocuklarının sünneti ile alakalı, o şekilde uygulama devam ediyor.

Yahya Şenol: Yani bu erkek çocuklarının sünneti , görüyoruz ki bizden önceki ümmetlerde de vardı zaten. Ama kız çocuklarının sünneti ile ilgili hiçbir şeyin olmaması, bunun tamamen geleneksel olduğunu gösteriyor galiba, değil mi?

Mustafa Hasbahçeci: Evet, özellikle Afrika’da, Mısır medeniyeti oraya geldiği zaman, ilkel Afrika kabilelerinde uygulanagelen bazı şeylerin alınması gibi herhangi dini metinlerde böyle bir emir görmüyoruz. Tıbbi bir gereklilik olduğuna dair bulgumuz yok. Artı yapılan çalışmalar da ciddi, daha fazla oranda komplikasyon, istenmeyen şeyler var. Yani , ne kadar steril şartlarda yapılırsa yapılsın, ne kadar küçük işlem de yapılsın, özellikle kız çocukları açısından çok ciddi bir psikolojik bir travma olduğu ifade ediliyor. Şimdi burada en büyük olan şey, kadın ve erkek bedeninde, yaratılıştan gelen benzerlikler vardır, yani erkekteki penisin karşılığı kadınlarda klitoristir. Yani hedef, aslına bakarsanız, aradaki yaratılıştan gelen benzeşmelerin tamamen ortadan ayrıştırılması aslına bakarsanız. Normalde kadın ve erkek cinsiyeti aynı yerden kökünü alır, daha sonra x ve y kromozomuna göre biri biraz daha baskın hale gelir, diğeri küçülür. Yani o küçük olan kalıntıların ortadan kaldırılma işlemi, bir miktar aslına bakarsanız daha farklı boyutta.

Abdülaziz Bayındır: O fıtrata aykırı bir tavır oluyor herhalde.

Mustafa Hasbahçeci: Oradaki klitorisin ortadan kaldırılma işlemi bir miktar ona yönelik. Hadislerde geçen, bir miktar azıcık alınsın zevk arttırır ibaresi var.

Abdülaziz Bayındır: Buradaki asıl mesele, orada anlatılan o klitorisin üzerini örten…

Mustafa Hasbahçeci: Derinin alınması…

Abdülaziz Bayındır: Tıpkı bu erkeğin, erkeklik organının üzerini örten sünnet derisinin ayıklanması gibi sadece o klitorisin üzerini örten derinin ayıklanması..

Mustafa Hasbahçeci:  Ve az alınması şeklinde geçiyor ibarelerde.

Abdülaziz Bayındır: Ve azıcık alınması var. Bu da zevk arttırır diye…

Mustafa Hasbahçeci:  Geçen bazı ibareler var.

Abdülaziz Bayındır: Mesela anlatılıyor, bazı kadınlar var, afederiniz, orgazm olamama sıkıntısı içerisinde yaşıyorlar ki bunun da o problemi ortadan kaldırdığı söyleniyor. Tabi bu bizim duyduklarımız, uzmanlığımız değil. Öyle ifadeler kullanılıyor. Ondan dolayı mekrame deniliyor. Güzel olur falan deniliyor,  yoksa bir emir değil, görev değil.

Mustafa Hasbahçeci:  Buradaki cinsel hayata ilişkin olan şeylerin ispat edilmesi kolay değil. Çünkü kişinin psikolojik durumu da elbetteki bu tür cinsel fonksiyon bozukluklarda önemli yer tutar. Dolayısıyla direk olarak onu ilişkilendiremeyebiliriz. Ama öyle bir ifade olabilir.

Abdülaziz Bayındır: Bizim bilebileceğimiz birşey değil yani.

Yahya Şenol: Yani şu şekilde yorum yapanlar var da. Siz madem hadislere bakarak erkek çocuklarını sünnet olmasını söylüyorsunuz, eğer tutarlıysanız kız çocuklarının sünnet olması gerektiğini de söyleyin. Çünkü delil aldığınız hadis kitaplarında bunların da sünnet edilmesi gerektiği var.

Abdülaziz Bayındır: Biz kimseyle burada yarışmak için ortaya çıkmıyoruz. Son zamanlarda bir grup var Türkiye’de sünnet düşmanı, maalesef. Paygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin sözlerinin ve uygulamalarının çok önemli olduğunu anlatan ayetlerle meseleyi ortaya koyunca, olayı saptırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Her gün gelen o maillere baksanız, bizi çocuk yerine koyuyorlar. Sanki biz şeye geleceğiz, bir de gelseler de şu bizim vakfın kapısınde bir protesto yürüyüşü yapsalar da boylarını bir görsek. Yani bir acayip. Ondan sonra birisi öyle şey yapıyor, birisi de siz sünnet karşıtısınız, diyor. Niye efendim, işte İsa a.s. tekrar gelmeyecek, demiş. Bununla ilgili hadisler var falan. Kardeşim, ne sünnet taraftarıyız ne sünnet karşıtıyız. Biz Kur’an-ı Kerim’e uyan insanlarız. Kur’an azimüşşan sünnetin yerini gayet güzel bir biçimde ortaya koymuş. Peygamberimiz s.a.v.  Kur’an-ı Kerim’e göre hükmetmekle emredilmiş. Dolayısıyla biz burada, Allahutaala’nın gösterdiği çalışmayı yaparak, emrettiği yoldan giderek, ekip çalışmasıyla… Cenab-ı Hak’ın emrettiği yoldan gittiğiniz zaman hangisi Peygamberimizin uygulamasıdır, hangisi değildir çok net bir şekilde ortaya çıkıyor. İsa a.s.‘ın gelmesi ile ilgili, gelmesine imkan ve ihtimal yok Kur’an-ı Kerim açısından. Dolayısıyla bununla ilgili hadis diye ortaya atılanların da İsrailiyat olduğunu bütün ayrıntılarıyla Enes Hoca sağolsun, tespit etti. Sadece bazı kelimeler değiştirilerek şey yapılıyor ama tamamı İsrailiyat. E onlar için de normaldir. Bu insanlar Muhammed s.a.v.‘e inanmamak için insanların önüne inanacakları birşey çıkarmak zorundalar. Çünkü Muhammed a.s.‘a inanma mecburiyetleri var. Bir peygamber gelecek, inanacaksınız, diye imanın şartlarından birisi. O peygamber geldi, deseler dükkanı kapatmaları lazım. Gelmeyecek, deseler, yine dükkanı kapatacaklar. Çünkü kendilerine inananlar diyecekler ki siz kafir misiniz, bizim kitaplarımızda bu yazılı gelecek peygambere inanacağız. O zaman bekliyoruz, diyorlar. Daha hala gelmedi mi? Gelmesi gecikti ama yine bekliyoruz. Haşa, Allah sözünde durmadı, gecikti falan. Çok beklersiniz. Maalesef, Kur’an-ı Kerim’e muhalefet konusunda gelenekle çağımızda yaşayan insanlar tam bir ittifak halindeler. Ve onların etkisi altında olanlar da her şekilde şey yapıyorlar. Burada en büyük sıkıntı, bir türlü hiçbir grup bizi kendine çekemiyor. Onun için Vahhabi diyorlar, tutmuyor. Yenilikçi diyorlar, tutmuyor. Gelenekçi diyorlar, tutmuyor. Hiçbirisi… Kardeşim, biz sadece Müslümanız. Siz nesiniz, diyorum. Müslümanız. Biz neyiz? E banane, sen bana sordun, ne olduğunu da sen kendin söyle. Bana soruyorsun, ben Müslümanım, bitti. E ben neyim? Ben ne bileyim, ben sana sormadım ki sen bana sordun. Ben Müslümanım. Bu Allahutaalanın bana verdiği addır. “Huve semmakumul muslimîn” (Hacc,78) Ondan sonra Allah’a hamd olsun hiçkimseyi de etrafımıza toplama diye bir niyetimiz yok. Bütün insanlara Allah’ın kitabını, Allah’ın emrettiği şeklilde anlatmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla, yok şeyseniz bunu da anlatın. Onu gitsinler kendi mahallelerindeki… Eskiden Erzurum’da bizim sokaktaki çocuklarla öbür sokaktaki çocuklar giderdik birbirimizle laf yarışması yapardık. Gitsin öbür sokaktaki arkadaşlarıyla tartışsınlar bunlar.

Mustafa Hasbahçeci: Hocam ben yine bir soru sormak istiyorum, olayın muhalif tarafında olmak için değil de yine de bizim sünnetin fıtratla olan ilişkisini bir miktar daha tartışmamız lazım gerekir diye düşünüyorum.

Abdülaziz Bayındır: Tamam, tartışmada bir sakınca yok.

Mustafa Hasbahçeci: Çünkü, sünnet uygulamasının şu anda güncel uygulamadaki faydaları aslında Allah’ın başka hükümleriyle zaten kontrata alınmış durumda şu anda. Özellikle bu cinsel yolla bulaşan hastalıklar veyahut da temizlik, hijyen veyahut da AIDS dediğimiz bir önemli hastalıkla ilgli olan tedbirler, aslına bakarsanız Kur’an’da sınırları çizilmiş olarak, insan hayatında kontrota alınmış durumda. Mesela penis kanserinde oluşan uygulama gibi, Japonya’da olmuyor. Niye olmuor? Adamlar temiz bir toplum. O yüzden biz, dediğim gibi, fıtratla olan ilişkiyi bir miktar daha neden olduğu konusunda detaylandırsak en azından soruları kafadan kaldırmış oluruz, diye düşünüyorum. Çünkü öbür türlü, sadece mevcut bir uygulama devam ettirilmesi gibisiden birşey. Şu an Dünya’daki sünnet karşıtlarının ana çıkış noktası, siz, diyor, yaratılışa müdahale ediyorsunuz. Bu gereksiz değil. Sünnet derisinin gerekli olduğu veyahut da olmadığı. Şimdi tamam alındığı zaman birşey olmuyor, aynı şey apandis için de geçerli. Apandis dediğimiz organımız var biliyorsunuz, şu anda çoğu insanın alınmış da olabilir, bu toplumda bile belki %15-22 apandisi alınmıştır. Alınmakla alınmamak arasında bir fark olmadığını biliyoruz. Ama şu anda ispat edemedik ama bağışıklık sistemiyle alakalı bir görevi olduğunu biliyoruz, apandis dokusunun. Ama alınca birşey olmuyor, bunu biliyoruz. 20-30 yaşlarında veya çocukluk döneminde alıyoruz. Aynı şey sünnet derisi için de geçerli. Sonuçta, biz bunu alıyoruz. Alıyoruz ama niye alıyoruzu, bence bir miktar daha tartışırsak veya izah etmeye çalışırsak, ben de bunu net olarak izah ettiğimi söyleyemem, bir doktor olarak ama, o zaman soruları daha net olarak çözeriz diye düşünüyorum.

Abdülaziz Bayındır: Zaten konuşmanın arasında hep bunları söylemiştim. Ara ara ben duydum onları da. Şimdi, bu tür şeyler, yani olayın fıtrat tarafının tartışılması tabii ki doğru da yalnız şunu da düşünmek lazım: Şimdi Japon toplumunu örnek verdiniz, refah seviyesi oldukça yüksek olan bir topluluktur. Şimdi, geçen sene bir felaket geçirdiler, yakınlarda yine bir felaket geçirdiler, bir-iki tane daha felaket olduktan sonra belki Japon toplumu tam tersine dönebilir. Bu defa, o bahsettiğiniz rahatsızlıkların doruk yaptığı bir toplum haline gelebilir. Cenab-ı Hak‘ın koyduğu kurallar, en ilkel ortamlarda dahi, insanların kendilerini koruyacak temel kurallardır. Sizin bugün çok iyi imkanlar içerisinde olduğunu söylediğiniz insanlar, yarın en kötü şartlar altında yaşamak zorunda kalabilirler. Mesela işte, şu anda Suriye’de belki nice, o bölgenin ağası olanlar, şimdi bir parça ekmek bulsalar bütün servetini verecek hale gelmiş olabilirler. Dolayısıyla bunu böle düşünmek lazım. Hayat, her zaman tekdüze devam etmez. Dolayısıyla sizin bahsettiğiniz eğer, oradaki o kabuk, bir takım hastalıkların sebebi olabiliyor, bir takım mikropların üretilmesine sebep oluyorsa biz bugün onları gideriyoruz, ifadesi bence yeterli bir savunma olmaz. Çünkü her zaman onu giderme imkanımız olmayabilir. Öyle oluyorsa, onu baştan temizlemiş olmanın da bir sakıncası olmaz.

Yahya Şenol: Şöyle bir soru var: Müslüman olan bir tolumun, sünnet olmasının engellenmesi durumunda, o Müslümanların o toplumda yapması gereken ne olmalıdır?

Abdülaziz Bayındır: Farz olurlar.

Yahya Şenol: Sünnet olamıyorlarsa farz olsunlar.

Abdülaziz Bayındır: Farz olsunlar, sünnet olamıyorlarsa. Şimdi, engelleme tabii ki olabilir. Bu da son derece normal birşeydir. Bir kere şu “Müslüman toplum” kavramını da belki tartışmak gerekir. Müslüman toplum, Müslümanlardan oluşan topluma “Müslüman toplum” diyoruz da bu insanlar ne derece Müslüman? Yani dışarıdan bakıyorsunuz adam Müslüman ama işleri uygulaması geldiğiniz zaman ve kalplere iş indiği zaman, onu Cenab-ı Hak’tan başka bilen yok. Yani Müslüman olmak Hristiyanlıktaki gibi, bir kilisenin defterine kaydolmak olmadığı için ya da bir caminin defterine diyelim, kaydolmak olmadığı için kişinin içten inanması meselesi olduğu için, aslında Müslüman toplum kelimesi bir sosyolojik kavram olarak kullanılabilir ama işin dini tarafına indiğiniz zaman bakarsınız ki size dini anlatan saygıdeğer hoca, dinin en büyük düşmanıdır. Ve dini kendi menfaatleri için kullanıyordur. Sizi sömürebilmek için şeytanın dik alasıdır. Çünkü dini bilmeden şeytanlık yapılması mümkün değildir. Şeytan da kendi kimliğini ortaya koysa hiçkimse ona inanmaz. Onun için çok dindar bir kimlikte karşınıza çıkar. Bu sebeple Müslüman toplum, şu bu… Sizin, dini yaşamanızın önünde her zaman ve her yerde mutlaka engeller çıkacak. İster toplumsal olsun ister ferdi olsun, ister şu olsun ister bu olsun.  Siz de o engelleri aşabilmenin; bütün, Allah’ın size verdiği kabiliyetleri, bütün yolları bulacaksınız. Nasıl aşabileceksen öyle aşarsın. Peki bu mücadelenin sonucu? Bu mücadelenin sonucunda da ya cennete gideceksin ya da cehenneme. E efendim bunu hep biz mi… Tabi kardeşim, eğer sen, cenneti istiyorsan buna katlanacaksın. Şurada bir tane apartman dairesi alabilmek için yıllarca para biriktiriyorsun, yemiyorsun, çoluk çocuğundan kesiyorsun da ebedi cenneti almak için hiçbir sıkıntıya girmeyecek misin? Allahutaala, o ebedi cennetin bütün ödemesini sana burada yaptırır. Herhangi bir taksidi atlat o zaman görürsün ahirette. Dolayısıyla Müslüman toplum falan şey değil. Keyfim yerinde olsun bir de cennete gideyim. Bunu hiç kimse beklemesin.

Yahya Şenol: Dersten anladığım kadarıyla sünneti bir örf, gelenekle alakalı bir kural olarak anlayacağız. Sağlık açısından da bu konu zaten destekleniyor.

Abdülaziz Bayındır: Kim söyledi bunu?

Yahya Şenol: Öyle anlamış, yani benim anladığım bu diyor.

Abdülaziz Bayındır: O zaman bir daha dinlesin.

Yahya Şenol: Emeviler ve Abbasiler zamanında cizye almak için, dine girişi zorlaştırmak amacıyla sünnet olmayı İslam’a giriş kuralı olarak Müslüman olanlara dayattıkları söyleniyor. Doğru mu bu?

Abdülaziz Bayındır: Olabilir, bilemiyorum yani.

Yahya Şenol: Cizye alsınlar diye insanlardan…

Abdülaziz Bayındır: Şimdi, o tür uygulamaların olduğuna dair tarih kitaplarında ifadeler var. Ama bu gerçek mi değil mi? Bir kere benim kendi açımdan, o dönem çok ciddi bir şekilde irdelenmesi gereken bir dönemdir. Kendi yaptığımız çalışmalara bakıyoruz, İslam ciddi manada çizgisinden çıkarılmış. Geriye doğru bir inceleme yaptığımız zaman bakıyorsunuz, Emevi-Abbasi dönemine kadar gidiyor. Sahabe dönemine vardığınız zaman parlak bir dönem, müthiş bir güzellikle karşılaşıyorsunuz. Onun arkasından da çok ciddi sıkıntıların başladığını görüyoruz. Maalesef şu anda elimizde dini anlatan kitaplar, o dönemde yazılmış olan kitaplardır. Dolayısıyla herşey olabilir. Yani Müslümanlığa girmeyi engellemiş olabilirler. Zaten, ben şahsen kendi açımdan, Peygamber s.a.v’in yaptığı manada bir tebliğ faaliyetinin Emevi, Abbasilerden sonra yapıldığını, ben şahsen bilmiyorum. Zaten Müslümanların Müslüman olması önünde engeller çıkarılmış. Bırakın gayrimüslimlerin Müslüman olmasını. Şeyde bir ayet var, konu değişiyor belki ama Tevbe Suresi’nin 33. ayeti olması lazım. Allahutaala diyor ki orada, ulemayı anlatırken, alimleri anlatıyor: Yurîdûne en yutfîû nûrallâhi bi efvâhihim, “Ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Ve ye’ballâhu illâ en yutimme nûrahu ve lev kerihel kâfirûn, “O kafirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır. (Tevbe, 32) Biz bakıyoruz ki, bu din öyle bir hale gelmiş ki, adeta o gayrimüslimlere dininizin kıymetini bilin, diyecek noktaya gelmiş. Kimseye gidip de anlatamazsın. Dolayısıyla bu olmuş yani, tarihte bunlar olmuş.

Yahya Şenol: Sünnetin, hadislerdeki delili nedir? Şu şekilde sormuşlar: Bazıları sünnet hadislerinin çok zayıf kaynaklarda geçtiğini söylüyorlar, diyor, doğru mu bu?

Abdülaziz Bayındır: Ben şimdi, anönce baktım, Buhari’de var, Müslim’de var, eğer zayıfsa. Şuradan bakayım ben.

Yahya Şenol: Hadis terimi açısından muttefakun aleyh diyeceğimiz kısma giriyor bu.

Abdülaziz Bayındır: Tabi tabi.

Yahya Şenol: Buhari ve Müslim’in ortaklaşa rivayet ettiği hadisler.

Abdülaziz Bayındır: Sahih dediğimiz hadis kaynaklarının, hepsinde hemen hemen gördüm az önce.

Yahya Şenol: Zayıf kaynaklarda yok yani.

Abdülaziz Bayındır: Zayıf kaynaklarda da var.

Yahya Şenol: Var da, kaynağı tamamen zayıf olanlar değil.

Abdülaziz Bayındır: Buhari de kaç tane var, Müslim de kaç tane var. Yani bizim sahih dediğimiz hadis kitaplarının hepsinde var.

Yahya Şenol: Hadis tekniği açısından…

Abdülaziz Bayındır: Hadis tekniği açısından ..

Bir katılımcı: Hatta Buhari’de Nahl Suresi’nin 123. ayetini yazmış. “Summe evhaynâ ileyke enittebi’ millete ibrâhîme hanîfâ ve mâ kâne minel muşrikîn” diye. Ondan sonra sizin söylediğiniz hadisi zikrediyor.

Abdülaziz Bayındır: Yani “İbrahim a.s.‘ın milletine uymayı, onlara emrettik. Tabi biz olaya o açıdan da bakmadık yani, Nahl kaç dedin?

Bir katılımcı: Nahl 123. Bu ayeti zikretmiş. Ondan sonra hadisi…

Yahya Şenol: Bu, 80 yaşından sonra sünnet olduğu ibaresi de ilginç.

Abdülaziz Bayındır: Şu ayeti bir şey yapalım da. “Summe evhaynâ ileyke enittebi’ millete ibrâhîme hanîfâ” Diyor ki, yani İbrahim a.s. ile ilgili ayetlerden sonra, mesela diyor ki, Allahutaala: İnne ibrâhîme kâne ummeten kâniten lillâh, “İbrahim bir ümmetti. (Nahl, 120) Yani tek kişilik bir ümmet. Yani bir öncü grup. Öncü grubun başı. Zaten en önde gidenlerin sağında, solunda, önünde hiçkimse olmaz. Arkalarında olursa olur.  Kaniten lillah, “Allah’a itaat eden; hanifen, “ ve dostdoğru olan  bir kişiydi. Ve lem yeku minel muşrikîn, “Müşriklerden değildi.”; Şâkiren li en’umihi, “Allah’ın nimetlerine şükreder”; ictebâhu “Allah onu seçti; ve hudâhu ilâ sırâtın mustekîm, “doğru bir yola onu yönlendirdi.”; Ve âteynâhu fîd dunyâ haseneh, “Ona bu dünyada güzellik verdik.; Ve innehu fîl âhıreti le mines sâlihîn, “O ahirette de elbette ki salihlerdendir. Ondan sonra ne diyor Allahutaala, peygamberimize: Summe evhaynâ ileyke, “Sana da şunu vahyettik.; Enittebi’ millete ibrâhîme hanîfâ, “İbrahim’in dostdoğru dinine tabi ol.” (Nahl, 120-123) İşte o da bu ayeti okuduktan sonra hadis-i şerifi zikretmiş. Buhari mi dedin?

Bir katılımcı: Evet.

Abdülaziz Bayındır: Tamam. Ve mâ kâne minel muşrikîn, “O müşriklerden değildi.” (Nahl, 123)  Şimdi, dolayısıyla hem fıtrat açısından hem de İbrahim a.s.‘ın dinine uyma açısından burada ciddi bir problem gözükmüyor. Yalnız, Mustafa Hasbahçeci’nin itirazı da öyle bir çırpıda reddedilecek bir şey değil. Yani şimdi, fıtrattan söylüyorsa acaba fıtrattan mıdır, değil midir diye tabii ki sorgulanacak, incelenecek. Yalnız, dediğim gibi, belli şartlara bakarak değil, insanlığın tüm şartlarına, her zaman, her dönemdeki durumlarına bakarak şey yapılır. Mesela şimdi biz, kutuplarda namazla ilgili çalışmaları yaptık bitirdik, bir arkadaş geldi dedi ki: siz yaptınız, bitirdiniz, siz hesap yapıyorsunuz, ay, güneş hiç batmadığı zaman adam ne zaman sabah namazı olduğu, ne zaman öğle namazı olduğu, ne zaman ikindi olduğu bunun tabii şeyi nedir, dedi. Benim saatim olmak zorunda mı?

Bir katılımcı: Ya da oruçta?

Abdülaziz Bayındır: Ya da oruçta. Benim saatim mi olacak kardeşim. Ben takvim mi kullanacağım. Radyo, televizyon dediğin ne zaman çıktı? İnternet ne zaman çıktı? Yani herşey var, şuanda bulunduğum yerde yok ama ben namaz da kılacağım, oruç da tutacağım. Bana tabii işaret göster, deyince tabi biz birkaç ay daha çalıştık. Yoksa biz çoktan bu işi bitirmiştik. Geçen seneden, ama bu defa aylarca, Allah’a hamd olsun onu da bulduk sonunda. İnşallah yakında onu da şey yapacağız. Baktık ki bunun çok kolay işaretleri varmış. O işaretler öteden beri zaten kullanılıyormuş. Güneş saati falan diye. Dolayısıyla şey de, ben Japon toplumu gibi miyim kardeşim, benim hastanem mi var? Yani tamam sen güzel bir hastanede çalışıyorsun, hastane şartlarına göre konuşuyorsun ama o hastane heryerde var mı? Tam teşekküllü… Olsa bile adam çoğu zaman oraya gelemeyebilir de. Ya parasızlıktan gelmez ya ihmalkarlıktan gelmez, ya şu ya da bu. Dolayısıyla bir şekilde bunu, eğer gerçekten bahsettiğiniz hastalığın sebepleri arasındaysa, baştan bunu halletmek en kestirme yol olarak düşünülebilir.

Yahya Şenol: Özellikle de sünnet merasimleriyle, orada gerçekleşen bir olayla ilgili soru sorulmuş. Sünnet esnasında besmele ve ya tekbir getirilmelimidir, diye.

Abdülaziz Bayındır: Yani kurban kesiyor, öyle değil mi?

Yahya Şenol: Bizim tarafta, yani göçmenlerde bu sünnet merasimlerinde bu çok olur.

Abdülaziz Bayındır: Allahu ekber Allahu ekber.

Yahya Şenol: Sünnet evde yapılıyor. Sünnetçi eve geliyor. İçeride adam hazırlanmış. Getirin çocuğu, zaten öyle birşeyle, kurbanlık, tutmuşlar ellerinden falan çocuğu getiriyorlar. Orada da tabiri caizse, bir pravakatör var. Hadi hadi hep beraber falan. Allahu ekber diye bir başlıyorlar. Çocuk zaten mecburen gidiyor, elden ayaktan kesildiği için yani.

Abdülaziz Bayındır: Sonra zannediyor ki buradan kesecekler.

Yahya Şenol: Hayır, zaten ödü kopmuş çocuğun yani. Tekbirle beraber de hepten…

Bir katılımcı: Hocam, bizde de mesela kirveler olur. Kirvelerine satılıyor çocuk, para alıyorlar. Çocuk, bir eşya gibi satılıyor onlara. Sonra da getiriyorlar o odaya.

Abdülaziz Bayındır: Kirveye satıyorlar, kirveden para alıyorlar. Ondan sonra getiriyorlar. Bir de şey var, bizim doğuda bazı bölgelerde, kirvelik bir çeşit akrabalık gibi kabul edilir. Mesela kirvem der, ailenin bir ferdi olarak kabul edilir.

Bir katılımcı: Kirve kızıyla evlenilmez.

Yahya Şenol: Evlenilmez değil mi? tabi tabi öyle şeyler var. Süt kardeş gibi bir nevi.

Bir katılımcı: Üvey baba gibi sayıyorlar.

Bir katılımcı: Amca, baba yarısı. O da amcanın yarısı.

Abdülaziz Bayındır: Şimdi, adamın bütün yaptığı sünnet olurken çocuğu tutmak ama herhalde Mustafa Bey bu işi halletmiştir, o çocuğu tuturmaz kimseye.

Mustafa Hasbahçeci: Biz anestezi yaptık.

Abdülaziz Bayındır: O zaman o yattığı yatak mı kirve oluyor?

Mustafa Hasbahçeci: Kirvemiz olmadı herhalde.

Abdülaziz Bayındır: Anestezi uzmanı da olabilir. Böyle örfler var ama bunların dini bir temeli yok. Sadece gelenek.

Yahya Şenol: Şöyle bir soru var. Buna da herhalde Mustafa Hoca cevap verebilir. Bu temiz olmayan namaz kılamaz. Önce dini açıdan bir şey vermiş. Sünnetsiz bir kimsenin de temiz olma olasılığının az olduğunu düşünüyorum, demiş. Çünkü idrar akıntısı illaki olur. O deri parçası onu engeller.

Mustafa Hasbahçeci: Şimdi burada, Müslüman bir toplumda yaşayan ve Müslüman bir toplumda çalışmış bir doktor olarak sünnetsiz bir insanla karşılaşma imkanımız, takdir edersiniz ki hiç olmamıştır. O yüzden bu konuda çok fazla bir bilgim yok. Hasta bir toplumla karşılaşmıyoruz.

Abdülaziz Bayındır: Yani o deri, altına idrar parçacıkları girecek kadar bol mu?

Mustafa Hasbahçeci: Değil, normal şartlarda, özellikle yetişkin bir insanda sünnet derisi çok rahat bir şekilde tamamen geriye sıyrılabilir. Penis başı tamamen ortaya çıkartılabilir. Böyle tamamen kapalı, devamlı gizli, kir kalacak bir yer değil orası.

Yahya Şenol: Yani bu soruda bahsedildiği gibi idrar sızıntısını tutabilir mi?

Mustafa Hasbahçeci: Temiz tutmak isteyen çok rahat bir şekilde tutabilir. Sünnet derisi çok rahat bir şekilde geriye gelebilir.

Abdülaziz Bayındır: Ama geriye gelebildiği gibi öne de gider, arada …

Mustafa Hasbahçeci: Normalde zaten önde. Temizlik yapmak çok rahat mümkündür yani.

Abdülaziz Bayındır: Yapmak mümkündür de dikkatsiz olanlar için ihtimal olabilir.

Mustafa Hasbahçeci: İhtimal olabilir evet.

Yahya Şenol: O yüzden o 80 yaşında da gelse olsun, dediği hadise şey yapmış demek ki, onlar olabilir, namaz…

Abdülaziz Bayındır: Temizlikten dolayı olabilir, yani namaz açısından.

Yahya Şenol: Şöyle bir yorum yapılmış. Koltuk altı, tırnak gibi sürekli uzayan organların insan ilk yaratıldığında, örneğin yaşayabilmek için tırnaklarını kullanması; işte soğuktan korunabilmek için, soğuk ülkelerde saçlarının uzun olması ve çok fazla koşup yürüyeceği için koltuk altlarının sürtünmeyi azaltıcı ve sünnet derisinin de işte bazı şeylere karşı bir koruyucu gerekliliği olduğu düşünülemez mi? Sonrasında Allah kitaplı dinleri indirmeye başladı ve temizlik ve hijyenin öne çıkmasıyla bunların dinsel açıdan kesilmesinin belirtildiği söylenebilir mi? Yani ilk yaratılışta bilerek yaratmış, ama sonra da bilerek kesilmesini istemiştir diye düşünüyorum, demiş.

Abdülaziz Bayındır: Yani, Allah vazgeçmiş falan değil yani. Bugün de yine aynı ihtiyaçlar sürekli var. Mesela kışın berbere gittiğiniz zaman saçlarınızı farklı kesiyor, yazın gittiğiniz zaman farklı kesiyor şu anda.

Yahya Şenol: Bir de bu şey var, ilk insan genelde ilkel bir varlık olarak düşünülüyor ya.

Abdülaziz Bayındır: O yanlış işte.

Yahya Şenol: Ona da bir şey yapabiliriz bence. Hani daha sonra kitabi dinler gelmeye başlamış diyor ama bizim bildiğimiz öyle değil tabii ki.

Abdülaziz Bayındır: Herhalde bu arkadaşımız şeyin etkisinde kalmış, bu aydınlanma denilen ki bana göre pek aydınlanma değil, lambaların kırıldığı çağ gibi geliyor bana o Fransızların aydınlanma çağı. Katolik dünyasının devredışı bırakma bakımından son derece önemli ama ne yapacağını bilmeyen hale gelmiş gibi gözüküyor. O çağın, çok ciddi manada irdelenmesi lazım. Şimdi, onlar bu defa masa başında oturmuş, ilim üretmişler. İnsanları önce bir maymundan getiriyorlar, ondan sonra dağda yaşayan, medeniyet tanımayan bir şey, taş devri, maden devri, yontma taş devri, cilalı taş devri diye saçmasapan bir takım kelimeler uyduruyorlar kendi kafalarına göre. Ondan sonra da peygamberler gelmeye başlıyor. Önce çok tanrılı dinler vardı, diyorlar. Masa başı ilim. Çok tanrılı dinler evolüsyon sonucu tek tanrılı dine geldi. Bunlar saçmalığın daniskası yani. Bir kere Batı‘da sosyal bilimler namına alacağımız hiçbir şey yok. Bunu bir kere peşin olarak şey yapmamız lazım.  Bazı keşifleri, şunları bunları hariç. Şimdi, bir kere Adem a.s. ilk insandır. Bizim bazı kimselerinde böyle ademlerden kaçıncı Adem diye saçmalıkları var maalesef.

Mustafa Hasbahçeci: Sembolikleştirme. Hz. Adem kavramını sembolikleştirme.

Abdülaziz Bayındır: Hz. Adem kavramını sembolikleştirme gibi saçma sapan… Adem a.s.‘ın, Havva validemizin –Havva validemiz de Adem a.s.‘ın kaburga kemiğinden falan yaratılmamıştır. Adem a.s. nereden yaratıldıysa o da ondan yaratılmıştır. O da Kur’an-ı Kerim’de çok net bir şekilde anlatılıyor.- Adem a.s. yaratıldığı zaman, Cenab-ı Hak buna çok farklı kabiliyetler veriyor. Adem a.s.‘a, Allahutaala öğretiyor. Adem’e “Ve alleme âdemel esmâe kullehâ” (Bakara, 31) derken, o isimlerle anlatılan eşyayı öğretti demektir. “Külleha” derken Arapça’da “ha” zamiri, akılsız varlıklar için kullanılır. Ondan sonra Adem a.s., o eşyanın içeriğini ki eşyanın içeriğinde ciddi bir akıllılık vardır. Dışarıdan siz akılsız gibi gördüğünüz eşyanın içerisinde, müthiş bir dünya vardır. Yani, bakarsınız orada konuşmaları vardır. Bakın, mesela şu eşyayla biz ses naklediyoruz, şununla da görüntü naklediyoruz. Ve uzaktan insanlar birisiyle de  ses alıyoruz, falan. İşte eşyanın içerisindeki o ilmi, Allahutaala, Adem a.s.‘a öğrettikten sonra da kelime şekil değiştiriyor. Önce eşya gibi gözüken şeyleri Allah ”summe aradahum” (Bakara, 31) diyerek “hum” zamiriyle bize bildiriyor. Bu da akıllı varlıklar için kullanılan bir kelimedir. Sonra onları arzetti.Ne demektir? Melekler bu eşyayı bilmiyor değiller. Hepsini biliyor. İşte şu taş, şu demir, şu bakır, şu şu. Fakat, onun içindeki bilgiyi bilmiyor. Onun için bunun içeriğini bana söyle bakayım dediğiniz zaman hiçbir şey. Ama Adem a.s. meseleyi çok iyi kavradığı için anlatıyor. Ve Adem a.s.‘ın üstünlüğü, o bilgidir. Ve o bilgiyi üretmektir,  geliştirmektir. Ve insanı hayvandan ayıran şey, bilgi üretimidir, medeniyettir. Bakın insandan başka medeniyet kuran bir varlık var mı? Ne melekler medeniyet kurabilir ne de bir başka varlık. İşte meleklerin secde etmesinin sebebi budur. Ve Adem a.s. belki bu dünyada, ben öyle zannediyorum ki hiçkimsenin sahip olmadığı kadar yüksek bir bilgiye sahip olarak dünyaya gelmiştir. Ve o bilgiyi Allah, ona kalemle öğretmiştir. Alak Suresi’nde ne diyor: Alleme bil kalem. Allemel insâne mâ lem ya’lem. Kalemle öğretti, o insana bilmediğini öğretti. Allah’ın öğrettiği o insan, Adem a.s.‘dır. Dolayısıyla Adem a.s. bu dünyaya gelirken yazıyı da biliyordu. Bilimin en üst seviyesi de vardı. Ve o zamanlarla ilgili, Nuh a.s. ile ilgili ayetlere baktığımız zaman ne diyor: E lem terev keyfe halakallâhu seb’a semâvâtin tıbâkâ, Görmüyor musunuz? Allah yedi göğü nasıl tabaka tabaka yaratmıştır. (Nuh, 15) Onlar, o yedi göğü görecek noktaya gelmişler ama ondan sonra hiçbir toplum için bu kelime kullanılmıyor. Bu sebeple öyle, cahil bir şekilde gelmiş, işte kitaplı dinler… Hayır, öyle değil. Adem a.s. bir kere, bütün bilgilerle donatılmış olarak geliyor. Ve tabii ki bunun içerisinde dini bilgiler de var ama yanlış da yapıyor, hata da yapıyor. İnsan insandır, her zaman normal bir insan davranışını gösteriyor.

Yahya Şenol: Şöyle bir soru var. Sünnet olmanın Hz. İbrahim ile başladığı yazılıyor, siz de doğrulayıcı ifadeler kullandınız. Daha önceki milletlerde bu fıtrattan dediğimiz sünnetin olmadığı anlamına mı gelir? Eğer fıtrattansa Hz. Adem’den bu yana gelen bir durum olması gerekmez mi?

Abdülaziz Bayındır: Yok, biz elimizdeki bilgilere göre konuştuk. Yoksa bu arkadaşımızın dediği doğru tabi. Fıtrattan olduğu zaman Adem a.s.‘dan itibaren olması gerekir.

Mustafa Hasbahçeci: İ.Ö 6000 yılına kadar giden bilgiler var zaten. Orada, o kadar yaygın kullanılıyorsa daha öncesi de vardır bu uygulama zaten. Ya bu çok eski bir uygulama.

Abdülaziz Bayındır: Zaten Peygamberimizin, babanız İbrahim’in sünnetidir, demeyip de “fıtrattandır” demiş olması bu arkadaşımızın yorumunu haklı çıkarır. Fıtrattandır deyince, Adem a.s.‘a kadar gitmesi gerekiyor.

Yahya Şenol: Yani o, hangi ayete dayandırdığınızı bir daha sormuşlar, hangi ayetle nitelendirebiliyoruz sünnet olmayı?

Abdülaziz Bayındır: 30. surenin 30. ayeti.

Yahya Şenol: Yani fıtrat, hadiste fıtrat, ayette fıtrat. ..

Abdülaziz Bayındır: Fıtrata vurgu yapan o kadar çok ayet var ki bu en kısa yoluyla şeydir. Zaten yaratılan ayetler, indirilen ayetler, dersin başında da söyledik. Cenab-ı Hak, kitabını din adamlarına değil, din adamlarına ve ilim adamlarına emanet eder. Dolayısıyla birisi işin, yaratılan ayetler tarafını inceler, öbürüsü de olayın hayatla ilgili kısmını inceler. İkisi birleştiği zaman, asıl Adem a.s.‘dan beklenen, insanı ayıran, medeniyet kuran, gelişmeyi sağlayan varlık olur. İşte o zaman, siz buradan uçakla falan yere gitmeyi şey yapmazsınız da Süleyman a.s.‘ın meclisinde… Ne diyor: Kâlellezî indehu ilmun minel kitâb,  O kitaptan birbilgi sahibi olan”. (Neml, 40) Biz şimdi onu kavrayamadığımız için uçma, kaçma şeklinde değerlendiriyoruz. Oradan bilgi sahibi olan ne dedi: Ben sana Belkıs‘ın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar getiririm, dedi. Biz şuanda, şuradaki eşyayı ışınlayabilir miyiz, onu düşünüyoruz. Ama Allah’ın indirdiği kitapla yarattığı kitabı birlikte okuyan kişi, göz açıp kapayıncaya kadar Yemen’deki bir tahtı, Kudüs’e getiriyor. Bu bir ilimdir. İşte bu ilmi yapan insanlar, yedi kat… Bizim astronomi bilimi gelişti, bilmem ne oldu, uzaya alet gönderiyoruz diyoruz, gidenler en fazla Güneş sistemi… Güneş sistemi, birinci kat semanın ortasında küçücük birşey, Kur’an-ı Kerim’e baktığımız zaman. Onun üzerinde altı tane daha var ki… Birinci kat semanın büyüklüğünü izah etmek için, ışık yılı diye bir kavram çıkarmak zorunda kaldı. O da yetmiyor tabi. Ondan sonra altı tane daha var. Ama Adem a.s.‘ın bilgisini bilenler, yedisini de gidip görmüşler işte. Biz aya alet gönderdik, insan gönderdik falan… Tamam bu hafife alınacak birşey değil yani. Ama hedefimizin çok ileri olduğunu düşünmek zorundayız. İşte bu, fıtrat. Fıtrat dediğimiz zaman asıl vurgu o. Burada din adamı, bilim adamı ayrımı insanlığa yapılan belki en büyük kötülüktür. Bu olmaz. Bilim adamının da üçkağıtçısı vardır, din adamının da vardır. İkisinin de dürüstü vardır. Bu dürüstler bir araya gelerek insanlığı uçurabilirler. Önüne çok müthiş imkanlar açabilirler. Allahutaala 30 Sure’nin 30. ayetinde diyor ki: Esteuzubillah, Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ, yüzünü dostdoğru bu dine çevir.  Peki bu din ne Yarabbi? Fıtratallah, Allah’ın fıtratı. Yani tüm varlıklarda geçerli olan kanun. Elletî fataran nâse aleyhâ, Ki, insanları da ona göre yaratmıştır. İnsanlar da bu kainatın bir parçasıdır. Ondan sonra diyor ki: Lâ tebdîle li halkıllâh, Allah’ın yaratmasının yerine geçecek birşey yoktur. Yani siz bu fıtratın yerine hiçbir şeyi koyamazsınız. Bunu anlayın, şey yapın, kainatı bozmayın, geliştirin. Bilim geliştirin yani. Olanı bulun ve geliştirin. Ondan sonra: Zâliked dînul kayyim, Sağlam din budur. Ve lâkinne ekseran nâsi lâ ya’lemûn, İnsanların çoğu bunu bilmez. Müslümanlar, dini böyle mi tarif ediyor yani. Allah‘ın tarif ettiği gibi dini tarif ediyor muyuz? İşte, Peygamberimiz de ne diyor, diyor ki: fıtrattandır. E fıtratı da sen bil; Allah, Kur’an’da tarif etmiş. Dolayısıyla işte o ilişki bu şekilde kuruluyor.

Bir katılımcı:. (01:48:14 – 01:48:23 anlaşılmıyor)

Abdülaziz Bayındır: Kur’an-ı Kerim’de nesh oayı var. Allahutaala, hayatı kolaylaştırıcı bir takım… Nesih kelimesini biliyorsunuz. Bu da maalesef, Kur’an’ı Kerim’de olduğu şekilde bilinmiyor. Kur’an-ı Kerim, nesihi ikiye ayırır: Birisi, misliyle nesihtir. Bakara Suresi 106. ayet. Nesih, yani bir yazının son nüshası, diyebilirsiniz. Mesela kitabınızın 7. baskısı, önceki baskılarını neshetmiş olur. Bunun manası şudur: önceki baskılarda bulunan bilgilerin büyük bir bölümü orada vardır. Bu misliyle nesihtir. Bir kısmı da siz kendinize göre daha iyi bilgiler koymuşsunuzdur. O da hayırlısıyla nesihtir. Bu Allah‘ın bir kanunu. Dolayısıyla Alahutaala’nın son kitabı olan Kur’an-ı Kerim’de, Adem a.s.‘dan beri peygamberlerine vermiş olduğu hükümlerin çok büyük bir bölümü olduğu gibi duruyor. Bu misliyle nesihtir. Yani orada olanların son kitaba geçmiş olmasıdır. Onun için, ve muheyminen aleyh, diye buyuruyor Maide 48. ayette.  Bir de hayırlısıyla nesih var ki bazı hükümleri kolaylaştırıyor Allahutaala. Mesela, bugün Yahudilikte oruç tuttuğunuz zaman 25 saat kadar sürer. Yani bir günü öyle tamamlıyorlar. Bu biraz abartılı gibi gözüküyor. Ama eski ümmetler, iftar ettikten sonra, hava kararıncaya kadar ne yedi içti tamam. Oruç boyunca, bir ay boyunca, ramazan eskiden beri var, karı-koca ilişkisi yasak. Başlangıçta Müslümanlar da böyle olmuş. Bir kolaylaştırma, nesih bu yani. Kolaylaştırma olarak Bakara-187; Allahutaala, yemeyi, içmeyi tan yeri ağarıncaya kadar uzatmış. Bize mahsus olmak üzere “Uhılle lekum” diyerek. Size helal kılındı, diye. Bizden öncekilere değil. Bir de bu oruçlu bulunan geceler, karı-koca ilişkisini de serbest bırakmış. Bu işte, nesih bu. Hayırlısıyla nesih. Yani Kur’an-ı Kerim, önceki kitapların tamamını neshetmiştir. Önceki kitaplar ne demek? Önceki kitapların Cenab-ı Hak tarafından onaylanmış son nüshası… Nüsha- nesih aynnı kökten gelen iki kelimedir. Allah tarafından onaylanmış, son nüshadır. Kur’an-ı Kerim diyor ki: siz birçoğunu gizliyorsunuz. Yahudi ve Hristiyanlara, Maide 15’te. Ve o gizledikleri, bu Kur’an’da var. Bir kısmında da anlam saptırması var. “Yuharrifûnel kelime an mevâdııhî” (Maide, 13) diyor, kelimelerin anlamlarını sağa sola çekerek hükmü farklılaştırmaları var. Siz bugün, hatasız bir Tevrat arıyorsanız, Kur’an’dır. Hatasız bir İncil, Kur’an’dır. Nuh a.s.‘a indirilmiş hatasız olan kitap, Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an-ı Kerim’in bir de farkı vardır. Mesela, Tevrat’ta, İncil’de recm cezası vardır. Kur’an’da kaldırmıştır onu. Yani bir de daha güzeli ile yapılan nesih vardır. İki şekildedir nesih. Ama bizim gelenekteki nesih böyle değil maalesef. Ama Kur’an-ı Kerim’in anlattığı nesih budur.

Yahya Şenol: Hocam, bu direk sünnetle ilgili şeyler bitti..

Bir katılımcı: Hocam Cenab-ı allah dini, bilim adamlarına ve ilim adamlarına emanet etmi gibi birşey, yanlış anladım…

Abdülaziz Bayındır: Allah’ın kitabını… Din değil, kitap. Bir kere kitabı bilmeyen kişi, Kitab’ı nasıl şey yapacak. Bilmek de ilimle olur. Yine ilim de iki şekildedir. Bir, olayın dinle ilgili kısımlarını bilirsiniz bir de hayatla ilgili kısımlarını bilirsiniz. Ama her ikisinin de mutlaka bilmesi gereken şey, Allah’ın indirdiği kitaptır işte. En son kitap da Kur’an-ı Kerim’dir.

Yahya Şenol: Sünnetle ilgili direk sorular bitti. Bir hatırlatma var, isterseniz dersin sonunda onu yapalım. Bu Kocaeli Fuar Merkezi’nde bu yıl dördüncüsü gerçekleştirilen kitap fuarında, Süleymaniye Vakfı Yayınları ve Kur’an-ı Anlama Platformu olarak biz de yer alıyormuşuz. Bir de yarın saat 16:00’da fuar merkezinde Hoca’mızın “Kitap ve Hikmet” konulu bir konferansı var. Konferansın ardından saat 17:00-18:00 arası da kitaplarını imzalayacak hocamız. İlgilenenlere duyrulur. Bu duyuruyu hatırlatalım.

Abdülaziz Bayındır: Kocaeli Kitap Fuarı’nda buluşmak üzere.

Yahya Şenol: Bir de son bir tıbbi soru. Konu ile alakalı değil ama Hocam belki kısaca açıklarsa. Ayakta bevletmek ileriki yaşlarda prostat gibi rahatsızlıklara sebep olduğu söyleniyor. Tuvalet ihtiyacı tıbben, en uygun nasıl giderilir. Doktorların tavsiyesi ne bu konuda?

Mustafa Hasbahçeci: Şimdi, eğer öyle olsaydı Batı toplumuyla Doğu toplumu arası ciddi bir farkın olması lazım. Bildiğimiz kadarıyla prostat bezinin büyümesi yaşla alakalı, 70 yaşına gelmiş bir insanda, yarısından fazlasında hatta tamamında prostat bezi büyüme söz konusu olur. Direk bir ilişki kurmak bildiğim kadarıyla mümkün değil. Sadece, oturarak yapığınız takdirde, özellikle büyük abdest açısından, daha büyük bir oranda boşalma söz konusudur. Yani siz, normal oturarak yaptığınızda, klozete göre yaptığınızda yani kastettiğim odur, daha fazla boşalıyor. Ama ayakta bevletmek ile oturarak bevletmek arasında bir miktar daha fazla boşalma söz konusu olabilir mesane açısından ama prostat bezi ile direk şeysi olmayabilir.

Abdülaziz Bayındır: Bir de şey var mesela, şimdi siz söyleyince hatırladım. Sahih bir hadistir. İstersen şeye bak (01:54:19 – 01:54:24 arası anlaşılmıyor) diye bir hadis-i şerif var, sahih olacak o, öyle hatırlıyorum. Çok ilginçtir Peygamber Efendimiz s.a.v. bir toplumun çöplüğüne, işte tuvaleti diyelim o günün şartlarına göre, geliyor ve ayakta idrarını yapıyor. Bu sahih rivayetlerde vardır. Ama enteresan, mesela bu Hanefi fıkıh kitaplarında, o hadisi alırlar ama sadece “bale”yi alır “kaimen”i almazlar. Yani “ayakta” kısmını almazlar. Bunlar da hoş şeyler değil. Yani, biz kendimiz din mi inşa edeceğiz yoksa dine mi uyacağız.

Yahya Şenol:  Onu şu şekilde ben açıkladıklarını hatırlıyorum hocam. Doğru mu hatırlıyorum bilmiyorum da. Hani, normal zamanlarda Peygamberimizin tuvalet ihtiyacını gördüğü yerde, oturarak yaptığı ama bu “subadata kavmin”de sıçrama tehlikesinin olduğu yerler olarak açıklamışlar ki bana mantıklı gelmişti o. Normal korunaksız bir yerde ayakta, çünkü çöktüğü zaman, bir de oradaki pisliklerin belkide kendisine ulaşması söz konusu olabilir.

Abdülaziz Bayındır: Yok olay o değil. Yani sen şeyi iyi yakaladın da yorumu farklı. Mesela bir çöp ile toprağı eşeler,  toprağı yumuşatırlar ki idrar sıçramasın. Çünkü ayakta yaptığınız zaman idrarın sıçrama tehlikesi yüksektir ve bu sıçrama meselesi Peygamber Efendimizin çok hassas olduğu bir konudur. Ama o çöplükte, demek ki sıçrama tehlikesi yok çünkü çöplüğün yapısı itibariyle… Mesela bugün, tuvaletlere gidiyorsunuz, pisuvar mı deniyor o şeylere, pisuvarlar yapılmış, orada sıçrama tehlikesi yok. Ama siz tuvaletlere gidin, normal alaturka tuvaletlere…

Mustafa Hasbahçeci: Çok daha büyük sıkıntı olabiliyor bazı alaturka tuvaletlerde.

Abdülaziz Bayındır: Ayakta idrarını yaparsa orada kesin sıçrar. Dolayısıyla olay burada o pisliğin sıçraması açısından, onu iyi de yakaladın, yalnız oturduğu zaman da o sert toprağı yumuşatığını, sıçramayı egellediğini biz şeylerden biliyoruz.

Yahya Şenol: Yani normalde üst başın temiz tutabilmek.

Abdülaziz Bayındır: Tabiki önemli olan temizlik. Yoksa ayakta yapma, fıkıh kitaplarında mektuhtur falan deniyor. Tamam mekruhluk, o pisliğin sıçraması açısından doğru. Ama ayakta yapma açısından dediğimiz zaman, o hadis-i şerif ona ters düşer.

Çok teşekkür ediyoruz Mustafa Bey, gerçekten. Allah’ın yarattı kitabı bize okuttun. Allah razı olsun. İnşallah çok hayırlı bir sonuca varmışızdır. Sizlere de teşekkür ediyoruz, geldiniz, katıldınız, buraya şeref verdiniz. Sağ olun, Allah razı olsun. Hepinize hayırlı günler diliyorum.

Tüm Mukayeseli Fıkıh Müzakereleri
# İçerik Adı Yayınladığı Tarih Görüntülenme
1 Kitaba Çağrı 16 Eylül 2017
2 Kurban İbadeti 24 Ağustos 2017
3 Hadislerin Derlenmesinde İran Etkisi 19 Ağustos 2017
4 Diyanetin Fetö Raporu: Bu din bu hale nasıl geldi? 14 Ağustos 2017
5 Hilal, Fitre ve Bayram 28 Haziran 2017
6 Nebi’mizin Ramazan Hayatı 12 Haziran 2017
7 İmsak Ölçüleri 27 Mayıs 2017
8 Dini Siyasete Alet Etmek 20 Mayıs 2017
9 Nebilere Yüklenen Olağanüstü Özellikler 13 Mayıs 2017
10 Tarih Boyunca Nebilere Gösterilen Tepkiler 6 Mayıs 2017
11 Yanlış Şeriat Algısı Suç ve Ceza 29 Nisan 2017
12 Kapitalizmin Sonu 15 Nisan 2017
13 Faiz Bağlamında Modern Finansal Ürünler 8 Nisan 2017
14 Hadislere Bakışımız Nasıl Olmalı 1 Nisan 2017
15 Haram Aylar 25 Mart 2017
16 Kur’an’cılık Tehlikesi 1.Bölüm 20 Mart 2017
17 Din ve Devlet İlişkileri 1.Bölüm 11 Mart 2017
18 Cuma Namazı ve Hutbe’si 4 Mart 2017
19 Kur’an’a Göre Sihir Kavramı 25 Şubat 2017
20 Abese Suresi Bağlamında Nebi’mizin Korunmuşluğu 18 Şubat 2017
21 Ev İçi Mahremiyet Kuralları 11 Şubat 2017
22 Örtünme İle İlgili Hükümler 4 Şubat 2017
23 Baş Örtüsü ve Örtünme 28 Ocak 2017
24 Kur’an’nın Çözüm Üretmedeki Yeri 21 Ocak 2017
25 Yahudileri Gölgede Bırakan Hileler 16 Ocak 2017
26 Müslümanlar’da Allah’a Güven Krizi 31 Aralık 2016
27 Müslümanlığımızı Gözden Geçirme İhtiyacı 24 Aralık 2016
28 Ümmet Olamamanın Ağır Bedeli 17 Aralık 2016
29 Tarihsellik İddialarında Cezalar Örneği 10 Aralık 2016
30 Mezhepçiliğin Doğurduğu Acı Sonuçlar 3 Aralık 2016
31 Kur’an’nın Tarihselliği İddiası ve Miras Konusu 26 Kasım 2016
32 Takiye (Kimliği Gizleme) 19 Kasım 2016
33 Faiz ve Güncel Meseleler 12 Kasım 2016
34 Mehdi Gelicek mi ? 7 Kasım 2016
35 Hz.İsa Gelicekmi? 31 Ekim 2016
36 Çağdaş Ulemanın Usulsüzlüğü 22 Ekim 2016
37 Dinsel Çoğulculuk 15 Ekim 2016
38 Son Kitabı Devre Dışı Bırakma Projesi, Dialog 8 Ekim 2016
39 Fıtrat Zemininde Buluşma 1 Ekim 2016
40 Nisa 34. Ayet Bağlamında Kadına Şiddet 24 Eylül 2016
41 Kurban İbadeti 10 Eylül 2016
42 Kadının Dövülmesi 3 Eylül 2016
43 Kur’an’a Göre Hükmetmek 27 Ağustos 2016
44 15 Temmuz Darbe Gecesine Kurani Bir Bakış 20 Ağustos 2016
45 Paralel Dinin Olmazsa Olmazı Aracılık – 1 13 Ağustos 2016
46 Müslüman Gayrimüslim İlişkileri 2 Temmuz 2016
47 Zekat 25 Haziran 2016
48 Oruçla İlgili Hükümler 18 Haziran 2016
49 Uydurulan Dinde Yatsı Sonu, Seher ve İmsak Vakti 4 Haziran 2016
50 Uydurulan Dinde Mut’a Nikahı 28 Mayıs 2016
51 Uydurulan Dinde Şartlı Talak 21 Mayıs 2016
52 Uydurulan Dinin Dayatması Olarak Çocukların Evlendirilmesi 7 Mayıs 2016
53 Kölelik ve Cariyelik Mezheplerin Dayatması mı? 30 Nisan 2016
54 Musa Hızır Kıssasının Evrensel Mesajı 23 Nisan 2016
55 Sünnetin Delil Değeri 16 Nisan 2016
56 Kira Sertifikaları Faizsiz Ürün mü? 9 Nisan 2016
57 Suç-Ceza Dengesi Açısından Cinsel İstismar 2 Nisan 2016
58 Boşanma Konusunda Allah’ın Koyduğu Sınırlar 26 Mart 2016
59 Allah’ın Koyduğu Sınırlar Nasıl Aşıldı 19 Mart 2016
60 Muhsana, Kadına Pozitif Ayrımcılık 13 Mart 2016
61 İnsanlar ile Cinlerin Ortak Özellikleri 5 Mart 2016
62 Nebiler Günahtan Korunmuş mudur? 27 Şubat 2016
63 Bedir Savaşı Örneğinde Nebi ve Resul Farkı 20 Şubat 2016
64 Dinde Haram-Helal Koyma Yetkisi 13 Şubat 2016
65 Cinler 6 Şubat 2016
66 İlk İnsanın Yaratılışı 30 Ocak 2016
67 İnsanı İnsan Yapan Özellikler 23 Ocak 2016
68 Allah’ı İkinci Sıraya Koymak 16 Ocak 2016
69 Şirkle İman Arasındaki Kararsızlık 9 Ocak 2016
70 Mehdi Beklentisi 2 Ocak 2016
71 Her İnsan Allah’ı Bilir 26 Aralık 2015
72 Fıkıh Müzakereleri | Her İnsan Allah’ı Bilir 26 Aralık 2015
73 Bir Sömürü Aracı Olarak Halifelik – 2 19 Aralık 2015
74 Bir Sömürü Aracı Olarak Halifelik 12 Aralık 2015
75 Kur’ân’da Dindarlık 5 Aralık 2015
76 Tarih Boyunca Bir Siyasi Baskı ve Ötekileştirme Aracı Olarak Zındıklık 28 Kasım 2015
77 Geleneğe Göre Dinden Dönmenin Hükmü (Bölüm 2) 21 Kasım 2015
78 Geleneğe Göre Dinden Dönmenin Hükmü (Bölüm 1) 21 Kasım 2015
79 Kur’an’a Göre Dinden Dönmenin Hükmü 16 Kasım 2015
80 Kur’an’da Zina Suçu Ve Cezası 7 Kasım 2015
81 Tağut Doğru Yolun Üstünde Oturur 31 Ekim 2015
82 Hadis Uydurma Faaliyetleri 24 Ekim 2015
83 Kader İnancı Ve Nesih 17 Ekim 2015
84 Resulullah Sonrası Siyasi Gelişmeler 10 Ekim 2015
85 Nesih 3 Ekim 2015
86 Hac Ve Kurban 19 Eylül 2015
87 Terör Olayları Karşısında Nebevi Siyaset 12 Eylül 2015
88 Dinde Özgürlük 5 Eylül 2015
89 Dine Uyma Yerine Dini Kendine Uydurma 4 “Cariyelik” 29 Ağustos 2015
90 Dine Uyma Yerine Dini Kendine Uydurma 3 “Cariyelik” 22 Ağustos 2015
91 Dine Uyma Yerine Dini Kendine Uydurma 2 “Kitap Algısı” 15 Ağustos 2015
92 Dine Uyma Yerine Dini Kendine Uydurma 8 Ağustos 2015
93 Nebimizin Yürüttüğü Dış Politika 1 Ağustos 2015
94 Kadir Gecesi ve İmsak Vaktine Tavırlar 11 Temmuz 2015
95 Zekat 4 Temmuz 2015
96 Oruç İbadeti 2 27 Haziran 2015
97 Oruç İbadeti 20 Haziran 2015
98 Kutup Bölgelerinde İftar ve İmsak Vakitleri 13 Haziran 2015
99 Emtia Borsalarındaki İşlemlerin Fıkhi Hükmü 6 Haziran 2015
100 Kur’ân’a Göre Gece-Gündüz 30 Mayıs 2015
101 Prof. V. A. Yefimov’la Yapılan Toplantının Değerlendirilmesi 23 Mayıs 2015
102 İsra ve Mirac 16 Mayıs 2015
103 Berzah Alemi 2 9 Mayıs 2015
104 Berzah Alemi 2 Mayıs 2015
105 Enflasyon ve Faiz 25 Nisan 2015
106 İşsizlik Probleminin Kaynağı 18 Nisan 2015
107 Peygamberimizin Öldürülmesini Emrettiği Kişiler Hakkındaki Rivayetler 4 Nisan 2015
108 Faizsiz Sistemin İlkeleri (Zekat-Faiz Karşılaştırması) 28 Mart 2015
109 Faizsiz Sistemin İlkeleri – Faizsiz Bankacılık 28 Mart 2015
110 Faizsiz Sistemin İlkeleri (Enflasyon) 21 Mart 2015
111 Faizsiz Sistemin İlkeleri (Bankacılık) 14 Mart 2015
112 Faizsiz Sistemin İlkeleri 7 Mart 2015
113 Tecavüz Suçunun Cezası 28 Şubat 2015
114 İdam Cezası ve Kıssas Tartışmaları 21 Şubat 2015
115 Ceza Hukukunun Genel Prensipleri 14 Şubat 2015
116 Kur’ân’da Ruh Kavramı 7 Şubat 2015
117 İcmanın Delilleri ve Değerlendirilmesi 24 Ocak 2015
118 Fıkıh Müzakereleri | Ceza Hukukunun Genel Prensipleri 17 Ocak 2015
119 Nebiye Hakaretin Cezası 10 Ocak 2015
120 Noel ve Mevlid Kandili Kutlamalari 3 Ocak 2015
121 Kelime Oyunları ve Şeb-i Arus 27 Aralık 2014
122 Evlilik Nedeniyle Ortaya Çıkan Haramlık 20 Aralık 2014
123 Talak’ın Şarta Bağlanması 13 Aralık 2014
124 Kadının Boşanma Hakkı 6 Aralık 2014
125 Boşanmanın Hükümleri 29 Kasım 2014
126 Küçüklerin Evlendirilmesi 22 Kasım 2014
127 İslam Hukuku-Roma Hukuku Karşılaştırması 15 Kasım 2014
128 Beni Kureyza Yahudileri ve Esirlerin Öldürülmesi 8 Kasım 2014
129 İslâm Miras Hukukunda Kelâle 3 Kasım 2014
130 Batı Güdümlü İslam Anlayışında Kur’an Sünnet Algısı – 2 25 Ekim 2014
131 Batı Güdümlü İslam Anlayışında Kur’an Sünnet Algısı 18 Ekim 2014
132 İslam Alimlerinin Işid’e Gönderdikleri Mektubun Eleştirisi 11 Ekim 2014
133 Kurban İbadeti 27 Eylül 2014
134 Birbirimizden yardım istemek şirk midir? 9 Ağustos 2014
135 Nafile Oruç 2 Ağustos 2014
136 Zekat ve Fitre 26 Temmuz 2014
137 Kadir Gecesi 19 Temmuz 2014
138 Tarihi gelişimi ve Hükümleri Açısından İtikaf 12 Temmuz 2014
139 Yatsının Son Vakti 5 Temmuz 2014
140 Vakti Dışında Namaz, Süresinden Fazla Oruç 28 Haziran 2014
141 Bakara 187. Ayet Işığında Oruç İbadeti 21 Haziran 2014
142 Kimler Oruç Tutabilir 14 Haziran 2014
143 Orucun Tarihi ve Meşruiyeti 7 Haziran 2014
144 Ecel ve Şehitlik – Sorular ve Cevaplar 24 Mayıs 2014
145 Ecel ve Şehitlik 17 Mayıs 2014
146 Seferilik Mesafesi ve Müddeti 10 Mayıs 2014
147 Yolculukta Namaz – 2 26 Nisan 2014
148 Dinden Dönmek 19 Nisan 2014
149 Yolculukta Namaz 5 Nisan 2014
150 Namazı Terketmenin Hükmü 29 Mart 2014
151 Namazda Zikir 8 Mart 2014
152 Kadınların Cemaate Katılması 1 Mart 2014
153 Cemaatle Namaz – 2 22 Şubat 2014
154 Cemaatle Namaz 15 Şubat 2014
155 Sehiv Secdesi 8 Şubat 2014
156 Namazı Bozan Haller – 2 1 Şubat 2014
157 Namazı Bozan Haller 18 Ocak 2014
158 Cumanın Farzından Önceki ve Sonraki Sünnetler 11 Ocak 2014
159 Cuma Hutbesi 4 Ocak 2014
160 Cuma Namazı 28 Aralık 2013
161 Sünnet Namazları 21 Aralık 2013
162 Vitir Namazı 14 Aralık 2013
163 Teheccüd Namazı 7 Aralık 2013
164 Kur’an’da Melek ve Cin Kavramları – Sorular 23 Kasım 2013
165 Kur’an’da Melek ve Cin Kavramları – 2 18 Kasım 2013
166 Kur’an’da Melek ve Cin Kavramları 2 Kasım 2013
167 Cezanın Amacı Açısından Mağdur Hakları 26 Ekim 2013
168 Bayram Namazı ve Teşrik Tekbirleri 12 Ekim 2013
169 Tarihi, Amacı ve Ahkamı Yönüyle Kurban 5 Ekim 2013
170 Kur’an’da Münafıkların Durumu – 2 28 Eylül 2013
171 Kur’an’da Münafıkların Durumu 21 Eylül 2013
172 Günümüz İslam Dünyasının Problemleri 14 Eylül 2013
173 Bedel Hac – Doç.Dr. Servet Bayındır 7 Eylül 2013
174 Allah’ın Bilgisi ve Kader 24 Ağustos 2013
175 Mısırdaki Müslümanların Durumu 17 Ağustos 2013
176 Kadir Gecesi 3 Ağustos 2013
177 İmsak Tartışmaları 27 Temmuz 2013
178 Kutup Bölgelerinde İbadet Vakitleri 20 Temmuz 2013
179 Kader 19 Ocak 2013
180 Kıyamet Alametleri 22 Aralık 2012
181 Kur’an Sünnet Bütünlüğünde Kurban İbadeti 20 Ekim 2012
182 Kur’an Sünnet Bütünlüğünde Hac İbadeti 13 Ekim 2012
183 Faiz-Zekat İlişkisi 6 Ekim 2012
184 Namazların Birleştirilmesi 29 Eylül 2012
185 İslama Yönelik Saldırılar 22 Eylül 2012
186 Alternatif Bir Finansal Ürün Olarak Kira Sertifikaları(SUKUK) 15 Eylül 2012
187 Öğle ve İkindi Namazlarının Vakitleri 8 Eylül 2012
188 Yatsı Namazı Vaktinin Bitişi 1 Eylül 2012
189 Kur’an’a Göre Gelenek 25 Ağustos 2012
190 Bayram Namazı ve Fitre 18 Ağustos 2012
191 Televizyondan Kabe İmamına Uyulabilir mi? 11 Ağustos 2012
192 Ramazan Ayının İnsana Sunduğu Fırsatlar 4 Ağustos 2012
193 İmsak Vakti ve Seher – 2 28 Temmuz 2012
194 İmsak Vakti ve Seher 21 Temmuz 2012
195 Nesih, Kıblenin Değişmesi Örneği 23 Haziran 2012
196 İsra ve Miraç 16 Haziran 2012
197 Uydurma Hadisler – Harun Ünal 9 Haziran 2012
198 Sezaryen Doğum 2 Haziran 2012
199 Vahiy – Sünnet İlişkisi 26 Mayıs 2012
200 Nesih Kavramı 19 Mayıs 2012
201 Din ve Tıp Açısından Sünnet 14 Mayıs 2012
202 Din ve Müzik 5 Mayıs 2012
203 Hadislerin Kur’an’a Arzı 28 Nisan 2012
204 Türkiye’de Kutlu Doğum Etkinlikleri 21 Nisan 2012
205 Allah’ın Elçisini Doğru Anlamak 14 Nisan 2012
206 Kur’an Öncesi Mekke Toplumu 7 Nisan 2012
207 Faizsiz Bankacılğın Problemleri 31 Mart 2012
208 Hz.Muhammed’in(S.A.V.) Tebyin Görevi 24 Mart 2012
209 İslam ve Türk Medeni Kanunu(TMK) Miras Sistemlerinin Mukayesesi 17 Mart 2012
210 Kur’an’a Göre Tağut Kavramı 10 Mart 2012
211 Farklı İnançların Birlikte Yaşamasının Doğal Kuralları 3 Mart 2012
212 Kur’an’a Göre Resule İman, İtaat ve İttiba 25 Şubat 2012
213 Organ Nakli 18 Şubat 2012
214 Sebeb-i Nüzul Meselesi 11 Şubat 2012
215 Daru’l-Harbde Faiz 4 Şubat 2012
216 İftida 28 Ocak 2012
217 Talak (Boşanma) 21 Ocak 2012
218 Gayrimüslimlerle Evlilik 14 Ocak 2012
219 A’raf Ehli 7 Ocak 2012
220 Müminler Cehenneme Girecekler Mi? – 2 31 Aralık 2011
221 Müminler Cehenneme Girecekler Mi? 24 Aralık 2011
222 Çocukların Evlendirilmesi 17 Aralık 2011
223 İnanç Özgürlüğü 10 Aralık 2011
224 Evliliğin Denetlenmesi 3 Aralık 2011
225 Adetli Kadın Kur’an’a Dokunabilir mi? 26 Kasım 2011
226 Hz.İsa’yı(a.s.) Geri Getirmek İsteyenlerin Hedefi 19 Kasım 2011
227 Nebi ve Resul Kavramları 12 Kasım 2011
228 Kurban Bayramına Nasıl Hazırlanmalıyız? 5 Kasım 2011
229 İcma Delili ve Değerlendirilmesi 22 Ekim 2011
230 Vekaletle(Bedel) Hac 15 Ekim 2011
231 İhram Yasakları 8 Ekim 2011
232 Kadınların Yolcuğu 1 Ekim 2011
233 Kur’an ve Sünnet Işığında Hac İbadeti 24 Eylül 2011
234 Faiz Anlayışı 10 Eylül 2011
235 Bayram Namazı 27 Ağustos 2011
236 İmsak Vakti 20 Ağustos 2011
237 Teravih Namazı Konusunda Diyanet’e Cevap 13 Ağustos 2011
238 Oruç Tutamayanlar Ne Yapmalı? 6 Ağustos 2011
239 Güneşin Batmadığı Yerlerde Namaz Vakitleri 2 Temmuz 2011
240 Yatsı Namazının Vakti 7 Mayıs 2011
241 Allah’ın İndirdikleri İle Hükmetmeyenler – 2 30 Nisan 2011
242 Allah’ın İndirdikleri İle Hükmetmeyenler 23 Nisan 2011
243 Günahlarla İlgili Kavramlar – 2 2 Nisan 2011
244 Günahlarla İlgili Kavramlar 26 Mart 2011
245 Büyük Günahlar – 3 19 Mart 2011
246 Büyük Günahlar Nelerdir? 12 Mart 2011
247 Büyük Günah İşleyenlerin Durumu 5 Mart 2011
248 Ye’cüc ve Me’cüc 26 Şubat 2011
249 Dabbetü’l-Arz 19 Şubat 2011
250 Tarikatlarda Vesile ve Tevessül 12 Şubat 2011
251 Evliyanın Yardımı İle İlgili İddialar – 2 5 Şubat 2011
252 Kutuplarda Namaz Vaktinin Tespiti 29 Ocak 2011
253 Evliyanın Yardımı İle İlgili İddialar 22 Ocak 2011
254 Kâlû Belâ Olayı Hakkında Sorulan Sorular – 2 1 Ocak 2011
255 Kâlû Belâ Olayı Hakkında Sorulan Sorular 25 Aralık 2010
256 Mehdi İnancı 18 Aralık 2010
257 Kur’an’a Göre Zekat Oranları 4 Aralık 2010
258 Artan Malı İnfak Etme 27 Kasım 2010
259 Vitr Namazı 13 Kasım 2010
260 Bayram Namazları 6 Kasım 2010
261 Sehiv Secdesi – Mukayeseli Fıkıh Dersleri 30 Ekim 2010
262 Kurban İle Alakalı Sorular 23 Ekim 2010
263 Hac Farklı Aylarda Yapılabilir mi? – Fıkıh Dersi 9 Ekim 2010
264 Başkasının Yerine Hacc Yapmak 2 Ekim 2010
265 Hilal İle İlgili Sorulan Sorular 25 Eylül 2010
266 Cariyeler İle İlgili Sorulan Sorular 18 Eylül 2010
267 ORUÇ BOZMANIN CEZASI 4 Eylül 2010
268 Zekat 28 Ağustos 2010
269 İmsak ve Yatsı Vakitleri – 2 21 Ağustos 2010
270 İmsak ve Yatsı Vakitleri 14 Ağustos 2010
271 İsra ve Miraç -2 10 Temmuz 2010
272 İsra ve Miraç -1 3 Temmuz 2010
273 İcma’a Delil Getirilen Hadisler 26 Haziran 2010
274 İcma 19 Haziran 2010
275 Başörtüsü ve Örtünme 12 Haziran 2010
276 Mezheplerin Tutarlılığı 29 Mayıs 2010
277 Asabe Siyaset İlişkisi (Kızın Çocuklarının Mirasçılığı Örneği) 22 Mayıs 2010
278 Kur’an’ı Açıklama Usulü 15 Mayıs 2010
279 Kartepe Programı Değerlendirme 5 Mayıs 2010
280 Abdestte Ayakların Mesh Edilmesi 24 Nisan 2010
281 Hudeybiye’den Geri Kalanlar 13 Nisan 2010
282 Peygamberimizin Zeynep (ranha) ile Evliliği 3 Nisan 2010
283 Bedir Savaşı 20 Mart 2010
284 Kur’an Sünnet Bütünlüğü: Allah’ın İzni Meselesi 13 Mart 2010
285 Vahiy Çeşitleri 6 Mart 2010
286 Kadınların Özel Halleri 11 Şubat 2010
287 Kur’an’a Göre Zekat Nispeti 6 Şubat 2010
288 Vahy-i Gayr-i Metlüv’e Dair Getirilen Deliller -1 30 Ocak 2010
289 Iskat (Ölen Kimseyi İbadet Borçlarından Kurtarmak) 16 Ocak 2010
290 Dini Tebliğ ve Uygulamada Cebrailin Rolü -2 2 Ocak 2010
291 Dini Tebliğ ve Uygulamada Cebrail’in Rolü 26 Aralık 2009
292 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Kurban 21 Kasım 2009
293 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Kıble Meselesi -2 14 Kasım 2009
294 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Kıble Meselesi -1 7 Kasım 2009
295 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Kur’anı Anlama 31 Ekim 2009
296 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Yolculukta Namazin Kısaltılması Örneği 24 Ekim 2009
297 İsa Aleyhisselam Tekrar Gelecek mi? -2 17 Ekim 2009
298 İsa Aleyhisselam Tekrar Gelecek mi? 1-1 10 Ekim 2009
299 İsa Aleyhisselam Tekrar Gelecek mi? 1-2 10 Ekim 2009
300 Hanefi Mezhebinin İçki ile İlgili Görüşleri -1 3 Ekim 2009
301 Hanefi Mezhebinin İçki ile İlgili Görüşleri -2 3 Ekim 2009
302 Mirasta Avliye Meselesi -1 26 Eylül 2009
303 Mirasta Avliye Meselesi -2 26 Eylül 2009
304 Kasten Orucu Bozanın Cezası -1 12 Eylül 2009
305 Kasten Orucu Bozanın Cezası -2 12 Eylül 2009
306 Oruç Keffareti -2 29 Ağustos 2009
307 Oruç Keffareti -1 29 Ağustos 2009
308 Adetli Kadının Orucu -1 22 Ağustos 2009
309 Adetli Kadının Orucu -2 22 Ağustos 2009
310 Hastaların Orucu -1 15 Ağustos 2009
311 Hastaların Orucu -2 15 Ağustos 2009
312 Namazda Örtünme / 2-1 8 Ağustos 2009
313 Namazda Örtünme / 2-2 8 Ağustos 2009
314 Namazda Örtünme / 1-1 1 Ağustos 2009
315 Namazda Örtünme / 1-2 1 Ağustos 2009
316 Kur’an’da Örtünme -1 18 Temmuz 2009
317 Kur’an’da Örtünme -2 18 Temmuz 2009
318 Gayrimüslimlerle Evlilik -1 11 Temmuz 2009
319 Gayrimüslimlerle Evlilik -2 11 Temmuz 2009
320 Müşriklerle Evlilik -1 4 Temmuz 2009
321 Müşriklerle Evlilik -2 4 Temmuz 2009
322 Ehli Kitap ve Müşrikler -1 27 Haziran 2009
323 Ehli Kitap ve Müşrikler -2 27 Haziran 2009
324 Hayvan Kesimi / 2-1 20 Haziran 2009
325 Hayvan Kesimi / 2-2 20 Haziran 2009
326 Hayvan Kesimi -1 13 Haziran 2009
327 Hayvan Kesimi -2 13 Haziran 2009
328 Helal Gıda ve Jelatin Konusu -1 6 Haziran 2009
329 Helal Gıda ve Jelatin Konusu -2 6 Haziran 2009
330 Nafile Namazlar -1 9 Mayıs 2009
331 Nafile Namazlar -2 9 Mayıs 2009
332 Vitir Namazı -1 2 Mayıs 2009
333 Vitir Namazı -2 2 Mayıs 2009
334 Kur’an’ın Genel Açıklaması -1 25 Nisan 2009
335 Kur’an’ın Genel Açıklaması -2 25 Nisan 2009
336 Namazın Mekruhları -1 11 Nisan 2009
337 Namazın Mekruhları -2 11 Nisan 2009
338 Namazı Bozan Şeyler -1 4 Nisan 2009
339 Namazı Bozan Şeyler -2 4 Nisan 2009
340 Namazda Konuşmak -1 28 Mart 2009
341 Namazda Konuşmak -2 28 Mart 2009
342 Namazda Abdestin Bozulması / 2-1 21 Mart 2009
343 Namazda Abdestin Bozulması / 2-2 21 Mart 2009
344 Namazda Abdestin Bozulması / 1-1 14 Mart 2009
345 Namazda Abdestin Bozulması / 1-2 14 Mart 2009
346 Namazda İmamlık / 3-1 28 Şubat 2009
347 Namazda İmamlık / 3-2 28 Şubat 2009
348 Namazda Saf Düzeni -1 21 Şubat 2009
349 Namazda Saf Düzeni -2 21 Şubat 2009
350 Namazda İmamlık / 2-1 14 Şubat 2009
351 Namazda İmamlık / 2-2 14 Şubat 2009
352 Namazda İmamlık / 1-1 7 Şubat 2009
353 Namazda İmamlık / 1-2 7 Şubat 2009
354 İmamın Arkasında Kıraat -1 24 Ocak 2009
355 İmamın Arkasında Kıraat -2 24 Ocak 2009
356 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 4-1 17 Ocak 2009
357 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 4-2 17 Ocak 2009
358 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 3-1 10 Ocak 2009
359 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 3-2 10 Ocak 2009
360 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 2-1 3 Ocak 2009
361 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 2-2 3 Ocak 2009
Kuran Dersi Canlı Yayın