Abdulaziz Bayındır: Temâsîl, heykel dediğimiz şeylerdir yani. İnsanlar da onlara ibadet etmişlerdir.
Bir Katılımcı: Temâsîl’den farkı var mı? Tasvir’in timsalden farkı var mı?
Abdulaziz Bayındır: Yok. Tasvirin farkı yok da, ben fotoğrafın farklı olduğunu söylemeye çalışıyorum. Yani şimdi burada işte onun arkasından ciddi şeyler geliyor. Birisi işte fotoğrafa haram diyor; mesela bugün her şey fotoğrafla, biz işte mesela şu anda ders veriyoruz, bu arkadaşımız bu kamerayla bu dersi her tarafa veriyor.
Bir Katılımcı: … musavvir vel musavviru ala.
Abdulaziz Bayındır: İşte o musavvir başka bir şey, fotoğraf ve film başka bir şey.
Bir Katılımcı: Şimdi burada da şey giriyor işin içine. Kasıt.
Bir Katılımcı: Tablo çizmek surete…
Abdulaziz Bayındır: Aslında o da tasvir değil. Biz ona tasvir diyoruz da tablo çizmeye, esas tasvir o değil yani. Tasvir heykel yapmak, üç boyutlu olmak. Mesela…
Yahya Şenol: O ne yani? Onun adı ne?
Abdulaziz Bayındır: O da, tabi ona tasvir deniyor, mecazen deniyor, hakikaten denmiyor.
Rüstem Hoca: … karikatür …
Abdulaziz Bayındır: Evet. Ona kartun da diyorlar İngilizcesinden esinlenerek.
Abdullah Bayındır:Çizgi film.
Abdulaziz Bayındır: Evet.
Rüstem Hoca: (anlaşılmıyor)
Abdulaziz Bayındır: Mesela şimdi hadiste var ya, şu suretlere can verin denecektir onlara. Yani hiç kimse bu resme can ver … Şeye, bizim resim dediğimiz şeye can verme diye bir şey olmaz ki. Can verilecek şeyin üç boyutlu olması gerekir.
Rüstem Hoca: Bizim … şemsiye derler. Yani onu gövde aynı şey gibi.
Abdulaziz Bayındır: Ama gene sure, bak o kelimeyi kullanıyorsunuz.
Rüstem Hoca: Peki sure yani insanın tasavvur …
Enes Hoca: … şemsiye kelimesi eklenmese o ifade etmiyor değil mi?
Rüstem Hoca: Yasak olanları da üç boyutlu heykel olur.
Abdullah Bayındır:Aslında heykellerin birçoğu, sanatsal olarak yapıldığı söylenenler bile; insanların zihninde, gerisinde bir ibadet şeyi var. Mesela Avrupa’nın birçok yerinde, heykellerin olduğu yerin o etrafındaki küçücük su birikintilerine paralar maralar; televizyonda görüyoruz atılıyor, bir şey yapılıyor, bir dilek tutuluyor, bir şeyler yapılıyor. Yani bu terk edildiği söylenildiğinde bile aslında bir ibadet şeyi giriyor işin içine. Ama resimlerde hiç ben bir resmin etrafına bir şey atıldığını görmedim.
Bir katılımcı: Şöyle bir şey. Mesela Hollanda’da, bilmem Lahey kentinde Spinoza’nın heykeli var. Kim ona ibadet edecek?
Rüstem Hoca: Uzağa gitmeye gerek yok. Mesela Atatürk’ün heykeli var ona kimse ibadet…
Katılımcı: Ediyorlar. Onu mu şey yapmıyor, ibadet mi etmiyor ona?
Abdulaziz Bayındır: Ya şimdi, gidip de orada bir takım şikayetlerde bulunmak, bir takım şeylerde bulunmak nedir? Gerçi yani bizim bildiğimiz manada bir ibadet yok. Yani o heykelin karşısında bildiğimiz anlamda bir ibadet yok. Şimdi şeyden… Bu kiliselere giriyorsunuz…
Abdullah Bayındır:Hz. Meryem’in kucağında Hz. İsa.
Abdulaziz Bayındır: St. Pietro Kilisesi var. Petrus’un mezarının bulunduğu yer. Roma’nın… Vatikan’ın olduğu yer işte. Zaten Vatikan dediğiniz bizim Sultan Ahmet kadar bir yer. Fazla büyüklüğü yok. St. Pietro Kilisesi var ki, baya büyük bir kilise. Yani bizim Süleymaniye Camisini rahatlıkla onun içerisine sokabilirsiniz. Baya büyük bir kilise. Ama her tarafı heykellerle dolu. Kilisenin içi, dışı, tamamı heykellerle dolu.
Rüstem Hoca: Orada bakarsak, duvarda çizilmiş olan resimler dahil olması gerekir yani.
Katılımcı: Ama biraz önce kim söyledi? Amaç, niyet … daha sağlam … Çünkü Meryem anamızın oğlu İsa (a.s)ın durmuş olduğu duvardaki resimleri bile vardır. E kimi de duvardaki resme bakıyor…
Abdulaziz Bayındır: Orada St. Paul Kilisesi de var. Pavlus’un kabri de orada, Petrus’un kabri de orada. Pavlus’un olduğu yerde de bütün Papaların resimlerini koymuşlar. Zaten orada on yedi tane kadar mı Papanın yeri boş kalmış, onlar bitti mi dünyanın hayatı bitiyormuş zaten.
Bir Katılımcı: Genişlet …
Abdulaziz Bayındır: (gülerek) zam yapar.
Bir katılımcı: …çizgi film…
Abdulaziz Bayındır: Evet… Anlayamadım…
Katılımcı: Çizgi film…
Abdulaziz Bayındır: Ya hayır, bir kere filmi buna sokmamız hangi şekliyle olursa olsun doğru değil.
Katılımcı: Yok onu sadece söylüyorum yani sakınca var mı yok mu?
Abdulaziz Bayındır: Niye sakınca olsun canım? Onlar başka. Hiç kimse onları ibadet maksadıyla kullanmaz ki.
Katılımcı: İbadet değil de, sanki yani mesela canlandırma…
Abdulaziz Bayındır: Ya canlandırma dediğin nedir? O şey, yani animasyon dedikleri şey. Senin hayalini karşına getiriyor. Cenab-ı Hak da canlandırmıyor mu; “ve yadrıbullâhul emsâle” (İbrâhîm 25, Nûr 35). Misaller vermek de birer canlandırmadır. Bak o emsâl kökünden temâsil de geliyor değil mi?
Katılımcı: … şöyle bir şey; normal filmlerde zaten oynayan oynuyor ama mesela çizgi filmlerde yine bir canlı orada bir şey yok.
Abdulaziz Bayındır: Onun bir zararı yok ki, çizgi filme de bir şey olmaz normal filmlerde de bir şey olmaz. Yani bu eğitimde kullanılan, işte resimler, bunlar bir hayli tartışılmış. Mesela Suudi Arabistan’da bir süre direndiler, arkasından direnemediler yani. Resim yasaklarken şimdi her tarafta kralın, hanedanın resimleriyle doldurmuşlar ülkenin her tarafını.
Bir Katılımcı: … heykel niye yasak?
Abdulaziz Bayındır: Bu soruyu niçin sordun onu söyle?
Katılımcı: Yani fotoğraf bence bitmiş, yani fotoğraf üstüne herhangi bir tartışma olamaz. Fotoğraf çok normal.
Abdulaziz Bayındır: İşte, heykellere ibadet de ediliyor ya. İbadet ediliyor. Bugün fotoğraflara da ibadet edenler var. Şimdi, adam şeyhinin fotoğrafını buraya koyuyor (avucuna bakarak). Onun karşısında küçülüyor, kendisini cücelerden cüce, onu yücelerden yüce sayıyor. Ondan… Gerçekten böyle yapıyorlar. Yani…
Enes Hoca: Geçende buraya bir…
Bir Katılımcı: Hocam … bir tanesini ben gördüm…
Rüstem Hoca: Heykelle resim arasında fazla bir fark yok aslında.
Abdulaziz Bayındır: Herhalde o yüzden burada itiraz ediyor.
Katılımcı: … bir tanesi şeyhinin fotoğrafını yapmış böyle belden yukarı kocaman bir şey yani. 70’e … ebatında. Özel bir yere … adam. Oradan gece kalkıyor gece namazı … koyuyor ona bakıyor, onunla rabıta şey yapıyor, ondan sonra teheccüt namazı kılıyor.
Enes Hoca: Geçende buraya bir kişi geldi. Mustafa Çavdar da ona ayetleri okudu; şu ayeti oku, şu ayeti oku dedi, o da baya sinirlendi. Ceket içerisinden bir fotoğraf çıkardı, bir şeyh efendinin fotoğrafı. Bana bu yeter, kuran muran dinlemem dedi, sinirlendi çıktı gitti. Ferhat abi de seccade üzerinde seni Allah şeyhinle haşretsin diye dua etti. O da amin dedi çıktı gitti.
Rüstem Hoca: “mâ hâzihit temâsîlulletî entum lehâ” (Enbiyâ 52) derken mesela orada temâsîl…
Abdulaziz Bayındır: “âkifûn” evet.
Rüstem Hoca: Mesela biz heykel olarak düşünüyoruz ama onlar da bir duvara çizmiş bir resim olabilir yani. Bir şahsı temsil ediyor.
Abdullah Bayındır: Şöyle bir tarafı var ama, Ortodoks Kilisesi ile Katolikler arasında; tarihte Ortodokslar tamamen resme ve şeye karşı çıkmışlar. Heykele. Ondan sonra Katolikler bunu almışlar kiliseye sokmuşlar özellikle Roma’nın etkisiyle. Sonradan şey zamanında, Bizans’ın son zamanlarında onlar resmi… Ortodokslar karşı çıkarken, onlar heykel yerine resmi , bir etkilenmeyle nasılsa artık sokmuşlar onlar da kiliselerine. Bir bakıma resmi heykelin yerine Ortodokslar ikame etmişler sonradan.
Onun için mesela bu şeydeki resimler yokmuş daha önce, Ayasofya’nın o içindekiler. Sonradan o resim fetvasını kim verdiyse Ortodoks şeylerinden, işte din adamlarından, o resim girmiş onlara da. Resmi yani heykelin yerine aynı anlamda ikame etmişler.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi İran’da mescitlerde resim var değil mi?
Abdurrahman Yazıcı: Var Hocam evet. Ali’nin resmi de var. Şey arkada, bir şeye gittik şehitlerin resimleri diye koymuşlar Hocam, bir köşe yapmışlar.
Abdulaziz Bayındır: E tabi bunlar gerçekten…
Bir Katılımcı: Bizde de yazı yazma maharet sayılıyor. Dört Halife’nin yazıları …
Abdulaziz Bayındır: Evet. Şimdi mesela “İz kâle li ebîhi ve kavmihî mâ hâzihit diyor İbrahim (a.s) (Enbiyâ 52). Sizin onların karşısına geçip durduğunuz şu şeyler ne, heykeller ne diyor. Onlar da işte, babalarımızın ona ibadet ettiğini gördük diyor.
Şimdi bir de şey var, bazıları bu Sebe’ suresinde geçen, yani “Ya’melûne lehu mâ yeşâu min mehârîbe ve temâsîle ve cifânin” (Sebe’ 13). Bunu şey yapıyorlar, yani burada da baksana Allahın bir peygamberi kendisine heykeler yaptırıyormuş diyorlar da, ben şahsen bunun heykel olduğu kanaatini asla taşımıyorum. Yani buradaki temâsîl heykel değil de… Buradaki temâsîl…
Rüstem Hoca: … aslan geçiyor. Genelde timsal geçiyor.
Abdulaziz Bayındır: Evet, tabi aslan bir başka açıdan, timsal başka açıdan. Şimdi buradaki temâsîl‘in ben heykel olduğunu hiç bir şekilde düşünmüyorum. Buradaki temâsîl, bugün kalıp dediğimiz şeydir. Yani bu sanayide kullandığımız timsaller var ya. Peki delil ne diye sorarsanız, işte bu “mehârîb”, nedir? Harp aletleri değil mi mehârîb? Ondan sonra “cifân”, “kel cevab”, yani çok büyük… Mesela çok büyük kaplar yapıyorlar. “kudûrin râsiyât”, öyle tencereler yapıyorlar ki yerinden kalkmıyor.
Bütün bunlar kalıpsız olmaz ki. Bunları kalıplarda yapmak gerekiyor. Dolayısıyla bu temâsîl, kalıplar olur. Kalıp da çok ciddi bir sanayidir. Yani Süleyman (a.s) zamanında o kadar çok bilim ve teknoloji gelişecek de kalıpçılık olmayacak mı? Bana öyle geliyor. Yani bunlar bir heykel falan değil. Çünkü peygamber lüzumsuz şeyle insanları çalıştırmaz.
Rüstem Hoca: Ben de diğer yerlerde gelen timsal veya temasil’in heykel olmadığını düşünüyorum.
Abdulaziz Bayındır: Yok, o “temâsîlulletî entum lehâ âkifûn” ayrı.
Rüstem Hoca: … bir önceki insanı temsil etme itibariyle heykele mecazen timsal denebilir ama heykel aslında sözlük anlamıyla timsal olmamalı.
Abdulaziz Bayındır: Yani onun dengi bir şey, yapı demek o.
Rüstem Hoca: Evet, onu temsil ettiği için.
Abdulaziz Bayındır: Burada bir şey mi var Enes Hoca?
Bir Katılımcı: Yoksa heykel ne denilebilir ki?
Rüstem Hoca: Sanat, resim.
Katılımcı: (anlaşılmadı)
Rüstem Hoca: Heykel de Arapça kelime.
Katılımcı: Heykel … kemiğin yapısına deniliyor. Heykel …
Abdulaziz Bayındır: Tabi o Türkçe’ye geçerken aynı anlamda geçmiyor.
Bir Katılımcı: Hocam, iyi bir ressam Peygamber efendimizin şemail… O hadislere de bakarak bir şeklini çizmeye çalışsa kendince, sıkıntı olur mu?
Abdulaziz Bayındır: İşte bütün bu müzakerelerden sonra sıkıntı olacağı ortaya çıktı. Şundan dolayı… Bak şimdi şunu şöyle düşünün, bizde fotoğraf konusunda biraz müsamahakârlık var. Biz de aynı şeyi söylüyoruz. Mecburen söylüyoruz başka çaresi yok. Bak fotoğrafta müsamaha olduğu için tarikatların büyük bir bölümünde şeyhin resmi var. Hepsi cebinde taşıyorlar. Belki tamamında, bilmiyorum ama büyük bir bölümünde olduğunu biliyorum.
Şimdi onlar rabıta yaparken şeyhlerinin resmini karşılarına koyup , onun karşısında tamamen küçülüyorlar. Oturuş şekli, başlarının duruş şekli, yüzüne bakma yasağı falan, tam bir ibadet yani rüku halinde olmuş oluyorlar. Ya da işte tam bir ibadet halinde olmuş oluyorlar.
Şimdi, heykelin yasak olmadığını düşünün; bu defa şeyhlerinin resmi yerine neyi koyarlar? Heykelini koyarlar. Peki şeyhinin heykelini koyan peygamberin resmini, heykelini koymaz mı? Onun için bu konuda şey yapmamak lazım. Yani işte az önce şey yapıldı ya. İşte Serkan’ın söylediği, elle yapılan insan resmiyle fotoğraf arasında fark gözetmek lazım. O şeyde, çizgi filmlerde tam insan resmi yapılmıyor. O ikisi arasında fark gözetmek lazım. Yani birisine o… Şey, filme, fotoğrafa fetva vermek lazım. Öbürüne vermemek lazım. Çünkü öbürü mutlaka kötüye kullanılıyor.
Bir Katılımcı: Peki film sektöründeki, mesela şimdi Çağrı filmini izliyoruz; Peygamber efendimizi ortaya koymuyor. Hz. Aliyi de ortaya koymuyor. Hz. Hamza ön planda mesela. Yani Hz. Ali sanki…
Bir Katılımcı: Dört halife yok ki.
Katılımcı: Doğru, hiç biri yok.
Abdulaziz Bayındır: Mesela İsa filminde Hz. İsa rahatlıkla…
Katılımcı: Hz. Eyüp filminde yani Peygamber ortaya… Şimdi sahabeleri, bir kere Hz. Aliyi Hz. Ebu Bekir’den ayırmak mümkün değil. Madem ki öyle hepsini canlandır. Madem ki bu caiz. Sonra Peygamber efendimizi ortaya koymazsak; ya tüm peygamberleri hiç bir şekilde canlandırmayacağız veyahut da canlandırıyorsak bunu, ki Hz. Eyüp’ü Hz. İsayı canlandırıyorsan, Hz. Muhammed’e de (s.a.v) orada temsili bir şey ver.
Abdullah Bayındır: Ben de onların olması gerektiğini düşünenlerdenim.
Abdulaziz Bayındır: Ya işte böyle bir psikoloji oluşturdular millette.
Abdullah Bayındır: Ya bir şey olmaz aslında birisi oynasa. Bu bir tabu, yani bir yıktı mı bir daha da şey etmez.
Abdurrahman Yazıcı: Birisi oynasa da, o zaman derler yok gerçeğe uymuyor, böylesi asıl gerçek…
Abdullah Bayındır: Ya bir şey olmaz. Hz. Hamza oynadı diye herkes Anthony Quinn’e mi yapıştı?
Yahya Şenol: Biri rüyasında Anthony Quinn’i görse Hz. Hamza zanneder.
(gülüşmeler)
Yahya Şenol: O yüzden şey diyor ki, ismini vermeyelim, bir standupçı; sakın diyor kıyamette Hz. Hamza diye koşmayın şeyin peşinden, Anthony Quinn’in, yanlış yere gidersiniz.
Abdullah Bayındır: Yok, çocukken adam belki ondan etkilenir.
Abdulaziz Bayındır: Şurayı da okuyalım; “ve lâ be’se en yusallîye”… Mesela ben burada “ba” bekliyordum gelmedi.
Fatih Orum: Bizde var…
Abdulaziz Bayındır: Bende yok. “ve lâ be’se bi en yusallîye” daha güzel olur yani. Evet, “ve lâ be’se bi en yusallîye”. Hah tamam. “alâ bisatin fihi tesaviru” Üzerinde resimler olan, artık mecburen öyle diyeceğiz, bir yaygı üzerinde namaz kılmakta bir beis olmaz. “ yenefihi istiharete” … Çünkü yere yaydıysanız demek ki burada ibadet falan etmiyorsunuz. İbadet edeceğin şeyi yere yaymazsın.
Yani bu da şunu gösterir; asıl konu o resimler ya da heykelin kendisi değil, onun hangi maksatla kullanılması. Ama insanların başka maksatla kullanmalarına da fırsat vermemek lazım. Bizim gibi böyle fetva sorulan kişilerin bu konuda dikkat etmesi lazım.
“ve lâ yescudu alattasâviri”. Bizzat resmin üzerine secde etmez. “Lenâ yuşfeu ibâdete sura” Yani, şeklen sanki surete ibadet ediyor gibi gösteriyor diyor.
Abdullah Bayındır: Yere resim çizmesi düşürtme diyor. Hani şey aklıma geldi, Saddam’ın Bush’un resmini yere çizmesi. O şey zamanında alışveriş merkezlerinin tam girişine Bush resimleri, millet çiğnesin diye. Öyle göstermişlerdi.
Abdulaziz Bayındır: Evet. Baba Bush yani. “ve … kerahete fil asli” İmam Muhammed, El Asl adlı kitabında mutlak olarak kerahet… Yukrehu dedi o kadar. Mutlak olarak dedi. “… musalla muazzamu” Çünkü namaz kılınan yer değer verilmesi gereken yerdir. Musalla muazzamsa orada olmamalı yani bu tip şeyler.
Yahya Şenol: Şimdi buradan yola çıkarak, hani üzerinde Kâbe falan bir şeyler… Kâbe’ye secde etmeyi de mekruh kılıyor…
Abdulaziz Bayındır: Yo bunun onunla bir alakası yok. Kâbe ibadet edilen bir yer değil ki hiç bir zaman.
Yahya Şenol: (anlaşılmadı)
Abdulaziz Bayındır: Ha, yok ya…
Abdullah Bayındır:Aslında bence kafa karıştırıcı şey namazda, göz hizasında hani o bazı yerlerde şey verilmiş. Olmasa iyi olur diye düşünüyorum.
Abdulaziz Bayındır: Tabi bazıları kafasını oraya takarlar. Hele bilhassa o, kadınların süslediği bir takım seccadeler var. Bir başka kadın o seccadede namaz kılarken o nakışlarını bile sayabilir bitirene kadar. Örnek alabilir. Onun için sade olmalı.
(gülüşmeler)
Bir Katılımcı: Zihin başka yere dağılmaz.
Abdulaziz Bayındır: Zihni dağıtacak şey olmamalı. “Ve yukrehu enyekune fevkarasihi fissakfi ev biyenedeyhi ev bihizahihi tesaviru.” Yani namaz kıldığı yerde, başının üst tarafında, önünde, kendi hizasında suretlerin olması; işte heykeller, heykelcikler ya da resimler, o da mekruhtur. Nasıl olacak? Muallakadan, asılı bir vaziyette.
Evet. Lehadisi Cibril’e, Cebrail’in (a.s) şu sözü sebebiyle; “inna lanet kulubeyten fihi kelbun ev sura.” “İçinde köpek ya da suret olan bir eve girmeyiz biz.” Bundan dolayı şey yapılıyor, mekruh sayılıyor. Yani ona… Öyle bir yerde… O zaman onların girmediği bir yerde sen de namaz kılma demiş oluyorlar.
“Ve lev kâne tussuretun sahiraten bi haytu la tebdu linnaziri la ila yukrehu.” Bakan kişinin fark edemeyeceği kadar küçükse mekruh olmaz. Mesela bazen kravatların üstünde küçük küçük resimler oluyor. Evet…
Bir Katılımcı: Burada Cibril’in (a.s) biz girmeyiz derken, acaba yani kendisinde mi ifadesi var? Burada bize devamlı sorular sordular da. Şimdi, insanın sağında solunda melekler vardır mesela…
Abdulaziz Bayındır: Onlar da dışarıda beklerler. Yanlış bir şey yaparsan girerler içeriye. Bize öyle anlatmışlardı yani. Meleklere sormadık ama bize öyle anlattılar.
Bir Katılımcı: Burada biz ifadesi bütün melekleri kapsıyor mu acaba?
Bir Katılımcı: (anlaşılmadı)
Abdulaziz Bayındır: Yok, yani gerekirse giriyorlar.
Fatih Orum: Mecbur kalırsa gözünü kapayıp giriyor.
(gülüşmeler)
Abdullah Bayındır: Nasıl İ.E.T.T şoförü mecbur, Cuma namazına gidemiyor, Cuma saatinde çalışmak zorunda kalıyor.
Abdulaziz Bayındır: Evet. Valide, Müslim’de geçiyor değil mi?
Bir Katılımcı: Bütün melekler o eve girecek değil. Zaten girmeye kalkışsalar eve sığmazlar. Yani demek belli bir kısım, bir bölüm.
Abdullah Bayındır: Cebrail (a.s)… Hayır, şöyle bir şey de olabilir, Cebrail’in (a.s) gelişi, hani Kadir … orada geçtiği gibi bir başka bir… Şey o gün…
Abdulaziz Bayındır: Ama inna kelimesi çoğul yani. Ene değil yani.
Abdullah Bayındır: Ama işte, o aşağı iniş, Kadir Gecesi’ndeki iniş gibi bir değişik bir şey yani. Daha rahmetle alakalı olan bir şey. Yani normal bir meleğin değil.
Yahya Şenol: İşte, kadınların evde baş örtüsüz durdukları zaman bile meleklerin girmeyeceği söyleniyor. O yüzden hepsi içeride…
Abdulaziz Bayındır: O yüzden evet kadınlar maalesef öyle… Bazı kadınlar yatarken bile başlarını örtmek gerektiğini zannediyorlar. Halbuki bu olmaz. Yani o ev senin için bir elbisedir zaten.
Rüstem Hoca: O Hatice … hadisi var ya hani, saçımı başımı açtıydım diyor, gitmedi diyor. Başını açarken gitmiyor Peygamber’in (s.a.v) yanına gelen yabancı bir adam mesela.
Abdulaziz Bayındır: Ne zaman gidiyor? Evet… Ya hayır, şimdi, kadınlara acayip baskı yapıyorlar gerçekten. İşte, gelmez falan… Bazen bu aile hayatını bozacak noktalara geliyor. Adam karısını karşısında güzelliği ile görmek istiyor. Sokağa çıkıyor, sokaktaki kadın bütün güzelliği ile onun karşısında açılıyor; eve gidiyor, evdeki karısı kapanmış. Cık, bu son derece şey yani. Çok kötü sonuçlara sebep oluyor yani. Maalesef yani bir gerçek. Ciddi bir problem olarak karşımızda duruyor.
Bana hep sorarlardı; Hocam, işte, gece yatarken başımızı yarım bağlasak olmaz mı kadınlar? Kardeşim sen ne yaparsan yap. Yarım bağla, bağlama sen bilirsin. E melek girmezmiş de. E melekten sana ne. Sana ne. Senin meleğe karşı bir sorumluluğun var mı? Girerse girer, girmezse girmez. Tamam sen kocanla beraber olduğun zaman da girmez, o zaman git ayrı odalarda yat. Hiç evlenme. Öyle şey olur mu?
Efendim… “Ve iza kâne timsalu maktuarasi” Eğer heykelin başı koparılmışsa… Bak burada buna resim dediğini anlatmak için diyor, “Ey mevhu verrasi” Başı silinmişse. Resim demek istiyor.
Enes Hoca: Biraz geçtiniz mi? “Ve lev kâne tussuretun…”
Yo. Onu okuduk. “Fe leyse bi timsalin” O timsal olmaz diyor. Yani başı koparılmışsa. “Len ula yu’bedu bi dunilras” Baş yokken kendisine ibadet edilmez. “Ve sare kema ila salla ila şem in” Bir muma karşı namaz kılıyor gibi olur. Alt tarafı öyle olur. “ev siracin” Ya da bir kandil karşısında namaz kılıyor gibi olur. “Alâ mahalu” Söylediklerine bakılırsa yani.
Abdullah Bayındır:O namaz kılmayla alakalı.
Abdulaziz Bayındır: Tabi namaz kılmayla ilgili.
Abdullah Bayındır:Ürdün’de Petra diye bir yer var. Taşların içine oyulmuş evler. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı şeyi oraya geldiğinde oradaki yapılmış heykellerin hepsinde kurşun izleri var kafalarında. Heykel derken yani sadece kabartma. Ta tepelerde yapılmış şeyler üstünde. Orada namaz kılınır. Dünya kadar yer var. Ne diye kurşunluyorsunuz oradakilerin başını?
Abdulaziz Bayındır: Ölmüşler mi?
Abdullah Bayındır: Şeyin üstünde yapılan kabartma biraz şey gelmişti bana. Yadırgamıştım.
Abdulaziz Bayındır: Evet. Şeyde de yapıldı ya, bu Afganistan’da da. Evet, yaptılar. Asırlarca orada duruyor, dursun ne olacak?
Rüstem Hoca: Ben Müslümanım diyen bir şey çıkmıştır komutan içinden, imanı bilmeyen, o yapmıştır.
Abdulaziz Bayındır: Ama şimdi, bu şekilde insanları yetiştirdiğiniz zaman, eline fırsat geçince… Adam Allah rızası için yapıyor. Büyük sevap işlediğini düşünüyor.
Abdullah Bayındır: Peygamberimizin Kâbe içindeki putları kırması gibi bir sevap aldığını düşünüyor.
Abdurrahman: Ama put Hocam, o da bir gerçek yani.
Abdulaziz Bayındır: Tamam, put olmasına put. Ama bu hayatın gerçeği. Yani insanlar… Değişik inançlarda insanlar var.
Abdullah Bayındır: Peygamberimiz putları ne zaman kırdı? Mekke’de ilk başta kırmadı. Çünkü o zaman put inancı kırılmamıştı.
Yahya Şenol: Hakim olunca kırdı. Onlar da bize hakim olursa…
Abdulaziz Bayındır: Mesela şeyi dolaştık, o St. Pietro Kilisesi’ni dolaştık çıktık dışarıya. Bu Roma Müslüman olsa bu kiliseyi ne yapacağız dedik. Boş ver, bunu Katoliklere bırakalım, biz bunun altından çıkamayız… Altından çıkamayız hakikaten. Onu onlara bırakacaksın, başka çaresi yok.
Evet…
Bir katılımcı: Allah’ın mescidi olarak görünen yerleri de temizlemek gerekiyor.
Bir katılımcı: Şöyle bir şey; Taliban zayıf olduğunda bence herkes, şey yani, kötü gösterebiliyor o davranışı ama bir gün gelir o yapılan eylem alkışlanabilecek bir eylem olabilir.
Rüstem Hoca: … ayeti var ya, yani orada onların yıkılmaması gerektiğini gösteren bir ayrıntı çıkar yani.
Bir katılımcı: (anlaşılmadı)
Abdulaziz Bayındır: Evet, şimdi şöyle… “Ve lev kane tussuretu alev bisadetin vel katile ve la bisatin mahruşun la yukrehu” Yani yere atılmış bir sergide, yani işte, seccade dediğimiz. Orada olsa resim, ya da yayılmış bir yaygıda olsa mekruh olmaz. “Lennaha tudasu” Kirlenir. Değil mi?
Enes Hoca: “tudasu”, çiğnenir. Ayak … paspas…
Abdulaziz Bayındır: Çiğnenir. … aynı. İkisi de aynı mı? Ha, “tutefsir”. “Bi hilafin ma iza kâne bisadeti mansubeten” Ama dikilmişse, yani asılmış vaziyette ise yaygı, dikilmişse… Az önce “bi saada” geçti. Ben ne mana verdim?
Enes Hoca: Sergi dediniz.
Abdulaziz Bayındır: Ha, çok yanlış yapmışım. “Ve lev kane tussuretu alev bi saadetin…” Yastıkta bir şey olsa…
Abdullah Bayındır: “bi saada” deyince ben şey…
Bir katılımcı: O da var.
Abdulaziz Bayındır: Evet, tamam “ Alâ bisatin mefruşin la yukrehu” Yani yere atılmış bir yastık var. Yayılmış bir yastık.
Abdullah Bayındır: “bisada” sergi, “bisade” yastık.
Bir de dikilen yastık var. “Bi hilafin ma iza kâne bisadeti mansubeten” Eğer dikilmişse o yastık. Efendim… “Ev kâne tale sutreti” Ya da sutrenin, namaz kıldığınız yerin üzerinde olursa. “…” O zaman bu böyle değil, mekruh olur. “Yevmel tazimul leha” O zaman o surete saygı olmuş olur.
Abdullah Bayındır: Yastığın üstündeki çünkü normal suret.
Abdulaziz Bayındır: Çünkü yastık öyle tutup yere konmaz tek başına. “Ve eşedduha keraheten entekune evamen musasalli” En fazla mekruh olan kısmı namaz kılan imamın önünde olmasıdır. “Summe min… kırasi” Sonra başının üstünde. “Summe ale…” Sonra sağında. “Summe … şimali” Sonra solunda. “Summe …” En son, arkasında olması.
Rüstem Hoca: Mekruhluk zayıflarken en sonunda bitiyor.
Yahya Şenol: Yani hiç bir şey … namaz kılınamıyordu da?..
Abdulaziz Bayındır: Sadece yerde olursa olur diyor. Vücut hizasında, önde, arkada, üstte, sağda, solda… Ne?
Yahya Şenol: …? (anlaşılmıyor)
Abdullah Bayındır:Arkadayken de… Yerde olmasından daha zayıf arkada olması.
Abdulaziz Bayındır: Hayır, gene mekruh olur diyor.
Abdullah Bayındır: Mekruhtur… Yerde olmasından daha zayıf ki arkada olması. Yerde olması gene göze rastlıyor.
Abdulaziz Bayındır: Hayır, arkada da duvara asarsan bir değer vermiş oluyorsun. Ama yere yaydığın zaman değer vermiş olmuyorsun. Oradan hareket ediyor.
“Ve lev le bise sevben fihi tasabiru yukrehu” Üzerinde resimler olan elbiseyle namaz kılsa mekruh olur. “ … yuşbihu hamiles sanabi” Put taşıyana benzer. Pek de benzer bir tarafı bu yok yani. Putu böyle mi taşıyor? Neyse. “Vessalati caizetin fi cemile zalike” Ama bütün bu durumlarda namaz caizdir. “ … şeraite” Namaz şartlarını bulundurduğu için caizdir yani. Mekruh oldu ama caizdir diyor.
Abdullah Bayındır: O zaman tenzihen mekruh diyor.
Abdulaziz Bayındır: “Ve tuadu alâ vechin gayri mekruhin.” Ama iade edilir. Yani orada değil de başka bir yerde. Kerahetsiz olarak namaz kılınan yerde iade edilir. “Ve hazel hukmu fi kulli salatin uddiyet mali kerahe” Kerahette kılınan bütün namazlarda bu böyledir.
“Ve lâ yukrehu timsalun gayru birruhi” Ruh sahibi olmayan timsaller mekruh değildir. İşte, Kâbe heykeli dedin ya. Aslında buradaki ruhu can manasına kullanıyor. Kur’an-ı Kerimdeki ruh manasına değil.
Bir katılımcı: At ise mesela, o…
Abdulaziz Bayındır: Evet, ona ruh demiş oluyor. “Lenne yula yu’bed” Çünkü bunlara ibadet edilmez.
Peki konu başlığı uzakta mı yakında mı?
Katılımcılar: Az kaldı.
“Ve lâ be’si bikaddil hayyati vel akra ve fissalati” Namaz sırasında yılan ve akrep öldürmekte bir sakınca yoktur. “… gavle aleyhissalati vesselam uktulû el esfedeyni ve lâ kuntum fissalatin” Bu iki siyahı, demek ki akrep ve şey…
Abdullah Bayındır: Kara yılan
Abdulaziz Bayındır: Yılan. Onu namazda bile olsa öldürün demiş Peygamberimiz.
Abdullah Bayındır: Anadolu’daki kara yılan zehirsizdir ama.
Abdulaziz Bayındır: “Ve len nefihi zaletuşşa’li” Meşguliyeti gidermek. Nasıl oluyor ki o iş?
Abdullah Bayındır: Aklın meşguliyeti. Onu görünce korkarsın.
Abdulaziz Bayındır: “Fe eşbehe derrel marri” Yani önünden geçen kişiyi engellemek gibidir diyor. Yani yılan öldürmek o kadar kolay mı?
Bir katılımcı: … alıp vuruyor.
Abdullah Bayındır: Yılan sıcaktan mayışmış…
Abdulaziz Bayındır: Hayır, yılanlar sıcakta ortaya çıkar. Soğukta kaybolurlar. “Ve estevi cemiul … hayyati yuvessahihu” Bütün yılan çeşitleri buna girer. Doğru olan budur. “…” … hadis mutlak olduğu için diyor.
Abdullah Bayındır: Yılanın rengi artınca zehri artıyor diye şey var. Genel bir görüş. Onun için siyahtan daha geçmek lazım.
Abdulaziz Bayındır: Evet, valla bizim bir çoğumuz rüya gördüğümüz için, yılanı görsek zaten çoktan namazımız gider. Yani öldürmeyi bırak…
(gülüşmeler)
Aslında işin gerçeği, Hz. Musa da yılanı gördüğünde arkasını dönüp kaçıyor yani.
Abdulaziz Bayındır: Ha?
Yahya Şenol: Abdest gideceği için…
Abdulaziz Bayındır: Bazıları televizyonda görmeye dayanamıyor.
Rüstem Hoca: Değirmene gideriz. Oturduğunuz zaman üstünden geçip gider. Uyuya kalıyor insan değirmende.
Abdulaziz Bayındır: Zehirli değil o zaman.
Rüstem Hoca: Zehirli değil. Ama çöle gittiğin zaman orada kısa yılanlar var onlar zehirli. Zaten zehirli olsa öldürmeye fırsat vermez, kovalıyor insanı.
Abdulaziz Bayındır: Gelme diyor. Sonra karışmam diyor.
Abdullah Bayındır: Yalnız, dünyanın en zehirli yılanı dedikleri o Kral Kobrası Hindistan tarafındaki; belgeselde göstermişti onu. İşte, insanların olduğu alan giriyor, bir tane çiftçi kız onu görüyor bağırıyor, o da şeye kalkıyor böyle, kobraların kalkışı, ağzını açıp o da bağırıyor kendince, geri kaçıyor. İkisi de ters taraflara kaçıyor.
Abdulaziz Bayındır: “Ve yukrehu adduleyi ve tesbihati bil yedifis salati.” Namazda elle ayetleri ve tespihleri saymak mekruhtur. “Ve kezâlike addussuvari.” Sureleri saymak da öyle. “Le … amelissalati.” Bu namazın amellerinden değildir. Mesela tespih namazı kılarken mecburen sayıyor adam.
“Ve an Ebu Yusufe ve Muhammedi rahimehullahiteala”...
Sen bu tespih namazıyla ilgili araştırma yapmıştın. Neydi?
Enes Hoca: Bid’atmış.
Abdulaziz Bayındır: Bid’at. Peygamberimizin kıldığına dair hiç rivayet var mı?
Enes Hoca: Zayıf yerlerde oluyor o hadisler.
Yahya Şenol: Bir hadis söyleniyor. Bid’at denmiyor ama.
Enes Hoca: O hadisin zayıf … olduğunu şey yaptım ama genel karar bid’at oluyor.
Yahya Şenol: Yok ya bid’at değil. Mekruh…
Abdullah Bayındır: Onu kandil gecelerinde falan kılıyorlar değil mi?
Fatih Orum: Bir namaz mekruh nasıl oluyor yani? Namazın mekruh olması ne demek?
Yahya Şenol: Hoş görmüyor adam…
Abdulaziz Bayındır: İyi ya işte, bid’at… Mekruh ise bid’at demektir yani. Peygamberimiz yapmamışsa…
Yahya Şenol: Kim, yani son şeyler olmasın bunlar?
Abdulaziz Bayındır: Yani her hangi bir peygamber o ibadeti yapmadı da siz yaptıysanız işte bid’at odur. Başka hangi…
Bir katılımcı: Ama her mekruh bid’at değil.
Abdulaziz Bayındır: Peygamberimiz yaptıysa niye mekruh?
Yahya Şenol: Tavsiye ettiğine dair bir hadis var ya. Zayıf diyor ona. Zayıf dediği için kılınmazsa daha iyi olur diyor.
Abdulaziz Bayındır: Ama Peygamberimiz kendi kılmamışsa tavsiye de etmemiş demektir. “Ve yukrehu adduleyi ve tesbihati bil yedifis salati.”… Yok orayı okuduk zaten.
Enes Hoca: Bu tespihlerle ayetleri sayıyor, sureleri niye sayıyor ki bu?
Abdulaziz Bayındır: Ha, sureleri de sayar işte.
Rüstem Hoca: Bazı namazda … şu kadar okudun diye bazı şeyler var.
Abdulaziz Bayındır: Üç kere ihlas okursa diye. Hani Peygamberimizin kılmadığı şekilde bir takım namazlar var ya. “Ve an Ebu Yusufe ve Muhammedi rahimehullahiteala … basi bi zalike fil faraidi vel nemafili cemian muraate sunneten kıraati.” Yani kıraat sünnetine uymak için farz ve nafile namazlarda şey yapılabilir. Sabah namazında kırk ayet var falan diye söylüyorlar ya.
“Vel ameli imacaet bi sunneh” Sünnetde geldiği şekilde amel etmek niyetiyle olursa sahihtir demişler. “Gulna” Biz şöyle diyoruz, “Yum kun ve enyaudde zâlike kable şurui” Namaza başlamadan saysın. Hiç aklına gelmedi peki. “Feistani anil addi bi ba’dehu” Namaza başladıktan sonra da saymasına gerek kalmasın. “Vallahu âlem.”
Bitti mi?
Yahya Şenol: Gerçi bir paragraf daha var. Bu gene şeylerle alakalı, …atla. Ondan sonra vitir namazı geliyor.
Abdulaziz Bayındır: Ne namazı?
Yahya Şenol: Fasıl diye başlıyor da, işte o yukrehu…
Tamam. “Faslun” Bir başka fasıl, “Ve yukrehu istikbali kıbleti bil felci filhalail en aleyhissalati vesselam nehali zalike” Yani insanlar tuvalete gittiği zaman ön tarafını kıbleye çevirmeleri mekruh olur. “ve …” Arka taraflarını çevirmeleri mekruh olur. Peygamber efendimizden bu konuda bir rivayet gelmiş. Peygamberimiz yasaklamıştır diye. “Lima fihi min terkit tazimi” Saygıyı terketmek. “Ve lâ yukrehu fi rivayetin” Başka bir rivayette de mekruh değildir. “Lelnel mustedbera fercuhu gayru muvazin lilkıbleti.” Çünkü ön tarafı kıbleye dönük olan kişi…
Abdullah Bayındır:Yani namaz dışında kıblenin işin içine katılması çok ilginç.
Abdulaziz Bayındır: Kıbleye tam muvazi, tam hizada olmaz diyor. “Ve ma yen hatumin hu yen hatu inel ard” İşte o boşalan, önden arkadan gelen pislikler yere boşalır.
Rüstem Hoca: Yani kıbleye muvazi olmuyor demesi çok iyidir. Mesela bugün şöyle baktığım zaman kıble gittikçe aşağı iniyor yani.
Abdulaziz Bayındır: Tabi yani o şeyler, o boşalma yere yapılır, kıble tarafı olmaz.
Rüstem Hoca: Bir de başka bir … bakmış olur. Düz…
Bir katılımcı: Hizayı o anlamda açıklamamışsan, o zaman hiç birimizin namazı olmaz. Yönümüz değişiyor, bir boşluğa doğru bakıyoruz. Halbuki kıble altta.
(Burada kıblenin aşağıda kaldığı söyleniyor)
Abdulaziz Bayındır: Şimdi, kıblede esas olan şeyin bulunduğu yöndür kendisi değil. Öyle düşündüğün zaman hepsi de aynıdır. “Bi hilafil mustakbili” Ön tarafını kıbleye çevir… değil. “Lennevu fercehu muvazinneha” Onun ön tarafı kıbleye dönük olur diyor. “Ve ma yen hatumin hu yen hatu ileyha” Ondan çıkan kıbleye doğru çıkar, sonra aşağı doğru akar. İdrarı kastediyor.
(gülüşmeler)
Abdulaziz Bayındır: Ya bunlarla uğraşmanın anlamı ne Allahını severseniz ya? Öf! Yani millete hayatı zindan etmek için… Bak bir çok kimse psikolojik olarak hasta oluyor, yani bunların yüzünden biliyor musun? Hele, mesela adamın evindeki tuvalet böyle yapılmışsa.
Fatih Orum: Çok sorun oluyor.
Abdulaziz Bayındır: Ya olmaz ki kardeşim…
Abdullah Bayındır: Ayak uzatma da var.
Abdulaziz Bayındır: Ayak uzatma, bilmem ne.
Fatih Orum: Ona göre evini dizayn ediyor. Yatak odasını ona göre dizayn ediyor.
Abdulaziz Bayındır: Yatak odasını ona göre, yani hasta oluyor.
Abdurrahman Yazıcı: İşte bu Kuveyt’teki falan şeylerin, Arapların, zengin Arapların, işte İslamdan anladıkları, işte tuvalet, evde yaptıkları tuvalet şeye dönüyor mu dönmüyor mu falan, bunları … Tuvalet önü kıbleye dönmesin, yok şöyle olsun böyle olsun.
Abdulaziz Bayındır: İşte ama çocukluktan bunu öğrenince mecbur ediyorsunuz. Benim burada, “Ve tukrehu mucamatu fevkal mescid” Mescidin üzerinde eşiyle ilişkide bulunmak mekruh olur. Şimdi altta mescit üst tarafta ev. Yani bunların hepsi çok ciddi sıkıntılı ifadelerdir. “Vel bevlu vettahalli” İdrar da mekruhtur, baş başa kalmak da mekruhtur.
“Len lasat hal mescidi lehu hukmul mescid. Hatta yasihhal iktidau minhu bimen tahtau” Çünkü mescidin üstü de mescit sayılır diyor. Kim söylüyor bunu?
Bir katılımcı: Ama o kadar da değil Hocam. Şimdi bu günümüzdeki camiler için ya da katlı binalar için denilmemiştir. O zaman evler genellikle tek katlı, tek katlı değilse de en fazla iki katlıdır. Bunun üstü otomatikman camiye ait olacak. Yani caminin üstünde kız arkadaşıyla konuşmak ne kadar uygundur?
Abdulaziz Bayındır: Kız arkadaşıyla değil kardeşim, eşiyle yapıyor. Kız arkadaş diye bir kavram var mı şeyde?
Katılımcı: Orada “halve” diyor.
Abdulaziz Bayındır: Öyle bir şey yok, haramlardan bahsetmiyoruz burada. Eşiyle bu.
Katılımcı: Ha eşiyle de olsa, yani sonuçta cami kamu malı.
Bir katılımcı: Bizim Konya’da çok öyle binaların alt katlarının mescit yapması…
Abdullah Bayındır:Ankarada çok fazla.
Bir katılımcı: Tam ben söyleyecektim. Bazı evlerde mescit…
Abdulaziz Bayındır: Hayır, onlar zaruretten dolayı. İstisna… Yani bu prensibi neye dayanarak koymuş ki? Asıl mesele o.
Abdullah Bayındır:Caminin parçası olan imam lojmanları var. Mesela Yavuz Selim Camii’nde.
Abdulaziz Bayındır: Üst katta lojman oluyor. Bak şimdi, burada bak ne demiş delil olarak; “Ligavli taalâ ve lâ tubaşurunne ve entum akifune fil mesacit.” E bu onun delili mi?
Enes Hoca: … mescit sayılıyor ya.
Abdullah Bayındır: İtikaf için…
Abdulaziz Bayındır: Nereden sayılıyor? Kâbe’nin dışında neresi sayılıyor?
Enes Hoca: (anlaşılmadı)
Abdulaziz Bayındır: Tamam. Aşağıdakine uyma itibariyle olabilir. Evde de namaz kılarken evin mescit oluyor.
Fatih Orum: Evde itikafa giriyor veya “tubaşurunne ve entum akifune” o zaman orada…
Abdullah Bayındır: Ya bu uygun olur uygun olmaz demek ayrı bir şey, haram olur haram olmaz…
Abdulaziz Bayındır: Mekruh diyor. Bu olmaz. Dini bir hüküm mekruhluk. Yani bir delile dayanması lazım. “Ve lâ be’se bil bavli fevka beytin fihi mescidun.” İçinde bir mescit bulunan bir beytin üzerinde idrar yapılabilir diyor. Ne demek bu? “Vel muradu mauiddeti salati fil beyti.” yani evin içerisinde namaz kılmak için ayırdığınız bir yer var, bir bölüm var. Bundan maksat odur. Onun üst tarafına idrar yapılabilir. “Len … yahut hukmen mescidi” Evet… Bu mescit hükmünü almaz. “Ve inne debne ileyh”… Ne?
Enes Hoca: “Ve inne dibna ileyhi”
Abdulaziz Bayındır: Evet, “Ve inne debna ileyhi” Onu caiz görsek bile. Yani böyle bir şey olabilir desek bile.
Enes Hoca: Yok burada öyle bir şey demiş ki, yani…
Abdulaziz Bayındır: Teşvik etsek bile öyle mi?
Enes Hoca: Yok, evlerimiz içerisinde belli bir bölümü mescit yapmaya davet edilsek bile. Mesela ona delil olarak … kıbletin ayetini almış… (ayet anlaşılmadı)
Abdulaziz Bayındır: Bak, “Ve … kıble” O şey değil. Bak diyor ki, oradaki o ayette bir mescit yapılmasını istiyor Musa (a.s). Yani bu ayet ona deli olmaz.
Enes Hoca: Bir hadis de var. Bu ikisiyle birlikte oradaki ibare … Yani böyle bir…
Abdulaziz Bayındır: Teşvik edilmiş olsak bile.
Enes Hoca: … olsak bile evlerdeki mescit hükmü verilmez.
Abdulaziz Bayındır: Tamam. “Ve yukrehu enyune kababun mescidi.” Mescidin kapısının kitlenmesi mekruhtur. Doğrudur. Ama şimdi değil. Şimdi bir sürü eşya var. Ama eskiden öyle değildi.
Abdullah Bayındır: Dışında namaz kılacak yer zaten bırakılıyor şimdi çoğusunun. İçi kitleniyor.
Abdulaziz Bayındır: Evet, tamam. O da ihtiyacı karşılıyor. “Lenneu yuşmena minassalati” Namazdan engelleme anlamı taşıyor bu. E gerçekten insan bakıyor, bir yerde bir mescit buluyor, orada bir namaz kılarım diyor, gidiyorsun kapısı kapalı. Ne yapacaksın? “Ve kıle la’be sebihi izahi fi alâ metail mescid” Mescidin metaından mallarından korkulursa kitlenmesinde bir günah yoktur denmiş. Bir beis yoktur. “Fi gayri evanissalâh” Namaz vakitleri dışında kilitlenebilir demiş. ve lâ… işte, eşyasını korumak için.
“Ve lâ be’se en yunkaşa el mescidu bilrıssi vessâci ve mâ idâb.” Sac ne demek?
Enes Hoca: “Vessacu şecerun ya’vuzu cidden ye’futu hu bil hindi ve lâ hu kıymetun” demiş. Öyle bir ağaç…
Abdulaziz Bayındır: Evet. Yani özel bir ağaçla süslenmesi. Evet. Mescidin kireçle, ondan sonra, o Hindistan’da biten o siyah ağaçla ve altın suyuyla süslenmesinde bir beis yoktur diyor. “Ve kavlu ulâ be’se…” Burada geçen lâ be’se ifadesi “… yuşiru ilâ ennehu lâ yu’ceru aleyhi” lâ be’se diyorsa bunun yapmanın sevabı da yoktur demektir diyor. “lâ kinnehu lâ ye’tem” Ama günah değildir demektir.
“Ve kıyle huva kurbatun ve haza izâ fale bimmari nefsihi” Bu bir sevaptır diyen de denmiş. Kendi malından yaparsa. Bir de para toplayan adamlar için de işe yarar yani. Genellikle böyle gereksiz şeylere harcarlar böyle mescitlere toplanan paraları.
“Emmel mutevelli feyaf alû mâlil vakfi.” Mütevelli vakıf mallarından bunu yapar diyormuş. “Ma yercu ilâ kamil bina.” Ha, mutevelli vakıf malından binayı sağlamlaştıracak şeylere yatırım yapılır. “… ilennakşi” Süse değil. “Hatta lev feale yadmunu” Yapsa bunu, süs için harcamada bulunsa kendi cebinden karşılaması gerekir. “Vallahu âlem bissevâp ve ileyhi marcuu vel veâb.” Şimdi babı salatin vitr. Bugün iyi gittik ha.
Bir katılımcı: Son on beş dakika iyiydi.
Abdulaziz Bayındır: Uçakla gittik. Yok, baştan beri iyi gidiyoruz. Söyleyecek sözleriniz varsa dinleriz. Ama yoksa kapatırız.
Katılımcı: Şafiiler hamamı eklemişler. Bu namazı hamamda kılmak mekruhtur…
Abdullah Bayındır: Hamam da tuvalet anlamına geliyor.
Katılımcı: Yok, bildiğimiz hamam. Yani banyo. Yolda, ondan sonra kilisede, ahırda, kabristanda namaz kılmanın mekruh olduğunu söylüyorlar. Rükûdan çok … olduğunu söylüyorlar. Hasiraya göbek anlamını veriyorlar. Yani el bağlanan…
Abdulaziz Bayındır: Hanefilerin sünnet dediklerine Şafiiler mekruh diyor. Hanefiler de Şafiilerinkine mekruh diyor. Tamam.
Abdullah Bayındır: Açık ifade olmayınca her şeye…
Rüstem Hoca: Belki orada da söylenmiştir ama yani ben duymadığım için … (Arapça cümle anlaşılmadı)
Abdulaziz Bayındır: Yani insanın idrar ya da büyük abdest yapma ihtiyacı sıkıştırdığı zaman ya da karnı aç, yemek de hazır böyle bir zamanda da namaz kılması mekruh olur. Ha şeyler de, Zâhiriler de ha (Abdurrahman Hoca’yı işaret ediyor)
Abdurrahman Yazıcı: Zâhirilerde farz Hocam. Yiyip şey yapması lazım.
Abdulaziz Bayındır: Namaz vakti geçmiyorsa, yemek de hazırsa yemek yemesi farz.
Abdurrahman Yazıcı: İhtiyacı da gelmişse ya da. Abdest bozması gerekiyorsa namaz kılamaz.
Abdulaziz Bayındır: Namaz kılamaz.
Abdullah Bayındır:… Hanefide.
Rüstem Hoca: … (Arapça bir şey okurken görüntü bitiyor)
…