Nesih, Kıblenin Değişmesi Örneği

23 Haziran 2012 tarihinde yayınlandı. görüntülenme Mukayeseli Fıkıh Müzakereleri

Abdülaziz Bayındır:

            Biliyorsunuz bizim en temel problemimiz Kuran’ı Kerim’i ulemamızın açıklamaya kalkışmasıdır. Allahütealâ bu yetkiyi Peygamberine dahi vermemiş. Tekrarlamak zorundayız çünkü yerleşinceye kadar tekrarlamak lazım. Hud Suresi’nin ilk ayetlerinde Allahütealâ: “Elif Lam Ra. Bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmış sonra Hakim ve Habir tarafından açıklanmıştır.” Yani Allah kendisi açıklıyor. Neden? “Allahtan başka hiç kimseye kulluk etmeyesiniz diye.” Demek ki Allah’ın ayetini bir başkası açıklarsa insanlar o açıklamayı Allah’ın açıklaması sayar. O kişinin emrini yerine getirir Allah’ın emrini yerine getirdiğini düşünürler. Allahtan başkasına kul olmuş olurlar. Bu sebepten dolayı Allah Peygamberine dahi Kuranı açıklama yetkisi vermemiş. Ben kendim açıklarım diyor. Peki, Muhammed’in (sav) görevi nedir? “Ben de sizin için ondan uyarır ve müjde veririm.” (Hud 11/1-2) Uyarıyı da Kuran’dan yaparım. Müjdeyi de Kuran’dan yaparım.

Ama Kuran’dan dediğimiz şey bir ayetlerdir. İşte şurada şu ayetler var gibi. Bir de onun açıklamalıdır. Açıklayanla açıklananı yan yana getirdiğiniz zaman ortaya bir açıklama çıkar. İşte o açıklama Peygamberimizin söz ve uygulamalarıdır. O açıklama aslında Allahütealâ’nın açıklamasıdır. Açıklayanla açıklananı bir araya getirmediğiniz zaman siz onu Kuran’ı Kerim’de hiçbir şekilde göremezsiniz. Göremediğinizden dolayı ona bir türlü anlam veremezsiniz. Acaba bu nedir? Allah’ın elçisinin aldığı ayrı bir vahiy midir değil midir? Bu sebeple İslam ulemasının kafası bu metodu bıraktığından beri hiç durulmamıştır. Peygamberimizin sözlerine bir türlü yer veremiyorlar. Bir türlü anlam veremiyorlar.  Allah tarafından yapılan ikinci bir vahiydir diyorlar. Vahiy gayri metluvdur diyorlar. O zaman Kuran’la sünnet nasıl çelişir? Çelişki ortaya çıkıyor. Çelişki ortaya çıktığı zaman Allah Kuran’da bir şey vahyedecek peygambere onun zıddı bir şey vahyedecek. Bu çelişkide bazısı Kuran’ı tercih ediyor. Bazısı sünneti tercih ediyor. Bazısı ikisini de bırakıyor başka bir yola giriyor. Dolayısıyla çok ciddi bir sıkıntı var.

O sıkıntılı konuların içerisinde kıble konusu var. Bugün kıble konusu üzerinde duracağız ve inşallah şunu göstereceğiz biz o metodu uygulayarak Peygamberin söylediği her sözün yaptığı her uygulamanın mutlaka ama mutlaka Kuranı Kerim’e dayandığını göstereceğiz. Peygamberimiz bazen yanlış çıkarımlar yapmış yani şu ayet şu ayeti açıklar derken bir hata yapmış olabilir. Tıpkı bir hanım yemek pişirirken dikkat etmemiş yemeğin altını da yakmış olabilir. Ya da tuzunu fazla kaçırmış olabiliyor. O durumlarda uyarılıyor. Bütün bunların anlamları da oturmuş oluyor.

Şimdi üzerinde bulunduğumuz konu itibariyle bir başka ayet okuyalım. Maide Suresi ki son inen surelerdendir. Bu surenin 49. Ayetinde Cenabıhak diyor ki: “Onların aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet.” (Maide 5/49) Allah’ın indirdiği kelimesini vahiy gayri metluva da teşmil etmek onu da o kapsama sokmak mümkün diyebilir insanlar. Ondan bir önceki ayette Allah’ın ne indirdiği belli. “Sana bu kitabı gerçekleri içerir bir şekilde indirdik.” (Maide 5/48) Dolayısıyla Allah’ın indirdiğine göre hüküm ver dendiği zaman Kuranı Kerim’e göre hüküm vermesi gerektiği ortaya çıkıyor. Yani Kuranla sünnet arasında asla bir kopukluk yok. Sünnet Peygamberimizin Kuran’dan verdiği hükümlerdir başka bir şey değildir.

Şimdi Kuranı Kerim’den hüküm verince, konumuz kıble. Peygamberimiz (sav) Mekke’de tebliğe başlıyor. Biliyorsunuz namaz Âdem’de (as) itibaren bütün peygamberlerin üzerinde durduğu bir ibadet. Aynı namazı bütün peygamberler kılmış. Aynı vakitlerde kılmışlar. Aynı içerikle olmuş. Beyyine Suresi’nde Allahütealâ peygamberleri anlatırken: “Kendilerine verilen emir samimi olarak, dini Allah’a has kılarak kulluk etmeleridir. Namazı tam olarak kılmaları ve zekâtı vermeleridir.” (Beyyine 98/5) Namazı tam kılmaları ve zekâtı vermeleri dediğin zaman tüm peygamberler için geçerli olan bir husus söz konusudur.

Biliyorsunuz İbrahim (as) Kâbe’yi yaptırdığı zaman, sıfırdan değil de temellerini yükseltiyor. Temellerini yükselttiği zaman da dua ediyor. Yarabbi soyumdan gelenleri bitkisiz bir vadiye yerleştirdim. Senin muharrem beytinin yanında. Yarabbi bu namazı kılsınlar diye.” (İbrahim 14/37)  “Yarabbi beni bu namazı kılanlardan eyle soyumdan gelenleri de öyle yap.” (İbrahim 14/40)   Tamam namaz kılınıyorsa bir kıble var. O kıble de Kâbe-i Şerif. Başlangıçta öyle. Ama sonra daha sonra ayetlerini de okuyacağız Kıble Kâbe olmaktan çıkmış. Allahütealâ Kudüs’e çevirmiş kıbleyi. Niçin çevirdiğini de ayetlerden göreceğiz. Peki, Peygamberimiz (sav) Peygamber olduğu zaman kıble ne tarafaydı? Kıble Kudüs’teydi.

Mekke’de inen ve toptan indiği rivayet edilen En’am Suresi’nde Allahütealâ peygamberimize bir emir veriyor. 90. Ayet. Burada 18 tane Peygamber’in adını sayıyor. Bunların babaları kardeşleri. Yani soylarından gelenler. Onları seçtik yolumuza yönlendirdik diyor. Bunlara kitap hikmet ve nebilik verdik dedikten sonra şöyle diyor: “Allah’ın doğru yola yönlendirdiği kişilerdir onlar. Sen de onların yoluna uy.” (En’am 5/90) Peygamberimize Mekke’de verilen emir. Bakın tüm peygamberlerde namaz var. İbrahim (as) dua ediyor yarabbi bunlar namaz kılsın diye. Mekkeliler İbrahim’in (as) soyundan gelen insanlar. Allah da duasını kabul ettiği için Mekke’de beş vakit namazını kılan insanların olmaması mümkün değil. Ama maalesef bizim tarih çalışmalarımız Kuran ışığında yapılmamış. Zaten çalışmaları yakından takip edenler bilir ki fıkıh da Kuran ışığında değil. Tefsir bile maalesef Kuranın kendi bütünlüğü içinde değil. Öyle olunca her şey birbirine karışmış. Mekke’de beş vakit namazını kılanlar mutlaka olmalı namaz mutlaka biliniyor olmalıdır. Orada Peygamberimize verilen emir bunlar Allah’ın doğruya yönlendirdiği peygamberlerdir ki içlerinde Musa (as) da var. İsa (as) da var. Sen onların yoluna uy. Onların yoluna uy emrini almışsınız. Mekke de o zaman dünyanın en önemli ticaret merkezi. Merkezlerinden biri değil. Merkezi. Dünyanın kuruluşundan beri öyle. Orası ümmül kura. Dünyanın başkenti diyebileceğimiz bir yer. Hem kara yolu hem deniz yolu ulaşımı açısından… Orada tarihin en büyük fuarları kuruluyor. Harici isyanına kadar da kurulmaya devam etmiş. Ondan sonra da unutulmuş. Öyle olunca da Mekke’de çok hareketli bir hayat var. Hem dini hayat çok hareketli hem sosyal hayat çok hareketli. Ekonomik hayat da çok hareketli. Öyle bir yer olacak da Yahudiler oraya gelmeyecek mümkün mü? Zaten biliyorsunuz gelmiş Medine’ye yerleşmişler. Öyle bir hayat olacak da Hıristiyanlar oraya gelmeyecek. Bunların hepsine Kuran’da işaret eden ayetler var.

Dolayısıyla Peygamber (sav) bunların hangi kıbleye yöneldiğini onlardan çok net bir şekilde öğrenmiş olması gerekiyor.  Onların yoluna uy diye emir geldiğine göre Peygamberimiz Mekke’de namaz kılarken sonra Medine’de namaz kılarken oraya yöneliyor. Yöneliyor ama Kuran’ı Kerim’de Kâbe’nin önemi anlatılıyor. Ali İmran Suresi’nin 96-97. ayetlerinde Kâbe-i Şerif’i anlatıyor. İbrahim’in (as) gelip Kâbe’nin duvarlarını yükseltmiş olması. “Ayrıca insanların içerisinde haccı ilan et. Sana yürüyerek ve yorgun binekler üzerinde geleceklerdir. Bütün derin vadilerden aşarak geleceklerdir.” (Hacc 22/27) Yani dünyanın her yerinden geleceklerdir. Burada bütün mesele Kâbe yapıldı diye ilan edilmiş olmasıdır. Kâbe’yi zaten herkes biliyor. Tevrat’ta da Bekke diye yazılı. “İnsanlar için yapılan ilk bina Bekke’de olandır.” (Ali İmran 3/96) Zaten bu Bekke kelimesi Tevrat’ta de geçiyor. İrtibat kuruluyor. Bereketli, tüm âlemler için hedef. Yani keşke oraya gitsem diye düşündüğü… Bakın tüm Müslümanların hedefinde bir hacca umreye gitmek vardır değil mi? Hedefinize sırtınızı mı çevirirsiniz yüzünüzü mü? Yüz. Kıble de bir tarafa yüzü çevirmek demektir. Kıble odur. Mukabele kelimesi kullanılır yüz yüze manasında. Kıble yüzünüzü çevirdiğiniz yerdir. Tüm âlemler için Allah orayı Kıble yapmış, ilk günden itibaren. Onun için İbrahim (as) Kâbe’nin duvarlarını yükselttiği zaman bir de yarabbi ibadet yapacağımızı yerleri göster diyor. Zaten vardı ama unutulmuş Nuh tufanından sonra. Gösteriyor. Tarife gerek yok herkes biliyor zaten. Oraya gelecekler. Çünkü yeryüzünün ilk mabedi…

Peygamberimiz tabii Yahudilerin ibadet yaparken döndüğü kıbleye yöneliyor. Niye Yahudilerin diyoruz? İsa (as) yeni bir şeriat getirmiş değildir. İsa (as) İncil ona verilmiştir ama Tevrat’ı uygulamak şartıyla verilmiştir. Yani Tevrat’ta geçen hükümlerin hepsinden İsa da sorumludur. Bir tek bazı yiyecek maddeleri helal kılınmıştır o kadar. Başka bir değişiklik yok. Öyle olunca Tevrat’ta geçerli hükümler yürürlükte olduğuna göre Peygamberimiz hem Mekke’de hem Medine’de Kudüs’e yönelerek namaz kılıyor. Bunu böyle yapmak zorundadır.

Şimdi birinci büyük yanlış Peygamberimiz kendi arzusuyla… Deniliyor ki peygamberimiz Medine’ye vardı. İşte Yahudilere bir jest olsun diye Kudüs’e döndü. Böyle bir şey Peygambere yapılabilecek en büyük iftiradır. O zaman o Allah’ın resulü olmuyor kendi başına din kuran bir insan haline gelmiş oluyor. İşte İslam olmuyor da Muhammedilik oluyor. Zaten batılılar öyle derler Muhammedilik derler İslam demezler.  Muhammed (as) Allahütealâ’nın resulüdür. Asla Cenabıhakk’ın emrettiğinin dışına çıkamaz. Hele bir çıkacak olsa: “Sana bu dünyanın cezasının iki kat cezasını verirdik” (İsra 17/75) Yok jest olsun diye Kudüs’e dönmüş böyle bir iddia var değil mi?

Fatih Orum:

Süleyman Ateş’ten bir alıntı yapmış. Yüce Kuran’ın Çağdaş Tefsiri, 1. Cilt 250. Sayfada şöyle söylemiş: “Allah resulü Mekke’deyken Kâbe’ye doğru yönelip namaz kılardı. Medine’ye gelince Kudüs’teki Sahra’ya dönerek namaz kılmaya başladır. 16 ya da 17 ay böyle namaz kıldı. Bundan maksadı Yahudileri İslam’a ısındırmak, onların İslam’a yönelmelerini sağlamak aslında Allah’tan gelen bütün dinlerin özde bir olduğunu anlatmaktır. Fakat gönlü Kâbe’nin kıble olmasını istiyordu. Bundan dolayı da önce her üç dinin temellerini koymuş olan Hz. İbrahim’in yaptığı Kâbe’ye yönelerek ibadet eden Allah’ın resulü yine oraya dönmek için Allah’ın buyruğunu bekliyordu. Nihayet Bedir gazasından iki ay önce bu emir geldi.”

Abdülaziz Bayındır:

Bu öyle bir şey ki deveye demişler ki sırtın niye eğri deve demiş ki nerem doğru ki! Şimdi bu kadar yanlışların bir araya geldiği bir cümle kurmak her babayiğidin harcı değil! İnsan bir iki tane hata yapar ama herhalde bunun apayrı bir şeyi lazım. “Üç tane İbrahimi din…” Ne demek İbrahimi din? Sen Kuran Tefsiri yapan bir insansın. Hem de tefsirde bunu yazıyorsun. Allahüteala: “İbrahim Yahudi de değildi Hristiyan da değildi” (Ali İmran 3/67) diyor. Senin üç din dediğin birisi Yahudilik birisi de Hristiyanlık değil mi? Allah değildi diyor. Onlar nasıl İbrahimi din oluyor ki? İki, efendim “onların kalbini ısındırmak için”. Hangi kalbi ısındırıyorsun. Onlar zaten Muhammed’e (sav) uymakla görevli insanlardı. Farzdı onlara. Onlar Mekkeli Medineli müşrikler gibi değildi. Onların kitapları Muhammed’e uymayı emrediyordu. Sonra Peygamberimizin birisine taviz verme yetkisi mi var? Gerçekten metod meselesi son derece önemli. Süleyman Ateş gerçekten değerli bir ilim adamıdır. Hakikaten Kuran Meali verirken kılı kırk yarmıştır. Kendisini o konuda takdir etmemek mümkün değil ama metot son derece önemli. O metodu uygulamadığını zaman ne yapacağınız bilemiyorsunuz. Kendi kafanızdakini Kuran’a söyletiyorsunuz bu olmaz.

Görüyorsunuz baştan beri her söylediğimiz cümleyi bir ayeti kerimeyle teyit ederek biz sadece ne yapmış oluyoruz? Bir teşrifatçılık gibi bir şey yapmış oluyoruz. Siz geliyorsunuz bakın burada şu kitap var bu kitap var diyorsunuz o kadar. Çünkü onları oraya biz koymuş değiliz. Burada da şu var o var o kadar başka bir şey yok.

Muhammed (sav) Mekke’de Kâbe’ye dönüp kılıyordu, böyle bir şey mümkün değil. Olamaz çünkü Allah emretmiş. “Onların yoluna yönel” demiş. Sonra bunu hangi kaynaktan yararlanmış Süleyman Ateş? Bir bakın ona. Kaynak vermemiş mi? Kaynak vermeden bu nasıl söylenir? Kaynak da verse Kuranı Kerim’in yerini hiç bir şey tutmaz da…

Şimdi kendinizi Peygamberimizin yerine koyun. Çünkü o da vahiy gelmediği zamanlar bizim gibi bir insandı. Onun için kendinizi onun yerine koyun. Çocukluğunuzdan beri Kâbe’nin önemini biliyorsunuz çünkü gözünüzün önünde. Ondan sonra size inen kitapta Mekke’de Kâbe’nin önemini anlatan ayetler var. Ayetler iniyor. Mekkeliler kendilerinin İbrahim’in (as) soyundan olduklarına inanıyorlar. Kuranı Kerim de bunu tasdik ediyor. “Babanız İbrahim’in dinine uyun” (Hacc 33/78) diyor. Peygamberimiz de bakıyor ki bu doğru. Orada bakıyor İbrahim Suresi’nde İbrahim’in (as) neler yaptığını görüyor. Yani Kâbe’nin önemli Kuranı Kerim’de inen ayetlerle tasdik ediliyor. Tüm insanlar için de bir hedef konuyor. O zaman demek ki Kâbe kıble. İlk yapılan bina. Kuranı Kerim’in hiçbir ayetinde Kudüs’ü metheden ifadeler yok. Geçen haftaki derste biliyorsunuz sadece siyasi bir maksatla Mescid-i Aksa diye bir bina yapılmış. İsra Suresi’ndeki el Mescid-ül Aksa’nın orası olduğu iddia edilmiş. Orayla ilgili hadisler falan uydurulmuş. Onları geçen hafta anlattık.

Şimdi siz kendiniz olsanız, Cenabıhakk’ın önemine bu kadar dikkat çektiği bir bina var. Hiç kendisinden bahsedilmeyen, duyuyorsunuz ki Süleyman (as) tarafından yapılmış bir mabet var. Elbette ki istersiniz ki Kâbe’ye dönülsün.

Şimdi esas konuya geçelim. Bakara Suresi’nin 142. Ayeti.  Peygamberimize Cenabıhak şöyle hitap ediyor: “Şu insanlardan kendi değerlerini düşürenler var ya. ” Aslında Peygamberle beraber çok yüksek seviyelere çıkacaklardı. Bu peygamber gelene kadar doğru bir din üzere olan insanlardı. Diyecekler ki bunlar “Bulundukları kıbleden onları ne çevirdi?” (Bakara 2/142) Ne vardı da şimdi bıraktılar da başka tarafa geçtiler? Demek ki bulundukları bir Kıble var. O kıble Tevrat’ta Süleyman Mabedi’nin, Sahranın, Taşın, bulunduğu yer. Kubbetus Sahra var ya altıgen şeklinde yapılmış bir bina var. Onun altındaki taş. Bu biliniyor zaten. Senin bulunduğun kıble. El-kıble “kıbletihimulletî kânû aleyhâ” dendiği zaman Müslümanlar… Bu kane fiili nakıs fiildir yani diğer fiiller gibi hudus bildirmez Arapça açısından söylüyorum. Yani yeni bir oluşumdan bahsetmez. Öteden beri olandan bahseder. Mesela Allah her şeyi bildi demezsin bilir dersin. Bunun bir başlangıcı yok. Dolayısıyla kanu aleyha dediği zaman zaten şimdiye kadar döndükleri bir kıble vardı. Mekke’de de Medine’de de bu onu gösteriyor.  Zaten olageldikleri bir kıble var. Eğer yeni bir şey olsaydı itteceu aleyha denebilirdi. Medine’ye gelince döndükleri kıble denebilirdi. Niye eskisinden vazgeçtiler denebilirdi. Ayet öyle değil kanu aleyha yani baştan beri bu tarafa dönüyorlardı. Hangi şey bunları kıblelerini çevirdi diyecekler. Demek ki bir şey gelecek bunlar kıblelerini değiştirecekler. Allah onu haber veriyor. “De ki Doğu da Allah’ın Batı’da Allah’ın. Emrettiği kişiyi doğru yola yönlendirir.” (Bakara 2/142) Yani sen şöyle yap der o da yapar. Yönlendiği şey doğru yoldur.

“İşte böyle sizi orta ümmet yaptık.” (Bakara 2/143) Vasat, merkez. Merkezdeki ümmetsiniz dünyada yani. Müslümanlar olarak merkezdeyiz. Peki, merkezdeysek merkezdeki bina da Kâbe… Niye? Çünkü ilk bina ve o binanın bulunduğu şehre tüm şehirlerin anasıdır diyor. Bugün de hesaplar yapıyorlar kara parçalarının tam orta noktasına geliyor. Merkezdeki ümmetse bu da bunu hatırlatıyor.

Neden merkezdeki ümmetsiniz? “…insanlar üzerinde şahitler olasınız diye” Hem insanları göresiniz insanlar ne yapıyor. Çünkü ahirette Cenabıhak bizi birbirimize şahit olarak getirecek. Bir de şüheda şehidin çoğulu şahit de olur meşhut da olur. İnsanlara örnek olasınız. Merkezdesiniz, herkesin gözü sizin üzerinizde olsun. Bunlar ne yapıyorlar diye. “Resul de sizin meşhudunuz olsun.” Sizin örneğiniz olsun. Siz resulden örnek alın. İnsanlar da sizden örnek alsınlar. Senin şu ana kadar döndüğün kıble eskiden beri kıble değildi diyor Allahüteala. Yani Kudüs eskiden beri Kıble değildi. Bunu sadece bir imtihan için yaptık. “Kim bu resule uyacak kim de yüz çevirecek onu bilelim diye.” (Bakara 2/143)

En başta metodoloji dedik ya. Müteşabih ayet kavramı vardır biliyorsunuz. Gelenekte müteşebih ayet manası anlaşılamayan ayete derler. Bu kelime Kuran’ı Kerim’i katletmek gibi çok ağır bir suçtur. Bu kelimeye Kuran katledilmiştir. Ama açın usül kitaplarını, o marifetlerini ballandır ballandıra anlatırlar. Anlaşılmaz, manasını Allah’tan başkasının bilmediği ayeti haşa bilgiçlik taslamak için mi indirdi? Hem de o kitaba açık bir kitap desin. Olacak şey mi? Sonra müteşabih kelimesi ne zaman anlaşılmaz manasına geldi ki şimdiye kadar? Arap dilinde birbirine benzeyen iki şeye müteşabih denir. Benzetme ne için yapılır? Birisini daha iyi tanımlamak için yapılır değil mi? Örnek vermek için yapılır benzetme. Müteşabih ayet birbirine benzeyen iki ayettir. Bu ayete bakasın sonra öbür ayete bakasın ki olayı kavrayabilesin. Sen şimdi anlaşılmaz ayet dediğin zaman Kuranı katlettin gitti.

Müteşabih kavramı öldürüldüğü için bu ayete anlam verilemiyor. Bakın burada arkadaşlar hiç Arapça bilmeseniz bile sesten anlarsınız. Bir önceki ayette “kıbletihimulletî kânû aleyhâ” bir sonraki ayette “kıbletelletî kunte aleyhâ”. Hiç Arapça bilmeseniz de aynı sesi veriyor mu? Küçücük bir değişiklik var ama aynı sesi veriyor. Arapça bilen için zaten aynı şeydir. O zaman bu iki ayet birbirinin benzeri, aynı şeyi anlatıyor. Biri olayın bir tarafını anlatıyor biri bir başka tarafını anlatıyor. Ama böyle olmadığı için nasıl anlam veriyorlar bu ikinci ayete? Parantez içinde Kâbe anlamı veriliyor. Olacak şey değil yani. Bakın bir metot neleri değiştiriyor görüyor musunuz? İşte oradan ip bir kopuyor artık bir daha da tutturamıyorsunuz. Diyanet’in mealinde de Kâbe demişler. Hâlbuki o benzer ayetler birbirini açıklar metodunu uygulasalar ki Kuran’ın koyduğu metottur. Çünkü ben bir yerde bir şey söylediğim zaman öbür yerde açıklarım diyor Cenabıhak. Sana ne sen niye kendi kafana göre açıklıyorsun kardeşim? Allah’ın açıklamasını takip etsene. Allah sana böyle bir yetki vermemiş ve bunu hiç affetmeyeceği şirk günahı saymış. Ayete kendi kafasına göre mana vermeyi asla affetmeyeceği şirk günahı saymış. Ne demek o? Başkasına kulluk etmeyesiniz diye diyor Hud Suresi’nde. Başkasına kulluk etmek hiç affetmediği bir günah değil mi? Sen bu günahı nasıl işlersin, hem tefsir etme hem meal verme adına.

“Sefih insanlar şöyle diyecekler: onları bulundukları kıbleden ne çevirdi? De ki doğu da Allah’ın Batı da Allah’ın. Allah emrettiği kişiyi doğru bir yola yönlendirir.” (Bakara 2/142) Yani Allah’ın emriyle ben buraya yöneldim diyeceksin diyor. “İşte böyle sizi merkezde bir ümmet kıldık. İnsanlara örnek olasınız, resul de size örnek olsun” Peki öyle de niye yarabbi bizi bu kıbleye çevirdin derseniz, onlar öyle diyecek ki ona cevap olsun diye. O diyecek olanlar Yahudiler. “Bu resule kim uyuyor kim gerisin geriye dönüyor onu bilelim diye.” (Bakara 2/143)

Daha önce biz burada İsa (as) gelecek mi gelmeyecek mi diye bir ders yapmıştık. Yahudilere ve Hıristiyanlara Cenabıhakk’ın yüklediği bir görevden bahsetmiştik. Araf 157’de. “Bu yanlarında yazılı olan Tevrat’ta ve İncil’de adını bulacakları ümmi resul ve nebiye uyanlar ki onlara iyiliği emredip kötülüğü yasaklıyor. Temiz şeyleri helal pis şeyleri haram kılıyor. Onlardaki ısrı kaldırıyor.” Isrın anlamı gelecek peygambere inanma görevidir. Çok ağır bir yük. Onu kaldırıyor. Artık yeni bir peygamber gelecek beklentisi yok. İsa, mesih, mehdi beklentisi yok. Bunlar hikâye. Allah onu kaldırıyor. “ve onların kelepçelerini de kaldırıyor. Kim ona inanır, ona değer verir, onu destekler, onla beraber inen nura uyar, işte onlar umduklarına kavuşmuş olanlardır.” (Araf 7/157)  O nur ne? Kuranı Kerim değil mi?

Şimdi düşünün Medine’desiniz.  Peygamber beklentisi içerisindesiniz ki Bakara Suresi’nde bu konuda ayetler var daha önce okumuştuk. Yahudiler bekliyorlar. “İyice tanıdıkları o peygamber geldi onu tanımazlıktan geldiler.” (Bakara 2/89) Şimdi ne zaman tanımazlıktan geldiler? Peygamberimiz geldi. Mescidinde namaz kılıyor. Kıblesi Kudüs’e. Yahudiler de beş vakit namaz kılıyorlar. Onlara da beş vakit namaz farz… Onlar da Kudüs’e doğru dönüyorlar. Bu namazı pekâlâ gelip Peygamberimizin mescidinde kılabilirler. Hiç problem yok. Yön aynı yön… Muhammed’in (as) Allah’ın Peygamberi olduğu konusunda hiç birisinin şüphesi yok. Oh ne güzel! Ortak nokta bulundu. Diyalogculara duyurulur! O mantıkla az önce İbrahimi dinler diye saçmalıklar söyleniyor.

Ortak noktaları var. Birileri diyor ya “amentüde ittifakımız var”. Neymiş amentüde ittifak? Onlar da Allah’a inanıyormuş biz de. İblis de inanmıyor mu Allah’a? Onla da ittifakın var öyleyse! Orada nasıl ki kıble… Şimdi düşünün ki geliyor Yahudiler, namaz aynı namaz, zaten Muhammed (sav) Allah’ın peygamberi. Bundan hiç şüpheleri yok. Kılıyorlar orada namazlarını. Kıble Kâbe’ye döndü. Ne yapacak şimdi Yahudiler? Şimdiye kadar Peygambere uyuyor görünüyorlardı. Şimdi burada bir kimlik oluşturuluyor. Dikkat ederseniz kimlik oluşturan şeyler insanlara ağır gelir. Mesela sakal. Bir kimlik oluşturuyor değil mi? Ağır geliyor insanlara. Başörtüsü. Kimlik oluşturuyor çok ağır geliyor. Niye? Hem başkasının yanında onlardan gözükmek istiyor hem başka bir kimlikte olmak istiyor. Mesela 28 Şubat’ta benim sakalımı kesmek için ne kadar emirler geldi üniversiteden, kesinlikle kesmedim. Canım sakalda ne var ki diyorlardı. Ben de evet ne var ki bu kadar üzerine düşüyorsunuz diyordum! Utanıp iki üç ay sonra tekrar bir emir gönderiyorlardı. Bu kimlik meselesidir kardeşim. Kıble de bir kimlik. Benim kıblem bu tarafa. Tamam bitti. O kıbleyi bu tarafa çevirdiğiniz zaman kesin ayrılık ortaya çıkıyor. Onla ilgili rivayetler vardı istersen onları bir anlat.

Fatih Orum:

İddiaya göre düşünüyorlar kurguluyorlar, Medine’de yaşanan en büyük ihtilaf tam bir makas değişimi kıbleyle gerçekleşti. Bundan sonra herkes safını belirlemiş oldu. Dolayısıyla hicretten sonra17-18 ay fazla bir sıkıntı yaşamadan yaşayan bu gruplar arasında en büyük ihtilaf kıbleyle baş gösterdi diyorlar.

Abdülaziz Bayındır:

Zaten dikkat ederseniz Peygamberimiz Bedir Savaşı’na giderken hiçbir sıkıntı çekmeden gidiyor. Çünkü arkadaki Yahudilerden en küçük bir endişesi yok. Bir ihtilaf da yok. Rahat rahat gidiyor. Uhud’a giderken şehrin korunması ile ilgili bir tedbir alıyor muydu? Ondan sonra Yahudiler problem olmaya başlıyorlar. Çünkü artık kesin çizgilerle kendi kimliğinizi ortaya koyuyorsunuz. O şu ayetin de hükmü oluyor: ne oluyor ki bunlara şeylerini değiştirdiler. Ayetin devamında: “Bu, (kıblenin değişmesi) Allah’ın yoluna kabul ettiklerinin dışındakilere çok ağır gelir.” (Bakara 2/143) Çünkü Yahudilerden Müslüman olanlar var. Onlar zaten biliyor ki Tevrat’ta da İncil’de de Kuranı Kerim’de de Muhammed (sav) kıbleyi Kudüs’ten Kâbe’ye çevirecek. Biraz sonra arkadaşlar okuyacak size. Bunu gayet iyi biliyorlar. İnanan Yahudiler için kıblenin Kudüs’ten Kâbe’ye dönmesi kadar doğal bir şey olamaz.  Onun için Allah’ın hidayetini onayladığı kişiler dışındakilere elbette ağır gelir. “Allah sizin imanınızı zayi edecek değildir.” O imanların ne olduğu biraz sonra ayette belirtilecek. Kıblenin tekrar Kâbe’ye döneceği şeklinde imanları var hepsinin. “Allah insanlara karşı elbette ki çok merhametlidir çok ikram sahibidir.” (Bakara 2/143)

            Evet, Peygamberimizin Kâbe’yle ilgili, kıbleyle ilgili Kuranı Kerim’den edindiği bilgiler sebebiyle Allahüteala’ya yalvarıyor. Keşke Kâbe’ye dönsek diye. “Senin yüzünün göğe dönüp durduğunu elbette görüyoruz.” (Bakara 2/144) İkide bir dua ediyorsun yarabbi ne olur bizi Kâbe’ye çevirsen diye. Burada ne diyorlar? Peygamberimiz kendi kararıyla Kudüs’e dönmüş bu defa Allah’a niye yalvarıyor? Kendi kararıyla Kudüs’e döndüyse kendi kararıyla Kâbe’ye dönsün bu kadar zor bir şey mi yani! Bu ne biçim mantıktır!

Fatih Orum:

Cessas’tan bir alıntı var hocam: “Rivayete göre Müslümanlar Mekke’deyken Kâbe’ye doğru yönelen müşriklerden ayrılmak için Beytil Makdis’e yönelmeleri emredilmiş. Nebi (as) Medine’ye hicret ettiğinde Medine’ye komşu olan Yahudiler Beytil Makdis’e yöneliyorlardı. Daha sonra Müslümanlar Mekke’deyken müşriklerden ayrıldıkları gibi Medine’de Yahudilerden ayrılmak için Kâbe’ye doğru döndürüldüler. Böylece zaman içerisinde müşriklerin de Yahudilerin de kıblelerine muhalefet etmiş oldular.”

Abdülaziz Bayındır:

            Bu da bir kısmı doğru bir kısmı yanlış olan şeyler. (Yahya Şenol: Kendi içtihadıyla Kudüs’e dönüyorsa niye Allah’a dua ediyor bunu nasıl açıklıyorlar?) (F.O.: İçtihaddan ziyade vahiy gayri metluv diyorlar, Cebrail bildirdi diyorlar. Ama burada bekliyor olması Kuran açısından bakarsak muhtemelen Peygamberimiz de kıblenin değiştirileceğini son peygamberin böyle bir vasfı olacağını ehlikitaptan öğrenmiş olmalı ki böyle bir beklenti içerisinde girebilsin.) Pekâlâ, olabilir çünkü Müslüman olan Yahudiler kıble Kâbe’ye dönecek, Tevrat’ta bu var. İncil’de de var demiş olabilirler. Peygamberimiz de onlardan aldığı bilgiyle madem onların kitaplarına uy deniyor o beklentiyle dua etmiş olabilir.

“Senin yüzünün göğe dönüp durduğunu elbette görüyoruz. Senin hoşlandığın kıbleye elbette ki seni çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Nerede olursanız olun namaz kılarken yüzünüzü o tarafa çevirin. Ehlikitap çok iyi bilirler ki senin Kâbe’ye dönmen onların kendi Rableri tarafından verilmiş bir karardır. Allah onların yaptıklarından habersiz değildir.” (Bakara 2/144)

Fatih Orum:  

            İncil Yuhanna Bölüm 4, 19 – 21’de Hz. İsa’yla bir kadının konuşması var. “Efendim anlıyorum sen bir peygambersin. Atalarımız bu dağda tapındılar ama siz tapınılması gereken yerin Kudüs’te olması gerektiğini söylüyorsunuz.” İsa (as) kıblenin Kudüs’te olduğunu söylüyor kadın da bunu sorguluyor. İsa ona şöyle dedi “Kadın bana inan, öyle bir zaman geliyor ki Baba’ya ne bu dağda ne de Kudüs’te tapınacaksınız.”

Abdülaziz Bayındır:

            Bir cümle daha vardı yok mu o sende? Bir de arkadaşlar elimizdeki İncil’in orijinal nüsha olmadığını hiç unutmayalım. Bakın elimizde Kuran’ın orijinal metni olmasına rağmen hemen yanı başındaki tercümeler anlamı nerelere kaydırıyor değil mi? Allah’tan ki metni görüyoruz da kaymaları düzeltme imkânı buluyoruz. Şimdi İncil’in orijinal metni hiç yok. Kuranı Kerim’in orijinal metni olmasaydı ne hale getirilmiş olurdu varın siz düşünün. Öyle olduğu için bu kadar kalmış olması da güzel yani. Tevrat’takini okuyalım. Yok mu?

Şimdi şu var tabi. Yahudiler Tevrat’ın çok büyük bir bölümünü gizlemişlerdir. Onu Allah ayette söylüyor. Bakın müteşabih ayet diyoruz ya. 144. Ayet bakın “Yahudiler bunun Rableri tarafından verilmiş bir karar olduğunu elbette bilirler” diyor. Sayfayı çevirelim. “Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (kıblenin değişmesini) kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Bu böyle iken içlerinden bir kısmı bile bile bunu gizler” (Bakara 2/144) Biliyorlar ki kıblenin değişmesi haktır, ama gizliyorlar bu gerçeği. Kim gizliyor? Ehlikitap. Demek ki İncil’de tam gizlenememiş ama Tevrat’ta gizlemişler. Zaten Maide Suresi’nin 15. Ayetinde Allahütealâ şöyle diyor: “Ey ehlikitap. Size elçimiz geldi. Elinizdeki o kitapta gizlediğiniz birçok şeyi size açıklıyor. Bir kısmını da öylece bırakıyor.” (Maide 5/15) Demek ki bu da onların gizlediklerinden. Dolayısıyla Müslümanların eline koz olacak şeyleri gizledikleri anlaşılıyor.

Fatih Orum:

Ali İmran Suresi’nde: “Ve Allah, kitap verilenlerden, “Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız ve onu gizlemeyeceksiniz.” diye, misâk almıştı. Fakat onu (misâkı), arkalarına attılar (sözlerini tutmadılar) Ve onu az bir değere sattılar. Oysa yaptıkları alışveriş ne kötüdür.” (Ali İmran 3/187) Gerçeği söylemiyorlar ama söyleyenler olmuş olmalı ki Peygamberimiz bu beklenti içine girmiş.

Abdülaziz Bayındır:

            Söyleyenlerin olduğu belli çünkü içlerinde doğruyu bilen ve inananlar var tabi. Onun için Allah onları istisna ediyor. Dolayısıyla onlar bu durumu Peygamberimize anlatmış oluyorlar.

Fatih Orum:

Fahrettin Razi ve İbni Kesir’in tefsirlerinde bu ayetlerde, ehli kitabın elindeki kitaplarda son gelen peygamberin kıbleyi değiştireceğine dair bir bilginin olduğunu ayetin buna işaret ettiğin söylüyor ama kaynak vermiyor.

Abdülaziz Bayındır:

(Soru: Allah onların imanlarını zayi etmez derken kıblenin değişeceğine iman mı kastediliyor?) Allah’ın yola getirdiği Yahudiler inanıyorlar ki kıble Kâbe. Çünkü kitapları bildiriyor. Onu boşa çıkaracak değiliz elbette ki döneceksiniz. Şimdi ayetlere anlam verilemeyince imana namaz manası verilmiştir ve şöyle denmiştir “Şimdiye kadar kıldığımız namazlar ne olacak?” Şimdiye kadar kıldığınız namazı kimin emriyle kıldınız? Allah şimdiye kadar bu tarafa dönün dedi döndünüz. Öbür tarafa dön dedi ona da dönersiniz.

“Onların ne yaptıklarından Allah habersiz değildir.” (Bakara 2/144) Yani onlar bile bile yanlış yapıyorlar. Onun için bütün kâfirler yalancıdır. Geçen de bir arkadaşımız var Enis Doko diye bizim namaz vakitleri takvimini yapıyor. Takvimin teknik taraflarını yapıyor. Bir şey anlattı şaşırdım kaldım. Bir kelam hocası hakla batıl aynı seviyede olacakmış. Kişi hangisini tercih edeceğinde serbest olacakmış ki inanç hürriyeti olsun. Kardeşim aynı seviyedeyse birine hak birine batıl nasıl deniyor? Bakın Kuranı Kerim’de bütün kafirler Allah tarafından yalancılıkla suçlanır. Yani Kelam deniyor bu gerçekten Kuran dışında oluşturulmuş bilgilerden Allah’a sığınmak lazım. Bunlar insanı İslam’a değil bambaşka bir dine götürürler. İşte o bambaşka din Yahudilerle de anlaşır, Hıristiyanlarla da anlaşır, ateistlerle de anlaşır herkesle anlaşır hiç önemli değil. Çünkü o keyfi bir din. Kitaplarda yazsınlar istedikleri kadar ama Allah’ın diniyle hiçbir alakası olmaz.

Şimdi bunlar bile bile bunu yapıyorlar ya, hani bilmeden yapsalar oturur öğretirsiniz. Mesela biliyorsunuz Risale-i Nur’un arkasından gidenler onun Said Nursi’ye yazdırıldığına, onun Kuran’ın esas tefsiri olduğuna inanarak onu son kitap yerine koyuyorlar ve yepyeni bir din oluşturmuşlar. Bunlar yanlışlarını çok çok iyi bildikleri için ne söylerseniz söyleyin hep aynı şeyleri tekrarlayıp duruyorlar. Cevap niteliğinde bir cümlecik bulamazsınız. Bizim sitede tartışmaları okuyun. Niye? Yanlış yolda olduğunu o kadar iyi biliyor ki ama o yoldan da çıkmak istemiyor ne yapacaksın? Burada da aynı… “Sen bu ehlikitaba bütün delilleri getirsen bunlar senin kıblene uymazlar.” (F.O.: Demek ki hocam getirilebilecek bazı deliller var.) Var tabi. İşte bu sizin kitabınızda böyle yazılı değil mi? Yok uymaz. “Sen de onların kıblelerine uyacak değilsin. Onların hiçbiri diğerinin kıblesine de uyacak değildir.” (Bakara 2/145) Yani Yahudi’nin kıblesi başka Hıristiyan’ın kıblesi başka. Mesela gidin bakın Katolik kiliselerine doğuya döndürürler kıbleyi. Yahudiler de Kudüs’e çevirirler. Musa (as) zamanında Kâbe’ye dönülüyordu. Davut (as) zamanında Kudüs kıble olarak belirlenmiştir. Yani Âdem’den (as) Davut’a (as) kadar kıble Kâbe’ydi. Zaten 141-143. Ayetlerde belirtiliyor geçici bir süre için. Cenabıhak Yahudi ve Hıristiyanlara Muhammed’e (sav) inanma emri vermiş. İnanma emri verdiği için gerçekten inananlarla diğerlerinin ayrılması için imtihan noktalarından birini de kıble olarak belirlemiş. Onlara önce Kudüs’e döndürüp sonra Kâbe’ye dönmelerini emrederek bunları böylece bir imtihana tabi tutmuş. Onu da Bakara 142-143’de açıkça bildiriyor. Büyük bir bölümü bu imtihanı kaybetmiş. Büyük bir kısmı da inanmış kazanmış.

“Sana bu bilgi geldikten sonra hele onların arzularına uy,  o zaman sen de zalimlerden olursun.” (Bakara 2/145) (F.O.: Hocam sen onların kıblesine tabi olacak değilsin diyor. Oysa o ana kadar Peygamberimiz onların kıblesine tabii idi. 14 yıl boyunca tabi oldu. Devamında da diyor ki sana bu bilgi geldikten sonra sen onlara uyarsan zalim olursun. Daha önce uyması farz olan bir şeye yeni bir hüküm geldikten sonra uyacak olursan zalimlerden olursun diyor. Heva olmuş oluyor.) Çünkü kıblenin değişeceği onların kitaplarında da belli… Değiştikten sonra onlara uyarsan kendi arzuna uymuş olursun Allah’ın emrine değil. O zaman kadar Allah’ın emri oraydı. Artık şimdi o değil. Yeni bir hüküm var artık. (Maksadın onların kıblesine uymak olmadığı da anlaşılıyor.) Maksat onların imtihandan geçirilmesi Müslümanların değil. Bazıları da şu ayeti nasıl tefsir ediyorlardı?

Fatih Orum:

Müslümanlar içerisinde dönmeyecek var mı bunu bilelim şeklinde. Sınırın ucunda iman ediyorlardı Resulullah. Kıble değiştiğinde birilerinin de dolduruşuna gelerek ya böyle istikrarsızlık olur mu bir gün oraya bir gün buraya yöneliyorsunuz denildi. Peygamberin ashabından bir kısmı geri döndü. Bunun için değişti deniyor. Ama bununla ilgili kim dönmüş hiçbir rivayet yok.

Abdülaziz Bayındır:

Böyle bir şey olamaz zaten. Sen peygambere uyuyorsun o ne tarafa dönerse sen de o tarafa dönersin. (Soru: Kıblenin Davut (as) zamanında Kudüs’e döndürülmesinin delili nedir?)

Abdurrahman Yazıcı:

Tevrat’ta bir pasaj var bununla ilgili: “ve Melek Yeruşalim’i yok etmek için elini uzatınca, Rab göndereceği yıkımdan vazgeçti. Halkı yok eden meleğe, “Yeter artık! Elini çek” dedi. Rab’bin meleği Yevuslu Aravna’nın harman yerinde duruyordu. Davut, halkı öldüren meleği görünce, Rab’be, “Günah işleyen benim, ben suç işledim” dedi, “Bu koyunlar ne yaptı ki? Ne olur beni ve babamın soyunu cezalandır. O gün Gad Davut’a gitti. Ona, “Gidip Yevuslu Aravna’nın harman yerinde Rab’be bir mezbah kur” dedi.” Harman yerine kurulan mezbah kurban kesme yeri oluyor. “Kadın sözüne göre Davut Rabbin emretmiş olduğu gibi çıktı. Ve Aravna baktı krallara kullarının kendisine gelmekte olduklarını gördü. Ve krala yüz üstü yere kadar eğildi. Ve Aravna dedi niçin efendim kral kuluna geldi. Davut, “Rab’be bir sunak kurmak üzere harman yerini senden satın almak için” diye yanıtladı, “Öyle ki, salgın hastalık halkın üzerinden kalksın.” Aravna, “Efendim kral uygun gördüğünü alıp Rab’be sunsun” dedi, “İşte yakmalık sunu için öküzler ve odun için düvenlerle öküzlerin takımları! Ey kral, Aravna bütün bunları sana veriyor.” Yani o yaşlı kadın diyor ki niye bunları parayla alıyorsun ben bunların hepsini sana veriyorum diyor. Sonra ekledi: “Rab Tanrın senden hoşnut olsun!” Ne var ki kral, “Olmaz!” dedi, “Senden malını kesinlikle bir ücret karşılığında satın alacağım. Çünkü Tanrım Rab’be karşılığını ödemeden yakmalık sunular sunmam.” Böylece Davut harman yerini ve öküzleri elli şekel gümüş karşılığında satın aldı. Davut orada Rab’be bir sunak kurup yakmalık sunuları ve esenlik sunularını sundu. RAB de ülkeyle ilgili yakarıyı yanıtladı ve salgın hastalık İsrail’den kaldırıldı.”

Abdülaziz Bayındır:

Davut’a (as) kadar kıble Kâbe, işte burada meleğin göstermesiyle… Kâbe’yi de biliyorsunuz İbrahim’e Cebrail’in (as) gösterdiği ayette değil de hadislerde olacak değil mi?

Devam edelim. Bakara Suresi 146. Ayette “Kitap verdiklerimiz bu kıble konusunu çok iyi bilirler, kendi oğullarını bildikleri gibi.” (Bakara 2/146) Şimdi bu benim oğlum. Yüz kişi içerisinde bu benim oğlum diyorum. Birisi diyor ki o değil de şu senin oğlun. Ne derim ben? Benim oğlumu bana mı öğretiyorsun demez miyim? İşte böyle kendi oğullarını bildikleri gibi bilirler. Demek hepsi biliyormuş ki kıble Kâbe’ye dönecek. “Ama onlardan bir grup bu gerçeği gerçekten bile bile gizlerler.” (Bakara 2/146) İşte bugün baktık gerçekten yok Tevrat’a koymamışlar. “Gerçek rabbindendir. Sakın ha şüpheye düşenlerden olma.” (Bakara 2/147) Bu da çok önemli. Bizde öyle bir peygamber algısı vardı ki robot. Kuruluyor günahlardan arındırılmış. Ne söylese vahiydir. Adeta hoparlör gibi birisi konuşuyor ne konuşulursa ağızdan o çıkıyor. Ne diyor? Sakın ha şüphelenenlerden olma. Bir insan olarak şüpheleniyor bazı şeylerden. Gayet normal bir şeydir. Bazen hepinizde de olur. Benim içime bir takım şüpheler geliyor ne yapayım? Bir şey yapma kardeşim. İnsansan gelecektir. Robot olursan gelmez ama insan olursan gelir bu gayet normal bir şeydir. O şüphelerin olması refleks göstermenizi, kendinizi yenilemenizi ve o şüpheleri gidermeniz için gayret göstermenizi sağlar.

“Herkesin yöneldiği bir yön var.” Hıristiyan doğuya dönmüş. Yahudi Kudüs’e dönmüş. Siz Kâbe’ye dönüyorsunuz. Peki, ne yapacağız yarabbi? Onlar tutup da iktidarı ele geçirdik kiliseleri yıkacaksınız yönünüzü Kâbe’ye çevireceksiniz mi diyelim? Kitaplarında var. Kuranı Kerim de bunu tasdik ediyor. Kendi dinimize mi uyduracağız? Hayır. “Siz hayırlarda yarışın.” (Bakara 2/148) Onların inançlarına karışamazsınız. Yani bu insanların kâfir olma hürriyeti var kullanırlar. Sonra bu iman dediğimiz şey kalpte olan bir şeydir. Kimin mümin kimin kâfir olduğunu Allah’tan başkası bilmez. Tamamen Allah’a ait olan bir konuda biz hangi yetkiyi kullanabiliriz? İman hürriyeti var mı yok mu? Bin defa yok de. Vardır. Senin yok demenle yok olmaz ki. O zaman demek ki bizim Yahudi’yle, Hıristiyan’la diğer din mensuplarıyla yapacağımız insanlığın hayrına olacak şeylerde yarışmaktır. Medeniyetin bilimin gelişmesi şu bu… O yarış sırasında da sürekli birbirimizle temas halinde olduğumuzdan da elbette ki doğrular onlara sürekli anlatılmış olacaktır. “Nerede olursanız olun Allah sizi toplayacaktır. Allah her şeye bir ölçü koymuştur.” (Bakara 2/148)  Yani bu dünya böyle devam etmeyecek. Siz Allah’ın huzuruna geleceksiniz.

Sonra tekrar ediyor: “Nerede kalkarsan…” Şimdi Allahütealâ akimus-salat diyor değil mi? Namazı ikame edin. İkame ayağa kaldırmak demektir. Namazda kıyam vardır. Nisa Suresi’nin 103. Ayetinde ne diyor: “Ayakta, otururken ve yanlarınız üzerinde Allah’ı anın.” Yanlar yani rükû ve secdede. Rükûda da secde de insan gövdesini yanlarının üzerine yükler. Allah’ı anın diyor. Ayağa kalk. Bu “harace” kelimesi… Topraktan bir bitki çıktı. O bitkinin yukarıya çıkışıyla benim ayağa kalkmam arasında bir fark var mı? İşte namaz için kalkmak burada harace kelimesiyle ifade ediliyor. Nerede kalkarsan. Neye kalkacaksın? Namaza. Yoksa nereden çıkarsan yüzünü kıbleye çevir olursa biz bu kapıdan çıktık kıble bu tarafa yan yan mı çıkacağız? Arka kapıdan çıkarken ne yapacağız geri geri mi çıkacağız! Öyle değil. Bitkilerin topraktan çıkmasıyla bizim namaza kalkmamız aynı şekilde. Yani: “Nerede namaza kalkarsan yüzünü mescid-i haram tarafına çevir.” (Bakara 2/149) Şimdi mescidi haram tarafı… Şatr yarı demektir. Şatara bir şeyi ikiye bölmek anlamına gelir.  Mescidi Haram’ın bulunduğu yarıya çevir. Türkiye’de bulunuyoruz. Türkiye’yi ortadan ikiye bölelim. Mescidi Haram tarafında olan şatr hangisi? Güney taraf değil mi? O zaman güney tarafına döndün mü Mescidi Haram’a dönmüş olursun. (Abdurrahman Yazıcı: Hocam Yahudilerin de Kudüs’ü doğu olarak nitelendirmeleri ondan olabilir mi?) Olabilir tabii.

Mescidi Haram’ın yarısına. Bunu Kâbe kabul edin bunun yarısına çevireceksin. (Y.Ş.: Yani tam ortalayacaksın diyenler var.) Bu zaten imkânsız bir şey… Mescidi Haram’ın bulunduğu yarıya demek lazım. Bunu böyle anlayanlar varmış demek ki bunu hiç bilmiyordum. Mescidi-i Haram ifadesi de Kâbe için kullanılıyor. Bugün Kâbe’yi şerifin içinde de namaz kılsanız bunu yapamazsınız. “Allah bu dinde sizin için hiçbir güçlük çıkarmamıştır.” (Hacc 22/78) diyor. O zaman Mescidi Haram’ın bulunduğu yarıya. Şimdi Türkiye’de yaşıyorsanız zaten öyle söylerler. Kuzeyde Kaşıyanlar güneye, doğuda yaşayanlar batıya batıda yaşayanlar doğuya… Ana yönlere. Yani zaman zaman filanca caminin kıblesi yanlış çıktı orada şimdiye kadar kılınan namazlar ne oldu diye şeyler olur. Buna hiç gerek yok. Şu anda bilim ve teknolojide olan gelişmeler dolayısıyla güneşin hangi dakikada tam kıble noktasında olduğu belirleniyor. Onun için Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayınladığı takvimlerde kıble saati diye bir saat vardır. O kıble saatindeki güneşin gölgeleri tam kıble yönünde olur. Onun için çubuğun yerde bıraktığı bir gölge görürsün. Bu gölgeyi çiz, direk Mescid-i Haram’ın kendisini gösterir. Güneş tam kıble noktasında olur. Diyanetin takviminde kıble saati diyor ya. Tam o noktada olur. Güneşe bakamazsınız. Bakamadığınız için bir çubuk dikersiniz. O çubuğun yere bıraktığı gölgenin size doğru üzerini çizdiniz mi o sizin için yüzde yüz şüphesiz bir kıbledir. Kim istiyorsa benim bulunduğum evin kıblesini tam tayin etmek istiyorum alsın Diyanet Takvimini orada kıble saati var. O saatte dediğimi yapsın tamam. Bir takım teknik aletlerle de belirleniyor ama o biraz sıkıntılı. Çünkü ben müftülükteyken çok sayıda caminin kıblesini belirledim. O zaman kıble saati yoktu. Öyle bir çalışma yapılmamıştı. Şimdi gidiyorsunuz belirliyorsunuz bakıyorsunuz ki uyumsuzluk var. Oradakilere diyorsunuz ki burada ne var? Alttan elektrik kabloları geçiyor. Hah tamam. Ya da alttan kanalizasyon geçiyor diyorlar çünkü manyetik alanı bozuyor o zaman da sıkıntılı oluyor. Bir kaç noktada kıbleyi belirlemek gerekiyor. Ama güneşin bir manyetik alan problemi yok.

(Yahya Şenol: Yanlış olduğu ortaya çıkanların düzeltilmesi gerekir mi? 45 derece yanlış çıktı mesela.) Burada çok daha büyük bir derece var. 45 derece dediğiniz zaman ara yön olur. 180 dereceye kadar olur. Ha insanlar arasında dedikoduyu engellemek için değiştirilebilir ama orada namaz kılmaya hiç engel yok. Çünkü ayet Mescid-i Haram’ın bulunduğu tarafa dönün diyor. Zaten dönülüyor. 45 derece ara yöndür. Ana yönler 180 derecedir.  (Soru: Harec kelimesinin bu anlamda kullanıldığı başka yer var mı?) Aklıma gelmedi şimdi onun üzerinde çalışalım. Yataktan da çıkıyorsunuz namaz kılmak için. Evden de çıkıp camiye gidiyorsunuz falan. Belki bütün bunlar düşünülmüş olabilir.

“Elbette ki bu Rabbin tarafından ortaya konan bir gerçektir. Allah sizin ne yaptığınızdan habersiz değildir.(Bakara 2/149) Yani siz de hem Hıristiyan’ın arzusuna uysun hem de… Biliyorsunuz bizim bir süre önce Belçika’da dinler arası diyalog toplantısı oldu bir kilisede. Birisi ezan okudu “eşhedü enne muhammeden resulallahı” okumadı. (Y.Ş.: Unuttum diye açıklama yaptı!) Öyle diyecekler başka yolu yok. Tabii ki unuturlar. Yaptıkları sadece bu hata olsa kabul edilebilir. Yani orada işte üç din diye bir kavramdan bahsediyorsanız zaten bu iş bitmiştir. Üç din diye bir şey yok. Tek bir din var. O da İslam. Onları hak olarak kabul ederseniz zaten bu iş çoktan bitmiştir. (Bir Katılımcı: Allah katında din İslam’dır ayeti Cuma namazlarından da çıkarılmış.) Öyle bir şey yok. Hutbe dualarında öyle bir ayet yok ki nereden çıkmış? Öyle bir olay yok da hutbelerde falan. Yalnız şu var. Diyalog Kurulu başkanı Roma’da Hatice de vardı. Epeyce kimseler vardı. Diyalog kurulu başkanının bize söylediği şu. Roma’da Papa’dan sonra gelen adam. “Siz Kuran’a uyduğunuz sürece sizinle diyalog olmaz.” Temel şart bu. Siz temel şartı kabul ettiyseniz bitmiştir artık. Sizin Müslümanlıkla hiçbir ilişkiniz kalmaz orada. Adınız Müslüman olur ama kendiniz olmazsınız. Dolayısıyla ezan okumanıza da gerek yok orada. (Bir Katılımcı: İnsanlar takım tutar gibi din tutuyorlar. Orta yol bulunmalı.) Orta yol Kuranı Kerim’in yoludur. İnsanlar kendi kafaların göre bir yol ortaya koyamazlar. Allah ne demişse odur.

(Yahya Şenol: Yıllık olarak gölgenin hiç düşmediği yer Mescidi Haram’dır diye bir şey var mı?) Öyle bir şey söylüyorlar. Erzurum’dan ve Kars’tan bir grup hacı yolda konuşuyorlar. Kâbe’nin üzerinden hiç kuş uçmazmış. Göstermiş bak Kâbe’nin üzerine kuşlar konuyor kalkıyor baksana uçuyorlar. Öyle olsa da benim imanımı bozma demiş! Bakmıyor yüzünü çeviriyor. Kâbe’nin nasıl gölgesi olmaz? Orası bir binadır. Bir semboldür. Esas olan onun yeridir bulunduğu mekândır yani. (Gayet güzel de gölgesi var herkes o gölgeye denk gelmeye çalışıyor!)

“Nerede namaza kalkarsan yüzünü mescidi haramın bulunduğu yarıya çevir.” (Bakara 2/149) Burada haracayla ilgili bir çalışma var mı bak bakalım. Haraca kelimesi Kuran’da başka bir yerde kullanılmış mı? “Nerede olursanız olun yüzünü o tarafa çevirin.” (Bakara 2/150) (Yola çıkınca diye çevirmişler.) Yola çıkınca olmaz. Tekirdağ’a doğru gideceksin arabanın yönünü Kâbe’ye çevireceksin. Araba nasıl giderse gitsin bana ne! “Bu insanların size karşı bir delili olmasın.” (Bakara 2/150)  Bu insanlardan ne anlarsınız? Kimlerdi kıbleden haberleri olan? Hıristiyanlar Yahudiler. Şimdi bakın Müslümanlar Kâbe’ye döndükleri zaman rahatsızlık duydular. Dönmeselerdi Kâbe’ye ne diyeceklerdi? Bu hak din değil siz bakmayın! Eğer hak peygamber olsaydı bak bizim Tevrat’ta yazıyor İncil’de yazıyor bunların Kâbe’ye dönmeleri lazım aslında diyeceklerdi. Niye dönmediler diyeceklerdi. Bu insanların size karşı bir delili olmasın. Bakın ayetler arasında ilişki kurduğunuz zaman anlamlar nasıl güzelleşiyor değil mi? O zaman gizlemeyeceklerdi. Her defasında ortaya koyacaklardı. Bakın işte bunlar Allah’ın son dinine inandıklarını söylüyorlar. Bak Tevrat’ta böyle yazılı bunlar ne yapıyorlar diyeceklerdi. Ama şimdi gizliyorlar.

Ama onlardan bir takım zalimler var. Onlar doğrunun peşinde değiller. Sen doğru da söylesen hiç bir şekilde umurunda değil. Kendi kafalarının doğrultusunda gidiyorlar. “Onlardan korkmayın.” Ağızlarını susturamazsın yani. “Benden korkun ki üzerinize olan nimetimi tamamlayayım.” Çünkü siz merkezde olan insanlarsınız ve merkeze döneceksiniz. Bu nimetin tamamlanmasıdır. Demek ki Kâbe’ye dönmek de büyük bir nimetmiş. “Belki siz doğruyu bulasınız diye böyle yaptık.” (Bakara 2/150)

Biliyorsunuz kıblenin çevrilmesini nesih kapsamına sokmada çok ciddi sıkıntıya girerler. Sen istersen nesihle ilgili ne yaptıklarını bir anlat.

Fatih Orum:

Beytil Makdis’e yönelme emrinin vahiyle geldiği genel kabul. Çeşitli başka görüşler de var ama cumhurun görüşü gayrimetluv vahiyle Beytil Makdis’e dönmesi emredildiği yönünde. Şu an söyleyeceklerim Kuran’da yer almayacak ama bunlar da Allah’ın buyruklarıdır gibi. Beytil Makdis’e dönmesi gerektiğini söylüyor ve bu hükmün Kuran dışı vahiyle olduğu kabul edilmekte. İşte şu ana kadar okuduğumuz özellikle Bakara Suresi’nin 144. Ayetinde Mescid-i Haram’a dön emri ile gayri metluv vahyin metluv vahiyle yani Kuran’la nesh edildiği yani bunun daha teknik anlamı Kuran’ın sünneti neshettiği. Bizim geleneksel anlayışımızda sünnet Kuran’ı neshedebildiği gibi Kuran da sünneti neshediyor ama burada kastedilen sünnet gayri metluv vahiy kaynaklı bir sünnet. Dolayısıyla bizim fıkıh usulü eserlerimizde Kuran’ın Kuran’ı neshi sünnetin Kuran’ı neshi ve Kuran’ın sünneti neshi diye ayırdıkları nesihte Kuran’ın sünneti neshi örneği olarak kıble örneğini veriyorlar. İşte bu Bakara Suresi’nin 144. Ayeti o ana kadar sünnetle teşri kılınmış olan Beytil Makdis’e dönme hükmünü kaldırıyor diyorlar. (A.B.: Hâlbuki böyle bir şey olamaz. Onu zaten ders boyunca anlattık.) Ama Kurani anlamda nesih var burada. İşte burada şey üzerinde durulabilir. Hani biz neshi misli ve hayırlısıyla nesih diye ikiye ayırıyoruz ya. İlahi kitaplar arasında da böyle olması gerektiğini düşünüyoruz prensip olarak. Şayet burada bir nesih varsa, Kâbe’nin kıble olarak olması hakikaten Beytil Makdis’ten daha hayırlı daha güzel bir şey. Kâbe’nin ilk mabet olması nedeniyle. Ama ilk kıblenin Kâbe olduğu düşünülürse Beytil Makdis’e tahvili nesih midir? Siz biraz önce dediniz ya geçici bir düzenleme midir bu bir cezalandırma mıdır? Tekrar Kâbe’den Beytil Makdis’e alınması nedir?

Abdülaziz Bayındır:                        

İmtihan için diyor ya. İmtihan da çok ciddi bir olaydır. (F.O.: Ona o zaman tam teknik anlamda nesih diyemeyiz öyle mi?) Gene nesih. Nesih şu demektir önceki hükmün ortadan kaldırılması. Tevrat’ta ve İncil’de Allahütealâ’nın emirleri var. Hatta Şura Suresi’nin 13. Ayetinde “Allah Nuh’a ne emrettiyse onu size şeriat kıldı.” (Şura 42/13) Şimdi önceki kitaplarda olanlar… Biz mesela Müslümanlar olarak Tevrat’ı tasdik eden bir kitaba sahibiz ama Tevrat’a uymuyoruz. Peki, neden uymuyoruz? Hem tasdik edecek hem uymayacaksınız. İşte bu nesih devreye giriyor. Nesih kelimesi bizim Türkçemizde bir şeyin kopyasını çıkarma anlamına gelir. Yani şöyle şunu aldınız buna bakarak şuna yazıyorsunuz. İstinsah derler buna. Bir mektup yazdınız baktınız bazı yerlerini beğenmediniz son nüshasını çıkarıyorsunuz. Nüsha nesih aynı kökten. Son nüshasını çıkarırken ne yapıyorsunuz? Önceki mektup yüzde doksandan fazlası öncekinin aynısı. Bu misliyle nesih oluyor. Yani Kuranı Kerim önceki kitapları olanları aynen almıştır. Bu misliyle nesih yani olduğu gibi almak. Bir de hayırlısıyla nesih var. Sizin orada beğenmediğiniz bazı cümleleri değiştiriyorsunuz sizin için daha güzel bir hale geliyor. Aynen onun gibi Cenabıhak önceki ümmetlerde olan bazı hükümleri değiştiriyor. Mesela önceki ümmetlerde recim cezası varken bize recim cezasını kaldırıp 100 değneğe çeviriyor. İşte bu okuduğumuz konuda daha önce Kudüs’e dönülürken oradan alıyor Kâbe’ye çeviriyor. Bu daha hayırlısıyla nesih. Yani nesih ya misliyle ya da daha hayırlısıyla olur.

(Soru: Peygamberin unuttuğu ayetler nesih olmuyor mu?) Hayır, ona unuttuğu diye yanlış anlam veriliyor. Nesihle ilgili ayeti kerime şöyledir: “Biz, bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak mutlaka daha iyisini veya mislini getiririz.” (Bakara 2/106) Unutturma meselesi ehlikitaptaki unutturmadır. Çünkü ehlikitap kendi ellerindeki ayetlerin önemli bir kısmını ümmetten gizliyorlar. Dolayısıyla unutuluyor. Öyle bir hükmün olmadığı düşünülüyor. Onun için Maide 15. Ayette: Size bizim elçimiz geldi. Sizin için bu kitaptan sakladığınız birçok şeyi ortaya çıkarıyor.” Sakladıkları zaman Peygamberimiz de bilmiyor Yahudi Hıristiyanların birçoğu da bilmiyor, hahamları, papazları biliyor. “Birçoğunu da affediyor.” (Maide 5/15)  Dolayısıyla siz Kuranı Kerim’le Tevrat’ı karşılaştırırsanız orada namazı bulamazsınız, zekâtı bulamazsınız. Kuranı Kerim’de olan şeylerin çoğunu bulamazsınız. Bunlar orada da var olan şeyler ama gizlemişler. Unutturulan peygamberimize unutturulan değil. Ayetler arası ilişkiyi koparınca bu ayete de anlam vermek zorlaşıyor peygambere unutturulan deniyor.

Diyor ki Allahütealâ: “Biz senin zihnine bunu toparlayacağız sen bunu unutmayacaksın.” (Ala 87/6) Allahın emrettikleri başka. Cenabıhak artık hükmünü yürürlükten kaldırdıysa Kudüs’e dönmekte olduğu gibi onu unut. Çünkü bir daha ona dönersen zalimlik yapmış olursun. Yeni gelen Peygamberle gelecek peygambere inanma yükünün kaldırılması da tabi hayırlısıyla bir nesihtir. Çünkü bizim bir peygamber beklentisiyle bir mehdi bir Mesih beklentisi içersinde olmamız mümkün değil. Soru var mı?

Yahya Şenol: Vitr namazı ile ilgili var. Çıkarmış olduğunuz 30. Cüz mealinde vitr namazının hem Hanefilere hem Şafilere göre kılınışını tarif etmişsiniz. Peki, peygamberimiz hangisini yapmıştır? Bizler ümmeti olarak hangisini yapmalıyız?

Abdülaziz Bayındır:

Şimdi biz tabi oradaki rivayetlere dayanarak… Hanefi mezhebi üç rekât olarak kılar vitri. 2 artı 1. Üç ediyor ama arada selam vermez. Şafiler iki rekâtta bir selam verir kalkar bir rekât daha kılar. Şahsen bende hâsıl olan kanaat Hanefilerin yaptığı uygulamanın doğru olduğudur. Çünkü günün namazlarının vitri akşam namazıdır. Üç rekâttır. İki rekâtta selam verilip bir rekât daha kılınmıyor. Bir de Kuranı Kerim’de bir rekâtlık namaz sadece yolculukta düşmanla yüz yüze gelince meşru kılmış. Bütün bunları birleştirdiğimiz zaman Hanefilerin uygulamasının doğru olduğunu görüyoruz. Yani iki rekâtta bir selam vermek değil üç rekâtta selam vermenin doğru olduğu anlaşılıyor.

Yahya Şenol.: Kâfirlerin özelliklerini açıklarken tamamının önce inanıp sonradan kâfir olduğunu Ali İmran 106. Ayeti delil göstererek daha önce de açıklamıştınız. Ancak bir önceki ayeti okuduğumda kafam biraz karıştı. 105. Ayette “kendilerine apaçık deliller geldikten sonra ayrılığa düşenler gibi olmayın” deniliyor. Bu durumda 106. Ayetteki hüküm genel değil de kendilerine doğru yolduğunu sanan 105. Ayetteki kimselere has olabilir mi?

Abdülaziz Bayındır:

Aslında bu arkadaşlarımız farklı. Her soruya birkaç tane ayetler cevap vereceğin zaman birçok soruya cevap veremeyecek hale geliyorsun. 105. Ayette şöyle diyor: “İçinizden bir öncüler grubu olsun. İnsanları hayra çağırsınlar. İyiliği emretsin kötülüğü yasaklasınlar. Bunlar umduklarına kavuşanlardır. Böyle ihtilaf edenler gibi olmayın.” (Ali İmran 3/104-105) Şu anda Müslümanlar bu halde. Geçen de buraya bir ilim adamı geldi Filistinli. Söze başlarken şöyle bir şey konuştuk Allahütealâ eğer yeni bir Peygamber gönderseydi Müslümanlara derdi ki Kurana uymazsanız sizin hiçbir temeliniz olmaz. Sonra biraz konuşmaya başlayınca ben Şafiyim demeye başladı. Şimdi siz ayet hadis okurken şafi yorumu şafi nasıl anlamış falan… Neyse bir müddet sonra gerçeği tamamen anladı o ayrı. Ama orada ısrar da edebilirdi. Şimdi bugün dikkat ederseniz insanlar grup grup olmuş siz insanlara ayetleri okuyorsunuz ben şafiyim diyor. Siz ne derseniz ben hocama sorarım diyor falan. Diyor ki Allahütealâ: “Kendilerine bu açık belgeler geldikten sonra ihtilafa düşenler gibi olmayın. Onlar için büyük bir azap vardır. Bir kısım yüzlerin ak bir kısım yüzlerin kara olduğu günde. Yüzleri kara olanlara şöyle denecektir: İnandıktan sonra kâfir mi oldunuz? Kâfirliğinize karşı bu azabı tadın denecek.”(Ali İmran 3/106) Şimdi burada bu soran kardeşimiz beyan kelimesinden Kuran gelmiş Tevrat gelmiş İncil gelmiş peygamber gelmiş kişiler mi yoksa herkes mi? Bir insanı düşünün ki hep söylerler bir adada yaşıyor. Tek başına yaşıyor kimse de ona din adına bir şey anlatmıyor. Bu adama da beyyinat geldi mi gelmedi mi denebilir.

Öyle demeyelim daha tersini söyleyelim. Bir toplum içerisinde doğdunuz büyüdünüz ki o toplumdaki insanlar putlara tapıyorlar. Kalktınız hepsi müşrik. Siz de o toplumda büyüdüğünüz için kalktınız siz de puta taptınız. Bu adam da kendine beyyinat geldikten sonra kâfir olan birisi mi oluyor? Asıl daha önemli soru bu. Onun için Araf Suresi’nin 172. Ayetini açarsanız bunun cevabı orada var. “Rabbin Âdemoğullarından bellerinden soylarını aldığı vakit” yani ne zaman? Belden alınan soy nedir? Buluğ çağıdır. Kadının belinden çocuk olmaz, belinden alınan tohumdur. O erkeği çocuk sahibi olabilecek kadını da çocuk yapabilecek hale getirir. “ve onları kendilerine karşı şahit tuttuğu zaman…” (Araf 7/172) Şahit kelimesi bizzat gözüyle görüp eliyle tutmak gibi çok kesin olan şeyler için kullanılır. Yani açık belgeler gelmeden şahitlik olmaz. Onun için mahkemede şahide gözünle gördün mü diye sorarlar.  Yok, duydum derse duymayla şahitlik olmaz. İşte Allahütealâ şahit tuttuğu zaman o belgeler gelmiş oluyor kişiye. Eşhedü dedirtiyor. Biz de eşhedü deriz. Ben şahidim. Yani şimdi siz benim burada ders anlattığımı görüyorsunuz. Şahitsiniz. Dışarıya çıksanız birisi dedi ki Abdülaziz Hocayı Ensar Vakfında dinledik az önce derse ne dersiniz? Ne zaman şimdi daha yeni. İnanır mısınız? Peki, siz şahitsiniz ama dışarı çıktınız birisine dediniz ki Abdülaziz Hoca bugün saat 11’le 1 arasında burada ders yapıyor. Ha iyi haftaya ben de geleyim der. Siz gittiniz o da Süleymaniye Camisine doğru gitti orada bir başka arkadaşıyla karşılaştı. O da dedi ki nereden geliyorsun Ensar Vakfı’ndan. Sen bilmiyor musun Abdülaziz Hoca ders yapıyor orada. Dersin ki Allah Allah bu ikisinden bir yalan söylüyor. Siz orada olsanız ben gözümle gördüğüme mi inanacağım sana mı inanacağım der onu reddedersiniz değil mi? Ama o iki kişi iki taraftan duymuş. Ona bilmek denir. Ona alemu denir eşhedü denmez. Eşhedü dediniz mi o bilgi size mal olur. Doğruluğundan hiç şüphe etmediğiniz bilgiye eşhedü denir. Sizin beyyinatınız nedir? Beni burada görmenizdir. Dolayısıyla burada diyor ki: kendilerine bağlayıcı şekilde şahit tutar Allahütealâ onları. Ne der? “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” (Araf 7/172) Çünkü onlar çevrede Allah’ın ayetlerini okuyarak doğdukları günden beri çevrelerini gözlemler gözlemler çocuklar hep sizlere sorular sorarlar Allah’la ilgili. Sonra da buluğ sırasında tam kanaate varır eşhedü derler. O Allah’la iç konuşmalarıdır ki hepimiz bunu hep yaparız. Kendi başımıza kaldığımız zaman içimizde Cenabıhak’la konuşmaların geçtiğini hepimiz biliriz. “Evet. Hepsi şahit olduk demişlerdi. Şöyle demeyesiniz diye kıyamet günü biz bundan habersizdik.” (Araf 7/172)  Kıyamet günü ne? Bazı yüzlerin ak bazı yüzlerin kara olduğu gün değil mi? Sen diyorsun ki şirki affetmem. Ben bilmiyorum ki senin var olduğunu sana şirk koşayım koşmayım. Bunu diyemeyeceksiniz. Allah’ın varlığı ve birliğine şahit olan bir kişi ona beyyinat gelmiş. Ondan sonra eğer başka tarafa gitmiş tutup da putlara tapmışsa ondan sonra müşrik olmuştur.

“Şöyle de diyebilirdiniz daha önce babalarımız müşrikti, biz de onlardan sonra geldik.” Hatta bize okula gönderdiler böyle öğrettiler işte bu tanrıdır falan filan. Bunu da diyemeyeceksiniz. Bakın müşrik toplumda büyümüş bir insan anlatılıyor burada. “Hakkı batıl gösteren insanlardan dolayı bizi helak mi edeceksin?”(Araf 7/173) Bunu da diyemeyeceksiniz çünkü benim varlığım ve birliğim sizde şahitlik derecesinde kesinleşmiştir. İşte bundan dolayı hepiniz biliyorsunuz ben hangi ateistle karşılaşırsam ben de senin Allah’a inanmadığına inanmam derim. Arkasından tabii ki inanıyoruz derler. (O zaman çocuklarımız ateist yetiştirmemiz de mümkün değil.) İnsanlar o tercihlerini bile bile yaparlar. O toplumdaki putlara niye tapar? Aman efendim biz de bu toplumun bir parçasıyız. Benim dükkânıma kimse gelmez. Beni adam yerine koymazlar. Beni bu toplumdan dışlarlar. Dışlarlar dersen ne olur? Sen dünyayı dinine tercih etmiş olursun. Onun için SUSEM’de en son derste okuduğumuz ayet vardı ya. Allahütealâ Tevbe Suresi’nin 24. Ayetinde şöyle diyor bakın burada çok kesin bir tavır koymamızı istiyor : “Onlara şöyle söyle eğer babalarınız…” müşrik toplumda olduğunuzu düşünün. Hep babalarımızın dini derler ya. “…oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, içinde bulunduğunuz toplum, kazandığınız mallar, durgunlaşmasından korktuğunuz ticaretiniz, hoşunuza giden evler, size karşı Allah’tan, Resulünden ve Allah yolunda cihattan daha sevimliyse,” Allah’a verdiğin o sözü yiyorsan eğer, o tarafı tercih ediyorsan. “Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin. ” Ahrette bunun hesabını verirsiniz. “Allah fasıklar topluluğunu yola getirmez.” (Tevbe 9/24) Çünkü orada bile bile yoldan çıkıyor. İster ateist bir toplumda büyüsün. İster müşrik bir toplumda büyüsün nerede büyürse büyüsün gördüğü Allah’ın görsel ayetleriyle her insan Allah’ın varlığı ve birliğini kesin olarak kavrar. Öbürlerinin tanrı olamayacağını da kesin olarak kavrar. Onlara tanrı diyorsa mutlaka bir dünyevi tercihinden dolayı diyordur. Dünyayı ahrete tercih ediyordur. Onun da hesabını verir ahrette.

(Yazıya Geçiren: Efe Mısırlı – [email protected])

Tüm Mukayeseli Fıkıh Müzakereleri
# İçerik Adı Yayınladığı Tarih Görüntülenme
1 Kitaba Çağrı 16 Eylül 2017
2 Kurban İbadeti 24 Ağustos 2017
3 Hadislerin Derlenmesinde İran Etkisi 19 Ağustos 2017
4 Diyanetin Fetö Raporu: Bu din bu hale nasıl geldi? 14 Ağustos 2017
5 Hilal, Fitre ve Bayram 28 Haziran 2017
6 Nebi’mizin Ramazan Hayatı 12 Haziran 2017
7 İmsak Ölçüleri 27 Mayıs 2017
8 Dini Siyasete Alet Etmek 20 Mayıs 2017
9 Nebilere Yüklenen Olağanüstü Özellikler 13 Mayıs 2017
10 Tarih Boyunca Nebilere Gösterilen Tepkiler 6 Mayıs 2017
11 Yanlış Şeriat Algısı Suç ve Ceza 29 Nisan 2017
12 Kapitalizmin Sonu 15 Nisan 2017
13 Faiz Bağlamında Modern Finansal Ürünler 8 Nisan 2017
14 Hadislere Bakışımız Nasıl Olmalı 1 Nisan 2017
15 Haram Aylar 25 Mart 2017
16 Kur’an’cılık Tehlikesi 1.Bölüm 20 Mart 2017
17 Din ve Devlet İlişkileri 1.Bölüm 11 Mart 2017
18 Cuma Namazı ve Hutbe’si 4 Mart 2017
19 Kur’an’a Göre Sihir Kavramı 25 Şubat 2017
20 Abese Suresi Bağlamında Nebi’mizin Korunmuşluğu 18 Şubat 2017
21 Ev İçi Mahremiyet Kuralları 11 Şubat 2017
22 Örtünme İle İlgili Hükümler 4 Şubat 2017
23 Baş Örtüsü ve Örtünme 28 Ocak 2017
24 Kur’an’nın Çözüm Üretmedeki Yeri 21 Ocak 2017
25 Yahudileri Gölgede Bırakan Hileler 16 Ocak 2017
26 Müslümanlar’da Allah’a Güven Krizi 31 Aralık 2016
27 Müslümanlığımızı Gözden Geçirme İhtiyacı 24 Aralık 2016
28 Ümmet Olamamanın Ağır Bedeli 17 Aralık 2016
29 Tarihsellik İddialarında Cezalar Örneği 10 Aralık 2016
30 Mezhepçiliğin Doğurduğu Acı Sonuçlar 3 Aralık 2016
31 Kur’an’nın Tarihselliği İddiası ve Miras Konusu 26 Kasım 2016
32 Takiye (Kimliği Gizleme) 19 Kasım 2016
33 Faiz ve Güncel Meseleler 12 Kasım 2016
34 Mehdi Gelicek mi ? 7 Kasım 2016
35 Hz.İsa Gelicekmi? 31 Ekim 2016
36 Çağdaş Ulemanın Usulsüzlüğü 22 Ekim 2016
37 Dinsel Çoğulculuk 15 Ekim 2016
38 Son Kitabı Devre Dışı Bırakma Projesi, Dialog 8 Ekim 2016
39 Fıtrat Zemininde Buluşma 1 Ekim 2016
40 Nisa 34. Ayet Bağlamında Kadına Şiddet 24 Eylül 2016
41 Kurban İbadeti 10 Eylül 2016
42 Kadının Dövülmesi 3 Eylül 2016
43 Kur’an’a Göre Hükmetmek 27 Ağustos 2016
44 15 Temmuz Darbe Gecesine Kurani Bir Bakış 20 Ağustos 2016
45 Paralel Dinin Olmazsa Olmazı Aracılık – 1 13 Ağustos 2016
46 Müslüman Gayrimüslim İlişkileri 2 Temmuz 2016
47 Zekat 25 Haziran 2016
48 Oruçla İlgili Hükümler 18 Haziran 2016
49 Uydurulan Dinde Yatsı Sonu, Seher ve İmsak Vakti 4 Haziran 2016
50 Uydurulan Dinde Mut’a Nikahı 28 Mayıs 2016
51 Uydurulan Dinde Şartlı Talak 21 Mayıs 2016
52 Uydurulan Dinin Dayatması Olarak Çocukların Evlendirilmesi 7 Mayıs 2016
53 Kölelik ve Cariyelik Mezheplerin Dayatması mı? 30 Nisan 2016
54 Musa Hızır Kıssasının Evrensel Mesajı 23 Nisan 2016
55 Sünnetin Delil Değeri 16 Nisan 2016
56 Kira Sertifikaları Faizsiz Ürün mü? 9 Nisan 2016
57 Suç-Ceza Dengesi Açısından Cinsel İstismar 2 Nisan 2016
58 Boşanma Konusunda Allah’ın Koyduğu Sınırlar 26 Mart 2016
59 Allah’ın Koyduğu Sınırlar Nasıl Aşıldı 19 Mart 2016
60 Muhsana, Kadına Pozitif Ayrımcılık 13 Mart 2016
61 İnsanlar ile Cinlerin Ortak Özellikleri 5 Mart 2016
62 Nebiler Günahtan Korunmuş mudur? 27 Şubat 2016
63 Bedir Savaşı Örneğinde Nebi ve Resul Farkı 20 Şubat 2016
64 Dinde Haram-Helal Koyma Yetkisi 13 Şubat 2016
65 Cinler 6 Şubat 2016
66 İlk İnsanın Yaratılışı 30 Ocak 2016
67 İnsanı İnsan Yapan Özellikler 23 Ocak 2016
68 Allah’ı İkinci Sıraya Koymak 16 Ocak 2016
69 Şirkle İman Arasındaki Kararsızlık 9 Ocak 2016
70 Mehdi Beklentisi 2 Ocak 2016
71 Her İnsan Allah’ı Bilir 26 Aralık 2015
72 Fıkıh Müzakereleri | Her İnsan Allah’ı Bilir 26 Aralık 2015
73 Bir Sömürü Aracı Olarak Halifelik – 2 19 Aralık 2015
74 Bir Sömürü Aracı Olarak Halifelik 12 Aralık 2015
75 Kur’ân’da Dindarlık 5 Aralık 2015
76 Tarih Boyunca Bir Siyasi Baskı ve Ötekileştirme Aracı Olarak Zındıklık 28 Kasım 2015
77 Geleneğe Göre Dinden Dönmenin Hükmü (Bölüm 2) 21 Kasım 2015
78 Geleneğe Göre Dinden Dönmenin Hükmü (Bölüm 1) 21 Kasım 2015
79 Kur’an’a Göre Dinden Dönmenin Hükmü 16 Kasım 2015
80 Kur’an’da Zina Suçu Ve Cezası 7 Kasım 2015
81 Tağut Doğru Yolun Üstünde Oturur 31 Ekim 2015
82 Hadis Uydurma Faaliyetleri 24 Ekim 2015
83 Kader İnancı Ve Nesih 17 Ekim 2015
84 Resulullah Sonrası Siyasi Gelişmeler 10 Ekim 2015
85 Nesih 3 Ekim 2015
86 Hac Ve Kurban 19 Eylül 2015
87 Terör Olayları Karşısında Nebevi Siyaset 12 Eylül 2015
88 Dinde Özgürlük 5 Eylül 2015
89 Dine Uyma Yerine Dini Kendine Uydurma 4 “Cariyelik” 29 Ağustos 2015
90 Dine Uyma Yerine Dini Kendine Uydurma 3 “Cariyelik” 22 Ağustos 2015
91 Dine Uyma Yerine Dini Kendine Uydurma 2 “Kitap Algısı” 15 Ağustos 2015
92 Dine Uyma Yerine Dini Kendine Uydurma 8 Ağustos 2015
93 Nebimizin Yürüttüğü Dış Politika 1 Ağustos 2015
94 Kadir Gecesi ve İmsak Vaktine Tavırlar 11 Temmuz 2015
95 Zekat 4 Temmuz 2015
96 Oruç İbadeti 2 27 Haziran 2015
97 Oruç İbadeti 20 Haziran 2015
98 Kutup Bölgelerinde İftar ve İmsak Vakitleri 13 Haziran 2015
99 Emtia Borsalarındaki İşlemlerin Fıkhi Hükmü 6 Haziran 2015
100 Kur’ân’a Göre Gece-Gündüz 30 Mayıs 2015
101 Prof. V. A. Yefimov’la Yapılan Toplantının Değerlendirilmesi 23 Mayıs 2015
102 İsra ve Mirac 16 Mayıs 2015
103 Berzah Alemi 2 9 Mayıs 2015
104 Berzah Alemi 2 Mayıs 2015
105 Enflasyon ve Faiz 25 Nisan 2015
106 İşsizlik Probleminin Kaynağı 18 Nisan 2015
107 Peygamberimizin Öldürülmesini Emrettiği Kişiler Hakkındaki Rivayetler 4 Nisan 2015
108 Faizsiz Sistemin İlkeleri (Zekat-Faiz Karşılaştırması) 28 Mart 2015
109 Faizsiz Sistemin İlkeleri – Faizsiz Bankacılık 28 Mart 2015
110 Faizsiz Sistemin İlkeleri (Enflasyon) 21 Mart 2015
111 Faizsiz Sistemin İlkeleri (Bankacılık) 14 Mart 2015
112 Faizsiz Sistemin İlkeleri 7 Mart 2015
113 Tecavüz Suçunun Cezası 28 Şubat 2015
114 İdam Cezası ve Kıssas Tartışmaları 21 Şubat 2015
115 Ceza Hukukunun Genel Prensipleri 14 Şubat 2015
116 Kur’ân’da Ruh Kavramı 7 Şubat 2015
117 İcmanın Delilleri ve Değerlendirilmesi 24 Ocak 2015
118 Fıkıh Müzakereleri | Ceza Hukukunun Genel Prensipleri 17 Ocak 2015
119 Nebiye Hakaretin Cezası 10 Ocak 2015
120 Noel ve Mevlid Kandili Kutlamalari 3 Ocak 2015
121 Kelime Oyunları ve Şeb-i Arus 27 Aralık 2014
122 Evlilik Nedeniyle Ortaya Çıkan Haramlık 20 Aralık 2014
123 Talak’ın Şarta Bağlanması 13 Aralık 2014
124 Kadının Boşanma Hakkı 6 Aralık 2014
125 Boşanmanın Hükümleri 29 Kasım 2014
126 Küçüklerin Evlendirilmesi 22 Kasım 2014
127 İslam Hukuku-Roma Hukuku Karşılaştırması 15 Kasım 2014
128 Beni Kureyza Yahudileri ve Esirlerin Öldürülmesi 8 Kasım 2014
129 İslâm Miras Hukukunda Kelâle 3 Kasım 2014
130 Batı Güdümlü İslam Anlayışında Kur’an Sünnet Algısı – 2 25 Ekim 2014
131 Batı Güdümlü İslam Anlayışında Kur’an Sünnet Algısı 18 Ekim 2014
132 İslam Alimlerinin Işid’e Gönderdikleri Mektubun Eleştirisi 11 Ekim 2014
133 Kurban İbadeti 27 Eylül 2014
134 Birbirimizden yardım istemek şirk midir? 9 Ağustos 2014
135 Nafile Oruç 2 Ağustos 2014
136 Zekat ve Fitre 26 Temmuz 2014
137 Kadir Gecesi 19 Temmuz 2014
138 Tarihi gelişimi ve Hükümleri Açısından İtikaf 12 Temmuz 2014
139 Yatsının Son Vakti 5 Temmuz 2014
140 Vakti Dışında Namaz, Süresinden Fazla Oruç 28 Haziran 2014
141 Bakara 187. Ayet Işığında Oruç İbadeti 21 Haziran 2014
142 Kimler Oruç Tutabilir 14 Haziran 2014
143 Orucun Tarihi ve Meşruiyeti 7 Haziran 2014
144 Ecel ve Şehitlik – Sorular ve Cevaplar 24 Mayıs 2014
145 Ecel ve Şehitlik 17 Mayıs 2014
146 Seferilik Mesafesi ve Müddeti 10 Mayıs 2014
147 Yolculukta Namaz – 2 26 Nisan 2014
148 Dinden Dönmek 19 Nisan 2014
149 Yolculukta Namaz 5 Nisan 2014
150 Namazı Terketmenin Hükmü 29 Mart 2014
151 Namazda Zikir 8 Mart 2014
152 Kadınların Cemaate Katılması 1 Mart 2014
153 Cemaatle Namaz – 2 22 Şubat 2014
154 Cemaatle Namaz 15 Şubat 2014
155 Sehiv Secdesi 8 Şubat 2014
156 Namazı Bozan Haller – 2 1 Şubat 2014
157 Namazı Bozan Haller 18 Ocak 2014
158 Cumanın Farzından Önceki ve Sonraki Sünnetler 11 Ocak 2014
159 Cuma Hutbesi 4 Ocak 2014
160 Cuma Namazı 28 Aralık 2013
161 Sünnet Namazları 21 Aralık 2013
162 Vitir Namazı 14 Aralık 2013
163 Teheccüd Namazı 7 Aralık 2013
164 Kur’an’da Melek ve Cin Kavramları – Sorular 23 Kasım 2013
165 Kur’an’da Melek ve Cin Kavramları – 2 18 Kasım 2013
166 Kur’an’da Melek ve Cin Kavramları 2 Kasım 2013
167 Cezanın Amacı Açısından Mağdur Hakları 26 Ekim 2013
168 Bayram Namazı ve Teşrik Tekbirleri 12 Ekim 2013
169 Tarihi, Amacı ve Ahkamı Yönüyle Kurban 5 Ekim 2013
170 Kur’an’da Münafıkların Durumu – 2 28 Eylül 2013
171 Kur’an’da Münafıkların Durumu 21 Eylül 2013
172 Günümüz İslam Dünyasının Problemleri 14 Eylül 2013
173 Bedel Hac – Doç.Dr. Servet Bayındır 7 Eylül 2013
174 Allah’ın Bilgisi ve Kader 24 Ağustos 2013
175 Mısırdaki Müslümanların Durumu 17 Ağustos 2013
176 Kadir Gecesi 3 Ağustos 2013
177 İmsak Tartışmaları 27 Temmuz 2013
178 Kutup Bölgelerinde İbadet Vakitleri 20 Temmuz 2013
179 Kader 19 Ocak 2013
180 Kıyamet Alametleri 22 Aralık 2012
181 Kur’an Sünnet Bütünlüğünde Kurban İbadeti 20 Ekim 2012
182 Kur’an Sünnet Bütünlüğünde Hac İbadeti 13 Ekim 2012
183 Faiz-Zekat İlişkisi 6 Ekim 2012
184 Namazların Birleştirilmesi 29 Eylül 2012
185 İslama Yönelik Saldırılar 22 Eylül 2012
186 Alternatif Bir Finansal Ürün Olarak Kira Sertifikaları(SUKUK) 15 Eylül 2012
187 Öğle ve İkindi Namazlarının Vakitleri 8 Eylül 2012
188 Yatsı Namazı Vaktinin Bitişi 1 Eylül 2012
189 Kur’an’a Göre Gelenek 25 Ağustos 2012
190 Bayram Namazı ve Fitre 18 Ağustos 2012
191 Televizyondan Kabe İmamına Uyulabilir mi? 11 Ağustos 2012
192 Ramazan Ayının İnsana Sunduğu Fırsatlar 4 Ağustos 2012
193 İmsak Vakti ve Seher – 2 28 Temmuz 2012
194 İmsak Vakti ve Seher 21 Temmuz 2012
195 Nesih, Kıblenin Değişmesi Örneği 23 Haziran 2012
196 İsra ve Miraç 16 Haziran 2012
197 Uydurma Hadisler – Harun Ünal 9 Haziran 2012
198 Sezaryen Doğum 2 Haziran 2012
199 Vahiy – Sünnet İlişkisi 26 Mayıs 2012
200 Nesih Kavramı 19 Mayıs 2012
201 Din ve Tıp Açısından Sünnet 14 Mayıs 2012
202 Din ve Müzik 5 Mayıs 2012
203 Hadislerin Kur’an’a Arzı 28 Nisan 2012
204 Türkiye’de Kutlu Doğum Etkinlikleri 21 Nisan 2012
205 Allah’ın Elçisini Doğru Anlamak 14 Nisan 2012
206 Kur’an Öncesi Mekke Toplumu 7 Nisan 2012
207 Faizsiz Bankacılğın Problemleri 31 Mart 2012
208 Hz.Muhammed’in(S.A.V.) Tebyin Görevi 24 Mart 2012
209 İslam ve Türk Medeni Kanunu(TMK) Miras Sistemlerinin Mukayesesi 17 Mart 2012
210 Kur’an’a Göre Tağut Kavramı 10 Mart 2012
211 Farklı İnançların Birlikte Yaşamasının Doğal Kuralları 3 Mart 2012
212 Kur’an’a Göre Resule İman, İtaat ve İttiba 25 Şubat 2012
213 Organ Nakli 18 Şubat 2012
214 Sebeb-i Nüzul Meselesi 11 Şubat 2012
215 Daru’l-Harbde Faiz 4 Şubat 2012
216 İftida 28 Ocak 2012
217 Talak (Boşanma) 21 Ocak 2012
218 Gayrimüslimlerle Evlilik 14 Ocak 2012
219 A’raf Ehli 7 Ocak 2012
220 Müminler Cehenneme Girecekler Mi? – 2 31 Aralık 2011
221 Müminler Cehenneme Girecekler Mi? 24 Aralık 2011
222 Çocukların Evlendirilmesi 17 Aralık 2011
223 İnanç Özgürlüğü 10 Aralık 2011
224 Evliliğin Denetlenmesi 3 Aralık 2011
225 Adetli Kadın Kur’an’a Dokunabilir mi? 26 Kasım 2011
226 Hz.İsa’yı(a.s.) Geri Getirmek İsteyenlerin Hedefi 19 Kasım 2011
227 Nebi ve Resul Kavramları 12 Kasım 2011
228 Kurban Bayramına Nasıl Hazırlanmalıyız? 5 Kasım 2011
229 İcma Delili ve Değerlendirilmesi 22 Ekim 2011
230 Vekaletle(Bedel) Hac 15 Ekim 2011
231 İhram Yasakları 8 Ekim 2011
232 Kadınların Yolcuğu 1 Ekim 2011
233 Kur’an ve Sünnet Işığında Hac İbadeti 24 Eylül 2011
234 Faiz Anlayışı 10 Eylül 2011
235 Bayram Namazı 27 Ağustos 2011
236 İmsak Vakti 20 Ağustos 2011
237 Teravih Namazı Konusunda Diyanet’e Cevap 13 Ağustos 2011
238 Oruç Tutamayanlar Ne Yapmalı? 6 Ağustos 2011
239 Güneşin Batmadığı Yerlerde Namaz Vakitleri 2 Temmuz 2011
240 Yatsı Namazının Vakti 7 Mayıs 2011
241 Allah’ın İndirdikleri İle Hükmetmeyenler – 2 30 Nisan 2011
242 Allah’ın İndirdikleri İle Hükmetmeyenler 23 Nisan 2011
243 Günahlarla İlgili Kavramlar – 2 2 Nisan 2011
244 Günahlarla İlgili Kavramlar 26 Mart 2011
245 Büyük Günahlar – 3 19 Mart 2011
246 Büyük Günahlar Nelerdir? 12 Mart 2011
247 Büyük Günah İşleyenlerin Durumu 5 Mart 2011
248 Ye’cüc ve Me’cüc 26 Şubat 2011
249 Dabbetü’l-Arz 19 Şubat 2011
250 Tarikatlarda Vesile ve Tevessül 12 Şubat 2011
251 Evliyanın Yardımı İle İlgili İddialar – 2 5 Şubat 2011
252 Kutuplarda Namaz Vaktinin Tespiti 29 Ocak 2011
253 Evliyanın Yardımı İle İlgili İddialar 22 Ocak 2011
254 Kâlû Belâ Olayı Hakkında Sorulan Sorular – 2 1 Ocak 2011
255 Kâlû Belâ Olayı Hakkında Sorulan Sorular 25 Aralık 2010
256 Mehdi İnancı 18 Aralık 2010
257 Kur’an’a Göre Zekat Oranları 4 Aralık 2010
258 Artan Malı İnfak Etme 27 Kasım 2010
259 Vitr Namazı 13 Kasım 2010
260 Bayram Namazları 6 Kasım 2010
261 Sehiv Secdesi – Mukayeseli Fıkıh Dersleri 30 Ekim 2010
262 Kurban İle Alakalı Sorular 23 Ekim 2010
263 Hac Farklı Aylarda Yapılabilir mi? – Fıkıh Dersi 9 Ekim 2010
264 Başkasının Yerine Hacc Yapmak 2 Ekim 2010
265 Hilal İle İlgili Sorulan Sorular 25 Eylül 2010
266 Cariyeler İle İlgili Sorulan Sorular 18 Eylül 2010
267 ORUÇ BOZMANIN CEZASI 4 Eylül 2010
268 Zekat 28 Ağustos 2010
269 İmsak ve Yatsı Vakitleri – 2 21 Ağustos 2010
270 İmsak ve Yatsı Vakitleri 14 Ağustos 2010
271 İsra ve Miraç -2 10 Temmuz 2010
272 İsra ve Miraç -1 3 Temmuz 2010
273 İcma’a Delil Getirilen Hadisler 26 Haziran 2010
274 İcma 19 Haziran 2010
275 Başörtüsü ve Örtünme 12 Haziran 2010
276 Mezheplerin Tutarlılığı 29 Mayıs 2010
277 Asabe Siyaset İlişkisi (Kızın Çocuklarının Mirasçılığı Örneği) 22 Mayıs 2010
278 Kur’an’ı Açıklama Usulü 15 Mayıs 2010
279 Kartepe Programı Değerlendirme 5 Mayıs 2010
280 Abdestte Ayakların Mesh Edilmesi 24 Nisan 2010
281 Hudeybiye’den Geri Kalanlar 13 Nisan 2010
282 Peygamberimizin Zeynep (ranha) ile Evliliği 3 Nisan 2010
283 Bedir Savaşı 20 Mart 2010
284 Kur’an Sünnet Bütünlüğü: Allah’ın İzni Meselesi 13 Mart 2010
285 Vahiy Çeşitleri 6 Mart 2010
286 Kadınların Özel Halleri 11 Şubat 2010
287 Kur’an’a Göre Zekat Nispeti 6 Şubat 2010
288 Vahy-i Gayr-i Metlüv’e Dair Getirilen Deliller -1 30 Ocak 2010
289 Iskat (Ölen Kimseyi İbadet Borçlarından Kurtarmak) 16 Ocak 2010
290 Dini Tebliğ ve Uygulamada Cebrailin Rolü -2 2 Ocak 2010
291 Dini Tebliğ ve Uygulamada Cebrail’in Rolü 26 Aralık 2009
292 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Kurban 21 Kasım 2009
293 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Kıble Meselesi -2 14 Kasım 2009
294 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Kıble Meselesi -1 7 Kasım 2009
295 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Kur’anı Anlama 31 Ekim 2009
296 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Yolculukta Namazin Kısaltılması Örneği 24 Ekim 2009
297 İsa Aleyhisselam Tekrar Gelecek mi? -2 17 Ekim 2009
298 İsa Aleyhisselam Tekrar Gelecek mi? 1-1 10 Ekim 2009
299 İsa Aleyhisselam Tekrar Gelecek mi? 1-2 10 Ekim 2009
300 Hanefi Mezhebinin İçki ile İlgili Görüşleri -1 3 Ekim 2009
301 Hanefi Mezhebinin İçki ile İlgili Görüşleri -2 3 Ekim 2009
302 Mirasta Avliye Meselesi -1 26 Eylül 2009
303 Mirasta Avliye Meselesi -2 26 Eylül 2009
304 Kasten Orucu Bozanın Cezası -1 12 Eylül 2009
305 Kasten Orucu Bozanın Cezası -2 12 Eylül 2009
306 Oruç Keffareti -2 29 Ağustos 2009
307 Oruç Keffareti -1 29 Ağustos 2009
308 Adetli Kadının Orucu -1 22 Ağustos 2009
309 Adetli Kadının Orucu -2 22 Ağustos 2009
310 Hastaların Orucu -1 15 Ağustos 2009
311 Hastaların Orucu -2 15 Ağustos 2009
312 Namazda Örtünme / 2-1 8 Ağustos 2009
313 Namazda Örtünme / 2-2 8 Ağustos 2009
314 Namazda Örtünme / 1-1 1 Ağustos 2009
315 Namazda Örtünme / 1-2 1 Ağustos 2009
316 Kur’an’da Örtünme -1 18 Temmuz 2009
317 Kur’an’da Örtünme -2 18 Temmuz 2009
318 Gayrimüslimlerle Evlilik -1 11 Temmuz 2009
319 Gayrimüslimlerle Evlilik -2 11 Temmuz 2009
320 Müşriklerle Evlilik -1 4 Temmuz 2009
321 Müşriklerle Evlilik -2 4 Temmuz 2009
322 Ehli Kitap ve Müşrikler -1 27 Haziran 2009
323 Ehli Kitap ve Müşrikler -2 27 Haziran 2009
324 Hayvan Kesimi / 2-1 20 Haziran 2009
325 Hayvan Kesimi / 2-2 20 Haziran 2009
326 Hayvan Kesimi -1 13 Haziran 2009
327 Hayvan Kesimi -2 13 Haziran 2009
328 Helal Gıda ve Jelatin Konusu -1 6 Haziran 2009
329 Helal Gıda ve Jelatin Konusu -2 6 Haziran 2009
330 Nafile Namazlar -1 9 Mayıs 2009
331 Nafile Namazlar -2 9 Mayıs 2009
332 Vitir Namazı -1 2 Mayıs 2009
333 Vitir Namazı -2 2 Mayıs 2009
334 Kur’an’ın Genel Açıklaması -1 25 Nisan 2009
335 Kur’an’ın Genel Açıklaması -2 25 Nisan 2009
336 Namazın Mekruhları -1 11 Nisan 2009
337 Namazın Mekruhları -2 11 Nisan 2009
338 Namazı Bozan Şeyler -1 4 Nisan 2009
339 Namazı Bozan Şeyler -2 4 Nisan 2009
340 Namazda Konuşmak -1 28 Mart 2009
341 Namazda Konuşmak -2 28 Mart 2009
342 Namazda Abdestin Bozulması / 2-1 21 Mart 2009
343 Namazda Abdestin Bozulması / 2-2 21 Mart 2009
344 Namazda Abdestin Bozulması / 1-1 14 Mart 2009
345 Namazda Abdestin Bozulması / 1-2 14 Mart 2009
346 Namazda İmamlık / 3-1 28 Şubat 2009
347 Namazda İmamlık / 3-2 28 Şubat 2009
348 Namazda Saf Düzeni -1 21 Şubat 2009
349 Namazda Saf Düzeni -2 21 Şubat 2009
350 Namazda İmamlık / 2-1 14 Şubat 2009
351 Namazda İmamlık / 2-2 14 Şubat 2009
352 Namazda İmamlık / 1-1 7 Şubat 2009
353 Namazda İmamlık / 1-2 7 Şubat 2009
354 İmamın Arkasında Kıraat -1 24 Ocak 2009
355 İmamın Arkasında Kıraat -2 24 Ocak 2009
356 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 4-1 17 Ocak 2009
357 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 4-2 17 Ocak 2009
358 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 3-1 10 Ocak 2009
359 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 3-2 10 Ocak 2009
360 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 2-1 3 Ocak 2009
361 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 2-2 3 Ocak 2009
Kuran Dersi Canlı Yayın