NOT: Sohbet sırasında, numaraları ve isimleri söylenmeyen sure-ayetleri anlayabildiğim kadarıyla yazıyorum ve başlarına “?” işareti ve dakika yazıyorum. Bilgilerinize
El hamdû lillâhi rabbil âlemin, Vel âkibutil lil muttakin ve’s salâtu ve’s selâmu alâ Rasûlina Muhammedin ala alihi ve sahbihi ecmain.
Biliyorsunuz biz geçen sene, bir televizyon konuşmasında, “Teravih namazı yoktur” diye bir cümle kullandık, sonra onun arkasından tartışmalar günümüze kadar sürdü. Burada asıl konu şu; Peygamberimiz (s.a.v.) bize, Allah’ın Elçisi olarak gelmiş, bu dini uygulamış, Cenabı Hakk son indirdiği ayette de buyuruyor ki;
Mâide Suresi 5:3. Ayeti; “ Hurrimet aleykumul meytetu veddemu ve lahmul hınzîri ve mâ uhılle li gayrillâhi bihî vel munhanikatu vel mevkûzetu vel mutereddiyetu ven natîhatu ve mâ ekeles sebuu illâ mâ zekkeytum ve mâ zubiha alen nusubi ve en testaksimû bil ezlâm, zâlikum fisk, elyevme yeisellezîne keferû min dînikum fe lâ tahşevhum vahşevn el yevme ekmeltu lekum dînekum ve etmemtu aleykum ni’metî ve radîtu lekumul islâme dînâ fe menidturra fî mahmasatin gayra mutecânifin li ismin fe innallâhe gafûrun rahîm”.
“El yevme ekmeltu lekum dînekum ve etmemtu aleykum ni’metî ve radîtu lekumul islâme dînâ – Bugün sizin dininizi olgunlaştırdım, size olan nimetimi tamamladım. Size, din olarak da islama razı oldum” demiş.
Bu sebeple, olgunlaşmış olan, tamamlanmış bir şeye herhangi bir şey ilave ya da çıkarma yapılamaz. Peygamberimiz (s.a.v.)’in ramazan gecelerini ibadet ile geçirmeyle ilgili hadisi şerifi var. Diyor ki;
“02.dk.? Men kamâ ramadana imanen vahdihisaben…- Kim ramazanda kalkarsa, inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek, onun geçmiş günahlarından affedilir.”
“Hepsi affedilir” diye de mana verilebilir.
Şimdi bu “kamâ” kelimesi farklı anlama getiriliyor,
“men sallâ leyleti ramadana – kim ramazan gecesi namaz kılarsa” gibi bir anlam veriliyor.
Halbuki orada “kamâ” ifadesi önemli. Çünkü farz namazlarının önünde ve arkasında olan ibadetler yani nafile dediğimiz namazlar dışında, bir de yatsı namazı ile sabah namazı arasında kılınan namaz var. Onu biz Isra Suresi’nin 79. Ayetinde görüyoruz. Orada Allah’u Teala bu namazı Peygamberimiz (s.a.v.)’e farz kılıyor. Diyor ki;
Isrâ Suresi 17:79. Ayeti; “Ve minel leyli fe tehecced bihi nâfiletel leke asâ ey yeb’aseke rabbuke mekâmem mahmûdâ”
“Ve minel leyli fe tehecced bih – Gecenin bir kısmında o sebeple uyan”
“O sebep” dediği de zaten yukarıdaki Ayette;
Isrâ Suresi 17:78. Ayeti; “Ekımis salâte li dulûkiş şemsi ilâ ğasekıl leyli ve kur’ânel fecr, inne kur’ânel fecri kâne meşhûdâ”
“Ekımis salâte – Namaz kıl” emri vardır.
“Namaz kıl” emri, hepimiz için geçerli bir emir.
“Ekımis salâte li dulûkiş şemsi – Güneşin batıya kaydığı vakitte namaz kıl”
“ilâ ğasekıl leyl – havanın kararmasına kadar”
“ ve kur’ânel fecr – ve bir de fecr ışıklarının yoğunlaştığı vakitte kıl”
“inne kur’ânel fecri kâne meşhûdâ – çünkü fecr ışıklarının yoğunlaşması gözle görülür.”
Demek ki; günün ilk namazı öğle namazıdır güneşin batıya kaydığı andan itibaren, hava kararıncaya kadar yatsının sonuna gelinir. Yatsı namazı kılındıktan sonra, artık yatıp dinlenme vakti gelir. Bu sebepten Peygamberimiz (s.a.v.), yatsıdan önce uyumayı, yatsıdan sonra da konuşmayı hoş karşılamazmış. Çünkü yatsıdan önce uyursanız, yatsıyı vaktinin dışına taşırmış olursunuz “Ğasekıl leyl”in içerisine sokmuş olursunuz. Yatsıdan sonra oturursanız, bu defa gece namaza kalkamazsınız. Ayetin devamında diyor ki Allah’u Teala;
“Ekımis salât”, tüm müslümanlar için verilen emir. Yani o, beş vakit namaz.
Şimdi Peygamberimiz (s.a.v.)’e de diyor ki;
Isrâ Suresi 17:79. Ayeti; “Ve minel leyli fe tehecced bihi nâfiletel leke asâ ey yeb’aseke rabbuke mekâmem mahmûdâ”
“Bihi” deki zamir, o “ekımis salâte” gidiyor. Yani o cümle, “ekımis salâh” manasına, “o namaz kılma emriyle uyan sen!”
“fe tehecced bihi – o sebeple uyan”
“ nâfiletel lek – sana ek bir görev olmak üzere”
“lek” kelimesi, Peygamberimize mahsus olduğunu ifade ediyor. Bir önceki Ayetteki emir, bütün müslümanlar için geçerli ama bu, Peygambere mahsus.
“Sana ek bir görev olmak üzere”, o “ıkamâtus salâh” emriyle uyan gece.
Onun için, bizim için namaz Beş iken, Peygamberimiz için Altı vakit olmuş oluyor.
“asâ ey yeb’aseke rabbuke mekâmem mahmûdâ – belki Rabbin seni mahmut bir makama”
Bu kısım hep, Elif Lam’lı gibi algılanır (El makamul mahmûd gibi), halbuki bu Elif Lam’sızdır. Elif Laf’sız olması da, bunun öyle belli bir yer olmadığını gösterir. Yani,
“Güzel bir konuma getirecekcektir Allah seni” diyor.
Şimdi buradan anlıyoruz ki; “Teheccud – uyuyup da uyanmış” anlamına geliyor. Kalkma oluyor. Müslümanlar, ramazan günlerinin gecelerinde, yani iftardan itibaren zaten akşam namazını kılıyorlar. Sonra yatsı vaktinin de bir namazı var. Onu da kılıyorlar. Öyleyse, Peygamberimiz (s.a.v.)’in,
“Men kamâ ramadana” sözünün manası ne olur? Aynen “fe tehecced bihi”de olduğu gibi, ramazan gecesi uyur da, tekrar uykudan kalkarsa, imanen inanarak mümin olarak,
“vehdi hisaben – sevabını da Allah’dan bekleyerek kalkarsa”
“? –onun önceki günahları affedilir.”
Tabi, onun da belli bir kuralı var (o günahların affedilmesiyle ilgili).
Niye böyle diyor? Çünkü, müslümanlara böyle bir namaz farz değil. Farz değil ama, Allah’u Teala, diğer ayetlerde bu namazı teşvik ediyor, yani kılınmasını özendiriyor.
Zâriyât Suresi 51:17. Ayet; “Kânu kalilem minel leyli mâ yehceûn”
“Gece çok az uyurlar”
Cenabı Hakk, cennete giren müslümanları övüyor.
Zâriyât Suresi 51:18. Ayet; “Ve bil eshâri hum yestağfirûn”
“Seher vakitlerinde (yani sabah namazı öncesinde) de istiğfar ederler” diyor.
Yani, bu farz değil ama özendirilen bir namazdır. Daha birçok Ayeti Kerime’de vardır, bu gece namazına özendirilmesi. Yine o iyi müminleri Cenabı Hakk överken;
Secde Suresi 32:16. Ayet; “Tetecâfâ cunûbuhum anil medâciı yed’ûne rabbehum havfev ve tameav ve mimmâ razaknâhum yunfikûn”
“Tetecâfâ cunûbuhum anil medâciı – Yanları yataklarından uzaklaşır”
Yatağından uzaklaşan kişiye ne denir? Uykudan kalktı denir değil mi? İşte Peygamberimizin dediği “men kame – kim kalkarsa”dır.
“yed’ûne rabbehum havfev ve tamean – korkarak ve umut ederek”
Peygamberimiz de diyor ki;
“men kamâ ramadana vâhdi hisaben” Bu iman da, ahiret korkusunu gerektiriyor. “Hisaben”, o “tamean” ın karşılığı olmuş oluyor. Emniyete kavuşmak meselesi de var. Korku ile emniyet, birbirine çok yakından ilgili bir kelimedir.
Secde Suresi 32:15. Ayet; “İnnemâ yû’minu bi âyâtinellezine izâ zukkirû bihâ harrû sûcceden ve sebbehû bi hamdi rabbihim ve hum lâ yestekbirûn”
“İnnemâ yû’minu bi âyâtinellezine izâ zukkirû bihâ harrû sûcceden – Ayetlerimize inananlar (yani müminler) sadece şunlardır; kendilerine ayetlerimiz hatırlatıldığı zaman hemen secdeye kapanırlar.”
Bu secdeye kapananlar, fiilen secdeye kapandıkları gibi, hemen baş üstüne derler. “Öylemiymiş? Tamam o zaman” , hemen boyun eğerler yani.
“ve sebbehû bi hamdi rabbihim – Rablerinin hamdi sebebiyle emre uyarlar.”
Rablerinin hamdi sebebiyle ne demek? Allah ne yaparsa güzel yapar, yani “Allah’ın emriyse, en güzeli budur. Hatta güzel olan budur diğerleri yanlışdır. Doğru olan budur” diyerek hemen emre uymaya gayret gösterirler.
“ve hum lâ yestekbirûn – hiç kibirlenmezler.”
“Yok kardeşim biz böyle düşünüyoruz. İşte bizim büyüğümüz böyle düşünüyor” demez. “Allah öyle mi emrediyor? Başüstüne” derler. İşte bunlar;
Secde Suresi 32:16. Ayet; “Tetecâfâ cunûbuhum anil medâciı yed’ûne rabbehum havfev ve tameav ve mimmâ razaknâhum yunfikûn”
“Tetecâfâ cunûbuhum anil medâciı – Bunların yanları yataklarından uzaklaşır.”
Çünkü, önce yatacak uyuyacak, sonra kalkacak. İşte Peygamberimiz (s.a.v.), “kamâ” diyor ya, “men kamâ ramadana” kalkması.
“yed’ûne rabbehum havfev ve tamean – korku ve umutla Rablerine yalvarırlar.”
“ve mimmâ razaknâhum yunfikûn – kendilerine rızık olarak verdiğimizden de harcarlar.”
Şimdi işte burada, öbür ayetlerde de, bütün müslümanların gece kalkıp namaz kılmaya teşvik edildiğini görüyoruz. Ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de diyor ki;
“Farz namazlarının dışında kişinin en faziletli namazı, gece kalkarak kıldığı namazdır.”
Yani teheccud namazıdır. İşte buradan hareket ettiğimiz zaman
Furkân Suresi 25:64. Ayet; “Vellezine yebitûne li rabbihim succeden ve kıyâmâ”
“Rableri için, evlerinde”
Bakın “yebitûn”, “beyt” kelimesi, geceyi geçirdiğin binaya verilen addır. “Bâte, beyt’in içerisinde geceledi” manasına gelir. O beyt, üstü kapalıdır, seni korur, dış etkenlerden seni koruduğu için, orada rahatlıkla yatar uyursun. Tabi bu kelimeleri, aynen meale yansıtmak kolay değil, oldukça zor. Çünkü aynı kelime senin dilinde de olması lazım. Yani ondan dolayı, “insanın geceyi geçirdiği yere, beyt denir”. Evet, camilere de beytullah, Allah’ın evi deniyor. İnsanlar orada geceyi geçirmiyor ama o da bir binadır. Gece geçirilebilecek vaziyette yapılmıştır.
Zaten az önce okuduğumuz secde ve kıyam,
“Tetecâfâ cunûbuhum” yattıkları yerden yataklarından, evlerinden kalkacaklar. Bu da aynı şeydir.
Furkân Suresi 25:64. Ayet; “Vellezine yebitûne li rabbihim succeden ve kıyâmâ”
“Rableri için, evlerinde secde ve kıyam ile geceyi geçirirler.”
Yani o uyudukları yerde kalkarlar, secde ve kıyam yaparlar, namaz kılarlar.
Şimdi bütün bunları birleştirdiğimiz zaman, bir de Peygamberimiz (s.a.v.)’den gelen, sahihliğinden kimsenin şüphe etmediği rivayetlere baktığımız zaman, Kur’an ve Sünnet arasında tam bir örtüşme olduğunu görüyoruz. Sahihi Buhari’de geçiyor;
Peygamberimiz (s.a.v.), ramazan da, gecesini, ramazanın son on gününde mescidde geçiriyor. Çünkü itikaf yapıyor. Bakara Suresi 187 Ayeti Kerime’sinde Cenabı Hakk, “itikaf”dan bahsediyor.
Bakara Suresi 2:187. Ayet; “Uhılle lekum leyletes sıyâmir refesu ilâ nisâikum hunne libâsun lekum ve entum libâsun lehun alîmallâhu ennekum kuntum tahtânûne enfusekum fe tâbe aleykum ve afâ ankum, fel âne bâşirûhunne vebtegû mâ keteballâhu lekum, ve kulû veşrabû hattâ yetebeyyene lekumul haytul ebyadu minel haytıl esvedi minel fecri, summe etimmus sıyâme ilel leyli, ve lâ tubâşirûhunne ve entum âkifûne fîl mesâcid, tilke hudûdullâhi fe lâ takrabûhâ kezâlike yubeyyinullâhu âyâtihî lin nâsi leallehum yettekûn.
“ve lâ tubâşirûhunne ve entum âkifûne fil mesâcid – mescidlerde itikafda bulunduğunuz zaman, eşlerinizle ilişkiye girmeyin” diyor.
Yani nedir? Evlerinize gitmeyin demektir o. Dolayısıyla, evi hemen mescidin yanında olmasına rağmen evine gitmiyor, orada geceyi geçiriyor. Orada bir hasırı var (yine Buhari’de geçen rivayette). Peygamberimiz hasırı, gündüzleyin yayıyor üzerinde oturuyor namaz kılıyor. Gece ise, bir kulübe gibi yapıyor, onun içerisinde yatıyor, uyuyor ve onun içerisinde namaz kılıyor. Namaz kılarken, tam boyunda olmadığı için ayağa kalkınca dışardakiler görüyor O’nu. (Bu aynen Buhari’de geçen ifadedir.) Arkadakiler O’nu görüyorlar. Orada camide olan müslümanlar, Peygamberimiz (s.a.v.)’in kalkıp namaz kıldığını görünce; “Peygamberimiz namaz kılıyor, biz de kılalım” diyorlar.
Ama bakın, Peygamberimiz bu namazı ne zaman kılıyor? Yatsı kılınmış, gece o hücre dediğimiz hasırın üzerinde yatmış uyumuş, Ayeti Kerime’de de belirtildiği gibi, “Uykudan kalkmış”. Oradaki müslümanlar da camide uyumuş olabilirler. Çünkü cami, müslümanların rahatlıkla uyuyabileceği de bir yerdir. Yani cami, çok fonksiyonlu bir mekandır. Beytullah denmesinin belki sebeplerinden birisi de odur. Allah’ın kullarının, sıkıştıkları zaman gidip yatıp uyuyabilecekleri yerdir. Şimdi camiler tabi kapatılıyor, çok gereksiz yere lüks yapılıyor, gereksiz yere lüks eşyalarla donatılıyor, ondan dolayı kapatılma ihtiyacı hasıl oluyor.
Orada yatan demek ki, müslümanlar da var ki, kalkıyorlar, Peygamberimiz (s.a.v)’in namazı gibi namaz kılıyorlar. Yoksa “Peygamber efendimiz onlara imamlık yapmış, onlar arkalarında namaz kılmış”, öyle bir şey yok. Kılıyorlar, Halise validemizin ifadesine göre, Peygamberimiz bunu fark ediyor ve kalkmıyor.
Orada “çıkmıyor” ifadesi kullanılıyor.
“Velem yahrucuh” deniyor. Bu “haraca” kelimesi, “evinden çıkmıyor” diye tercüme ediyorlar. (Hayır öyle değil, ilgili bütün rivayetlere bakacaksınız) “yerinden kalkmıyor” demektir.
Mesela “kıble” ile ilgili Ayet-i Kerimelerde hatırlayın;
Fe min haysu, harac – nereden çıkarsan değil, nerede namaza kalkarsan” demektir.
Ve lem yahruc – velem yakum mis salatı” demek.
Yani namaz için kalkmıyor, oturuyor. Çünkü ayağa kaltığı zaman, o hasır yüksek olmadığı için arkadakiler görüyor, oturarak kılınca kimse görmüyor. Yani namazını yine kılıyor ama kalkmıyor ayağa.
Sonra, o hasır ile çevrili yerden dışarı çıkıyor, evinden falan çıkıyor değil, hasırla çevirdiği yerden dışarı çıkıyor, (yine bu Buhari’nin ifadesi) diyor ki;
19.08 dk. Okunan arapçayı anlamıyorum.
(Bazı yerlerde sabah namazı ifadesi var, bazı yerlerde yok. O her yerde sabah namazı denmiyor)
“? – sizin yaptıklarınınızı gördüm ve ne yaptığınızı anladım”.
Bakın, ne yaptığınızı anladım diyor. Çünkü, Peygamberimiz (s.a.v.) onlara namaz kıldırmış değil, “yaptığınızı anladım” diyor.
“? – Ey insanlar bu namazı gidin evlerinizde kılın” diyor.
Bakın, ayetler de hep evleri işaret ediyor. E Peygamberimiz (s.a.v.) niye evinde kılmıyor? Peygamberimiz (s.a.v.), senenin tamamında evinde kılıyor da, o gece evine gidemez. Çünkü itikaf’da, mecburen orada kılıyor. Ve orada, bir hücre gibi kendisine ev yapmış, yine evinde kılmış oluyor. Çünkü geceyi orada geçiriyor.
20.32dk. “? – Çünkü en faziletli namaz, kişinin evinde kıldığı namazdır.” Farz namaz dışında. Farz namaz başka.
“Farz namazı dışında, kişinin en faziletli namazı evinde kıldığı namazdır.” Öyle derken, burada kılmak faziletli değildir demiyor ama en uygunu odur, çünkü ayetler hep onu gösteriyor. Burada hep, uyuyup uyandıktan sonra kılınan namazdır.
Y.Şenol: Buhari, Kitab-ul Ezan, 80-81 (Az önceki Hücre konusu)’de anlatılıyor.
A.Bayındır: Bu daha sonra ne oldu? Hz. Ömer (r.a.) ile ilgili yine, Buhari’den gelen bir rivayet var. Orada bu durum, yani hadis kaynaklarında ittifak ile kabul ediliyor. (Müslim, Buhari, Ebu Davud, hepsinde geçiyor) Peygamberimizin o insanları evlerine gönderdiğinden, artık bir daha o olay tekrarlanmamış. Bu bir kere mi olmuş, iki kere mi olmuş, üç kere mi olmuş değişik rivayetler var. Yani Peygamberimiz (s.a.v.) fark edinceye kadar kalmış bir-iki kere. Ama bu namazında Vitir Namazı olduğunda ittifak var. Yani “Vitir” denen nedir? “Gece kalkıp kılınan namaz” dır. Üç rekat da olur, beş-yedi veya dokuz rekat da olur.
Ayşe (r.anh.) validemizin bildirdiğine göre, Peygamberimiz (s.a.v.) bunu onbir rekattan fazla kılmamış. O yüzden bazıları teravih sekiz rekattır diyorlar ya, işte bunu sekiz artı üç düşünerek, onu teravihe getiriyorlar.
22.20 dk. Katılımcı duyulmuyor.
A.BAYINDIR: Bir imamlıktan bahsedilemez. Peygamberimiz (s.a.v.) zamanında bu, bu şekilde devam etmiş. Yani bir daha tekrar etmemiş bu olay, çünkü bu kendiliğinden oluşan bir olay. Yoksa şuurlu bir eylem değil. Bu sebeple, “Peygamberimiz (s.a.v.) teravih kıldırmıştır” şeklindeki sözün bir anlamı yok. Zaten “Teravih” kelimesi kullanılmıyor o zaman. Böyle bir kelime yok Peygamberimiz zamanında. Bu konuda da kimsenin aksi bir iddiası yok, o zaman böyle bir kelime kullanılmıyor.
Şimdi, Peygamberimiz (s.a.v.) zamanında bir daha tekrarlanmıyor bu olay. Ebu Bekir (r.a.) zamanında tekrarlanmıyor. Herkes kendi başına evlerinde kılıyor, camiide kılan da kılabilir ama Peygamberimiz; “Daha faziletlidir” dediği için, insanlar evlerine gidiyor.
Hz. Ömer (r.a.)’in Halifeliğinin halifeliğinin dördüncü senesine kadar da bu böyle devam ediyor. Hz. Ebu Bekir’in halifeliği de iki sene. Toplam altı sene (demek ki Hicri 16. Senesinde) bu böyle devam ediyor.
Hz. Ömer (r.a.) bir gün evinden çıkıyor mescide uğruyor. (Nasıl yapar? Bir kere Hz. Ömer, o gece namazı mutlaka evinde kılmıştır, evine gelmiş biraz uyumuştur.Çünkü Peygamberimiz (s.a.v.), konuşmayı yasaklıyor. Evinde biraz uyumuş, daha sonra kalkmış namazını da kılmıştır çok büyük bir ihtimal ile, sonra da şöyle bir dolaşıyım. Çünkü sorumlu olduğu için, o sorumluluk insanı yatırmaz.) Dolaşırken mescide uğruyor. Bakıyor ki, insanlar öbek öbek namaz kılıyorlar. Bazısı tek başına kılıyor, bazısı birkaç kişiyle cemaat olarak kılıyor. Diyor ki; “Şunları bir imamın arkasında toplasak daha iyi olmaz mı?” Sonra ertesi gün, Bey b. Kaab’ı imam olarak görevlendiriyor. Tekrar yine yatsı namazından sonra, yine evinde yatıp dinlenmiş olması gerekiyor. Niye öyle diyoruz? Çünkü bütün kurallar onu gerektiriyor! Oradan çıkıp, tekrar mescide uğrayınca, bakıyor ki namaz kılıyorlar, diyor ki;
“25.10dk. ? – Bu ne güzel bid’at oldu.”
Bid’at olan, o namaz değil. Bid’at olan, o namazın mescidde bir imam tarafından kıldırılıyor olması. Çünkü, Peygamberimiz (s.a.v.) böyle bir şey yapmamıştır. O şekil bid’at. Yoksa insanlar o namazı, her zaman kılacaklar, kılarlar teşvik edilen birşeydir. Yani o hadisi şerifte;
“Men kanâ ramadana imana vehdi hisaben” kısmında birşey yok. Çünkü uyuyor, uyanıyor, kalkıyor ve kılıyor. Bid’at olan, orada bir imam tayin edilmesi ve daha önce Peygamber (s.a.v.) efendimizin zamanından beri, Peygamberimiz zamanında kendiliğinden oluşan kısa bir şeyin, Peygamberimiz imamlık yapmamıştır ama orada artık yeni bir şekil almış olmasıdır bid’at olan. Ama ondan sonra şunu söylüyor. Diyor ki;
“Evlerinde uyuyanlar, burada bu namazı kılanlardan daha hayırlıdır.”
Ve kendisi de orada o namazı kılmıyor. Daha sonra ve o namazın rekatları ile ilgili değişik rivayetler var. O yirmi rekat, yirmiüç rekat, bu rivayetler son derece zayıf rivayetlerdir. Müslim bunu anlatıyor. Nasuhbur (26.25dk. ?) da da bu rivayetlerin zayıflığı üzerinde duruluyor. (Yani yirmi rekat meselesi)
Daha sonra nasıl oluyorsa oluyor, işte bu Yirmi artı Üç ya da Otuzaltı artı Üç malikiler de, Kırkyedi ye kadar çıkmış.
26.53dk. Y.Şenol ile kısa kısa konuşmalar var rakamlar üzerine.
A.Bayındır: Hangisi yapmış Kırkyedi’yi
Y.Şenol: Üç rekat vitir ile Otuzdokuz, Üç rekat vitir ile Kırkbir veya Yedi rekat vitir ile Kırkyedi rekat teravih kılan selef alimler olmuştur.
A.Bayındır: Ha böyle istisnai durumlarda. Tamam.
Şimdi aslında burada, kendi kendine istediğin kadar kıl bunun bir sınırı olmaz ama Peygamberimiz (s.a.v.) Onbir rekatı geçmemiş o ayrı bir konu. Gerçekten geçtiğin zaman da bu defa vücudun da bir dayanma gücü var. Yani sıkıntılı olacağı açık. Şimdi burada,
Y.Şenol: Şimdi teravih’e delil getirilen hadisler bunlar. Onu soruyorlar sürekli. Hani “siz yok diyorsunuz ama ısrarla var olduğunu söylüyorlar. Onların delilleri ne?” Onların delilleri bu!
A.Bayındır: Bundan başka delil yok.
Y.Şenol: Bunlardan yola çıkarak “Teravih var” diyorlar.
A.Bayındır: Mesela bu “Teravih” kelimesi, o zamanlarda yok. Ben dün dikkatimi çekti. “İmam Şafi’nin El Ümm”e baktım. El Ümm’de teravih kelimesi yok. Böyle bir kelime yok, “Kıyamu’l Leyl – Gece Namazı” diyor.
Bakın, “Kıyam” kelimesi çok önemli, “Gece kalkıp kılınan namaz” demektir. Uyuduktan sonra kalkıp kılınan namaz demektir. İmam Muhammed’in altı kitabında teravihden bahsededilmediğini Mebsus söylüyor. Yani o kelime orada da yok. İmam Malik’in kitaplarına baktım, orada da bu kelime yok. Ahmed b.Hanbel’e bakamadım vaktim yetmedi. Bu kelime daha sonra ortaya çıkmış, aralarda dinlenmişler tabi uzun olunca dinlenerek kılmışlar. Adına “Telbiha’nın çoğulu Teravih” demişler.
Y.Şenol: Zekeriya Güler hoca, herhalde dünkü yazısında, Haber7’de bakıyorum demiş ki; “Ramazanın son on günü içerisinde, Resulü Ekrem ile birlikte iki ya da üç gece kılınan, üçüncü veya dördüncü gecesi mescidin cemaatla dolup taşması üzerine, “Size de farz kılınmasından endişe ettim” buyurarak iştirak etmediği namazın “Teheccüd” olduğu görülür”. Nitekim İmam Buhari bu namazı, Teheccüd Bab-ı’nda da zikreder. Yani Kıyamu’l Leyli falan hepsi var.
A.Bayındır: Aslında o farz, tamamen teheccüd ile ilgilidir başka birşey değil.
Y.Şenol: Ama en sonunda; sünnet olduğu da söyleniyor.
A.Bayındır: Enteresan
29.20dk.. Salondaki konuşmacı duyulmuyor.
Y.Şenol: Onu bence de açıklıyalım… Ni’gmel bidati..
A.Bayındır: Onu mesela, Subbi Selam ? da diyor ki; “Bid’atın güzeli olmaz. Bid’at yani kulli…duyulmuyor
Uyuyanlardan kastı; Gece uyuyup uyuyanlar,
Y.Şenol: Hani biz geçenlerde site’ye de ekledik ya, Zekeriya Hoca da aynısını söylemiş. Buradaki “Bid’at kelimesi”, sonradan anlamı, terimleşen anlamıyla kesinlikle kullanılmamış. Yani “Dinde, onda olmayan bir şeyi ilave etmek anlamında kullanılır bid’at kelimesi”. Terim anlamıyla. Ama sözlük anlamıyla, “yeni bir şey” ama bu yenilik de dinde tamamen olmayan birşey değil. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), üç gün veya dört gün bu namazı, kendisi toplayıp kıldırmıyor ama kılanların olduğunu görünce onlara; “Ne yapıyorsunuz, bu namaz cemaat ile kılınmaz” da demiyor. Kural olarak, nafile bir namazın cemaat ile kılınması yasak değil ama Peygamber Efendimiz (s.a.v.) vefaatına kadar bir daha o namazı kıldırmıyor, Hz. Ebu Bekir (r.a.) da kıldırmamış.
A.Bayındır: Zaten baştan da kıldırmamış.
Y.Şenol: Hz. Ömer (r.a.) de, Halifeliğinin ilk dört yılında da böyle bir şey olmuyor. Dördüncü yılından sonra öbek öbek kılanları tek bir imamın arkasında toplamasına, yani “ne kadar güzel oldu” anlamında söylenen bir söz o. “Bu bir bid’at, bu da çok güzel bid’at”. Dolayısıyla bid’at’ın iyisi olur, kötüsü olur, böyle bir şey yok yani.
A.Bayındır: Yalnız, Peygamberimiz (s.a.v.)’in yapmadığını yapması açısından da “bid’at” denebilir. Yani öbür manada denebilir. Çünkü Peygamberimiz (s.a.v), o şekilde bir uygulamayı yapmamış. O namazın sahih olmadığı manası başka bir şey, bunu şuurlu bir eylem olarak yapmak başka bir şey.
Y.Şenol: Kendisi de mesela Hz. Ömer (r.a.) Halife olmasına rağmen cemaatin önünde imam olup namazı kıldırmıyor. O lafı söylemesi de çok ilginç, Buhari’nin “Teravih Bab’ı”nda; “Şimdi bu namazı, uyuyup uyanmış bir şekilde kılmak”
A.Bayındır: “Uyandırma” kelimesi yok orda. “Evlerine gidip uyuyanlar” ifade bu! Öbürü yorum.
Y.Şenol: Oradaki “velleti” diye “mühennis” kullanıyor ya, “ya kılmak ya da vakit o” ikisinden biri! Yani, “şu anda kılmaktan uyuyup bir miktar ondan sonra kılmak daha faziletli” diyerek kendisinin de ne yaptığını belirtiyor aslında.
31.55dk. katılımcı duyulmuyor.
Y.Şenol: Evet onlara da birşey denmiyor. “Yapmayın, yanlış bu” denmiyor.
A.Bayındır: Şimdi, orada muhalif birşey var mı yok mu diye, kaynaklarda ben şahsen şu ana kadar birşey görmedim. Yani mesele bu.
Tekrar başa dönelim. Burada Peygamberimiz (s.a.v.)
“Men kamâ ramadana” derken, bir anlam kayması olmuş. Bu defa deniyor ki;
“Kim ramazanın gündüzünü oruç, geceleyin de teravih ile geçirirse bütün geçmiş günahları affedilir.” Diyor.
Tamam, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in “Men kamâ” dediği uyuyup da kalkmaktır. Ona tam uyacaksınız ki, arkasından hadisin devamı gelmiş olsun.
Şimdi biz burada insanlara mesela, orada da ramazana mahsus bir ibadet değil, Hz. Ömer (r.a.) zamanında da ramazana mahsus bir olay değil. Zaten senenin her zamanı yapılması gereken, yapılması teşvik edilen “Teheccüd Namazı”dır. Ama burada ramazan olduğu için, insanlar biraz daha hassaslaşıyorlar geliyorlar orada kılıyorlar.
33.22 dk. Salondaki konuşma duyulmuyor.
A.Bayındır: O senin dediğin doğru.
Y.Şenol: Yani “Kıraat” bilmeyenlerin imamın arkasında “Nafile Namazı” kılabilmesini sağlamış.
A.Bayındır: Onunla ilgili, “Abdullah b.Ömer – Musannef”de geçen bir rivayet var.
Y.Şenol: Siz onu bulurken şöyle bir soru var ben onu okuyum.
SORU: İzmir’den bir soru var; “Bir önceki sohbetinizde; Hz. Ayşe (r.anh.)dan rivayet olarak, Efendimiz (s.a.v.)’in Onbir rekattan fazla nafile namaz kılmadığını söylemiştiniz. Hem de Oniki rekat nafile kılana, cennetten bir köşk var dediniz. Efendimiz (s.a.v.) en çok Onbir kıldıysa, sayının Oniki olması bir teşvik olabilir mi?” demiş. Herhalde burada bir yanlış anlaşılma var!
A.Bayındır: Evet bir yanlış anlaşılma var. Onbir rekat gece namazı. Oniki rekat gün boyunca farz namazlarının önünde arkasında kılınan namazlar. Yani, sabah namazından önce iki rekat. Öğle namazından önce dört rekat, arkasından kılınan iki rekat. Akşam namazının arkasından kılınan iki rekat. Yatsı namazının arkasından kılınan iki rekat, toplam oniki rekat! Gece namazı başka, bu başka!
İbni Ömer’in Musannef’de geçen rivayeti getirmemişim. Yani Hz. Ömer (r.a.)’ın oğlu.
35.22dk. konuşmacı duyulmuyor. Sn. Bayındır’ın söylediklerini yazıyorum.
“Hz. Ömer (r.a.)’ın oğluna bir adam diyor ki; Ramazan gecesi camiye gidip, imamın arkasında farzın dışında namaz kılsam olur mu?” (Demek ki, halen oturmuş-gelenekselleşmiş bir şey değil halen)
Abdullah (r.a.) diyor ki; “Sen Kur’an okumasını biliyor musun?” “Biliyorum” diyor. “E sen gidip orada eşek gibi niye susacaksın” diyor aynen ifadesi bu! “Git evine orada kıl.”
36.25dk. söylenen kaynaklar anlaşılmıyor.
Buradan şu anlaşılıyor; Orada bir de Kur’an eğitimini de düşünmüşler. Yani o insanların imamın arkasında, çünkü uzun uzun okunuyor, bugün kü gibi değil. Hatta diyor ki; “Camiden dağılırken neredeyse tan yeri ağarmıştı” diyenler de var.
Bir de İmam Şafi – El Umm’de gördüğüm bir ifade var. İmam Şafi diyor ki; “Bu namazı cemaat ile kılmak değil de tek başına kılmaktır esas olan ve nitekim Peygamberimiz (s.a.v.) de öyle buyurmuştur” diye ifade ediyor.
Bizim bunu gündeme getirmemizin ve gündemde tutmamızın sebebi şu; burada bir takım yanlış yönlendirmeler yapılıyor. Yani Peygamberimiz (s.a.v.) gece uyuyup uyanmaktan bahsederken, uyuyuyup uyanma fiilinin yani “kamâ” fiilinin manası atlanarak, yatsı namazının hemen arkasından, ki Hz. Ömer (r.a.) de öyle birşey yapmamış. Kame kelimesine, “teravih namazını kılmak” diye bir mana veriliyor. O mana verilince, bu defa sistem değişiyor, bozuluyor. Yatsı namazının hemen arkasından teravih kılınıyor, o teravihin de zaten bir anlamı kalmıyor, o insanların yorgun-argın çünkü biraz uyuduktan sonra zihin toparlanır, vücud rahatlar, o zaman kalkıp kılmak farklı olur. O zaman da öne alınıyor ve bu defa o teravihe Peygamberimiz (s.a.v.)’in yapmadığı, Hz. Ömer (r.a.) de yapmadığı namaza yeni bir anlam verilmiş oluyor. O yeni anlam ile de insanlar, “Bunu kıldık mı bütün geçmiş günahlarımız affediliyormuş” diyor ve görüyoruz ki o namaza farz namazlarından çok daha büyük bir önem veriliyor. Farz namazı kılmayanlar, o namazı gidip kılıyorlar artık teravih kılanlar ve sadece Kandil Gecelerinde namaz kılan bir nesil oluşuyor. Şimdi bizi rahatsız eden bu!
Yani insanlar, farz ile sünneti birbirine karıştırıyor. Peygamberimiz (s.a.v.) farzın dışındaki hiçbir namazı mescidde kılmamıştır. İşte bir kere mescidde itikafda bulunduğu sırada işte bu namazı mecburen kılmış, bakın neler arkasından geliyor? Böyle olunca, niye kılmamış? Çünkü farz diye algılanır diye korkuyor. Ama bugün dikkat ediyorsanız, bir insana “Öğlen namazı kaç rekattır?” diye sorsanız, hemen “On rekattır” diye söyler hatta okulda hoca soru sorsa; “Öğlen namazı kaç rekat?” ve çocuk “Dört rekat” diye yazsa, öğretmen “yanlış yazmış” der ve hemen not vermez. Bugün bu hale geldi! Öğlen namazı, ikindi namazı, akşam namazı, yatsı namazı, o önüne arkasına eklenen nafile kelimeleriyle. “Nafile=Ek” demektir. Ama o “Ek”, asıl hale gelmiş oluyor, asıl hale getirilmiş oluyor. Dolayısıyla bu son derece yanlış bir uygulama.
Neden son derece yanlış bir uygulama? Çünkü siz mesela birisine derseniz ki;
E hani kılmadığı zaman, “Kaza Namazına” müsaade edenler, bunun kaç rekat kılınmasını istiyorlar? Farz olan dört rekatı kılarsan yeter diyorlar. E peki orada öyle diyorsanız, burada da böyle deyin hadi.
Onun için bizim çocuklarımıza, insanlara Peygamberimiz (s.a.v.) gibi emredeceğimiz sadece farzlardır. Diğerlerini yine Peygamberimiz (s.a.v.)’in dediği gibi söyleriz; “Bunları yaparsan bak Cenab-ı Hakk size cennette köşk veririm diyor”. Bak Ayette de ;
Tâ Hâ Suresi 20:130. Ayet; “Fasbir alâ mâ yekûlune ve sebbıh bi hamdi rabbike kable tulûış şemsi ve kable ğurûbihâ, ve min ânâil leyli fe sebbıh ve atrâfen nehâri lealleke terdâ”
“Lealleke terdâ – Razı olacaksın” diyor.
Teravih için de Peygamberimiz (s.a.v.) ne yapmış ise onu yapalım. Bakın bugün insanlar namazın kıymetini bilmiyorlar. Farz namazları gümbürtüye gidiyor. Halbuki herkes biliyor ki; bir vakit farz namazı geçirdiğiniz zaman, ömrünüzü teravih ile geçirseniz bir anlamı olmaz. Bütün ömrünüz teravih ile geçse, bir vakit farz namazının yerini tutmaz! İnsanlar bunu bilmeli, taşlar yerine oturmalı!
Medyada şurada-burada sağa sola çekenler olur mu? Elbette olacaktır ama mesela bizim internet sitemize bakanlar, buradaki bu endişeyi çok rahatlıkla görürler.
41.43dk.
A.Bayındır: O uygulamayı biraz aç, dinlememiş olanlar olabilir.
Bir Katılımcı: Abdurrahman beyin biraz evvel bahsettiği; Arapça bilmeyen ve Kur’an Eğitimi gibi bir eğitimden bahsetti. Bu acaba o Müzemmil Suresi’ndeki o “Kur’an’ı geceleyin oku” emrini veya gündüzün en azından daha sonraki hafifletilmiş şeyliyle ki o farzı yerine getirmeyi de birlikte gördüğü için acaba Hz. Ömer (r.a.), ona o yüzden mi acaba “güzel bi’dat oldu!” demiş olabilir mi? Yani bir sünneti bir farzı,
A.Bayındır: Bir taş ile iki kuş vurma…
Bir Katılımcı: Bir farzı orada cemaat ile organizeli bir şekilde uygulandığını gördüğü için mi acaba böyle düşünmüş olabilir diye düşüncem oluyor.
A.Bayındır: Zaten biliyorsunuz Müzemmil Suresi’nin ilk ayetleri, ilk inen ayetlerdendir.
Müzzemmil Suresi 73:2-3 Ayetleri; “Nısfehû evinkus minhu kalîlâ. Ev zid aleyhi ve rattilil kur’âne tertilâ”
“Geceleyin kalk, az bir kısmı hariç, yarısında, yarısından az ya da biraz fazla ilave yap. Ve Kur’an’ı yavaş yavaş özümseyerek oku”
Diyor Allah’u Teala. Onu “Teheccüd namazı kıl” diye anlamlar veriyorlar ki, böyle bir anlam imkansız. Çünkü müslümanlara o zaman başlangıçta öyle bir namazın farz kılınması lazım. Onu iddia eden kişi yok. Bu bir Kur’an öğrenimi işlemidir ki, Medine’de inen,
Senin Rabbin yani bu son yirminci ayet inene kadar yaklaşık Onbeş sene müslümanlar hergece yoğun bir Kur’an eğitimi yapmışlar. Ve orada bu hergece kalkıp Kur’an eğitimi yapmak şartı kaldırılmış ama hergün Kur’an öğrenme şartı devam etmiş halen devam ediyor. Unutulan emirlerdendir.
Muzzemmil Suresi 73:20. Ayet; “İnne rabbeke ya’lemu enneke tekûmu ednâ in suluseyil leyli ve nısfehû ve sulusehû ve tâifetum minellezine meak, vallâhu yukaddirul leyle ven nehâr, alime el len tuhsûhu fe tâbe aleykum fakraû mâ teyessera minel kur’ân, alime en seyekûnu minkum merdâ ve âharûne yadribûne fil erdı yebteğûne min fadlillâhi ve âharûne yukâtilûne fi sebillillâhi fakraû mâ teyessera minhu ve ekıymus salâte ve âtuz zekâte ve akridullâhe kardan hasenâ, ve mâ tukaddimuli enfusikum min hayrin tecidûhu ındellâhi huve hayrav ve a’zame ecrâ, vestağfirullâh, innellâhe ğafurur rahıym”
“fakraû mâ teyessera minel kur’ân”
Namaz ile ilgili değil, Kur’an okumakla ilgilidir. Hz. Ömer (r.a.) de bu insanların Kur’an öğrenme ihtiyaçlarının o şekilde karşılanmasını kabul etmiş olabilir. Yani onlar da birşey yok. Onlar da zaten onun için mescide gitmiş olabilirler. Kendilerinden Kur’an öğrenmek için gitmiş olabilirler. Bir tane imamın arkasında, en iyi okuyan birisinin arkasına düşmüş, o maksat ile de söylemiş olabilir.
Tekrar ediyorum. Bizim karşı çıktığımız; Hedefdeki kaymalardır. Bu kaymalar basit değil, arkasından öyle noktalara geldik ki, işte biliyorsunuz; Kur’an öğrenmek için kılınan teravih namazı bu defa bir yarışa dönüştü. En hızlı kim kıldırıyor? Batı’nın en hızlı silah çeken adamı gibi Jet Hocalar var. Çok acaip bir noktaya geliyor yani hedefinden tamamen uzaklaştırılıyor. Gerçi son zamanlarda, Hatimde kılmak gibi, böyle rahat, daha Kur’an’ı öğrenmeye yönelik şeyler var ama işte bütün buralarda insanlara gerçeğin bütün açıklığı ile anlatılması lazım.
Ramazan başlangıcında, gecesini teravih ile geçirdin mi böyledir denilir ve insanların zihninde teravih bu! Ama Peygamberimizin (s.a.v.) anlattığı ve adı “Teravih” olmayan, senenin hergünü kılınması gereken “Gece Namazı” olduğunu söylediğiniz zaman, insanlar hergün kılınması gereken gece namazlarını, ramazan da gidip de, belli bir zaman sonra camii de kılıyorlarsa yine kılsınlar. Bir zararı yok ama “o şekil muhafaza edilmesi” şartıyla olması lazım.
Şimdi bütün bunlardan sonra, olay biraz magazinleştirildi. Diyanet İşleri Başkanlığı dün bir “Bildiri” yayınlamış. Şimdi biz burada o bildiriyi değerlendireceğiz bu girişten sonra. Yahya bölüm bölüm okusun.
Y.Şenol: Ben bu bildiriyi biraz şey gibi algıladım. Yirmiyedi Nisan E- Muhtırası vardı Türkiye’de, siyasilere askeri müdahale olmuştu. Bunlar da sanki Din’e bir müdahale gibi geldi bana. Maddeleri okuyunca herkes anlayacak. Uslup bile aynı, orada da madde maddeydi.
A.Bayındır: Bir defa, çok kritik günlerden geçtiğimiz şu günlerde ifadesi. Bu ifade zaten orada da var.
Y.Şenol:
12.08.2011 Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “Basın Açıklaması” ;
“Son günlerde basılı ve görsel medya organlarında, “Teravih Namazı” etrafında başlayan tartışmaların ardından, halkımızın tepkisini yoğunlukla Başkanlığımıza iletmesi üzerine aşağıdaki ifadenin açıklanmasına lüzum görülmüştür.”
“1. Her şeyden önce Ramazanın manevî ikliminin herkesi kuşattığı, ibadet ve hayır duygularının coştuğu, milyonların kadın, erkek, çocuk, yaşlı, genç demeden cami ve mescitlere koştuğu, bütün ülke vatandaşlarının açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalan milyonlarca Afrikalı kardeşlerinin imdadına yetişmek için seferber olduğu bir zaman diliminde bu manevî atmosferle hiç bağdaşmayan inanmış gönülleri kuşku ve tereddüde sevk eden tartışmaların milletimizin ilim, irfan ve hikmet dünyasına hiçbir şey katmadığı, her türlü izahtan varestedir.”
A.Bayındır: Evet bu tamamen duygusal bir ifade gerçekten, hiçbir bilimsel tarafı yok. Bir baskıcı böyle kendisini
Y.Şenol: Hangi hak ve yetki ile Diyanet’in şu birinci paragrafı koyduğunu açıklaması lazım! Size bu yetkiyi yasalar da vermiyor, insanlar da vermiyor.
A.Bayındır: Evet, Anayasa da vermiyor, yasalar da vermiyor. Burada bir Ramazan ile ilgili, yani bir teravih namazı ramazan da değil de ne zaman tartışılabilir? Teravih Namazının tamamen bilimsel çerçeve içerisinde ortaya konmuş olan tartışması yapılmayacak da ne yapılacak?
O zaman Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yapacağı şudur: Bu tartışma, eğer ki kendilerinde bir bilimsel güç hissediyorlarsa (bunu özellikle söylüyorum), öyle devlete dayanarak devletin gücünü, bilimsel güç gibi kullanmak kabul edilebilir bir tavır değildir. Bu konularda, idari bir yetki kullanılamaz. Bu konularda tamamen ilmi yetki kullanılır. Bildiğiniz bir şey varsa gelirsiniz, otururuz. Biz her zaman kendilerine, tartışmaya hazır olduğumuzu her yerde, her fırsatta anlatıyoruz. Bir hatamız varsa, gelirsiniz bilimsel olarak ortaya koyarsınız, aba altından sopa gösteririp de “sus” demenin bir anlamı yok. Bir de hele Türkiye’de, şimdi Anayasa’nın şeyleri var; Hürriyetlerin geliştirilmesi gereken bir nokta falan, böyle bir ortamda. Zaten dinimiz islam dini, baskıyı asla kabul eden bir din değildir, hürriyeti ön plana alandır. Biz yalnız Allah (c.c.)’ın kuluyuz, başka hiçbir kimsenin kulu değiliz. Hiçbir müslüman, Diyanet’e uymak zorunda değildir. Her müslüman Allah (c.c.)’ın emrine uymak zorundadır.
Diyanet İşleri Başkanlığı, devletin idari teşkilatı içerisinde yer almış, camii görevlileriyle ilgili vazifelerini yapar ama ilme sıra gelince, o bir insanın Diyanet’te olması onu “alim” yapmaz. Eğer onda ilim var ise alim’dir, yoksa orada idari bir personeldir o kadar. Sonra bir de Somali’yi katmanın ne anlamı var?
Y.Şenol: Yani bir tarafta gerçekten açlık yaşanıyor olması, diğer tarafta dini meselelerin tartışılmaması mı gerektirir?
A.Bayındır: Hayır o zaman, şunu söyleselerdi, deseydiler ki; “Orada açlık yaşarken, lütfen iftar ve sahur yapmayın, ikisinden bir tanesi yapın diğerini oraya gönderin!” O olabilir ama gene sadece iftar yapmakla, sadece sahur yapmakla meşgul olan insanlar yine bunları tartışırlar.
Y.Şenol:
“2. Ramazan gecelerini ihya sadedinde vatan sathının bir mabede dönüşmesine vesile olan Teravih namazını İslâm’ın ciddiyetine ve vakarına yakışmayacak polemiklere malzeme hâline getirmenin herhangi bir dinî hassasiyetle, herhangi bir ilmî ve fikrî mülâhaza ile yahut herhangi bir toplumsal maslahat ile izahı mümkün değildir.”
A.Bayındır: İlmi konularda konuşulurken böyle afaki sözler söylenmez. Denir ki; “Sen şu Ayeti, şu hadisi delil getiriyorsun. Peygamberimiz (s.a.v.)’in şöyle dediğini ifade ediyorsun, bu böyledir. Şimdi burada çok ciddi bir maslahat vardır. O maslahat da insanların yanlış bilgilendirilmesidir. Bu yanlış bilgilendirme sonunda, insanların bir çoğu “farz namaz kılmasa da olur” kanaatine kapılıyor. Yani insanlara bir kere, mutlaka farz namazlarını kılmaları gerektiği, bu namazın olsa olsa bir teheccüd namazı olduğu (Teheccüd namazı nasıl? Ramazana mahsus değil, senenin her günü olduğu) bütün açıklığıyla anlatılmalı.
O zaman bu kadar kaynaklar, bu kadar sahih hadisleri-kaynakları nereye atacağız? Yani şimdi, Diyanet İşleri Başkanlığı diye bir kaynak mı ortaya çıktı?
Y.Şenol: Bir de burada “Niyet okuyuculuğu” da var!
A.Bayındır: Ne demek “Niyet okuyuculuğu”? Olur mu öyle?
Y.Şenol: Herhangi bir insanın hassasiyetle izahı mümkün değil. Yani siz nerden biliyorsunuz ki, kimin hangi bir içgüdü ile bunu ortaya çıkardığını? “Sen şurdan şu hareketle, şu lafı diyorsun” diyebilmen için, senin benim içimi bilmen gerekiyor.
A.Bayındır: Bu ne biçim şey? Sanki kendi emrindeki personele emir veriyor! Öyle bir emir verse de, o emir zaten hukuki ve kanuni değildir.
Y.Şenol: Yani ilk madde de olduğu gibi, ikinci madde de, yani bir baskıcı-susturucu, yani bir yetki kullanarak insanlara
A.Bayındır: Ne demek bu yani? Bu yetki nereden geliyor? Bu iş din ise, bir kere Allah’u Teala ne diyor?
52.01 dk. Ayetin numarasını bilmiyorum
“La ikrah biddin – Dinde herhangi bir baskı olmaz”
Y.Şenol: Şimdi üçüncü madde geliyor. Burayı özellikle dikkatli dinlemenizi tavsiye ediyorum. İşin bomba olan maddesi bu!
“3. Herhangi bir hususun, İslam’da olup olmadığını sadece metinlere indirgeyerek belirlemeye çalışmak, tarih boyunca varlığını arizi bir durum olarak sürdüren bir usul problemidir.”
A.Bayındır: Şimdi “sadece metinler” derken, bizim bu
Y.Şenol: Hangi metinler?
A.Bayındır: Muhatap bizim olduğumuz açık. Şimdi Yaşar Nuri Öztürk, bu işi bu sene ortaya çıkardı ama bizi referans vererek çıkardı. Dolayısıyla muhatap biziz! Biz de bütün konuşmalarımızda, biliyorsunuz Kitap-Sünnet bütünlüğünü esas alıyoruz, ilgili Ayetleri ve hadisleri okuyoruz, zaten sitelerimizde de onlar var.
Peki, “metinler” derken, burada kasdedilen Kitap ve sünnettir. Kitap ve sünnet esas alınarak
Y.Şenol: Bir şeyin İslam’da var olup olmadığını belirlemez.
A.Bayındır: Birşeyin İslam’da var olup olmadığı belirlemez. Ve bu bir “usul tartışması”ymış. Böyle bir usul tartışması hangi kitapda var? Yani tarihte nerde var böyle bir şey! Hiçbir mezhep böyle bir şeyi tartışmış değildir. Tamamında
Y.Şenol: Bir şey, kitapta olacak, sünnette olacak ama İslam’da olmayacak!
A.Bayındır. İslam’da olmayacak yani! Bu ne demek? Kitap ta Sünnette olmayacak ama İslam’da olacak!
Y.Şenol: Onların önerilerini de okuyalım hocam.
A.Bayındır: Bir daha okuyalım orayı, yanlış anlaşılma olmuş olmasın.
Y.Şenol:
“3. Herhangi bir hususun İslâm’da olup olmadığını sadece metinlere indirgeyerek belirlemeye çalışmak, tarih boyunca varlığını arızî bir durum olarak sürdüren bir usul problemidir. İslâm on beş asırlık bir inanç, tarih, kültür ve medeniyete sahiptir. Nelerin İslâm’da olup olmadığına karar verirken bu tarih, kültür ve medeniyet de mutlaka hesaba katılmak zorundadır.”
A.Bayındır: Demek ki yani, İslam’a ilaveler olmuş zaman ile. Bunları hangi yeni Peygamberler mi geldi ilave yaptı?
Y.Şenol:
“İslâm’ın temel bilgi kaynakları, Müslümanların tarihi tecrübesi ve yine Müslümanların geliştirdikleri bilgi metodolojisi her zaman kılavuz olmalıdır.”
O yüzden siz metinlere bakarak, Kur’an ve Sünnete bakarak bir şeyin İslam’da olup olmadığına karar veremezsiniz.
A.Bayındır: Bak, “müslümanların temel bilgi kaynakları, müslümanın tarihi tecrübesi” oluyor. Bu ne demek?
55.18dk. Yazının imlası hakkında konuşmalar var.
Y.Şenol: “Tarihi tecrübe” de klavuz oluyor. O söyleniyor zaten.
A.Bayındır: Bu şimdi, burada şöyle son senelerde müthiş bir bombardıman yaşanyor İslam Ülkelerinde. Batı’ya gidip yetişen ve Türkiye’ye İlahiyat Diploması ile dönen bir çok kimse var. (Batı’daki Katolik Enstitülerinde yetişiyor) ve onların, onlar için tarihi metinler fazla önemli değildir. Evet tarihi metinler, kutsal metinlerdir, saygı duyulan metinlerdir ama onlar için önemli olan, gelenektir ve klise babalarıdır ve klisenin almış olduğu kararlardır. Yani gelenektir.
Dolayısıyla bakıyorsunuz ki, son zamanlarda bir “Tarihselcilik” diye bir anlayış, Türkiye’de yayılmaya başlamıştır. Bu tamamen İslam’ı Katolikleştirme Hareketi gibi gözükmektedir. Buna niye “Katolikleştirme” diyorum? Çünkü bir ilmi toplantıda biz, Kur’an ve Sünnet Merkezi” kuralım dedikçe, “Siz protestanlar gibi davranıyorsunuz” dediler. “O zaman siz katolikler gibi mi davranıyorsunuz?” dedim. Seslerini çıkarmadılar!
Halbuki, biz biliyoruz ki, bütün Peygamberler ve bizim Peygamberimiz Kitabı ve Hikmeti bize öğretmiştir. Kitap, Ku’an’ı Kerim’dir. Hikmet de, kitaptan çıkarılan doğru hükümlerdir. Onların adı da bize Sünnet olarak intikal etmiştir. Ve bu ikisi arasında mutlak bir bütünlük vardır. Bizim bütün çalışmalarımız da zaten o esas üzerinedir. Burada bir de şu aklıma geliyor;
Tarihte Sasanilerin müslümanların karşısında ebediyen tarihe karışmaları dolayısıyla, Zerdüştlüğün İslam’dan aldığı bir intikam var! Bu fazlaca bilinmiyor maalesef. Ve şuana kadar, İslami literatürde hakim olan odur. Onun için bakıyorsunuz, Ayetlere anlam verilirken birçok kelimenin anlamı değiştirilmiş. Fıkıh, Kur’an ve Sünnet’in dışında oluşmuş. Kelam’da, Kur’an ve Sünnette olmayan yeni yeni akaideler ihdas edilmiş. Ve bir İslam Alemi’in tepesine, tarikat-tasavvuf gelmiş binmiş ve bu bugüne kadar gelmiş.
Şimdi de sanki, Batılılar Müslümanlardan intikamını almaya çalışıyorlar. Çünkü son zamanlarda Batı hakimiyeti var. Bu defa da onların eliyle de bir İslam görüntüsü altında “Hristiyanlaştırma Hareketi” var. Ve bunu biz bazı İlahiyat Fakültelerinde görebiliyoruz. Yani sinsi bir hareket olduğunu görebiliyoruz. Ama bu ifadeler, o Tarihselcilik anlayışının Diyanet’e kadar ulaştığını gösteriyor. Belki bunlar bunu, (“Belki” değil, eğer benim tanıdığım kişiler ise), şuurlu olarak bunu söylemiş değillerdir ama onları bu konuda uyarmak bizim görevimizdir.
Y.Şenol: Ve Maide Suresi’nin 3. Ayeti’nde Cenab-ı Hakk;
Mâide Suresi 5:3. Ayeti; “ Hurrimet aleykumul meytetu veddemu ve lahmul hınzîri ve mâ uhılle li gayrillâhi bihî vel munhanikatu vel mevkûzetu vel mutereddiyetu ven natîhatu ve mâ ekeles sebuu illâ mâ zekkeytum ve mâ zubiha alen nusubi ve en testaksimû bil ezlâm, zâlikum fisk, elyevme yeisellezîne keferû min dînikum fe lâ tahşevhum vahşevn el yevme ekmeltu lekum dînekum ve etmemtu aleykum ni’metî ve radîtu lekumul islâme dînâ fe menidturra fî mahmasatin gayra mutecânifin li ismin fe innallâhe gafûrun rahîm”.
“el yevme ekmeltu lekum dînekum – Ben bugün size tamamladım”,
“ve radîtu lekumul islâme dînâ – Ve din olarak da size İslam’dan razı oldum”
Ayeti indikten sonra, varsayalım ki, o günden bugüne bütün müslümanlar Ayetler’e tamamen aykırı bir şekilde kültür geliştirmiş olsunlar. Bu Ayete rağmen biz, “Bu İslamdandır” nasıl diyebiliriz?
A.Bayındır: Allah (c.c.) burda onu tamamlamış. O zaman ne yapmış? O zaman hepsini ayıklamak zorundayız.
Y.Şenol: Tamamlanmış bir şeye. Evet çok ilginç bir şey.
A.Bayındır: Sonra Cenab-ı Hakk, geleneği sürekli gözden geçirmemizi emrediyor. Gelenek doğru olabilir ama yanlış da olabilir. Cenab-ı Hakk diyor ki;
Mâide Suresi 3:104. Ayet; “Ve izâ kîle lehum teâlev ilâ mâ enzelallâhu ve iler resûlî kâlû hasbunâ mâ vecednâ aleyhi âbâenâ e ve lev kâne âbâuhum lâ ya’lemûne şey’en ve lâ yehtedûn”
“e ve lev kâne âbâuhum lâ ya’lemûne şey’en ve lâ yehtedûn – Ya babalarınız birşeyi düşünememiş ve doğruyu da bulamamışlarsa ne olacak?”
Onu neye göre
Y.Şenol:
“hasbunâ mâ vecednâ aleyhi âbâenâ – babalarımızı bulduğumuz şey bize yeter” verdikleri cevap o.
A.Bayındır: İşte burada da verdikleri mana.
“Birşeyi bilmiyorlar. Ya da doğruyu bulamamışlarsa ne olacak”
Y.Şenol: İşte bu bence, sizin son yıllarda üzerinde durduğunuz “oluşturulmuş din ve indirilmiş din”in Diyanet tarafından kabulü ve itirafı. Biz indirilmiş dinin değil, oluşturulmuş dinin savunucularıyız.
A.Bayındır: Maalesef gerçekten öyle. Zaten son zamanlarda bu sıklıkla gündeme getiriliyor. Maalesef çok sıklıkla Diyanet’in çok üst yetkilileri tarafından da bu bizzat bana ifade edilmiştir. İfade edilen şu; “Sen herşeyin Kur’an ve Sünnet ile halledileceğine inanıyorsun. Biz de bunu kabul edemeyiz.” İşte bu, bunun bildiriye yansımasıdır. Kardeşim bunu söyleyen ben değilim, bunu Cenab-ı Hakk söylüyor! İşte olgunlaşmış dine daha ne ilave edebilirsin? Ve bu maalesef bazı İlahiyet Fakültelerinde çok ciddi bir problem olarak ortaya çıkmaktadır. Yani artık İslam, problem çözme niteliğini tamamen kaybetmiş oluyor, bir sosyolojik vakıa haline geliyor. Sosyolojinin bir konusu İslam! Dinin tamamen kültürleştirilmesi. Geleneğin
Y.Şenol: Geleneği nasıl yok sayıyorsunuz diyor. Yok saymıyoruz, gelenek olduğunu söylüyoruz sadece. Siz, geleneğin din olduğunu söylüyorsunuz. Problem bu!
A.Bayındır: Gelenek kontrolden geçirilir, doğrusu alınır, yanlışı alınmaz!
Y.Şenol: Gelenek olarak kabul edilebilir. Niye dinleştiriyorsunuz?
1.01.42 Bir katılımcı arapça ayet okuyor ama bilmiyorum yazılamadı.
A.Bayındır:
“Ya eyyuhellizine amenu…
“Müminler siz kendinize bakın”
“Siz doğru olduktan sonra, sapıtanın bir zararı olmaz size.”
Demek ki, biz yolumuza devam edeceğiz.
“Hepinizin dönüşü Allah’adır.
Y.Şenol: 4. Madde;
“4. Resûl-i Ekrem (sav)’den bugüne kadar şaz denilebilecek birtakım zorlama yorum ve uygulamalar dışında İslâm tarihinin tüm zamanlarında, bütün müminler tarafından büyük bir coşku ile tüm coğrafyalarda müekked bir sünnet olarak eda edilen Teravih namazının varlığını tartışırken, Kur’an’ın nüzul sürecine katılan Hz. Peygamber’le birlikte vahyi pratik bir hayata dönüştüren sahabe neslinin icma ve ittifakını yok sayarak tarihi rivayetlerin satır aralarında boşluklar aramak ve bunu mübarek Ramazan ikliminde bir polemik konusu haline getirmek ilmî ciddiyetle kabil-i telif değildir.”
A.Bayındır: Bakalım ilmi ciddiyetle, kabili telif olmayan
Y.Şenol: Biraz öncenin aynısı. Yani ramazanla bu tür tartışmaların olmayışı, biraraya getirilemeyişin yani ne gibi bir gerekçesi olabilir? Ramazan ise konuşma!
A.Bayındır: Bu ramazanda tartışılmayacak da ne zaman tartışılacak? Ramazanın konusu bu!
1.03.13dk. bir katılımcı konuşuyor ama tam duyulamıyor.
Bir Katılımcı: Şey ifadesi var. İslam dünyasında alışkanlık olarak yapılanları delil olarak alırsanız, sünnetin manası da değişiyor.
A.Bayındır: Evet gelenek, Müekke Sünnet haline getirilmiş oluyor. Şimdi “Müekke Sünnet” ne demekmiş, Diyanet’in bir yayını olan İslam Ansiklopedisinden
Y.Şenol: Tüm zamanlarda böyle ise niye peki, Malikiler Medine ehli olmalarına rağmen, hani Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in yaşadığı, vefaat ettiği yerde olmalarına rağmen, bunun Kırk küsur rekat olacağını söylüyorlar. Nafile namazının sayısı olmaz ki.
A.Bayındır: Kaldı ki Malikinin kitaplarında hiç bir “Teravih” diye bir kelime yok!
Y.Şenol: Tüm zamanların bütün coğrafyalarında ittifak edilmemiş demektir bu!
A.Bayındır: İttifak edilmediği kesin zaten. Orada bir sürü ihtilaftan bahsediliyor, bir sürü tartışmalardan bahsediliyor o kaynaklara baktığınız zaman. Ve biz burada, “Şahz” olan şeylere değil, biz müslümanların doğruluğunda ittifak ettiği kaynaklar üzerinde duruyoruz. Hiç böyle detay kaynaklarda, zaten bizim adetimiz o değildir biliyorsunuz. Ve mutlaka o kaynakların, Kur’an ile bütünleşmesini esas alırız. Dolayısıyla tartışmasız sonuçlara varmış oluyoruz.
“Şahz, kural dışı” demektir.
Y.Şenol: Yani, kıyıda köşede kalmış, kurallaşamamış bir görüş demek.
A.Bayındır: Yani bir “Kural-Kıyas” vardır, bir de “Kuraldışı-Şahz” vardır. Bizim bu anlattığımız, kuralın tam ortası.
Y.Şenol: Bu aranırken internetten Birinci Maddeye şöyle bir eleştiri gelmiş Mürüvvet Hanımdan. Diyor ki; “İlk paragrafda okuduğunuz şu kısım dikkatimi çekti. Sanki sizlere, “neden manevi iklime çomak sokmak istiyorsunuz?” diyorlar. O zaman manevi iklim oluşturan her ibadetin mübah sayılması gerekir. Budistlerin meditasyon yogası da manevi iklim oluşturduğu gerekçesiyle ibadet olarak kabul edilsin o zaman!”
A.Bayındır: Zaten bunun sonucu o olur, başkası olmaz ki.
Y.Şenol: İnsanlar bunu böyle kabul etmişler.
A.Bayındır: Zaten bakın; Budistlerin meditasyonu, müslümanlara rabıta olarak girmedi mi? “Rabıta” birebir, Halit Bağdadi tarafından Hindistan’dan getirilmiştir. “Meditasyon, araya aracı koymak” demektir. “Rabıta da araya şeyhi koyarlar. Onun vasıtasıyla Allah’a ulaşırlar”.
Y.Şenol: Bu Beşinci madde de buna yakın bir şey. Onu da okuyalım.
“5. Aynı şekilde fıkıh, kelâm, hadis, tefsir gibi İslâmî ilimlerin metodolojilerini kurarak din-i mübin-i İslâm’a ilim zemininde süreklilik kazandıran İslâm bilginlerinin Hanefisiyle, Şafiisiyle, Malikisiyle, Hanbelisiyle bütün mezheplerin ittifakını yok sayarak, onların her biri pek çok ayet ve hadise dayanan sahih örf, maruf sünnet, istihsan, mesâlih-i mürsele, amel-i ehl-i Medine gibi prensiplere hiçbir değer atfetmeyerek indî mülâhazalarla ibadet alanında değerlendirmelerde bulunmak ciddî bir usul yahut usulsüzlük sorunudur.”
A.Bayındır: İşte bakalım usul veya usulsüz kimmiş? “Her biri Ayet ve Hadislere dayanan” ifadesini kullandı. O zaman, onlara düşen görev, gelip bunu ispatlaması.
Y.Şenol: Bütün hadisleri getirsinler.
A.Bayındır: Getirsinler bakalım, böyle bir tane bulabiliyorlar mı?
Y.Şenol: “Biz dedik oldu” bu bildiri tamamen odur. Hani biraz önce dedim ya; “27 Nisan E Muhtırası” ne ise, buda Diyanetin “12 Ağustos” dindar
A.Bayındır: “27 Nisan Muhtırası” bunun yanında çok hafif kalır. Çünkü burada çok temel kaymalar-yanlışlar var. Öyle!
Y.Şenol: Biz dedik öyle! Hiç tartışılamaz! Kaynak gösterme şeyinden de münehzeh bunlar.
A.Bayındır: Bugün zaten bir “Basın Bildirisi” de yayınlayacağız. Hazır ise, onu da burada okuyalım isterseniz. Diyanet’in Ansiklopedisinden “Sünneti müekke”ye ne demişler oradan okuyalım.
Y.Şenol: Devam edelim.
“6. Aziz milletimiz bilmelidir ki “İslâm’da teravih diye bir namaz vardır.”
Bunu söyledikten sonra, kaynak göstermesi gerekiyor. Ben “vardır” dedim diye bir şey var olmaz ki!
A.Bayındır: Biz kaynak gösterince, yanlış bir iş yapmış oluyoruz.
“6. Aziz milletimiz bilmelidir ki “İslâm’da teravih namazı diye bir namaz vardır.” Bu namaz, Ramazan gecelerinde kılınan bir namazdır. Bu namazı Hz. Peygamber (sav) bizzat kendisi kılmıştır. Onun kıldığını gören sahabîler de Medine Mescidinde bu namazı kılmışlardır. Hatta o kadar çok ilgi göstermişlerdir ki Sevgili Peygamberimiz bu namazın onlara farz kılınmasından yahut onlar tarafından farz telâkki edilmesinden kaygı duyduğu için bilahare bu namazı mescitte değil evinde kılmayı tercih etmiştir. Ramazan orucunu samimiyetle tutan gece ibadetini de içtenlikle yerine getirenlerin bağışlanacağı müjdesini vermiştir. Müslümanların Übey b. Kâ’b’ın arkasında bu namazı kıldıklarını öğrenince de memnuniyetini dile getirmiştir.
A.Bayındır: Yani Peygamberimiz mi öğrenmiş, Übey b. Kâ’b’ın namaz kıldırdığını.
Y.Şenol: Şunu Allah rızası için bir ispatlasınlar. Übey b. Kâ’b’ın arkasında namaz kıldıklarını Peygamberimiz (s.a.v.) görmüş! İttifak var; Hz. Ömer, onu imam olarak tayin ediyor. Yani Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in vefaatından en erken Altı sene sonra! Ama buradaki ifade de (eğer bir cümle düşüklüğü yok ise, Hz. Ömer (r.a.) lafzını koymayı unutmamışlar sa)
A.Bayındır: Bana öyle geliyor ki, burada bir yanlışlık var. Bunu bilerek yapmamışlardır.
Y.Şenol: Zaten bütün kitaplara aykırı birşey.
“7. Hz. Peygamber (sav)’in bu namazı yasakladığı iddiası ise akla ziyandır.”
A.Bayındır: Tamam o söz bizim iddiamız değil, Yaşar Nuri Bey’in sözü.
Y.Şenol:
“Sadece üç dört gün ashabıyla birlikte mescitte kıldıktan sonra kendisi evinde kılmayı tercih etmiştir. Ve ilk Müslümanlar Hz. Peygamber (sav)’in vefatının ardından Hz. Ebubekir devrinde ve Hz. Ömer devrinin ilk iki senesinde Ramazanlarda bu namazı ya evlerinde yahut Medine mescidinde tek başlarına veya kıraatini beğendikleri bir kimsenin arkasında ayrı ayrı cemaatler halinde kılmaya devam etmişlerdir. Bu devamlılık da göstermektedir ki teravih namazının yasaklanması diye bir şey asla söz konusu değildir.
A.Bayındır: Mesela, o söyledikleri cümleyi açıklayabilirler mi? Yani biryerden kaynak bulabilirler mi?
Y.Şenol: Bu farklı farklı kılıyor olmaları, tabi işin doğru tarafı ama bu kıldıkları namazın “Teravih Namazı” mı, “Gece Namazı” mı olduğunu açıklamaları lazım.
A.Bayındır: İşte Teravih Namazı yok. Bu “Gece Namazı”! Peygamberimiz (s.a.v.) zamanında böyle bir şey olduğuna dair bir kaynak bulabilirler mi?
Y.Şenol: Biz dedik oldu. Metine dayanmayacağız, Metinden İslam anlaşılmıyor ya!
“8. Teravih namazının Hz. Peygamber (sav) zamanında “teravih” ismiyle anılmaması, hadislerde “kıyâmu’l-leyl” olarak geçen bu namaza daha sonraları her dört rekâtta bir oturulup istirahat edildiğinden “terviha/teravih” denilmesi, “teravih” isminin sonradan verilmiş olması böyle bir namazın olmadığı anlamına gelmez.”
A.Bayındır: “Gece Namazı” başka bir şey, “Kıyâmu’l-leyl” başka bir şeydir. “Salatu’l-leyl” değil bu, “Kıyâmu’l-leyl”. Gece kalkmak! Yatacaksın ve kalkacaksın. Bütün mesele o. Tamamen kavram kargaşası var.
Y.Şenol:
“9. Teravih namazı İslâm tarihi boyunca bütün İslâm diyarlarında hep kılına gelmiştir. Bunun bir tek istisnası vardır. O da bugün bu namaza itiraz edenlerin tarihteki tek benzerleri olan ve konuya mezhepsel, ideolojik bir taassupla yaklaşan Fatımî Sultanlarıdır. Bazı Fatımî Sultanları teravih namazına şiddetle itiraz etmiş, bununla kalmamış ve özellikle Mısır’da camilerde bu namazın kılınmasını onlarca yıl yasaklamışlardır.”
A.Bayındır: O zaman, Peygamberimiz (s.a.v.) de bizim bu grubumuza giriyor değil mi?
Y.Şenol: Camiilerde kılınmasını yasaklamışsa, demek ki evlerde kılınmasını söylemişlerdir.
“Hatta tarihçilerin kaydettiklerine göre yasaklamakla da kalmamışlar, teravih namazını kılmakta ısrar edenleri şiddetle cezalandırmışlardır.”
Şimdi Diyanet’in Fatımî’lara atıf yapması burada, fevkalade güzel bir olay. Aynı Fatımîler “Kandil Geceleri” diye adlandırdığımız uygulamaları da başlatan kesimdir. Ve bu, Diyanet’in İslam Ansiklopedisi’nde bu var. Ahmet Özer’in hazırladığı“Mevlid” maddesisini açıp herkes bakabilir. O Fatımîler kandil gecelerini çıkardı diye kötü yaptılarsa, Diyanet’in bugünden itibaren “Kandil Geceleri” diye birşeyin olmadığını derhal söylemesi gerekir. Eğer o Fatımîler onu yapmakla doğru yaptılarsa, bunu yapmakla yanlış yaptıklarını nerden çıkardınız? Adamlar, diğer uygulamalarını (tasvip ederiz etmeyiz önemli değil ama) camiide kılınmasın derken, belki delil olarak Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in o uygulamasını göstermiş olabilirler.
A.Bayındır: Hayır, o tavır bence doğru değil. (Ben şahsen öyle bir tavrı tasvip etmem).
Y.Şenol: Ama yine de bir dayanak bulabilirler kalkıp birşeye baksalar.
A.Bayındır: Kaldı ki bizim, bu tamamen duygusal, bilimden tamamen uzak, yani bu nasıl oluyor? Ben maalesef, biz burda onları muhatap alarak bu konuşmayı yapmak zorunda kendimizi hissediyoruz. Çünkü vatandaş, o hiyerarşik yapı içerisinde Diyanet İşleri Başkanlığı’nı bir ilmi kuruluş olarak algılıyorlar. Halbuki o, bir idari kuruluştur.
Y.Şenol: Evet. Mesela, “Teravih Namazı” konusundaki yanlışlıkları anlatıyoruz, savunmalar şöyle oluyor; “Bizim dinimizin yönetimi Diyanettedir, ona uymalıyız!” Halbuki, biz kendi aramızda konuşurkende ben söylemiştim; Diyanet İşleri Başkanlığı, resmi bir kuruluştur, seçilmemişlerdir halk tarafından, atanmışlardır.
A.Bayındır: Seçilse de dini açıdan bir şey ifade etmez.
Y.Şenol: Biz onları yetkilendirmedik bizim hakkımızda, dinimiz hakkında konuşsunlar diye. Bunlar devlet görevlileri.
A.Bayındır: Bizim de öyle bir yetkimiz yok.
Y.Şenol: Bunlar devlet görevlileri. Dolayısıyla onların görüşleri, sadece kendilerini bağlar. Kesinlikle müslümanları bağlamaz.
“10. Sonuç olarak Hz. Peygamber (sav)’in ibadet hayatındaki eşsiz rehberliğini, nebevî uygulamaları yaşayarak aktaran sahabenin ittifakını, fıkıh mezheplerini ve on beş asırlık İslâm âlimlerinin icmaını ve daha da önemlisi asırlardır Ramazanı hayat veren bir medeniyete dönüştürmeyi başarmış Müslümanların ve aziz milletimizin on beş asırlık uygulama ve birikimini, kültür ve geleneğini dikkate almadan yapılan bu yersiz açıklama ve iddialar asla maşeri vicdanlarda yer bulmayacaktır.”
A.Bayındır: Yani, Elyevme
“El yevme ekmeltu lekum dînekum – Ben bugün size tamamladım” (Mâide Suresi 5:3)
Ayeti Kerime’si orada dursun. Daha önemlisi bu bildiri.
Y.Şenol: Daha önemlisi, bizim milletimizin kültürü ve örfüdür.
“Başkanlığımız milletimizin dinî hassasiyetini rencide edecek her türlü teşebbüsü yakından izlemekte, dinî konularda en yüksek karar organı olan Din İşleri Yüksek Kurulumuz da halkımızı aydınlatmaya devam etmektedir.”
Dini konularda en yüksek karar organı vasfını size kim verdi?
A.Bayındır: İslam’da böyle bir organ olmaz. Yani bir kere “karar” kelimesi, mesela “Fetva” başka bir şeydir. Yani insanların aklına şu gelebilir; Osmanlılarda Şeyhülislamlık vardı, fetva veriyordu. “Fetva; karar değildir, bir dini konuda, bir Alimin görüşünü bildirmesidir”. Bundan dolayı fetva, insanları bağlamaz. O fetva, sadece o kişiyi bağlar. Bu kitaplarda hep yazar. Mesela, diyelim hanefi mezhebini okuyorsunuz, diyor ki; “şu şöyledir”, ondan sonra “Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur” Ayet-i Kerimeyi getiriyor. Ondan sonra, “Peygamberimiz (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur” diyor bitiyor. Ondan sonra, eğer o mezhebin alimi kendi görüşünü ifade ediyorsa denir ki; “Ebu Hanefe şöyle demiştir”. Neden Ebu Hanefe böyle dedi denir? O’nun sözü Kur’an ve Sünnet’e karıştırılmasın diye. O onun kendi görüşüdür.
Bu sebeple İslam’da böyle bir karar verme organı olamaz. Bu sadece katoliklerde vardır, hristiyanlarda vardır genelde. Tevrat ve İncil’e rağmen, şirkin en büyük günah olmasını o kitablar yazıyor olmasına rağmen, yani bugün halen olmasına rağmen, Üçlü Tanrı İnancını kabul etmişlerdir konsillerinde. Ve daha bir çok şeylerini halen bugün konsil kararlarıyla yeni yeni ilaveler, çıkarmalar yapabilmektedirler. Ve o karar alma organı, mesela katoliklerde piskoposlar kuruludur. Bunu, ancak onlara benzetebiliriz! Yoksa İslam aleminde, dini konularda karar alabilme diye bir şey asla olamaz. Bu sadece bakın, Allah’u Teala bu hususta Peygamber (s.a.v.)’e bile yetki vermiyor. Allah’u Teala Hûd Suresi 11:1. Ayeti’nde buyuruyor ki ki;
Hûd Suresi 11:1. Ayet; “Elif lâm râ, kitâbun uhkimet âyâtuhû summe fussılet mil ledun hakimin habir”
“Kitâbun uhkimet âyâtuhû summe fussılet – Bu kitaptır ki, ayetleri muhkem (hüküm ifade eden) olarak indirilmiş ve aynı zamanda da açıklanmıştır.”
“summe – aynı zamanda” manasını vermek, sözcük olarak uygun düşüyor. Aynı zamanda da açıklanmıştır. Kimin tarafından?
“mil ledun hakimin habir – Allah tarafından açıklanmıştır. Doğru karar veren ve her şeyin içyüzünü bilen tarafından açıklanmıştır.”
Neden öyle?
Hûd Suresi 11:2. Ayet; “Ellâ ta’budû illellâh, inneni lekum minhu neziruv ve beşir”
“Ellâ ta’budû illellâh – Allah’dan başkasına kul olmayasınız diye”
Dolayısıyla bizim bütün gayretimiz, hangi Ayet hangi Ayette açıklamıştır, bu açıklamalara nasıl ulaşabiliriz? Peygamberimiz (s.a.v.)’in bu arada yapmış oldukları açıklamaları nasıl anlarız? Orada yoğunlaşması gerekirken, bu defa dini konularda karar veren bir organ oluşturuluyor. Bu kelime, benim şuana kadar ilk defa duyduğum bir kelimedir, İslam’da böyle birşey olamaz! Ama katoliklerde var.
1.18.32 dk. Salonda konuşma var ama duyulmuyor. Ve okunan ayetin numarasını bilemiyorum.
A.Bayındır: Karar alıyor. O zaten metinlere dayanması gerekmediğini söyledi başta.
“? inni lekum nezirun beşir – Ben de sizin için Allah tarafından uyarıcı ve müjdeciyim”
Peygamberimiz (s.a.v.)’in hikmeti öğretme görevi içerisinde, Allah (c.c.)’ın yaptığı bu açıklamaları Peygamberimiz (s.a.v.) Kur’an’ı Kerim’den çıkararak bize öğretmiştir. O da bize Sünnet olarak yansımıştır.
Y.Şenol:
“Başkanlığımız milletimizin dinî hassasiyetini rencide edecek her türlü teşebbüsü yakından izlemekte, dinî konularda en yüksek karar organı olan Din İşleri Yüksek Kurulumuz da halkımızı aydınlatmaya devam edecektir. Milletimiz teravih namazının İslâm’ın ibadet tarihinin ayrılmaz unsurlarından olduğu konusunda en küçük bir şüpheye düşmemelidir. Kamuoyuna saygı ile duyurulur.”
Duyurulur değil, aslında bunu “kamuoyuna saygı ile emredilir” şeklinde,
A.Bayındır: Saygıyla kelimesi değil, saygıylayı da kaldırmalıyız. Bunun arkasından acaba hangi mahkemeler de gelip bizi yargılayacaklar diye insanın aklına geliyor. Sünnet-i müekkeye hakkında Diyanet İşleri
1.19.43 dk.
Bir Katılımcı: “Sünnet” Bölümünde bir bilgi yok. Çok kısa bir yazı zaten. Yani Fıkıh Usulü ile ilgili terimler
A.Bayındır: Teravih’e sünneti müekkiye dediğine göre, sünneti müekkiye ne imiş?
Bir Katılımcı: “Sünnet Maddesine bakıyoruz, İslam Ansiklopedisi’nden; “Hanefilerce yapılan bir diğer ayrıma göre, Hz. Peygamber’in devamlı yaptığı ve sırf bağlayıcı olmadığını göstermek için nadiren terkettiği fiillere Sünneti Müekke adı verilir. Örneğin; Abdest alırken ağıza ve buruna su vermek ve Sabah Namazının farzından önce 2 rekat namaz kılmak gibi.”(Diyanet İşleri Başkanlığı, İslam Ansiklopedisi, Sünnet Maddesi)
A.Bayındır: Yani “Peygamberimiz (s.a.v.)’in sürekli yaptığı, nadiren terk etmiş olduğu şeylere Sünneti Müekke denir”. Şimdi Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Hanefi Mezhebine göre fetva verdiğini biz biliyoruz. Dolayısıyla sünneti müekke de Peygamberimiz (s.a.v.)’in nadiren terkettiği’dir. Peygamberimiz (s.a.v.)’in ramazana mahsus, bakın tekrar ediyorum Peygamberimizin nadiren terk ettiği değil, hiç terk etmediği ve kendisine farz olan teheccüd namazıdır bu. Bir kere bu yönüyle o sünneti müekke de olamaz. Ramazana mahsus bir ibadet yaptığına, bu teheccüdün dışında yaptığına dair hiç bir rivayet yok. Yani bugün kü anlatılan manada, bugüne kadar yapılan manada, bugünkü şekliyle teravih Peygamberimiz (s.a.v.)’in hayatında hiç olmamıştır. Siz buna nasıl “Sünneti Müekke” dersiniz?
1.21.28 dk. Konuşmanın başı mikrofonsuz konuştuğu için duyulmuyor ve aralarda cümle bozuklukları olabilir, duyulmuyor.
Y.Şenol: Hz. Aişe (r.anh), Peygamberimiz (s.a.v.)’in ramazanda da, ramazan dışında da Onbir rekattan fazla nafile gece namazı kılmadığını söylüyor. Yani bu “Onbir rekattan fazla kıldı” diyebilmenin tek yolu, buna aynı o derecede sahih delil getirmeniz lazım!
A.Bayındır: Tabi öyle bir şey de yok zaten.
Y.Şenol: Öyle bir şey de olmadığına göre, buna hiçbir şekilde Sünneti Müekke denilemez.
A.Bayındır: Zaten Peygamberimiz (s.a.v.)’in o Onbir rekatı sünnet değil ki, kendisine farz olan birşey.
Y.Şenol: Bu böyle ise, bunun zaten belli bir sayısı yoktur, İki rekatta kılabilir, Elli rekat da kılabilir. Şimdi velev ki böyle bir namaz yok, şimdi “müslümanların teravih namazını kılmasının ne zararı var” diye sorular var.
Yani biz, kılarlarsa günahkar olurlar şeklinde birşey demiyoruz ki;
A.Bayındır: Bunun doğrusunu bilmeleri lazım insanların.
Y.Şenol: Şimdi, “Namaz kılmasınlar” şeklinde anlaşılıyor. Biz diyoruz ki; “Bu, ramazan dışında da kılınması gereken bir namaz”.
A.Bayındır: “Peygamberimiz (s.a.v.), bu namazı bu şekilde hiç kılmamıştır” diyoruz. İstiyorsanız Yirmidört saati namaz ile geçirin buna kimse mani olamaz. Ama bil ki, Peygamberin böyle yapmamıştır.
Y.Şenol:
SORU: “Sizin bahsettiğiniz teravih namazının olup olmadığı, ya da sabah namazının vaktinin ne zaman girdiği gibi konular, fıkhi konulardır. Fıkıh ise itikadi konulardan çok sonra gelir. Yani, bir islam toplumu olur, ondan sonra sıra fıkha gelir. Toplumun kaid ekseriyesinin itikadi problemlerinin olduğu bir zamanda, bu gibi konular hallolduğu zaman sorun çözülmüş mü olacak?”
A.Bayındır: Kusura bakmayın, bu çok laubali bir soru, buna cevap verilmez. Bazı kimseler kendisini birşey zannediyor. Böyle tepeden; “İşte bu kadar problem var da, falan da filan da”.. Yav kardeşim, hayatta problem biter mi? Bütün problemleri bitirmek bizim mi görevimiz?
Y.Şenol: Yani, iman etme konusunu halledin.
1.23.42dk. katılımcılar konuşuyor ama anlaşılmıyor.
Bir Katılımcı: Şöyle de diyorlar hocam, “İslamın çıkardığı bir toplum olacak, bu toplum çıktıktan sonra, islam yaşanmaya başlayacak”.
A.Bayındır: Yani onun manası “İslam yaşanamaz” demektir.
Y.Şenol: Varlığını iddia etmek nedir. “Şairi” vasfını kazanmaktır yani, bu da dinde var diye. Şöyle bir soruya ne deriz?
SORU: Çevremizdeki insanlara, “Aslında bu teravih, evde kılınan bir namaz” desek, bu insanlar “iyi tamam” deyip, teravihlerini evde mi kılarlar? Yoksa ne teravihi ne yatsıyı, öylece evde mi otururlar?
A.Bayındır: Kardeşim, bu insanlar ister namaz kılsınlar, ister kılmasınlar. Bizim vazifemiz, mesela Peygamberimiz (s.a.v.), böyle bir endişe duydu mu? “Gidip evinizde kılın” dedi. Kılmazsa kılmaz! Ama bu insanlar bilmek zorunda ki, farz namazı çok önemlidir. Burada ki asıl yanlış, tekrar ediyoruz; Teravih namazının ve Kandil Gecelerinde kılınan yani hiç aslı-astarı olmayan namazların, farzların önüne geçmiş olmasıdır.
Bakın, biz İstanbul’da yaşıyoruz, Süleymaniye Camiisi hemen yanımızda, Kandil gecelerinde trafikten bizim sokaklara girilmez. Her tarafa arabalar park ederler. Niye? O gece millet geliyor, sabaha kadar dolaşıyor. Ben sabahleyin camiye gidiyorum, halen bir kaç kişi var. Gece sabaha kadar uyanık olmanın verdiği yorgunlukla, kafalarını zor toparlıyor ve bir çoğu da sabah namazı kılamıyor çekip gidiyor.
Y.Şenol: Yani ertesi gün yatsı namazında nasıl camii?
A.Bayındır: Bir daha da gelmiyorlar. Çünkü öyle bir yanlış dolduruluyor ki bu insanlar, işte Fatimiler zamanında oluşturulmuş hiç aslı-astarı olmayan bu “Dini Gün ve Geceler” diye. Bakın Diyanet’in takvimine bakın, dini geceler diye anlatıyor onu ve insanlara bir takım şeyler, Hutbelerde de aslı-astarı olmayan sözler Peygamberimiz (s.a.v.)’e maledilerek söyleniyor. Ve bu şeylere önem verdiriliyor, kişiler din adına yanlışa yönlendiriliyor. Bizim mücadelemizin temeli bu.
Y.Şenol: Bu gibi şeyler hakkında, İmam Maliki’n bir sözünü ben Kandil Gecelerine koymuştum, onu bir okumak istiyorum. Diyor ki İmam Malik;
“Kim bu ümmet içerisinde din adına, geçmişte olmayan birşey ihdas ederse, ortaya çıkarırsa, bu kişi Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Allah (c.c.) tarafından kendisine verilen Risalet görevine ihanet ettiğini iddia etmiş olur. Çünkü Allah Teala, “Bugün size dininizi olgunlaştırdım, size olan nimetimi tamamladım” (Mâide Suresi 5:3) buyurmuştur. Bu yüzden, o gün din olmayan yani dine dahil olmayan şey, bugün de din olamaz.”
A.Bayındır: Elbette
“Ve radîtu lekum el islâme – Bu islama size din olarak razı oldum”
Diyor, başka islam değil! Peygamberimiz (s.a.v.) zamanında ki islam. Bizim bütün mücadelemiz de o noktadadır.
Y.Şenol: Bir soru daha var.
SORU: Diyanet’in cevabı (yani bildirisi herhalde), bütün medyada Yaşar Nuri Öztürk’e cevap diye yazıldı. Siz niye üstünüze aldınız? Bu kendinizi gündeme götürmek için yapılan bir eylem değil mi?
CEVAP: Demek ki bize çok böyle büyük sabırlar gerekiyor. Burada bildiride yazılanlardan sadece tek bir cümle Yaşar Nuri Öztürk’ü hedef alıyor. O da “yasaklama” kelimesi, onun dışındakilerin hepsi bizimle alakalı. Yaşar bey de zaten bizi referans göstererek böyle bir çıkış yaptı.
Y.Şenol: Programda Yaşar Nuri Hoca, bir alıntı yaptı. (Ben yanlış hatırlarsam siz düzeltin) Galiba Aziz Nesin’e atfen söyledi; “Hani çok güzel uyuyordunuz, uyandırmaya kıyamadım” diye. Bazıları uyanmak istemiyor o yüzden kıymamak lazım.
A.Bayındır: Yok, biz uyandıracağız Allah nasip ederse.
SORU: Bakara Suresi 41. Ve 42. Ayeti Diyanet’e söyleyebilir miyiz?
Bakara Suresi 2:41. Ayet; “Ve âminû bi mâ enzeltu musaddikan li mâ meakum ve lâ tekûnû evvele kâfirin bih, ve lâ teşterû bi âyâtî semenen kalîlen ve iyyâye fettekûni”.
Bakara Suresi 2:41. Ayet; “Ve lâ telbisûl hakka bil bâtılı ve tektumûl hakka ve entum ta’lemûn.”
“Hakk’ı batıla karıştırıp da bile bile hakk’ı gizlemek.”
Diyelim ki teravih var. Neden Yirmi rekat? On değil, kırk değil de Yirmi?
CEVAP: Bunları anlattık. Bunun Yirmi olduğuna dair, sağlam bir rivayet yok.
SORU: Mezheplerin teravih olayına bakışı nasıl ?
CEVAP:Az önce anlattık.
SORU: Sabah namazından önce kılınan nafile namaz (herhalde iki rekat sabah namazının sünneti), Kur’an’da bahsedilen ve Peygamberimiz (s.a.v.)’e farz olan Teheccüd Namazı mıdır?
CEVAP: Yok, Teheccüd Namazı başka. O,
Isrâ Suresi 17:79. Ayeti; “Ve minel leyli fe tehecced bihi nâfiletel leke asâ ey yeb’aseke rabbuke mekâmem mahmûdâ”
O “leyl” dediği, yatsı yani havanın kararmasından tan yerinin ağırmasına kadar olan ki kısımdır.
1.29.05 salonda konuşma var. Duyulmuyor.
A.Bayındır: Buradaki “gece”den maksat, gecenin ortası. “Ğasakul leyli” denen vakit; yatsı namazının bitiminden, sabah namazının başlangıcına kadar olan kısımdır.
Y.Şenol: Bu Ebu Davud, Tirmizi, Nesahi’de geçen bir rivayet var;
Ebu Zer (r.a.); “Rasullullah (a.s.) ile bir ramazan ayında beraber oruç tuttuk. Ay boyunca bize son Yedi güne kadar hiç ziyade namaz kıldırmadı. Ayın son Yedinci gününde, gecenin üçte biri geçinceye kadar bize namaz kıldırdı. Altıncı gününde yine kıldırmadı. Beşinci günde (yani sondan Beş), gecenin yarısı geçinceye kadar namaz kıldırdı. Kendisine; “Bu gecemizin geri kalan kısmında da bize nafile kıldırsanız” dedik, talebimize karşılık; “Kim imamla namaza başlar, sonuna kadar devam ederse, kendisine gecenin tamamını namazla geçirmiş sevabı yazılır” buyurdular. Sonra Rasulullah, aydan son Üç gece kalıncaya kadar başka namaz kıldırmadı. Üçüncü gece bize namaz kıldırdılar. Ehline ve kadınlarına dua ettiler. Bize o kadar uzun namaz kıldırdılar ki, felahı kaçırmaktan korktuk. Ebu Zer’e “Felah” nedir diye sorduk; “Sahur” cevabını verdi. Sonra ayın geri kalan kısmında da bize namaz kıldırmadı. ”
Kılınan namaz yaklaşık Kadir Gecesi’ne mi denk geliyor? Diye soru var.
Yani, Tek geceleri tavsiye ettiği var Peygamber (s.a.v.) efendimizin. Ramazan’ın Yirmibir, Yirmiüç, Yirmibeş, Yirmiyedi ve Yirmidokuzu diğerlerine göre biradım önde gibi gözüküyor.
CEVAP: O sahih rivayet Peygamberimiz (s.a.v.)’in. Burada anlatılan şekilde ifadesi.
Y.Şenol:
SORU: Uykudan kalkamamak endişesiyle, uyumadan önce teheccüd namazlarını kılabilir miyiz?
CEVAP: İstediğiniz kadar nafile namazı kılabilirsiniz ama teheccüd olabilmesi için, uyuyup uyanmak gerekir.
SORU: İtikaf, ramazana ait mi? Çünkü bir hadiste Peygamberimiz (s.a.v.)’in Şevval Ayı’nda da itikaf yaptığı söyleniyor.
CEVAP: “O ramazana aittir” diye bir ifade yok o Ayeti Kerime’de. Sadece,
“İtikafta bulunduğunuz günlerin geceleri eşlerinizle ilişkide bulunmanız haramdır” (Bakara Suresi 2:187)
deniliyor. İlla Ramazan diye bir ifade olmadığı için herzaman olabilir yılın tamamı da.
Y.Şenol: Ama Peygamber Efendimiz (s.a.v.) vefatına kadar Onyıl boyunca her ramazan son On gün itikafa çekilmiş sünnet olan o.
SORU: Değer hocam, yıllar önce ramazan gecelerinde, direklerarası eğlenceler yapılıyordu. Ve bu eğlencelere bütün müslümanlar katılıyordu. Ramaza’nın olmazsa olmaz diye bir parçası olarak görülüyordu. Ramazan ayının bir eğlence bir de ibadet boyutu olduğu düşünülüyordu. Sizin korkunuz daha başka şeyler eklenmesi mi?
CEVAP: Şüphesiz tabi. Bu belediyeler de (bu sene nasıl bilmiyorum ama) işi, eğlenceye oyuna çeviriyorlar.
Y.Şenol: Her geçen gün daha da artıyor. Sanatçıların ramazan da Otuz günü tamamını doldurduğunu
A.Bayındır: Bu kabul edilebilir bir şey değil. Ramazan Eğlencesi ne demek? Ramazan ibadet ayıdır. Yani bunu oyuna ve eğlenceye çevirmek olur mu? Ve delilleri
1.32.32dk. okunan ayetin arapçasını yazamıyorum.
Vettehadu
“Dinlerini oyun eğlence yapanları bırak, dünya hayatı onları aldatmıştır” diyor.