ABDULAZİZ BAYINDIR: Evet hepiniz hoş geldiniz. Bugün önemli bir o kadar da insanların ilgisini çeken bir konu üzerinde duracağız. Bir taraftan noel kutlamaları yapıldı biliyorsunuz hristiyan dünyasında. Bizde de dün akşam mevlid kandiliydi. Bir de Şii dünyada Ali’nin doğumu ya da rûzi peder dedikleri bir kutlama var. Şimdi bu üçü arasında bir karşılaştırma yapacağız bugün. İnsanların yaratılışını biliyoruz. Allah meleklere diyor ki; “inni câilun fil ardı halife” diyor. Ben, yeryüzünde bir halife yaratıyorum. Halife kelimesi, muhalif varlık anlamına geliyor. Hem kendisine muhalefet edilen, çokça muhalefet edilen hem de kendisi muhalefet eden varlık anlamına geliyor. İnsanlar imtihan için yaratıldığından dolayı böyle bir yapı oluşturulmuş. Bu muhalefet eğer iyiye yönelik olursa medeniyetler doğar, ilim doğar ve müthiş bir gelişme olur. Ama muhalefet kişisel yönelişlerle olursa, doğruları değil de kişinin kendisini üste çıkarması için olursa hu defa da Allah’a başkaldırmaya kadar, Allah’ı ikinci sıraya itmeye kadar devam eder. Ve bütün hayatın temelinde o kelime var yani halife kelimesi var. İnsanlarda bir yapı var, dinsiz olunmuyor. Yani yeryüzünde dini olmayan bir tek kişi yok. Ve kendisini dindar saymayan bir tek kişi de yok. Hani defalarca okuduğumuz Araf suresinin 30.ayetinde Allah, insanları iki guruba ayırıyor. “Ferikan heda ve ferikan hakka aleyhimud dalaleh” bir gurup Allah’ın yoluna kabul ettiği, doğru yolda olduğunu onayladığı kişilerdir. “Ve ferikan hakka aleyuimud dalaleh” bir gurup da sapıklık kendilerine hak olan yani sapıklığı hak eden kişilerdir. Sapıklığı hak edenler kimler? “İnnehumut tezahuş şeyâtine evliyâe min dûnillâh: Allah ile kendi aralarına şeytanları evliya olarak bilir ve onlara sarılırlar”. Yani Allah ile kendi aralarına şeytanları koyar, onları evliya bilir, onlara sarılırlar. Peki başka? “Ve yahsebûne ennehum muhtedun: ve kendilerini doğru yolda hesap ederler”. Bakın, şeytanları Allah ile kendi aralarına evliya olarak koyup onlara sarılanlar kendilerini doğru yolun ortasında saydıkları için bütün işler insanları sömürmek için yapılan bütün gayretler doğru yol üzerinde yapılır. Yani eşkiyalar en çok nerede durur? En fazla para nerdeyse orada durur yani. En büyük kazanç doğru yolda. Onun dışındaki kazançlarda bir şey yok. Orada oturup da oraya gelenleri dini kullanarak sömürdünüz mü tamam. Ondan dolayı biliyorsunuz kıyamete kadar yaşama izni aldıktan sonra İblis demişti ki; “le ak’udenne lehum sırâtekel mustekım: onlar için senin doğru yolun üzerinde oturacağım”(ARAF 16) demişti. Doğru yol, İblis’in çalıştığı yoldur. Peki şimdi doğru yolda oturanlar ne yapar? İki guruptur. Bir gurubu işte az önceki ayette okuduğumuz gibi Allah’ın gerçekten doğru yolda olduğuna onay verdiği kişilerdir. Bunlar, Allah’ın kitabına uyanlardır. İkinci gurup da kitabı kendilerine uyduranlardır. Çünkü o kitap olmadan olmuyor. İnsanları saptıracaksanız o kitapla saptıracaksınız. Onun için C.Hakk diyor ki Âli İmran 7. ayertte; “fe emmellezine fi kulûbihim zeygun: kalplerinde kayma olanlar” çünkü doğru yolda olmak istemiyor, başka tarafı istiyor. “Fe yettebiûne mâ teşâbehe minhu: o kitaptan kendi kalbindeki kaymaya uygun olanın peşine düşerler”. Şimdi Allah insanları muhalif varlık yaratmış. Halife varlık yarattığı için şimdi bunlar ne diyorlar? O halife kelimesinden yararlanarak insan Allah’ın halifesidir diyorlar. İnsan Allah’ın halifesi dediğiniz zaman: e kardeşim yani o zaman sen yandın. Firavun da Allah’ın halifesi Musa da öyle mi? “Yok yok yok, onlar değil”. Peki öyleyse herkes Allah’ın halifesi sen gene sıradanlaştın. “Yok yok”. İşte bunu getire getire nebilere kadar getirirler: Allah’ın halifesi. Peki Allah’ın halifesi ne demek olur? Yani Allah’ın yerine geçen kişi demek olur. Allah’ın yerine geçmiş ise, o zaman Allah ikinci plana itilmiştir. O zaman Allah’ın yerine geçmişse Onunla aynı özellikte olması lazım ve bunlar, kelimeleri çekebilecekleri tarafa doğru çekerek kendi arzuladıklarını kurana söyletirler. Yahudiler bunu çok iyi becerir. “Yuharrifunel kelime ammevâdıhi”(MAİDE 13) kelimeleri asıl konduğu yerden alır başka tarafa çekerler ki bir çok tefsirde de bugün hatta bir çok mealde de insanın Allah’ın halifesi olduğu ballandıra ballandıra söylenir. İşte burada buna çok dikkat etmek lazım. Şimdi Allah diyor ki; “inned dinel indellâhil islam: Allah katında din islamdır” yani Allah’a teslim olma dindir. “Ve maftelefellezine ûtul kitâbe illâ mâ ba’di mâ câehumul ilmu bağyem beynehum: kendilerine kitap verilenler, bu bilgi kendilerine geldikten sonra aralarındaki üstünlük, rekabetten dolayı ihtilafa düştüler”. “Ve men yekfur bi âyâtihi: kimler Allah’ın ayetlerini görmezlikten gelirse/kendilerini ona kapatırsa”,”fe innallâhe seriul hisab: Allah hesabı çok çabuk görür”(ÂLİ İMRAN 19). İşte bu yolda bakıyorsunuz ki hakikaten insanlar çok basit şeylerle tanrılaştırmışlar. Mesela İsa(as), Allah’ın kelimesi. “Ve kelimetuh elkâha ilâ meryeme: O, Allah’ın Meryem’e ilkâ ettiği bir kelimesidir” (NİSA 171. İsa(as), Allah’ın kelimesi dediğiniz zaman ki şüphesiz kelimesidir. Allah’ın kelimesi olmayan kimse yok ki. Çünkü “izâ erâde şey’en en yekule lehu kun fe yekun”(YASİN 82) Allah bir şey istediği zaman ona ol der, o da oluverir. Şimdi bunu kendi kafalarına uydurmak isteyenler, mesela “inne meselen isâ indellâhi ke meseli adem halekahu min turâbin summe kâle lehu kun fe yekun”(ALİ İMRAN 59). İsa’nın örneği Adem gibidir. Allah O’nu topraktan yarattı sonra ol dedi o da oluverdi. Kelime dediğimiz bu. Hepimiz aynı şekildeyiz. Allah’ın kun deyip de olmadığı kimse yok. Ruh? Hepimiz aynı şekildeyiz. Adem(as)’a da ruh üfledi bize de üfledi, İsa(as)’a da üfledi. Ama tanrılaştırmak istediğiniz zaman ayetleri bir bütünlük içinde alamazsınız. Bunların her birisi istismar ediliyor. Bakıyorsunuz ki İsa(as) ilahlaştırılmış. Arkasından Muhammed(as) ilahlaştırılmış. Onları ilahlaştıranlar aslında İsa ve Muhammed için yapmıyorlar bunu. Kendileri için yapıyorlar. O ilahlaşacak ki kendilerine de yer açılsın ve insanların tepesine binsinler din istismarı yapsınlar. Tübingen Üniversitesi’nde müslüman ve hıristiyan tarihini birlikte araştıralım diye bir şey yapmıştık. İttifak ettiğimiz konulardan bir tanesi de oydu. Roma’daki toplantıda Tübingen Katolik Fakültesi dekanı Richard Putsa geldi dedi ki; ya Abdulaziz Bey dedi. Bizimkiler 2.asrın altına götürmek istemiyorlar. 2.asra kadar araştırmaya müsade ediyorlar dedi. Çünkü 2.asırdan sonra İsa tanrılaştırılmıştır. Ve onu kendileri de söylüyorlar. Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri’nde var. Kendileri de bunu açıkça söylüyorlar. 2.asıra kadar diyorlar İsa herhangi bir insan gibiydi yani beşer ve Allah’ın resulü sayılıyordu. 3.asırda biz, Antakya’da başlayan, işte 450’de Kadıköy’de neticelenen o toplantılar zinciri içerisinde İsa’yı tanrılaştırdık diyor. Yani onların konsillerinde aldıkları kararla yani icma ile tanrılaştırmışlardır. Şimdi o konsil kararlarının bize yansıyan kelime anlamı “icma”dır. İcma ile onları tanrılaştırdık diyorlar. Orada dedim ki; sen dedim üzülme. Bizimkiler de 2.asırdan aşağı inilmesinden hoşlanmazlar dedim ama biz bunu yapacağız. Tamam dedi yapacağız dedi ama yapamadık. Yapamamamız bizden kaynaklandı. Biliyorsunuz işte imkanlarımız son derece sınırlı. Bu imkan derken maddi imkandan bahsetmiyorum. Para meselesi bu tür hizmetlerde en son düşünülen şeydir. Allah rızası için yapıyorsan o problem değil ama bizde imkan sınırı derken ilim adamı ve araştırmacı imkanlarını kastediyorum. Çünkü o kafada insanlar olması lazım ki gerektiği kadar araştırma olsun. İşte bugün Susem diye bir ders veriyoruz, Sebat diye bir çalışma yapıyoruz. En büyük sıkıntımız, oralarda ders verebilecek hocaları bulabilmekte. Yani imkanların sınırı dediğim şeydeki kastettiğim şey odur yani para olarak değil. Onlar en basit şeylerdir. Bu tür hizmetlerde en basit şey para ve maddi imkandır ama en zor şey insan imkanıdır. Şimdi burada bakıyoruz ki Resulullah diyor ki; “sizden öncekilerin izlerini karış karış, arşın arşın takip edeceksiniz”. Bu kesin diyor. Nerden çıkarıyor? Çünkü ayetler bunu gösteriyor. “Onlar bir kertenkele deliğine girmiş olsalar siz de gireceksiniz”. Yahudi ve hıristiyanlar mı ya Resulallah diyorlar, “ya kim olacak”. Şimdi yahudi ve hıristiyanlar ne yaptılar? Yahudiler mesela İsa(as)’ı öldürdüklerini söylüyor. Hıristiyanlar da İsa(as)’ı ilahlaştırdıklarını söylüyor. İkisi de öldürmüş oluyor. Yani Allah’ın bize bildirdiği İsa, Allah’ın resulü ve beşer olan İsa’dır. Ne hıristiyanların söylediği İsa, ne de yahudilerin söylediği İsa’dır. E bizde de şimdi öyle bir şey var ki en temelinden mesela resul ve nebi terimleri değiştiriliyor. Kuranda C.Hakkın sünnet ile ilgili olarak söylediği değişmez sosyal yasalar anlamındaki kelime, Resulullah’ın sözleri olarak bize yansıtılıyor uzunca bir süre sonra. İşte Abbasiler döneminde sünnet denmeye başlanıyor ona. Sünnet deyince işte onun resul ve nebi farkı ortadan kaldırılıyor. Nebi de resul yapılıyor. Dolayısıyla Allah’a itaat resule itaattır ayetleri, nebi sıfatıyla Muhammed(sav)’in kişisel davranışlarına da yansıtılıyor ve O tanrılaştırılıyor. Yani şu anda malesef fıkıhta da öyledir, kelamda da öyledir, tasavvufta da öyledir. Malesef tanrılaştırma söz konusudur. İnşallah önümüzdeki hafta çıkacak olan bizim derginin 8.sayısında kapak resmi ve ana yazı odur. Nebimizi ve ulemayı tanrılaştırma diye orada görürsünüz. Bu dinin nasıl tanınmaz hale geldiğini görürsünüz. İşte bu dini tanınmaz hale getirirken onlardan bir tanesi de mevlid kandilidir. Mesela noele karşı çıkıp da mevlid kandilini kutlayanlar acaba kendi içlerinde tutarlı mı tutarsız mı bunun üzerinde duracağız. Önce istersiniz Yahya’dan mevlid kandilinin tarihini öğrenelim. Hıristiyanlara daha sonra geçeriz, bizden başlayalım.
YAHYA ŞENOL: Bildiğimiz gibi mevlid, bizim ülkemizde ve başka diğer islam ülkelerinde kutlanan 5 kandilden bir tanesi. Kronolojik sıralamaya baktığımız zaman hicri takvime göre 5 tane kandil var. Birincisi: Rebiul evvel ayının 12.gecesi yani dün kutlanan mevlit kandiliydi. Daha sonra recep ayının ilk cuma gecesi Regaip kandili var. Aynı ayda yine Recep ayının 27.gecesinde miraç kandili kutlanacak. Daha sonra Şaban ayının 15.gecesinde Berat kandili var. Bir de Ramazan’ın 27.gecesi Kadir Gecesi diye 5 kandil kutlanıyor islam aleminde. Tabi kandil adını biz veriyoruz ama bu kandil kelimesi Osmanlılar döneminde özellikle de kayıtlarda 2.Selim döneminde minarelerde kandiller yakılarak kutlanmaya başladığı için bu adı almış. Tarihi daha erkenlere gidiyor ama bu ad, “mevlid kandili”. Mesela kadir kandili pek demiyoruz kadir gecesi diyoruz ama mevlid kandili, regaip kandili, miraç kandili diye. Bu kandil 2.Selim döneminde bu adı alıyor. Ama tarihi biraz daha arka şeylere kadar gidecek. Şimdi ben bu kandil geceleri ile ilgili bir yazı hazırlamıştım 2006 yılında. Bu yazıyı hazırlarken de özellikle Diyanet İslam Ansiklopedisi’nin kandillerle ilgili maddelerini kaynak göstermeye çalıştım. Özellikle. Sebebi de şu idi; bizim ülkemizde bu tip geleneklerin sürmesinde ve etkisinin giderek artmasında baş rolü her zaman Diyanet oynuyor. Dün gördük. Cuma günü hutbeler yine bununla alakalıydı. Hocam bir tutarlılıktan bahsetti. Bu tutarlılık bir gözüksün istedim. Ne kadar başarı oldum mu olmadım mı bilmiyorum ama yıllar önce Rize’den bir ilçe müftüsü bize bir mesaj çekti. Dedi ki ben bir kandilde senin kandil geceleri ile ilgili yazını vaazda anlattım millete. Ben de dedi bu yazıyı seçerken baktım ki hep Diyanet İslam Ansiklopedisi var, dedim ki nasıl olsa Diyanet demiş, bana bir şey demezler. Anlattım gittim dedi, bir gün geçmeden soruşturmayı yapıştırmışlar tabi. Yaav demiş Diyanet? Kaynaklar Diyanet? Sen Diyanet’i boş ver okuduğun yazı diyanetin değil. Kaynaklara eyvallah da okuduğu yazıyı biz yazmadık nereden çıkardın se bunu.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani bir kilise yapısı oluşturma çabası var maalesef.
YAHYA ŞENOL: Şimdi bu Diyanet’in hemen şurada 11-A, B ve C sütunlarda gördüğünüz 44 ciltlik bir ansiklopedisi var. Bir cildi de önümüzde 44 ciltlik bir ansiklopedi. Biz de çalışmalarımızda çok sık bir şekilde istifade ediyoruz bu çalışmadan. Şimdi bunun Kandil diye özel bir maddesi var. Mevlid diye özel bir maddesi var, Regaip diye, Miraç diye, Berat diye, Kadir gecesi diye hepsinin özel maddeleri var. Kandil maddesini Nebi Bozkurt Hoca yazmış. Orada genel manada kandil ilk olarak ne zaman ortaya çıkmış, hangi gecelere kandil deniyor falan filan onları yazmış. Mevlid maddesi de 29.ciltte Ahmet Özel tarafından kaleme alınmış. Tarihini güzel yazmışlar. Ben orada kısaca bir özetleyeyim size. Bakalım ki mevlid ne zamanda beri islam dünyasında var ve dinin aslından mı acaba diye. Önce bir isim tanımlaması yapalım. Mevlid deyince biz ne anlıyoruz. Bizim dilimize mevlüt diye geçmiş ama mevlid, doğum zamanı ve doğum yeri demek kelime anlamı olarak. Tabi bu kimin doğum zamanı belli. Peygamberimiz’in doğum zamanı diye artık dilimize geçmiş. Buna ansiklopedide deniyor ki; Hz. Peygamber’in sağlığında ne kendisi, ne ailesi, ne de ashabı hiç biri hir doğum günü kutlaması falan bir şey yapmadılar. Şimdi bizim dinimizde bir şeyin ibadet olarak varlığından bahsedebilmemiz için olmazsa olmaz iki şeyimiz vardır. 1-Çok açık ve net bir şekilde bir ayetten görmemiz lazım. Oruç tutmak, zekat vermek, hacca gitmek hepsi ayetle sabit. İkincisi: çok net bir şekilde Resul’ün bir uygulamasının olması lazım bir şeye ibadet diyebilmemiz için. Ayette yok, Resul’ün uygulamasında da yoksa biz o şeye dinin aslından bir ibadet diye asla bakamayız. Bunu ulema da böyle söyler zaten. Dolayısıyla Resul’ün bilmediği, tavsiye etmediği veya gördüğü halde onayladığı bir olay olması lazım. Mesela kitaplara baktığımız zaman biz, sünnet tanımlamasını bu üç şekilden biriyle olacağını görürüz. Derler ki; bir şeyin sünnet olabilmesi için: 1-Bizzat Resul tarafından yapılmış olması lazım. 2-Tavsiye edilmiş olması lazım Resul’ün ağızından. Demesi lazım ki şunu yaparsanız güzel olur diye. 3-Görmüş olması lazım Resul’ün ashab tarafından yapılışını ve onaylaması lazım, ses çıkarmaması lazım. Deniyor ki işte fiili sünnet, kavli sünnet, takriri sünnet bunlar. Fiili sünnet, Resul’ün bizzat yaptığıdır. Kavli sünnet, Resul’ün ağzından çıkmış tavsiyeler. Yapın, edin şeklindeki tavsiyeler. Takriri sünnet ise ashabın uygulamalarını görüp onaylaması, ses çıkarmaması. Dolayısıyla bir şeye bizim ibadet diyebilmemiz için bunlardan biri olması lazım ama deniyor ki bu kaynakta da; Resul’ün ne kendisi, hadi kendisi kutlamadı ailesi. Değil mi? Çocukları vardı Peygamberimiz’in. Torunları vardı. “Ya dede/baba gel senin bir doğum gününü kutlayalım, bir pasta keselüm, bir şey yapalım. Hadi modern anlamda böyle bir şey yapmadılar, bir ibadetle de mi bunu kutlamadılar? Her yıl rebiul evvel ayının 12.gecesi oruç tutalım, bir namaz kılalım, bir birşey yapalım demediler. Daha sonra 4 halife dönemi başladı biliyorsunuz hulefai raşidin diye nitelendirilen o dönem. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali(ra). Bu dördü de diyor kaynağımızda. 29.cildinin ansiklopedinin 475.sayfasında. Bu dönemde de diyor mevlit kutlaması diye bir şey yoktu. Hulefai raşidin de bilmiyorlardı bunu. Daha sonra Emeviler dönemi başladı biliyorsunuz. Emeviler’de de böyle bir kutlama örneklerine rastlanmadı. Emeviler’i Abbasiler yıktı. Onlar yerine geldi. Abbasiler döneminde de böyle bir uygulamaya rastlanmadı islam tarihinde. Bir örneği yok. Peki ne zaman ortaya çıktı? Deniyor ki; ilk mevlid kandili kutlamaları, Mısır’da kurulmuş olan Şiia’nın da İsmailiye koluna mensup Fâtımiler Devleti döneminde ilk kez ortaya çıktı. Daha önce islam tarihinde eşi benzeri bunun yok. Tarih olarak da iki tarih göze çarpıyor. Birincisi ansiklopedide verdiği, deniyor ki; hicri 350 yılları civarında kutlama örnekleri başladı ama bu daha çok gayrı resmi kutlamalar. Resmi olarak kutlamalara tarih vermek gerekirse hicri olarak 396 yılı veriliyor kaynaklarda. Resmi, devlet erkânı tarafından. Mesela diyelim ki o günün yönetimi bunu bir resmi tören olarak kabul etmiş ve kutlamışlar. O tarih 396. Ama biraz daha gayrı resmi kutlamalara döneceğimiz zaman da en erken tarih 350 yılı hicretten sonra. Yani 12 yılında Resulullah’ın ölümümü hesap edersek yaklaşık olarak 340 yıllık aradan sonra pat diye bir anda bir kandilimiz olmuş.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mesela bu şey de aynısı gibi olmuştur. Antakya’daki, hıristiyanların Meryem’i tanrının anası diye ilan etmeleri.
YAHYA ŞENOL: Bu tarih 350-400 yılları arasında. Ve bunu ilk ortaya çıkaranlar da Şii Fâtımi Devleti dedik. Bunlar, kendi mezheplerini yaymak için aslında mevlidi bir araç olarak kullandıkları anlaşılıyor. Çünkü yine ansiklopedide yazdığına göre bunlar diyor aynı dönemde mevâlidi sitte yani altı mevlit. Mevâlit, mevlit kelimesinin çoğulu. Sitte de 6 demek. Mevâlidi sitte. Bir anda 6 mevlit kutlaması ile bu işe başlıyorlar. Hangisi bunlar?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu şey olmuş. Antakya’daki üç asır sonra İsa’nın Allah’ın oğlu olduğu kararını almışlar bunlar. Biraz sonra mevlitlerde göreceğiz benzer şeyleri.
YAHYA ŞENOL: 6 mevlitten bahsediliyor. Ne bunlar? 1-Hz.Ali’nin doğum günü. 2-Fâtıma’nın doğum günü. Çünkü Fâtımi Devleti bakın. Fâtıma’nın soyuna kendilerini nispet ettikleri için bu isimle anılıyorlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İsmaililer ile ilgili bilgi verecekmisin?
YAHYA ŞENOL: Daha sonra bakarız. Hasan 4-Hüseyin. 5-O günün halifesi. Kim varsa başta. Bunların doğum günü kutlanacak da bir dayanak lazım ortada. İslam alemi doğum günü diye bir şeyden haberdar değil. Önce buna sağlam bir dayanak oluşturmak lazım. Ve Hz.Peygamber’in doğum gününü kutlayalım diye başlıyorlar, hemen peşine bu 5 taneyi de ekliyorlar ve mevâlide sitte adı altında resmi ve çok şaşalı, çok debdebeli kutlamalar yapılıyor Şii Fâtımiler döneminde. Ve burada yine tarihi bilgilere göre Muiz Li Dinillah: bu halifenin adı veriliyor. Fâtımi hükümdarlarından Muiz Lidinillah. İlk kez diyor bunun devrinde mevlit kutlamaları.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İsim değil herhalde o vasıf galiba. Çünkü Allah’ın dinini güçlendiren kişi anlamına geliyor.
YAHYA ŞENOL: Bizim Fatih gibi. İsmi Mehmet de olsa Fatih diye meşhur. O kadar önem veriyorlar ki buna çok ciddi harcamalar yapıyorlar. Yine başka bir kaynakta yer alan bilgiye göre diyor ki; bunu da boşuna yapmıyorlardı zaten. Kendileri, İsmailiye mezhebine mensup oldukları için bu tip günleri halka propaganda yapmak amacıyla diyor çok iyi bir şekilde kullanıyorlardı. Yani şu kadar bin tavuk kesiliyor, şu kadar bin koyu kesiliyor, bu kadar yemek dağıtılıyor, bu kadar helva dağıtılıyor falan. Bu sayede halk ile bir irtibat sağlayıp İsmaili mezhebinin şeylerini anlatıp kendilerine taraftar toplamaya çalışıyorlar. İlk defa bu şekilde çıkmış olan uygulamalar, Eyyubiler döneminde yasaklanıyor. Selahaddin Eyyubi’nin kurmuş olduğu bu devlet var. Bu Eyyubiler o bölgeye hakim olunca bu kutlamaları kaldırıyorlar. Diyorlar ki siz ne yapıyorsunuz, islam’ın aslında böyle bir şey yok. Onların çıkardıkları bu mevlitlerin hepsini kaldırıp yasaklıyorlar. Tam unutuldu denilecek bir zaman geçtikten sonra aradan, Selahaddin Eyyubi’nin eniştesi yani kız kardeşi ile evlendirdiği Erbil atabeyi Muzafferiddin Gökböli diye bir ada var. Bugün Irak’ta, Erbil’de. Orayı yöneten bir hükümdar. Orası kendisine ikdâ arasisi olarak verilmiş, Selahaddin Eyyubi ile çok sıkı ilşkileri olmuş tabi. Akraba da olmuşlar. Kayınbiraderi olmuş falan. Daha sonra bir nevi oranın hakimiyetini tamamen ele çegeçiriyor Muzafferiddin Gökberi ve Erbil’in tek hakimi oluyor. Tam bu unutuldu denilen zamanda Muzaffereddin Gökberi kalkıyor mevlit uygulamalarını yeniden ihya ediyor. Fakat bu sefer artık olay kabuk değiştirmiş. İlk çıkaranlar Şii Fâtımiler idi bu artık Sünni. Dolayısıyla bu kutlamalar artık Sünni dünyaya da bu şekilde yeni bir elbise giyerek kazandırılmış. Bu Muzafferiddin Gökberi ile alakalı da kaynaklarda tasavvuf erbabı ve daima zikir meclislerinde rakkaslar ile beraber raks ede ede mi zikrediyormuş, zikrede ede mi raks ediyormuş bilmiyorum artık öyle bir adam.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Raks, dans manasına geliyor dans etmek.
YAHYA ŞENOL: Ve bu adam Sünni dünyaya mevlit kutlamalarını koyuyor ve o gün bu gün bunlar devam ediyor. Bu Muzaffereddin Gökberi de suufilerle beraber diyor bunu organize ediyorlar o topraklarda ve çok ciddi harcamalarla kutlamalar yapıyorlar. Bu kaynakta yani Diyanet İslam Ansiklopedisi’nin kaynağında, Mir’atu Zaman adlı bir başka kaynağa ve Suyuti’ye atfen şu bilgi veriliyor; mevlit kutlamaları için o dönemde Erbil’de. Bakın sadece bir il diyelim tam deniyor 300 bin dinar para harcanıyordu.
ABDULAZİZ BAYINDIR: 300 bin altın yani.
YAHYA ŞENOL: 300 bin dinar, bu şöyle bir hesabını çıkardım ben. 1 dinar yaklaşık olarak 4,35gr altın yapıyor. 300bin dinar altın, 4,35 ile çarpıldığı zaman 1ton 305gr altına denk geliyor. Bugün yani 3 Ocak 2015 tarihinde biraz önce internetten de kontrol ettim altının, hadi satışını demiyelim alış fiyatı gram olarak 89 lira şu an. 89 ile bunu da çarptığınız zaman elimize nasıl bir rakam çıkıyor biliyor musunuz? Eski parayla 116 tirilyon 145 milyar para. Bir Erbil’de kutlama için harcanan para. 1305 kg altın. Tabi bizde 29 Ekim’de veya İstanbul’un fethinde kutlamalar yapılınca hani deniyor ki 3tirilyon 5 tirilyon harcandı falan. Biz de rahatsız oluyoruz tabi milletin parasını niye böyle çarçur ediyorsun. Havai fişek patlatıyorlar parayı yakıyorlar. O dönemde asırlar önce bir Erbil’de 1305gramlık yani 1 tom 355 kilo altın, sırf mevlit törenleri..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bir buçuk tona yakın altın
YAHYA ŞENOL: İlk işte kandil kutlamaları burada. Daha sonra işte bu yavaş yavaş dediğimiz gibi bütün islam dünyasında yaygınlaşıyor. Ama ulemanın da buna tepkisi iki şekilde oluyor. Bir gurup diyorlar ki; islamda bir şeyin (biraz önce söylediğim gibi) ibadet diye nitelendirilebilmesi için bunun Resul tarafından uygalanmış olması lazım. Halbuki siz öyle bir şey yapıyorsunuz ki ne Resul’ün bundan haberi var, ne ashabın bundan haberi var, ne halifelerin bundan haberi var, ne Emeviler’in haberi var, ne Abbasiler’in haberi var. 350-400 yıl sonra çıkardığınız bir şey islamdan asla kabul edilemez. Resul’ün bu konuda bidat ile ilgili hadisleri nettir. Şöyle buyurmuş Resulullah. Onları da bir aktaralım unutmadan. Buyuruyor ki; “din ile ilgili işlerin en kötüsü, sonradan ortaya çıkarılanlardır. Bu nerede geçiyor. Sahihi Müslim’in Cuma bahsinde geçiyor. Bir başka hadisinde de Resulullah buyurmuş ki; “sonradan ortaya çıkarılan” din ile ilgili tabi. Bunu bu şekilde anlayalım. Bazıları, böyle söylediğimiz zaman bunlar da o zaman yoktu bunlar da mı bidat şeklinde sulandırmakta çok mahirler. Bunlar din değil. Din diye ortaya çıkarılan şeyler bidat olur sadece. Siz bir güne özel bir ibadetten bahsediyorsanız işte o bidat kapsamında değerlendirilir. Resul tarafından uygulanmamış ise eğer. Ve buyurmuş ki;”sonradan din diye ortaya çıkarılan her şey bidattır, her bidat dalalettir ve her dalalet de ateştedir”. Dolayısıyla ulemanın büyük bir bölümü hadisleri kendilerine dayanak olarak alıp bu tür kutlamaların sünnette ve islamda yeri olmadığını söylüyorlar. Bir gurubu da İbni Hacer ve Suyuti başta olmak üzere bir gurubu da diyorlar ki; ne yapılıyor ki bu günlerde. Kuran okunuyor: e tamam sevap? Namaz kılınıyor fazladan bu da sevap. E demek ki güzel şeyler bunlar. Niye yasaklayalım? Bırakalım millet yapsın”. Ve günümüzde de bunun yansımaları var. Diyorlar ki “bidatlar, insanların din ile olan bağlantıları için elzem olan şeylerdir. Korunması lazım bu tür bidatların”. Hiç namaza gelmeyen adam, 5 defa bu kandil vesilesiyle camiye geliyor. Sen kalkar dersen ki yok bu kandiller falan, o beşine de gelmez. Eee? Dolayısıyla diyor bırakın bunları kötülemeyi, bunlara eskisinden daha çok sahip çıkmamız lazım bizim. Niye? Kaçıp gitmesinler camilerden.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tabi o gelenler de cenneti garanti ediyorlar orada. Biliyorsunuz ramazan gecelerinde teravihler de sonradan uydurulmuştur. Ne deniyor? Resulullah demiştir ki; “kim ramazan gecesini inanarak ve sevabını Allah’ta bekleyerek ihya ederse bütün geçmiş günahları affedilir”. Diyanet’in hutbelerinde hep söylenir, geçen sebe duymadım inşallah unuturlar ama zannetmiyorum; “teravih kıldınızmı bu geceyi ihya etmiş olursunuz”. O zaman da herkes teravihe hücum ediyor yatsı namazı kimsenin umurunda değil. Teravihi kim daha kısa kıldırıyorsa bir saat arabayla gidiyor oraya 2-3 dakika daha kısa teravih kılacağım diye. E ne olacak nasıl olsa bütün günahlardan kurtulduk. Seneye kadar gene bir sıfırlarız. Ne oluyor? Yepyeni bir din icad ediliyor
YAHYA ŞENOL: Bununla alakalı daha önce burada yaptığımız derslerde İmam Malik’in bir sözünü aktarmıştım onu bir kez daha hatırlatmak istiyorum. İbni Hazm’ın El İhkâmi Fil Usuli Ahkam kitabında geçiyor İmam Malik’in bu sözü. Demiş ki İmam Malik; “kim bu ümmet içerisinde din adına geçmişte olmayan bir şey ortaya çıkarırsa bu kişi farkında olsun olmasın Hz. Peygamber’in Allah tarafından kendisine verilen elçilik görevine ihanet ettiğini iddia etmiş olur”. Niye bu cümleyi kullandı? Çünkü diyor Allah, Maide suresinin 3.ayetinde “el yevme ekmeltu lekum dinekum: bu gün ben sizin dininizi tamamlamış bulunuyorum” buyurdu. Dolayısıyla diyor o gün yani Resul’ün hayatta olduğu o günlerde din olmayan, dine dahil olmayan şeyler bugün de din olamaz dine dahil olamaz. Sen eğer bugün Resul’ün haberdar olmadığı bir ibadetten bahsediyorsan, farkına varmadan Onun bunu gizlediğini iddia etmiş olursun. Vardı da bilmiyor muydu Resulullah? Haberi mi yoktu veya haberi vardı da gizledi mi millet duymasın bilmesin diye? Dolayısıyla iyi niyetle bir şeyi ortaya çıkarmak iyi niyet değildir. Fıkıhta genel bir kural vardır. Denir ki; iyi niyetler haramları mubah kılmaz. Fakirlere yardım etmek maksadıyla faiz alınmaz mesela. Dertleri, sıkıntıları unutmak için iki tek atılmaz. Hiç bir zaman iyi niyetler haramları mubah kılmaz. Dolayısıyla bir ibadetten bahsediyorsanız bunu mutlaka bir ayete, mutlaka resulün bir uygulamasına dayandırmak zorundasınız. Aksi takdirde dine bakın Maide suresi 3.ayetinde tamamlanmış olan, her türlü noksanlıklardan uzak bulunan dine sonradan bir ilave yapmış olursunuz ve ister bunu iddia edin ister etmeyin, ister farkında olun ister olmayın Resul’ü görevini eksik yapmakla suçlamış olursunuz. İmam Malik’in sözü de bu. Bundan sonra bu işin daha da arka planını arkadaşlar…
ABDULAZİZ BAYINDIR: Yanlız bu iyi niyet konusunda farklı düşünenler de var Yahya. Bak Nasreddin Hoca’ya birisi gelmiş, gözünden hasta olduğunu şikayet etmiş. O da demiş ki; kara sakız dök demiş. Kara sakızı erit dök demiş. O da bu hocadır bir bildiği vardır diye dökmüş, gözü kör olmuş. Gelmiş ya Hocam demiş gözüm kör. Ben nebileyim, benim elim çatlamıştı iyi oldu gözünü de öyle düşündüm. Onun için bazen iyi niyetler böyle işe yarar. Evet şimdi biliyorsunuz hıristiyanlar noeli kutlarlar. Hıristiyanlar noel, tanrının doğum günü olarak kabul ediliyor. Aslında tanrının doğum günü şeyi de insan kılığında geliş günü. Yoksa Allah ile birlikte var olarak kabul ediliyor haşa. Tabi biraz sonra onu FEHMİ ÇEÇEN’den dinleyeceğiz. Yalnız İsa(as)’ın doğum günü olarak kendi aralarında da bir çok ihtilaflar vardır. Kuranda doğum gününden bahsediyor İsa(as)’ı. Onunla hıristiyanların doğum günü olarak söyledikleri şeyin arasındaki farkı Abdullah kısaca anlatacak.
ABDULLAH BAYINDIR: Mevlid kandiliyle alakalı bir şeyler söyledi Yahya Hoca. Şimdi burada mevlid kandilinin kutlanmasından bahsetti ama Peygamberimiz’in gerçek doğumunun hangi tarih olduğu üzerinde de bayağa tartışmalar var. Hatta 571 diyoruz ama 569 diyen kaynaklar, 570 diyen kaynaklar. Yılında ihtilaf varken gününün, saatinin vaktinin tam olarak tespit edilmesi: o ayrı bir konu. Aynı durum yani hemen hemen fil olayında mı oldu ne zaman oldu tartışmalar var. Aynı durum Hz.İsa ile de alakalı açık bir şekilde ortada. Hıristiyan mezhepleri Aralık 24, 21 diyenler, daha çok aralık 24’de noel üzerind yoğunlaşıyorlar ve Hz.İsa’nın doğumu ile alakalı o günü daha çok kutluyorlar ve hıristiyan ülkelerinde bayram, uzunca tatil yapılıyor. 10 gün yapanlar var, 21 gün yapanlar var. Aralıkta en uzun tatilleri vardır onların. Kurtatıcımız bugün doğdu diye de birbirlerine mesajlar atarlar bayramlaşırlar. Kuranın üç yerinde üç tane ayette ihtilaflı noktaları kuranın çözdüğü belirtilir. Bir Nahl suresi 64.ayette “ve mâ enzela aleykel kitâbe illâ li tubeyyine lehumullezihtelefu fihi ve huden ve rahmeten li kavmin yu’minun: sana kitabı ancak ayrılığa düştüğü şeyleri onlara açıklaman için ve iman eden bir toplumun doğru yolu gösterici ve rahmet olarak indirdik”. Yine Neml suresi 76.ayette “inne hâzel kur’anu yekussu alâ beni isrâile ekserallezi hum fihi yahtelifun: şüphesiz bu kuran, İsrailoğulları’nın üzerinde ayrılığa düştükleri şeylerin çoğunu açıklıyor” şeklinde. Yine Şura suresi 10.ayette “ve mahteleftum fihâ şey’in fe hukmuhu ilellâh zâlikumullâhu rabbi aleyhi tevekkeltu ve ileyhi unib: hakkında ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyin hükmü Allah’a aittir. İşte bu rabbim Allah’tır, yanlız O’na tevekkül ettim ve ancak O’na yöneliyorum”. Hz.İsa’nın doğum günü de bu üç ayetteki bahsedilen ihtilaflı konulardan birisi. O zaman bunu kuranın açıklamış olması lazım. Yani bugün 2 buçuk milyar hıristiyan alemi var. Bunlar Hz.İsa’nın doğum gününü kutluyorlar. Müslümanlar da genel olarak bir çoğu da Hz.İsa’nın doğum gününü biz niye kutluyoruz gibi söyleyip Hz.İsa’nın doğum tarihinin gerçekten o vakitte olduğunu kabul ederek bir karşı çıkış yapıyorlar. Halbuk kuran, Meryem suresinde yani Hz.İsa’nın doğumunun bahsedildiği “vezkur fil kitâbi meryem” diye başlayan 16.ayetten itibaren başlayan o pasajda bu konu ile ilgili bilgi veriyor. Hz.Meryem’in doğu tarafına gittiği, sonra doğum için bölgesinden ayrıldığı zikredildikten sonra Hz.Meryem doğum yapıyor. Keşke toprak olsaydım falan o pasaj. Bilirsiniz onu. 25.ayet esas benim söylemek istediğim. 24-25: “fe nâdâha min tahtiha: alt kısımdan şöyle seslendi”. Hz.Cebrail’in seslendiği yada Hz.İsa’nın seslendiği yönünde burada müfessirlerin çeşitli açıklamaları var. “Ellâ tahzeni kad rabbuki tahteki seriyyâ: üzülme rabbin senin alt tarafından bir dere akıttı/bir su akıttı”. “Ve huzzi ileyki bi cız’in nahlet: hurma ağacını kendine doğru silkele”,”tusâkıt aleyhi rutaben ceniyyâ: sana taze hurma dökülsün”. Aslında burada tarihi belli eden 25.ayetin son iki kelimesi. “Rutaben ceniyyâ: taze hurma”. Aslında bu ayrıntının kuranda biz sadece Hz.Meryem’in o başında geçeni anlatan bir ayrıntı gibi zikreder okur geçeriz. Aslında bu Allah’ın az önce ihtilafları çözme olarak söylediği şeylerden birisi sadece şu iki kelimedir: taze hurma. Bazıları bu ayeti müfessirler açıklarken Hz.İsa’nın doğum mucizelerinden diye zikrederler Hz.İsa bebek halinde elini uzatmş da kuru hurma tazeye dönüşmüşş diye. Bununla alakalı bir şey yok bu ayetlerde. Olmayan bir mucizeyi yada mucizevi bir durum yok burada. Bizim söylememize gerek yok. Kudüs tarafınsa taze hurmanın ne zaman olduğunu, ne zaman toplandığını taze bir şekilde bunu incelediğimizde hurma sıcakları denilen Medine bölgesinde sıcaklar var. Taze hurmanın mevsimi bazı bölgelerde ağustos sonu eylül başı, eylül devamındadır. Yani bu ayete göre aslında Hz.İsa’nın doğumu Aralık olma ihtimali yok. Taze hurmanın yetiştiği eylül ayında olması lazım. Onların doğum tarihi olarak birleştikleri tarihin bile sonradan belirlenen bir tarih olduğunu iki kelimeyle aslında açıklamış oluyor. Bunu böyle algılamamız lazım.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tabi şimdi burada “fe ecâehel mahâdu”(MERYEM 23) diyor ayette. Doğum sancısı onu getirdi şeyin altına diyor. Dolayısıyla doğum sancısından sonra olan o hurma meselesi de ister istemez çünkü yukarıdan sana taze hurma dökülecektir dendiği için hurma mevsimi ağustosun son haftası ile eylülün ilk haftası arasında hurmaların oluştuğu, taze hurmaların yenebildiği dönemdir. Eylülün sonuna kadar. Tabiki aralık ayı olmaz. Bu arada bu hatalardan da bahsetmiş olduk. Asıl konu, hıristiyanlar İsa(as)’a nasıl bakıyorlar, noel nedir onu da FEHMİ ÇEÇEN’den dinleyeceğiz.
FEHMİ ÇEÇEN: Zaten bu konu ile ilgili daha önceden beri benim araştırmalarım var naçizâne. Kiliselere gidiyoruz, papazlarla görüşüyoruz, ilgili kitapları, defterleri takip ediyoruz. Aşağı yukarı sokakta geçen bir hıristiyan kilisede nasıl davranacağını biliyorsa ben de öyle biliyorum diyebilirim. Çok rahat söyleyebilirim bunu. Şimdi şöyle bir şeyle katşılaştım. Biz uzaktan bakılınca Muhammed ama yanına gidilince İsa diye birine inanıyoruz. Böyle garip bir durum var. Eğer Allah kuranda oğul-tanrı inancını mahkum etmeseydi belki bizim küçüklüğümüzden beri Muhammed Allah’ın oğludur diye öğreteceklerdi. Malesef böyle nir şuur taşıyor. Şimdi hıristiyanlara göre ekranda gördüğünüz gibi Hz.İsa, teslis inancına göre ikinci şahsıdır. Malumnuz teslis inancı, birbirine karışmayan, aynı olmayan ayrı da olmayan, bölünemeyen, parçalanamayan, değişmeyen, dönüşmeyen, siz ne anlıyorsanız onlar da onu anlıyor zaten. Siz bakmayın onların üç olduğuna. Aslında onlar bir. Hıristiyanlar bunu böyle yorumluyorlar. Orada üç tane aynı şahsın olması aslında aynı birlikten bahsettiklerini söylüyorlar. Buna mukabil olarak bu inancın bize yansıması da hepinizin malumu Muhammed eşitir Allah, Muhiddin İbni Arabi’nin “ve ma rameyte iz rameyte velakinellâhe rama”(ENFAL 17) ayetinde sen atmadın Allah attı ayetini tefsir ederken aslında Muhammed fiilen Allah’tır bedeninde Allah vardır buna böyle inanmak gerekir sözleri. İbni Arabi’nin şu kitabını incelerseniz bunu görürsünüz. Burada mevcut az önce söylemiş olduğum. Abdulkerim Cîlî şöyle diyor Hz.Muhammed’ten bahsederken.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Abdulkerim Cîlî kim önce onu tanıt. Ne zaman yaşamış?
FEHMİ ÇEÇEN: Ona bakmadım Hocam. Dikkatimi çekmedi.Ama Abdulkerim Cîlî, 15.yy’da Yemen’de yaşamış bir sûfi olduğu söyleniyor. A. Cîlî’nin Muhiddin İbni Arabi’den aşağı kalır hiç bir tarafı yoktur. Yani etki bakımından aynı tesiri yapmıştır. Kendisi şöyle diyor; “bil ki Muhammed Mustafa efendimiz Allah’ın bütün isim ve sıfatları ile vasıflanmış, onlarla tahakkuk etmiştir. Bunun delili ise Onun arşın sahibi nezninde yüce bir mertebeye sahip olduğuna dair lehinde Allah’ın tanıklık etmesidir. Bu makama yerleşmek için ilahi isim ve sıfatlar içerisinde yer tutmak gerekir”. Böyle söylüyor. Yine benzeri inanışlara tasavvuf erbabında bolca rastlanır. Bu, İsa Allahtır’ın bizdeki Muhammed Allahtır’a dönüşmüş halidir. Halbuki Peygamber efendimiz, hıristiyanların Mesih’i övdüğü gibi siz beni övmeyin diye de defalarca uyarmış olduğu halde bakın iş nerelere kadar gelebiliyor. Ben hep şunu düşünüyordum: Allah neden İsa Allahtır diyenleri tehdit ediyor. İşte bir insan durup dururken öbürü Allahtır der mi? Malesef diyor. Hatta uyarıldığı halde yine diyor. Bunları görmek lazım.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah’ın isim ve sıfarları Redulullah’dadır diyen insanlar, aslında Abdulkerim Cîlî gibi kişiler kendilerini ilah yapmak için Allah’ın yerine koymak için söylüyorlar. Geçen hafta okumuştuk gavs dedikleri kişiler biliyorsunuz bütün tarikatlar kendi şeyhlerine ne der? Gavs derler değil mi? Ne diyorlar gavs ile ilgili? Darda kalınca sığındıkları, yardım istedikleri kutuptur. Darda kalan sûfiler yetiş ya gavs diye gavsa sığınırlar. Gavs olarak bilinenler esma ve sıfatı ilahi mahzarı sayılırlar. Esma ve sıfatı ilahi ne demek? Allah’ın tüm isim ve sıfatları onların üzerinde oluşur. Yani Allah’tır. Ondan dolayı ete kemiğe büründüm Mahmut diye göründüm denmesi. İşte Allah ile ne ayrı ne gayrı diye Fetullah’ın kendisini tanmlaması hep ondan kaynaklanıyor.
FEHMİ ÇEÇEN: Devam edelim hıristiyanlardan bize bulaşan bu Hz.İsa ile Hz.Muhammed’in doğumu, kişiliği arasındaki benzerliklere. Bakın şu ekranda görmüş olduğunuz resimde şuradaki İsa. Şu görmüş olduğunuz gelinlik de hıristiyanların bedeni bütünü. Aşağıda şu görmüş olduğunuz hıristiyan müminler, kıyamet günü tek bir vücut haline gelip Hz.İsa ile birleşiyorlar, evleniyorlar. Buna hıristiyanlar şebbi aruz diyorlar. Şimdi onun videosunu size izleteceğim. Bu bölümü bitireyim.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şebbi aruz sadece Mevlana’ya mahsus değil. Çünkü kendilerini ilahlaştırınca haşa Allah ikinci sırada kalıyor.
FEHMİ ÇEÇEN: Şurada görmüş olduğunuz da hıristiyan müminler, şu gelin halindeki kişiler şahsi manevidir. Risaleyi Nurlar’da çokça vurgu yapılır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Fetullah da çokça vurgu yapar şahsi maneviye.
FEHMİ ÇEÇEN: O tek bir şahıstır ama aslında parçalardan meydana gelmiştir. Hatırlarsanız geçen hafta okumuştuk Mevlana diyor ki; “veliler Allah’ın çocuklarıdır. Yüzmilyondurlar ama bir bedendirler”. İşte o yüzmilyonun bir bedene girmiş hali şu gelinliktir. Şu arkada görmüş olduğunuz kral da göklerin ve yerin mülkünü elinde tutan haşa İsa. Onlara göre öyle. Bu arkada görmüş olduğunuz hâleler de nurları yansıtıyor. İşte bazı islam dininde bazı eserlere bakın, Hz.Muhammed’i, Hz.İsa’yı anlatan Hocam nasıl? Sonsuz Nur, Ezeli Nur, Sonsuz Işık. Bu ifadler aslında bize hıristiyanlardan kalıntıdır. Bu da dikkat çekici bir nokta.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zaten Risale-i Nur da oradan geldiğini şey yapar. Nur ayeti ile kendisine delil getirir. “Allahu nûrus semâvâti vel ard: Allah göklerin ve yerin nurudur” diye Nur suresi 34.ayetinde. Onu şey yapar. Kelimelerle oynar. Ebcet hesabı gibi bir şeylerle kendilerini kutsamaya çalışır.
FEHMİ ÇEÇEN: Hıristiyanlara göre göklerin ve yerin nuru İsa’dır. Onlar böyle düşünüyorlar. Bakın incilin şu ayetinde “başlangıçta söz vardı. Söz, Tanrı ile birlikteydi”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ayet deme de iddiasında de. Abdullah ayet diyecekken pasaj dedi sen de pasaj diyeceğin yerde ayet deme.
ABDULLAH BAYINDIR: Ayetler kümesi anlamında.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Sure deseydin daha iyi olurdu.
FEHMİ ÇEÇEN: “Başlangıçta söz vardı. Söz, Tanrı ile birlikteydi. Söz, tanrıydı”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Noeli bir anlat istersen. Sen mi anlatacaksın? Noeli sen anlatacaksın değil mi? Mevlid ile bir irtibatlı olsun da sonra oraya geçelim. Çünkü ondan sonra Hakikat-i Muhammediye geliyor.
ABDURRAHMAN YAZICI: Noel maddesini Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi’nde Bülent Şenay diye birisi yazmış. Noel ismi bizde yanlış olarak yılbaşı şeklinde anlaşılıyor. Biraz önce de Abdullah Hoca bahsetti. Aslında noel kelimesiyle yılbaşı arasında doğrudan bir ilşki yok. Noel kelimesi Avrupa dillerinde hıristiyanların çoğunluk olarak kullandığı dillerde farklı isimlerle adlandırılıyor. Bize Fransızca olarak noel anlamında geçmiş ama ingilizcesi cristmis. Cris kelimesi de İsa anlamında. Bu Mesih kelimesi ilk önce incil batı dillerine çevrilirken grekçeye, yağlayıcı anlamındaki mesih kelimesi crist olarak tabi bir anlamda tanrı hüvviyeti ile çevrilmiş. Daha sonra bu cristmis tanrı yemeği anlamında kullanılıyor ama başka dillerde farklı anlamlarda. Örneğin Almanlar’da baynahtın kutsal gece anlamında yada farklı şekillerde kutlanıyor. Köken olarak Roma’da kutlanılan bir güneş tanrısı Mizra. Bu bilgiler, diyanet ansiklopedisinde olan bilgiler. Mizra’nın doğum günü anlamında yani köken olarak. Resmi olarak Roma’da 274 yılından itibaren resmi bayram olarak kutlanmaya başlanıyor. Ama Roma’nın 4.yy’da hıristiyanlığı resmen kabul etmesi ile birlikte tabi farklı bir şeye bürünüyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zaten Roma’nın hıristiyanlığı kabul etmesiyle putperestlik haline geliyor. Mesela Sun deniyor. Niye? Güneş. Tamamen o putperestliğe dönüşüyor.
ABDURRAHMAN YAZICI: Zaten dediğimiz gibi kuranda anlaşıldığı kadarıyla Eylül ayında Hz.İsa’nın doğduğu kabul edilirken hıristiyanlarda zaten birlik yok. Batı hıristiyanları ile doğu hıristiyanları arasında. Bir kısım 24’ünü söylerken bir kısmı 6 Ocak’a kadar gidebiliyor. Böyle geniş bir aralık var onlarda. Ama temel olarak bunun kaynağı, eski İran dininde de olan güneş tanrısının doğum günü, yine Roma’nın daha önce eski Yunan’da..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu eski İran kelimesini unutmayın lütfen. Biraz sonra onu da Fatih Hoca’dan dinleyeceğiz. O çok önemli.
ABDURRAHMAN YAZICI: Böyle bir durum var. Yani eski güneş tanrısı Mizra’nın doğum günü anlamında kutlanılan bir şey. Yine ayrıca bu eski Roma’da putperestlik hakim hıristiyanlıktan önce. Bunların bu yıl dönümünde, kış dönümünde kutladıkları bir bayram da var.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Roma kralı noel ocakta kutlanacak dedikten sonra kimse başkasını söyleyemez.
ABDURRAHMAN YAZICI: Hıristiyanlığı kabul eden Konstantin’den sonra resmi bir bayram olarak kutlanmaya başlıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Konstantin’de gene bizdeki Fâtımiler gibi 4 asır sonra oluyor. Tarihler de tutuyor yani.
ABDURRAHMAN YAZICI: Ama burada şöyle bir kaç tane figür var. Noel Baba figürü. Noel Baba dediğimiz, bizim Antalya Demre’de yaşamış Nikoloyus adında bir papaz. Orada görev yaptığı söyleniyor. 350’lerde görev yaptığı ama daha sonra 1000 yıllarında İtalyan tüccarlar tarafından götürüldüğü İtalya’ya vesair öyke düşünülüyor. Normalde geçen dönem Antalya Büyük Şehir Belediyesi, Demre’de bir kutlama yaptı. Demreli Nikoloyus’un asıl memleketi olarak yani asıl bizimdir vesair diye turistik amaçlı bir..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu dini konulara siyaseti katılması kadar tehlikeli bir şey yok. Yani onlar kendi işlerine baksınlar. Niye katılıyorlar bu işlere.
ABDURRAHMAN YAZICI: Yine bu Nikoloyus denen bu adamın veya şimdiki adıyla Noel Baba’nın kırmızı giysileri olan, beyaz sakalı olan, yine bacadan girip insanlara hediyeler veren şekliyle resmedilmesi ise 1800’lü yıllara dayanıyor. Bir tane ressam tarafından yapılan bir resimden sonra bu artık yayılmaya başlamış, böyle bir figür kazanmış. Yine bu noeldeki ikinci bir figür, çam ağacı kesilmesi. Bu da eski Yunan-Roma pagan kültüründeki, pagan kültürü dediğimiz çok tanrılı bir hayatın olduğu, bir çok şeyin tanrı olarak görüldüğü bir kültür. Apis tanrısına yönelik ayinlerden kaynaklandığı kabul ediliyor yine bu çam ağacı kesme şeyini. Tabi günümüzdeki bu noel kutlamaları da ticari amaçlı bu batı kültürünün her yere yayılması sebebiyle eğlence sektörü vesair böyle bir görünüm kazanmış yani.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Ama sen şeyi söylemedin. Noel ne demek kelime olarak?
ABDURRAHMAN YAZICI: Kelime olarak noelin bir kaç anlamı var Hocam. Birincisi: tanrının gelişi. İkincisi: noel derken şöyle. Noel kelimesi fransızca anlamında. Bunu ingilizler veya bazı Avrupa dilleri cristmis olarak ifade ediyorlar. Bir kısmı başka şekillerde ifade ediyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Tanrı’nın doğum günü demiyorlar mı?
ABDURRAHMAN YAZICI: Tam öyle bir ifade yok. Bir kısmında kutsal gece var. Bir kısmında Tanrı’nın gelişi var. Bir kısmında tanrı yemeği şeklinde ifadeler var.
FEHMİ ÇEÇEN: Doğuş bayramı diyorlar.
ABDURRAHMAN YAZICI: Farklı şekilleri olabilir ama noel bildiğim kadarıyla fransızca bir kelime ama fransızcadaki tam kelime anlamına bakmak lazım.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Diyanet Ansiklopedisi’nde yok mu? Bir de Ali figürü var biliyorsunuz şeylerde. Mesela İsmaililer. İsmaililer ne demekti Fatih? Onu şey yapsana.
FATİH ORUM: İsmaililer, bizim Şia dediğimiz..
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şia dediğimiz, islam diye kendini tanımlayan guruplardan bir tanesidir.
FATİH ORUM: Onların en aşırı gurubu olarak tanımlanıyor. Bâtıniler denilen fırka da esasında aynı İsmaililer. Yani burada temelde şu var: hiç bir şey göründüğü gibi değil. Bâtıni bir anlam var. Kelimelerde bâtıni anlamlar var. Mesela bu İsmaililer kelimeler üzerinde çok şey yaparlar. Mesela kelime ile başladığını her şeyin söylerler ve bu kelimelerin içerisinde aklın hayalin en uç noktalarına kadar pek çok şeyin girebileceğini şey yaparlar. Daha da önemlisi, şahsı manevi olarak isimlendireceğimiz manevi bir ruh, bir öz var. Ve bu, her dönemde belirli bir şahsın vücudunda ortaya çıkar. Mesela 600’lü yıllarda Hz.Muhammed’in bedeninde ortaya çıkmıştır ve bunun aslında da Ali vardır derler. Bütün peygamberlerin vücudunda esasında Ali vardır. Onun bedenleşmiş şeklidir derler. Her devirdeki peygamber, Ali’nin uluhiyeti mahalli olduğunu belirtirler. Her devirde peygamber denilen kişi esasında Ali’nin ruhunu taşımaktadır derler.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Aslında şimdi Ali falan bunların hepsi, mesela bizde hakikat-i Muhammediye diye kelimeyle. Geçen hafta okumuştum Hasan Kamil Yılmaz’ın yazmış olduğu şey ki şu anda Diyanet İşleri başkan yardımcısıdır. Diyor ki; “bu hakikat her devirde değişen isim ve suretlerde peygamber veya veli olarak ortaya çıkar”. Hakikat-i Muhammediye diyor Muhammed(as)’ın kendisi değildir. O, Muhammed diye bildiğimiz tarihte ortaya çıkmıştır. Ondan sonra her devirde çıkar diyor. Asıl mesele Ali değil. İslam görüntüsü içerisinde olaylar anlatılacağı için mutlaka müslümanların değer verdiği bir ismin kullanılması gerekir. Burada şöyle bir şey ortaya çıkmış: İran şahı öldürülünce onun kızı Şehrûba, Hüseyin(ra) ile evlenmiş. İranlılar diyor ki; Allah’ın ruhu ki Ferri Yezdan diyorlar, kralın vücudundadır. Kraldan da kendi çocuklarına geçer. Şimdi o kralınki Şehrûba’ya geçmiş kabul ediliyor, Şehrûba’nın da çocuklarına geçmiş kabul ediliyor. İşte 12 İmam inancı böyle ortaya çıkıyor. Hasan’dan zaten bahsetmezler de Hüseyin, Fâtıma, Ali, onlar resmi tamamlamak için gereke şeylerdir. Çünkü onları tamamlamazsanız müslümanlar buna itibar etmezler. Dolayısıyla o Şehrûba’nın çocuklarıdır ilahlaştırılan. Çünkü Ferri Yezdan’ı o taşıyor, Ondan, onlara geçiyor. Öyle ilahlaştırmışlardır ve Ali figürü bu şekilde Şia dünyasında ortaya çıkmıştır. Ali’nin de doğum günü var.
FATİH ORUM: Bunu da açıkçası Hocam söyleyince şey yaptık, böyle bir şey hiç bilmiyorduk. Bir tarama yaptım, gerçekten de Ali’nin doğum günü diye bir tarih varmış. Bunu 21 Mart’a fisklemişler. 21 Mart Ali’nin doğum günü. Nevruz ile birlikte ve Şia dünyasında ve Türkiye’de de kutlanıyor. Hatta benim önümde şu an Eskişehir valiliğinin resmi sitesi var. Bu yıl Ali’nin doğum günü devlet erkânıyla kutlanmış ondan bahsediyor sitede. Bununla ilgili işte şöyle kutlandı böyle kutlandı, şunlar katıldı bunlar katıldı gibi bilgiler var. Devlet eliyle de artık bunlar şey yapılmaya başlanmış yeni farkettik.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Nevruz da yılbaşı demektir. Onu da lütfen şey yapmayalım. Bizde 21 Mart’tır ama 21 Mart biliyorsunuz gece ile gündüzün eşit olduğu bir zamandır ve o dünyanın yılbaşıdır. Bugünkü İran takvimindeki yılbaşıdır. Dolayısıyla batı takvimindeki yılbaşında nasıl İsa kutlanıyorsa İran takvimindeki yıl başında da Ali kutlanıyor. Şimdi bunlar nasıl tanrılaştırılıyor yani İsa nasıl tanrılaştırıldı, Muhammed(as) nasıl tanrılaştırıldı ve Ali nasıl tanrılaştırıldı.
FEHMİ ÇEÇEN; Şimdi şöyle devam edelim. Az önce kaldığımız yerden. İsa(as)’ın bir damat, hıristiyan müminlerin de gelin olduğunu söylemiştik. Bu bizim ilahilerimize de yansımış. Nasıl mesela? Bakın “hak ile kul vuslatı o ilahi düğünde hiç kimseden hiç kimseye fayda olmayan günde hasatları hassas tartan o terazi önünde noksanlarımı bağışla ya Hz.Muhammed”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bak, “ilahi düğün”. Ne demek? İşte şebbi aruz.
FEHMİ ÇEÇEN: “Sen ki büyük yargıda şefaat müjdecisi, bunca aciz beşerin mahşer günü bekçisi, sağnak nur yağmurlatı inerken 7 kattan, o gece sendin gelen ezel kadar uzaktan”. Farkettiniz mi ezel, nur, kurtarıcı, bekçi, düğün bunlar hepsi hıristiyan vâri kavramlar. Şimdi bakın burada dedi ki; “bunca aciz beşerin mahşer günü bekçisi”. Yuhanna incilinin 1.mektubunun 2.bölümünün 5 ve 6.cümlelerinde diyor ki; 2.cümlesinde diyor ki; “evlatlarım. Bunları, sizlere günah işlemeyesiniz diye yazıyorum. Şayet içinizden birisi günah işlerse İsa Mesih efendimiz onu Baba’nın önünde savunur”. Şimdi şu resimde görmüş olduğunuz İsa, gördüğünüz gibi şu mahşeri kalabalıkta kendisine iman edenleri müdafa ediyor. Koltukta oturan da malesef Allah. Allah’ın resmini yapıyorlar. Kilisede bunlardan çokça bulabilirsiniz. Şimdi yina aynı şekilde İsa Mesih, gördüğünüz gibi kendisine iman eden şu şahsı amel defterini elinde tutan melek ile birlikte Allah’a karşı savunuyor. Aynı misyonu biz de Peygamberimiz’e yüklemişiz. İşte şiirlerimizde, ilahilerimizde, kasidelerimizde malesef bu yabancı kültürlerin etkisi altında bayağa bir kalmışız. Bu şiirleri, ilahileri yazanları siz hıristiyan misyonerisijiz, siz işbirliği yaptınız, müslümanları hıristiyanlaştırmak istiyorsunuz demiyoruz ama kuran hassasiyeti kaybolursa basık kültür çekinik kültürü etkisi altına alır sloganlarıyla ve onların kelimeleriyle kendimizi ifade ederiz.
ABDULLAH BAYINDIR: Dün Cübbeli’nin bir Tv kanalı var LalegülTv. Akşam birisi mesaj attı, Cübbeli çok uçuyor bahsediyor diye. Tam çevirdim, şimdi burada resmedilen Hz.İsa’nın bir kulu Allah’a karşı savunması gibi Suyuti’den naklen bir hadis anlattı aynı şekilde. Hz.Adem mahşerde duruyor. Peygamberimiz’in ümmetinden bir tane kulun cehenneme gittiğini görüyor. Suyuti’nin kitabından Cübbeli’nin aktardığına göre. Ve Hz.Adem, Peygamberimiz’e hemen haber ediyor yetiş diye. Peygamberimiz de yetişiyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Haşa Allah bir yamukluk yapacak haşa. Manası odur başka bir anlamı yok.
ABDULLAH BAYINDIR: Kendisi tabi aktarırken o Suyuti’nin o metnini de ezberleyip arapça şeyler de araya katarak anlatıyor tabi. Okuduğu şeyin kurani bir metin olduğu izlenimini vermek için. Kuranda cehennemdeki meleklerle alakalı “şidâdun gilâzun” diye geçer, O öyle diyor. Yani şidârı gılaz melekleri durdurdu Peygamberimiz diye. Ondan sonra çevirmiş tekrar o teraziye döndürmüş. Terazinin orada Peygamberimiz cebinden küçük bir tane kağıt çıkartmış. O kağıdı terazinin şeyine koymuş. Hafif gelen sevap kefesine koyduğu anda kefe çok ağır gelip çökmüş ve günah kefesi çok hafif gelmiş bu sefer. O arada da işte Allah meydana zuhur ediyor, çıkıyor anlatılan hadise göre. Neden bunu çevirdin yarı yolda? Peygamberimiz de diyor ki resmedilen hadise göre, uydurulan hadise göre diyor ki; “bu cebimden çıkarttığım salavattır. Bu kulun bana çokça salavat getirmişti”. Bunlar hesaba katılmamıl galiba falan. Tabi son cümleyi ben söyledim. Allah da diyor ki; “madem ki bu kadar salavat getirmiş tamam” diyor “ey Muhammed, senin bu savunmanı kabul ediyorum kulumu cennete alın” falan. Aynı bu resmi çizmiş onlar, bizimkiler de resmi zihinlerde çiziyorlar. Normal resim olarak değil de. Bunu da dün duyduğum için hemen, bu hikaye ile örtüştüğü için anlatayım dedim.
FEHMİ ÇEÇEN: Az önce dedik ya inandığımız Muhammed, yakından bakınca İsa çıkıyor. Peki geçenlerde bir ermeni kilisesinde şebbi aruz törenlerine izin verildi. Peki neden izin verildi? Gelin onu da Ermeni patrik vekili Aram Ateşyan’dan dinleyelim.
A.ATEŞYAN: Ermeni kilisesinde şebbi aruz kutlanmasına izin verdik. Sebep? Ama en önemli sebep Mevlana’nın felsefesi çünkü kutsal kitapların felsefesidir. Ve özellikle diyorum ki Rab İsa’nın felsefesine yüzde doksan uyum sağlıyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Rab İsa’nın felsefesine yüzde doksan uyum sağlıyor.
FEHMİ ÇEÇEN: Neden? Mesnevi’de de Hz.İsa’nın Allah olduğu yazılıdır. Malesef bu da mevcuttur. Şimdi bunu geçelim. Bir başka madde. Hıristiyanlar pazar günü kilisede ayin bittikten sonra kominyon evkarista rabbin sofrası denen bir başka ayin yaparlar. Burada Hz.İsa’nın kanı olan şaraba, eti olan ekmek batırılır hıristiyan mümin kişiye verilir. Bundan maksat da nasıl ki siz bir şey yediğiniz zaman vücudunuzda bir parçanız haline gelir, onlar da Hz.İsa’nın etini ve kanını yiyerek onunla bütünleşiyorlar. Bakın burada şu görmüş olduğunuz resimde Hz.İsa, son akşam yemeğinde yakalanmadan bir kaç saat önce şu elinde tutmuş olduğu ekmeğe “bu benim etimdir bunu alın, şu önümde görmüş olduğunuz kase de benim kanımdır buna batırın ve beni anmak için bunu böyle yapınız” diye vasiyet ettiğinden bütün kiliseler bunu kesinlikle uygulamaktadır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Vasiyet ettiği iftira edilen.
FEHMİ ÇEÇEN: Kesinlikle iftiradır. Yanlız bu, hıristiyanlarda kalan kısmı da bunun bize yansıyan tarafı neresi? Asıl bizi ilgilendiren tarafı burası. O, onların dini. Biz hıristiyan olduğumuz için böyle yapıyoruz. Peki bize ne oluyor da Peygamberimizin kanını içeni cennetlik yapıyoruz. Peygamberimiz’in vücudyndan çıkan atıkları içmeyi, yüzüne eline sürmeyi marifet kabul ediyoruz. Bakın Nasreddin El Bâni’nin Tevessül kitabında, şu kitapta Peygamberimiz’in vücudundan çıkan atıklarla onların yüzü suyu hürmetine dua edilip edilemeyeceği konusu vardır. Afedersiniz Peygamberimiz’in katı atıklarının hürmetine Allah’tan bir şey istesek Allah bunu verir mi? Tabi Nasreddin El Bâni bu anlayışı reddetmek için bunu kitabına almıştır. Tenkit etmekte. Desteklemiyor. Peygamberimiz’in kanını içenin cennete gideceğini söylüyor. Niye? Artık ondan bir parça taşıyor. Ama aynı şey Hıristiyanlar’da da var. İsa’nın kanı şarabı içtiğiniz zaman İsa sizi kurtarır. Bu yüzden hıristiyanlara göre kıyamet günü aslında hıristiyanların cennete girme günü. Bizim bildiğimiz anlamda bir hesap yok.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şebbi aruz yani.
FEHMİ ÇEÇEN: Şebbi aruz. Az önce patrik vekilinin söylediği gibi. Neden diyor biz şebbi aruzu yapıyoruz? Çünkü bizim kafamızda, bizim felsefemizle örtüşüyor. Aynıdır. Bununla birlikte hıristiyanlar, Allah kuranda buyuruyor ki;”ey İsa, sen mi anamı ve beni iki ilah edinin dedin?”. Hıristiyanlar bizi sürekli şöyle tenkid ederler: teslisin üç unsurundan bir tanesi Hz.Meryem değildir. Baba, oğul, kutsal ruhtur. Baba, oğul, ana değildir. İşte diyorlar Muhammed, teslisi bilmediğinden kurana bunu sokuşturdu bize iftira atıyor. Biz Meryem’e tanrı demiyoruz. Böyle bir şey yok. Ama Allah, orada teslis unsurlarını saymıyor. Kuran bununla ilgilenmiyor. Siz onu tanrılaştırdınız mı tanrılaştırmadınız mı? Biz işin bu tarafına bakıyoruz. Yoksa ayette buyuruyor ki: “onlar hahamları ve rahipleri rabler edindiler”. Biz bütü rahipleri Allah’ın ortakları, teslisin diğer unsurları kabul etmiyoruz ki. Bizim açımızdan önemli olan şirke konu yapıldı mı yapılmadı mı? Kuran, işin bu tarafı ile ilgileniyor. Bakınız hıristiyanlar, akşam yatmadan önce nasıl dua ediyorlar. “Ey şevkatli ve merhametli bakire(Meryem’e diyorlar). Daima yanımda ol. Şu anki ömrümde şefaatinle ve yardımınla kötülük dolu inat yollarından beni ayır ve kurtuluşa yönelt. Ama bu bedbaht canımı teslim edeceğim anda çevremde hazır oo ve o kötülük dolu şer ruhlarını benden uzak tut”. Hatırlayın: mürid ölürken şeyhi onun imanını kurtarır. Bakın devamında şöyle diyor; “ve o korkunç yargı gününde beni ebedi azaptan koru ve kurtar”. Şimdi onlara bir cevap olsun. Meryem’i ortak koşuyorsunuz Allah’a, bu açık ve net. İkincisi de işte mezarından kalk, Nakşibendi olduğunu söyle sana bir kıyak yaparlar.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Mahmud Efendi’nin sohbetlerini topladıkları Sohbetler diye bir kitabı var. Orada şöyle diyor; “Şahı Nakşibendi hazretleri vefat etmiş. Kabre giriyor. Kabirde Ona bir taht getirmişler. O tahta oturmuş. Üç tane de melek gelmiş. Meleklere demiş ki; benim Rabbim ile sözleşmem var”. Haşa sanki Onunla eşit seviyede iki kişi. “Ben mütidlerimi yerlerine yerleştirmeden hiç bir şey ile meşgul olmayacağım. İşte bizim şeyhimiz böyle bir insandır” diye anlatıyor. Tabş O tanrı. Zaten Onun tanrı olduğundan şüpheleri yok. O şekilde tanmlıyorlar.
FEHMİ ÇEÇEN: Hıristiyan ilahiyatına göre Hz.İsa tekrar geri gelecek. Çünkü çarmıhta öldürülerek asıl yapmak istediği şeyi tam olarak bitiremedi. Tam olarak bitmedi. İlk gelmiş olması kefaret kurban içindi. İkinci gelmesi de yargılama içindir. Kendisine iman etmeyenleri yargılayacak. Hıristiyanlar çarmıha baktıklarında Allah ile insanın barıştığını görürler. Yani çarmıh, onlara göre Allah’ı kullara uzanan rahmet elidir. Her kim bu çarmıha inanırsa Hz.İsa’nın kanında temizlenir ve Allah Onu cennetine sokar. Hz.İsa da bunu kıyamet günü yapacaktır. Yani gidişi tamam suskun oldu ama dönüşü muhteşem olacak diye inanıyorlar. Onların bu inancı, biz de malım ehli sünnet akidesinde de var Şia’da da var. Bir de şuna dikkat çekmek istiyorum.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Konuşurken karşındakinin ilk defa seni dinlediğini düşünecksi.
FEHMİ ÇEÇEN: İncilin son taraflarına baktığınız zaman çarmıh bölümünden sonra Hz.İsa’nın bulutların arasından melekler ile birlikte tekrar geri geleceği, bütün ölüleri dirilteceği, ondan sonra onları Baba’nın huzurunda avunacağı, bir kısmını da mahkum edeceği. Sonra yeryüzünde 1000 yıllık egemenlik kuracağı. Buna milenyum denir. Hıristiyanlar Onu, bu 1000 yılda bekliyorlardı. Daha sonra da kendisine iman edenlerle birlikte göğe çıkıp orada sonsuza kadar yaşayacakları iddia ediliyor. Onların inançları bu doğrultuda.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bizde de var İsa gelecek şöyle şöyle olacak.
FEHMİ ÇEÇEN: Ona geliyorum Hocam. Hz.İsa yeryüzüne geldiği zaman Deccali öldürecektir. Peki bu Deccal kimdir? Deccal’in kim olduğunu öğrenmek için Müslim’de bir hadis var. Çok uzun Hocam o. Oraya bakabilirsiniz. Ancak o hadisin asıl metni Pavlus’un Selanikliler’e yazmış olduğu ikinci mektuptur. İkisini yanyana koyduğunuz zaman karşınıza tanrısal bir kişilik çıkar. Ölüleri dirilten, isterse yağmur yağdıran, bir arsaya girdiği zaman bolluklar ortaya çıkartan, sihirle insanları etkileyen bir tür varlık. Ama daha ilginci, hıristiyan ilahiyatına göre asıl deccal, Anticrist, İsa Allah’ın oğlu değil diyendir. Hz.Muhammed de bu inancı yaydığı için asıl deccal O’dur. Bizim deccal diye bildiğimiz figürü onlar Muhammed diye bakıyorlar. Malesef bu inançtan da bir türlü kurtulamadık. Bu da çok acı verici bir durum.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Simdi salaytlara geçelim. Yoksa il epeyce uzayacak. Konular çok uzun.
FEHMİ ÇEÇEN: Az önce zaten incilden bu kelimeleri okumuştuk. Başlangıçta söz vardı, söz, Tanrı ile birlikteydi.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Onu geçelim.
FEHMİ ÇEÇEN: İkinci olarak da göklerin ve yerin Hz.İsa’nın hürmetine yaratıldığı inancı yine Pavlus’un Kolesilere mektubu 15 ve 17.cümlelerde mevcuttur.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu size yabancı gelmiyor değil mi? Levlake levlak. Yani şimdi benim babam senin babanı döver. Siz İsa diyorsanız biz de Muhammed deriz diyorlar.
FEHMİ ÇEÇEN: İşte nitekim gökte ve yerde görünen ve görünmeyen her şey: tahtlar, egemenlikler, yönetimler, hükümranlıklar Onun aracılığıyla ve onun için yaratıldı. Herhalde ifade çok net.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Aynı şey Ali için de var değil mi? Bunlara rahmet okutur Ali için olan. Biraz sonra onu da Milli Eğitim Bakanlığı’nın yayınladığı kitaptan okuyacak.
FEHMİ ÇEÇEN: Yine güya Hz.İsa şöyle söylemiştir. “İsa şöyle dedi; size doğrusynu söyleyetim; ben, İbrahim’den önce de vardım. Musa peygamberin Mısır’dan çıkış 3/14. cümlede böyle yazılı benim ben. O da Yuhanna’nın 8.bölümün 58.cümlesi. Burada ayetler eksik alınmış. Orada diyorlar ki; sen ne zamandan beri vardın? O da diyor ki; ben İbrahim’den önce de vardım. Yani ezeli bir varlıktım. Onu söylemeye çalışıyor. Allah’ın ilk vücuda getirdiği ışık İsa’nın nurudur. Şimdi bir tek bizden farkları, Muhammed Allah’ın oğludur dememeleri. Biz müslümanlar bunu demememiz. Yoksa bütün oğulluk vasıflarının tümü Hz.Muhammed’e verilmiş. Böyle bir durum var. Bu da Hocam mevlid örneği.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bak burada ne dedi? Ben daha önce de vardım. Bizde de şey yapılır. Neydi Yahya? Sen sabahleyin okuyordun. Adem toprak ile su arasındayken, ben nebidim diye Tirmizi’de mi geçiyordu? Evet.
FEHMİ ÇEÇEN: Allah’ın ilk yarattığı benim nurumdur. Baştan çok uzun bir hadis. Sonra kainatın yaratılış aşamalarını anlatıyor. Yani aynı.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bizde o şeyler hadis olarak daha çok geçiyor. Malesef kuran meallerinde de bazı kelimelerle oynanarak bunlara benzer şeyler sokuşturuluyor.
FEHMİ ÇEÇEN: İsterseniz Hocam mevlid bahsine geçelim. Mevlid, Süleyman Çelebi’ye aittir malumunuz. Pek çok mevlid olmakla birlikte en çok bu meşhur olmuştur. Ve Sünneti Necat adıyla da bilinir. Hepimiz küçüklüğümüzde şurada burada duymuşuzdur. Eski dedelerimize, ninelerimize sorsak onlar da bize yine aynı bunu gösterecekler. Yanş herhangi bir kitapçıdan rahatlıkla ulaşabilirsiniz. Bedava, almayanı dövüyorlar diye bir şey var ya. Onun içerisinde şu bölümler bize Pavlus’un mektuplarını hatırlatıyor. “Hakkteala yarattı içun Ademi kıldı Ademle müzeyyen alemi. Pes Muhammed diye varlığa sebep sıdk ile ânın rızasını kıldı talep. Ben sana müştak olunca ey şerif senin olmazmı du alem ey latif.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bak diyor ki; “ben sana muştâk olunca” ben, sana aşığım diyor Allah haşa. Allah, yarattığı nebiye aşık oluyor haşa. Ben sana aşık olunca ey şerefli kişi, iki cihan senin olmaz mı, dünya da senin ahiret de senin yani. En baş tarafta “Hakkteale yarattı Adem için alemi”. Allah ademi yarattı. “Kıldı müzeyyen Adem ile alemi” Adem ile alemi süslü bir hale getirdi. “Pes Muhammed’tir varlığa sebep”. Artık bundan sonra bilin ki bu varlığın sebebi Muhammed’tir. Yeryüzü onun için yaratılmıştır. Hakikat-i Muhammediye’de biraz sonra göreceğiz, Allah ile Hakikat-Muhammediye arasında bir fark yoktur, bir paranın ön ve arka yüzleri gibidir diyor.
FEHMİ ÇEÇEN: Son iki paragrafında şöyle diyor. “Zatıma mir’ad edindim zatını. Bi ile yazdım adım ile adını”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Zatıma mirad nedir? Ayna. Sana bakan beni görmüş olur diyor haşa. Ne oluyor şimdi bakın? İsa’nın tanrılığı ile bir farkı var mı? Ama bunlar biliyorsunuz hep ibadet aşkıyla hâla anadoluda çeşitli yerlerde işte mesela Diyanet’in organizasyonlarıyla yurt içi yurt dışı bunlar okutulur. “Zatıma mirad edindim zatımı. Bi ile yazdım âdım ile âdını”. Senin adınla diyor benim adımı yanyana yazdım. Niye? Çünkü ne diyor şeyde? Biraz sonra Hakikat-ı Muhammediye gösterecek. Diyor ki; bu 1 lira değil mi? Bu 1 lira kaç varlıktır? Tek varlık değil mi? İşte diyor ki Hakikat-ı Muhammediye, bunu söyleyen de geçen hafta da göstermiştik Diyanet’in İslam Ansiklopedisi buna karşı çıkanları tenkit ediyorlar. Reddederek değil. Geçen hafta Abdurahman Okumuştu. Diyor ki; bu paranın ön ve arka yüzü gibidir diyor aradaki fark.
FEHMİ ÇEÇEN: Diyanet Ansiklopedisi, Hakikat-ı Muhammediye maddesi. Mehmet Demirci yazmış. 15.sayfa 179-181 arası. Tamamını değil bir kısmını aldık. “Hakikat-i Muhammediye, Hz.Peygamber’in manevi şahsiyetini ifade etmek için kullanılan tasavvuf terimi. H. Muhammediye, zatı mutlakın lâ tayun mertebesinden yani kendi zatındaki istiğrak halinden kendindeki özellikleri bilme mertebesine tenezzülüne ifade eder.
ABDULAZİZ BAYINDIR: La tağyun ne demek biliyormusunuz? Belirsizlik. Yani Allah Teala’nın ne olduğu belli değil. Belli hale geldiği zaman Muhammed oluyor. Tamam mı. La tağyundan tayune. Yani Allah belirsizken belirli hale geldiği an Muhammed oluyor. Gördünüz mü? İşte burada. Bizim Aracılık ve Şirk kitabında görürsünüz. “Ahad, Ahmeddür kim mim eder fark umim içre olur bütün cihan gark”. Allah, Ahmeddir ama Ahad ile Ahmed arasında arapça yazıda bir mim farku vardır Ahmed’in lehine. O mim içerisinde bütün cihan vardır diyor. Şimdi hangisi daha üstün oluyor? Ve buna karşı çıkanları tenkit ederler.
FEHMİ ÇEÇEN: Şöyle devam ediyor Hocam: “dolayısıyla la tağyun hakikat-i muhammediye, aynı hakikatin ön ve arka yüzleri olmaktadır”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu paranın ön ve arka yüzleri gibidir diyor Allah ile hakikat-i muhammediye.
FEHMİ ÇEÇEN: Şöyle devam ediyor Hocam: “Hz.Peygamber’in 63 senelik zamanla sınırlı cismani hayatından ayrı bir varlığı daha mevcuttur. Allah’tan başka hiç bir şey yokken ilk defa H. Muhammediye var olmuş, bütün yaratıklar bu hakikatte ve onun için halk edilmiştir.”
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bütün yaratıklar Muhammed’den ve Onun için.
FEHMİ ÇEÇEN: Alemin var olma sebebi ve…
ABDULAZİZ BAYINDIR: Aynı şey Ali’de de var. İstersen onu bir oku. O kitabı da bir göster. Ali figüründe de var. Biliyorsunuz İblis doğru yolda oturuyor her yerde aynı şeyi işliyor. Farketmez ki, önemli olan o roldür. Bir yerde Muhammed diyecek ki müslümsnları kandırsın, bir başka yerde Ali diyecek ki öbürlerini kandırsın, bir başka yerde İsa diyecek.
FATİH ORUM: Milli eğitim bakanlığı İstanbul 1995 baskısı 1.cild. Divanı Kebir’den Seçme Şiirler. Mevlana’nın. Ancak tarama yaptım da onu da belirtelim burada. Bir takım insanlar gerçekten buradaki vehameti anlamışlar, fıtratları gereği. Birbirlerine forum sitelerinde soruyorlar. Diyorlar ki. Aynen bu kitabın baskısını veriyorlar. Divanı Kebir’den Seçme Şiirler diye bir kitap var piyasada. Bu kitabın içerisinde de Naat-ı Ali diye bir şey var iki sayfa. Bunları gerçekten Mevlana mı yazmış buna bir cevap verebilen var mı? Eğer bunları Mevlana yazdıysa adam dinden çıkmış gibi bir takım fıtratını konuşturarak forum sitelerinde sorguluyorlar bunu. Ama tabi cevap yok bunlara. Sadece bunlar merak ediyor bunlar Mevlana’ya ait olabilir mi diye. Neyse biz, bu kitapta var olduğu için okuyalım. Naatı Ali diye geçiyor. Şöyle geçiyor: “O, açıklayıcı imam, O, tanrı velisi, safa ehlinin vücut güneşidir. Yerde, gökte, mekanda, zamanda hakla duran o imamın zâtı iç ve dış temizliğiyle vasıflanmak vaciptir. Çünkü küfürden ikiyüzlülükten kurtulmuştur, temizdir. Onun konağı birlik alemidir. Dünyevi ve beşeri sıfatlardan dışarıdır.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bak, “dünyevi ve beşeri sıfatlardan uzaktır”.
FATİH ORUM: “İnsanın hakikati ve canı gibiydi. Her şey fanidir fakat can yaşar, ölmez. Onun hareketi kendinden diri olan ezeli varlıktandır. Bekâ çevresinde döner dolaşır, yaratıkları yaratanın zâtı gibi O bâkidir”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Yaratıkları yaratanın zâtı gibi bâkidir” diyor.
FATİH ORUM: “Hakkın yüksek sıfatları Ali’nin vasfıdır. Ali’nin sıfatları zaten ayrı değildir. O tanrının zâtına yapışmış O olmuştur”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: “Tanrının zâtına yapışmış O olmuştur”. “O olmuştur”.
FATİH ORUM: Devam ediyorum ikinci parapraftan. “İptidasız evvel O idi, sonsuz da O olur”.
ABDULAZİZ BAYINDIR:”İptidasız evvel ne demek?”. Yani ezeli ve ebedi. Aynı şey. Zaten az önce de söyledim ya. Bu Ali için değil kendileri içindir. Gavsları da aynı şekilde vasıflandırırlar. Çünkü Allah’ın tüm isim ve sıfatları onlarda da vardır ama onlar için bu ayrıntıyı vermezler. Niye vermezler? Üçe ayırırlar biliyorsunuz. Havas, hasaul havas, avam. Avamlar anlamaz derler. Akıllarını kullanmıyorlar. Çoğusu bilmiyor bunları.
FEHMİ ÇEÇEN: Mesela şöyle bir şey var: Allah kuranda buyuruyor ki; “İsa Allah’tır diyenler kafir olmuşlardır”. Bunu bir kısım vahdeti vücutçu şöyle yorumluyor: bakın Allah, sadece İsa’ya Allah diyene kafir diyor, siz her şeye Allah diyorsunuz. Onlar da diyor ki; “onların kafir olma nedenleri sadece İsa Allah’tır dedikleri için. Herkese demeleri gerekirdi. Gerçeğin üzerini örttüler” diyor. Bu ayrıntıdan sizin haberiniz var mı? Yada hangimizin haberi var. Bilmiyorlar bu detayları.
FATİH ORUM: Bir iki şey daha var. “Peygamberlere yardım eden O idi. Velilerin gören gözü de hakikaten Odur”. Sonra şöyle devam ediyor; “Ademin toprağı Onun nurundan idi” diyerek Adem’den sonra Muhammed(as)’a kadar bütün peygamberlerin teker teker nurunun Ali olduğunu söylüyor. Hatta şöyle bir şey söylüyor; “gene Ali’nin vergisidir ki Meryem’e arkadaş oldu da İsa vücuda geldi”.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kocası oluyor tabi.
FATİH ORUM: Sonra, “dinde evvel ahir O idi. Allah ile içli dışlı O idi”. Sonra şöyle bir itiraz gelebileceğini tahmin etmeli ki şöyle diyor; “ey efendi, benimle boşuna kavga etme. Bu böyledir”. Ve işte böyle devam ediyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Kasidetül Burde diye meşhur bir kaside vardır. Bunu yazan kişi Cezayirli değil miydi? 695 hicri 1296 miladide doğmuş. Ölümü o zaman da doğumu belli değil. Diyor ki; “ya ekremel halkı” Resulullah için söylüyor. “Ey mahlukatın en değerlisi”. “Mâ li men eûzu bihi: benim neyim var/ben kime sığınırım” diyor. “Sivâke inde hulul hâdisil ameli: beni kuşatan bir olay meydana geldiği zaman senden başka kime sığınabilirim” haşa. “Fe inne min cûdike dunya ve darratahe: senin cömertliğindendir dünyanın kuması olan ahiret”. Zaten mevlüdte de geçti ya “ben sana aşık olursa iki cihan senin olmaz mı” diye. Bu da çok meşhurdur kasideyi burde dediğiniz zaman. “Ve min ulûmike ilmil levhi vel kalemi: o arştaki bilgiler senin bilgilerindendir” haşa. “Ve len yedika resulallâhi câhuke bi: benim sebebimle senin yerin daralmayacak”. Yani ben sana hiç bir sıkıntı vermem. Niye? “İnnel kerime tecella bismi muntakımi” yanlış oldu “izil kerimu” olması lazım. Elif fazla değil mi orada? Elif fazla yazılmış. İzen olduğu zaman olmaz. “İzil kerimu tecelle bismi muntekımi”. Yani Allah diyor intikam alma ismiyle ortaya çıktığı zaman ben senin yanında kurtulurum, ben sana fazla ağırlık yapmam. Yani Allah benden intikam alamaz haşa. Senin sayende. Peki şimdi bir noktaya kadar geldik. Şimdi sıra kimdeydi? Şiir bitti mi? Tamam. Bütün gelenekte insanları saptırmak isteyen, mutlaka bir tanrı oluşturuyor. En başta okunuştuk ya Araf suresinin 30.ayetini. Orada Allah diyor ki; “ferikan heda ve ferikan hakka aleyhimud dalaleh: insanların bir gurubunu Allah yola gelmişliğini onaylamıştır”. Yani bunlar yola geldi. Allah’ın izni olmadan hiç bir şey olmaz. “Ve ferikan: bir gurup da”,”hakka aleyhimud dalaleh” sapıklık onların aleyhine hak olmuştur” yani sapıklığı hak etmişlerdir. Neden? “İnnehumut tehâzuş şeyâtine evliya: çünkü onlar, şeytanlara evliya olarak sarılırlar”. Yani şeytanlar: Allah’ın doğru yolu üzerinde oturanlar. Burada dikkat ediyor musunuz hep C.Hakk’ın adı istismar ediliyor. Yeni bir tanrı oluşturuluyor. O tanrı Allah’ın yerine konuyor. Allah’tan insanlara daha yakın, Allah’tan daha merhametli ve Allah’tan daha güçlü. Onun için bizde mesela şefaat inancını biliyorsunuz. Bir hadis uydurulmuştur şeffati uzmâ diye sahih kaynaklarda geçer o. Mahşer yerinde herkes çok sıkışır, ne yapacaklarını şaşırırlar. Adem’e giderler, Adem Nuh’a gönderir. Nuh İbrahim(as)’a gönderir. İbrahim(as) Musa(as)’a. O, İsa(as)’a. En son Resulullah’a gelirler “aman bizi kurtar”. Haşa Allah merhametli değil de bunlar merhametli. Kimden kurtaracak? Allah’tan kurtaracak. Orada da Resulullah “tamam sizi kurtarırım” demiyor. Ümmeti diyor. Yalan söylemek zor bir şeydir. Mutlaka açıklar verirsiniz. Dünya kadar açık. Orada ümmetini kurtarıyor diye söylenir ve bu, kelam kitaplarında vardır malesef. Cemal bakmıştın. Bu kadar türkçe anlarsın heralde. İstersen sen arapça konuş, ben tercüme edeyim. Kelam kitaplarına bakmıştın. Şefaa el uzmâ. Enes Hoca sen mi bakmıştın. Bizim mezheplerde var da. Onu kabul etmeyen yok değil mi? Bilmediğim bir şey var mı diye. O konuda icma var. Resulullah, şeyde kurtarmış oluyor insanları ve bunun adına şefaatı uzmâ deniyor. En büyük şefaat deniyor, ahirette kurtaracak. Buna inanan bir kişi şefaati Allah’tan ister mi? Şefaat ya Resulallah. Ey Allah’ın resulü bizi kurtar.
FATİH ORUM: Peygamberimiz hata etmese hesapta hata olabilir.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Çok ilginçtir bunları konuştuğunuz zaman hemen son zamanlarda kuranla konuşmak zorunda kalıyorlar ya, illa kendi kafalarındaki uygun ayetleri delil alacaklar. Hemen “men zellezi yeşfeu indehu illâ bi iznih” ayeti. İşte “Allah’ın izni olmadan kim şefaat edecek” Allah’ın izni de vardır. Nerede var? Peki ondan bir önceki ayete niye bakmıyorsunuz? Bu Bakara 255. Bir de Bakara 254’e bakın. Allah orada diyor ki “yâ eyyuhellezine âmenû enfiku mim mâ rezaknâkum: müminler! Size rızık olarak verdiğimizden harcayın”,”min kabli en ye’tiye yevmun lâ bey’un fihi ve lâ hulletun ve lâ şefaa: bir gün gelmeden önce ki orada alım satım olmayacaktır”. Alım satım olacağını iddia eden var mı? Yok. “Ve lâ hullet: dostluk da olmayacak”. Çünkü ne diyor Abese suresinde? “Yevme yefurrulmer’u min ehıhı ve ummıhı ve ebihi ve sâhibetihi ve benihi”(34-35-36) o zaman kişi kardeşinden, annesinden, eşinden, oğullarından kaçacak. O da olmayacak diyor Allah. Dostluğun da bir faydası yok. “Ve lâ şefaatu: şefaat da olmayacak” o gün. Bak Allah olmayacak dedi mi? Yine C. Hakk İnfitar suresinin sonunda diyor ki; “yevme lâ temliku nefsun li nefsin şey’a: o hesap gününde hiç bir kimsenin hiç bir kimse lehine yapacağı herhangi bir şey yoktur” diyor. Şimdi C.Hakk böyle dediği halde ve Resulullah’ın da sahih hadislerinin hiç birinde mahşer yerinde şefaatten bahsedilmediği halde böyle bir hadis uydurulmuş. Uydurulduğu çok net bir şekilde ortada. Ona da şeffati uzma denmiş kurtarıcılık olmuş. Şimdi sonuçta asıl mesele ne biliyor musunuz? İnsanlar islama girmek istemiyorlar. İslam ne demek? Yanlız Allah’a kul olmak demektir. Teslimiyet. C. Hakka teslim olmak istemiyorlar. Şimdi C. Hakk ne diyor? “İnned dine indellâhil islam” en başta okuduğum ayet. Allah katında din islamdır. Yani Adem(as)’dan beri öyle. Yani Allah ne demişse o. Ona teslim olacaksın. “İnned dine indellâhil islam”. Peki ondan sonra? Diyor ki; “fe mahtelefellezine ûtul kitâb: kendisine kitap verilenler”. Müslümanlar da kendisine kitap verilenlerden değil mi? Bunlar “illâ mem ba’di mâ caehumul ilmu: bu bilgi onlara geldikten sonra ihtilafa düştüler”. Niye? “Bağyem beynehum: aralarındaki üstünlük kavgasından dolayı”. Baştan ne söyledik; aslında hiç kimsenin umurunda değil Muhammed(as)’ın ilahlaştırılması. Hiç kimsenin umurunda değil İsa(as)’ın ilahlaştırılması. Hiç kimsenin umurunda değil Ali(ra)’ın ilahlaştırılması. Ama onu ilahlaştırmazsanız (çünkü onlar saygı değer insanlardır) sizi kimse ilah olarak kabul etmez. Asıl mesele, kendileri bu dini kullanarak sömürü yapmak için bunu yapar. Allah’ı ikinci sıraya iter, kendilerini birinci sıraya sokar yada daha çok kuruluşlar birinci sıraya sokulur. Ve Allah’ın şeyi unutulur. Kuruluş oluşturulduğu zaman da müthiş bir piskolojik baskı meydana gelir. Bakın mesela kilise bir teşkilattır. Dini bir teşkilat. Artık tamamıyla İsa’nın bedeni olduğu söyleniyor. Şahsı manevi. Şimdi tarikatların her birisi de şahsı manevidir. Şia birer şahsı manevidir. Şu anda Türkiye’de oluşturulmuş olan Diyanet İşleri Başkanlığı da halkın zihninde birer şahsı maneviye dönüşmüştür. Onun için dikkat ederseniz bizim bu kadar açık ve net ayetleri söylememize rağmen ne yapıyorlar? Bizi dışlamaya çalışıyorlar. Çünkü oluşturulan din o zaman bozulmuş oluyor. Yani indirilen din değil de oluşturulan din ortadan kalkıyor. Ondan dolayı bizi susturmaya çalışıyorlar. Yani mesela 21 sene vaaz ettiğim Süleymaniye Camisi’nde şimdi namaz kıldırmam da yasaktır. Resmen yazı ile yasaklanmıştır. Çünkü namazdan sonra bir kaç kelime konuşuyordum sabah namazlarından sonra, o rahatsız etti milleti. Şimdi mesele böyle. Sorular var mı? İstersen nenim arkamda özel bir dosya var onu getir, onun ilk sayfasında o yazı vardır onu burada okuyayım. Benim koltuğumun arkasında.
KATILIMCI: Hocam Mekke’nin ilk zamanları ile Peygamberimiz’in ilk geldiği zamanlar. O zaman daha iyi gibi geliyor bana. Şu and daha kötü.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Şu anda daha kötü diyebilirsiniz ama bana göre çok daha iyi bir noktadayız. Ben şahsen işin iyi tarafından bakıyorum. Bakın burada böyle bir ders yapıyoruz. Bu çok büyük bir başarıdır. Ve bizi binlerce dinleyen insan var çok şükürler olsun. Artık siz burada bu kelimeyi kullanabiliyorsunuz. Eğer ben bu dersi bundan 10 sene önce yapsaydım ilk önce belki burayı siz terkederdiniz.
KATILIMCI: Ben 1 yıl oldu sizi takip edeli. Ben Antalya’dan geliyorum Hocam. Bir yıl oldu. Kuran derslerinin hepsini izledim aşağı yukarı. Çok rahatım şu anda.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Gördün mü 10 sene önce olsa kaçardınız. Dolayısıyla Türkiye’de çok iyi konumdayız Allah’a çok şükürler olsun. Ve çok çok umutluyum çünkü kuran o kadar güçlüdür ki siz kendiniz bunu yaşıyorsunuz. O kadar güçlüdür ki sizi inanılmaz şekilde güçlü hale getirir. C.Hakkın desteğini aldın mı gerisi çeker gider.
KATILIMCI: Çok üzüntüm var bir olay yaşadım. Onu mutlaka size anlatmam lazım Hocam. Bir ilahiyat fakültesi öğrencisine boşanmayı sordum, bana anlatır mısın nedir dedim boşanma? O çok uzun dedi. Şimdi nasıl anlatayım. Peki dedim kuranda bir talak suresi varmış dedim, o bahsediyormuş dedim. O süre uzun surelerden mi kısa surelerden mi dedi. Tamam dedi hiç bir şey söylemedim.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Bırak onu mezheplerin hiç birisinde yok.
KATILIMCI: Hocam bugün burada dinlediklerim içerisinde farkında olmadan 100 tane doğru içerisine 1 nitelikli yanlış yerleştirme tarihi süreç içerisinde hep var. Bir de o nitelikli yanlışı yakalama için çaba sarfetmiyoruz gibi geliyor bana. Bu konuda ne dersiniz?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Nedir o sizin nitelikli yanlış dediğiniz?
KATILIMCI: Diyelim insanlar gençliğinde bir guruba giriyor. Enerjisini orada harcıyor. Bir müddet sonra başka bir guruba giriyor. Bir müddet sonra derken yaşı geliyor bilmem nereye. Yani enerji boşa harcanmış oluyor. Hep kandırılma. Gittiği yerlere de “bak işte ne güzel şeyler yapıyor, şunları şunlar yapıyoruz” yani sistematik olarak yukarıdan aşağıya sıraladığınız zaman ben 100 tane dedim de siz 1000 tane dersiniz, 10 000 tane dersiniz önemli değil o rakamsal olarak. O yüz doğru içerisinde 1 tane nitelikli yanlışı yerleştiriyor, sizin bütün enerjinizi boşa çıkarmış oluyor.
ABDULAZİZ BAYINDIR: İşte biz de zaten onu anlatmaya çalışıyoruz yani burada. Teşekkür ederim sağolun.
KATILIMCI: Hocam bazen arkadaşlar arasında konuşuyoruz da. Peygamberimiz’in, Zeyd’in eşinden boşanıp evlenmesi olayı var gelen bir emirle. Bunu açıklayabilir misiniz?
ABDULAZİZ BAYINDIR: Onu kuranın kendisi bildiriyor. 33.suredeydi. Burada bakın Resulullah bu evliliği istemiyor. Başlangıçta şöyle ifade ediliyor; “ve mâ kâne li mu’minin ve mu’mineti izâ kadallâhu ve resulûhu emren en yekûne lehumul hıyeretu min emrihim: bir mümin erkek ve mümin kadın, Allah ve Resulü bir konuda emir verdiği zaman muayyer olma şansına sahip değildir. Allah ve Resulü’ne kim isyan ederse büyük bir sapıklıkla sapıtmış olur”(AHZAB 36) ki burada Resulullah da dahildir buna. “Ve iz tekûlu lillezi en’amte aleyhi: Allah’ın kendisine nimet verdiği senin de nimetlendirdiğin kişiye şöyle diyordun; Zeyd eşini boşamak istiyor”. Zeyd, Resulullah’ın evlatlığı. Evlatlığın çocuklarıyla evlenme de meşru kılınmış Nisa suresinin 23.ayetinde. Evlatlığın çocuğu. Çünkü kendi soyunuzdan olanların eşleriyle evlenemezsiniz. Evlatlığın eşiyle evlenme meşru kılınmış. Resulullah buradan hissediyor ki eğer Zeyd eşini boşarsa Allah bunu benimle gösterecek millete örnek olarak. Ondan dolayı aman boşama diye şey yapıyor. “Emsik aleyke zevceke” aman eşini tut, boşama diyor. “Vettekıllâhe: Allah’tan kork” diyor. Bunu söylüyor ama “ve tuhfi fi nefsike mallâhu mubdihi: ama senin için de Allah’ın ortaya çıkaracağı bir şeyi saklıyordun”. Yani az önce söylediğim gibi. Düşünüyorsun ki Allah evlatlığın eşiyle evlenmeyi meşru kıldı, bunu beni örnekliğim ile insanlara gösterecektir. Çünkü lafla olmuyor uygulama gerekiyor. “Mallahu mubdihi ve tahşen nâs: sen insanlardan korkuyorsun” evlatlığın eşiyle evlenirsem bu millet ne der. Evet yani Allah’ın emri ile olacak ama bu insanlar ne der, ben kime ne anlatırım. “Sen insanlardan korkuyorsun”. Tabi buraya da malesef bir sürü lüzumsuz hikayeler sokuştururlar. Ondan sonra “vallahu ehakku en tahşah: korkmayı en çok hakeden Allah’tır”. İnsanlardan korkma benden kork demiş oluyor. “Fe lemmâ kadâ Zeydun minha vetaran zevvecnâ
keha” Zeyd, onunla ilşkisini kaldırınca yani eşini boşayıp da ayrıldığı zaman onun eşini biz seninle evlendirdik sen değil. Allah’ın emri. Resulullah’ın isteğiyle değil. Resulullah bu evliliği asla istemiyoru. İşte ayet. Peki niye evlendirdiğini de söylüyor C.Hakk. “Likey lâ yekûne alel mu’minine haracun: bundan sonra müminlere bir sıkıntı olmasın”,”fi ezvâci ed’iyâihim izâ kadav min hunne veterâ: boşayıp da ilşkileri tamamen bittikten sonra evlatlıklarının eşleriyle evlenmeleri konusunda bir zorluk olmasın diye seni evlendirdik”(AHZAB 37) diyor. tamam mı? Yani Allah’ın emriyle evlenmiştir. Yoksa aşık maşık bir sürü saçma sapan şeyler orada ortaya koyarlar, böyle bir şey söz konusu değil.
Bu arada bir şey var. Süleymaniye Camii İmam Hatipiliğine. Tarih: 2006. Evet zaten 2002’lerde falandı vaazımıza son verilmişti. 28 Şubat döneminin son zamanlarındaydı. O da bir gurubun oyunuyla olmuştu. “Süleymaniye Camii İmam Hatipliğine. Görevli bulunduğunuz Süleymaniye Camii’nde sabah namazından sonra”. Sabah namazlarında imamların meşguliyeti çok olduğundan eskiden gelemezlerdi. Bazen müezzinlerden de gelme olmazdı. En meşgul oldukları saat ben giderdim. “Sabah namazından sonra Abdulaziz Bayındır’ın sohbet ettiği”. İşte namaz kılıyordum, namazda okuduğum ayetlerden bir iki tanesini orada meallendiriyordum. “Yapılan sohbetlerle ilgili sürekli müftülüğmüze şikayetler gelmektedir”. Aslında bu Eminönü Müftülüğü’nden ama Eminönü Müftülüğü ile değil. Ç ünkü o zaman Dolmabahçe’de bir toplantı olmuştu. Ankara erkânı oradaydı. Ankara erkânı oradayken, yoksa Eminönü müftüsü buna cesaret edemez. Ona emredildi ve böyle bir yazı yazdırıldı. “Yapılan sohbetlerle ilgili sürekli müftülüğümüze şikayetler gelmektedir. Bundan böyle adı geçene vaaz yaptırılmaması hususunda gereğini önemle rica ederim”. Bu emir geldikten sonra artık Süleymaniye’nin imamları da namaza gelmek zorunda kaldılar.
FATİH ORUM: Hocam sorular cevaplandı. Bir soruyu belki şey yapmak gerekir. Diyor ki; siz daha öncelerde Peygamber Efendimiz kelimesinin kullanılmasını hoş görmediğinizi söylemiştiniz ama dikkat ettim hem siz hem de arkadaşlar efendimiz kelimesini kullanıyorlar. Bu konuda bir fikir değişikliği nasıl oldu.
ABDULAZİZ BAYINDIR: Alışkanlıkları ortada kaldırmak ne kadar zor. Resulullah(sav) demek için kendimi sürekli şey yapıyorum. Demek ki ağızımda gene kaçmış ben farkında değilim. Bir gün Süleymaniye Camii’nden çıktım. Orada ön taraftaki kabirler var ya, baktım ki ellerimi açmışım orada bir şey okuyorum. Farkına varmadan. Çocukluktan beri alışmışsınız ya şey yapamıyorsunuz. Sonra kendime şöyle bir baktım ya dedim şurada bir tane turist olsa bana ne diyecek? Bu adam bu kadar kabirdekilerden ne istiyor acaba diyecek. Ellerimi uzatmışım ya. Ne istiyor acaba bu kabirdekilerden demeyecek mi? Hemen ellerimi aşağıya indirdim. Hakikaten terk edilemiyor. Farkına varamıyorsunuz bazen yaptığınız şeylerin. Bunu da yapmış olabiliriz yani. Ama kasıtlı değildir. Tamam mı? Ayetle bitirelim bu sohbeti. Ali İmran suresinin o başladığımız ayeti var. Bakın burada şöyle diyor Allah; “inned dine indallâhil islâm” Allah katında din islamdır, O’na teslim olmadır. “Ve mahtalefellezine utul kitâbe illâ min ba’di mâ câehumul ilmu bagyen beynehum” kendilerine kitap verilenler aralarındaki o hakimiyet yarışı yani bağyen: öbürüne hakim olmak için ihtilaf ettiler. “Ve men yekfur bi âyâtillâhi” kim Allah’ın ayetlerine kendini kapatırsa. Bir çok kimseyi siz mutlaka hayatınızda görüyorsunuzdur ayet okursunuz, bana ayet okuma der. Kim Allah’ın ayetlerine kendini kapatırsa “fe innallâhe seriul hisâb”(ÂLİ İMRAN 19) Allah hesabı çok çabuk görür diyor. Yani Allah’ın ayetlerine kendini kapatanlar kendilerini kârlı zannetmesinler. Biz burada herkesin Allah’ın ayetlerine gelmesini istiyoruz. Ve şundan da en küçük endişemiz yok yani canları isterse gelsinler, hiç umurumuzda değil. Niye? Şu ayeti de okuyacağım. Diyor ki Allah; “fe in hâccuk: sana delil getirmeye kalkarlarsa” ki hep öyle yapıyorlar. Falan efendi şöyle dedi, falan kitapta bu var. Allah’ın kitabı dışında bir sürü kitaplar ortaya konuyor. Yani Allah’ın kitabına aykırı cümleleri kastediyorum. Sana karşı delil getirmeye kalkarlarsa “fe kul: şöyle söyle”,”eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean: Ben yüzümü, bana uyanlarla birlikte Allah’a teslim ettim”. Yani ben yüzümü Allah’a döndürdüm. Ben O’na teslim oldum, bana uyanlar hep beraber Allah’a teslim olduk. Ondan sonra diyor ki; “ve kul lillezine utul kitab: kendisine kitap verilmiş olanlara söyle”. Yani ben kurana inanıyorum, ben tevrata inanıyorum, ben incile inanıyorum diyenlere şöyle söyle. “Vel ummiyyine: ve ümmilere” yani kitaptan haberi olmayanlara söyle diyor. “E eslemtum: siz Allah’a teslim oldunuz mu?”. “Fe in eslemu: teslim olurlarsa”,”fe kadihtedev: yola gelirler”,”ve in tevellev: ama yüz çevirirlerse” bana ayet okuma, falan efendi, filan efendi derlerse ki derler önemli değil “fe innemâ aleykel belağ: sana düşen sadece tebliğdir”. Şimdi biz de burada bunu yapmaya çalıştık bugün. Tebliğ ne demek? Meseleyi çok iyi anlamalarını sağlamaktır. Mesele doğru anlaşılsın diye bu kadar arkadaşlarımız uğraştı. “Vallahu basiruö bil ibâd: Allah kullarını görür”(ÂLİ İMRAN 20). Allah, kendisine tam teslim olanlardan olmamızı nasib eylesin. Allah razı olsun. Teşekkür ediyorum hepinize.