Allah’ın Elçisini Doğru Anlamak

14 Nisan 2012 tarihinde yayınlandı. görüntülenme Mukayeseli Fıkıh Müzakereleri

(Abdülaziz BAYINDIR) : Elhamdü lillâhi rabbil-âlemîn. Vessalâtü ves-selâmü ‘alâ Rasûlinâ Muhammedivve ‘alâ âlihî ve ashâbihî ecme’în.

Türkiye’de biliyorsunuz uzunca bir zamandır, nisan ayında kutlu doğum haftası diyanet işleri başkanlığı tarafından düzenleniyor. Peygamberimiz (sav) ilgili insanlar bilgilendiriliyor. Yalnız gördüğümüz kadarıyla yanlış bilgiler doğru bilgilerden daha fazla yer alıyor. Mesela Zeytinburnu İmam Hatip Okulu’nun düzenlemiş olduğu kutlu doğum haftasının adı neydi?

(Abdullah BAYINDIR) : İşte, levlake diye afiş yapmışlar.

(Abdülaziz BAYINDIR) : Levlake diye bir afiş yapıyorlar. Şimdi biraz sonra…

(Abdullah BAYINDIR) : Başbakanın katılımıyla Abdi İpekçide yapacaklarmış 25 Nisan.

(Abdülaziz BAYINDIR) : Abdi ipekçide. Levlake diye bir afişle peygamber (s.a.v) anmaya çalışıyorlar. Şimdi, Cüneyt Coşkun o levlake olayıyla alakalı bizi bilgilendirecek. Birde biliyorsunuz peygamberimiz (s.a.v) ile ilgili hep olağanüstü şeyler anlatılır. İşte parmaklarından su aktı, bir orduyu suyla doyurdu. İşte yiyecekler çoğaldı ya da işte ağaçlar selam verdi…

(Abdullah BAYINDIR) : Kebap bile geldi beni yeme dedi…

(Abdülaziz BAYINDIR) : Kebap bile geldi beni yeme dedi. He o şeydeki, Hayber’de beni yeme dedi falan. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in mucizeleri diye ayrı kitaplar da yazılıyor. Bir takım olağanüstülükler peygamberlere mal ediliyor. Zaten insanları en çok rahatsız eden bir beşer peygamberin olmasıdır. Hâlbuki Kur’an-ı Kerim’de bütün peygamberler insanlara şunu söylemişlerdir;

‘’Kul innemâ ene beşerun mislukum. Ben tıpkı sizin gibi bir insanım.(Fussilet 6.Ayet)’’ Tıpkı bizim gibi bir insanın gelip de Allah Teâlâ’nın ayetlerini bize okuması insanlara pek tatminkâr gelmiyor. Çünkü insanlar karşılarında bir tanrı görmek istiyorlar. Neden dolayı tanrı görmek istiyorlar? Çünkü ulaşamadıkları bir takım istekleri var yani Allah’a dua ediyorlar, o dualarının kabul olmadığını düşünüyorlar, istiyorlar ki hiç imtihana girmeden sınıf geçelim. Yani bir okulda bir talebe ben derslere girmeyim, imtihana girmeyim ama sınıf geçeyim diye istekte bulunduğu gibi insanlar da diyor ki Allah Teâlâ bizi hiç imtihan etmesin, bütün isteklerimizi versin cennetine de koysun. Bize böyle bir peygamber lazım, yani, Allah bunu kabul etmiyor, ona kabul ettirecek gücü olması lazım. Hâlbuki Allah Teâlâ bir kanun koymuş, insanlar imtihandan geçirilir, insanların çok sıkıntılı dönemler yaşamasını sağlar. Allah Teâlâ ne diyor ayeti kelimesinde, estaizübillah, Bakara 155 de ‘’Ve le nebluvennekum bi şey’in minel havfi vel cûi ve naksın minel emvâli vel enfusi ves semerât. Şurası çok kesinki sizi yıpratıcı bir imtihandan geçireceğiz. (BAKARA 155)’’ Buradaki yıpratıcı kelimesi nebluvenne kelimesinden kaynaklanıyor, belli bir şeyin eskimesi, yıpranması, işte elbisenin yıpranması gibi. İnsanlar da Cenab-ı Hak tarafından yıpratıcı bir imtihana tabii tutulurlar. O yıpratıcı imtihana girmeyen insanlar pişemezler. Yani, şöyle düşünün, çok basitinden bir patatesi alıp eve getiriyorsunuz, o patatesi kaynar suda haşlamadan kabuğunu da soymadan yiyemiyorsunuz. Soymak da yetmiyor ayrıca da kesiyorsunuz. Bazen kesmek de yetmiyor. Küçük küçük parçalara ayırmak gerekiyor. Şimdi siz o patatesin yerinde olmak ister misiniz? Bir kere bulunduğunuz yerden sizi koparıyorlar. Ne güzel tarlanın içerisindeydiniz oradan koparıp getiriyorlar. Ondan sonra çuvallara koyup pazarlıyorlar, ondan sonra alanlar şeye döküp haşlıyorlar, haşlamak yetmiyor kabuğunu soyuyorlar, sonra da parça parça kesiyorlar ondan sonra da yeniyor. Şimdi bu Cenabı Hakkın bütün varlıklara koyduğu bir kanun. Ya da işte dünya’nın en kaliteli ağacından mobilyanız olsun istiyorsanız o ağacı birisi kesip de evinize getirse evinize sokmazsınız. Çünkü o ağacın kabuklarının ayıklanması lazım, fırınlanması lazım, kesilmesi lazım, iyice yıpratılması lazım o da yetmiyor bir sürü işlemden geçtikten sonra mobilya haline getirilmesi lazım ki siz onu evinize koyasınız. İşte insanlar da böyle, Cenab-ı Hak insanları bu şekilde yıpratıcı imtihanlardan geçirir, o yıpratıcı imtihanlar insanı pişirir, adam eder, işe yarayacak hale gelir ondan sonra cennete sokar. Yani bu işlemler sırasında bazı ağaçlar dayanamaz, parçalanır. Parçalananlar da mobilya yapılmaz atar yakarlar. İşte o parçalananlar da cehenneme gidiyor. Yani bu şeye dayanamayanlar. Bu imtihanlara dayanamayanlar cehenneme gidiyor. Şimdi işte insanlar istiyor ki hiç imtihana girmeden, bizi doğrudan cennete götürecek birisi gelsin. Peygamber dediğin öyle olur. Bu sebeple bizim gibi bir beşerse onun bütün yaptığı Allah’ın emirlerini bize anlatmaksa böyle bir peygamberi ben ne yapayım. Yani bana bir bahçe ver diyeceğim vermeyecek, işte bugün çekim senedim var ödeyemiyorum bir hareket et para gelsin gelmeyecek.

(Bir Katılımcı) : Elinde sihirli değnek olacak…

(Abdülaziz BAYINDIR) : Elinde sihirli değnek olacak falan e böyle olmadıktan sonra ben ne yapayım böyle peygamberi. Bir de bugün size bir şey söylemek istiyorum. Şu Araf suresinin 151.sayfa 20.ayetini açarsak orada bütün batıl fikirlerin temelini oluşturan şey anlatılıyor aslında, Adem ile iblisin arasında geçen olaylar. Şimdi burada bakın, iblis, Adem a.s o bahçeye yerleştikten sonra iblis, biliyorsunuz, doğru yolun üstüne oturuyor. Doğru yolun üstüne oturuyor, insanlara sağlarından sollarından önlerinden arkalarından giriyor ve insanları Cenabı Hakka karşı şükür etmeyecek bir hale getiriyor. Şükür etmeyecek ne demektir? Teşekkür etmeyecek bugünkü şeylerden dolayı yani minnet duymayacak bir hale getiriyor. Yapısı o. Yani sen olmasan da olur. Sen olmasan da olur diyebilmek için Allah’ın yerine koyacağı birisine ihtiyaç var. Çünkü inançsız olmuyor. Bakın burada neler söylüyor Cenab-ı Hak, ‘’Fe vesvese lehumuş şeytânu. Şeytan, Âdemle Havva’ya vesvese verdi.(Âraf – 20)’’ Vesvese ne demek? Böyle, pıspıspıs yani niye ben böyle pıspıs yaparım kimse duymasın bak. Kimse duymasın. Birilerinden sakladığım bir şey var değil mi? Bu bir, bunu aklımızda tutalım. Ondan sonra diyor ki, ‘’ Li yubdiye lehumâ mâ vuriye anhumâ min sev’âtihimâ. Kendileri için gizlenmiş olan gizli yerlerini ayıp yerlerini açmak için. (Âraf – 20)’’ diyor. Bu ayıp yerler meselesi de oldukça önemli. Çünkü bu buna önce bir edep yerleri olarak mana verilebilir, başka manalar da verilebilir tabi. ‘’Ve kâle mâ nehâkumâ rabbukumâ an hâzihiş şecereti illâ en tekûnâ melekeyni ev tekûnâ minel hâlidîn. Rabbiniz bunları niye yasakladı biliyor musunuz? Bundan yerseniz ikiniz birer melik olursunuz (Âraf – 20)’’ yani yetkili duruma gelirsiniz, güçlü hale gelirsiniz, e güçlü hale geldiği zaman ne olacak? Cenab-ı  Hakka karşı benim sana ihtiyacım yok diyeceksin bir noktada. ‘’Ya da ölümsüzleşirsiniz (Âraf – 20)’’ Burada ya da kelimesi geçiyor, şeyde Taha suresinde ya da ifadesi de geçmiyor. Orda diyor ki, ‘’Hel edulluke alâ şeceretil huldi (Size ölümsüzlük ağacını) ve mulkin lâ yeblâ (Ve yıpranmayan saltanatı göstereyim mi?) (Tâhâ-120)’’ diyor. O da Tâhâ 120.ayet. Demek ki Âdem a.s ile çok konuşmuş yani bir kere konuşmamış, birkaç kere konuşmuş. Ya şu ya şu dediği zaman da değil ikisini de birleştirmiş onu Âdem aleyhisselam’ı kandırması o kadar kolay olmamış, öyle anlaşılıyor. Şimdi burada üç tane şey var, bir vesvese, vesvese ne demek? Gizemli konuşma. Yani, ben şimdi, Cüneyt eğil bana doğru ne yapıyorum? Sana bir sır veriyorum değil mi? Buradaki hiç kimsenin bilmediği bir şeyi sana, hiç kimsenin bilmesini istemediği bir şeyi sana söylüyorum. Şimdi, sır, bir sır kelimesi çok önemli, iki ölümsüzlük, üç yetki. Şimdi, dikkat ederseniz, tabii ondan sonrada asıl niyet kişilerin gizlediklerini ortaya çıkarmak, yani kişilerin kişiliklerini yani bastırdıkları kötü duyguları ortaya çıkarmak diye düşünebilirseniz eğer o zaman insanları ters duruma düşürmek olur. Şimdi, bakın bütün batılların altında bu vardır. Bir sır, mesela vardır Kaddesallahü Esrarehül Âliye değil mi? Allah onun yüce sırlarını mukaddes kılsın, arındırılmış kılsın hep böyle. İki ölümsüzlük, tarikatlarda ne derler? Şeyh öldüğü zaman ruhu kınından çıkmış kılıç gibi olur, asıl işini o zaman yapar. Vücut sıkıntısından kurtulmuş olur. Ne oldu ölümsüzlük değil mi? Ölümsüzlük. Üçüncüsü de mülk, yetki, saltanat. Şimdi mesela gavs kelimesi vardır. Cenabı Hakkın bütün yetkileri ona verilmiş, göklerde ve yerde tasavvuf yetkisi onundur. İşte abddülkadir geylaniye bir söz söylettiriyorlar, o mu söylemiş ona mı söylettirilmiş onu Allah’tan başka kimse bilemez ama ona ait olan kitaplarda, geçen konuşmuştu, işte bir elim balığın karnında bir elimde yedi göğün tepesinde. Balığın karnında demesinin sebebi eskiden dünyanın balığın sırtında olduğuna inanılırmış onun için o dünyayı sırtlanmış olan balığın karnına koydum diyor bir elimi öbürünü de yedi göğün tepesine koyuyor, bu ikisi arasında benden habersiz hiç bir şey olmaz diyor. Benden habersiz hiç bir şey olmaz ne demek? Yok olmayan bir saltanat demektir. Peki, şimdi bu sır Cenabı Hakkın gayb bilgisi oluyor. Bakıyorsunuz ki gaybı bunlar biliyor. Gaybı biliyorlar, ölümsüz ve saltanat. E şimdi bir mümin toplumda, yani insanlar bir peygambere inanıyorsa, bir kitaba inanıyorsa, o zaman o peygamber bunlardan daha güçlü hale getirilmedikçe bunlara kimse inanmaz. Yani bir beşer olan peygambere inanan insanları Muhammed a.s sıradan bir beşer, ‘’Kul innemâ ene beşerun mislukum. Ben de tıpkı sizin gibi bir beşerden başka bir şey değilim. (Fussilet 6.Ayet)’’ Ben sadece bir beşerim diyen bir peygambere inanan insanlara bazı kimselerin böyle özelliklere sahip olduğunu kabul ettirmek mümkün mü? Böyle bir imkân var mı? Sen peygamberden üstün müsün dersin değil mi? O zaman önce ilk problem o peygamberi çok daha yükseklere çıkarıp kendileri için yer açmaktır. Öyleyse orda bir peygamber algısı, peygamber ölümsüz olacak. Ölümsüz olacaksa aslıda eskiden beri vardı demektir. Yani işte ilk insan o olması lazım. En son da olması lazım ilk de sensin sonda sen, öyle olması lazım. Onun için mesela Müslümanlar levlâke hadisini uydurmuşlardır. Aslında levlakeyi biraz sonra şeyden dinleyeceğiz, Cüneyt Coşkun’dan. O sadece Muhammed (s.a.v) için söylenen bir söz değil, İsa a.s için de söylenir. Hiç fark etmiyor. Bunu herkes için söylemek gerekiyor yani böyle insanlar hep aynı yoldan saptırıldıkları için yani şeytanın o Âdem a.s yoldan çıkarmak için söylediği üç kelime bakın her yerde. Bir o sır, yani gayb bilgisi, sanki şeytan Âdem a.s kulağına fısıldarken,  Allah duymasın ama öyle demiş oluyor, niye fısıldıyor kim var orda Âdem ile Havva’ya fısıldarken üçüncü şahıs kim kendisi dışında kim var orda? Yalnız Allah var değil mi? Bir Âdem var bir Havva var bir kendisi var bir de âdem var. E Âdemle Havva’ya fısıldıyor kimden saklıyor kendini? Allah’tan. Allah duymasın ama demiş oluyor. Burada, burada ne oluyor? Cenab-ı Hakkın özellikleridir aslında bunlar. ‘’La ya’lemul gaybe illallah ‘’ Gaybı Allah’tan başkası bilmez. Bunu söylediğiniz zaman bir sürü sistem bozuluyor. Yani bizim tarikatlarla ilk mücadelemiz bununla başladı. Onunla ilgili ayeti Süleymaniye camisinin kürsüsünde okuyunca kıyamet koptu. Bende o zamana kadar bir şey bilmiyordum, o zaman bunları tanımaya başladım. Kıyamet koptu. Ne demek, bilmek ne demek adeta okurlar demeye başladılar, neyse. Şimdi ölümsüzlük kimin özelliği? Allah’ın özelliği değil mi? Allah Teâlâ Âdem a.s yarattığı zaman burada yaşayacaksınız burada öleceksiniz tekrar dirileceksiniz diyor. Ölmek de istemiyor. Cenabı Hakkın bir özelliği, Allah duymasın da bak ha bunu yedin mi Allah gibi olursun bak ha falan demiş oluyor. Peki, mülkiyet o yok olmayacak saltanat kimin saltanatıdır? Allahın saltanatıdır. O zaman ne oluyor? Aslında bir tanrı oluşturma eylemi var ikinci bir tanrı Âdem a.s bu oyuna gelmedi yani önce bir geldi, ağaçtan yedi, ama arkasından meseleyi anladı ve tövbe etti. Yani işe bu noktalara kadar uzatmadı. Uzatmadığı için paçayı kurtardı. Onun için bu tanrı oluşturma eylemi hep devam eder. Şimdi bir hakikat-i muhammediye inancı oluşturuluyor. Hıristiyanlarda hiçbir şey yokken söz vardı deniliyor, Müslümanlarda da benim ruhumdur ifadesi kullanılıyor. Benim nurumdur. İşte levlake, sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım meselesi ortaya çıkıyor. Ondan sonra peygamberimiz (s.a.v) ‘e öyle bir yetki veriliyor ki, mahşerde nebiler bile senden medet ister diyor adam konuşuyor. Yani şimdi mahşer yerini düşünün adam Cenabı Hakkın ayetlerinin hiçbir değeri yok. Hâlbuki Allah Teâlâ büyük günah işlemeyen müminleri bile hiçbir sıkıntıya sokmadan cennete sokacağını Kuran-ı Kerimde vaat ederken peygamberler Muhammed a.s ‘a imdat! İmdat! Diye bağıracaklar, hâşâ. Peki, kimden kaçarak peygambere sığınıyorlar? Orda başka bir yetkili mi var? O zaman bunları Allah’ın gazabından -hâşâ- kurtaracak bir peygamber tasavvuruysa bu peygamber nedir? Benim tanrım senin tanrını döver meselesidir, başka bir şey değil yani. Şimdi, işte insanlar böyle, bu bir şeytanın oyunudur. Şeytanın tuzağıdır. Bakın Âdem a.s bile düşmüş ve kendisini zor kurtarmış oradan. Cenabı Hak tarafından eğitilmiş olmasına rağmen. Burada biz bunları anlatırken ben şunu şöyleyim, ben mesela kendi kendime öyle yaparım, başkasına anlatıyorsun sakın sen buraya düşme, önce bir kendimizi kurtarmaya çalışalım sonra da insanlara bunları anlatalım. İşte burada Muhammed (sav) ‘e verilen bu üç özellik tabi bunlara bir kapıldığınız zaman kişiliğinizi kaybediyorsunuz. İşte o da edep yerlerinin açılması diye düşünebiliriz. İşte, şimdi burada, Cüneyt Coşkun hocadan levlake hadisiyle ilgili bilgiler alacağız. Evet, buyurun.

(Cüneyt COŞKUN) : Euzübillahimineşşeytanirracim bismillahirrahmanirrahim. Elhamdü lillâhi rabbil-âlemîn. Vessalâtü ves-selâmü ‘alâ Rasûlinâ Muhammedivve ‘alâ âlihî ve ashâbihî ecme’în.

İnşallah bugün bu levlake diye bahsedilen, bahsi geçen rivayetin, rivayet kritiğini ben özellikle yapıcam. Daha sonra da hocam onu inşallah metin olarak değerlendirir.

(Abdülaziz BAYINDIR) : Hadis üzerinde doktora yaptığı için tabi…

(Cüneyt COŞKUN) : Çünkü ben bu konuda yapılmış bir çalışmaya rastlamadım. Acaba bu nerden gelmiş? Şimdi, şunu biliyoruz levlâke lemâ halaktül-eflâke diye nakledilen sözün aslında sahih olduğunu söyleyen bir muhaddis yok. Bu söz sahih bir rivayetle gelmemiş. Şimdi hemen en baştan kimler ne demiş bu konuyla ilgili onu şöyleyim. İlk defa bu konuyla ilgili Es-Sagani diye bir muhaddis kitabında yer vermiş, bu levlake diye başlayan hadise mevzudur demiş. Daha sonra da bütün mevzu hadislerle ilgili kitap yazanlar…

(Abdülaziz BAYINDIR) : Yani uydurma manasına geliyor…

(Cüneyt COŞKUN) : Mevzu uydurma hadis demek. Yani vaaz edilmiş sonradan ortaya konmuş. Daha sonra gelen uydurma hadisler üzerine müstakil eser yazanlarda muhaddislerden Sagani’yi takip etmişler. Hemen bakıyoruz, mesela Acluni, levlakeye uydurma diyor. El- fetteni uydurma demiş, Eş-Şevkani uydurma demiş, Leknevi uydurma demiş, El-Elbani var en son olarak 20.yüzyılın hadis âlimlerinden o da uydurma demiş. Onun dışında sahih diyen yok zaten. Bunun dışında mesele şu, levlâke lemâ halaktül-eflâke formunda gelen rivayet uydurmadır. Ama muhaddisler diyor ki, acluni ve şey Aliyyul kari diyor ki, evet bu uydurmadır, bu levlake ama manası sahihtir. Şimdi, bu manası sahihtir ifadesini bir hadisçi hangi anlamda kullanır, hadisçi kullandığı zaman. Diyor ki evet bu uydurmadır, bununla ilgili bir rivayet yoktur, bu levlakeyle ama başka rivayetler vardır, bazı hadis kitaplarında yer alan. Bunlara bakarak diyoruz ki mana olarak bu levlakeye yakındır. O yüzden manası sahihtir. Bir takım örnekler vermişler. Şimdi dolayısıyla bizi ilgilendiren o levlake rivayeti değil onu hiç dikkate bile almıyoruz. Asıl bizi ilgilendiren, levlahü içinde levlahü geçen veya levla Muhammed, Muhammed olmasaydı geçen rivayetlerdir. Bunları rivayet formunda vermişler, hadisçiler, hadis kitaplarında. Zaten bugünde bu levlake meselesi tartışılırken hemen diyorlar ki, levlake evet uydurma olabilir ama bak birsürü bunun benzeri var levlahu şeklinde o olmasaydı Muhammed olmasaydı, bunlar hadis kitaplarında var diyorlar size. Dolayısıyla uydurma denmiş bir rivayeti incelerken bizim geçmişe doğru tarihten gitmemiz lazım, yani o rivayetin izini sürmemiz lazım, geriye doğru. Nerde sistemli rivayet şeklinde gelmiş hangi kitapta var, öncelikle şunu söyleyelim. Bu rivayeti bu manayı içeren hadisler, biliyorsunuz hadis kitapları hicri ikinci yüzyılın başlarında yazılmaya başlandı, tasnifat. Sınıflandırıldı hadisler ve yazılmaya başlandı. Bu eserlerde bu anlama gelecek bir rivayet yoktur. Nedir bunlar bugün elimizdeki kitaplar İbni ebi şeybe’nin musannefi vardır, yoktur. Said bin mansur’un Sünen’i vardır, yoktur. Abdurrezzak’ın Musannefi vardır orada yoktur. İmam malik’in Muvatta’sında yoktur. Bunlarda yok, peki daha sonra gelen bizce meşhur olan hadis kitalarında var mı? Biz diyoruz ki Kütübü Sitte diyoruz, Kütübü Tisa diyoruz bunlarda da yoktur. Peki rivayet formunda bu ne zaman ortaya çıkmış, bunun izini sürüyoruz yani senetli olarak baktığımız zaman ilk kez bu rivayeti Taberâni’nin Mucemul Evsat ve Mu’cemu’s-sağîr isimli kitapları…

(Abdülaziz BAYINDIR) : Levlahu rivayetide…

(Cüneyt ÇOŞKUN) : Evet, levkake yok.

(Abdülaziz BAYINDIR) : Levlake hiç mi yok?

(Cüneyt ÇOŞKUN) : Levlake zaten herkes ona uydurma diyor, o konuda bir sıkıntı yok. Taberâni 260 ‘da doğmuş, hicri, 360 da vefat ettiği söyleniyor. Yani dördüncü yüzyılda muhtemelen bu kitapları ya dördüncü yüzyılın ilk yarısında yazmış bakın aradan ne kadar vakit geçiyor. İmam Buhâri hicri üçüncü yüzyılın ilk yarısında yaşamıştır. Arada bir yüzyıl civarında bir süre var. Şimdi hemen bu asıl bizim meselemiz olan rivayeti ben bir anlatayım size Türkçesini söyleyim, olay şudur. Hz. Ömer’den rivayet ediliyor peygamberimiz şöyle nakletmiş olayı Adem işlediği günahı işlediği zaman başını arşa kaldırdı. Arş yani kürsü olarak değerlendiriyorlar bunu taht. Bu arşın özellikle altını çiziyorum çünkü birazdan arş meselesine de gelicez. Ve şöyle dedi, Muhammed hakkı için beni bağışlamanı istiyorum. Allah ona şöyle vahyetti, Muhammed ne ? Me Muhammed, Muhammed kim? Başka bir rivayette sen Muhammedi nerden biliyorsun? diye vahyetti. Adem de şöyle dedi beni yarattığında başımı arşına doğru kaldırdım, arş vurgusunu tekrar yapayım, orda yani arşında La İlahe İllallah Muhammeden Resulullah yazılı bulunca bildim ki, arşda böyle yazıyormuş, La İlahe İllallah Muhammeden Resulullah, bunu görünce bildim ki ismini ismiyle birlikte yazdığın kimse kadar yanında kıymetli bir insan yoktur. O kadar kıymetlidir. İsmini kendi isminle beraber yazmışsın arşına. Allah ona şöyle vahyetti, ey âdem o senin soyundan gelen nebilerin sonuncusudur.Ümmeti de senin zürriyetinden olan ümmetlerin sonuncusudur. Eğer o olmasaydı, levlahu ve me halaktuke seni yaratmazdım. Taberâni  de bu rivayet geçmişdir, senetli olarak. Şimdi, rivayetin…

(Abdülaziz BAYINDIR) : Dört asır sonra demekki peygamberimizle görüşmüş almış, o zamana kadar kaç kişi senetle kaç kişi var?

(Cüneyt ÇOŞKUN) : Burda kaç kişi var Ömer, Eslem, Zeyd, üç, dört, beş, altı,yedi, yedi kişi var Taberâniye kadar.

(Abdülaziz BAYINDIR) : Taberaniye kadar yedi kişi var. Şimdi, 350 senesinde değil mi? Şey yapmış olsa peygamberimizin vefatından 340 sene sonra, 340′ ı yediye bölün, elli diyelim ortalama elli bu insanların çocukluk dönemini de katın 20 yaşında yetmiş yani birisi yetmiş yaşındayken 20 yaşındaki birisine söylemiş olsa, o olmaz seksen yaşındaki birisine söyleyecek…

(Cüneyt ÇOŞKUN) : Yok hocam muhaddisler çok uzun ömürlüdür.

(Abdülaziz BAYINDIR) : Olmak zorundalar yoksa kim kime ne bildirecek?

(Cüneyt ÇOŞKUN) :  Öyledir, genelde.

(Abdülaziz BAYINDIR) : Yani yetmişer sene mi yaşamışlar.

(Cüneyt ÇOŞKUN) : Hatta birisi bir açıklama yapmış hadisle uğraştıkları için, Allah ömürlerini bereketli kılmış diye.

(Abdülaziz BAYINDIR) :  Yani onlar öyle ölmez de öyle öldürürler mutlaka, çünkü senet kopuyor arada.

(Cüneyt ÇOŞKUN) :  Zaten hocam senedin aşırı zaafı var, hemen ona geleyim ben. Şimdi bir kere senetli Abdullah bin İsmail el Medeni diye bir kişi var. Meçhul-ül hal diyorlar buna muhaddisler. Yani hiç tanınmıyor kim olduğu bilinmiyor, bir. İki Muhammed bin Davud bin Eslem, meçhul-ül hal hiç bilinmiyor onun da kim olduğu. Abdurrahman bin Zeyd zayıftır diyorlar. Bir de zayıf var. İki bilinmeyen var bir de zayıf var. Zaten senette değerli bir şey değil.

(Abdülaziz BAYINDIR) : Zaten tamamen bitmiş, hiçbir değeri yok.

(Cüneyt ÇOŞKUN) :  Şimdi bu senetli olarak gelmiş bir rivayet bize il tespit edebildiğim yazılı kaynaklarda bu. İkinci rivayette senetli olarak Hâkim el Nesaburi bu da 405 yılında vefat etmiş bakın, Taberani 360 da, hâkim 405 de. Yaklaşık belki 15-20 sene sonra 30 sene sonra yazmıştır. Müstedire isimli kitabında o iki senet vermiştir. Hâkim bu rivayet için. Bir İbni Abbas’ın sözü olarak nakletmiştir, benzeri ifadeyi, o biraz farklıdır, bir de aynı bu hadisi Hz. Âdem’i (a.s) ile ilgili rivayeti vermiştir. Şimdi Hakim’in zaten iki hadisin bu Adem ile ilgili iki hadisinde ilk dört ravisi aynıdır. Hz. Ömer, Eslem, Zeyd bin Eslem, Abdurrahman Bin Zeyd bu da şu şekilde, Zeyd baba, Eslem Zeyd’in oğlu, Abdurrahman da Zeyd’in oğlu yani babasından, dedesinden…

(Abdülaziz BAYINDIR) : Aralarında en fazla 15 er 20 şer sene vardır.

(Cüneyt ÇOŞKUN) :  Yani kolaydır bu rivayet o babasından dedesinden rivayet etmişler, bu senet aynıdır. Ve bu senedin de altta hemen Ebu Halis diye bir adam var hâkimi senedin oda hadis uydurduğu söylenmiş. Batıl rivayetler getirir denmiş, yani boş aslı olmayan rivayetler getirir hadis uydurur, dolayısıyla bu rivayetinde hiçbir değeri yok.

(Abdülaziz BAYINDIR) : Ama, ama şu var yani Hâkim’in bir alışkanlığı var, böyle saçma sapan rivayetleri bu buhari ve Müslim’in…

(Cüneyt ÇOŞKUN) :   Hocam şimdi ona da geleceğim. Şimdi, Hâkim biraz hadis ilmi açısından geride kalıyor. Yani rivayet ilmi açısından, şimdi ikinci rivayette buna geleyim ben yine Hakim’in rivayeti bu da İbni Abbas’tan bu sefer Allah Teala, İsa’ya vahyediyor.

(Abdülaziz BAYINDIR) : He bu sefer İsa a.s var sırada…

(Cüneyt ÇOŞKUN) :  Evet,  İsa a.s ‘ a geldi bu sefer sıra. İsa’ya diyor ki Allah, sen Muhammed’e iman etmeleri hususunda ümmetine emret. Senden sonra gelecek bir ümmettir. Eğer Muhammed olmasaydı (Levla Muhammed), Adem’i yaratmazdım, cenneti cehennemi de yaratmazdım. Arşı suyun üstünde yarattım, arş titredi kabardı. Arşın üstüne de Le İlahe İllallah Muhammeden Resulullah yazdım, tesekene, arş sukûnete erdi sakinleşti, durdu. Bu da hakim’in ikinci rivayeti. Şimdi ortak noktalar önemli arş var, bi Âdem’e atıf var, şimdi bu rivayet bazı insanları senet itibariyle aldatmıştır. Buna sahih olduğunu Hâkim de söylüyor, muhtemelen Hâkim de buna aldanmış. Çünkü şöyle bir hile var bu rivayette, ben de bunu nerden fark ettim, İmam Zehebi var, iyi ki varmış. Bu rivayetin senedine herhalde bir tek o uyanmış. Çünkü şöyle bir durum var bakın, bu rivayetin senedinde…

(Abdülaziz BAYINDIR) : Minareyi çalan kılıfını hazırlamış yani.

(Cüneyt ÇOŞKUN) :  Zaten uyduranlar eğer kabiliyetliyse güzel bir senet hazırlarlar, kabiliyetsizse açığa çıkar, Taberani de olduğu gibi. Ama burada açığa çıkmıyor. Zehnevi gibi biraz daha rical üzerine uzman olan birisi çıkarabiliyor. Şimdi, senedi de şöyle geliyor, İbn-i Abbasdan rivayet edilmiş. İşte Said bin Müseyir, Katabe, Said bin Ebuarube, Amr bin Evs el Ensari diye bir adam var senette. Şimdi araştırdığımız zaman Amr bin Evs’i Buharinin ravilerinden birisi olduğunu görüyoruz. Hâkim de zaten Buhari’nin şartı uygun diye bunu yazmış oraya. Senette bir sıkıntı yok. Ravilere tek tek baktığınız zaman sika hepsi güvenilir raviler. Ama Zehebi’nin Mizan-ul İtidal kitabına baktım, ben bu Amr bin Evs’i tanımıyorum, bilmiyorum ben meçhul. Büyük ihtimalle diyor, Cendel yani Amr’dan sonra gelen Cendel bundan sonrasını vaaz etmiş birisi. Uydurmadır bu rivayet, ben bu Amr’ı tanımıyorum.  Şimdi Amr bin Evs’i diyorum ben Zehebi nasıl tanımaz?  Baktınız, araştırdığınız zaman Buhari ‘nin ravisi. Sonradan şunu fark ettim, Buhari ravisi Amr bin Evs, Es sakafi, es tayifi , el mekki , başka listesi yok yani sakafi, tayifi, mekki. Bu Ensari.

(Abdülaziz BAYINDIR) : Sakif kabilesinden tayifi’ten ve mekkede yerleşmiş.

(Cüneyt ÇOŞKUN): Buharinin ravisi o güvenilir olan o ama bu ravi El- Ensari o yüzden Zehevi ben bunu tanımıyorum diyor.

(Abdülaziz BAYINDIR) :  O Medine’de, çok dikkatli, çok ciddi bir incelik var yani,  bu Medineli olmuş oluyor…

(Cüneyt ÇOŞKUN) : Güzel uydurmuş, uyduran. Ama Zehevi yakalamış bunu, ben tanımıyorum bunu diyor. Mevzudur diyor. Şimdi peki niye Ensari demiş burada? Çünkü bu sefer Et-tayif-i deseydi şunu görüyoruz bu Tayifi’nin Said bin Ebu Arabe’den rivayeti yok Buhari ravisinin. Tavifi dese bu sefer, asıl Buhari ravisinin ismini verse açık ortaya çıkacak ki senet kesik. Ensari diyor bişey diyor ortalığı karıştırıyor, bulandırıyor işi ama Zehebi Allah’tan bunu yememiş yoksa sahih bir rivayet var diyecektik. Bu konuda ama mevzudur diyor.

(Abdülaziz BAYINDIR) :  Tabi şey var yalanı yakalamak o kadar zor değil, bir yalan söylediğiniz zaman arkasında sekiz, on tane daha söyleyeceksiniz ki yakalanamayasınız. Demek bu bir eksiklik yapmış gene.

(Cüneyt ÇOŞKUN): Şimdi hocam rivayeti ben biraz daha geriye götüreyim bu rivayet neden çıkmış olabilir. Şimdi senetli olarak düzgün senetli olarak yani şahıs olarak baktığınız zaman şahıs şahıs verilen senetler bunlar. Biraz daha geriye gittiğiniz zaman senetsi olarak verildiğini görüyoruz.  Ne kadar geriye gidiyoruz, Ahmet bin Hanbel’in talebesi var Ebubekir El Hallal kitabul sünne diye kitabı var bunun. Şimdi özellikle o zaman ebubekir 311 senesinde vefat ediyor, bakın taberani demiştik 360 da vefat etmişti biraz geriye geldik 50-60 sene kadar ebubekir ama senet yok bunda. Şimdi neden bu ebubekir el hallal’in Kitabul Sünnesini veriyorum bu rivayet nerde kullanılmış?

(Yahya ŞENOL) : Nasıl rivayet? Levlahu mu?

(Cüneyt ÇOŞKUN): Bu rivayet nasıl, levlake bu ama senet yok bunda. Burda senet yok. Senet olmadığı için önemi yok zaten. Yani mana olarak, şimdi levlake lavlahu önemli olan bizim için manası yani peygamberimizin her şeyin yaratılma sebebi olduğu manası bu neden idda ediliyor, ortaya atılıyor. Ahmet bin Hanbel zamanında özellikle yani üçüncü yüzyılda Cehmiye denen bir fırka var Cehmin Safvan’ın bunlar arşı red ediyorlar mesela, arş diyorlar Allah’ın kudretine işaret eder maddi bir arş kürsü yoktur. Bunlarla çok tartışmaya girmişler, bu da ebu Bekir el Hallal de Abmet Bin Hanbelin talebesi. Şöyle bir görüş vermiş kitabında arşı ret ediyor ya Cehmiye ona karşı çıkacak, ayet şu, Estaizübillah, ‘’Asâ en yeb’aseke rabbuke makâmen mahmûdâ (İSRA 79)’’ İşte umulur ki rabbin seni makamı mahmud’a yüce övülmüş bir makama ulaştırır, gönderir, iletir. Bu ayetteki makamı Mahmud…

(Yahya ŞENOL) : İsra suresi 79.

(Cüneyt ÇOŞKUN): Evet, İsra suresi 79. Bu makamı mahmud diyorlar ki arştır. Bunla ilgili de mücahit tabiyundan bir sözünü naklediyorlar. Mücahid diyor ki, Allah’ın arşıdır, bu makamı mahmud, Allah arşına peygamberimizi oturtacaktır. Övülmüş makam budur. Bunu delil olarak kullanmışlar, arkasından da şunu eklemiş, bakın peygamberimiz olmasaydı zaten âlemler de yaratılmazdı, levlake lema halaktül eflake, her kim, diyor ki, bundan sonrası önemli, her kim arşı reddederse bunlar Cehmi’dir. Peygamberimizin faziletini reddederse bu verilen rivayetlere dayanarak.  Peygamberimizin faziletleridir bunlar. Bunları reddederse diyor ki, kâfirdir, zındıktır, konuşulmaz, öldürülür, diyor. Yani bu rivayette burada bir itikadi tartışmada delil olarak peygamberimizin faziletini reddeden belki Cehmiye belki Mutezile bunlara karşı kullanılmış ama senet yok. Kimden geldiği belli değil.

(Abdülaziz BAYINDIR) :  Fazileti uydurma bir fazilet…

(Cüneyt ÇOŞKUN):  Evet uydurma bir fazilet, zaten senedinin de yeri yok. Bir tartışma, Cehmiye ile olan bir tartışma ve bakın bir mahalle baskısı kuruyor o zaman. Bunu inkâr edersen sen kâfirsin, zındıksın, ölümü hak ettin, bugün de aslında benzeri mahalle baskısı vardır, levlake hadis değil dersen sen peygamberimizin faziletini mi reddediyorsun ona inanmıyor musun derler. Öncelikle bir mahalle baskısı var…

(Yahya ŞENOL) : Öldürülebileceğini söylemek de bunların arkasında bir devlet gücü var olduğunu gösteriyor mu?

(Cüneyt ÇOŞKUN):  O konuyu incelemedim ben, olabilir.

(Yahya ŞENOL) : Öldürülebilir olacağını söylemek bir yetkiyi gerektirir değil mi?

(Cüneyt ÇOŞKUN):   Ehli sünnet dediğine göre hâkimdir yani Cehmiye de hakim değil zaten.

(Abdülaziz BAYINDIR) : Yani burada ehlisünnet kelimesi bizim halkımız tarafından şey zannediliyor, yani sünnet yani peygamberimizin yolundan gidenler gibi algılanıyor, onun karşılığı düzenden yana olmak demektir. Siyasi bir kavramdır, dini bir kavram değildir bu yani. Hani bugün düzenden yana kelimesi var ya, he?

(Abdullah BAYINDIR) : Statükocu, düzenden yana, işte o zamanlar karşılığı ehlisünnet. Zaten üçüncü, dördüncü asırda çıkan bir kavram o zamana kadar böyle bir şey yok. Bir de zındık kelimesi şeylerde ortaya çıkarılıyor Abbasiler ve Emevilerin sonları, Abbasilerin döneminde ortaya çıkarılıyor. Tamamen siyasi bir kelime şey değil, Arapça değil. Bir zamanlar Türkiye’de ortaya çıkarılan mülteci kelimesi gibi, gerici kelimesi gibi. Halkın fazla kullanmadığı içerisine sizin istediğiniz anlamı yerleştirebileceğiniz bir kelime. Bu zındık biz onu dinsiz gibi algılıyoruz orda öyle değil. Yerleşik yoruma aykırı yorum ortaya koyduğunuz zaman yani ehlisünnete aykırı, ehlisünnet yani düzene aykırı, düzene aykırı bir kelime söylediğiniz zaman işte bugün nasıl olsa gericisin, yobazsın falan nasıl diyorlarsa o zamanda zındıksın diyorlar. Peki, zındık nedir? Seyyid Sabık’ın Fıkhu’s Sünne’sinde var. Diyor ki zındık zahiren ve batınen mümin olan kişidir, yani hem dışı mümin hem içi mümin. E peki hem dışı mümin hem içi mümin ama bütün mezhepler zındığın öldürülmesi konusunda ittifak etmişler, ee nasıl oluyor? Mezheplerde deniyor ki öldürülmesine fetva veriyorlar ya. Deniyor ki bunun dışı mümin ama içi kâfir. E o zaman münafık deyin, e münafıktan farkı var diyorlar, nedir farkı? Münafığın kâfir olduğunun alameti var ama bunun yok. E peki alameti yokta ne anladın bunun içinin kâfir olduğunu? Hâşâ, sen tanrı mısın? Bide şey yapmadan yargılamadan, yargısız infaz…

(Abdullah BAYINDIR):  Tövbesi de kabul olmaz.

(Abdülaziz BAYINDIR) : He bir de tövbesini de kabul etmezler. Ben tövbe ettim falan demesinin bir anlamı yok, kabul edilmez tövbesi çünkü içini bilmiyorsun. Allah Allah, sen bu ne oluyor? Şimdi, din bir müddet sonra siyasilerin elinde oyuncak haline gelmiş, işte bu da o. Ondan sonrada bunu istedikleri gibi şeylere yazdırmışlar, fetva kitaplarına. İşte bugünlerde ihtilalcıların yargılandığı günleri yaşıyoruz onların yazarlara neler yazdırdıklarını görüyoruz. Eskiden de aynı. İnsan aynı insan, şey aynı… Bu zındık kelimesi şey değil, yani tamamen siyasi bir kelimedir. Dini bir kelime değildir.

(Yahya ŞENOL): Şimdi, şurada bir, ufak bir ilave yapayım. Birisi yazmış Bursa’dan. Hani niye hala hadisler üzerinde konuşuyorsunuz bunu apaçık uydurma olduğu belli, hani at izi it izine karışmış falan diye… Şimdi, biz bunları kaynağını burada görmeye çalışıyoruz, yani bu bir ilmi bir çalışmadır. Uydurma deyip geçmenin hiçbir anlamı yok. Bu tür ilmi çalışmalar ilim açısından zaruri…

(Abdülaziz BAYINDIR) : O tür soruları hiç önemseme…

(Yahya ŞENOL):  Yok yani soru olarak dikkate almadım zaten de, bir yorum olarak da az buçuk ilimden nasibini almış insan bu soruyu sormaz zaten, bunu açık bir şekilde ifade etmemizde yarar var. He bir hadisin kritiğini yapıyor olmak, hala niye bir hadisle uğraşıyorsunuz gibi bir eleştiriyi hak etmek değildir herhalde…

(Abdülaziz BAYINDIR) : Hala değil, biz her zaman hadisi baş tacı ederiz. Bir kere bu insanlar bunu kesin olarak bilsinler. Eğer bizden hadis karşıtı bir hareket bekliyorlarsa hiç, kilometrelerce yanımıza yaklaşmasınlar, nereye gidiyorlarsa gitsinler. Hadis, peygamber sav’ın Kuran-ı Kerim’den çıkardığı doğru hükümlerdir. Biz onu asla ihmal edemeyiz, Allah Teâlâ kitap ve hikmet’i peygamberimize öğrettiğini bildiriyor. Hikmet peygamberimizin Kuran-ı Kerimle ilgili uygulamasıdır, bize hadis olarak gelmiştir. Yani insanlar kendi kafalarındaki dini ortaya koymak için kendi kafalarına göre kaynak uyduruyorlar, hiç kusura bakmasınlar. Evet…

(Cüneyt ÇOŞKUN):  Hani hocam bu hadisleri değerlendirmemizin temelinde şey var, yani bu rivayet neden çıkmış, nerden gelmiş, kaynağı nedir? Bunun izini sürüyoruz.

(Yahya ŞENOL):  Uydurma deyip geçmek mi ilmi çalışma oluyor? Yoksa kaynağını göstermek mi?

(Cüneyt ÇOŞKUN):  Bunun ilmi bir çalışma olduğunu zaten biliyoruz. Ben kaynağını gösterir geçerim burada ama neden çıkmış ve bu şekilde anlattığınız zaman da artık karşıda söylenebilecek bir laf yok. Şimdi ben asıl önemli noktaya geliyim hocam.

(Abdülaziz BAYINDIR) : Tamam.

(Cüneyt ÇOŞKUN):  Daha geriye gitmemiz lazım. Şimdi tamam uydurulmuş, yani peygamberimiz olmasaydı yaratılmazdı âlem, bu düşünce uydurulmuş hadis olmuş. Ama peki bu düşünce nasıl girmiş. Bununla ilgili kayıt nerde? Nerde kalmıştık? 311 de kalmıştık Ebu Bekir el Hallal. Şimdi ben 100 sene geriye gidiyorum. Vakıdıye gidiyorum, 207 de vefat etmiştir Vakıdi, İslam tarihçisidir. Bağdat kadılığı yapmıştır. Tarih kitapları günümüze ulaşmıştır, ama muhaddisler onu hadis uydurmakla itham ederler, aynı zamanda İsrailiyat, yani Yahudi geleneğinde bir takım aslı olmayan kıssalar, hikayeleri nakletmekle suçlarlar, vakıdiyi. Şimdi yazılı bir kayıt vakıdi de ne varmış bakalım. Eser Futuhuş Şam, Şam’ın fethini anlatır. Bu arada da konu başlığı Beyt-i Makdis şehrinin fethi.

(Abdülaziz BAYINDIR) : Şam dediğimiz zaman onu da bilelim de. Şimdi Şam dediğimiz de biz şuanda Suriye’nin başkentini anlıyoruz, Şam o şam bölgesinin küçücük bir şehridir. Şam Ürdün’den başlayan işte bizim şeye kadar, güneydoğu anadoluya kadar gelen, mezapotamyayı da içine alan çok büyükçe bir alandır. Onun için Futuhuş Şam, Şam fetihleri çünkü hepsi birden fethedilmiş değil, evet…

(Cüneyt ÇOŞKUN):  Burda vakıdi şöyle bir olay naklediyor, senetsiz olarak tarihi bir bilgidir zaten, bir malumat olarak, bir uydurma olabilir muhtemelen. Şimdi, biliyorsunuz Kabul Ahbar diye bir şahıs var. Peygamberimizin vefatından sonra İslamiyet’e girmiş. Kabul Ahbar’ın Beyti Makdisi fethi esnasında, Hz. Ömer zamanında dine girdiğiyle ilgili rivayetler var, vakıdi de bu görüşte. Ve kabul ahbarın ağzından islamiyeti nasıl seçtiğini anlatmaya başlıyor çok uzunca, birkaç sayfalık bir hikaye. Ben özetleyerek bazı nokalarını vericem. Şimdi, Kabul Ahbar, filistinde yaşayan bir köyde yaşayan birisiymiş. Hz. Ömer’i duymuş, beyti makdisi fethettiğini ve oraya gidip islamiyeti seçmeye karar vermiş, bunun hikayeside şuymuş, Kabın babası bir Yahudi alimmiş, tevrat’ı çok iyi bilirmiş ve vefat edeceği zaman Kaba iki varak bırakmış, iki sayfa bırakmış. Demiş ki burada seninde uymanı istediğim bir takım şeyler var. Bir peygamber bilgisi var burada, bu Allah’ın indirdiği kitaptan bir parçadır. Bu iki sayfa, Muhammed isminde bir peygamber çıktığı zaman sana verdiğim şu kutuyu aç, bu kutu da bu iki sayfa var, o zaman aç. Babam vefat etti diyor, ben dayanamadım açtım, kutuda diyor la ilahe illallah muhammeden resulullah yazıyordu diyor, bir takım bilgiler vermiş. İşte son nebidir, ümmeti şöyle üstündür. Bunları okudum ben peygamberin çıktığını zuhur ettiğini duymuştum. Gitmeye vaktim olmadı tam gitmeye karar verdim, peygamber vefat etti, velhasıl hz. Ömer beyti makdis şeyhirini yani Kudüs dediğimiz fethedene kadar geldi olay. Ve o zaman gitmeye karar vermiş. Hz. Ömer’e geliyor, Hz.Ömer beyti makdisdeyken ve onunla tanışıyor İslamiyete girmek istediğini söylüyor, ben diyor Muhammed’in a.s sıfatlarını ve ümmetinin sıfatlarını indirilmiş nazil edilmiş bir kitapta buldum bu yüzden dine girmeye geldim buraya. Allah Teala musaya şöyle vahyetti, (50:25 – 50:29 ANLAŞILMIYOR) Muhammed’in ümmetinden daha değerli bir…

(Abdülaziz BAYINDIR) : Benim daha çok değer verdiğim bir ümmet yaratmadım.

(Cüneyt ÇOŞKUN) : (50:45 – 50:55 ANLAŞILMIYOR) Eğer o olmasaydı, bakın kalıp bir yerden tanıdık geliyor, Kabul Ahbar’ın sözü bu. Ve levlahu mehalaktu, eğer o olmasaydı ben cenneti, cehennemi yaratmazdım semayı yaratmazdım, ardı yeryüzünü yaratmazdım. Bizde diyoruz ya eflak yani alemler dediği zaten…

(Abdülaziz BAYINDIR) : Bu şerhetmiş…

(Cüneyt ÇOŞKUN) : Toplamış. Yani rivayeti takip ettiğimiz zaman Vakıdiye gidiyoruz tarihine Kabul Ahbar’a izafi edilen böyle bir görüş ve kalıbın aynı olması önemli. Ve levlahu mehalaktu diye. Yani rivayetin manasını Kabul Ahbar’a kadar götürebiliriz.

(Abdülaziz BAYINDIR) : Yahya da, nerden bulmuştun sen onu?

(Yahya ŞENOL): İncil’den.

(Abdülaziz BAYINDIR) : İncil’den aynı ifade, İsa a.s ile ilgili olarak geçiyor, sadece isim değişiyor.

(Yahya ŞENOL): Burada hani direk peygamberimizi niteliyor olması önemli.

(Cüneyt ÇOŞKUN) : Bu yüzden Müslüman oldum diyor bu kitapta böyle buldum diyor ve bu yüzden Müslüman oldum diyor yani israili bir bilgi. Benim hadisle ilgili rivayet kriteri olarak söyleyeceklerim bunlar hocam.

(Abdülaziz BAYINDIR) : Evet teşekkür ederiz.

(Yahya ŞENOL): Bu şeyde, İncil’de hani İsa a.s için bu tip şeyler söyleniyor ama hani kısaca ben onu şey yapayım istiyorsanız. Bugün elimizde İncil diye bulunan kitabın koloselilere mektup bölümünde ki bu pavlusun İsa’dan sonra hristiyanlığın ikinci şeyi mi diyelim, hristiyanlığı bozan kişi. Bugünkü hristiyanlığı mimarı olan kişi koloselilere mektubunda İsa’yı şu şekilde vasıflandırmış, demiş ki, görünmez tanrının görünümü, bütün yaratılışın ilk doğanı odur.

(Abdülaziz BAYINDIR) : Bu kelimede kal bak. Görünmez tanrının görünümü…

(Yahya ŞENOL): Bütün yaratılışın ilk doğanı odur.

(Abdülaziz BAYINDIR) : Aynı kelimeler peygamberimiz için de söyleniyor.

(Yahya ŞENOL): On beşinci ciltte.179-180. Sayfalar.

(Abdülaziz BAYINDIR) : Bunu her defasında tekrar ediyoruz bu ansiklopedinin bunu mutlaka düzeltmesi lazım.189 mu dedin?

(Yahya ŞENOL): 179. Da hakikati Muhammediye maddesi.

(Abdülaziz BAYINDIR) : Tamam, sen şimdi okumaya devam et.

(Yahya ŞENOL) : Diyor ki pavlus, İsa için, görünmez tanrının görünümü, bütün yaratılışın ilk doğanı odur. Nitekim yerde ve gökte görünen ve görünmeyen her şey yani tahtlar, egemenlikler, yönetimler, hükümranlıklar onda yaratıldı. Her şey onun aracılığıyla ve onun için yaratıldı. Hani her şey İsa için yaratıldı. Ve sonra devamında da diyor ki, her şeyden önce var olan odur. Ve her şey varlığını onda sürdürmektedir. Bu koloselilere mektubun birinci bölümünün 15 ve 17. Pasajları yani kısacası her şey diyor İsa için yaratıldı ve İsa her şeyin başlangıcıydı, yani Hakikati İseviye biz buna çok rahat diyebiliriz.

(Abdülaziz BAYINDIR) : Yani şey aynı başta o şeytanla ilgili okuduğumuz ayeti kerimede bir ölümsüzlük, mesela bugün hiçbir hristiyan isanın ölümünü kabul etmez, asla. Zaten o canlıdır diyorlar. Yani Allah’ın yanında Hristiyanların avukatlığını yapmak için hep canlıdır diyor. Onun aracılığıyla Allah’a ulaşanlar kurtarmaya gücü yeter. Gücü yeter ne demek? Ya işte meliklik var ya, ‘’Ve mulkin lâ yeblâ (Taha-120)’’ Yok olmayacak saltanat demektir. Bunlar aynı şekilde, evet, bitti mi?

(Yahya ŞENOL) : Bir tane daha var, yine bu konitillere mektubu, bu sefer sekizinci bölümde, beş ve altıncı pasajlarda, orda da diyor ki, bizim için tek bir rab vardır, o da İsa mesihtir, her şey onun aracılığıyla yaratıldı ve biz de onun aracılığıyla yaşıyoruz.

(Abdülaziz BAYINDIR) : Şimdi bu rab kelimesi de önemli. Rab kelimesinin Türkçe karşılığı nedir?

(Yahya ŞENOL) : Efendi.

(Abdülaziz BAYINDIR) : Peygamberimize ne deniyor? Kainatın efendisi deniyor, değil mi? Kainatın efendisi ne demek? Bunun Arapçası nedir? Rabbul Alemindir. Rabbul Alemin kimin vasfıdır? Allah’ın vasfıdır. Bir başlarlar seyyidun kâinat uzatırlar, millette sanki bir şey oluyormuş gibi, heyecanlanır falan filan. Evet, devam et.

(Yahya ŞENOL) : Tamam yani İncil’deki olay bu, buradan alıntı yaparak da işte bugün sizin sürekli derslerde falan alıntı yaptığınız, o Katolik klisesi din ve ahlak bilgileri kitabı var ki bugünkü papanın başında olduğu heyet tarafından yayınlanan kitapta yani bugün Katolik klisesinin din ve ahlak ilkelerini oluşturan kitapta da aynen şu ifade var işte, İsa olmasaydı kâinat yaratılmazdı. Göklerde ve yeryüzünde görünen ve görünmeyen şeyler tahtlar,egemenlikler, yönetimler ve hükümranlıklar her şey onun aracılığıyla ve onun için yaratılmıştır ibaresi var. Bu Katoliklerin din ve ahlak ilkesi bu.

(Yahya ŞENOL) : Tek değişen burada İsa’nın yerine Muhammed eklenmiş, bu onun İncil kaynağıydı. Demek ki biraz önce dinledik, bunun Tevrat kaynağı da varmış ama tevratta güya direk peygamberimizin adı verilerek, değil mi? İsa değilde…

(Abdülaziz BAYINDIR) : Tabi, bunlar şey yapıyor, şeytan aynı şeytan oyun aynı şekilde oynanıyor. Ve burada pavlus son derece önemli bir kişilik İsa a.s dan 10 sene sonra doğduğunu ben biliyorum yanlış hatırlıyorsam şey yapın. İşte bu, Katolik kilisesi din ve ahlak ilkeleri kitabı bu.Kendi yayınları. Fransızcadan çeviren dominic Pamir diyor. Sen espirit kilisesi diye yazılmış. Kaçıncı sayfaydı ?

(Yahya ŞENOL) : 95, 331. Paragraf.

(Abdülaziz BAYINDIR) : Evet. Üç yüz kaç?

(Yahya ŞENOL) : Diyor ki, insanoğlu kendi görkemi içinde bütün melekleriyle birlikte gelince melekler mesihe aittir. Çünkü melekler mesihe aittir. Çünkü onun aracılığıyla ve onun için yaratılmışlardır. Nitekim gökte ve yeryüzünde görünen ve görünmeyen şeyler, tahtlar, egemenlikler, yönetimler, hükümranlıklar her şey onda yaratıldı. Her şey onun aracılığıyla ve onda yaratılmıştır. Onda yaratılmıştır meselesi şeyde de vardır, hakikatı muhammediye onda da vardır. İstersen hakikatı muhammediyeden notlarını oku. Bu da Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi onun 15. Cildi 180. Sayfası. Gerçi 179 dan başlıyor.Bunun ilk kaynağı ibni arabiden başlıyor. Yani çok sonraları başlatılıyor. Ne bir Kuranda ne bir sünnetten ne hiçbir şeyden kaynağı yok.

(Bir Katılımcı) : Zaten hocam hakikatı muhammediye ilk defa 280 lerde ortaya çıkıyor.

(Abdülaziz BAYINDIR) : Ama şey fark etmez bak yani incilde olduğu için bu tür şeyler yani mikrop aynı mikroptur. Falan yerde farklı bir kılıta çıkar filan yerde farklı bir kılıkta çıkar. Bu batıl inançlar mikrop gibi bulaşıcı hastalıklar gibi. Birazcık belki şey yaparsa ortamı bulduğu zaman tekrar insanlara hasta eder. Bilmiyorum siz tabibsiniz yanlış söylemiyorum değil mi?

(Yahya ŞENOL) : Şu karşılaştırma için bir daha tekrar edeyim ben koloselilere mektuptaki bölümü demiştiki, görünmez tanrının görünümü ve bütün yaradılışın ilk doğanı odur. Her şeyden önce var olan odur. Her şey onda yaratıldı. Her şey onun aracılığıyla ve onun için yaratıldı. Şimdi bu hakikati muhammediye inancı tasavvufta nasıl anlatılıyor bu inanç o madde de belirtildiği gibi mudi arabinin ortaya attığı daha doğrusu ona dayandırılan bir inanç. Orda da aynen şu şekilde ifade ediliyor, diyor ki, hakikati muhammediye nedir? Vucüdu Mutlak’ın taayyun ettiği ilk mertebeye hakikati muhammediye adı verilir.

(Abdülaziz BAYINDIR) : Taayyun etmek ne demek? Ayin kelimesi göz, Taayyun gözle görülür manasında yani ortaya çıktığı ilk yer hakikati muhammediyye. Ne oluyor bak, Allah hakikati muhammediye diye ortaya çıktı.

(Yahya ŞENOL) : Bakıldığında bu mertebe varoluşun başlangıcıdır. Mevcudad açısından yani varolanlar, yaratılmışlar açısından bakıldığında ise gerçek yaratma yani hayk fiili vucüdu mutlaın hakikati muhammediye mertebesine tenezzüründen sonra olmuş ve her şey ondan yaratılmıştır. Hz. Peygamberin 63 senelik zamanla sınırlı cismani hayatından ayrı bir varlığı daha mevcuttur. Allah’tan başka hiç bir şey yokken ilk defa hakikati muhammediye varolmuş, bütün yaratıklar bu hakikatten ve onun için galk edilmiştir, onun için yaratılmıştır. Alemin varolma sebebi maddesi ve gayesi bu hakikattir. Resulu Ekremin ruhu ve nuru bütün insanlardan peygamberlerden ve hatta meleklerden önce Varolduğundan peygamber insanlığın manevi babasıdır. Hakikatı muhammediye nur olması bakımından alemi yaratma ilkesi ve onun aslıdır varlık şeklinde zahir olan ilahi tecellinin ilk mertebesidir. Yani bize hakikati muhammediye diye geçen şey aslında biraz önce yukarda anlanılan hakikati iseviyenin sadece İslami literatüre sokulmuş şekli. Bunu artık idda etmeye de gerek yok çok açık bi şekilde belli zaten.

(Abdülaziz BAYINDIR) : Çok açık bir bilgidir. Yalnız burada benim esas az önce söylemek istediğim şey araya başka kelime girdi söyleyemedim. Pavlus İsa a.s dan 10 sene sonra doğduğunu ben hatırlıyorum bilgim inş. Yanlış değildir. Başlangıçta aşırı bir hristıyan düşmanı olarak ortaya çıkan bir Yahudi sonrada diyorki ben isayı gördüm beni rasul yaptı diye kendisini kutsallaştırıyor. İsa als 11 tane havarisi var. Çünkü bir tanesi onun yerine öldürülüyor. O bir tanesinin 12. Havari olarak ilan ediyorlar ta o zaman. İlan edenlerde diğer havariler. Yani aşırı hristıyan düşmanı olan bir kişi havari olarak ilan ediliyor. Ve bu şahsın mektupları az önce okuduğu gibi, o şahsın yazdığı mektuplar bugün incilin bir parçası haline gelmiş. Şimdi Kuran-ı Kerim-i Cenab-ı Hak korumasaydı bugünde biz Kuran’ın içerisinde kim bilir nice pavlusların sözlerini bulacaktık. Kuran-ı Kerim’in içine koyamadıkları için, işte Cüneyt bey’in az önce belirttiği gibi, hadis kaynaklarının arasından bir takım pavlus mektupları konmuş. Bugün siz hristiyan dünyasında pavlusun kutsallığını tartışamazsınız. Son derece kutsal bir kişiliktir hiçbir şekilde de tartıştırmazlar. Peki bizde de tartışılmayan nice pavluslar var biliyorsunuz. Burda işte Kuran-ı Kerim’in Cenab-ı Hak tarafından korunmuş olması birçok şeyi engelliyor. Bu sebeple de en büyük sıkıntı insanların Kuran-ı Kerim’e yönelmesini engellemektir. Kuran-ı Kerim’e yönelmesinin önünde bir sürü engel ler var işte evvelki hata şey yapmıştık. Kuran okumaya engellemek için adetli kadın okuyamaz, abdestsiz kişi dokunamaz deniyor. Bir engel  bu. Önce okuma konusunda bir engel  oluşturuluyor. Çünkü insan 24 abdestli olamaz ki. Ama 24 saat Kuran-ı Kerim’e ihtiyacı vardır. İkinci olarak engel siz anlayamazsınız. Bunu büyükler anlar. Peki, hangi büyük gidip soralım bunların hepsi ölmüş. Yaşayan hiç kimse yok, onu anlayan. Çünkü Kuran-ı Kerim’i eğer insanlar okur anlarsa bugün şu anda Türkiye’de yaşadığımız gibi sorular sorar ve bu dinin önde gelen kişilerinin hepsini sıkıntıya sokarlar. Onlarında dükkanları patır patır kapanmaya başlar, bu sebeple en büyük sıkıntı budur. Yani Kuran’ı okumayacaksın. Şimdi şuralar fare dolsa lambayı bir yaktın mı hepsi kaçacak delik arar, işte o lambayı yakmaya müsaade edilmez. Bu da normal bir şeydir. Şimdi, bir de şu var bir reenkarnasyon inancı vardır. Ama bu reenkarnasyon inancı bu Hindistan tarafındaki gibi değil. Orda her insan için bir reenkarnasyon inancı vardır. Bizim bu tarikat geleneğinde sadece tarikat şeyhiyle sınırlı bir reenkarnasyon inancı vardır. Şimdi said nursi 80 bedenindeymiydi derken aman efendim haşir risalesini yazmıştır, bunu yazmış kişi nasıl yapar? Ya bunlar konuyu ya bilmiyorlar, yada bilmemezlikten  geliyorlar. Said nursi’nin kendisi  80.bedeninde ona ikinci bir kişi kabul etmez zaten kesinlikle kabul etmez. O sadece kendisi için kabul eder. Çünkü mesela bir şehirde aslı evvelisin balın şekerin diye bir şiir var. Dolayısıyla her tarikatın şeyhi hakikati muhammediyenin son temsilcisi sayılır. Dolayısıyla onlar ilk yaratılan kişilerdir. İşte yaratılış dönemlerine göre her bir dönemde değişik isimlerle ortaya çıkmışlardır. İşte peygamber sav yaşadığı dönemde de Muhammed diye ortaya çıkmışlardır. Aslında İsa da odur, Nuh da odur, İbrahim de odur hepside odur. Yani anlayış aynı anlayıştır. Dolayısıyla şeyler bunları çok iyi bilmek lazım. Bunları bilmediğimiz zaman gerçekten meseleleri anlamakta sıkıntı çekeriz.

(Yahya ŞENOL) : İnternette bir siteye soru sormuşlar, demişler ki, bu sen olmasaydın kainatı yaratmazdım kudsi hadisine kim neden karşı çıkar? Onlar da cevap vermişler demişler ki, resululahın üstünlüğünü anlamayan veya ona düşman olan yahut hadisi şeriflere rastgele uydurma diyenler karşı çıkar. Sonra bakın nerelerde geçiyor bu hadis diye vermiş kaynakları, Taberani, Mirat-ı Kainat… Millette zanneder ki gerçekten hadis kaynakları bunlar, ama şey yaparken milleti hemen kategorize etmiş hemen, resulullahın üstünlüğünü anlamayan veya ona düşman olanlar…

(Cüneyt ÇOŞKUN):  Mahalle baskısını kuruyorlar…

(Yahya ŞENOL) : İşte bunlar bugün egemen olsa öldürme işini yaparlar işte. Derler ki görüldüğü yerde öldürün. Zaten tövbe etmene de gerek yok, öldürdükten sonra edeceğini düşünüyorlar…

(Abdülaziz BAYINDIR) : Şey var Said Nursi’nin çok beğendiği bir şiir var o şiirde nasıl anlatılıyor, bu da bu vesileyle, bu zata iftira ediyorsun diyenler açısından bir şey olmuş olsun yani cevap vermiş olalım yani burada. Hasan Feyzinin, Said Nursi için yazdığı o Said Nursi için yazmış o da pek parlak bir kaside diye övüyor Said Nursi bunu, pek parlak bir kaside. Şimdi şu kelimelere bakın Said Nursi ile ilgili söylediklerine. Said Nursinin çok beğendiği ifadeler bakın. Aslı evvelisin balın şekerin, yani balın ve şekerin ilk kaynağısın, hakikati muhammediye neydi her şeyin ilk kaynağı değil mi? Deryasısın cümle ilmin hünerin, bütün ilim ve hünerlerin denizisin, bütün bilgi ve şeyler nerden çıkmıştı? Hakikati muhammediyeden. Gelmedi cihana böyle eser benzerin, eser kelimesinden diyebilirsiniz ki risalei nura gitti, tamam gelmedi eserin benzerin denildiği zaman Kuran-ı Kerim ne oluyor?  Devre dışı kalıyor. Gelmedi cihana böyle eser benzerin. Ondan sonra, Ey Miratı rahmeti âlem risaletun nur, mirat nedir ayna, alemlerin rahmetinin aynası. Aynada ne gözükür? Aynaya bakan gözükür değimli? Başka bir şey gözükür mü? Evet, yani bu sadece bir örnek, nurcular, ama hepsinde vardır. Gavs derler gavs- ı azam derler , mehdi derler, İsa derler bunlar hepsi aynı inancın değişik şekilleridir. Peki, teşekkür ederiz. Şimdi Abdullah seni dinleyelim. Abdullah Bayındır şimdi konuşacak, peygamber sav…

(Abdullah BAYINDIR) : Siyerde geçen bazı abartılı şeyler…

Bismillahirrahmanirrahim,  Elhamdü lillâhi rabbil-âlemîn. Vessalâtü ves-selâmü ‘alâ Rasûlinâ Muhammedivve ‘alâ âlihî ve ashâbihî ecme’în.

Ben  bugün peygamber efendimizin hayatı anlatılırken, anlatılan kitaplarda geçen bazı abartılı rivayetler üzerinde duracağım. Özellikle bunu peygamber efendimizin hayatının başlangıcı ya da doğmadan önceki şeylerden bahsedeceğiz. Zaten peygamber efendimizin mucizelerinden bahsedilirken bazı yerlerde onu üçe ayırmışlar, birincisi mübarek ruhu yaratıldığından başlayarak ki arkadaşlar açıkladı. Ruhunun yaradılışını hz.Adem’den öncesine vardırıyorlar. Peygamberliğin bildirildiği zamana kadar olanlar. İkinci dönem, işte peygamberliğinin başlangıcından ölene kadar vefat edene kadar olan dönem. Üçüncü de, hala mucizeleri devam ediyor,vefatından kıyamete kadar olmuş olacak şeyler diye üçe ayırmışlar. Peygamber efendimizin doğmadan önce başlatıyorlar hakikati muhammediye birde nurmuhammedi diye eklemişler. Peygamberlik nuru insandan insana dolaşan bir nu olarak bazı kaynaklarda söyleniyor ve …

(Abdülaziz BAYINDIR) : Nur muhammediye de derler şimdi Abdullah söyledi onu da şey yapalım yani hakikat-i  muhammedi ye denir, nurumuhammediye de denir,  hakikati ahmediye denir, insanı kamil de denir. Yani bütün bu kavramlardan haberimiz olmuş olsun.

(Abdullah BAYINDIR): Peygamber efendimizin yüzünde olan alnında olan bir beyaz nurdan  bahsediyorlar. Yani nasıl bir nur işte bazı siyer kitaplarında atın alnında olan beyazlık gibi, atın alnındaki beyazlık heralde çok fark edilir bir şey. Ama gerçek anlamda peygamber efendimizin böyle bir şey var mıydı ? Birkaç rivayet dışında yok. Ama genelde bizim siyer kitaplarında anlatılır. Böyle bir şeyin işte Abdülmuttalip’in  peygamberimizin dedesinin alnında olduğu, daha sonra peygamberimizin babası Abdullaha geçtiği hatta İbni hişamdu olması lazım. İlk siyer kaynaklarından birisi. Bu nuru Mekkeli kadınların, kızların görmesinden dolayı artık bunları yazmışlar, peygambermizi övme sadedinde. 200 tane kadın dıraya geçmiş, Abdullahla evlenmek için veya beaşka bir şey için neyse artık, bunu övme adına yazmış sonra peygamber efendimiz babası Abdullah amine ile evlenince hatta bir tane kadın 100 tane deve teklif etmiş falan da rivayetler de var. Peygamberimizin babasıyla birlikte olmak için. Sonra peygamberimizin babası amineyle evlenince bu nur hz.amineye geçiyor. Bu seferde kendisi gidiyor o kadınlara, kadınlar olmaz diyor niye sende nur yok falan diye. Yani anlattığım komik gibi geliyo ama bu sonuçta peygamberimizi üstün göstermek adına bugün birçok kişinin severek okuduğu hikâye babından okuduğu kitaplarda var olan rivayetler. Hz. Amineden peygamber efendimize geçiyor. Peygamberimizin doğumuyla alakalı çeşitli mucizeler söylenmiş bu da çok önemli. Yine her hangi bir internet sitesine google da yazdığımız zaman peygamberin doğumuyla alakalı şeyler çıkar. Ne tür mucizeler var. Mesela peygamber efendimizin doğduğu  gece bir yıldız doğmuş, deniyor. Herkesin böyle fark ettiği bir yıldız gökte ortaya çıkmış. Tabi bunu Hasan bin Sahifden bir rivayetle aktarıyorlar. Bir Yahudi alimi görmüş, bişey mi oldu diye ortaya çıkmış gelmiş falan diye. Bu var. Kisra’nın öndört burcu çatırdayarak çıkıldı. Bu zaten saatler doğum anlarını gösterirken öyle birde hikaye anlatılıyor bu. Başka ne söyleniyor. İşte kabenin içindeki putların büyük bölümü baş aşağı yıkıldı. Sonra, istihirabatta Mecusilerin 1000 yıldır yanan ateşi sönüverdi.  Ya işte milli eğitim bakanlığı bunları çok güzel tespit etmiş ve iki siyerin başına yazmış yani, hepsini tespit edip. Son derece güzel tespit ederek, bizim bakanlığımız objektif bilgiye değer verdiği için. Ve siyer dersi de okutulacak bir dahaki seneden itibaren. Bütün öğrencilerimiz bunları öğrenecek yani tamamen.

(Yahya ŞENOL): Bunlara kim karşı çıkar? Peygamber düşmanları.

(Abdullah BAYINDIR): Taberiye gölü seva gölü save gölü neyse bir anda kuruyuvermiş, bir anda oluyor bu da. Bunlar peygamber efendimizin doğumunun mucizeleri olarak geçiyor. Ama ne hikmetse bizim siyer kaynaklarımız dışında Mecusiler ateşlerinin söndüğünü o vakitler böyle bir şey olduğunu söylemiyorlar. Bilen de yok. Sonra o gölün bir an da kuruyuverdiğiyle alakalı bizim siyer kaynakları dışında tarihi hiçbir bilgi yok. Coğrafi hiçbir bilgi yok. Putların baş aşağı yıkıldığıyla alakalı kabede bir bilgi yok. Hatta ve hatta tam tersine bilgiler var. Kaynaklarda sağlam olan. Putların var olduğu. Ve hatta Abdülmuttalip’in peygamberin dedesinin, peygamber efendimizi sünnet ettirdikten sonra  ki Araplarda 7.gün sünnet olunuyordu çocuklar doğduktan sonra, erkek çocukları. Hübelin önüne götürüp orda dua ettiği. Peygamber efendimizi hübelin önüne götürüyor dua ediyor orda. Bu daha fazla yer alan rivayet ve işte bir bakıma putlardan kutsiyet istediği var rivayetlerde. Kaldı ki böyle bir şey olsaydı heralde peygamber efendimiz bunu Mekkelileri islama davet ederken bir örnek olarak verirdi. Bakın siz benim peygamber olduğuma inanmıyorsunuz ama hani ben doğarken o putlar yıkılmadı mı? Diyebilirdi pekâlâ. Buda yok. Ondört burç çatırdayarak yıkılmış. Kisra Saraylarında. Bununda hiçbir tarihi şeyi yok. Teşrif ettiği gece bir yıldız doğdu. Bunun bir başka yerlerde kaynaklarda görüyoruz. Ne görüyoruz ama? Şunu görüyoruz, matta incilinde görüyoruz. Matta incilinde Hz. İsa’nın doğumundaki yıldızın doğuşunu görüyoruz. Ve yine Yahudiler yani, peygamber efendimizin yıldızını gören Yahudiler bunlar. Zannedersem şuanda da bi bin tane Yahudi her gece gökte göğü gözlüyorlardır. Devamlı demek ki göğü gözleyen Yahudiler olduğu varsayılıyor. Ve matta incilinde işte geçen, Mesih doğduğunda ufukta bir yıldız zuhur etti, yıldızın zuhur etmesine değin insanlar onun doğum yerini tanıdılar. Yine luka incilinin 2. Babında Mesih doğduğunda melekler sevinç ve kıvançlarından ötürü güzel şeyler söylediler, bulutlardan insanı şevke getiren nağmeler duyuldu. Yine İncil de geçen çobanlar mesihi tanıdılar, secdeye vardılar gibi yani yine Yahudilerden bazıları gelip mesihi aradılar, hz.İsa’yı aradılar, biz ona iman edeceğiz, o çocuk nerede? Yahudilerden doğan o çocuk nerede? Diye beytül lahimden  yeşü dünyaya gelmiş biz onu bulacağız diye Yahudilerden gelenler olmuş diye, incilde var olan rivayetlerin zannedersem bu rivayetlerin bizim daha önce arkadaşlarımızın anlattığı gibi peygamber efendimize uyarlanmasıyla oluşan doğum mucizeleri. Biz bunu görüyoruz. Başka doğumuyla alakalı mucizelerde fazla heralde üstünde…  Ha bir de şey var tabi, Hz. Amine’nin görmüş olduğu rüyalar var, doğmadan önce. İşte bir… İnsanlar rüya görebilir, böyle önemli şeylerden önce görebilir, biz bunu kabul ediyoruz ama, bu rivayetler nerden alınmış? Nerden alınma. Kaynaklar nedir falan. Bunların tamamen sonradan yazılmış olma ihtimalini bizim aklımıza getiriyor. Melekler Hz. Amine ile  konuşuyorlar onu teselli ediyorlar. Karnından bir ağaç işte, yükseldiğini görüyor, rüyasında. Bunun bütün dünyayı kapladığını, şey yaptığını ne biliyim rahmet ettiğini görüyor, Hz. Amine. Peygamber efendimiz doğuyor, doğduğunda bebekken konuşmaya başlıyor rivayetlere göre, yine bazı kitaplarda yer alan. Halbuki peygamber efendimizin tam aksine rivayetleri var. Tam aksine söylemiş olduğu sözler var. Yani beşikte konuşan Hz. İsa’dır, şudur, budur diye. Kendisinden bahsetmiyor peygamberimiz yine buhari’de yer alan rivayerlerde. Peygamberimiz annesini teselli ediyor. Doğduğunda konuşarak. Ya bunların hepsi, biraz daha sonradan hristiyanlardan bizim neyimiz eksik anlayışından yola çıkarak ya da Müslümanların Hıristiyanlarla karşılaşmasına belki kuvvetli tartışmalar meydana geliyordu, isyanlarla karşılaştıktan sonra bu uydurma mucizelerin ortaya çıkışını böyle izah edebiliyoruz ancak biz.

(Yahya ŞENOL) : O Amine hatun’un gördüğü rüyada ne vardı? Bir ağaç figürü mü?

(Abdullah BAYINDIR): Ağaç figürü var.

Aynısını şeyden hatırladık da. Hani Osman gazinin gördüğü rüyayla birebir şey yapılmış. Şeyh edebaliyi çok sık ziyarete gider diyor hani onun yanında misafir kaldığı bir gecede gördüğü rüya şöyle idi; şeyh edebalinin koynundan çıkan bir ay geldi kendi koynuna girdi, göğsünden bir ağaç bitti. Öylesine büyük bir ağaç oldu dalları falan, demek ki bu bazı şeylere zemin hazırlamak için o fikir kullanılıyor olabilir.

(Abdülaziz BAYINDIR) : Olabililir. O da olabilir. Barakanın yanına gitmesi, şey baraka diyorum bahiranın yanına gitmesinde oluyor. Onlarda tabi sonradan eklenme. Öyle bir hadisinenin olup olmadığı da bilinmeyen şey.

(Abdülaziz BAYINDIR) : Bahira tümüyle uydurma….

(Abdullah Bayındır):  Uydurma, tümüyle uydurma. Çünkü tamamen öyle şeyler var ki içinde akılla mantıkla izah edilebilir şeyler değil yanihiç bir şekilde izah edilebilir şeyler yok onun içinde. İşte sünnetli olarak doğdu diye yine peygamber efendimizi üstün gösterme adına söyleniyor ama biz biliyoruz ki sünnetli doğmak ya da peygamber sünneti diye zaten halk arasında ismi, bu tıbbi bir problem aslında eğer öyle bir şey varsa bile bu bi tıbbi problem…

(Abdülaziz BAYINDIR) : Yani öyle şeyler söylüyorlar, bi sıkıntıyı, zannedersem.

(Abdülaziz BAYINDIR) : Tamamen sıfır değilde, küçük olarak, ona da peygamber sünneti deniliyor.

(Abdullah Bayındır):  Bu zaten başka rivayetlerde daha kuvvetli gelen rivayetlerde yedinci gün sünnet olduğu az önce söylemiştim. Peygamberimiz sünnet olmuş yedinci gün yani böyle sünnetli doğduğu bunun zaten bir kişiyi sünnetli doğup doğmamak üstün göstermez herhalde. Bir de sütanneye verilmesi olayı var.

(Abdülaziz BAYINDIR) : Mekkeliler İbrahim a.s dinine mensup olduklarını söylüyorlar ki doğru yani gerçekten, Kuran-ı Kerim de bunu kabul ediyor. Hz. İbrahim’in dini diyor. Ama o dinde sapmalar meydana getirmişler dolayısıyla İbrahim a.s dan kalma sünnetin orda uygulanması son derece normaldir.

(Abdullah Bayındır): Bugün Yahudilerde bir hafta sonra derler. Biz biraz geciktiriyoruz belki ama yedinci gün şeyi duruyor.  Sütanneye verildiğinde peygamber efendimiz sütanneye veriliyor biliyoruz. Sütanneye verildiğinde meydana gelen şeyden bahsediliyor ki Kuran-ı Kerim’in bir suresi de buna delil olarak getiriliyor. Peygamber efendimizin göğsü açılmış melekler tarafından. Kalbi çıkartılmış ve içindeki kötülükler yıkanmış, bir kan pıhtısı çıkarılmış içerisinden diye. Buna da Kuran-ı Kerim deki  İnşirah suresi, ‘’Elem neşrah leke sadrak’’ Biz senin göğsünü açmadık mı? ‘’Ve vada’na ‘anke vizreke’’ ondan ağırlığı kaldırmadık mı diye o sureyi delil gösteriyorlar. Bu olay tamamen dine daha sonradan uydurulmuş bir hadise. Bunu nerden biliyoruz? Peygamber efendimiz döneminde anlatılan böyle bir hikâye varmış. Kimler anlatıyor? Zerdüşt bir adam Ümeyye bin Sald bu kişiyle anlatılan bir hikâye. Bu hikâye şöyle; iki tane kuş geliyor, çatıdan giriyorlar ve Ümeyye bin Sald’ın kalbini yarıp içindeki kötülüğü çıkarıyorlar. Bu anlatılan bir şey, şimdi bu peygamber efendimiz için anlatılan kalbinin yarıp temizlenmesi olayı ayete dayanıyor mu? O ayet ondan mı bahsediyor veya bir insanın kalbi küçükken yarılıp temizlendiğinde, temizlenir mi gerçekten. Onun üzerinde biraz duralım. Önce biraz mantıki bakalım işe kalpteki kirlilik gözle görülebilen bir şey değil midir ? Yani bir kişi çok pis bir insan, seri katil biz bunu acaba bugünkü tıbbın imkânlarıyla kalbi yarıp içindeki seri katil pıhtısını çıkarabilirmiyiz içinden böyle bir şey mümkün müdür? Bu bir. Kalp kirliliği gözle görülebilen bir şey değildir ki yıkansın içindeki pıhtı, temizlensin. Bu bir kere mantığın birinci şeyi buna uymuyor.  İkinici bir şey çocukken olan bir hadise. Çocukların ne zamandan beri günahlı olduğuna inanıyoruz. Dinimize göre çocuklar işte İslam fıtratı üzerine doğuyorlar ve temizdirler. Ki Hz. Muhammed peygamber efendimiz sütanneye altı yaşından önce sütannede. Altı yaşında zaten sütannesini kaybediyor. Beş yaşında sütanneden geldiği söyleniyor. Sütannede sütannenin yanında olduğu zaman Hz. Halime’nin yanında olduğu vakit zaten ufacık bir çocuk henüz. O zaman böyle bir şeyin  olması zaten iki tane çocuğu şahit gösteriyorlar. O iki çocuğu nasıl şahit gösteriyorlar yani süt annenin yanındayken peygamber efendimizi görmüş falan. Bunlar pek şahit olarak söylenen kişilerde uydurma veya daha sonradan yazılmış kişiler diyebiliriz. Peki Kuran-ı Kerim deki İnşirah suresindeki ‘ ’Elem neşrah leke sadrak’’ nedir? ‘’Elem neşrah leke sadrak’’ şerh demek yarmak anlamına gelmez. Kalp yarılması anlamına gelmez. Hani bizim hep bir metodumuz var. Kuran’ın Kuranla tefsiri, biz bakıyoruz, bakalım ‘’Elem neşrah leke sadrak’’  Biz senin kalbini açmadık mı? Anlamındaki ayetin bir benzeri var mı Kuran-ı Kerim’de. Ona bakarsak benzerini bulursak bunun anlamını da çok güzel bir şekilde anlarız. Zümer suresi 22.ayetinde bir benzerini buluyoruz biz. E fe men şerahallâhu sadrahu …

(Abdülaziz BAYINDIR) : 39 değil mi?

(Abdullah BAYINDIR):  Ayet mi 39?

(Abdülaziz BAYINDIR) : Yok sure…

(Abdullah BAYINDIR):  He 39. Sure 20. Ayet ”E fe men şerahallâhu sadrahu lil islâmi, Allah kimin göğsünü islama açarsa” diye aynı inşaraha şaraha aynı şeydendir, köktendir. ”Fe huve alâ nûrin min rabbih, O rabbinden bir nur üzeredir o. Fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubî’’ diye devam ediyor. Bir kişinin kalbinin İslam’a açılması demek, onun kalbinin normal bir şekilde yarılması, fiziki anlamda yarılması anlamına ayetin ayetiyle tefsir ettiğimizde açıkladığımız zaman o anlama gelmediğini görüyoruz. Kuran-ı Kerim de Allah Teala her şeyi açıklıyor.  Bir ayetin açıklamasını bir başka ayette görebiliyoruz burada olduğu gibi. O zaman ’Elem neşrah leke sadrak’’ biz senin kalbini açmadık mı? Anlamı zaten duhan suresinden sonra geliyor yani surelerin dizilişi ben daha önce belli bir anlamı olduğunu düşünüyorum kendi adıma orda ‘’Ve vecedeke dâllen fe hedâ. (Duhan 7)’’ var bir önceki surede. Daha önce söylemiştim fil suresiyle kureyş suresi arasında birbiriyle çok bağlantılı olduğunu başka şeylerde de fil suresi olayını anlatırken bu susemde söylemiştim onu. Bir önceki suredeki ‘’Ve vecedeke dâllen fe hedâ. (Duhan 7)’’ Biz seni sapmış bulduk sonra doğru yolu göstermedik mi?

(Abdülaziz BAYINDIR) : Şaşkın, ne yapacağını şaşırmış…

(Abdullah BAYINDIR):  ’Elem neşrah leke sadrak’’ da biz senin kalbini açmadık mı İslam’a açmadık mı? İman ya da başka bir hadiseden rahatlatmadık mı? anlamlarına gelen bir şey aynen Zümer suresindeki  ‘’E fe men şerahallâhu sadrahu lil islâm’’ heralde kalbi İslam’a açılan Müslüman olarak kendini sayan İslam’ın emirlerini yerine getiren namazlarını kılan oruçlarını tutan kişilerin yani bizler eğer öyleysek bunun mücadelesini veriyoruz yaşamımızda  kalbimiz heralde doğuştan ya da 5-6 yaşlarında 4-5 yaşlarında meleklerin gelip yardığını böyle bir şeyi biz kendimizden bilmiyoruz. Eğer peygamber efendimiz için ’Elem neşrah leke sadrak’’ ı biz böyle anlarsak ‘’E fe men şerahallâhu sadrahu lil islâm’’ ı da öyle anlamamız gerekir ve bizim kalbimizin bir şekilde açılıp temizlenmiş olmasını varsaymamız gerekiyor diye düşünüyorum.

(Abdülaziz BAYINDIR) : O zaman da imtihanın ve Müslümanlığın bir anlamı kalmaz.

(Bir Katılımcı) : BURASI ANLAŞILMIYOR (01:31:27-01:31:29)

(Abdullah BAYINDIR):  Yani evet, zaten dua var Arapça işte ‘’Rabbişrahli sadri ve yessirli emri’’ Bu Hz. Musa’nın duası Allah’ım göğsümü genişlet aç diye. Hz. Musa Tur dağında şey aldığında ilk peygamberlikle müjdelendiğinde bu duayı yapıyor. Yani bu aslında bir ifade şekli aynı zamanda. Bu olaylar var. Bir de mucizeler konusunu ilk başta söyledim acaba peygamber efendimizin mucizeleri neler? Peygamber efendimizle alakalı daha sonra meydana gelen mucizeler var mı? Öyle mucizeler sayılmış ki her hangi bir internet sitesinden google’da arattığımız zaman dersimizin başında söylenen bazı mucizeler var. Mesela ,sayılan şeylerden, peygamber efendimizin mübarek ellerinden suyun çıkması, fışkırması, susuz kalınan bir zamanda bu bir mucize olarak sayılmış, hayber gazasında peygamber efendimizin zehirli bi yemek sunulduğunda kebap’ın dile gelip beni yeme demesi, bu bir mucize olarak söyleniyor. Medine de bir hurma kütüğü mescidinde, peygamber efendimiz hurma kütüğüne yaslanıp konuşma yapıyormuş, sonra bir konuşma yeri yapılınca peygamberimiz hurma kütüğünü terk edince kütüğün ağladığı duyulmuş diye bir rivayet var yine. Peygamber efendimiz elinde çakıl taşklarının arı sesi gibi sesler çıkardığı… bu nasıl bir mucizeyse bunda yer alıyor mucizelerde. Ve böyle, mesela bir çok mucize böyle işte Ay’ı ikiye yardı, çok söylenilen. Kamer suresindeki o, ‘’ İkterebetis sâatu ven şakkal kamer (Kamer-1)’’ saat yaklaştı ve ay parçalandı diye ayeti peygamber efendimizin en büyük mucizesi, hatta Said Havva gibi alimler bu mucizeyi kabul etmeyenlere fasık işte bu mucizeyi kabul etmeyenler hani biz dinden çıkmış demeyiz ama yani bunlar fasıktır, zalimdir, böyledir. Falan diye kitabında zikrediyor. Halbuki mesela biz bildiğimiz kadarıyla sahabeden tabiyinden önemli müfessirlerden bu en son söylediğim ayın yarılması mucizesinin olmadığını söyleyen dünya kadar kişi var. Onun farklı olarak olduğunu söyleyen kişiler var. Bu hadiseye gelmeden evvel önce biz bir mucizeler konusunu Kuran-ı Kerim’de acaba nasıl geçiyor, onu ayetlerle bir söyleyelim, ele alalım. Ankebut suresi, 29. Suredir. 50 ve 51 ayetlere bir bakarsak önce ondan başlayalım. Diyorlar ki, ‘’Ve kâlû lev lâ unzile aleyhi âyâtun min rabbih’’ dediler ki ona ‘’Rabbinden mucizeler indirilseydi ya’’ ayet burada mucize olarak geçiyor. ‘’Ul innemel âyâtu indallâh, De ki, mucizeler Allah’ın katındadır. Ve innemâ ene nezîrun mubîn, ben sadece apaçık bir uyarıcıyım. (Ankebut- 50)’’  devamında aslında peygamberimizin ana mucizesi ve tek yegane mucizesini 51. Ayet söylüyor, açıkça söylüyor hatta Allah Teala. ‘’ E ve lem yekfihim, onlara yetmiyor mu? Ennâ enzelnâ aleykel kitâbe yutlâ aleyhim, okumuş oldukları bu kitabı onlara indirmiş olmamız yetmiyor mu? inne fî zâlike le rahmeten ve zikrâ li kavmin yu’minûn, şüphesiz bunda inanan bir kavim için bir rahmet ve bir öğüt vardır.’’ Aslında Ankebut suresi 50/ ve51 ayetler peygamber efendimizden mucize istendiğini Allah Teala’nın da cevap olarak Kuran-ı Kerim yeter, nitekim yetmiştir de Kuran-ı Kerim. Dünya kadar Müslüman olmasına bugünde yetiyor. Gerçek anlamda, akıl sahipleri temiz bir aklılla baktığında Kuran- Kerim’in Allah’ın bir kitabı olduğunu herkes rahatça anlıyor. Ve insanların etkilendiğini görüyoruz. Ama şartlanmış menfaatlerini her şeyin üstünde tutan bir akılla bakan kişi Allah’ı çıplak gözle görse bile daha sonra red edecek. Kendi anlayışına göre bir şekilde eğip bükmeye çalışacaktır. Yine Furkan suresi 7. Ayet peygamber efendimizin normal bir insan olmasına itiraz var. Norma mucize yapmadı niye mucize yapmıyor diye itiraz var. ‘’ Ve kâlû, dediler ki, mâli hâzer resûli, bu ne biçim peygamber? Ye’kulit taâme, yemek yiyor, ve yemşî fîl esvâk, çarşılarda dolaşıyor, lev lâ unzile ileyhi melekun e yekûne meahu nezîrâ, ona bir melek indirilseydi ya. Bu da onunla birlikte uyarıcı olsaydı. Yanında bir melek onunla birlikte bir uyarıcı olsaydı. Peygamber efendimizin mucize göstermemesini ne biçim peygamber bu yani normal bir insan gibi, yemek yiyor çarşılarda dolaşıyor diyorlar. Yine 94. , İsra 94. Ayette, insanların Kuran geldikten sonra iman etmelerini neyin engellediğini Cenab-ı Allah söylüyor. ‘’Ve mâ menean nâse en yu’minû, insanları inanmaktan alıkoyan şey, iz câe humul hudâ, o hidayet yani Kuran-ı Kerim geldikten sonra, illâ en kâlû, şunu demeleridir, e beasallâhu beşeren resûlâ, Allah, bir tane beşeri peygamber mi göndermiş yani ? demeleridir. Demek ki beşer olarak gönderilen peygamberi beğenmeyen Mekkeliler var ama peygamber beşer olarak bizim gibi aynı şekilde gönderilmiş. Enbiya 8 de yine aynı konuda, beşer peygamberle alakalı ayet var. Ve mâ cealnâhum ceseden, biz o peygamberleri, bütün peygamberlerle alakalı, lâ ye’kulûnet taâme ve mâ kânû hâlidîn(hâlidîne), biz onları yemek yemeyen bir beden yapısında öyle ceset olarak yaratmadık, onlar ölümsüzde değillerdir. Hani peygamber efendimizin ve hz. İsa’nın ölmediğine inananlar var bu da aslında onlara bir cevap olabilir bu surede, bu ayet. Peygamberimizin de yine aynı şekilde kıyamette gelmesiyle alakalı bahisler var, yani Hz.İsa ‘ nın yanına ekleyenler de var çok küçük bir şey olsa da var. Bu ayet onlara cevap olabilir.

(Yahya ŞENOL): Bu sure numaralarını tekrarlayabiliriz 21. Sure 8.ayet diye.

(Abdullah BAYINDIR): He sure numarası 21/8. Bir de peygamberimizden ne tür mucizeler istenmiş yani bu olağan üstü şeyler yapılması istenilmiş Mekkeliler tarafından ama hangi şeyler istenmiş bunları da teker teker belirten yine ayetler var. Bu da 17.sure yine İsra suresinin 90 ile 93. Ayetleri arasında, peygamber efendimizden istenen fakat peygamber efendimizin yerine getiremediği mucizeler var. Diyorlar ki, Ve kâlû len nu’mine leke, kesinlikle sana inanmayacağız, hattâ tefcure lenâ minel ardı yenbûâ, yerden bizim için böyle fışkıran bir pınar çıkarmadıkça sana inanmayacağız.’’ Tabi Mekke kuru bir yer peygamber efendimizin yerden bir pınar çıkarmasını istiyorlar, Allah-u Teâlâ tabi ki şunları baştan kabul ediyor, Allah Teâlâ istemiş olsaydı bunlar meydana gelirdi yoksa Allah’ın gücüdür. Ama neden istemediği de en son ayette söylüyor.

(Abdülaziz BAYINDIR): En başta söylediğimiz gibi, ölümsüz ve Allah’ın yetkilerini kullanan bir şey bir tanrı istiyorlar. Hâşâ…

(Abdullah BAYINDIR): Evet, öyle istiyorlar. Ev tekûne leke cennetun min nahîlin, ya da senin bir bahçen olsaydı, hurma ve üzümden bir bahçen olsaydı, ve inebin fe tufeccirel enhâre hılâlehâ tefcîrâ, ortasından da şarıl şarıl artık akan nehirler olsaydı

(Abdülaziz BAYINDIR): Çıkarsaydın…

(Abdullah BAYINDIR) : Nehirler çıkarsaydın. ‘’Ev tuskıtas semâe kemâ zeamte aleynâ kisefen, ya da göğü bize iddia ettiğin gibi göğü bize parça parça indirseydin, ev te’tiye billâhi vel melâiketi kabîlâ, ya da Allah’ı veya melekleri tam olarak karşımıza getir’’. Yani bunu getir, bunları istiyorlar. Devamında, ‘’Ev yekûne leke beytun min zuhrufin, ya da sana senin o saydığın altından yapılma değerli madenlerden yapılma bir evin olsaydı, ev terkâ fîs semâi, ya da göğe yükselmiş olsaydın. E len nu’mine li rukıyyike, biz senin yükselmene inanacak değiliz, hattâ tunezzile aleynâ kitâben nakreuh, bize okucağımız bir kitap indirmedikçe inanmayız. Kul subhâne rabbî hel kuntu illâ beşeren resûlâ, de ki Allah’ı tenzih ederim, sadece bir gönderilen peygamber olarak gönderilen bir beşerim’’diyor peygamber efendimiz. Burada da görüyoruz, peygamber efendimizin istenilen mucizeleri yerine getirmiyor. Çünkü getiremiyor. Aynı zamanda çokça zikredilen Kurandan sonra en büyük mucizesi diye söylenilen ayın ikiye yardığına dair söylenilen ifade edilen mucizenin de Mekkeliler istemiş, yarmış diye rivayetlerde geçer. Mekkelilerin istediği teker teker sayılan bu mucizeler arasında böyle bir mucizeninde olmadığını görüyoruz.

(Abdülaziz BAYINDIR): Bak şimdi ayın yarılması, müfredatı açtım, şakul kamer…  Manası söyleyeceksin değil mi? Tamam.

(Abdullah BAYINDIR): Söyleyeceğim bu zatın sadece o değil, birçok yerde var, eğer zaten Ay’ın yarılması peygamberimizin Kuran’dan sonra bir çok rivayette söylenilen ve kamer suresindeki ay ikiye yarıldı şeklinde, parçalandı şeklinde bunu ifade edilen, peygamberimizin mekkede ayı ikiye yarması olarak söyleniyor, bunun özellikle boykot zamanı peygamber efendimiz ve yanındakiler üç sene boykota uğradılar, peygamber efendimizin peygamberliğinin 7 senesi ile 10. Senesi arası. Bu boykot zamanı boykotun uygulanmadığı nadir dönemlerden olan o haram aylarda peygamber efendimiz mina’da iken geliyorlar, Mekkeli birkaç kişi diyorlar ki madem sen peygambersin şu ayı ikiye yar da görelim. Peygamber efendimiz de rivayet odur ki Ay’ı ikiye yarıyor ve bazı rivayetlerde de deniyor ki, işte bir parçası dağın bir tarafına bir parçası da dağın öbür tarafına gitti diye böyle ifade etmişler. Böyle bir rivayet var bu önemli hadis kitaplarında da yer alan bir rivayet. Fakat gördüğümüz kadarıyla İsra suresinde böyle bir İstek peygamber efendimizden yok. Ay’ın ikiye yarıldığına dair olan rivayetleri kimin rivayet etmiş olduğuna biz baktık, inceledik raviler kimler. Yedi tane raviyle karşılaştık, hadis kitaplarında ve şeylerde olan. Ayın ikiye yarıldığıyla alakalı anlatılan şeylerde en önemli, ravi biliyorsunuz gözle görmüş olan kişi olması lazım veya peygamberimizin anlattığını duyan bir kişi olması lazım. En önemli ravi Enes bin Malik. Medine de peygamber efendimizin bakımını üstlendiği büyüttüğü çocuk. Hz.Enes. Medine de var olan bir kişi, Mekke’nin bu dönemini bilmesi mümkün olmayan, görmesi mümkün olmayan bir kişi, Hz. Enes. Bu olay ondan geliyor, rivayet olarak. Başka kimden geliyor Uzeyfe bin Yeman’dan geliyor. Bu kim? Peygamber efendimizin mit başkanı mıydı? İstihbarat dairesi başkanı diyelim. Sonradan Müslüman olan ve Müslümanlığı peygamberimizin istegiyle gizleyen bir kişi. Bu da medine’nin  son dönemlerinde Müslüman olan başta Müslüman olmayan o dönemde bilmesi olmayan ve Mekkeli olmayan b ir kişi. Diğeri üç tane Abdullah. Abdullah bin Ömer,Abdullah bin Abbas, Abdullah bin Amr bunlar da peygamberimizin eğitim verdiği çocuklar. Yani Medine de bu eğitimleri verdiği önemli insanlar. Birisi Cübeyr bin Mut o da Müslüman olmayan o dönemde bir kişi. Yedi kişi rivayet ediyor. Fakat bu yedisinin de Mekke’deki olayları görmesi mümkün,  yaş olarak mümkün değil veya bulundukları mevkii olarak mümkün değil. Bu kişiler bizde şunu akla getiriyor bu rivayetleri daha sonra uyduran kişiler zannedersem rivayet zincirlerinde kendileri oluşturmuşlar, sevilen insanları rivayetlere eklemişler gibi. Ama bazı şeyleri düşünememişler galiba, diye düşünüyoruz. Bir de bu Ay’ın ikiye yarılması olayının şunu da şey yapmak lazım, göz önünde bulundurmak lazım. Çok önemli bir mucize, bu mucize eğer meydana gelecek Allah tarafından verilecek olsa peygamber efendimizin bütün Mekke’deki insanları toplamış olması gerekir ve o mucizenin Mekke’de çok büyük bir gündem oluşturması gerekirdi o dönemde. Mesela fil vakası Kuran-ı Kerim’de geçiyor. Peygamberimiz doğmadan önce de olmuş biliyorsunuz. Fil suresi var. Fil hadisesi Mekke’de çok gündem oluşturduğu için insanlar oturduğunda böyle sohbet ederken arada sırada gündeme gelip söylediklerinden dolayı Kuran-ı Kerim ona dikkat çekiyor bir sureyle. Ve bunun Allah’ın bir lufu olduğu söyleniyor Kuran-ı Kerim’de. Böyle bir hadise meydana gelmiş olsa bir kere Mekke’de müşriklerin gündemini meşgul ederdi. Peygamber efendimizde bundan bol bol bahsederdi.

(Abdülaziz BAYINDIR) : Ve Kuran’da bol bol…

(Abdullah BAYINDIR) : Ve Kuran’da olurdu. Hz. İsa’nın mucizelerinden biz biliyoruz. Hz. İsa mucizelerinden bahsediyor. Ben Allah’ın izniyle şunu yaparım, işte, bir çamurdan kuş şekli yapıp Allah’ın izniyle uç derim uçar. Allah’ın izniyle ölüleri diriltirim. Bir Hz. İsa’nın mucizeleri var Kuran’ı Kerim’de. Hz. İsa da bunlardan Allah’ın izin verdiği sadette bahsediyor. Peygamber efendimizde bundan bahsederdi. Önce Abdülaziz Hocamızın da belirttiği gibi ‘’iktarabetis saatü venşakkal kamer’’ Araplarda bir deyim bu. Yani her şey apaçık ortaya çıktı deyimi.

(Abdülaziz BAYINDIR) : Türkçede de vardır. Ay gibi ortada…

(Abdullah Bayındır) : Ay gibi ortada, işte güneş gibi ortada diye deyimler kullanıyoruz yani bu her şey ortaya çıktı şeklinde. O zamanda herkes tarafından iyi anlaşılan bir şey. Bir de bir şey daha dikkat çekmek istiyorum. Bu söylenilen hadisenin meydana geldiği vakit boykot zamanı, ama kamer suresi boykot zamanından ve tefsir kitaplarında ve rivayet şeylere göre dört sene önce inmiş. Kamer suresi bu söylenilen, anlatılan zamana göre dört sene önce inmiş, ayın yarılması dört sene önce önceden haber veriyor diyebilirler tabiî ki ama zaman da bir birine uymuyor. Peki, acaba orda hiç bir şey olmadı mı? Boykot zamanı bir şey olmadı mı? Bu da bilimsel verilere göre olmuş, ne olmuş? Ay tutulması olmuş, boykot zamanı. Yani o zaman ay tutulması olmuş, bunu da bazıları belki daha sonra öyle dört sene önce inmiş olan kamer suresiyle birleştirip, değişik bir şeyler anlamış olabilirler diye düşünüyoruz. Peki peygamberimize Cenabı Allah neden acaba, Hz. İsa ‘dan bahsettik az önce, ona verdiği veya başka peygamberlere verdiği, Hz. Salih’e deve mucizesi vermiş dişi bir deve neden vermemiş? Onun da cevabı yine İsra suresi 17. Sure 59. Ayette geçiyor. Ve bunu ben en sona koydum, çünkü nokta ayet olarak. En sonda zikretmek istiyorum. Allah dileseydi verirdi her şeyden önce onu söyleyelim. Cenab-ı Allah birçok peygambere harikulade birçok olaylarda vermiştir. Peygamberliklerini ispat sadedinde Hz. İsa’dan bahsettik, Hz. Musa’nın asasını biliyoruz. Bunlar haktır Kuran’ı Kerim de geçerler. Ayet-İ kelime şöyle ‘’ Ve mâ meneanâ en nursile bil âyâti illâ en kezzebe bihel evvelûn, bizi mucizeler göndermekten alıkoyan, Cenab-ı Allah söylüyor bunu, şey ancak daha önceki milletlerin onları yalanlamasıdır. (İsrâ – 59)’’ Yani bu mucizeler geldi de inandılar mı? Hz. Musa’nın kavmi Kızıldeniz ikiye yarılıyor karşıya geçiyor, geçtikten sonra işte diyorlar ki, bize de böyle tanrı yapsana ey Musa diyorlar. Yani o üzerlerine denizin kalktığını gören kişiler, firavundan kurtulduklarını çıplak gözle gören , şahit olan kişiler, Asa mucizesini gören kişiler özellikle o Hz. Musa sihirbazlarla karşılaştığında bunu gören yılana dönüştüğünü ve diğer sihirbazların uydurma yılanlarını yuttuğunu gören kişiler daha sonra bakıyorsunuz Hz. Musa’ya diyorlarki bize de böyle tanrı yapsana ey Musa. Hz. Musa gidiyor, Allah’dan vahiy almak için Sina’ya gidiyor. Dönüşte bir bakıyor ki, Samiri ismindeki kişi Altından bir buzağı heykeli yapmış ve büyük bölümü ona tapıyor. Bunu görüyor, hatta Hz. Harun sakalına ve saçına yapışıyor, bunların hali nedir diye soruyor, ‘’Kâle yebneumme lâ te’huz bi lıhyetî ve lâ bi re’sî diyor, ey anamın oğlu sakalımdan ve saçımdan çekme ben bunlara kötü davransaydım dağılıp giderlerdi (TÂHÂ – 94)’’ diye cevap veriyor. Nitekim demek ki gözle görülen mucizeler insanlara pek fayda vermemiş. Fayda veren muhakkak vardır ama Allah Teâlâ’da ‘’ Ve mâ meneanâ en nursile bil âyâti illâ en kezzebe bihel evvelûn, biz öyle tip mucizeleri göndermekten alıkoyan şey, öncekilerin onu yalanlamasıdır. (İsra – 59)’’ Zaten devamında da örnek veriyor. ‘’ Ve âteynâ semûden nâkate mubsıraten fe zalemû bihâ, biz Semud’a da dişi deveyi gönderdik, verdik. Bir delil olsun diye görsünler diye, onlar da onu zulmettiler, onu öldürdüler. Ve mâ nursilu bil âyâti illâ tahvîfâ, biz mucizeleri onları korkutmak için gönderiyoruz (İsra – 59)’’ diye ayet-i kerime geçiyor. Demek ki, Yukarıdaki ayeti bir tekrarlayalım.

(Abdülaziz BAYINDIR): Burda bir şey daha var. Onu geçme de. Mucize edebiyatı yapıyor. Bir başka grup var mucizeleri inkâr ediyor. Yani öyle gruplar da var.

(Abdullah BAYINDIR): Peygamberlerin mucizelerini de inkâr edenler de var.

(Abdülaziz BAYINDIR): Şimdi mesela o mucizeleri inkar edenler buradaki ayete ne mana verecekler?

‘’ Ve mâ meneanâ en nursile bil âyâti’’ ayetleri irsad, gödermek yani serbest bırakmak manasına geliyor. Eğer Kuran-ı Kerim ayetiyse peygamberimiz ayet vermedi mi? Cenab-ı Hak. İşte Kuran var önümüzde. O zaman bu ayet başka bir ayet değil mi? Ancak mucize olur. Dolayısıyla örneğini de veriyor burada. Söylenileni tekrar etmiş olayım. Efendim diyorlar yani bir iki tane gerçekleşmiş olabilir. Bir iki tane gerçekleşmiş olsa bak Semud kavmi için tek bir mucizeden bahsediyor, semuda deveyi verdik diyor. Demek ki peygamberimize de bir tane verseydi, bu ayet olmayacaktı. Yani bir tane bile yok. Bu ayetleri göndermemize engel öncekilerin gönderdiklerimizi yalanlamasından başka bir şey değil ayetinin bir anlamı kalmaz.

Abdullah Bayındır: Ankebût 51 de de kâfi değil mi Kuran? Diyor Allah Teâlâ

(Abdülaziz BAYINDIR):  Şimdi oku o ayeti. Sure numarasını söyle de…

Abdullah Bayındır: 29 a 51 hani 50-51’i okumuştuk zaten. Bir daha okuyalım. Benim sözümün başında söylediğim. 50. İle birlikte okuyayım o zaman, tekrar. ‘’ Ve kâlû lev lâ unzile aleyhi âyâtun min rabbih, dediler ki ona rabbinden mucizeler indirilmeli değil miydi? kul innemel âyâtu indallâh, De ki , mucizeler Allah katındadır. Ve innemâ ene nezîrun mubîn,  ben sadece apaçık bir uyarıcıyım. E ve lem yekfihim, onlara kafi gelmez mi? Onlara yetmiyor mu? ennâ enzelnâ aleykel kitâbe yutlâ aleyhim, okumuş oldukları, okudukları bu kitabı…

(Abdülaziz BAYINDIR):  Kendilerine okunan…

Abdullah Bayındır: Kendilerine okunan daha doğrusu. Kendilerine okunan bu kitabı indirmiş olmamız onlara yetmedi mi? inne fî zâlike le rahmeten ve zikrâ li kavmin yu’minûn, şüphesiz bunda inanan bir kavim için bir öğüt vardır. Yani ankeût 51 ve İsra 59 zannedersem bütün her şeyi hani kıssadan hisse açıkça ortaya koyan ayetler olsa gerektir. Benim sözlerim bu kadar. Dinleyenlere teşekkürler.

(Abdülaziz BAYINDIR): Evet, bende şimdi bu ayetle bitireyim konuşmayı. Gerçekten çok güzel oldu hem Cüneyt Çoskun’un Hem Abdullah Bayındır’ın yapmış olduğu konuşmalar. İkisi de gayet kaliteli ve çok güzeldi. Tabi Yahya’nın kattıkları da gayet güzeldi. Şimdi, Musa A.s asasının mucize olduğunu hepimiz biliyoruz.  Şimdi, deniyor ki, Musa A.s asası Topkapı Saray’ında orda bir asa var bu Musa A.s asası deniyor. Şimdi siz o asayı insanlara göstererek, işte bak Musa Allah’ın peygamberidir. Asası  buna bakarak peygamber olduğunu anlayabilirsiniz diyebilir misiniz? Yani inanmayan bir kişiye o asayı göstererek ona inandırmak… Ya da o asaya o kişi mucize diyebilir mi? Bundan bizim köyde çok var der değil mi? Şimdi, Muhammed S.a.v anlatılan mucizelerinin bir an için doğru olduğunu düşünün mesela işte ay yarılmıştır Kuran ile sabittir diyenler var. Yani işte bunlarda Kuran- Kerim’in ayetleri, Allah böyle bir mucize indirmediğini söylüyor yani. Allah öyle diyorsa o zaman Arapçada da Ay’ın yarılması aynen Türkçe de olduğu gibi her şey Ay gibi ortada olduğuna göre o zaman o mana vermek zorundasın. Şimdi, öyle bir olayın olduğunu farz edin. Muhammed S.a.v’in peygamber olduğunu ispat için bunu inananlar açısından o kapıdan bakın, Ay’ı mucize olarak gösterebilir misiniz bugün? Çünkü o mucize dediğiniz, bir kişinin peygamberlik belgesidir. O belgeyi gördüğü zaman gören kişi onun peygamberliğinde şüphe etmemesi lazım. E şimdi Ay’ı peygamberimiz yarmıştır, bak Ay’a, buna bakıp da Müslüman olabilir misiniz?

(Abdullah BAYINDIR): Ravinin haberi olmayan mucizeler var. Mesela bugün Ay’ın yarılmasıyla alakalı ravisinin haberi olmayan mucizeler. Mesela astronotların hani Ay’a ayak basan kişilerden böyle halk ağzında anlatılıyor. İşte o Ay’ın yarık yerini görmüşler de orda ezan da duymuşlar falan diye. Kendi ağızlarından duymak mümkün olmayan, fakat ikinci, üçüncü ağızlardan onlar adına anlatılan şeyler devam ediyor. Yani, bu mucizelerinin temellendirilmesi yönündeki çalışmalar hız kesmeden devam etmekte bu yönde de bu arkadaşlar bu yolda başarılı bir şekilde yollarına devam ediyorlar.

Cüneyt Coşkun: Ay’ın yarılması öyle iki saniyede olacak bir olay değildir, yarıldıysa. Bir yarılması var bir kapanması var. Hani bunu o anda geceyi yaşayan bütün dünya insanları görmeli. Sadece ordaki iki üç kişi görmüş bu önemli değil. Zaten hadis kritiği vardır. Umumi belva diye uydurma olduğuna işaret eder bu. Eğer herkesin görmesi gereken bir olayı birkaç kişi nakletmişse şayet.

(Abdullah BAYINDIR): Unuttuğum buymuş, onu da söyleyecektim iyi hatırlattın.

(Bir katılımcı): Mesela hocam diyor ya kalabalığı yara yara geçti diyor ya.

(Abdülaziz BAYINDIR):  Nasıl? He yara yara he, evet, yarma kelimesi, doğru, Türkçe de var. Şimdi, o tüm mucizeler gerçekleşmiş olsa bile bugün insanları Muhammed S.a.v ‘in Allah’ın peygamberliğine inanması için insanlar açısından bir şey ifade etmez. Yani onu peygamber saymayan ona bakarak peygamber onamaz. Asıl mucize Kuran-ı Kerim onun içeriğidir, muhtevasıdır. Mesela arkadaşlarımızın hepsi okuduğumuz her bir ayet her gün defalarca bize mucizelik yapıyor ve şaşırıyoruz Allah Allah diyoruz muhteşem bir şey… Bunu sadece biz değil Kuran-ı Kerim’i okuyup anlayan herkes mucize der fakat siz Kuran’ı mucize olmaktan çıkarırsanız, yani insanların Kuran’ı anlamasını yasaklarsanız, siz anlamazsınız, siz manasını bilmezsiniz, zaten bizde asırlardır Kuran-ı Kerim’in güzel sesli hafıza tarafından okunur. İyi tecvid, iyi ses, iyi makam ama muhteva sıfır. Ve çok üzücü bir şeydir, ilim yayma cemiyeti iki senedir, bu üçüncü sene olacak, Osmanlılarda tefsir çalışmaları diye toplantılar yapıyor, bir meal yok. Bakın o kadar Osmanlı devleti altı asır şey yapmış, son dönemlerde bir meal çalışmasından bahsediliyor. Kültür bakanlığının yayınladığı tek bir meal vardır, ikincisi de yok, o da el yazması olarak. Son dönemlerde meal çalışması olmuştur, dokuzuncu asırdan itibaren. Yani medreselerde de Kuran’ı anlama çabası hiç olmamıştır. O tefsirler okutulur ama tefsirlerin her birisi bir Arapça metin örneği olarak okutulur, yoksa Allah Teala’nın ne dediğini okutmak için okutulmaz. Şimdi asırlarca Kuran’dan uzak olan insanlara Muhammed A.s Allah’ın peygamberi olduğunu nasıl anlatacaksınız? Yani insanlar Muhammed A.s ‘a inanmak için eşhedü diyorlar değil mi? Eşhedü ne demek? Ben şahitlik yapıyorum demektir. Şimdi siz benim burada konuşma yaptığıma, Abdullah’ın, Cüneyt’in yaptığını, işte Yahya’nın, Fatih’in burada olduğunu bunu şahitlik edersiniz değil mi? Yani dışarı çıksanız biri size dese ki, ben gittim saat 11 de, 11’den itibaren Abdülaziz hoca şeydeydi ensar vakfındaydı ya da…           BURADA VİDEO ATLAMIŞ

Şahidim diyor. Dolayısıyla mesela dışarıdan birisi dese ki Abdülaziz hocayı Süleymaniye vakfında gittim dinledim. Adam çıktıktan sonra ikinci bir adam dese ki, Ali emriden geliyorum, ne var? Abdülaziz Hoca orda konuşuyordu da dinledim. Ya şuanda birisi dedi ki Süleymaniye Vakfında konuşuyordu , sen Ali Emri de konuşuyordu diyorsun, benim kafam karıştı der değil mi? Şimdi, bu insan burada bizi dinleyen kişinin koyduğu kesin tavrı koyabilir mi? Bu defa hangisi daha doğru demeye başlar değil mi? Çünkü kendisi görmemiş . İşte onun için eşhedü kelimesini biz kullanıyoruz, eşhedü kelimesini biz kullanmış olmamız demek, bütün dünya Muhammed A.s  peygamber değildir dese bile benim için bu kesindir. Yani bütün dünya toplansa dese ki Abdülaziz Hoca bugün orda değildi siz asla inanmazsınız. İşte o şekilde sabit olan bir bilgi demektir. Bilgini o şekilde sabit olması için de sizin Kuran’ı okuyup anlamanız lazım ve bu Allah’ın kitabıdır. Tıpkı işte Musa A.s’ın asası hani sihirbazlar kendi iplerini attılar o sıcağın şeyiyle içerisine çıva falanda yerleştirilmiş o kıvranmaya başladı. Ama musa A.s ‘ın yılanı onların iplerini yutunca ilk önce inanalar kim oldu o sihiri yapanlar. Baktılar ki bu sihir değil bu ancak Allah’ın yapabileceği bir şeydir. Allah’ın yapabileceği bir şeyle geln kişi mutlaka Allah’ın elçisidir dedi ve ilk önce orda inandılar, öylesine eşhedü dediler ki, ölüm bile onları ne yaptı? O işten engelleyemedi. Şimdi, işte o eşhedü. Siz Kuran-ı Kerim’i okuyup anlarsanız hiç olmazsa Fatiha suresini kavrarsanız o zaman eşhedü diyebilirsiniz. Ama Kuranı, peygamberimizin mucizesini görmezseniz o zaman eşhedü diyemezsiniz eğlamu dersiniz yani  tıpkı şehzade başında birisinin ben işte falan yerde dinledim işte filan yerde dinledim demesi gibi olur kafanız karışır. Ulan bu öyle mi böyle mi? Böyle olunca da dine her şeyi katabiliyorsunuz. Yani biz de niye eşhedü diyorsun diye sorulursa bir adama, ne demek eşhedü demek gerekiyor, nerden öğrendin? – Babam öyle dedi, yalan mı söylüyor. Yok din hocası böyle anlattı kardeşim din hocasının anlatmasıyla eşhedü olur mu? Babandan duymakla eşhedü olur mu? Sana mal olmuş değil ki. Ya sana yanlış söylüyorsa bugün Hıristiyan dünyasında da binlerce insan şöyle şöyle inanacaksın diye anlatıyor ne farkın kalır senin ondan, sana mal olması lazım. İşte bu sebeple asıl mucize Kuran’ı Kerim insanların elinden alınmış. Alınmamış diyeceksiniz, ne fark eder ki anlamadıktan sonra yani manasını bilmedikten sonra bu sizin için mucizelik ifade etmez ki sadece Allah’ın kitabı olduğunu söylüyorlar dersiniz. Bu bilgi sadece ilim olur şehadet olmaz. Bu sebeple bu son ayet son derece önemlidir. Hepsi de önemli şüphesiz ankebût 51. Ayet ‘’E ve lem yekfihim ennâ enzelnâ aleykel kitâbe yutlâ aleyhim, sana bir kitap indirdik o, onlara okunuyor.’’ Okunma çok önemli, tilavet kelimesi, bizde tilavet kelimesi farklı olur, tilavet öyle güzel sesli hafızların Kuran okuması değil, öyle bir okuma ki bir tilavet bir şeyi takip etmek, bir şeye okumak demektir. Öyle bir okuma ki siz onu kavrıyorsunuz, haa yapmak lazım diyorsunuz. Anlamını kavradığınız bir okumadır tilavet. Anlamını kavramadığınız okumaya tilavet denmez. Kavradığı için mucize oluyor. Bunu ancak bir peygamber söyler. O zaman eşhedü deme noktasına geliyor, demezse kafir oluyor. Bir gerçeği çünkü örtmüş oluyor. Evet,’’İnne fî zâlike le rahmeten, bunun içerisinde Allah’ın bir ikramı da vardır, ve zikrâ, bir bilgi de vardır, yani, öyle bir bilgi ki her zaman onu aklınızda tutacaksınız ve hayatınızda uygulayabileceğiniz bir bilgi. Li kavmin yu’minûn, inanacak ya da inanan bir toplum için’’ Evet, böylece bugünkü dersimiz de bitirmiş olduk, hepinize çok teşekkürler, sağolun…

Tüm Mukayeseli Fıkıh Müzakereleri
# İçerik Adı Yayınladığı Tarih Görüntülenme
1 Kitaba Çağrı 16 Eylül 2017
2 Kurban İbadeti 24 Ağustos 2017
3 Hadislerin Derlenmesinde İran Etkisi 19 Ağustos 2017
4 Diyanetin Fetö Raporu: Bu din bu hale nasıl geldi? 14 Ağustos 2017
5 Hilal, Fitre ve Bayram 28 Haziran 2017
6 Nebi’mizin Ramazan Hayatı 12 Haziran 2017
7 İmsak Ölçüleri 27 Mayıs 2017
8 Dini Siyasete Alet Etmek 20 Mayıs 2017
9 Nebilere Yüklenen Olağanüstü Özellikler 13 Mayıs 2017
10 Tarih Boyunca Nebilere Gösterilen Tepkiler 6 Mayıs 2017
11 Yanlış Şeriat Algısı Suç ve Ceza 29 Nisan 2017
12 Kapitalizmin Sonu 15 Nisan 2017
13 Faiz Bağlamında Modern Finansal Ürünler 8 Nisan 2017
14 Hadislere Bakışımız Nasıl Olmalı 1 Nisan 2017
15 Haram Aylar 25 Mart 2017
16 Kur’an’cılık Tehlikesi 1.Bölüm 20 Mart 2017
17 Din ve Devlet İlişkileri 1.Bölüm 11 Mart 2017
18 Cuma Namazı ve Hutbe’si 4 Mart 2017
19 Kur’an’a Göre Sihir Kavramı 25 Şubat 2017
20 Abese Suresi Bağlamında Nebi’mizin Korunmuşluğu 18 Şubat 2017
21 Ev İçi Mahremiyet Kuralları 11 Şubat 2017
22 Örtünme İle İlgili Hükümler 4 Şubat 2017
23 Baş Örtüsü ve Örtünme 28 Ocak 2017
24 Kur’an’nın Çözüm Üretmedeki Yeri 21 Ocak 2017
25 Yahudileri Gölgede Bırakan Hileler 16 Ocak 2017
26 Müslümanlar’da Allah’a Güven Krizi 31 Aralık 2016
27 Müslümanlığımızı Gözden Geçirme İhtiyacı 24 Aralık 2016
28 Ümmet Olamamanın Ağır Bedeli 17 Aralık 2016
29 Tarihsellik İddialarında Cezalar Örneği 10 Aralık 2016
30 Mezhepçiliğin Doğurduğu Acı Sonuçlar 3 Aralık 2016
31 Kur’an’nın Tarihselliği İddiası ve Miras Konusu 26 Kasım 2016
32 Takiye (Kimliği Gizleme) 19 Kasım 2016
33 Faiz ve Güncel Meseleler 12 Kasım 2016
34 Mehdi Gelicek mi ? 7 Kasım 2016
35 Hz.İsa Gelicekmi? 31 Ekim 2016
36 Çağdaş Ulemanın Usulsüzlüğü 22 Ekim 2016
37 Dinsel Çoğulculuk 15 Ekim 2016
38 Son Kitabı Devre Dışı Bırakma Projesi, Dialog 8 Ekim 2016
39 Fıtrat Zemininde Buluşma 1 Ekim 2016
40 Nisa 34. Ayet Bağlamında Kadına Şiddet 24 Eylül 2016
41 Kurban İbadeti 10 Eylül 2016
42 Kadının Dövülmesi 3 Eylül 2016
43 Kur’an’a Göre Hükmetmek 27 Ağustos 2016
44 15 Temmuz Darbe Gecesine Kurani Bir Bakış 20 Ağustos 2016
45 Paralel Dinin Olmazsa Olmazı Aracılık – 1 13 Ağustos 2016
46 Müslüman Gayrimüslim İlişkileri 2 Temmuz 2016
47 Zekat 25 Haziran 2016
48 Oruçla İlgili Hükümler 18 Haziran 2016
49 Uydurulan Dinde Yatsı Sonu, Seher ve İmsak Vakti 4 Haziran 2016
50 Uydurulan Dinde Mut’a Nikahı 28 Mayıs 2016
51 Uydurulan Dinde Şartlı Talak 21 Mayıs 2016
52 Uydurulan Dinin Dayatması Olarak Çocukların Evlendirilmesi 7 Mayıs 2016
53 Kölelik ve Cariyelik Mezheplerin Dayatması mı? 30 Nisan 2016
54 Musa Hızır Kıssasının Evrensel Mesajı 23 Nisan 2016
55 Sünnetin Delil Değeri 16 Nisan 2016
56 Kira Sertifikaları Faizsiz Ürün mü? 9 Nisan 2016
57 Suç-Ceza Dengesi Açısından Cinsel İstismar 2 Nisan 2016
58 Boşanma Konusunda Allah’ın Koyduğu Sınırlar 26 Mart 2016
59 Allah’ın Koyduğu Sınırlar Nasıl Aşıldı 19 Mart 2016
60 Muhsana, Kadına Pozitif Ayrımcılık 13 Mart 2016
61 İnsanlar ile Cinlerin Ortak Özellikleri 5 Mart 2016
62 Nebiler Günahtan Korunmuş mudur? 27 Şubat 2016
63 Bedir Savaşı Örneğinde Nebi ve Resul Farkı 20 Şubat 2016
64 Dinde Haram-Helal Koyma Yetkisi 13 Şubat 2016
65 Cinler 6 Şubat 2016
66 İlk İnsanın Yaratılışı 30 Ocak 2016
67 İnsanı İnsan Yapan Özellikler 23 Ocak 2016
68 Allah’ı İkinci Sıraya Koymak 16 Ocak 2016
69 Şirkle İman Arasındaki Kararsızlık 9 Ocak 2016
70 Mehdi Beklentisi 2 Ocak 2016
71 Her İnsan Allah’ı Bilir 26 Aralık 2015
72 Fıkıh Müzakereleri | Her İnsan Allah’ı Bilir 26 Aralık 2015
73 Bir Sömürü Aracı Olarak Halifelik – 2 19 Aralık 2015
74 Bir Sömürü Aracı Olarak Halifelik 12 Aralık 2015
75 Kur’ân’da Dindarlık 5 Aralık 2015
76 Tarih Boyunca Bir Siyasi Baskı ve Ötekileştirme Aracı Olarak Zındıklık 28 Kasım 2015
77 Geleneğe Göre Dinden Dönmenin Hükmü (Bölüm 2) 21 Kasım 2015
78 Geleneğe Göre Dinden Dönmenin Hükmü (Bölüm 1) 21 Kasım 2015
79 Kur’an’a Göre Dinden Dönmenin Hükmü 16 Kasım 2015
80 Kur’an’da Zina Suçu Ve Cezası 7 Kasım 2015
81 Tağut Doğru Yolun Üstünde Oturur 31 Ekim 2015
82 Hadis Uydurma Faaliyetleri 24 Ekim 2015
83 Kader İnancı Ve Nesih 17 Ekim 2015
84 Resulullah Sonrası Siyasi Gelişmeler 10 Ekim 2015
85 Nesih 3 Ekim 2015
86 Hac Ve Kurban 19 Eylül 2015
87 Terör Olayları Karşısında Nebevi Siyaset 12 Eylül 2015
88 Dinde Özgürlük 5 Eylül 2015
89 Dine Uyma Yerine Dini Kendine Uydurma 4 “Cariyelik” 29 Ağustos 2015
90 Dine Uyma Yerine Dini Kendine Uydurma 3 “Cariyelik” 22 Ağustos 2015
91 Dine Uyma Yerine Dini Kendine Uydurma 2 “Kitap Algısı” 15 Ağustos 2015
92 Dine Uyma Yerine Dini Kendine Uydurma 8 Ağustos 2015
93 Nebimizin Yürüttüğü Dış Politika 1 Ağustos 2015
94 Kadir Gecesi ve İmsak Vaktine Tavırlar 11 Temmuz 2015
95 Zekat 4 Temmuz 2015
96 Oruç İbadeti 2 27 Haziran 2015
97 Oruç İbadeti 20 Haziran 2015
98 Kutup Bölgelerinde İftar ve İmsak Vakitleri 13 Haziran 2015
99 Emtia Borsalarındaki İşlemlerin Fıkhi Hükmü 6 Haziran 2015
100 Kur’ân’a Göre Gece-Gündüz 30 Mayıs 2015
101 Prof. V. A. Yefimov’la Yapılan Toplantının Değerlendirilmesi 23 Mayıs 2015
102 İsra ve Mirac 16 Mayıs 2015
103 Berzah Alemi 2 9 Mayıs 2015
104 Berzah Alemi 2 Mayıs 2015
105 Enflasyon ve Faiz 25 Nisan 2015
106 İşsizlik Probleminin Kaynağı 18 Nisan 2015
107 Peygamberimizin Öldürülmesini Emrettiği Kişiler Hakkındaki Rivayetler 4 Nisan 2015
108 Faizsiz Sistemin İlkeleri (Zekat-Faiz Karşılaştırması) 28 Mart 2015
109 Faizsiz Sistemin İlkeleri – Faizsiz Bankacılık 28 Mart 2015
110 Faizsiz Sistemin İlkeleri (Enflasyon) 21 Mart 2015
111 Faizsiz Sistemin İlkeleri (Bankacılık) 14 Mart 2015
112 Faizsiz Sistemin İlkeleri 7 Mart 2015
113 Tecavüz Suçunun Cezası 28 Şubat 2015
114 İdam Cezası ve Kıssas Tartışmaları 21 Şubat 2015
115 Ceza Hukukunun Genel Prensipleri 14 Şubat 2015
116 Kur’ân’da Ruh Kavramı 7 Şubat 2015
117 İcmanın Delilleri ve Değerlendirilmesi 24 Ocak 2015
118 Fıkıh Müzakereleri | Ceza Hukukunun Genel Prensipleri 17 Ocak 2015
119 Nebiye Hakaretin Cezası 10 Ocak 2015
120 Noel ve Mevlid Kandili Kutlamalari 3 Ocak 2015
121 Kelime Oyunları ve Şeb-i Arus 27 Aralık 2014
122 Evlilik Nedeniyle Ortaya Çıkan Haramlık 20 Aralık 2014
123 Talak’ın Şarta Bağlanması 13 Aralık 2014
124 Kadının Boşanma Hakkı 6 Aralık 2014
125 Boşanmanın Hükümleri 29 Kasım 2014
126 Küçüklerin Evlendirilmesi 22 Kasım 2014
127 İslam Hukuku-Roma Hukuku Karşılaştırması 15 Kasım 2014
128 Beni Kureyza Yahudileri ve Esirlerin Öldürülmesi 8 Kasım 2014
129 İslâm Miras Hukukunda Kelâle 3 Kasım 2014
130 Batı Güdümlü İslam Anlayışında Kur’an Sünnet Algısı – 2 25 Ekim 2014
131 Batı Güdümlü İslam Anlayışında Kur’an Sünnet Algısı 18 Ekim 2014
132 İslam Alimlerinin Işid’e Gönderdikleri Mektubun Eleştirisi 11 Ekim 2014
133 Kurban İbadeti 27 Eylül 2014
134 Birbirimizden yardım istemek şirk midir? 9 Ağustos 2014
135 Nafile Oruç 2 Ağustos 2014
136 Zekat ve Fitre 26 Temmuz 2014
137 Kadir Gecesi 19 Temmuz 2014
138 Tarihi gelişimi ve Hükümleri Açısından İtikaf 12 Temmuz 2014
139 Yatsının Son Vakti 5 Temmuz 2014
140 Vakti Dışında Namaz, Süresinden Fazla Oruç 28 Haziran 2014
141 Bakara 187. Ayet Işığında Oruç İbadeti 21 Haziran 2014
142 Kimler Oruç Tutabilir 14 Haziran 2014
143 Orucun Tarihi ve Meşruiyeti 7 Haziran 2014
144 Ecel ve Şehitlik – Sorular ve Cevaplar 24 Mayıs 2014
145 Ecel ve Şehitlik 17 Mayıs 2014
146 Seferilik Mesafesi ve Müddeti 10 Mayıs 2014
147 Yolculukta Namaz – 2 26 Nisan 2014
148 Dinden Dönmek 19 Nisan 2014
149 Yolculukta Namaz 5 Nisan 2014
150 Namazı Terketmenin Hükmü 29 Mart 2014
151 Namazda Zikir 8 Mart 2014
152 Kadınların Cemaate Katılması 1 Mart 2014
153 Cemaatle Namaz – 2 22 Şubat 2014
154 Cemaatle Namaz 15 Şubat 2014
155 Sehiv Secdesi 8 Şubat 2014
156 Namazı Bozan Haller – 2 1 Şubat 2014
157 Namazı Bozan Haller 18 Ocak 2014
158 Cumanın Farzından Önceki ve Sonraki Sünnetler 11 Ocak 2014
159 Cuma Hutbesi 4 Ocak 2014
160 Cuma Namazı 28 Aralık 2013
161 Sünnet Namazları 21 Aralık 2013
162 Vitir Namazı 14 Aralık 2013
163 Teheccüd Namazı 7 Aralık 2013
164 Kur’an’da Melek ve Cin Kavramları – Sorular 23 Kasım 2013
165 Kur’an’da Melek ve Cin Kavramları – 2 18 Kasım 2013
166 Kur’an’da Melek ve Cin Kavramları 2 Kasım 2013
167 Cezanın Amacı Açısından Mağdur Hakları 26 Ekim 2013
168 Bayram Namazı ve Teşrik Tekbirleri 12 Ekim 2013
169 Tarihi, Amacı ve Ahkamı Yönüyle Kurban 5 Ekim 2013
170 Kur’an’da Münafıkların Durumu – 2 28 Eylül 2013
171 Kur’an’da Münafıkların Durumu 21 Eylül 2013
172 Günümüz İslam Dünyasının Problemleri 14 Eylül 2013
173 Bedel Hac – Doç.Dr. Servet Bayındır 7 Eylül 2013
174 Allah’ın Bilgisi ve Kader 24 Ağustos 2013
175 Mısırdaki Müslümanların Durumu 17 Ağustos 2013
176 Kadir Gecesi 3 Ağustos 2013
177 İmsak Tartışmaları 27 Temmuz 2013
178 Kutup Bölgelerinde İbadet Vakitleri 20 Temmuz 2013
179 Kader 19 Ocak 2013
180 Kıyamet Alametleri 22 Aralık 2012
181 Kur’an Sünnet Bütünlüğünde Kurban İbadeti 20 Ekim 2012
182 Kur’an Sünnet Bütünlüğünde Hac İbadeti 13 Ekim 2012
183 Faiz-Zekat İlişkisi 6 Ekim 2012
184 Namazların Birleştirilmesi 29 Eylül 2012
185 İslama Yönelik Saldırılar 22 Eylül 2012
186 Alternatif Bir Finansal Ürün Olarak Kira Sertifikaları(SUKUK) 15 Eylül 2012
187 Öğle ve İkindi Namazlarının Vakitleri 8 Eylül 2012
188 Yatsı Namazı Vaktinin Bitişi 1 Eylül 2012
189 Kur’an’a Göre Gelenek 25 Ağustos 2012
190 Bayram Namazı ve Fitre 18 Ağustos 2012
191 Televizyondan Kabe İmamına Uyulabilir mi? 11 Ağustos 2012
192 Ramazan Ayının İnsana Sunduğu Fırsatlar 4 Ağustos 2012
193 İmsak Vakti ve Seher – 2 28 Temmuz 2012
194 İmsak Vakti ve Seher 21 Temmuz 2012
195 Nesih, Kıblenin Değişmesi Örneği 23 Haziran 2012
196 İsra ve Miraç 16 Haziran 2012
197 Uydurma Hadisler – Harun Ünal 9 Haziran 2012
198 Sezaryen Doğum 2 Haziran 2012
199 Vahiy – Sünnet İlişkisi 26 Mayıs 2012
200 Nesih Kavramı 19 Mayıs 2012
201 Din ve Tıp Açısından Sünnet 14 Mayıs 2012
202 Din ve Müzik 5 Mayıs 2012
203 Hadislerin Kur’an’a Arzı 28 Nisan 2012
204 Türkiye’de Kutlu Doğum Etkinlikleri 21 Nisan 2012
205 Allah’ın Elçisini Doğru Anlamak 14 Nisan 2012
206 Kur’an Öncesi Mekke Toplumu 7 Nisan 2012
207 Faizsiz Bankacılğın Problemleri 31 Mart 2012
208 Hz.Muhammed’in(S.A.V.) Tebyin Görevi 24 Mart 2012
209 İslam ve Türk Medeni Kanunu(TMK) Miras Sistemlerinin Mukayesesi 17 Mart 2012
210 Kur’an’a Göre Tağut Kavramı 10 Mart 2012
211 Farklı İnançların Birlikte Yaşamasının Doğal Kuralları 3 Mart 2012
212 Kur’an’a Göre Resule İman, İtaat ve İttiba 25 Şubat 2012
213 Organ Nakli 18 Şubat 2012
214 Sebeb-i Nüzul Meselesi 11 Şubat 2012
215 Daru’l-Harbde Faiz 4 Şubat 2012
216 İftida 28 Ocak 2012
217 Talak (Boşanma) 21 Ocak 2012
218 Gayrimüslimlerle Evlilik 14 Ocak 2012
219 A’raf Ehli 7 Ocak 2012
220 Müminler Cehenneme Girecekler Mi? – 2 31 Aralık 2011
221 Müminler Cehenneme Girecekler Mi? 24 Aralık 2011
222 Çocukların Evlendirilmesi 17 Aralık 2011
223 İnanç Özgürlüğü 10 Aralık 2011
224 Evliliğin Denetlenmesi 3 Aralık 2011
225 Adetli Kadın Kur’an’a Dokunabilir mi? 26 Kasım 2011
226 Hz.İsa’yı(a.s.) Geri Getirmek İsteyenlerin Hedefi 19 Kasım 2011
227 Nebi ve Resul Kavramları 12 Kasım 2011
228 Kurban Bayramına Nasıl Hazırlanmalıyız? 5 Kasım 2011
229 İcma Delili ve Değerlendirilmesi 22 Ekim 2011
230 Vekaletle(Bedel) Hac 15 Ekim 2011
231 İhram Yasakları 8 Ekim 2011
232 Kadınların Yolcuğu 1 Ekim 2011
233 Kur’an ve Sünnet Işığında Hac İbadeti 24 Eylül 2011
234 Faiz Anlayışı 10 Eylül 2011
235 Bayram Namazı 27 Ağustos 2011
236 İmsak Vakti 20 Ağustos 2011
237 Teravih Namazı Konusunda Diyanet’e Cevap 13 Ağustos 2011
238 Oruç Tutamayanlar Ne Yapmalı? 6 Ağustos 2011
239 Güneşin Batmadığı Yerlerde Namaz Vakitleri 2 Temmuz 2011
240 Yatsı Namazının Vakti 7 Mayıs 2011
241 Allah’ın İndirdikleri İle Hükmetmeyenler – 2 30 Nisan 2011
242 Allah’ın İndirdikleri İle Hükmetmeyenler 23 Nisan 2011
243 Günahlarla İlgili Kavramlar – 2 2 Nisan 2011
244 Günahlarla İlgili Kavramlar 26 Mart 2011
245 Büyük Günahlar – 3 19 Mart 2011
246 Büyük Günahlar Nelerdir? 12 Mart 2011
247 Büyük Günah İşleyenlerin Durumu 5 Mart 2011
248 Ye’cüc ve Me’cüc 26 Şubat 2011
249 Dabbetü’l-Arz 19 Şubat 2011
250 Tarikatlarda Vesile ve Tevessül 12 Şubat 2011
251 Evliyanın Yardımı İle İlgili İddialar – 2 5 Şubat 2011
252 Kutuplarda Namaz Vaktinin Tespiti 29 Ocak 2011
253 Evliyanın Yardımı İle İlgili İddialar 22 Ocak 2011
254 Kâlû Belâ Olayı Hakkında Sorulan Sorular – 2 1 Ocak 2011
255 Kâlû Belâ Olayı Hakkında Sorulan Sorular 25 Aralık 2010
256 Mehdi İnancı 18 Aralık 2010
257 Kur’an’a Göre Zekat Oranları 4 Aralık 2010
258 Artan Malı İnfak Etme 27 Kasım 2010
259 Vitr Namazı 13 Kasım 2010
260 Bayram Namazları 6 Kasım 2010
261 Sehiv Secdesi – Mukayeseli Fıkıh Dersleri 30 Ekim 2010
262 Kurban İle Alakalı Sorular 23 Ekim 2010
263 Hac Farklı Aylarda Yapılabilir mi? – Fıkıh Dersi 9 Ekim 2010
264 Başkasının Yerine Hacc Yapmak 2 Ekim 2010
265 Hilal İle İlgili Sorulan Sorular 25 Eylül 2010
266 Cariyeler İle İlgili Sorulan Sorular 18 Eylül 2010
267 ORUÇ BOZMANIN CEZASI 4 Eylül 2010
268 Zekat 28 Ağustos 2010
269 İmsak ve Yatsı Vakitleri – 2 21 Ağustos 2010
270 İmsak ve Yatsı Vakitleri 14 Ağustos 2010
271 İsra ve Miraç -2 10 Temmuz 2010
272 İsra ve Miraç -1 3 Temmuz 2010
273 İcma’a Delil Getirilen Hadisler 26 Haziran 2010
274 İcma 19 Haziran 2010
275 Başörtüsü ve Örtünme 12 Haziran 2010
276 Mezheplerin Tutarlılığı 29 Mayıs 2010
277 Asabe Siyaset İlişkisi (Kızın Çocuklarının Mirasçılığı Örneği) 22 Mayıs 2010
278 Kur’an’ı Açıklama Usulü 15 Mayıs 2010
279 Kartepe Programı Değerlendirme 5 Mayıs 2010
280 Abdestte Ayakların Mesh Edilmesi 24 Nisan 2010
281 Hudeybiye’den Geri Kalanlar 13 Nisan 2010
282 Peygamberimizin Zeynep (ranha) ile Evliliği 3 Nisan 2010
283 Bedir Savaşı 20 Mart 2010
284 Kur’an Sünnet Bütünlüğü: Allah’ın İzni Meselesi 13 Mart 2010
285 Vahiy Çeşitleri 6 Mart 2010
286 Kadınların Özel Halleri 11 Şubat 2010
287 Kur’an’a Göre Zekat Nispeti 6 Şubat 2010
288 Vahy-i Gayr-i Metlüv’e Dair Getirilen Deliller -1 30 Ocak 2010
289 Iskat (Ölen Kimseyi İbadet Borçlarından Kurtarmak) 16 Ocak 2010
290 Dini Tebliğ ve Uygulamada Cebrailin Rolü -2 2 Ocak 2010
291 Dini Tebliğ ve Uygulamada Cebrail’in Rolü 26 Aralık 2009
292 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Kurban 21 Kasım 2009
293 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Kıble Meselesi -2 14 Kasım 2009
294 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Kıble Meselesi -1 7 Kasım 2009
295 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Kur’anı Anlama 31 Ekim 2009
296 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Yolculukta Namazin Kısaltılması Örneği 24 Ekim 2009
297 İsa Aleyhisselam Tekrar Gelecek mi? -2 17 Ekim 2009
298 İsa Aleyhisselam Tekrar Gelecek mi? 1-1 10 Ekim 2009
299 İsa Aleyhisselam Tekrar Gelecek mi? 1-2 10 Ekim 2009
300 Hanefi Mezhebinin İçki ile İlgili Görüşleri -1 3 Ekim 2009
301 Hanefi Mezhebinin İçki ile İlgili Görüşleri -2 3 Ekim 2009
302 Mirasta Avliye Meselesi -1 26 Eylül 2009
303 Mirasta Avliye Meselesi -2 26 Eylül 2009
304 Kasten Orucu Bozanın Cezası -1 12 Eylül 2009
305 Kasten Orucu Bozanın Cezası -2 12 Eylül 2009
306 Oruç Keffareti -2 29 Ağustos 2009
307 Oruç Keffareti -1 29 Ağustos 2009
308 Adetli Kadının Orucu -1 22 Ağustos 2009
309 Adetli Kadının Orucu -2 22 Ağustos 2009
310 Hastaların Orucu -1 15 Ağustos 2009
311 Hastaların Orucu -2 15 Ağustos 2009
312 Namazda Örtünme / 2-1 8 Ağustos 2009
313 Namazda Örtünme / 2-2 8 Ağustos 2009
314 Namazda Örtünme / 1-1 1 Ağustos 2009
315 Namazda Örtünme / 1-2 1 Ağustos 2009
316 Kur’an’da Örtünme -1 18 Temmuz 2009
317 Kur’an’da Örtünme -2 18 Temmuz 2009
318 Gayrimüslimlerle Evlilik -1 11 Temmuz 2009
319 Gayrimüslimlerle Evlilik -2 11 Temmuz 2009
320 Müşriklerle Evlilik -1 4 Temmuz 2009
321 Müşriklerle Evlilik -2 4 Temmuz 2009
322 Ehli Kitap ve Müşrikler -1 27 Haziran 2009
323 Ehli Kitap ve Müşrikler -2 27 Haziran 2009
324 Hayvan Kesimi / 2-1 20 Haziran 2009
325 Hayvan Kesimi / 2-2 20 Haziran 2009
326 Hayvan Kesimi -1 13 Haziran 2009
327 Hayvan Kesimi -2 13 Haziran 2009
328 Helal Gıda ve Jelatin Konusu -1 6 Haziran 2009
329 Helal Gıda ve Jelatin Konusu -2 6 Haziran 2009
330 Nafile Namazlar -1 9 Mayıs 2009
331 Nafile Namazlar -2 9 Mayıs 2009
332 Vitir Namazı -1 2 Mayıs 2009
333 Vitir Namazı -2 2 Mayıs 2009
334 Kur’an’ın Genel Açıklaması -1 25 Nisan 2009
335 Kur’an’ın Genel Açıklaması -2 25 Nisan 2009
336 Namazın Mekruhları -1 11 Nisan 2009
337 Namazın Mekruhları -2 11 Nisan 2009
338 Namazı Bozan Şeyler -1 4 Nisan 2009
339 Namazı Bozan Şeyler -2 4 Nisan 2009
340 Namazda Konuşmak -1 28 Mart 2009
341 Namazda Konuşmak -2 28 Mart 2009
342 Namazda Abdestin Bozulması / 2-1 21 Mart 2009
343 Namazda Abdestin Bozulması / 2-2 21 Mart 2009
344 Namazda Abdestin Bozulması / 1-1 14 Mart 2009
345 Namazda Abdestin Bozulması / 1-2 14 Mart 2009
346 Namazda İmamlık / 3-1 28 Şubat 2009
347 Namazda İmamlık / 3-2 28 Şubat 2009
348 Namazda Saf Düzeni -1 21 Şubat 2009
349 Namazda Saf Düzeni -2 21 Şubat 2009
350 Namazda İmamlık / 2-1 14 Şubat 2009
351 Namazda İmamlık / 2-2 14 Şubat 2009
352 Namazda İmamlık / 1-1 7 Şubat 2009
353 Namazda İmamlık / 1-2 7 Şubat 2009
354 İmamın Arkasında Kıraat -1 24 Ocak 2009
355 İmamın Arkasında Kıraat -2 24 Ocak 2009
356 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 4-1 17 Ocak 2009
357 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 4-2 17 Ocak 2009
358 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 3-1 10 Ocak 2009
359 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 3-2 10 Ocak 2009
360 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 2-1 3 Ocak 2009
361 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 2-2 3 Ocak 2009
Kuran Dersi Canlı Yayın