Kur’an’da Salat Kavramı

5 Ocak 2013 tarihinde yayınlandı. görüntülenme Mukayeseli İlmihal Dersleri

Elhamdulillahi Rabbil Alemin vel akibetü lil müttakin Vessalatu vesselamu ala Resulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.

Bugün ki konumuz namaz, namaz kelimesi Farsça’dan gelmektedir. Orada ki Zerdüştlerin ibadetlerinin bir bölümüne verdikleri addır bu namaz. Abdestte oradan gelmedir, oruçta oradan gelmedir. Fars kültürünün büyük etkisi var tabi bu bölgelerde ama namazın Kur’an’ı Kerim’de ki adı es salat dır. Salât kelimesi değişik anlamlarda kullanılıyor. İkametüs salât dendiği zaman bizim anladığımız anlamda namaz kılmak şeklinde anlaşılır. Yoksa tek başına salât çok değişik anlamlarda olur. Resulüllah sallallahu aleyhi ve selleme salâtla ilgili ayeti kerime vardır biliyorsunuz. Oradaki anlamı ona destek vermek, onun peşinden izinden gitmektir ama bugün konumuz o değil bugün konumuz İkametüs salât dediğimiz şeydir. Şimdi daha önceki derslerde de burada konuştuk bizde geçmişi olmayan bir nebi algısı vardır. Hâlbuki Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem Hâtimü‘l-enbiyadır. Bütün nebiler kendilerinden sonra gelecek olan nebinin müjdesini vermişler ve ona inanılması gerektiğini söylemişlerdir. Bununla ilgili ayetleri çok defa okuduk burada. İşte Ali İmran 81, Araf 157. ayetler, sadece ayet numarasını zikretmekle yetineceğimiz ayetlerdir. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’de tebliğine başlamıştır. Mekke toplumu sık sık dile getirdiğimiz gibi dini geçmişi yani geçmişinde nebi olan, Resul olan bir toplumdur. İsmail aleyhisselamın soyundan geldiklerine inanan, İbrahim aleyhisselamın soyundan geldiklerine inanan insanlardır. Mekke’de yeryüzünün ilk mabedi vardır. Ali İmran suresinde 97. ayet miydi? 96. ayette Allah’u Teala : “İlk bina, insanlar için yapılmış ilk bina” insanlar için yapılmış dediğin zaman yani bir kişinin kendi şahsi malı değil, toplumun malı olmak üzere yapılmış ilk bina ki buna ilk vakıf mülkü de denebilir bugün ki anlayışla. “ilk bina elbetteki Bekke’de olandır” yani Mekke’de olandır “bereketlidir ve âlemler için bir hüdadır yani kıbledir.” Mekke’de biliyorsunuz ümmül kura olarak adlandırılan ana kent diye adlandırılan yerdir Kur’an’ı Kerim’de. Şimdi ilk bina, insanlar için yapılan ilk bina olduğuna göre sonra Allah’u Teala orayı methederek diyor ki orda şeyleri açıklayan: “Orda ibadet yerlerinin simgeleri, işaretleri vardır, İbrahim’in durduğu yerlerde vardır.”  Peki, İbrahim aleyhisselam Kâbe-i Şerif’in temellerini yükselttiği zaman Hacc suresinin 26. ayetiydi galiba, 22. sureni 26. : “O beytin yerini İbrahim için kalacak bir yer olarak hazırlayınca” çünkü orada çocuklarını yerleştirmişti. en ve tahhir beytiye İbrahim ve İsmail’e Ve iz bevve’nâ li ibrâhîme mekânel beyti ve İsmail”

—Yahya Şenol: Yok “Ve iz bevve’nâ li ibrâhîme mekânel beyti en lâ tuşrik bî şey’en”

—Abdulaziz Bayındır: Ha “en lâ tuşrik” o zaman en iyisi çünkü bu konuda çok ayet var. Biri diğerine karıştırılabiliyor.

—Yahya Şenol: Hac 26.22.sure.

—Abdulaziz Bayındır: Hac suresi 26. ayet. Diyor ki burada Allah’u Teala: “Ve iz bevve’nâ li ibrâhîme mekânel beyti” “O beytin yerini İbrahim için kalacak yer olarak hazırladığımızda” “en lâ tuşrik bî şey’en” “bana herhangi bir şeyi ortak koşma” İbrahim aleyhisselama verilen emir “bana her hangi bir şeyi ortak koşma” bu çok önemlidir. Bizde bir algı vardır, biliyorsunuz. Birisi nebi olduğu zaman onda asla şirkmiş, günahmış öyle bir şey asla düşünülemez diye bir algı var. İbrahim aleyhisselamda biliyorsunuz hem Yahudilerin hem Hıristiyanların hem Müslümanların çok önem verdiği simge kişiliklerden bir tanesidir. Ondan dolayı Kur’an’ı Kerim’de (Ali İmran suresi 67. ayet) “İbrahim ne Yahudidir ne Hıristiyandır, o dosdoğru bir Müslümandır” ifadesi geçiyor. Şimdi bana ortak koşma diye emir alıyor. (Hacc suresi 26. ayete devam) “Evimi de” evimi demesinin sebebi benim için yapılan ev demek. O zaman (Ali İmran 96. ayet)İnne evvele beytin vudia lin nâsi” ile burayı birleştirdiğimiz zaman yani İnsanlar için oluşmuş ve benim evim ifadesini birleştirdiğimiz zaman demek ki insanların ibadet için gelebilecekleri bir yer oluyor. Yani benim için yapılmış olan herkesin girebileceği bir bina oluyor, Allah’u Teala öyle demiş oluyor. Diyor ki: “Benim için yapılan evi tavaf edenler için tertemiz yap” Şimdi Kâbe-i Şerif böyle duruyor ve insanlar geliyor burada hac ve umre için tavaf ediyor. Zaten ondan sonraki ayette de hac ve umre konusu ile ilgili işte haccı ilan et ifadesi de geliyor. “ ayakta duran, rükû yapan ve secde edenler için” Şimdi ayakta, rüku ve secde namazın tanımıdır, biliyorsunuz. Zaten İbrahim aleyhisselam orayı yapıp ta tamamladıktan sonra dua etmişti. Ne demişti? O Bakara’ydı değil mi? Rabbic’alnî mukîmas salâti ve min zurriyyetî

—Yahya Şenol: Yok, İbrahim suresi, 40. ayet

—Abdulaziz Bayındır: Ha 40. ayet daha ilerisinde, evet hemen çeviriyoruz. İbrahim, İbrahim tamam, 14. surede doğru. 14. sure 40. ayet

—Yahya Şenol: 35’ten 40’a kadar komple o mesele anlatılıyor yani.

—Abdulaziz Bayındır: Neyse ben şimdi şey yapmayayım siz anlatacaksınız zaten, ben sadece genel bir özet sunacağım. Şimdi burada diyor ki 40. ayette: “Ya Rabbi beni bu namazı tam kılan bir kişi eyle” diyor. Buradaki temel kelime İkametüs salâttır, mukîmas salâtta ikamet kökünden gelen aynı anlamı taşıyan bir kullanımdır, onun ismi failidir. “Ya Rabbi beni bu namazı tam kılan kişi eyle ve soyumdan gelenlerden de. Ya Rabbi sen duamı kabul eyle” diyor. Hatta onların yukarısında da 37. ayette “Ya Rabbi” diyor “Benim soyumdan bir bölümünü bitkisiz bir vadide” işte o zaman bitki, şu anda da bitki öyle, taşıma suyla yeşertilen bir yer orası. “Bitkisiz bir vadiye yerleştirdim ama senin dokunulmaz evinin yanında” Neden böyle yaptım? “Rabbena li yukîmus salâte”  aynı kelime “bu namazı tam kılsınlar diye” yani çoluk çocuğunu oraya yerleştirmesinin sebebi bu, benim zürriyetimden bir kısmını orada ifade ediyor. Ondan sonra ne diyor? Oradan hemen 40’a atlarsak “Ya Rabbi beni bu namazı tam kılanlardan eyle, soyumdan gelenleri de öyle” diyor. Dolayısıyla, o soyundan gelenler Mekke i Mükerreme’de yerleşmiş olan Kureyş kabilesidir. Bu konuda kimsenin bir ihtilafı olduğunu şahsen ben bilmiyorum. Tabi (Ali İmran suresi 95. ayet)“Babanız İbrahim’in dinine girin” diyor onlara. Orada onlara şey yapıyor. Allah’u Teala İbrahim aleyhisselamın bu duasını kabul etmiştir. Kabul etmese zaten Kur’an’ı Kerim’de de geçmez bu. Bunun manası nedir? Kureyş kabilesi İbrahim aleyhisselamın soyundan geldiğine göre, Kureyşlilerin namaz kılıyor olmasıdır. Hepsi mi? Hepsi manasında değil ama bir kişi de olsa iki kişi de olsa muhakkak bu namazı kılıyor olmalılar, namazı kılıyor olmalılar. Sonra biz Beyine suresinden de biliyoruz. Orada Alllahu Teala bütün nebilerin durumunu anlatırken diyor ki: (5. ayet) “Onlardan her birine verilen emir dini yalnız Allah’a has kılarak samimiyetle ona kulluk etmeleridir” “ve yukimus salate” “ve namazı tam kılmalarıdır” aynı kelime yine “yukimus salate” aynı kelime gene yine aynı anlamı ifade eder tabi şeyde bağlamı falanda aynı. Aynı kelime demeyeyim de aynı kavram çünkü iki kelimeden oluşuyor. li yukimu, es salate tek başına salate olsa değişik anlamlar vermek gayet mümkün, tek başına ikame olsa yine değişik anlamlar verilebilir yerine göre ama ikisi bir arada zikredildiği zaman namaz kılma diye bizim anladığımız ibadet ortaya çıkıyor. Diyor ki: “Bütün nebilere sadece şu emir verilmiştir, samimi olarak dini Allah’a has kılarak” yani Allah nasıl istemişse öyle kendi kafalarına göre din uydurarak değil ki bugün bizim en büyük sıkıntımız tarih içersinde şu kitapların büyük çoğunluğunda bulunan indirilmiş dine yapılan ilavelerdir. Bütün şeylerde sıkıntı budur, indirilmiş din değil, uydurulmuş din. Onun için indirilmiş din olduğu zaman dini Allah’a has kılıyorsunuz, Allah nasıl göstermiş, Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellem nasıl uygulamışsa dini o şekilde yaşamak. “namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmiştir, işte o el kayyime olan din odur” Yani hemen biraz önce anlatılan (Beyine suresi 3. ayet) “O sapasağlam dik duran kitapların anlatmış olduğu din bu dindir.” Yani Allah’ın bütün kitaplarının anlattığı din bu dindir. Zaten şura suresinin 13. ayetinden biliyoruz ki Allah’u Teala bize diyor: “Allah Nuh’a neyi, hangi görevi yüklemişse sizin için bu dinin şeriatı yapmıştır” diyor.

O zaman bu ayetlerle birleştirdiğimizde şu ortaya çıkıyor. Demek ki Âdem aleyhisselamdan Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme kadar gelen bütün nebiler ümmetlerine namazı, aynı ibadeti emretmişlerdir. Peki, bunlar, aynı ibadeti neden söylüyoruz? Onu da ben şey yapayım, mesela, örnek olarak size bir iki tane daha ayet okuyacağım. Bakara suresinin ilk ayetlerine bakalım, Allah’u Teala, müminleri, müttakileri tarif ederken 4. ayette diyor ki, yok 3. ayette diyor ki: “Bunlar imanlarını gayıblarına sokanlar” yani içten inanan insanlardır “ve namazı tam kılan insanlardır” Şimdi burada “yukimunes salate” kelimesi, hatta Arapça bilmeyenler bile anlayabilirler. Hemen sayfamızı çeviriyoruz, şöyle 3 sayfa 4. sayfa da pardon 4. değil, 6. sayfa olacak yanlış oldu. 6. sayfada Allah’u Teala 40. ayette “Ya beni İsrail” diye başlıyor. “İsrailoğulları” diye başlıyor sonra devam ediyor onlara verdikleri emirleri. (Bakara suresi 43. ayet) “ve ekimus salate” Bakın ve yukimus salate ve ve ekimus salate Arapça bilmeyenler bile sesten aynı şey olduğunu anlayabilirler. “ve ekimus salate” şimdi aynı surede bulunan arada fazla ayet geçmeden ifade edilen ibadetin, aynı ibadet olma mecburiyeti vardır. Zaten şimdi siz yani İbrahim aleyhisselamın bıraktığı toplum olan Mekke’yi, bir kenara bırakın çünkü Mekke’nin yakın geçmişinde bir nebi yok. Biz bunu Yasin suresinden de öğreniyoruz. (Yasin suresi 5. ayet) “Babaları uyarılmamış bir toplumu uyarasın diye” yani onlarda İsmail aleyhisselamla kendileri arasında epeyce bir mesafe girmiş gibi gözüküyor. Gerçi o da bana fazlaca şey yapmıyor ama oraya diğer nebileri oraya mutlaka gelmiş olması lazım tarih içersinde. Şimdi onu bir kenara bırakalım, lütfen kendinizi Medine-i Münevvere de yerleşmiş Yahudiler gibi düşünün. Şimdi Yahudi kelimesi bizde bazıları için çok soğuk olan kelimedir ama o dönemde yaşayan bir kişi için sahih din, doğru din odur ona inanma mecburiyeti vardır. Şimdi onların kendi kitaplarında da şunu yazıyor, diyor ki: “Bizi tasdik eden bir nebi geldiği zaman ona mutlaka inanacağız” Şimdi bir nebi geliyor, kendi kitaplarında olmayan bir ibadeti yapıyorsa buna tasdik denmez, tasdik olması için kendileri gibi davranması lazım. Ha… Bak işte bize de bu emredilmişti, demek ki bu bizim beklediğimiz nebidir demesi lazım. En çok yapılan ibadet yani günde beş kere yapılan ibadette namazdır. Zekât var ama sene de bir kere verdiğin zaman bitiyor. Oruç var ama yılda bir ay tuttuğun zaman bitiyor, fakat namaz günde beş kere. Allah’u Teala Müslümanları Muhammet sallallahu aleyhi ve selleme inananları tanımlarken (Bakara suresi 3. ayet) “ve yukimunes salate” diyor “namazı tam kılanlar” diyor. Aynı surede Yahudilere 40. 40’mıydı? Hemen 43. ayette “ve ekimus salate” diyor “namazı tam kılın” diyor. “ve ekimus salate” bizim içinde verilen bir emirdir. Peki, o zaman bu kitapta, indirilmiş olan bu ayette, bu kitapta Yahudiler bu ayeti gördüklerinde, az önce dedim ya kendinizi bir Yahudi olarak düşünün. Bu sure inmiş, Bakara suresi Medine’de inmiştir, Yahudilerde Medine’ye yerleşmişler. Bakıyorsunuz ki bunlara (Bakara suresi 3. ayet) “ellezine ve yukimus salate” diyor. Peki, bize de (Bakara suresi 43. ayette) “ve ekimus salate” diyor. Tamam, zaten bize bu emrediliyordu, o zaman bizim beklediğimiz nebi budur, demeleri için çok sağlam bir gerekçe ellerinde oluyor. Şimdi o nebi, namazı kılıyorsa, Yahudiler hangi tarafa yöneliyorsa o tarafa yönelmek zorundadır çünkü tasdik onu gerektirir. Yani şimdi siz düşünün biz namaz kılarken Kâbe’ye doğru yöneliyoruz, birisi geliyor yok diyor Kâbe olmaz mesela; Roma’ya doğru yöneldiğini düşün ya da bir başka yere

yöneldiğini düşünün. Dersiniz, tamam namaz bizim ama kıble bizim değil dersiniz ve buna tasdik demezsiniz, değil mi? Tasdik ne demektir? Onaylamak demektir, bakın sizin yaptığınız doğru demektir. Sizin yaptığınızda şu şu yanlışlar var, kitabınıza uyun. Dikkat ederseniz emirler böyle veriliyor.

Maide 68’de ne diyor? “Tevrat’ı, İncil’i tam yerine getirmezseniz bir temeliniz olmaz” diyor. O zaman öyleyse bunu söylediğiniz zaman bir Yahudi’ye, buna itiraz etmez evet Tevrat benim kitabım diyecek. Hıristiyan da diyecek evet biz Tevrat’a, İncil’e uyduğumuzu söylüyoruz ama doğru söylüyor kardeşim, uymasak ta doğru söylüyor. Bu bir tasdik olur ve dolayısıyla onlar için bu yeni gelen nebiye inanma görevi doğar. İşte böyle bir nebi, Medine’yi Münevvere’ye geldiğinde mecburen Yahudilerin dönmekte olduğu kıbleye dönüyor olmalıdır. Medine de dönmüş olması olmaz, Mekke’de de o kıbleye dönüyor olmalıdır çünkü yani orda başka burada başka yaptığı zamanda bu da tasdiki engeller, denir ki ya bu bizi aldatmak için gelmiş, demek bu sahte bir nebidir. Bizimde ibadetlerimizi öğrenmiş, orda gitti onlara göre döndü buraya geldi bize göre döndü.

Dolayısıyla, burada sık sık tekrarladığımız yine ayetlerden bir tanesi de Enam suresinin 90. ayetiydi değil mi? “Ulâikellezîne hedallâhu, fe bi hudâyuhumuktedih” diyor Allah’u Teala. On sekiz tane nebinin adını sayıyor. Babaları, kardeşleri, soyları derken tüm enbiya ya işaret ettikten sonra “Onlar Allah’ın doğru yola yönlendirdiği, doğru yoluna kabul ettiği kimselerdir” 90. ayet mi? 90, tamam Onların yollarına uy! emrini Mekke’de inmiş Enam suresinde Resulüllah almış. Bu emri alan elbette ki kendine yeni bir emir gelinceye kadar Tevrat’ta ne yazılıyorsa ona uyacaktır. Orada yazılanda kıbleye dönmektir Beyti Makdis’e. Sonra biliyorsunuz yani bu bağlantıları kopardığımız zaman ayetler anlaşılmaz hale geliyor. İkinci surenin başında kıblenin değiştirilmesi ile ilgili hükümler geçiyor. 2. cüzün başında 21. sayfada. Önce şu cümleyi tekrarlayalım, Medine’ye geldiniz, sizde beş vakit namazı Yahudiler gibi kılıyor olmalısınız. Onlar nasıl kılıyorsa siz de öyle kılacaksınız rekât sayısı aynı, kıblesi aynı, vakti aynı. Zaten biliyorsunuz Mekke-i Mükerreme’de Cebrail aleyhisselam, Resulüllah salllallahu aleyhi ve selleme geliyor ve ona namazın kılınışını öğretiyor ve namazın vakitlerini öğretiyor. Namaz için herhangi bir tanımın gelmesi gerekmiyor Muhammet sallallahu aleyhi ve selleme zaten öteden beri yapılan bir ibadettir. Aynı ibadet olduğuna göre ilave bir tanıma lüzum yok çünkü o tasdik yeterli oluyor.  Cebrail aleyhisselamın Resulüllah salllallahu aleyhi ve selleme yaptığı bu, öğrettiği bu şey vahiy değil. Bu da önemli, neden vahiy değil? Çünkü Cebrail aleyhisselam bütün nebilere, vahiy getirendir, bütün nebilerin namazı nasıl kıldığını gayet iyi bilendir. Muhammet sallallahu aleyhi ve sellemin en güveneceği kişidir, onun için adına Cibril-i Emin deniyor, güvenilir Cebrail deniyor. Şimdi Resulüllah tabi ona güvenerek şey yapıyor gidip te Tevrat’ı okuması ya da Yahudilere sorması gerekmez. Biz Kur’an’ı Kerim’den biliyoruz ki oraya gitse onlar birçok şeyi gizlemişler ona göstermezler. Bir şey için rejim cezası, zina cezası için gittiler de, bilgi vermemek için ellerinden geleni yaptılar, yemin verdirdi de aldı. Dolayısıyla, Resulüllahın en çok güveneceği Cebrail aleyhisselamdır. Cebrail aleyhisselam gelip bunları söylediği zaman ona vahiy getirmiş olmuyor, ondan dolayı Kur’an ayeti değil o, teyit etmiş oluyor, bildiriyor, öğretiyor yani, talimde bulunuyor Cebrail aleyhisselam. Ne diyor? “İşte bu diyor, senin ve senden önceki ümmetlerin namaz vakitleridir.” İbadet vakitleridir, salât vakitleridir diyelim. Bir başında kılıyor, bir sonunda kılıyor iki kere. Şimdi bu Mekke’de olan bir olay, senin ve senden önceki ümmetlerin, niye Mekke’de olan? Çünkü Kâbe’de kıldırdı diyor Resulüllah aleyhi ve sellem. “Senin ve senden önceki ümmetlerin ibadet vakitleridir” diyor. O zaman bunun manası nedir? Bundan önceki ümmetler içersinde Yahudiler de var. Demek ki Yahudiler de aynı namazı, aynı vakitlerde kılıyorlardı. Aynı namazı aynı vakitlerde kılıyorlardı. İşte ve kıble de aynı taraf olmak zorunda tasdik bunu gerektirir. Medine’de o zaman Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellem mescitte namaz kılıyorken kıblesi Beyt-i Makdis’e doğru, namaz kıldırıyor. Şimdi şeyler Yahudiler çok iyi biliyorlar ki bu kıble değişecek zaten Kur’an’ı Kerim bize onu haber veriyor. Çünkü geçici bir süre içersinde baştan Kâbe kıbleyken bir süre Davut aleyhisselamdan itibaren Beyt-i Makdis olmuş bu tekrar eski haline dönecek. Çünkü ne diyor o şeyde? (Bakara suresi 146. ayet) Ellezîne âteynâhumul kitâbe ya’rifûnehu” buradaki hu zamirinin şeyi Resulüllah değil. Biz hep Resulüllahı tanırlar diye anlam veriyoruz da bu kıblenin değişimi çünkü konu kıbleden bahsediyor. “kemâ ya’rifûne ebnâehum” “kendi evlatlarını bildikleri gibi onu bilirler” yani bu kıblenin değişeceğinden hiçbir şüpheleri yoktur.

—Fatih Orum: Bir öncesinde de 144’te “ve innellezîne ûtûl kitâbe le ya’lemûne ennehul hakku min rabbihim”

—Abdulaziz Bayındır:(Bakara suresi 144. ayet) “ve innellezîne ûtûl kitâbe le ya’lemûne ennehul hakku min rabbihim” “kendilerine kitap verilenler kesin olarak biliyorlar ki kıblenin değişimi kendi Rableri tarafından bir gerçektir” o da kitaplarında yazılı demek ki, kesin bilmelerinin başka şansı yok. Şimdi siz yine kendinizi Medine’de yaşayan bir Yahudi, dindar bir Yahudi olarak düşünün beş vakit namazınızı kılıyorsunuz. Gelen kişinin Allah’ın son nebisi olmasının tüm emareleri onun üzerinde, o konuda herhangi bir şüpheleri zaten yoktu onların. O zaman beş vakit namazınızı ne yaparsınız? Mümkün olduğu kadar o nebinin arkasında kılarsınız, değil mi? İmkân varken kılarsınız. Şimdi insanları yoldan çıkaran hep başkası ne der düşüncesidir. Tamam, da el âlem ne der, güzel de bu millete ne anlatacağız, güzel de bu kadar milleti karşımıza niye alacağız? Hep şey budur, siz çevrenize bakın insanları yoldan çıkaran hep esasen budur. Şimdi bir Yahudi’nin ya da Yahudilerin orda saf tutup Resulüllahın arkasında namaz kılmaları hiçbir mani yok ama ne zaman ki kıble Kâbe’ye döndürülüyor, o zaman Yahudilerin işi bozuluyor, açıkta kalıyorlar. Ya şimdi ne gerek vardı kardeşim?  Ne güzel namaz kılıyorduk. Şimdi biz Kâbe’ye döndüğümüz zaman olmayacak, biz bunu millete nasıl izah edeceğiz, etrafımıza nasıl anlatacağız? Niye? Çünkü Yahudi olarak devam etmek istiyor, Müslüman oldum demek istemiyor. Yine bakın çevrenizegörün, doğruları bilmek ile doğrulara uymak arasında dünya kadar fark vardır, insanları saptıran budur., yani mevcut yapıyı bozmak istememesidir.

Ondan dolayı Allah’u Teala Bakara 142’de ne diyor? “Se yekûlus sufehâu” “O sefihler diyecek” Niye sefih diyor onlara? Çünkü kendisini alçaltmış bunlar. Allah bunları yüceltmek için nebi gönderiyor, bunlara söz vermiş Yahudilere dünya hâkimiyeti sözü vermiş ama onlardan da bir söz almış, gelecek nebiye inanacaksınız. Onun için ne diyor Bakara 40’ta? “İsrail oğulları düşünün, size verdiğim nimetleri düşünün, siz bana, benim yüklediğim görevi yerine getirin” gelecek nebiye inanma görevi vermiştim ya, getirin “ben de size verdiğim sözü yerine getireyim” dünya hâkimi olun. Biliyorsunuz o günün dünyasına Müslümanlar hâkim oldu. Müslüman olan Yahudilerde hâkim oldu, o hâkimiyetin bir parçası oldular. Gelin Müslüman olun hâkim olun. Peki, Müslüman olmazsan ne yaparsın? Kendi değerini düşürürsün. Onun için us sufehâu diyor, kendi değerini düşüren insanlar bunlar. Burada beş vakit namazını kılıyorsun. Öndeki kişinin de nebi olduğunu biliyor ve ona uyuyorsun, niye kıble değiştiği zaman, bak “Se yekûlus sufehâu minen nâsi” “O insanlardan bir kısım beyinsizler, kendi değerini bilmeyenler, kendi değerini düşürenler şöyle diyecekler: Ya şimdi ne vardı kardeşim, bu kıbleyi değiştirecek ne vardı diyecekler” Niye bu tarafa döndüler? Artık bir daha gelip te onun arkasında namaz kılamayacağız. “De ki: Doğu’da Allah’ın batıda” emri Allah veriyor, nebi sallallahu aleyhi ve sellem yapmıyor. Ama siz çok iyi bilirsiniz ki bu ayetler arası ilişki denen şey, bizde kökten kaybolduğu için bu ayetleri anlamada, kıblenin Beyt-i Makdis’ten Mekke’ye dönüşünde çok büyük sıkıntılar var. Yok, efendim Resulüllah Medine’ye gelmişte Yahudilere bir jest olsun diye onların kıblesine dönmüşte, sanki kendi, o Resul değil, nebi değil de Şari sanki şeriat koyuyor. Peki, onu koyabiliyorsa öbür tarafa da rahatlıkla geçebilirdi. Ne oluyor, ne olacak ki? Niye Cenabı Hakk’a yalvarıyor ki, Ya Rabbi! Kıbleyi değiştir, diye. Yani Kâbe’ye dönmesini Allah’u Teala’dan. “De ki: Doğu’da Allah’ın batıda, gerekeni yapanı yönlendirir doğru bir yola” Sen de gerekeni yap, nebiye inan sende o doğru yola git, Allah’ın verdiği, vereceği nimetlerden de yararlanırsın ilersinde.

Bizde şimdi bütün buları birleştirdiğimiz zaman şu ortaya çıkıyor, demek ki bu beş vakit namaz bizim kıldığımız biçimde ve bizim kıldığımız vakitlerde işte bu ayetlerinde delaletiyle bütün ümmetlerde vardı. Ondan dolayı, işte bundan birkaç gün önce Almanya daydım. Orda bizim bu vakfa da sürekli şey yapan, destek veren arkadaşlarımızdan bir tanesi dedi ki: Budistlerin mabedine gittim, orada varmış, içeri girerken herkes ayaklarını yıkayarak giriyordu, ben de yıkadım girdim, girmenin şartı o. Şimdi işte abdest alma dediğimiz olay oraya kadar inmiş oluyor. Bak, Budistlerde elbette ki yaptıkları ibadetlere bir bakın, rükû yaparlar, secde yaparlar.

—Yahya Şenol: Bir kırıntı var yani.

—Abdulaziz Bayındır: Tabi ki var ve şeylerde Yahudilerin videolarına bakın orada da görürsünüz. Mesela, bugünde bizde de bir sürü şeyler çıkıyor. Namaz aslında iki vakitti, geçende birisi de bir yazı yazmış. Namazın vakitle alakası da ne demek, namaz işte Allah’a bağlılıktır, ne zaman arzu edersen o zaman yaparsın, diyor. İşte Kur’an’da bu yoktur, diyor. Şimdi bu tür insanların ülkeye hâkim olduğunu düşünün bir süre sonra namazda unutulacaktır. Bu tür toplumlarda böyle şeyler olur hele bir de mesela, Yahudilerin farklı bir kimliğe sahip olma arzusu içersine girdiklerini düşünürseniz yani hem beş vakit namazı aynı şekilde kılacaksınız hem de gelen nebiyi tasdik etmeyeceksiniz. O zaman Yahudi toplumuna ne anlatacaksınız? Hiçbir şey anlatamazsınız. Hem Resuüllah gibi bir ay oruç tutacaksınız Ramazanda ki o da biliyorsunuz Bakara 183. ayette “sizden öncekilere nasıl farz kılındıysa o şekilde farz kılındı” diyerek ilk önce Müslümanlar, Yahudiler gibi Ramazan ayını oruçlu geçirmişler. Farkı ne? Geceleri eşleriyle ilişkiye giremiyorlar, hava kararıncaya kadar ancak yemek yiyebiliyorlar, hava karardı mı artık yeme içme de yasak. Yani yaklaşık günde 22,5 saat oruç tutuyorlar. Sonra Allah’u Teala hafifletiyor, karı koca ilişkisine müsaade ediyor gece ve yeme içmeyi de fecri sadık’a kadar serbest bırakıyor. Ama o ana kadar Yahudiler gibi oruç tutuyorlardı. Şimdi siz Yahudi toplumunda olduğunuzu düşünün bir nebi bekliyorsunuz, sizi tasdik eden bir nebi. Sizi tasdik eden bir nebi gelmişse, o zaman bu toplumu tutamazsınız. Yavaş yavaş Müslüman olmalarına engel olamazsınız. Uzun vade de tutamazsınız, tutmanın tek yolu nedir? İbadetin şeklini değiştireceksin, orucun şeklini değiştireceksin başka şekilde yapamazsın.

—Bir katılımcı:…anlayamadım 38.40..

—Abdulaziz Bayındır: Ha doğru bu ayet onu gösteriyor. Estağuzubillah(Beyyine suresi 1. ayet) “Ehli kitap ve o müşriklerden o kâfirler çözülecek değillerdi o beyyine gelinceye kadar ” geldi, o zaman bir çözülme dönemi başladı. Onun için birçok şeylerini gizliyorlar. Şimdi öyle anlaşılıyor ki bunlar namazlarını ve oruçlarını değiştirmişlerdir.

—Bir katılımcı: …anlayamadım

—Abdulaziz Bayındır: (Meryem suresi 59. ayet) “Fe halefe min ba’dihim halfun edâus salâte” “Arkalarından bir şey gelir o namazı zayi ettiler” çünkü aynen devam ettirseler bugün Ramazanda Yahudi bir ay oruç tutsa, günde beş vakit namaz kılsa ki kılan Yahudi toplumları varmış yani bunu yapanlar varmış ama kenarda köşede. O zaman bu namazı kılan Yahudiler kendi din adamlarında diyecek ki, biz niye Müslüman olmuyoruz ki kardeşim. O zaman, bir de Yahudi toplumlarında inanç esaslarından bir tanesi var, işte bir nebiyi bekliyoruz, gelmesi gecikti ama gene bekleriz. Şimdi gelmesi gecikti kelimesini kullanmak zorundalar çünkü vatandaşlarına herhangi bir şey anlatamıyorlar. O ibadetlerde o tasdiki görürse bu insanlar gelmesi gecikmemiş ya siz konuşuyorsunuz der ve gelir bu nebiye uyarlar.

Dolayısıyla, şeylerin biz de dinler tarihi ciddi manada ihmal edilmiş bir şeydir. Son zamanlarda yeni yeni dinler tarihçiliği başladı ama batılıları takliden başladı. Dikkat ederseniz dinler tarihçilerimizin tamamı doktoralarını batıda yapmıştır. Batılı, masada oturup tarih üreten bir yapıya sahiptir maalesef. Hele doğuyla alakalı olduğu zaman, din gibi bir konuyla alakalı olduğu zaman daha da fazla. Şimdi evet, bir şeyler falan var ama Kur’an bağlantısı olmayan bir dinler tarihine ne ölçüde güveneceksiniz. Şimdi bugünün dinler tarihçileri de Kur’an’ı Krim’i Allah’ın kitabı değil de sanki bir kişinin kitabı gibi kabul ederek efendim bunun doğruluğunun denetlenmesi lazım gibi bir takım bir şeyler söylüyorlar. Bunun doğruluğu o şekilde denetlenmez, vakaya uygunluğu ile denetlenir. Buradan hareketle ciddi bir dinler tarihi bizde yapılmadığı için sıkıntı çekiyoruz. Nasıl yapılacak ki? Konuşmamızın başında söyledik sanki geçmişi olmayan bir nebi anlatılıyor sanki önceki nebileri tasdik etmeyen bir nebi anlatılıyor. Ve siz bizim kitaplara baksanız, önceki kitapların nesh edildiğini mevcut kitaplarda yazılan kurallardan hareketle söylemeniz mümkün olmaz. Çünkü o şeylerin, terimler, kavramlar, falan filan hepsi yeniden üretilmiş, yeniden üretilmiş bir yapı var. Şimdi Fatih o konuda çalışıyor, eminim ki bir müddet sonra büyük bir bomba patlatacaktır.

Şimdi dolayısıyla hep şu şeyle karşılaşırsınız, Kur’an’ı Kerim’de beş vakit namaz var mı? Tabiî ki var. Namazın kılınışı var mı? Elbette var. İşte ilk okuduğumuz ayet

(Ali İmran suresi 191. ayet)“ayakta duran, rükû yapan ve secde eden” ondan sonra “namazını kılan” diyor. İşte bir namaz kelimesi geçiyor, birde orda onun şekli şemaili geçiyor ama ayrıca tarife gerek yok ki, bütün nebiler beş vakit namazı kıldığına göre mesela Bakara 183’te oruç tarif ediliyor mu? “Sizden öncekiler nasıl farz kılındıysa size de öyle farz kılındı” Bizim için öyle bir şey demesine gerek yok, namaz için öyle bir şey demesine gerek yok çünkü orada “ekimus salate”, “ekimus salate” diyor aynı kelimelerle veriyor emri. Ve hiçbir tarif yoktur oruçla ilgili ne zaman ki farklı bir hüküm geldi o zaman tarif edildi Bakara 187. ayette. Bütün tarifi oraya koymak lazım acaba hangisi değişti, hangisi değişmedi onu görmek için. Ama namazda hiçbir şey değiştiği yok ki sana bir tarif yapsın.

—Yahya Şenol: Bir kıble değişiyor o var işte.

—Abdulaziz Bayındır: Bir tek kıble değişiyor onu da koymuş Kur’an’ı Kerim’e Allah’u Teala o kadar başka değişen bir şey yok.

—Fatih Orum: Abdestin detaylandırılmasında da mesih anlayamadım son kelimeyi

—Abdulaziz Bayındır: Abdestte de ayaklara mesih var. Onun da neshle (Maide suresi 6. ayet)“size olan nimetini tamamlasın diye” orada sadece o ibare var. Yoksa ayaklarının yıkanması Tevratta da var, işte az önce Budistlerde de olduğunu öğrendik.

—Yahya Şenol: Orada da mesela en çok zihinlere takılan soru şu? Namaz emri geldiğinde abdest tarif edilmiyor, deniyor ki o zaman İslam’ın ilk yıllarında namazlar abdestsiz mi kılındı? Hayır, farklı bir şey gelince abdest söz konusu ediliyor sadece yoksa namaz diyince otomatikman abdest, otomatikman gusül, otomatikman teyemmüm de olmuş oluyor yani.

—Abdulaziz Bayındır: Olmak zorunda çünkü tasdik eden bir nebi geliyor ve geçmişle irtibat maalesef kesiliyor yani bu ne kadar üzücü bir şey biliyor musunuz? Ne kadar üzücü bir şey, siz diğer din mensuplarıyla ilişkiyi kesiyorsunuz onları kendi başına bırakıyorsunuz siz de kendi içinize… Evrenselliğinizi kaybediyorsunuz ve yerelleşiyorsunuz son derece yerel bir hale geliyorsunuz. O ne işe yarıyor? Hiçbir anlamı kalmıyor tabi. Şimdi bütün bu şeylerden sonra bu girişten sonra arkadaşlarda yaptıkları çalışmaları anlatacaklar ama Ali Rıza Demircannın bu konuda iyi bir hazırlığı var.

—Yahya Şenol: Aslında siz söyleyecek pek de bir şey bırakmadınız.

—Abdulaziz Bayındır: Öyle mi oldu?

—Yahya Şenol: Biz size katılıyoruz diyip bitirelim.

—Abdulaziz Bayındır: Özdeş kanıdayım.

—Ali Rıza Demircan: Bu konuda bir çalışma var. Biz yayınladık onu. Ben unuttum Fatih artık özetlesin….Ne dediği anlaşılamadı

—Abdulaziz Bayındır: Peki o zaman Fatih özetlesin.

—Yahya Şenol: O girişten önce belki ben bir şey eklemek istiyorum. O da şeye atıfta bulundunuz ya biraz önce Beyyine suresindeki bir ayete, onun numarasını bulayım da yanlış söylemeyelim. Beyinne suresi 4 ve 5. ayeti okudunuz. 98. sure 4 ve 5. ayet. Hani orada Cenabı Hakk hani birinci, ikinci ayette ehli kitap ve müşriklerden onların hani çözülmelerinden bahsettikten sonra…

—Abdulaziz Bayındır: Bak onu iyi yakalamışsın Yahya, evet devam et.

—Yahya Şenol: Orada hani neden bunların ihtilafa düştükleri anlatılıyor. İşte 4. ayette “o beyyine onlara geldikten sonra bunlar ancak ihtilafa düştüler” diyor sonra bunların hepsinin işte okuduğunuz (Beyyine suresi 5. ayet) “Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe” ayeti “sadece şunlarla emir olunmuşlardı onlar” diyor. Cenabı Hakk orada bir tevhide vurgu yapıyor, “sadece Allah’a kulluk etmeleri onlara emredilmişti. O namazı kılmaları onlara emredilmişti ve o zekâtı vermeleri onlara emredilmişti.” Yani salât ta zekâtta elif lamlı geliyor, bir tarif yok burada. Sonraki vurguya ben esas dikkat çekmek istiyorum hani “ve zâlike dînul kayyimeh” “dosdoğru dinde budur” diye bir tanım geliyor. Demek ki, din mefhumu altında bu üçü olmazsa olmaz yani tevhid, namaz ve zekât. Hani İslam’da hep o yanlış algıdan söz ediyoruz, Peygamberimizle başlayan 610 yılında ortaya çıkmış bir din değil. Allah’ın gönderdiği ilk Peygamberden itibaren İslam bir din olarak var. Dolayısıyla, dinden bahsediyorsanız şu üç mefhumun ta en geriye kadar hepsinin tebliğ ettiği şeraitlerde de biz zati var olması gerekiyor. Yani tevhid, namaz ve zekât o yüzden ne zamandan beri namaz var?

—Abdulaziz Bayındır: Şeyi de istersen teyit et, o anlaşılamadı

—Yahya Şenol: Onlar ver aslında da yani ben Fatih abinin girişinden önce bunu bir hatırlatalım. Hani din mefhumu ne zamandan beri varsa ki biz Adem aleyhisselamdan beraber var olduğunu biliyoruz Kur’an’ı Kerim’den. O zamandan beri bu üç unsur birbirinden ayrılmaz bir şekilde, bugüne kadar kopmaz bir zincirin halkası gibi gelmiş tevhid, namaz ve zekât.  

—Abdulaziz Bayındır: Mesela zekâtın da nispetleri Kur’an’ı Kerim’de yok. Bu ayeti bulamadım…..

—Yahya Şenol: Dolayısıyla, bu meseleye eğilirken iki farklı şey görüyoruz aslında ben şu an gelen sorulara da bakınca aynı şeyin devam ettiğini görüyorum. Şimdi bir grup diyor ki, Kur’an’ı Kerim’de namaz tarif edilmemiş, hani sabah namazı iki rekâttır, öğlen dört, ikindi dört, akşam üç, yatsı dört şeklinde bir tarif yok. İşte şöyle kılınır, şurada oturulur, burada kalkılır, rüku bir defa olur, secde iki defa olur falan. Dolayısıyla diyor bizim bunu bilebilmemiz için sünnete ihtiyacımız var. Sünneti bilmezsek namazı bilemeyiz. Şimdi böyle bir yaklaşım var. İkinci bir yaklaşımda ya namaz dediğiniz sizin ne ki kardeşim? Salât eşittir dua, namaz bir duadan ibaret, biraz önce hocam da işaret etti. Bunun vakitle de bir alakası olmaz. Ne zaman Allah’a dua ederseniz salât yapmış olursunuz zaten dolayısıyla sünnete bakmanıza da gerek yok. Ayetteki vakitlerde çok da bağlayıcı olmuyor bu kabule göre. İki farklı şeye gelmiş oluyoruz. Bir grup, Kur’an’ı Kerim’in bu konuda yetersiz, sünnet bu konuyu ortaya koyuyor. Bir grup Kur’an’ı Kerim’de anlatılanlarda zaten salt bir duadan ibarettir. O duayı da hangi vakitte yaparsanız yapın Cenabı Hakk’ın sizden istediği salâtı eda etmiş olursunuz diye birbiri ile asla uyuşamayan…

—Abdulaziz Bayındır: Özellikle sosyal destek diyerek

—Yahya Şenol: Onu da zaten indiriyorlar zihni ve mali destek. Zihni destek salât oluyor, mali destekte zekât oluyor. Dolayısıyla bunların hani bu Âdem aleyhisselama kadar götürmenizde otomatikman mümkün olmuyor. Dolayısıyla ibadet yani şeriatı oluşturan unsurlara baktığımız zaman bizim bunu mutlaka bizim Peygamberimizle başlamış bir şey olarak görmememiz gerekiyor.

—Ali Rıza Demircan: Bunu nasıl böyle… anlaşılamadı … bütün Kur’an buna aykırı bütün Kur’an buna aykırı.

—Yahya Şenol: Değil mi yani? Bütün Peygamberlerin şeraitlerinde bu unsurlar var.

—Abdulaziz Bayındır: Bütün Kur’an buna aykırı ama resmi de görüyoruz. Bunu demek bir şey ifade etmiyor ki.

—Ali Rıza Demircan: Kur’an’la irtibatımız olmasa biz bu çalışmada Hz Adem’den bu işin başladığını ……

—Yahya Şenol: İşte bu kadar basit ama ona bakmazsak işte anlaşılmıyor. Diyor ki nasıl o zaman, nerde tarif edilmiş, neden çıkıyor, neden çıkmıyor?

—Ali Rıza Demircan:……… anlaşılamadı…. İsmail’de var, efendim Şuayip’te var. Hepsinde namaz var.

—Abdulaziz Bayındır: Musa aleyhisselamda var.

—Yahya Şenol: Olmayan yok

—Ali Rıza Demircan: Salât olarak var.

—Yahya Şenol: Hepsi de aynı bir şekilde devam ediyor. Dolayısıyla, hani 610 yılında siz İslam’ı başlamış kabul ederseniz, geçmişle hiçbir şekilde irtibatını da kuramıyorsunuz işte.

—Abdulaziz Bayındır: Ve tasdikinde hiçbir anlamı kalmıyor.

—Yahya Şenol: Neden zekât tekrar tarif edilmiyor? Hangi mallardan ve hangi oranda zekât verilir niye açık bir şekilde yazmıyor? Yani hayvanlardan bire şeye kadar seksene kadar hiçbir şey yok. Kırk mıydı, nasıldı ben o şeyi karıştırdım?

—Abdulaziz Bayındır: Kırkta bir, yüz yirmiye kadar bir.

—Yahya Şenol: Ha yüz yirmiye kadar yine bir tane yüz on dokuzdu, yüz yirmide ikileniyor falan niye buna dair bilgi yok? İşte gümüş, altın ve gümüşlerde farklı bir nisap miktarı var? Namaz niye tam detaylı bir şekilde tarif edilmiyor? Bunların hepsi 610 yılında başlattığımız İslam yüzünden kaynaklanıyor aslında. Geçmişle bağlantıyı kurduğumuz an görüyoruz ki Kur’an’ı Kerim değişmeyen şeylere bir bütün olarak yer vermiyor, değiştireceği bir şey varsa ilave ona biraz önce sizin dediğiniz gibi oruç konusunda.

—Abdulaziz Bayındır: Çok ciddi bir örnek oluyor aslında.

—Yahya Şenol: 187. ayet geliyor, size (Bakara suresi 183. ayet) “kemâ kutibe” o vurguyu da aslında bizim meallere yansıtmamız lazım. (Bakara suresi 183. ayet) “Oruç sizden öncekilere nasıl farz kındıysa aynı şekilde size farz kılınmıştır.”

—Fatih Orum: Ne dediğini anlamadım

—Yahya Şenol: Ne zaman başlanır oruca, ne zaman bitirilir 187 ayet gelinceye kadar malumat yok. Nerden bu bilgiyi edineceğiz? Sizden öncekilere bakın diyor Cenabı Hakk işte onlara nasılsa aynı şekilde size de. Onlarda geceleyin de bazı yasaklar devam ediyor. İşte karı koca ilişkisi geceleyin de yasak, bizim bugün imsak dediğimiz zamana kadar yemek içmek yok. Bir değişiklik geliyor diye bizim dinimizde yani bizim şeriatımızda diyelim din yine yanlış kullandım onu. (Bakara suresi 187. ayet)“uhille lekum” “size bunlar helal kılındı” diye bir ayet geliyor işte, bitti.

—Abdulaziz Bayındır: “Size mahsus olmak üzere, size has olmak üzere”

—Yahya Şenol: Bize helal olmasa bu ayette inmeyecekti belki. Yani olduğu gibi bu şekliyle devam edeceğiz. “ve ekimus salate” “o namazı sizde kılınız” Nasıl kılacağız? Şimdiye kadarkiler nasıl kıldıysa aynı şekilde kılacağız. O yüzden bir tarif yok, değişiklik olsaydı eğer siz çift rükû yapacaksınız, secdeleri de teke indireceksiniz diye bir değişiklik olsaydı eğer ona dair bir malumat olurdu. Olmadığı için bir rekâtta bir rükû ama iki tane secde yapıyoruz. Bu kadar.

—Ali Rıza Demircan: Bunun en büyük delili de yani Kur’an ve sünneti birbirinden farklı anlamak ve anlatmak istemenin yanlışlığı aslında sünnette de ortada. Çünkü Peygamberimiz, efendimiz hatırladığım kadarıyla Tirmizi’nin ve diğerlerinin rivayetinde “Benden önceki Peygamberlerle benim halim şöyledir”  buyururken ortada İslam dini asıl kurulmuştur, son katında kadar çıkmıştır, orada bir lebene eksiktir. İşte o eksik tuğlayı da koyan benim buyuruyor. Demek ki İslam dini aslıda daha önceki Peygamberlerin tebliğleriyle ana emirler ve ana yasaklarla beraber tekemmül etmiş. Hz Peygamber unutulanları Kur’an’la yeniden ikame etmiş, içi boşaltılan kavramların içini doldurmuş ve ben bu konuda…

—Abdulaziz Bayındır: Bazı eksikleri de Cenabı Hakk bazı yeni nimetler vermiş.

—Ali Rıza Demircan: Ve daha bir şey söyleyeyim bizi dinleyenler de şey yapsınlar bu konuda çalışma yapsınlar. Ben bu İslami Kimliğimizi Koruma kitabına bir mukaddime yazarken ya Kur’an ne getirdi ilave olarak? Şimdi Kur’an’ı baştan aşağı inceledim yani diğer Peygamberlere gelenlerin dışında sadece peygamberimiz, efendimiz…

—Yahya Şenol: Farlkı bir ibadet demi özellikle yani ne var, iman esası?

—Ali Rıza Demircan: İbadet veya ibadet diye şey yapmadım yani sosyal hayatı yönlendiren kurallar bütününü de dikkate alarak inceledim ve ben dört beş maddeyi yani Müslümanların, şeyini söyle adını Peygamberimizden sonra kendilerini yöneteceklerin seçimini adalet ve daha önce Peygamberler seçiyor ve onların seçtiği kumandanlar yönetiyordu. Baktım ki yani tamam Hz. Adalet, liyakat ve ehliyetleri esas alarak seçme birde o kıssas meselesinde Allah’u Zül Celal, Musa şeraitiyle organları da kısasa dahil ederken Bakara suresinin 178. ayetinde sadece nefisle, cana canla yetiniyor. Bunun gibi altıyı bulamadım bu da şunu gösteriyor yani Kur’an’ı baştan aşağı incelediğiniz zaman hakikaten Kur’an’ın ortaya koyduğu yapı bütün Peygamberlerde var olan yapı, ana hatlarıyla bu. Hz. Peygamber belki Kur’an’ın sisteminde onu gördüm. Mesela, hiç kimse bize diyebilir mi ki Hz Lut aleyhisselam sadece eşcinsellik bağlamında gönderilmiş bir Peygamberdir? Hayır, bütün peygamberler, diğer bütün Peygamberler neleri tebliğ ettiyse, onları tebliğ etmiş ama onun döneminde bu eşcinsellik ön plana çıktığı için Hz. Allah onu ön plana çıkarmış. Hz. Musa’da bir ayrı bölümü ortaya çıkarmış, zaten bir başka türlüsü de mümkün olamazdı. Yani dolayısıyla, aferin Yahya iyi orayı yakaladı (Beyine suresi 5. ayet) “Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte” gerçi sadece tevhid, namaz ve zekattan ibaret olmamakla birlikte ama bunu üçe indirgeyeceksek bütün Peygamberlerin tebliğinde bu üçü var.

—Abdulaziz Bayındır: Teşekkür ederiz. Sağ olun, var olun. Ben şimdi bu namazla ilgili bir çalışma olduğu için birçok yerde anlattığımı tekrar anlatayım, çünkü sürekli aramıza katılan yeni arkadaşlarımız var onların bilgisi yoktur. Onlar açısından anlatıyorum çok dinleyenler rahatsız olabilirler, kusura bakmasınlar. Şimdi Roma’da yapılan bir toplantıda, Yahudilik konusunda uzman olan Alman Profesör, Yahudilerin günde üç vakit ibadet ettiklerini anlattı. Sonra ben kalktım dedim, niye üç diyorsunuz? Beştir o ibadet dedim. Sesini çıkarmadı tabi hiçbir şey söylemedi. Sonra dedim beşte değildir yedidir ama iki tanesi zorunlu değildir, teheccüd namazı ile kuşluk namazı onlarda da vardır. Sonra döndüm orada Katolikler vardı, kiliseden gelenler, üniversitelerden gelenler vardı. Dedim ki, bu ibadet sizde de var, niye yapmıyorsunuz? Dedim. Hiç ağızlarını açmadılar, böyle şeylerde hiç konuşmuyorlar. Çünkü ikinci adımda söylenecek sözler işi daha da değişik sahaya taşır. Sonra şeyden toplantıdan sonra Vatikan’da Doktorasını yapmış olan bir kız bana yaklaştı işte geziye gidiyorduk. Dedi ki Hocam dedi sizin dediğiniz günlük ibadeti Papa yapıyor dedi, ben gördüm dedi, namaz dediğimiz ibadeti yaptığını gördüm dedi, yapıyor dedi. İşte oradan bir şey daha anlattılar, bizim Türklerden birisi Papanın namaz böyle kıldığını görünce demiş bak bu adam gizli Müslüman da açıklamıyor millete. Şimdi siz bu, az önce anlatılan Yahya’nın, Ali Rıza Demircannın anlattığı o bütüncül bakışı kaybettiğiniz zaman diğer din mensuplarını anlamanızda, ortak zemini yakalamanızda mümkün olmuyor, bu da oldukça ciddi bir problem, evet.

—Fatih Orum: Aslında bu meseleyi niye zaman zaman gündeme getiriyoruz ve niçin bugün de gündeme getirdik? Hani bizim camiamızda birtakım söylemler vardır ki bunlar artık tartışılamaz, müsellemat kabilinden söylemler olarak birilerini dizginlemek, tırnak içersinde söylüyorum, birilerine ağzının payını vermek, birilerine haddini bildirmek için söylenilen bir takım söylemler. İşte bunlardan bir tanesi zaman zaman burada gündeme getirdik. Resulüllahın tebliğ görevi vardır diyip hemen hangi ayet bulamadım “ve enzelna ileyke zikra” ayetini okuyarak muhatabı susturmak ve konuyu kapatmak ve ya işte Resulüllahın dinde otorite olduğuna dair (Nisa suresi 59. ayet) “atîûllâhe ve atîûr resûle” ayetini hemen okuyup sesini kestirmek.

—Abdulaziz Bayındır: Bunların Türkçesini de söyle çünkü izleyicilerin çoğusu Arapça bilmiyor.

—Fatih Orum:  (Nisa suresi 59. ayet)Yani işte “atîûllâhe ve atîûr resûle” “Allah’a ve Resule itaat edin” diyorsa Allah, bizim Resulüllahı da dinde yetkili olarak kabul etmemiz ona bir takım..

—Abdulaziz Bayındır: Yani bu çok mühim bir şey sanki iki ayrı otorite oluşuyor.

—Fatih Orum: Evet evet, o bağlamda okunuyor zaten bunlar.

—Abdulaziz Bayındır: Mesela, geçende birisi bize cevap verme gayreti içersine girmiş ama çok çekingen olduğu da belli, videoları dolaşıyor. İşte Kur’an’ın sünnete olan ihtiyacı, sünnetin Kur’an’a olan ihtiyacından daha fazladır, diyor. Genelde bu söylenir, ondan sonra da, işte “Sünnet kitap üzerinde hâkimdir” ki Fatih’in o konudaki çalışmalarını derinleştirdiği zaman da çok ciddi mana da rahatsızlık doğuracak şeyler ortaya çıkacak. Talmud’ta aynen bu ifade varmış. Talmud ne onu da söyle de.

—Fatih Orum: Tora’nın dışında tıpkı bizdeki gibi…

—Abdulaziz Bayındır: Tora yani Tevrat

—Fatih Orum: Tora, Tevrat’ın dışında, Yahudilerin kutsal metni olan Tora’nın dışında ikinci bir kaynak olarak Talmud’u kabul ediyorlar. Talmud’ta Mishnah ve Gemara denilen yani bizdeki hadis metinleri ve fıkıh külliyatı. Onlar diyorlar ki işte bu Talmud olmadan Tora anlaşılamaz ve bu Mishnah’larında tıpkı Tora gibi Hz Musa’ya Sina’da vahiyle verildiği…

—Abdulaziz Bayındır: Aynen demek ki sünnet

—Yahya Şenol: Ama yazıya geçirilmedi…

—Fatih Orum: Yazıya geçirilmediği, karışmadığı

—Abdulaziz Bayındır: Vahiy gayri metnul kavramı da Yahudilikten gelme yani. Şuna bir daha vurgu yapalım da şimdi Resul elçi demek, kendi sözünü söyleyen kişiye elçi denmez. Kendini gönderenin söylediği sözü nakleden kimseye elçi denir. Allah’ın Resülü de Allah’ın sözünü Allah’ın kullarına naklettiği için Resul olmuştur. Dolayısıyla aslında Resule itaat onu gönderene itaattir. Bu sebeple Türkiye’nin bir elçisi öldürüldüğü zaman Türkiye Cumhuriyetine karşı savaş açılmış sayılır, çok tabii bir şeydir yani. Çünkü o elçi, elçi olduğu için öldürülmüştür, kişiliğinden dolayı değil. Bu sebeple Kur’an’ı Kerim’de Resule itaat (Nisa suresi 80. ayet)“Kim Resule itaat ederse elbette ki Allah’a itaat etmiş olur” diyor çünkü Resul kendi sözünü söylemez.  Onu da (Ankebut suresi 18. ayet)“ve mâ aler resûli illel belâgul mubîn” diyor Allah “Resule tebliğden başka bir şey düşmez” Tebliğ ne demek? İşte o sözü ben sana ulaştırıyorum. Kendinden herhangi bir şey katarsa o da Hakka suresinde (46. ayet)“Senin şah damarını koparırız” diyor Allah’u Teala, hiçbir şey katamaz. Şimdi bütün ayetler böyle olduğu halde (Nisa suresi 59. ayet) “Allah’a itaat, Resule itaat iki ayrı itaat olarak kabul edilir. Ondan sonra da Resulün sözü Allah’ın sözünün üstüne geçirilir. Kur’an sünnetin emri altına sokulur ve es-sünnetullah  anlayamadım… Kitap denir. Bu da yetmez (Nisa suresi 59. ayet) “sizden olan yetkililere de itaat edin” denir. Sizden olan yetkililere de itaat edin denerek üçüncü bir itaat makamı devlet otoritesi Allah Teala’nın ’ın yerine konur. Ondan dolayı bugün din hiç tanınmaz haldedir. Doğruları söylediğiniz zaman deprem oluyor. Şimdi çok kimse bizim geçendeki söylemimize karşı çıkıyor. Kardeşim bizim değil, Kur’an’ı Kerim’in asırlardır söylediği şeydir. Şimdi Kur’an tamamen unutulmuş ve devre dışı bırakılmış haldedir yani üzerine sanki Resulüllah ayrı bir otoriteymiş bir şirk mantığı, tamamen bir şirk mantığıyla, zaten hikmet tamamen kaybolmuş, bunu devamlı vurguluyoruz. Ondan sonra da tutuyor Fatih’in söyledikleri ortaya çıkıyor. Şimdi sen devam edebilirsin.

—Fatih Orum: Bir üçüncü söylemde yine hepimizin bildiği Resulüllahın söylediklerinin de vahiyle irtibatının olduğuna dair (Necm suresi 3. ayet) “Ve mâ yentıku anil hevâ” (Necm suresi 4. ayet)  “İn huve illâ vahyun yûhâ” Necim suresinin

İşte “O hevasından konuşmaz” “onun söylediği şeyler kendisine vahyedilen vahiydir” şeklindeki ayetler bir şekilde tilavet edilir, hatırlatılır ve muhatap susturulur ve ona bir sınır belirlenir. Bunun bir dördüncü şeyi de birazcık iş detaylara girdiğinde karşı söylem olarak geliştirilen herkesin hemen hemen her yerde duyduğu işte hadi bakalım Kur’an’da namazı göstersene, o halde.

—Abdulaziz Bayındır: Ana burada bir şeyi de atlamayalım Fatih bu da son senlerin çok önemli bir hususu, şimdi ben şunu iddia ediyorum. Bizim Kartepe’de iki sene önce mi, üç sene mi oldu? 2008 epey olmuş, bayağı dört sene olmuş ya, geçen zaman nasıl unutuluyor.

2009 mu? 2009 ‘da Kartepe’de yaptığımız toplantı da mezheplerde tutarsızlığı ortaya koymuştuk. Ogün bugün bize cevap veremediler, verme imkânları da yok artık iyice ortaya çıktı, cevap vermeleri mümkün değil. Bu defa Kur’an ve sünneti dışlayan yeni bir söylem başlatıldı. Geçende bu şeydeki Diyanet İşleri Başkanlığının organize ettiği Afyon’da ki toplantıda böyle bir hava oluşmuş hatta şey dayanamamış Ahmet Yaman dayanamamış ya ne yapıyorsunuz arkadaşlar demiş, bu kadarda olmaz, demiş. Oraya katılanlardan birisi buraya geldi de Yıldız Teknik Üniversitesinde öğretim üyesi Yıldız Teknik Üniversitesinde bir Din Kültürü Ve Ahlak Bilgisi Bölümü açacaklarmış sonra vazgeçmişler oraya öğretim üyesi olmuş bir arkadaş. Anlatıyor, diyor, ben şok oldum, diyor. Biz, kitap sünnet, bunları temel deliller kabul ediyorduk, Afyon’da bu ikisi delil olmaktan çıkarıldı. Niye biliyor musunuz? Dine kendi kafalarına yön vermek için. Dine uymak değil, dini kendilerine uydurmak için. Çünkü oralarda Allaha çok şükür şu bizim yaptığımız çalışmayı tartışmak için orada toplaştılar. Bizden de Servet Bayındır gitti, Ali Rıza Demircanmız burada, ha ben niye konuşuyorum ki sen konuşsana. Ali Rıza Demircan gitti yaw.

—Ali Rıza Demircan: Yani ben gerçekten üzgünüm, üzgünüzm çünkü burada dinlediğim tebliğler arkadaşlarımızın iyi niyetinden, şüphe edip etmemek ayrı bir konu da, böyle bir şüphede bulunmam ama şunu gördüm ve fevkalade yıkıldım. Yani sunulan tebliğlerde falanca imam şöyle dedi, filanca imam böyle dedi. Ne Kur’an ne sünnet… İki tane örnek vereyim, şey olmasın yani şeyi ihlal etmiş olmayalım

—Abdulaziz Bayındır: Kısaca bir örnek ver yani bu metodoloji çok mühim bir şey.

— Ali Rıza Demircan: Şimdi yatsı vaktinin ne zaman başladığı, ne zaman bittiği, şimdi bu konu Türkiye de tartışılan bir konu. Bir taraftan Abdülaziz hocamızın sergilediği bir görüş var, bunun geleneksel kaynaklarda ifadelendirliş biçimi var ve bunun üzerinde. Hani insan ne bekliyor? Yani yaşlı başlı bir zatın sunduğu tebliğde ne bekler? Ya hiç değilse “ğasak’ul-leyl” Kur’an da nedir ya da “zülefen minel leyl” nedir? Yani namaz vakitleriyle alakalı olarak Kur’an’ı Kerim’de geçen kelimelerin tahlilinden başlayan bir yapı olması gerekmez mi? Bu tebliği sunan vatandaş hiçbir ayete değinmeden konuyu açıklamaya kalkıyor.

—Abdulaziz Bayındır: Peki hadise değiniyor mu?

— Ali Rıza Demircan: Vallahi hadise değiniyor mu, değinmiyor mu onu tam hatırlayamıyorum ama…

—Abdulaziz Bayındır: Ona da değinemez çünkü hadiste Kur’an’dan ayrılmaz ki

— Ali Rıza Demircan: Kur’an bayağı dikkatimi çekti. İkinci bir hadise hiç samimiyetinden şüphe etmiyorum arkadaşın, kürtaşla alakalı yedi senedir diyor bu konuda, yedi senedir bu kürtaj konusunu çalışıyorum diyor. Yani bütün beynel minel toplantılarda bu mevzuda alınan karaatlar vesaire şimdi bu arkadaşı dinledim metnini de alıp inceledim. Bu konu da ben de yazdım bir çalışma, yirmi beş sayfalık bir çalışma yapmıştım. Kardeşim ben on tane ayetle konuyu irtibatlandırıp açıklama imkânına kavuşmuş iken, arkadaşımızın hareket noktası olarak bir tek ayet yok. Ya kardeşim böyle bir anlayış…

—Abdulaziz Bayındır: ve de İslami bir ….

— Ali Rıza Demircan: İslami… olabilir mi yani? Peki, biz bu konuyu niye tartışıyoruz o zaman? Yani kürtaş konusu üzerinde bugüne kadar söylenenlerin içindeyse hakikat zaten onlardan bir tane delil tercih edelim bitsin. Yedi yıldır niye tartışıyor ki bir ilim adamı bu konuyu inceliyor. Demek ki biz Allah’ın kitabı Kur’an’ı yeniden incelemeye alırsak, bu konuyu esas alarak Allah’ın ilişkilendirebileceğimiz ayetleri bu ayetlerin enfazını inceleyerek bir sonuca gidebiliriz. Kur’an yoksa vallahi çarpıldım yani fevkalade yıkıldım ve üzüldüm.

—Abdulaziz Bayındır: Allah razı olsun bu konuda gerçekten, metodoloji ne hale getirilmiş

— Ali Rıza Demircan: Fevkalade, hatta bunu Talak meselesinde de ayetlerle verdim yani müsellemattan imiş gib öyle konular aktarıyorlar ki Kur’an’la irtibatı kurulabilir bir tarafı yok.

—Abdulaziz Bayındır: Allah razı olsun hocam, çok sağ olun, çok teşekkür ederiz. Sen şimdi devam et bakalım.

—Fatih Orum: İşte bu bir dördüncü yol olarak ta bu namaz meselesi, bununda tehlikeli olanı bir metodolojinin delili olarak bunun sunulması. Yani mesela bizim fıkıh usülünde mücmel lafız diye bir lafız kabul edilir. Böyle bir lafızın varlığından haberdar edilir. Derler ki, mücmel lafız Kur’an’da geçen bir takım lafızların, ifadelerin anlaşılamayacak kadar kapalı olmasıdır, denilir. Peki, bu ne demek? Bu işte ancak bunu ya Kur’an’ın bir başka ayeti açıklamalı ya da Resulüllahın sünnetiyle bu açıklanmış olmalı ki bu anlaşılsın ve uygulansın. Fıkıh usülü eserlerinde hiç değişmez bir örneği vardır bunun o da es salate ifadesidir. Denilir ki bakın işte es salate ifadesi Kur’an’ı Kerim’de geçer ancak Araplar bu kelimenin sadece dua anlamına geldiğini bilir, bunun dışında bunu şu an bizim yaptığımız gibi işte rükusu, secdesi, Tahhiyatı, şu su, bu su olan bir ibadet anlamını asla Araplar bilmezlerdi, dolayısıyla, ekimus salate ifadesinin Araplar tarafından uygulanması ve anlaşılması Resulüllahın sünneti olmadan imkanı yok böyle bir şeyin uygulanmasına derler. Ve işte bakın Kur’an’ın bu mücmel olan bu es salate ifadesini de Resulüllah sünnetiyle açıklamış ve insanlara öğretmiş. Şimdi biraz önce işte şeye baktık Abdurrahman hocayla o İslam ansiklopedisinin namaz maddesine, bütün burada zikredilen ayetleri aşağı yukarı çıkartmış, yani daha önceki şeylerde de namaz olduğuna dair, e burada bir sürü ayet okundu, bunları da herkesin kabul ettiği malumdur. Peki, ama neden o zaman bütün bunlar yokmuş gibi kabul edilerek hala bu konu da ısrar ediliyor ve hala bugün işte hadi namazı Kur’an’ı Kerim’de göster şeklinde böyle bir savunmaya gidiliyor bu anlaşılır gibi değil. Asıl meselenin temeli bir usul meselesi burada, lafız olarak mücmel lafısın varlığından haberdar ediliyor ve…

—Abdulaziz Bayındır: Oluşturulan bir usul olan bir usul değil yani.

—Fatih Orum: Oluşturulan bir usul ve hocam ilginç tarafı es selate, ez zekate ve üçüncü kelime olarak ta er riba kelimesi fıkıh usul eserleri. Bu üç örnek, şimdi el riba içinde deniliyor ki yani faiz. Faiz de Kur’an’ı Kerim’de mücmel lafızlardan birisidir, Arap toplumu bu lafzı bilmezdi, bu ayetler indiğinde Resulüllah bunu izah etmeye çalıştı ama bu tam da beyan edilmedi, eksik kaldı. Resulüllah hatta Hz. Ömer’e  bir şey nisbet ederler.

—Abdulaziz Bayındır: Gerçekten trajikomik bir olay.

—Fatih Orum: Yani, keşke Resulüllah bunu da tam olarak açıklamış olsaydı ve bunun üzerine Hz. Ömer demiş ki işte tam açıklanmadığı için bu, siz şüpheli olanlardan kaçının, bu konu da ihtiyatlı davranın. Yani böyle bir din, böyle bir din algısı olabilir mi? Bu düşünce bir dinin usulü olabilir mi?

—Abdulaziz Bayındır: Sonra öyle bir noktaya gelinmiştir ki, biliyorsunuz, Ticaret ve Faiz diye bir kitabımız var. Şu anda bu mantıktan hareketle, mevcut mezheplerin faiz tanımı öylesine sakattır ki, bu mezheplerin dördüne de yüzde yüz uyan ama yüzde yüz faizli bir banka kurup mevcut bankaların tamamından daha kolay bir şekilde çalıştırmak mümkündür. Buna İslam denir mi? Tabi şimdi orda mücmel diyip arkasından kendi kafanıza göre tanım yapıyorsunuz. Böyle bir ibadeti Allah, Allah’a ve Resulüne karşı savaş diye, ağır bir yaptırım, koyar mı? Evet, devam et.

—Fatih Orum: Bu girişi yapma ihtiyacı hissettim çünkü bu konuda hakikaten çok müzdaribiz. Sürekli tartışmalarda gündeme getiriliyor oysa Kur’an’ı Kerim’in işte pek çok ayetinde bu ibadetin bilindiğine dair şey var. Şimdi Ali Rıza Demircanmın bu konudaki makalasinden çok istifade ettim tabi o buradayken ben bunu özetleme gibi bir gaflete düşmem hocam.

—Ali Rıza Demircan: …anlayamadım… 5-6 sene oldu.

—Fatih Orum: Olsun, gerçi çoğu konuşuldu yalnız zaman zaman gündeme getirdiğimiz bir ayet var. Ben bunu burada gündeme getireyim belki hocalarımın da teyidini alırsam belki bunu daha güçlü bir şekilde başka yerlerde de anlatmaya devam ederim, çünkü zaman zaman anlatıyorum. Şimdi Kasas suresinin yani 28 suresinin 52. ve 54. ayetleri: Şimdi ayet şöyle başlıyor. “Kendilerine daha önce kitap verdiklerimiz buna da iman ederler” Neymiş bu? (Kasas suresi 53. ayet) “Kendilerine tilavet edildiğinde” Ne demek? Resulüllah bu insanlara Kur’an’ın ayetlerini tilavet ettiğinde “Bunlar şöyle diyorlarmuş: Biz iman ediyoruz buna, inanıyoruz, bu bizim Rabbimizden, nitekim biz zaten daha önce de Müslümandık.” Bunların biz Müslümandık demelerini de Allah doğruluyor sonraki ayette (Kasas suresi 54. ayet) “Ulâike yu’tevne ecrehum merreteyni bimâ saberû” diyerek. Şimdi Resulüllahın muhatapları içersinde bir grup var ki Kur’an bize bunu söylüyor. Bunlar kendilerine daha önce kitap verilen kişiler. Resulüllah bunlara ayetleri tilavet ettiğinde, bunlar hemen kabul ediyor, iman ediyor ve biz zaten daha önce de Müslümandık, diyorlar. Şimdi Hacc suresinin son ayetinde de, o da 22. surenin en son ayeti (78.)orada “huve semmakumul muslimîne” diyor. Yani Allah işte “huve semmakumul muslimîne min kablu ve fî hâzâ” “öncesinde de sonrasında da Allah’ın Müslümanlar olarak kullandığı bir terim var” sadece bize demiyor Müslümanlar diye. Ve devamında da “fe ekîmûs salâte ve âtuz zekâte va’tesımû billâh” diyerek, esasınsa bir Müslüma’nın neler yapması gerektiğini “fe ekîmûs salâte ve âtuz zekâte va’tesımû billâh” herhalde o da, o senin biraz önce Yahya hocanın söylediği o üçlü va’tesımû billâh nasıl olur? Öyle olur herhalde. Müslüman’ın da olmazsa olmazının bu olduğunu bunlara Allah’ın Müslüman dediğini ötede de Kasas suresinde (53.ayet) “Biz daha öncede Müslümanız” diyenlere de Allah takrir ediyor, kabul ediyorsa Allah, şimdi Resulüllahın dönemindeki bu insanların namaz kılmadığını da herhalde söyleyemeyiz. Namaz kılmayan, zekât vermeyen ve va’tesımû billâh yapmayan insanlara da Allah, evet bunlar Müslüman bunlara ecir vereceğim demez herhalde.

-Ali Rıza Demircan: Bütün mesele yani bu Peygamberlere tebliğ edilen bu zekat ve namazı kendilerine emredilen formlar içersinde icra edip edilmedikleri tahri…anlayamadım belki burada devreye giriyor.

—Fatih Orum: Hocam işte ilgili de bu Mekke’de inen bizim Maun suresi (4. ayet) “Fe veylun lil musallîn” (5.ayet) “Ellezîne hum an salâtihim sâhûn”  bunun olması gerektiğine (Mu’münun suresi 2. ayet) “Ellezîne hum fî salâtihim hâşiûn” böyle değil ama sâhûn şeklinde de olsa namaz kılanlardan ama bundan dolayı kınanan bir takım insandan bahsediyor Mekke’de Allah’ın kitabında.

—Ali Rıza Demircan: Tabi, bu bunun üzerinde biraz çalışılması lazım çünkü bu (Enfal suresi 35. ayet) “Ve mâ kâne salâtuhum indel beyti illâ mukâen ve tasdiyeh” yani bir de Kur’an’ın ifadesi olarak onların indel beytin “Kabe’nin etrafında ki namaz, salatı sadece bir alkış ve ıslık çalmaktan ibaretti” ifadelerinden de anlıyoruz ki yani bunlar daha önceki Peygamberlerin İbrahim ve İsmail’le Mekke toplumunun geçmişinde var olan şeyi Hz İbrahim’in dilinde(İbrahim suresi 37. ayet) “rabbenâ li yukîmus salâte” (İbrahim suresi 40.ayet) “Rabbic’alnî mukîmas salâti ve min zurriyyetî ” ifadelerinde ki namazı tahrif ettiklerini…

—Fatih Orum: Tamam hocam yani edaul salatı yaptıklarını 01.21.21 tam anlayamadım

—Ali Rıza Demircan: Hah edaul salatı yaptıklarını 01.21.24 tam anlayamadım

—Fatih Orum: Tüm bu gerçek şunu değiştirir mi? Bu insanların, namaz denilince sadece dua anladığını, bunun dışında namazın herhangi bir ibadet anlamına gelmediğinde dair bir algı olduğu söylenebilir mi tüm bunlara rağmen?

—Ali Rıza Demircan: Sadece benim burada ilave edeceğim aksini söylememekle birlikte. Bu Kur’an bize iki, her ne kadar li musallim tabiri elif lam takısıyla muharref bir namaz kılanlara işaret ediyor ise de Kur’an ikamei salate ve es salate şeklinde salât şeklinde, salâtı şahıslara irca eden beyan (Enfal suresi 35. ayet) “Ve ma kane salatühüm” olduğu gibi Kur’an bir de (Bakara suresi45. ayet) “Vesteînû bis sabri ves salât” da ikamei salat ta er takısıyla bir es salattan söz ediyor. Hani belki onun üzerinde şey yapılabilir ama Kur’an’ın verdiği namaz emirlerinde ikameyi görüyoruz biz ekimus salate ve atuz zekate, ellezine yukimunas salate bence yani namaz bir duadan ibarettir şeklinde ileri sürülen görüşlerin Kur’an zamininde yer bulamayacağının ana ifadelerinden biri burada bir ikamei salât var. O sadece ikame olmasa, o ikame kaydı hiç olmasa yani bunu salatın ve (Enfal suresi 35. ayet) “Ve ma kane salatühüm” gibi onlara isnat edilen namazdan hareketle soyut bir dua manasını anlamak, iddia etmek mümkün olabilirdi ama Kur’an …

—Yahya Şenol: Bir de o (Bakara suresi 238. ayet) “Hâfizû alâs salavâti ves salâtil vustâ” varya…

—Ali Rıza Demircan: Şimdi orada da, orada da şey döneminde yani orada da es salate, es salâvat varya yani yine şey…

—Yahya Şenol: Yok, orta bir salât olabilmesi için hani mücerret bir dua değil, o anlamda diyorum.

—Ali Rıza Demircan: Ha doğru, o manada söylüyorsunuz, doğru ama bizim ikamei salata da bir vurgu yapmamız lazım çünkü Kur’an bunu sürekli gündemde tutuyor bu ikamei salâtı ve demek ki yaradan namaz konusunda ileri sürülebilecek yanlışları da bildiği için bu formu şey kullanılıyor.

—Abdulaziz Bayındır: Peki, sen şimdi namaza devam et bakalım.

—Fatih Orum: Bir de şu şey önemli burada Ali Rıza Demircanm bunu almış benim dikkatimi çekti. Gerçi biraz önce de Abdulaziz hocamda müttakilerden bahsederken o Bakara suresinin ilk ayetlerini okudu. Onun bir öncesi bu şeyde Maide suresinin 27. ayeti, Hz. Âdem’in çocuklarından bahseden ayette. İşte biliyoruz o kurban adama meselesi, orada diyor ki biri diğerine “kâle innemâ yetekabbelullâhu minel muttekîn” ifadesi Hz Âdem’in çocukları el müttakiler ifadesini kullanıyor. Allah müttaklerin yapıp ettiklerini ancak kabul eder.

—Ali Rıza Demircan: Aynı Kur’an müttakileri vasfederken…

—Fatih Orum: vasfederken, biraz önce okunan işte o Bakara suresinin ilk ayetlerinde “Bunlar namaz kılarlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtlarını verirler” ifadesiyle bu işin ilk defa, o dönemde bile olduğu yine Hz. Âdem’e de yine Kur’an’ın onayıyla götürüldüğünü çok rahat söyleyebiliriz.

—Ali Rıza Demircan: Daha da aslında bir deliller de var.

—Yahya Şenol: Var, mesela, bir tanesini ben şey yapayım, hatırlatayım isterseniz, mesela, İbrahim aleyhisselamdan örnek verildi. Bu İsmail aleyhisselamda Cenabı Hak namaz ve zekâtın olduğunu haber veriyor bu Meryem suresinin 54 ve 55. ayetlerinde. Diyor ki: “Vezkur fîl kitâbi ismâîle” var onların hepsi sizin makalede de var. “Bu kitapta İsmail’ide an” “innehu kâne sâdıkal va’di” “İsmail aleyhisselam sözünde duran birisiydi” “va’di ve kâne resûlen nebiyyâ” “bir Resuldü, nebiydi”

(Meryem suresi 55.ayet) “Ve kâne ye’muru ehlehu bis salâti vez zekâti” “O ehline” işte buna ailesi diyebiliriz, inananları diyebiliriz “Ehline namazı da zekâtı da emrediyordu” Öyle bir Peygamberdi, bakın namaz ve zekât yine ayrılmaz ikili. İsmail alyehisselamın şeriatında var.

Bunun haricinde bu Bakara suresi 43’te İsrail oğullarına “Ve ekîmûs salâte ve âtûz zekâte verkeû mear râkiîn” emri verildiği okunmuştu. “O namazı kılın, o zekâtı verin ve rükû edenlerle Allah’a boyun eğenlerle birlikte siz de boyun eğin.” Bakın namaz, hem de ikame kelimesi ile kullanılmış, ekîmûs salâte İsrail oğullarına verilmiş bir emir ki bu Kur’an’ı Kerim’de çok sık bir şekilde aynen bizim içinde tekrarlanıyor.

Bunun haricinde yine İsrail oğullarına ve Müslümanlara verilen ortak bir emir, benzer kelimelerle ifade ediliyor. Biz Müslümanlara Bakara suresi 153. ayetinde Cenabı Hak şu şekilde hitap ediyor: “Yâ eyyuhâllezîne âmenu” “Ey iman edenler!” “istainû” bakın dua aslında duayla namazın aynı kelime içersinde kullanıldığı ayet “Allah’tan yardım isteyin, dua isteyin” Nasıl? “bis sabri ves salât” “sabır göstererk ve namazla” bakın dua ile Allah’tan dua isteyin, olur mu?

—Fatih Orum: Orada işte orda dua olamaz.

—Yahya Şenol: Salât burada işte direk namaz…

—Ali Rıza Demircan: Zaten takı olarak…

—Yahya Şenol: Elif lamlı geldiği için namazla yardım isteyin. Şimdi aynı emir bakın Bakara suresinin 45. ayetinde İsrail oğullarına da veriliyor. Diyor ki Allah: “Vesteînû bis sabri ves salât” bakın 153’te “Yâ eyyuhâllezîne âmenu” bize hitap ederek “istainû bis sabri ves salât” dedi. Hoca 43. dedi ama 45. ayette İsrailoğullarına hitaben zamanında bu emri vermiştik. Neydi o? “Vesteînû bis sabri ves salât” “namazla ve sabırla Cenabı Hakk’tan yardım isteyin”

—Ali Rıza Demircan: Daha açık Musa aleyhisselamın var.

—Yahya Şenol: Tabi tabi var hocam Bakara 83 ve Maide 12’de iki ortak ifade. Yine bu İsrail oğullarından Cenabı Hakk bir söz almıştık diyor. Hangi konularda? Bir, (Bakara suresi 83. ayet)“lâ ta’budûne illâllâhe” “sadece Allah’a kulluk edeceksiniz” “ve bil vâlideyni ihsânen” “anne, babaya iyilik edeceksiniz, güzel davranış göstereceksiniz” “ve zil kurbâvel yetâmâ vel mesâkîni” “yakınlara, akrabalara, yetimlere ve çaresiz kalmış insanlara iyilikte bulunacaksınız” “ve kûlû lin nâsi husnen” “insanlara daima güzel şeyler söyleyeceksiniz” “ve ekîmûs salâte ve âtûz zekât” “o namazı kılacak ve o zekatı vereceksiniz” bu konuda onlardan söz almıştık diyor. Bakın yani biraz önce Ali Rıza Demircanm dedi ya ne farkı var ki bizim şeriatımızda, bunlar bizde emredilmemiş şeyler mi? Anne babaya iyilik, akrabaya iyilik, yetimlere, miskinlere, çaresiz kalmış insanlara iyilik bizde farz değil mi? Hiç değişmemiş. “o namaz ve o zekât” aynı şekilde onlara nasıl farzsa vakitleriyle, oranlarıyla, miktarlarıyla hiçbir değişikliğe uğramadan bizde de farz.

Onun haricinde bakın bu Taha suresi 14. ayet. Bizim derslerde çok sık bir şekilde tarif edilir. Musa aleyhisselamın ilk vahyini hem de anlatanı, Tur’da aldığı ilk vahiy nedir? Önce Cenabı Hakk kendisini tanıtıyor, diyor ki: “Ya Musa! Şunu bil ki ben Allah’ım, benden başka hiçbir ilah yoktur, sadece bana kul ol” “ve ekımis salâte li zikrî” bakın ilk vahiy, Musa aleyhisselamın  Cenabı Allah’tan aldığı ilk vahiy. Önce tevhidi öğretti Allah ona ve sonra dedi ki: “benim zikrim için namaz kıl” “ve ekımis salâte” aynı ibare. Değil mi, aynı ibare? “ve ekımis salâte li zikrî” İlk vahiyde, tevhid, hemen namaz hiçbir değişikliğe uğramadan.

—Bir katılımcı: Musa aleyhisselamda biliyordu onu.

—Yahya Şenol: Tabi, tabi, tabi aynı yani ona da tarif etmemiş. Bunun haricinde başka peygamberlerde mesela, Lokman aleyhisselam var biliyorsunuz. Bu Lokman aleyhisselamın çocuğuna verdiği öğütler Kur’an’ı Kerim’de yer alıyor.

—Ali Rıza Demircan: Kime getirdin ki makaleyi bunların hepsini tek tek ayetlerle sıraladık.

—Yahya Şenol: Evet, ben önce davrandım.

—Ali Rıza Demircan: Şimdi burada çok önemli bir nokta var.

—Abdulaziz Bayındır: Peki, şeyi de yazdınız mı cahiliye döneminde namaz kılındığına dair Müslim hadisi var onu da yazdınız mı? Var mı o da?

—Ali Rıza Demircan: O hadisler dedim ya. Olmaz olur mu?

—Abdulaziz Bayındır: Var mı? O zaman onu da okuyalım.

—Yahya Şenol: Bu Lokman aleyhisselamı da bir şey yapayım. Lokman aleyhisselam çocuğuna öğütlerde bulunurken bir orda da bakın çok ilginç ilk şirkle başlıyor yani tevhidi oturtmadan ibadetlere gelinmez çünkü tevhid eksik olduktan sonra. Tevhid vurgusundan sonra 17. ayetinde, Lokman suresi,31.sure de diyor ki: “Yâ buneyye” “Yavrucum” “ekımıs salâte” “o namazı sen de kıl” “ve’mur bil ma’rûfi venhe anil munkeri” “Marufu, iyiliği emret, kötülükten de sakın, sakındır” “vasbir alâ mâ esâbek” “başına gelenlere sabret” “inne zâlike min azmil umûr” “çünkü bunlar azme değer işlerdir” yani gayret gösterilmesi gereken işlerdir. Emir bakın “ekımıs salâte” “o namazı sen de kıl”

—Ali Rıza Demircan: Ya bütün Peygamberlerde şeyin özü var.

—Yahya Şenol: Bir de bakın İsa aleyhisselam yani Peygamber efendimizden bir önceki Peygamber. Orda diyor ki: (Meryem suresi 31. ayet) “Ve cealenî mubâreken eyne mâ kuntu” “Ben nerede olursam olayım Cenabı Hakk beni mübarek kılmıştır” “ve evsânî bis salâti vez zekâti mâ dumtu hayyâ” “ve yaşadığım müddetçe namazı da zekâtı da Cenabı Hakk bana emretmiştir.”  Bakın namaz ve zekât, daha tabiî ki çok var. Bir ayet daha belki hatırlatayım. Bu Cenabı Hakk, Enbiya suresi bakın, surenin adı da zaten Peygamberler suresi yani Peygamberleri anlattığı surede Allah, İbrahim aleyhisselam, Lut, İshak, Yakup aleyhisselam, bunlardan bahsettikten sonra bakın bunlar bittikten sonra 73. ayette şöyle buyuruyor: “Ve cealnâhum eimmeten yehdûne bi emrinâ” “Onları diyor yani bu Peygamberleri emrimiz uyarınca doğruyu gösteren imamlar yaptık” diyor Allah.

—Abdulaziz Bayındır: Ali Rıza Demircandan kopya çek, anlat.

—Yahya Şenol: Benim SUSEM’li öğrencilerim şahittir, Ali Rıza Demircandan önce anlattığıma.

—Ali Rıza Demircan: …Kur’an’a başvurusan tabi ki aynı.

—Yahya Şenol: Sonuçta kaynak ortak olduktan sonra öncelik sonralık yok tabi. “ve evhaynâ ileyhim” “biz o Peygamberlere şunu vahyetmiştik” “ fi’lel hayrâti” “sürekli hayırlı işler yapsınlar” “ve ikâmes salâti ve îtâez zekâti” “o namazı dosdoğru kılsınlar ve o zekâtı versinler” diye vah yetmiştik diyor Allah. Kime? Bütün o ismini saydığı Peygamberlere.

—Ali Rıza Demircan: Burada ben bir konuya işaret etmek istiyorum. Tevazu etti de belki şey olur diye söylüyorum. Şimdi bir açık oturumda bir avukat bana dedi ki, siz, dedi, ne diyorsunuz ya? Dedi. Kur’an, dedi, zaten Tevrat’tan alınmadır. Yani şimdi İslam’ın bütün Peygamberlerin ortak tebliği olduğuna dair Kur’an’ın ortaya koyduğu gerçeği kavrayamazsanız, bakın olay nerelere gidiyor. Şimdi biraz evvel hocamızın konuşmasında değinilen bir nokta var. Şimdi bu namaz meselesi, Yahudilerde şu anda bizim uygulamalarımızdan farklı. Aslı itibari ile olabilir de, farklı. İyi ki de farklı zaten Kur’an’ın bir misyonu da bu. Şimdi eğer bizim şu anda kıldığımız beş vakit namazın aynısını tıpa tıp halen bu şeylerde geçerli olsaydı, o zaman şu iddia ortaya konacaktı, yahu hiçbir ilavesi yok ki Hz. Muhammed geldi Tevrat’ı tekrar aldı, aktardı. Ama şu anda böyle bir iddia ileri sürülemez çünkü Yahaudilerin tatbikatında Kur’an’ın sunduğu anlamda namazın farklılığı mübeyyen. Dolayısıyla, Kur’an bir taraftan bu namazın bütün Peygamberlerde var olduğuna işaret ederken, diğer taraftan da bütün peygamberlerin ortak tebliği olan bu namazla bazı infiraflar olduğunu ne yapıyor, Kur’an gündeme taşıyor. Bu da gösteriyor ki Hz Muhammed’in tebliği olan Kur’an’la birlikte daha önceki Peygamberlerde yer alanlar pekiştiriliyor, doğrusu ikame ediliyor, kavramların içi dolduruluyor, hatalar tashih ediliyor. Yani bu çok önemli bir nokta yani farklılığımızın olması iyi bir şeydir yani.

—Abdulaziz Bayındır: Aslında farkı tasdik ediyoruz da şu andaki şekliyle farklı yoksa aslıyla farklı olması mümkün değil, orijinali ile. Evet, peki, başka, söyleyeceğiniz bir şey var mı?

—Yahya Şenol: Sorulara geçelim mi? Şimdi böyle eski ümmetlerle bağlantıyı kurunca şöyle bir soru sorulmuş. Söylediklerinizden eski kitaplarda, Tevrat’ta, İncil’de namazın tarifi varmış gibi anlaşılıyor, bu onların tahrif ettiklerinin içinde mi yatıyor bu gerçek?

—Abdulaziz Bayındır: Şimdi bu tahrif konusuyla ilgili de daha önce konuştuk birkaç kere tekrar etmekte fayda var. Çünkü yeni yeni bu şeyler konuşuluyor. Tevrat’ın ve İncil’in tahrif edilmiş olması, şu anda elimizdeki Tevrat’ı kastetmiyorum yani aslının hala devam ediyor olması zorunludur. Şundan dolayı zorunlu, Kur’an’ı Kerim’de ki Maide suresi 68. ayet halen devam ediyor. “Tevrat’ı ve İncil’i ve size Rabbinizden indirileni tam olarak uygulamadıkça bir temeliniz olmaz” Birde şu ayetten dolayı Maide 15. ayet : “ Ey ehli kitap! O kitaptan gizlediğiniz birçok şeyi size açıklayan Resulümüz geldi” Dolayısıyla şu an Tevrat’ta, İncil’de görmediğimiz şeylerin gizledikleri kitaplarında olma zorunluluğu var. Belki bizde, dinler tarihçiliği eskiden beri ciddi manada yapılsaydı şu an bu konular çoktan çözülmüş olurdu. Şundan dolayı, çözülmüş olurdu Müslüman olan Yahudi ve Hıristiyanlar içersinde o kitabın aslını bize getirenler mutlaka çıkardı, çıkmıştır belki ama ilgilenilmediği için kalmıştır. Dolayısıyla, tahrif edilen Tevrat’ta mı, İncil’de mi yerine bize gizledikleri kitaplarda mı diye soruyu sormak lazım. Benim kanaatim gizledikleri kısımlardadır.

—Yahya Şenol: Evet, yine namaz öteden beri eskiden beri aynıysa peki, deniyor ki bu miraçta anlatılan olay elliden beşe indirme olayını nasıl açıklayacağız? Önce elli farz kılınmış sonra git gellerle beşe kadar düşürülmüş.

—Ali Rıza Demircan: Bir de onun Kur’an temeli yok ki.

—Yahya Şenol: Hadis olduğu için Buhari ve Müslim falan ondan dolayı soruluyor.

—Abdulaziz Bayındır: Tabi şimdi Kur’an sünnet bütünlüğü diye sürekli konuşuyoruz. Kur’an sünnet bütünlüğü temel olduğu için o elli vakitten beş vakite indirilmesi söz konusu değildir. Çünkü orada Musa aleyhisselamdan da söz ediliyor. Musa aleyhisselamla ilgili ayeti az önce Yahya okudu. Ona da verilen emirlerden bir başkası Taha 14. ayette diyor ki: “ve ekımis salâte li zikrî” “beni zikir için namazı kıl” Dolayısıyla, aynı namaz Musa aleyhisselama emredildiği için git gel olması söz konusu değil yani o yanlış zaten hadislerde en büyük problem olayın senede indirgenmiş olmasıdır. Senet önemsizdir demiyorum ama temel senet yani senet, hadisteki yani kim, kimden rivayet etmiş zinciriyle doğruya varmak mümkün değil. Şundan dolayı mümkün değil, siz kendinize bakın çok yakın bir insanın çok yakın bildiğiniz bir insanın beş para etmediğini yıllar sonra öğreniyorsunuz. Allah’ın Resulü sallallahu aleyhi ve sellem Münafukun suresinin şahitliği ile Münafıklara hayran olabilmiştir. Şimdi siz hayran olduğunuz bir kişiye yalan söylüyor diyemezsiniz, yalan söylediklerini Allah’u Teala haber verdi de bildik. Dolayısıyla, efendim şu kişi güvenilirdir şeklinde söylenen sözünde güvenilir tarafı tartışmalıdır. Öyleyse asıl güvenilecek olan kısım kitap-sünnet bütünlüğüne göre meselenin anlatılmasıdır ki Allah’a çok şükür onun da metodolojisi ortaya kondu.

—Yahya Şenol: Birde yani şeyi de çok sık sormuşlar. Tıpa tıp mı aynıydı, aynı mı kılıyorlardı, aynı vakitlerde mi, aynı rekâtlarda mı?

—Abdulaziz Bayındır: Aynı vakitlerde ve aynı rekâtlarda olması gerekiyor sen bunun izahını yaptın zaten. Eğer farklı bir şey olsaydı, tıpkı oruçta olduğu gibi onu ayrıntılı bir şekilde anlatan ayet olurdu. Nitekim abdestte farklılık olduğu için abdestle ilgili ayet inmiştir.

—Yahya Şenol: Peki, bir de Ayşe validemizden gelen bir rivayet var. Namaz önceleri iki rekât olarak farz kılınmıştı sonra seferde iki bırakıldı, hazarda dörde çıkarıldı diye, bu rivayete ne dersiniz?

—Abdulaziz Bayındır: İşte onu da az önce söylediğim şekilde değerlendirmek lazım. Tıpkı o git gel de ki elli vakitten beş vakte inmesi meselesinde olduğu gibi bunları Kur’an sünnet bütünlüğü içersinde ele aldığımız zaman kabul etmek mümkün gözükmüyor.

—Yahya Şenol: Şimdi buradan yola çıkarak namazların, dört rekâtlı namazların özellikle üç ve dördüncü rekâtlarının Hz. Peygamberin içtihadıyla bugün var olduğunu söylüyorlar. Ve diyorlar ki mesela, siz yatsıyı imamla birlikte kıldığınızda ilk iki rekâtta sesli okuyorsunuz, üç, dörtte sessiz okuyorsunuz hatta zammı surede yok, demek ki bunlar sonradan arttırılmış. Cenabı Hak’ın emriyle değil de bu dört, iki Cenabı Hakk’ın emri artı 2 Peygamberimizin sünneti diye, böyle bir şey olabilir mi?

—Abdulaziz Bayındır: Yani şimdi çok ilginç olan da şu, bunu söyleyenler hadisi kabul etmeyen insanlar yani öyle enteresan ki hesaplarına gelirse herhangi bir kıytırık bir söz onlar için Kur’an ve sünnetin önüne geçiyor. Hesasplarına gelmezse önlerine bir Kur’an’ı Kerim değil bütün kitapları dizsen görmüyorlar. Ya bu ne biçim laf? Yani Ayşe validemizden gelen haberi vahit olan tek bir söze bakacaksınız, Kur’an’ı Kerim’in o kadar ayetini yok sayacaksınız. Ondan sonra yok, ona bakarak iki rekâtı farzdı da, ondan sonrasını Resulüllah ilave etti. Resulüllah bunu yapabilir mi? Arapçasını anlayamadım 1.42.43 Yani Resulüllah bunu yapabilir mi ya? Sanki o ikinci bir şari midir? Tam bir şirk mantığıdır asla kabul edilemez böyle şeyler.

—Yahya Şenol: Bu “ekimu salate” de ki ekimu fiilinin emrini sormuşlar, “namazı tam kılanlardan eyle” cümlesindeki tam kılmak bu ibadeti sürekli kılın anlamına da geliyor mu? Mesela, bazıları işte ben cumadan cumaya kılarım diyor. Bu bağlamda bir açıklama…“ekimu salate” tam kılmak” sürekli kılmak anlamına da gelir mi?

—Abdulaziz Bayındır: ekimu ayakta tutun demektir. Şimdi bak şimdi şurda usp şuraya koyuyorum düşüyor, ayakta tutmak için sürekli benim tutmam lazım onu, desteklemek lazım. Dolayısıyla, o namazı sürekli kılmazsanız ikame etmiş olmazsınız yani bir de (Bakara suresi 238. ayet) “Hâfizû alâs salavâti ves salâtil vustâ” var.o namazları aman, aman ha koruyun” demek.

—Ali Rıza Demircan: (Mearic suresi 34. ayet)“Vellezîne hum alâ salâtihim yuhâfizûn”

—Abdulaziz Bayındır: Vellezîne hum alâ salâtihim yuhâfizûn” “namazlarını korurlar onlar”

—Enes hoca: Ne dediğini anlayamadım 1.43.56

—Abdulaziz Bayındır: Tabi doğru vakti her gün tekrarlandığı için yani namazların iki tane ayette de burada vakitlerini defalarca okuduk. Arzu edenler onu sitede rahatlıkla bulabilirler. İşte Enes hoca da söylüyor, gerek İsra 78 gerekse Hud 114’te namazların vakitleri tam olarak anlatılıyor. Vakit her gün tekrarlanıyor, her gün tekrarlanıyorsa her tekrarlandıkça o vakit ibadet yapma zorunluluğu var.

—Yahya Şenol: Bir de bu Rum suresinin 31. ayetine bu mana da bir yer verir misiniz diye sormuşlar. Hani bu “ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn”

—Abdulaziz Bayındır: Şimdi “ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn” şey varya senin az önce söylediğin ayet, ayetleri okurken mutlaka şirk, namaz ve zekât, yani şirkten uzak kalınmış olması. Yalnız o ayet şöyle bir mana veriyorlar “Namaz kılın ki şirke düşmayaesiniz” bu yanlış “Namazınızı tam kılın, müşriklerden olmayın”

—Yahya Şenol: Devamı da var. (Rum suresi 32. ayet) “Minellezîne ferrakû dînehum” “Dinlerini parça parça eden müşriklerden olmayın”

—Abdulaziz Bayındır: “Dinlerini parça parça eden kişilerden olmayın”

—Ali Rıza Demircan: Yalnız burada bir noktanın altını çizelim. Bütün Peygamberlerin tebliğlerine baktığımız zaman, iyi işaret etmiştiniz orada Yahya kardeş! yani Allah’a ibadet, namaz ve zekât. Kur’an’ı Kerim’de cehenneme girecekler anlatılırken, cennete girecekler vasfedilirken ve diğer yerlerde bu üçü hep birbiriyle kopmaz bir bağlar içinde. Şimdi mesela

(Fussilet suresi 7. ayet) Başta söylediği Arapça kısmı Ve veylül lil müşrikin bulamadım “Ellezîne lâ yû’tûnez zekâte ve hum bil âhireti hum kâfirûn” Yani bunun gibi yani bu üçünü kopardığınız zaman…

—Abdulaziz Bayındır: Mealini de ver de, izleyicilerin içersinde Arapça bilmeyenler çoğunlukta.

—Ali Rıza Demircan: İşte biz orda gaflet ediyoruz. Hangi ayetti o okuduğunuz ayet? “Ve veylül lil müşrikin” ben bunun hangisi olduğunu anlayamadım 1.46. 19 “Veyl olsun ki anlamı farklı, o müşriklere ki onlar zekâtı vermezler, onlar ahiret hayatını da tanımazlar” Şimdi bunun gibi zekâtlılık la iman, zekâtsızlıkla imansızlık arasında ben bir liste çıkarmıştım. Kur’an’ı Kerim’de beş altı yerde ayrı ayrı hep bunlar birbirinin devamı gibi sunuluyor ve dolayısıyla, tamam sen Allah’a iman ediyorum, onun varlıkların Halik’ı olduğuna inancım var, hayata her an müdahele ediciliğine inancım var. Peki, bu inancı kanıtlayan bir şeye ihtiyaç var. İşte o da demek ki namaz.

—Yahya Şenol: Sizin makalenize nasıl ulaşabileceklerini soruyorlar, sitenizde var mı?

—Ali Rıza Demircan: Sitem Ali Rıza Demircan.net, sitesinde, güncele,

—Yahya Şenol: orda var?

—Ali Rıza Demircan: orda zannediyorum orda var.

—Yahya Şenol: Kıble ile ilgili ayetlerde neden hiç salât kelimesi geçmiyor diye biri sormuş, kıblenin değişmesi ile ilgili. Arapça okuduğu ayeti anlayamadım varya o, niye hiç salat yok? Kıble herhalde salâttan bağımsız düşünülemeyeceği için.

—Abdulaziz Bayındır: Şimdi namaz orada ki, Bakara da ki, öbürlerinde olması lazım.

—Yahya Şenol: Bakara’da hiç salât geçmiyor ya onu sormuşlar.

—Ali Rıza Demircan: (Yunus suresi 87. ayet)  “buyûtekum kıbleten ve akîmus sâlate” Hz. Musa olayında var. Ama şeyde olması lazım…

—Yahya Şenol: Bizim kıblenin tahvili meselesinde Bakara suresinin ilgili ayetlerinde

—Abdulaziz Bayındır: Bakarada şeyde…

—Yahya Şenol: Yok, salâtla geçmiyor. Bir de hani internete de çok tartışılan gerçi bugün ona vakit kalır mı? Müstakil bir ders mi yapalım ona? Nisa suresinde diyorlar 101–102–103. ayetlerde Allah bir, iki rekâtlık bir namazdan bir de onun kısaltılıp bir rekâta düşürülmesinden bahsediyor. Kur’an’ı Kerim’e bütünlüğüne baktığımız zaman iki rekâttan fazla namaz asla olamaz buna göre yani üç ve ya dört rekâtlık namaz olamaz. Bütün namazlar iki rekâttır.

—Abdulaziz Bayındır: Bunlar tabi yani şimdi sizde şey yaparsanız, hiç uzman olmadığınızı bir sahada gider şöyle bir çınar ağacına bakar ya da ne bileyim bir gürgen ağacına bakar bundan asla kereste çıkmaz, dersiniz. Tabi şimdi bunlar uzman olmadıkları sahada konuşuyorlar. Kusura bakmasınlar yetkileri yok. Öyle saçmalamasınlar ya adamın canını sıkıyorlar. Tövbestağfurullah. Böyle saçmalık olur mu yani? Asla yokmuş.

—Ali Rıza Demircan: Tamam hocam iyi de, Hz Ayşe’den gelen bir rivayet var. Bu iddia yanlışta, yanlışa sevk eden rivayetlerde var.

—Yahya Şenol: Onlar rivayetleri kabul etmeyen adamlar işte, işin ilginç tarafı.

—Ali Rıza Demircan: İşin şey tarafı, namaz iki rekâttı sonradan şeyde böyle kaldı. Bu tür rivayetler var ama dediğin gibi rivayetleri kabul etmeyenler…

—Enes hoca: Ne dediği anlaşılamadı 1.49.36

—Abdulaziz Bayındır: Ya kardeşim yani tabi bu apayrı bir ders konusu şimdi Yahya söyledi şimdi ağzımızı açsak bir cümle söylesek hepsini söylemeden olmaz. Ondan dolayı konuşmak istemiyorum o konuda yani hepsi ama bu konuda derslerimiz var onu izlesinler şeyde.

—Yahya Şenol: Tabi konu şimdi namaz olunca çok fazla soru olmuş. Bugün biz henüz giriş yaptık, bundan sonra daha bir herhalde, değil mi?

—Abdulaziz Bayındır: O zaman öyleyse bu konuyu da gündeme getirmek gerekir.

—Yahya Şenol: Üç dört hafta bu konuları işleyelim.

—Abdulaziz Bayındır: Bunu da programa koyunda, namaz rekâtlarını da hepsini koylaım o zaman.

—Yahya Şenol: Namaz kılınışı, şartları, farzları falan onların hepsini işleyeceğiz zamanla. Hani işte eller kaldırılır, nerede kaldırılır, nerede kaldırımaz falan sorulmuş, hepsi gelecek. Herhalde bir hafta namaz kılmanın hükmünü de işleyebiliriz.

—Abdulaziz Bayındır: O zaman programa koyun.

—Yahya Şenol: Programımızda var zaten, öyle bir program yaptık.

—Abdulaziz Bayındır: Varsa tamam o zaman.

—Yahya Şenol: Vakitte bitti herhalde, bir tane yazılı bir soru var onu da bir okuyayım içerden geldi salondan. Namaz, zekât ve vakitlerde ciddi tartışmalar söz konusu diyor. İhtilaflar çok var bu konuda yine de buna rağmen Kur’an’da geçmiyor şekil itibarıyla rekât sayısı vesaire. Peki, bunu tasdik edici unsurları biz nerede bulacağız? Karşımızdakine nasıl anlatacağız bunu? Biz bu şekilde iman ettik lakin ya tahrifçilere ve iman etmeyenlere nasıl sunarız?

—Abdulaziz Bayındır: Bizi izlemeye devam edin diyeceksin. Başka çare yok. Şimdi namazla ilgili ayetler okudu ya Yahya, bir kere kıyamı, rükusu, secdesi, rekatları ama Enes hocanın söylediği, şimdilik o ayeti kerimeyi okuyalım. “Namazları ve orta namazı koruyun” ifadesinde bu orta kelimesi namaz rekâtlarıyla ilgili olarak ta rahatlıkla düşünülebilecek bir şeydir. Şimdi en azının iki rekât olduğu belli, hepsi iki rekât olursa ortası olan bir namaz olmaz. Dolayısıyla, orta namaz, ilk namaz Kur’an’ı Kerim’de öğle namazı olduğu için orta namazı mecburen akşam namazı oluyor. Kur’an ve sünnette ilk namaz öğlen namazıdır ve o, orta namaz olan akşam namazının rekâtı da ortadır. Orta iki ile ikinin arası da üç olur iki ile dördün arası da üç olur. Dolayısıyla, bunlar, Kur’an’ı Kerim’de olan hiçbir şey boşuna değildir.

—Yahya Şenol: İnternette böyle namaz rekâtlarını vakitlerini anlattığınız bir videoyu koymuşlar hani bu hesapları yapıyorsunuz orada, orada da şey yazmışlar, Abdulaziz Bahçeli diye hani o hesaplarla bir şey buluyordu ya Devlet Bahçeli ona benzetmişler o aklıma gelmişti. Orta namaz üçün orta olabilmesi için iki ve dörde ihtiyaç var. Demek ki namazların en azı iki, en fazlası dört, ortası üç olur falan diye o şekil bir eleştiri yapmışlar, başka bulamadılar.

—Abdulaziz Bayındır: Eleştiri yapsınlar canım eleştiriler şeye mesela, Avrupa’da geçen hafta burada yoktuk biliyorsunuz. Birçok kimse geldi hocam işte eleştirileri okudum da sonra ilgi duydum sonra buraya geldim, diyor. Yani birçok kimse, yapsınlar eleştiriler iyi yani şey değil, reklâmın iyisi kötüsü olmaz.

—Bir katılımcı: Meyve veren ağaç taşlanır hocam.

—Abdulaziz Bayındır: Ya ne yapalım insanlara yaranamazsınız.

—Ali Rıza Demircan: Sonra şu meseleyi anlayamıyorum ben yani herhangi bir tarihi eseri mütaala ettiğiniz zaman falanca şöyle dedi, filanca böyle dedi, …ne dediği ..böyle dedi. Hiç Kur’an kültürü olmayan adamların ciddiye alamayacağı rivayetler bile aktarılıyor. Yani daha bir geniş tolerans var ve rahat bakış var. Şimdiki yeni nesilde yani bir tahammülsüzlük var, dinleyememe var. Yani neden böyledir anlayamadım eğer böyle olsaydı hiç kimse aykırı fikir ortaya çıkaramazdı tarih boyunca ya.

—Abdulaziz Bayındır: Ali Rıza Demircan sesini çıkarma yeni nesil çok iyi geliyor valla, müthiş müthiş.

—Ali Rıza Demircan: Yeni neslin bir tarafı da sorgulaması açısından güzel…

—Abdulaziz Bayındır: Çalkalanma varya çok hayra alamet, çalkalanma olmadan durulma olmaz. Şimdi şeyde Hollanda, Rotterdam’da sular akmıyor onun için bulanık ama akan su pislik tutmaz. Çalkalansın ki şey yapsın, temizlensin. Tamam mı? Peki, hepinize çok teşekkür ediyoruz. Allah razı olsun.

Tüm Mukayeseli İlmihal Dersleri
# İçerik Adı Yayınladığı Tarih Görüntülenme
1 Oruç 13 Temmuz 2013
2 Ramazan ve Oruc Bakara Suresi 183-187 Ayetler 6 Temmuz 2013
3 Namazda Oturus 22 Haziran 2013
4 Namazda Secde ve Oturuş 15 Haziran 2013
5 Namazda Ruku, Secde ve Oturuş 8 Haziran 2013
6 İmamın Arkasında Kıraat, Ruku, Secde ve Ka’de 1 Haziran 2013
7 Namazda Kıraat – 2 18 Mayıs 2013
8 Namazda Kıraat(Zikr) 11 Mayıs 2013
9 Namazda El Bağlamak – Sorular ve Cevaplar 20 Nisan 2013
10 Namazda El Bağlamak 20 Nisan 2013
11 İftitah Tekbiri 13 Nisan 2013
12 Namaz’da Niyet 6 Nisan 2013
13 Kerahat Vakitleri 23 Mart 2013
14 Sabah Namazının Vakti 16 Mart 2013
15 Namaz Vakitleri – 2 9 Mart 2013
16 Namaz Vakitleri – 1 2 Mart 2013
17 Namazda İstikbal-i Kıble 23 Şubat 2013
18 Namaz Kılınabilen Kılanamayan Elbiseler, Başörtüsü 16 Şubat 2013
19 Ezan, Kamet ve Sala 9 Şubat 2013
20 Kur’an’da Salat Kavramı 5 Ocak 2013
21 Kadının Özel Halleri 29 Aralık 2012
22 Özürlünün Abdesti 15 Aralık 2012
23 Teyemmüm 8 Aralık 2012
24 Gusül 1 Aralık 2012
25 Abdesti Bozan Haller 24 Kasım 2012
26 Abdest Alırken Ayakların Meshi Meselesi 17 Kasım 2012
27 Abdest 10 Kasım 2012
28 Kur’an ve Sünnet’e Göre Necis Olan Şeyler 3 Kasım 2012
Kuran Dersi Canlı Yayın