Abdulaziz Bayındır: “Ve men salla rekaten minel zuhri summe in hiftetea asra ettatavva fekad nekada zuhru” öğlen namazından bir rekat kılmış, sonra ikinci rekatta ikindiye başlamış. Yanlız bu “in ifteteha”da sanki tekbir alarak başlamış gibi anlaşılıyor ama öyle değil. İçindn öyle niyet etmiş. İkinci rekatta ikindiye niyet etmiş yada bir nafileye niyet etmiş. Öğlen namazı bozulur diyor. “Ve ennehu sahra şuruihi fi gayrihi fe yahruc anhu: çünkü bir başka namaza girmesi sahih olmuştur, o namazdan çıkar”. Doğru mu bu? Olur mu gerçekten böyle. Bir namaza girmek için iftitah tekbiri farz değilmiydi? Burada iftitah tekbiri falan yok.
Enes Hoca: Bu “summe inhiftetea asra” “hiftetehu” “hiftetau sani” yani o öğlen namazı nasıl girmişse ikindide de o şekild girmiş.
Abdulaziz Bayındır: Öyle değil bak. Şimdi aşağısını okuduğun zaman öyle olmadığı anlaşılıyor. “Ve lev hiftetea zuhra bade ma salla min ha rekaten fe hiye” senin dediğin gibi olsa tekrar tekbir alıp şeye başlayacak olsa öğlen namazının da bozulması gerekir. “Ve yeticezzeu bi tilkel rekea”bu rekatla o namaz, yani öğlen namazının cüzü oluşmuş olur, cüzünden bir parça olur. Yani ikinci rekatı olur. “Le ennehu neve şurua” diyor “fi ayni ma huve fihi fe lekad niyetuhu ve vakiel memiyu ala alihi” sıra sadece niyette.
Muhammed: 03:10-03:19 duyulmuyor.
Abdulaziz Bayındır: Hayır. Şimdi zaten öbürnden çıkmış olur. Allahuekber diye başlarsa problem yok. Şimdi aynı şeyi öğlen namazında da birinci rekatı kıldı sonra namaza yeniden başlamak niyetiyle Allahuekber dedi. “Subhaneke Allahumme ” ve devam ediyor. Yani burada sadece niyet var, iftitah tekbiri falan yok. Onun, için burada niyetten bahsediyor başka bir amelden bahsetmiyor. Hatta niyeti lafzen yaparsa namazı bozulur diye de var bu şeyin şerhinde. Bak ne demiş Fethulkadir’de “ve mağluven en nehaze iza lem yelfaz bi lisanihi fe in kele lebeyten li salliye fesedetil ula ve sarihan müste’nifen el mevniyete saniye mutlaka”, burada o “ifteta” demesi tekbir aldı manasına değil, “tekbera” demiyor.
Enes Hoca: Burada da şöyle bir şey var: “ve fel hulaseti haza illa nevai kalbihi emma bade lisanihi bi en kaledna nusalliye zuhra in tekaze maaşaallah vela yuziun tilke rekat” diyor.
Abdulaziz Bayındır: Tamam işte. Bak yani niyet bazında var. Yoksa birinci rekatı bırakmış, yeniden bir rekata niyet edip iftitah tekbiri almış başlamış falan: öyle anlaşılmıyor bu ibareden. Bunlar zaten olacak şey değil. Şimdi gene, namazda niyetin yeri namazın başlangıcıdır. Yaki içinde iftitah tekbiri olmamış falan, bunlar arada başka bir şeye niyet etmiş bu onu bozmaması lazım. Yani çünkü niyet amele mukabil olmadıktan sonra hiç bir şey ifade etmez. Şu anda oruca niyet edin, bir taraftan çay için bir taraftan oruca niyet edin. Zarf o iş için müsait değil. Durum müsait değil. Orada zaten bir namaz kılıyorsun,baştan niyet etmişsin. O namazı tamamen bırakıp da ikinci bir namaza başlamadıktan sonra o namaz devam ediyor demektir. Aradaki niyetlerle o değişmez ki. Niyet ettiğini kabul et, onu lağv kabul edeceksin, başladığı namaz devam ediyor diyeceksin. Bir de aslında-daha önce de konuşmuştuk-niyet konusunda Peygamber(sav)’in söylediği bir söz var. O da diyor ki; “innemel amalu bin niyet” diyor. Ameller niyetlere göredir. “Ve li kullin manava”. Şimdi Peygamberimizin bütün söylediği bu. Ameller niyetlere göredir. Peki amel ne? Şimdi C.Hakk diyor ya “salate kanet alel mu’minine kitaben mevkuta” şu vakit içerisinde şu namazı kıl demiş. Sen orada dört vakit namaz kıldıysan Allah’ın emrini yerine getirmişsindir. O vakit içerisinde, mesela öğle vakti içerisinde kılman gereken dört rekatlık namaz vardır. Onun niyeti falan belli. Namaz kılma niyetiyle kılarsan o tamamdır. Çünkü Allah’ın emrettiği o. Sen kendin dersen ki; o farzdan önce Peygamber(sav)’in tavsiye ettiği şu sünneti kılayım dersen, nafileyi kılayım dersen esas ona farklı bir niyet gerekir. Çünkü “memurun bih” olanın dışında bir şey ortaya koymaya çalışıyorsun. O zaman tayin, farza gerekmez. Farzın dışındakine gerekir. Ama şimdi bizimkiler işi tamamen bozdukları için kaza namazlarına fetva vermişler, niyeti çok değişik şekillere getirmişler. Şuna şöyle niyet edeceksin, buna böyle niyet edeceksin demişler. Ondan sonra niyettede tayin şarttır demişler.
Enes Hoca: Bu namazın adı altında başka bir namaz kılmak şey ya, kaza namazı kılınması caizdir.
Abdulaziz Bayındır: İşi bozmuşlar o zaman yani. İşi bozmuşlar. Bilmiyorum söylediğim yanlış mı? Bir kere kaza namazı yok. O çok açık ve net. Niyette tayin nerede gerekir? Şu olur: bir adam unutmuş olur, unuttuğu namazı kılıyordur. Tabiki unuttuğu namazla ilgili niyet olması lazım. Çünkü o vakit normalde o namazın vakti değil. Unuttuğunuz için o namazın vakti oluyor yada uyuyakaldığınız için o namazın vakti oluyor. Tamam. Ama ben sabahleyin zaten iki rekat kılmam gerekiyor. Ben camiye sabah namazının farzını kılmak için gitmişim, orada niyet etmeme falan gerek yok. Ben zaten niyet etmişim de gitmişim.
Mehmet Hoca: Burada çok basit bir anlaşılma zorluğu var. Mesel dediğiniz gibi insan camiye gideken namaz kılmak için gidiyor. O zaten niyettir.
Abdulaziz Bayındır: Ve o vaktin namazıdır zaten.
Mehmet Hoca: Gerek yok dediği zaman yani bilmiyorum, benim kafam biraz karışık o konuda. Yanlız zaten niyet yani. Niyet olduğu için..
Abdulaziz Bayındır: İşte ben de o senin kafanda olanı söylüyorum. Bizim ulemanın dediği o değil. Gerçi hanefiler öyle diyorlar. Adam namaza camiye giderken zaten namazı kılmak için gidiyor. Başka zaman gitmiyordu ki.
Mehmet Hoca: Sabahleyin kalkarken insan şey değil ki..
Abdulaziz Bayındır: İşte söylediğim bu yeter. Başka bir şeye gerek yok.
Mehmet Hoca: O zaman niyete gerek yok değil de, ayrıyetten yani bizzat..
Abdulaziz Bayındır: Zaten manası o dur onun.
Abdurrahman Yazıcı: Biraz evvel dediniz ki; niyet amele mukarin olmalı.
Abdulaziz Bayındır: Amelsiz niyetin hiç bir anlamı yok. Hem amele mukarin demedim, amele uygun olması tabiki mukarin. Nedir mukarin? O vakit içerisinde sabah namazı sabahleyin tan yerinin ağarmasından güneş doğmasına kadar iki rekat namaz kılman lazım. Sen de o namazı kılma kararı ile, içinde öyle bir karar vermişsin. Gitmişsin Allahuekber diye durmuş, kılmışsın bitti. Zaten abdest alman başlı başına bir niyettir. Kalkıyorsun, kıbleye dönüyorsun, tekbir alıyorsun, bunlar niyet değilse hangi şey niyet olacak yani.
Enes Hoca: O namazı kıldığının şuuru içerisinde.
Abdulaziz Bayındır: O işin şuuru içerisindesin. Yani senin dediğinle muhalif bir şey değil bu. Ama kitaplarda biz böyle okumuyoruz. Söylemek istediğim o. Adam gidiyor, öğlen namazını camide kılıyor, ondan sonra arkasından diyor ki; ya bak niyet etmemiştim diyor. Niyet etmemişsen senin burada ne işin var? ”
Abdurrahman Yazıcı: Bir şeye niyetin mukarin olmadı bana göre kişinin ruhen de ona hazır olması..
Abdulaziz Bayındır: Zaten hazır. Abdest almış, buradan oraya kadar gitmiş, ondan daha iyi hazırlık olur mu?
Abdurrahman Yazıcı: Oraya gidene kadar selamun aleykum, nasılsın falan bir sürü şeyler..
Abdulaziz Bayındır: Olsun canım. Ama adamın niyeti. Bak şimdi bu adam ne zaman niyetini bozar? Camiye giderken başka tarafa dönerse. Ya camiye gitmeye niyetim vardı ama vazgeçtim.
Mehmet Hoca: Camiye gitmiş namazını kılmamaış o zaman bozulur.
Abdulaziz Bayındır: O zaman niyetini bozmuş olur. Zaten hedefine doğru gidiyor adam, niyeti tamam. Arada istediği kişiyle selamlaşsın konuşsun farketmez. Hatta der ki beni fazla meşgul etme camiye gidiyorum der mesela. Burada niyette tayin farz için değil farzın dışında, çünkü Allah’ın istediği olmadığı için farzın dışında eğer nafile kılmak istiyorsa onunla ilgili niyet etmesi lazım.
Enes Hoca: Zaten sünnetleri kılan henüz farzı kılmamış olana namaz kıldın mı diye sorduğunda farz kılmadım diye cevap veriyor.
Abdulaziz Bayındır: Ben daha kılmadım diyor. Çünkü asıl niyeti o değil.
Enes Hoca: Asıl niyetinde onun olduğu belli zaten.
Mehmet Hoca. Doğru, kılmadım diyor.
Abdurrahman Yazıcı: Mesela öğleni kılmış ilk vakitte. Ama daha sonra işte aklında unutmuş, nafile kılacak. Kılıyor hatta, hatırladı. Nafileyi zihninden..
Abdulaziz Bayındır: Farketmez. Neye niyet edersen kılmışsın bir kere, namazı bitmiş. O ikinci namaz zaten nafiledir.
Katılımcı: Bazen de şöyle oluyor: öğle namazına gidiyoruz camiye ama aklımızda ikindi kılıyorum gibi düşünce oluyor.
Abdulaziz Bayındır: Farketmez. İsterse yatsıyı kılmaya niyet et hiç önemli değil. Çünkü o vakit başka bir namazın vaktine müsait olmadığı için ister istemez odur. Yani sen akşam yemeği niyetiyle öğle yemeği yesen akşam artık karnın acıkmaz mı? Kıyas yemek kıyası.
Enes Hoca: Hafısınzanda nafile kılacağına niyet etse aynısı olur.
Abdulaziz Bayındır: İşte aynen öyle. Çünkü o vakit başka namaza müsait değil. Sen namaz kılmaya niyet ettin, senin aklından yatsı geçmiş; yeter ki o namazın rekatları dörtse dört kılarsın, ikiyse ikü, üç ise üç kılarsın o kadar. Zaten Peygamber efendimiz bu işi o kadar güzel halletmiş ki “sallu kema reytumu yusalli” demiş, hiç fazla detaya girmemiş. Detaya girdikçe sıkıntı doğuyor. Vesvese ortaya çıkıyor.
Mehmet Hoca: Almanlar da işin detayında şeytan var diyormuş Mustafa Bey dedi.
Abdulaziz Bayındır: Mustafa Bey içerde. Zaten vesvese şeytanın vesvesesi değil mi? Peygamber(sav) de bu konuda uyarıyor. Çünkü ne kadar detaya girersen, bir çok kimse abdest alamıyor banyodan çıkamıyor. Çünkü sen kitaba yazmışsın; iğne ucu kadar kuru kaldığı zaman olmaz diye yazmşsın. Adam da cünüp olarak dolaşırım korkusuyla. Sen niye böyle yazıyorsun? Allah öyle bir şey demiyor, Peygamber demiyor yani. Sen bunu niye yazıyorsun?
Mehmet Hoca: Sonu gelmez bazı şeylerin.
Abdulaziz Bayındır: Gelmiyor zaten. Bunlar da bak, bu kadar şeyi niye yazmışsın. Ya namaz ile ilgili yazacağın en fazla iki sayfalık bir şeydir. İki yıldır, belki daha fazladır okuyoruz okuyoruz, daha hala namazın bir bölümündeyiz. Aslında bunu bitirip de tekrar namaza başlamamız lazım. Ama kurandan ve sünnetten. Onun şeylerini ortaya koymamız lazım. Bunu isteyenler yok şimdi. Servet ısrarla istemişti bu dersi, o yok. Hamdi istemişti, yok. Başka kim istemişti? Bunlar yok yani. Onlar gelmiyorlar ama biz devam ediyoruz.
Enes Hoca: Biz istemedik.
Abdulaziz Bayındır: Biz istemedik. Ben de şahsen bu dersi okumaktan da pek hevesli değilim yani. Her defasında bu kadar yanlışları tekrarlamanın bir anlamı yok ki.
Abdurrahman Yazıcı: Mukayese iyi oluyor Hocam diğer mezheplerle birlikte.
Abdulaziz Bayındır: Bak Abdurrahman istiyormuş.
Yahya Şenol: Ben de Abdurrahman’a katılayım bari.
Abdulaziz Bayındır: Tamam katıl. Fakat her defasında bunların hatalarını tekrarlamanın da bir anlamı yok. Doğruları söylemek lazım, yanlışları değil. Şu anda mesela benim şahsen bildiğim kadarıyla doğru dürüst bir namaz kitabı yok. Hadislerde namaz diye kitaplar şey yapmışlar. Bütün rivayetleri almış yada rivayetler arasında bir mantık kuramamış ilişkiler. Kuranla hiç bir ilişki kurulmamış namaz konusunda. Burada asıl yapmamız gereken o. Çok kısa sürede ve çok daha verimli olur.
Katılımcı: Sabırla onu bekliyoruz onu hocam bir hareket yok.
Abdulaziz Bayındır: Bende nerede kaldı diye düşünüyordum Mustafa Bey diye. Çok gerilerde kalmışsın, ondan öyle. Evet şimdi bizde Hidaye’yi okumak bayağa bir şan şeref sayılır. O bakımdan, dışarıya çıkar ben Hidaye okudum dedin mi, ooo. Ondan dolayı yani bu işin şeyi var. “Ve iza karael imamu minel mushaf” mesela çok gereksiz şeyler bunlar. Son derece gereksiz ifadeler. “İmam mushaftan okursa”,”fesedet salatuhu: namazı bozulur”. Bunu yazmanın anlamı ne? Niye bozulsun?
Mehmet Hoca: Bozulduğunu düşünenler olduğu için .
Abdulaziz Bayındır: Bunlar böyle dediği için millet düşünüyor. Demese kimsenin aklına bile gelmez namazın bozulması.
Muhammed: Ama öyle sorular soruluyor.
Abdulaziz Bayındır: İnsanlar niye soruyorlar biliyormusun Muhammed? Bu kitaplarda okuduğu için yada bu kitapları okuyanları dinledikleri için soruyorlar.
Mehmet Hoca: Peygamber(as) döneminde mushaf şeklinde olmadığı için, daha sonra kitap haline getirilmiş. Acaba o zaman zihninden okuyordu şimdi kitaba baktın mı ne olur?
Abdulaziz Bayındır: Bakalım gerekçesi ne ona bakalım. Asıl mesele o. “Ve iza karael imamu minel mushafi fesedet salatuhu: imam mushaftan okursa imamın salatı bozulura”. Cemaat okursa değil, imam okursa diyor. Gerçi şu anda imamet bölümündeyiz ya. Tabi imamın namazı bozuldumu cemaatinki de ister istemez bozuluyor. “İnde Ebi Hanife: Ebu Hanife’ye göre”,”rahimehullah”. “Ve kala: onun iki talebesi” Ebu Yusuf ve Muhammed demişler ki; bütün namazı tamamdır. “Le enneha ibadetun imdafe ila ibadetin uhra: çünkü kuranı okumak ibadettir, bir başka ibadete eklenmiştir”. Bu ibare doğru mu?
Enes Hoca: Doğru.
Abdulaziz Bayındır: Yok yok, ibadet sayılması?
Abdurrahman Yazıcı: Namazda okunması ibadettir.
Abdulaziz Bayındır: Kuran okumak ibadet mi? Kurana uymaktır ibadet olan.
Yahya Şenol: Tilavet kuran okumayı da gerektirmiyor mu? Tamam, peşinden gitmek ama. Onu da kapsıyor ama ondan daha geniş.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi bu, tamam dediğin doğru da yani şey olarak Müzzemmil suresiyle ilgilendirdiğin zaman, her müslümanı günde mutlaka kuran okuması Allah’ın emri. Bu da ibadet. Okuyacak ve düşnecek, uymaya çalışacak falan. Fakat bizim bu ulemanın gündeminde böyle bir olay yok. Dolayısıyla bunların kuran okumak ibadettir ifadeleri farklı bir ifade oluyor. Yani oradan kaynaklanmıyor.
Yahya Şenol: Namazdayken okumak farz kabul ediyor. Namaz dışında kuran okumak sünnet, dinlemek farz.
Abdulaziz Bayındır: o da “fe ansitu” emrinden dolayı diyor, halbuki o da namazla alakalı.
Yahya Şenol: Halbuki okmanın da farz olması lazım. Her zaman, namaz dışında.
Abdulaziz Bayındır: Namaz dışında da, yani herkes her gün okumalı. Bir ayet de olsa okumalı. Ama o bizim ulemanın gündeminde yok. Gündeminde olmayınca bunu buraya yazmaları kendileri açısından çelişkili.
Yahya Şenol: Namazda yapılması ibadet ya.
Abdulaziz Bayındır: Peki namazda yapılması ibadetse. Bak burada da bir şey var. Adam zaten kuranı okuyor.
Yahya Şenol: Ama bakarak okuyor.
Abdulaziz Bayındır: Evet. “İlla ennehu yukrahu”
Enes Hoca: Kurana bakmak mı ibadet oluyor. Ezberden okuyabilir.
Abdulaziz Bayındır: Hayır, namazda zaten kuranı okuyor. O ibadet, o ibadete eklenmiştirin anlamı ne?
Haşim: Farklı bir ibadet değil, değil mi hocam?
Abdulaziz Bayındır: Farklı bir ibadet yok burada yani.
Yahya Şenol: Bakarak okumak.
Enes Hoca: İbadete ibadet eklenmesi, sadece bakılması. Okumak bakmaya eklenmiş.
Abdulaziz Bayındır: Bakmak ibadet mi?
Enes Hoca: Öyle diyor.
Abdulaziz Bayındır: Ele almak mı ibadet. Çok acayip bir mntık bu yani. Nasıl mantık? O ibadet, o ibadete eklenmiş? Zaten kıraat ve zikir namazın esası değil mi? Zikir namazın esası.
Mehmet Hoca: İbadetin ibadete eklenmesi, ibadetin iptal olmasına neden olmaz ki.
Abdulaziz Bayındır: Hayır.
Mehmet Hoca: O zaman namaz kıldığın zaman hac iptal olması gerekir.
Abdulaziz Bayındır: Yok yok. Burada eklenen hangi ibadet? Kıraat. Namazda adam eline almış kuranı kerimi okuyor, kuranı kerimi niye okuyor namazda? Kuran okumuş olmak için mi okuyor? Yoksa namazda kıraat emrini yerine getirmiş olmak için mi?
Mehmet Hoca: Namazdaki kıraat emrini yerine getirmek için kuran okumak.
Abdulaziz Bayındır: Namazdaki kıraat emrini yerine getirmek için okuyor ki, say ki öyle yapıyor. O zaman bu namazın ibadeti. Hangi ibadete ekliyor bunu.
Abdurrahman Yazıcı: Kılınanı belirtme olması sebebiyle sebebiyle.
Abdulaziz Bayındır: Hayır, bunun ifadesi o. Bunun ifadesi o. O başka. O Ebu Hanife’nin şeyi.
Enes Hoca: “İbadetin indafe in lemed la ibadetin ve hiye nazeru hil mushaf” demiş
Abdulaziz Bayındır: Mustafa bak, bak ibadet.
Enes Hoca: “Bakmak” değil.
Abdulaziz Bayındır: Ne demek “nazaru”?
Enes Hoca: Nazar olması.
Enes Hoca: Kurana bakmak ibadet, okumak ibadet. İkisi birlikte olmuştur. O şekilde oluyor.
Abdulaziz Bayındır: Başka bir çözüm bulamadığı için öyle. Mantıksız bir ifade bu. Anlamsız bir ifade. Kurana bakmak da bir ibadet, onu ibadet sayıyor. Onu ona eklemiş oluyor. Alan adam kurana bakmak için mi alıyor?
Enes Hoca: O zaman o ibadetin dilinin de kuran..
Abdulaziz Bayındır: Delili ne kurana bakmanın ibadetinin?
Mehmet Hoca: Kurana bakmak ibadettir diyebilir. Çünkü dolaylı olarak mesela namaz kuranı aldığı, ibadeti yerine getirmek için aldığına göre ibadet sayılır.
Abdulaziz Bayındır: Hayır, bakmaya ayrı bir ibadet diyor kıraatın dışında bir ibadet sayıyor. Çünkü ibadeti ibadete ekleyecek ya. Yani okumadan da bakmak kurana bir ibadet olacak.
Enes Hoca: Normalde namazın dışında bir ibadet sayılması gereken bir iştir. Sonra ikisini cem ediyor.
Abdulaziz Bayındır: Çok mantıksız bir ifade bu. Her defasında bunlarla uğraşmayalım. Bundan sonra kuralı değiştirelim gerçekten. İnsanın canını sıkıyor. Dinleyenlerin de canını sıkıyor. Bazıları bu Ebu Hanife, bu zatları dedin mi öylesine kutsallaştırıyor ki, onların bu kutsallarına dokunduğun zaman millet hop hop hopluyor. “İlla ennehu yukrahul” diyor. Ebu Hanife’nin iki talebesi namazı tamamdır ams yaptığı iş mekruhtur diyor. Kurana bakmak ibadetse niye mekruh sayıyor ki? Tamam olmadı ki işte bak. “Teşebbuhum bi saniye ehlil kitab” kuranı eline almak, kurana bakmak: bunu ayrı bir ibadet dediğine göre, ayrı bir ibadetse, mecburen alacaksın eline yani. O zaman hiç eline almaman lazım. Ehli kitaba benziyorsun diye.
Mehmet Hoca: Ehli kitap namaz kılarken namazında tutuyor ya elinde kendi kitabını. Şimdi namaz kılarken demek istiyor herhalde.
Abdulaziz Bayındır: Tamam güzel de işte, ibadeti ibadetle evet, neyse.
Muhammed: İbadete vesile olan kişi ibadet etmiş olmaz mı?
Abdulaziz Bayındır: Müstakil bir ibadetmidir abdest almak? Kıbleye dönmek başlı başına bir ibadet midir?
Muhammed: Ama camiye gitmek namaz kılmak için, o da bir ibadet.
Abdulaziz Bayındır: O gitmek ibadet değil canım. Orada namaz kılmaktır ibadet olan.
Abdulaziz Bayındır: Onun için yaptığın gayretin şeyidir. Yani o namaza gittiğin için ibadet oluyor.
Muhammed: İbadet o şekilde şey yapsak.
Abdulaziz Bayındır: Bu kitaplardaki ibadet algısı o değil ama.
Mehmet Hoca: Ama burada onun ibadet olup olmayacağını değil de daha çok, niye bir ibadet ikinci bir ibadete eklenince bozuluyormuş?
Abdulaziz Bayındır: Hangisi ikinci ibadet meslesi orada söz konusu.
Mehmet Hoca: İki ibadet birbirine eklendiği zaman niye bozuluyormuş?
Abdulaziz Bayındır: Bozulmaz diyor, bozulur demiyor.
Abdulaziz Bayındır: Neyse devam edelim de bu her defasında bunların şeyleriyle uğraşmayalım. “Ve li Ebi Hanifete rahimehullahu: Ebu Hanife’nin delili şudur” dayandığı delilleri şu: “enne hamnel mushafi vn nazara fihi ve takliben evraki ameli kesir” onun dediği: kurana bakıyorsun, kuranı tutuyorsun, yapraklarını çeviriyorsun. Bu ameli kesirdir ve namazı bozar. Bunun bir delili olamaz. Peygamber(sav) işte çocuğu sırtına yükleniyor, secdeye vardığı zaman bırakıyor, secdeden kalkışta tekrar yükleniyor. Ve bunların söylediklerinden çok daha fazlasını yapıyor ve namazına bir şey olmuyor. Kaldı ki bu insan namazını ıslah için o kuranı alıyor. Mesela diyelim ki bir sayfa kuran okumak istiyor namazda, iki sayfa okumak istiyor. Peygamberimiz(sav) namazı kuran eğitiminin bir vasıtası da yapmış. Uzun uzun kıraatlerde bulunmuş. İşin o tarafı hiç düşünülmüyor. “Ve le ennehu telekkunun minel mushafi: mushaftan bilgi almalıdır bu”. “Fesareke ma iza telekkale bi gayri: başkasından bilgi almış olması gibi”. E siz şimdi cemaat olarak imamı dinliyorsanız, imaamın okuduğu kurandan bilgi almıyormusunuz? Böyle bir mantık olur mu?
Mehmet Hoca: Geçende dedi ya o: başka birinden..
Abdulaziz Bayındır: Haa! Dışardan alırsa. Ama bu insan değil ki, Allah’ın kelamı. Dışarıdan almıyorsun ki sen kendin alıyorsun. Onun ayrı bir şahsiyeti yok ki.
Enes Hoca: Onun gibi oluyor diyor. Tam o değil de onun gibi.
Abdulaziz Bayındır: “Telakkunun” “telakku” demedi.
Enes Hoca: “Kema iza telaktunun”.
Abdulaziz Bayındır: “iza telekkele bi gayrihi”, orada olduğu gibi yani. “Ve ala haza bi farkı beynel mevdui vel mahmul: mesele bu ise, ister yere koy ister elinde taşı farketmez”. Eğer bilgi alma meselesiyse, karşı tarafa da koysan hatta geçen hafta söylüyordunuz: şimdi bu elektronik aletlerle gözlükte yada karşıdaki levhada ayetler geçiyor, sen de oradan okuyorsun. Ona da olmaz demiş oluyor, demiş olması gerekir diyor. Bunu da gerektirir. “Ve alel evveli yeftelikan” tani birinciye göre düşünürseniz ikisinin aradında fark vardır. Eğer söylediği mushaf taşımak, bakmak, evrak çevirmek, bundan dolayı ameli kesir vardır namaz bozulur diyorsa başka, okuduğundan bilgi almak diyorsa bu başka. “Velev nazara ila mektubin ve fehimehu fes sahihu ila tefsudu salatuhu” adam namaz kılarken şurada bir yazı görse, o yazıyı da anlasa namazı bozulmaz. Sahih olan o dur diyor. “Bil icma”. Bil icma dediği: Hanefilerin icmasıyla yani. Hanefi mezhebi içerisinde. “la hilafin ma iza halefe la yakrahu kitabe fulanin haysu yahnesu bil fehmi” falancanın yazdığını okumayacağım diye yemin etse, namazda yada herhangi bir durumda..
Mehmet Hoca: Bakmış,
Abdulaziz Bayındır: Bakmış ve anlamışsa o zaman yemini bozulmuş olur diyor. “İnde Muhammedin imamullah: İmam Muhammed’e göre. “Yannel maksude hunelikel fehumu: çünkü okumayacağımdan maksat anlamayacağım demektir”. “Emma fesadu salati fe bil ameli kesir ve lem yuced” namazın bozulması ameli kesirledir Ebu Hanife’ye göre. O da olmamıştır diyor.
Mehmet Hoca: Şimdi bir adam filan kitabı okumayacağım diye yemin ettiyse mesela. Türkçe kitap, başka dile çevrilmiş. Ona anlamıyor okuduğu zaman. O zaman nasıl olur.
Abdulaziz Bayındır: Bu tip şeylerde örfe bakmak lazım! Bunlar bakun yani, hadislerden delil almaya kalktığımız zaman bunların dediklerine hiç bir şekilde uymuyor hadisler.
Yahya Şenol: O hani son şeylere göre, gözlükte yada camda yansıması namazın adabına uygun değil mi? Hani şu an mesela siyasilerin önünde cam var, orada bütün konuşma metni yazıyor.
Abdulaziz Bayındır: Mesela o şeyin adabına uygun oluyor, mitinglerin adabına.
Yahya Şenol: Adam namazda ama kafası orada sürekli.
Abdulaziz Bayındır: Kafası ne tarafta?
Yahya Şenol: Sağda, solda falan duruyor onlar genelde.
Abdulaziz Bayındır: O zaman tam karşına koyarsın, problem değil. Tam karşına koyarsın.
Katılımcı: Bazı imamlar yanında mushaf bulunduruyor Hocam takıldığı yerde açıp bakıyor.
Abdulaziz Bayındır: Öyle olması lazım, başka çaresi yok yani. Yani bunların her hangi bir önemi yok. Bu tip şeylerdeki hükümlerin bir dayanağı yok. Dayanak bunların aleyhine olan dayanktır. Yani Peygamber efendimiz(sav), Fethul Kadir’de yazmış bunu hadis olarak: “Li ennehu(sav)e salla hamilen ümamete Ebil as. Ebul As’ın kızı Ümame’yi sırtına alarak namaz kılmış. “Vela atıki: boynuna almış”,”fe iza secede vadaaha” secdeye vardığı zaman kızı düşürmemek için tabi çocuğu alıyor iki eliyle koyuyor buraya. Ondan sonra “fe iza kame hamele” kalkarken de tekrar boynuna koyuyor. Kuranı kerimi ele alıp da sayfalarını çevirmekle kıyaslanmayacak kadar ameli kesirdir yani.
Mehmet Hoca: Koyunlar dağıldığı zaman toparlıyor, geldiği yerde başlıyormuş namaza.
Abdulaziz Bayındır: O da biraz fazla.
Katılımcı: Torunu Hz.Hüseyin’i mi aynı şekilde. Rivayet varmış.
Abdulaziz Bayındır: Onunla ilgili de var tabi.
Yahya Şenol: İmam iken yapıyor, ilginç olan o.
Abdulaziz Bayındır: İmam iken yapıyor değil mi? Milletin de zihni meşgul oluyor onunla.
Yahya Şenol: Şimdi bir çocuk safın arasından geçti mi, imam; namazınız bozuldu, ben size demedim mi diyor.
Abdulaziz Bayındır: Evet, Bayrampaşa’nın imamları öyle yapıyor da bizim paşanın ki yapmıyor.
Yahya Şenol: Sorsan bu hadisi, ya Peygambere özel der geçer.
Abdulaziz Bayındır: Gerçekten yani çocuklara karşı camilerde büyük bir alerji var. Kadınlara karşı büyük bir alerji var. Bunlar çok ciddi bir problem, bunların bir an önce kaldırılması lazım. Bunlar çok kötü şeyler gerçekten.
Muhammed: Bu islamın ilk dönemiyle alakalı olmasın?
Abdulaziz Bayındır: Yok, ilk dönemle alakalı değil. “Ve in imraatun fe in merret ve im merret imraatun beyne yedeyhi musalli ldm tekta salatehu” yani bir kadın namaz kılan kişinin önünden geçse, onun namazını bozmaz. “Li kavle aleyhisselatu vesselam la yekteu salate muru şeyin illa ennel merre asimun: herhangi bir şey namaz kılanın önünden geçmesiyle kişinin namazı bozulmaz” yani ister kadın, ister erkek, ister çocuk, kim olursa olsun. Ama geçen günahkar olur. “Li kavle aleyhisselati vesselam lev alimel marru beyne yedeyhi musalli maza aleyhi minel mızri lev akkafe erbaine” eğer oradan geçen kişi yani namaz kılanın önünden geçen ne kadar günah elde ettiğini bilse orada kırk kadar dururdu. Artık kırk gün mü, kırk yıl mı? Kırk ne kadarsa işte. Kırk.
Enes Hoca: O zaman bu hadislerde genelleme varken niye “imraatun” diyor ki orada?
Abdulaziz Bayındır: “İmraatun” demesinin sebebi var. Hanefi mezhebinde ön safta kadın varsa arka taraftaki namaz kılanın.
Mehmet Hoca: “Salatu illa merreatin” diye..
Abdulaziz Bayındır: Öyle var. Namazı kadın, köpek, eşek gibi şeyler var. Bunlar tabi sahih olması mümkün olmayan hadisler, evet. Ama yerleştirmişler kitaplara.
Enes Hoca: Bu hadise karşı mı söylüyor. Hadis diye rivayet edilen..
Abdulaziz Bayındır: O söze karşı. Evet şimdi, “Ve innema ye’semu iza merre fi mavde sucudihi ala makıl” yani bu ifadeye göre kişinin alnını koyduğu yerden geçerse. Yani alnını koyduğu yer ile alnını koyduğu yerin arasından geçerse günahkar olur. Yoksa biraz ilerisinden geçerse değil.
Yahya Şenol: Secde edebileceği mekan yani.
Abdulaziz Bayındır: Tabi. Namazını kılabileceği kadar bir mekan, evet.
Enes Hoca: Önü demek orası.
Abdulaziz Bayındır: Zaten engel de olsun diye ifade var. Ne kadar engel olur? Elini uzatır o kadar. Yoksa adamın sopayı alıp da peşine düşecek hali yok ya. Elimi uzatır işte geçme diye o kadar yani. Biraz ilerisinden geçtiği zaman tamam. Büyük camilerde zaten ciddi sıkıntı oluyor. Adam geliyor kapının önünde namaza duruyor. Biran önce kaçsın diye.
Yahya Şenol: Çabuk çıkmasın da camide beklesin diye.
Abdulaziz Bayındır: Bekçilik yapıyor.
Yahya Şenol: Hemen köşeye duruyor ki, millet hemen çıkmasın.
Abdulaziz Bayındır: Orayı kapatıyor yani. Elektronik sanal bir kapı oluşturuyor.
Mehmet Hoca: Çıkarken o amaçla yapıyor ama girerken niye öyle yapıyor? Caminin içi boş.
Abdulaziz Bayındır: Onlar da girmesin diye. Hayır şimdi o Süleymaniye caminin içerisi boşken, caminin tamamı ibadete açık olduğu zaman, o kapıların önü sürekli dolu olur. Çünkü o kapının oraya hemen kaçmak isteyenler gelir. Kaçmak isteyenlerin sayısı da içerde kalanlardan çok olduğu için, orada müthiş bir yığılma olur. Ve ondan sonra başlarlar birbirlerini şikayet etmeye. “Ya herkes buraya yığılıyor”. Benim öyle bir derdim yok. Ben orada vaizlik yaparken bana hep şikayet gelir: “Hocam bir şey söyle millete, şu kapıya yığılıyor”. Sen nerede kılıyorsun? Orada. Benden başkası olmasın diyor yani.
Mehmet Hoca: Zaten gördüğüne göre, kendisi de orada olması lazım.
Enes Hoca: Selam verdikten sonra hemen, cemastin çıkma şansı olsa o zaman böyle olmaz. Şimdi o selamdan sonraki işin aksesuarları çok fazla ya, onun için çıkamıyor. Bir oturdumu kalıyor orada.
Katılımcı: Ramazanlarda biz de aynısını yapıyoruz. Kapıya yakın oturuyoruz.
Abdulaziz Bayındır: Aa bak! Suçlu bulundu. Evet.
Diyor ki, tekrar okuyayım da “ve innema ye’semu iza merre fi mevde sucudihi ala makıl vela yekunu beynehuma hailun” arada bir engel olmaksızın secde yeriyle onun arasından geçerse. Arada bir engel varsa gene geçebilir. “Ve tuhazi adaul merri adaehu” oradan geçenin organları oradakinin organına denk geliyorsa, yani zemin aynıysa. Biraz aşağıysa, biraz yukarıysa değil yani. “Velev kane yusalli aled dukkani: dükkanın üzerinde namaz kılıyorsa”. Dükkan ne? Bank demek bank. Yani oturmak için, oturma yerlerine dükkan deniyor. Şeyde de İtalyanlar, bu bankerler başlangıçta bank denen bugün-buralarda da deniyor- onun üzerinde şey yaparlardı. Orada oturuyorlar. O oyurdukları yerlerde para satar, alırlarmış. Sonra oradan isim alınmış, banka oradan almış ismini. Şimdi demek ki buradan da öyle anlaşılıyor ki oradaki bank ne ise, buradakş dükkan da o.
Mehmet Hoca: Parklardaki oturacak yere bank denir.
Abdulaziz Bayındır: Araplar da dükkan diyorlarmış. Aynı kelime. Çünkü demek ki araplarda öyle banklarda oturarak herhalde satış yapıyorlardı. Mallarını orada satıyorlardı, orada oturarak satıyorlardı. Daha sonra o kelime bizim dediğimiz manada dükkan olarak kullanılmaya başlanmış. Ben öyle anlıyorum yani, bilmiyorum.
Enes Hoca: “Ed dükkanu vedemmil dal ve teşmihil ukra el hanetu farsıyun muarrebun”demiş. “Ve lakinne murad dekketi ve serir musalli aleyhi” diyor.
Abdulaziz Bayındır: Tamam. Yani bir oturak. Yada uzanılabilecek kanepe mi? Biz kanepe diyoruz.
Enes Hoca: Biz sıranın üzerinde kıldık ya namazı.
Abdulaziz Bayındır: Evet başka kılacak yer yoktu, mescid yoktu Moskova Üniversitesi’nde. Bir odada sıraların üzerinde kıldık namazlarımızı.
Mehmet Hoca: Yüksekte kıldığınız için Allah’a daha çabuk ulaşır.
Enes Hoca: İmamla aramızda altı-yedi sıra vardı. Her insan bir şeyin üzerinde.
Abdulaziz Bayındır: Bir dükkan üzerinde. “velem bagıli men yusalli fe sahrai ettehıze emau sutreten” açık sahada namaz kılan kişinin önüne bir sütre oluşturması uygun olur diyor. “Li kavli aleyhisselati vesselam” Peygamberimiz şöyle demiş; “iza salla ahadukum fis sahrai fel yecal beyne yedeyhi sütraten: sizden birisi açık sahada namaz kılarsa önüne bir sütre koysun” demiş. Tabi aynı zamanda namaz kılanın dikkatini toparlamış oluyor önüne bir engel koyduğu zaman. Bir çubuk, bir sopa evet. “Ve yektaruha ziraun fesaiden” bir zira yani şöyle bir, şuradan parmak ucuna kadar olan yüksklik daha fazla yükseklik olmalı diyor. “Li kavli aleyhisselati vesselam: Peygamberimiz şöyle demiştir” diyor. “E ya’cizu ehadukum iza salla fis sahrai en yekune emamehu mislu mahharetir rahli” yani sizden biriniz aciz mi sahrada namaz kıldığı zaman önünde rahlil muahharesindeki gibi şey olsun. Herhalde bu hayvanı arkadan sopayla sürüyorlar ya.
Mehmet Hoca: Önünde bir ağaç, arkasında bir ağaç oluyar ya, o. Rahle o üstüne koyduğumuz devenin..
Abdulaziz Bayındır: Bizde kaş derler. Semerin kaşı derler. Semer, semerin kaşı. Arka kaşı, ön kaşı. “Vekıle yemberi en tekune fi zılizıl usbui” delil ki; parmak kalınlığında olmalı. “Ve ennema dunehu la yebdu lil nazırin min baidin” çünkü bir parmak kalınlığından daha ince olursa, uzaktan bakan kişi hiç bir şey göremez oradan diyor. “Fe la tahsulyl maksutu” maksat da hasıl olmaz demiş. “Ve yakrul mines sutreti: sutreye yakın namaz kılar”. “Li kavli aleyhisselati vesselam men salla ila sutretin fel yednu minha” sutreye doğru namaz kılan kişi önünde bir engel olursa ona yaklaşsın demiş. “Yecalu sutrete ala hacibihil eymen: o sutreyi sağ kaşına şey yapar”,”ev alel eysir: yada sol kaşının hizasına koyar”. “Bihi varadel esaru vela be’se bi terki sutreti izae minel murure: önünden geçilmesinden emin olursa sütreyi bırakır”. Tabi önünden de derken gene alnını koyduğu yer ile kendi arası. “Ve lem yuvacih ettarika: yola doğru da namaz kılmasın”. Zaten biliyorsun ki yoldan geçenler olur.
Enes Hoca: Ama sutre ağacının kalın-ince olmasını “hacıbihil eymen “iyice bir yere bir neticeye gelinceye kadar bir iki saat geçer.
Abdulaziz Bayındır: “Ve yukreul cem’u beynehuma” yani her iki tarafına da, hem bir tane sağ kaşının önüne, sol kaşının önüne ikisine de koyması mekruh olur diyor. Bitti mi? Ben atladım mı?
Enes Hoca: “Sutretul imami sutretul lil kavmi”.
Abdulaziz Bayındır: Evet ben atlamışım. Sağol. İyi oldu. “Sutretul imami sutretul lil imami”. Mesela bilhassa bizim burada namaz kılarken çok önemli oluyor. Mesela burada imam namaz kıldırıyor, imamın sağında, solunda boş yerler var. Fakat arkada bir cemaat var oraya kimse geçmiyor.
Enes Hoca: Şurada halının sol kısmında durmuşuz, önümüzde bir saf kadar yer var, onun önünde bir saf kadar yer var, duvarın dibinden de geçilmiyor. Oradaki herkes ilim adamı olmasına rağmen geçilmiyor.
Abdulaziz Bayındır: Buraya hiç kimse geçmiyor, ben de her namazdan sonra söyleyeyim diyorum, unutuyorum. Kardeşim, imamın önünden geçmediniz mi yeter. Cemaatin önünden geçmenin bir sakıncası yok. Geç git ama imamın önünden geçmeyin. Yoksa imam serttir, vurur yatırır!
Enes Hoca: Namazı şurada kılıyor, önünde bir kaç metre yer var oradan geçmiyor.
Abdulaziz Bayındır: Oradan geçmiyor evet.
Yahya Şenol: Tam secde boyutunda olan bir yer imam ile cemaatın arası. Yakın duruluyor..
Abdulaziz Bayındır: Öyle olmadığı zamanlar için söylüyoruz. Öyle olmadığı zamanlar için.
Enes Hoca: Namaza yetişemeyen, sonra gelenler var ya. Namazı kılıyor şuralarda. Selam verenler de ortadan gitmesi gerekiyor, bekliyor oradan çıkıyor. Önünden geçmeden. 5-6 metre yer var şurada.
Abdulaziz Bayındır: Neyse bunu bir şey yapalım da, bundan sonra dikkat edilsin. “Ve sutretul imami sutretun li kavmi” imamın önündeki sutre herkes için geçerlidir. “Ve ennehu aleyhisselati vesselam salla bi bathae mekkete ila anzete”. “Anze” ne?
Mehmet Hoca: Bir mızrak.
Abdulaziz Bayındır: Öyle mi! “Velen yekul lil kavmi sutretun” Peygamber efendimiz Mekke’nin o Batha denen bölgesinde anze’ye doğru, bir mızrağa doğru namaz kıldı ama arkadan cemaatin..
Abdurrahman Yazıcı: “Aneze”.
Abdulaziz Bayındır: “Aneze” öyle mi? “Aneze”.
Enes Hoca: “Ve hiye asen zatu el hadid fi esfeli”.
Abdulaziz Bayındır: Mızrak.
Mehmet Hoca: Ucunda demir var, meyzi deriz ya. Meyzinin küçük hali.
Abdulaziz Bayındır: Bazen değneklerin ucuna da demir koyarlar doğru. Aneze deniyormuş adına. Evet “vela teberul garzu dunel ilkai” o şeyi dikmek itibar edilir. Atmak değil önüne. “Vel hattu” çizgi çizmek değil. ”
Mehmet Hoca: Bizde bunların hepsi diyor tatkik içindir, tahkik için değildir. İşte bu tür şeyler yaparsanız namazınız caizdir demiş.
Abdulaziz Bayındır: Namaz her halukarda caiz de. “Le ennel maksude la yahdulu bihi” maksat bununla hasıl olmaz. Dikeceksin ki uzaktan da görülsün diyor. “Ve yedreul merre iza lem yekun beyne yedeyhi sutretun” önünde sutresi yoksa bir engel yoksa, önünden geçen kişiye engeller. Yani şimdi namaz kılıyor, buradan birisi geçerken elini uzatır. Geçmesini engeller yani. O da tabi illa da geçeceğim derse yapacak bir şey yok. “Ev merre beynehu ve ilel sutre” kendisiyle sutre arasına geçetse, o zaman da engeller. “Li kavli aleyhisselati vesselam idrau mestedatum: gücünüz yettikçe engelleyin” demiş Peygamber efendimiz. “Ve yedrau bil işareti kema kale resulullah(sav)” işaretle diyor, buna engel olur. Yoksa güç kullanarak değil. Peygamber efendimiz yapmış. Kime? “Bi veledey ümmü selemete(ra) Ümmü Seleme’nin iki çocuğuna böyle yapmış. “Ev yedfeu bi tesbihi: yada subhanallah der” engeller,”lima raveyna min kablu: daha önce rivayet ettiğimiz gibi”. Yani namazı ıslah içindi değil mi o hadisi şerif? Geçen hafta okumuştuk ya. Herhangi bir şey olursa namazda tesbih ibaresini hatırlayanınız var mı? Birinize namazda bir durum söz konusu olursa tesbih çeksin. Orada da subhanallah dediği zaman mesele halledilmiş oluyor.
Enes Hoca: Kadınların tesbih çekmesi mekruhmuş. Çünkü o sesi fitneye neden oluyor. Tesbik yapar.
Abdulaziz Bayındır: El çırpma. O, neden olmaz! Asıl fitne dediğin o olur. Bu kadın türkü mü çağırıyor.
Muhammed: Hadis varmış.
Abdulaziz Bayındır: Oku bakalım.
Muhammed: “Ve ahrece en hadisu Zuhri, en Ebu Seleme,en Ebu Hureyre, ene nebiyyu(sav) kale et tesbihu rical et tesbihu bil nisa tesbiku”.
Abdulaziz Bayındır: Kadınlar ellerini vururlar, erkekler tesbih çekerler. Bu hadis sahih değildir mutlaka.
Muhammed: Müslim’den.
Abdulaziz Bayındır: Müslim rivayetimiymiş? Neyse. “Ve yekreu cema beynahuma le enne bi ahadihima kifayeten” her ikisini birden, yani hem subhanallah hem işaret, ikisini birden yapmamalı diyor. Çünkü bir tanesi yeter.
Yeni bir bölüme geçiyoruz. Peki buraya kadar mezheplerden söyleyecekleriniz var mı?
Mehmet Hoca: Hemen hemen aynı.
Yahya Şenol: Hadislere bir baksak?
Abdulaziz Bayındır: Hadislere bir bakalım.
Yahya Şenol: İlk önce şunu söyleyeyim: baştan beri okuyoruz ya, burada bir hadis geçtimi bulmakta zorlanıyoruz yada mutlaka zayıf çıkıyor. Sonunda geçen bütün hadislerin hepsi sağlam yani.
Abdulaziz Bayındır: İlk defa yani.
Yahya Şenol: Bir dayanağı var.
Abdulaziz Bayındır: Şükür yani. İyi.
Yahya Şenol: Namazda sutre edinmekle ilgili bayağa hadis var hadis kitaplarında. Bir tanesi biraz önce burada okuduğumuz Ebu Davut’da, İbni Mace’de geçen “ve salla ahadekum fel yusalli sutretin vel yednu minha”.
Abdulaziz Bayındır: Sizden biri namaz kıldığı zaman sutreye doğru kılsın. En son kelime neydi?
Yahya Şenol: “Vel yednu”
Abdulaziz Bayındır: “Ona yaklaşsın”. Onu okuduk az önce. Sutreye de biraz yaksın, araya boşluk bırakmasın. Evet. Çünkü yaklaşacak, bu defa da gelip geçene de sıkıntı vermiş olur. Araya uzun boşluk bırakırsanız o caminin kapısını sanal kapıyla kapatan gibi.
Yahya Şenol: Ondan sonra Müslim’in rivayeti var. “Suile fi gazveti tebuk an sutrete musalli fe kale kemu ahharati rahi”.
Abdulaziz Bayındır: Tebuk gazvesinde musallinin sutresi nasıl diye sorulduğu zaman, işte yükün, devesinin-demiş oluyor sizin dediğiniz gibi-arka kaşı gibi. Arkadaki o, artık ona ne deniyorsa. Bizde kaş deniyor, semerin kaşı ama onlar da başka bir şey diyor.
Yahya Şenol: Hayvana bir nevi oturup yaslandığı şey diyor.
Abdulaziz Bayındır: Semerin arka kaşı derler bizde ama
Yahya Şenol: “Rail nedi yesteidu ileyhu nake min kevri baid”
Mehmet Hoca: Deveye binince arkasına yaslanacağı yer.
Abdulaziz Bayındır: Yaslandığı bir kısım ki zaten bir zira yüksekliğinde falan olur yani.
Abdurrahman Yazıcı: Eğer daha uygun.
Abdulaziz Bayındır: Tabi, eğerin arkası da var. O daha uygun doğru. İnsan otururken eğerin arkasındaki yaslandığı kısmın adı neyse işte, burada da resmi var, o. Aynısı. O kadar ki fazla da yüksek olmaz o.
Mehmet Hoca: Yektalifu diyor zaten. Ziraen de olurmuş.
Abdulaziz Bayındır: Bu kadar yükseklikte pek olmaz. Ama olduğu da olabilir.
Mehmet Hoca: Ama o hevdeç şekline yakın olanlar var. Onlar daha yüksek olur.
Abdulaziz Bayındır: Onlar daha yüksektir, evet.
Yahya Şenol: Ondan sonra Buhari ve Müslim’in ortak rivayet ettiği bir hadis var. İbni Ömer’den geliyor. “Kane resulullahi(sav) iza karace yevme leidi ye’muru bil harreti”
Abdulaziz Bayındır: Bayram günü Peygamberimiz açık sahada insanlara bayram namazını kıldırıyor. Çünkü daha çok cemaat oluyor. Bir mızrak getirin falan denmiş.
Yahya Şenol: “Beyne yedeyhi”.
Abdulaziz Bayındır: Önüne dikiliyor mızrak.
Yahya Şenol: “Yusalli ileyha ven nasuara ehu”.
Abdulaziz Bayındır: Peygamberimiz ona doğru namaz kılıyor ve herkes de onun arkasında. Sadece imamın ününde oluyor. Evet.
Yahya Şenol: “Ve kane yefalu zalike fis sefer”
Abdulaziz Bayındır: Yolculukta da aynısını yapardı Peygamber efendimiz. Sadece imamın önüne koyuyor. Evet.
Yahya Şenol: Ondan sonra Sehr Bin Sabit’ten gelen bir hadis. “Kane beyne musalla resulullahi(sav) ve beynel cidali memerru şatin”
Abdulaziz Bayındır: Peygamber efendimiz ile arasında bir koyun geçecek kadar bir yer olurdu. Zaten oraya da ancak secdesini yapabilir. Yani fazla bir mesafe yok.
Yahya Şenol: Bir kaç farklı şey var bu aranın ne kadar olacağına dair. Bir hadiste de “enne nebiyye(sav) dehalel kabete fe salla ve beynehu ve beynel cidali nahnu min selasetin ezziraun”.
Abdulaziz Bayındır: Kabeye girip. Kabenin içerisi galina değil mi?
Yahya Şenol: “Dehalel kabete”.
Abdulaziz Bayındır: Herhalde kabenin içerisi olmalı. Kabenin içi. Çünkü bir haremin içi var, bir de kabenin içi var. Girip namaz kılmış. Onunla duvar arasında üç ziralık bir mesafe varmış.
Yahya Şenol: Ondan sonra Ahmet B. Hambel ve Müslim rivayeti. “Kunna musalli veddevau kemurru beyne eydina”.
Abdulaziz Bayındır: Biz namaz kılıyorduk, hayvanlar da aramızdan geçiyordu.
Yahya Şenol: “fezeka ma zalike nebiyyi(sav)
Abdulaziz Bayındır: Peygamberimize de bunu söyledik.
Yahya Şenol: “Fe kale mislu muahharete rahi yekunu beyne yedeyhi ahadekum summe la yudurruhu maza merre beyne yedeyhi”.
Abdulaziz Bayındır. Evet bu az önceki o eğerin arka kısmındaki bir şey adamın önünde olursa önünden geçenlerin bir zararı olmaz demiş.
Yahya Şenol: Yine sutreyle ilgili Ebu Hureyre hadisi Ahmed, Ebu Davud, İbni Mace’de geçiyor. “İza salla ehadikum el yecal tilka racıi şey’a”
Abdulaziz Bayındır: Sizden biri namaz kıldığı zaman yüzünün karşısına bir şey koysun.
Yahya Şenol: “Fe in la yecid fel yensıb asan”.
Abdulaziz Bayındır: Eğer bulamazsa değneğini diksin. Bir değnek diksin.
Yahya Şenol: “Ve in lem yekun ma hu asan fel yehudda hattan vela”.