Abdulaziz Bayındır: Konumuz namazda kıraat. Ebu Hanife’ye göre kıraatte en az yeterli olan bir ayet okumaktır. Bir ayet okuduğunuz zaman kıraat yapmış olursunuz. “Ve kale” Ebu Yusuf ve İmam Muhammed dediler ki;”selasu ayatin kısalin: üç kısa ayet”,”ev ayetun taliletun: yada uzun bir ayet”. “Ve ennehu la yusemma kari emnidunihi: daha aşağısı olursa kari sayılmaz”.”Fe eşbeha kıraate ayeti: o zaman bir ayetten daha az okmuşa benzemiş olur”. Ben de bu “eşbehe”nin yerine “eşbete” yazmışlar. Sizde de öyle bir matbaa hatası var mı? “Ve lehu kavlu teala: Ebu Hanife’nin delili şu, AllahTeala’nın şu ayeti”,”fakrau ma teyessera minel kuran: kurandan kolayına geleni oku”,”min gayri faslin: bir ayrım yapmaksızın AllahTeala böyle buyurmuştur” diyor. “İlla enne ma dunel ayeti haricun: bir ayetten aşağısı bu kapsamın dışında kalır”,”vel ayetu leyset fi manahu: ama bir ayet hariç anlamında olmaz. Yani o da kurandan olmuş olur”. Mesela şimdi kuranı kerimdeki kelimelerin tamamı halk arasında kullanılan kelimelerdir. Öyle tam anlam ifade eden bir cümle bütünlüğü halinde olmazsa o zaman kuran olmaktan çıkar.
Mehmet Hoca: Cümle müfide olması gerekir.
Abdulaziz Bayındır: Cümle müfid olması gerekir yani. “Ve kaleti imraati imrane” mesela. Herkes söyleyebilir yani. Günlük hayatta kullanılan kelimelerdir. Ama bir cümle bütünlüğü kuranı ortaya koyan bir ayet ki adı ayet, müstakil bir belge olabilecek şekilde olursa o zaman o farklı olur. Yanlız burada tabi şu var: şimdi mudhaammeten”,”nuuuun”, “elif, laaaam, mim” şimdi surelere bakarsanız bunlara birer ayet olarak şey yapılıyor. Ama bunlarda müfit bir şey değil. Çünkü onun devamını birlikte okumazsan hiç bir aklam ifade etmez. Şimdi bu “fakrau bima teyessere minel kuran” konusu bir kaç kere değerlendirmeye tabi tutmuştuk. Bir başka taraf. Ama yani kuran okumayı farz gören bir anlayışta her halde senin dediğin gibi bakılması lazım. Yani cümle mufide olması lazım. Yani hakikaten insanın zihninde bir ayet oluşturması lazım. Yani kuranı kerime mahsus bir ifade olduğunu ortaya koyması lazım ki minel kuran olmuş olsun. Aksi takdirde işte “kale” de minel kurandır. “Minel zaihi” derse o da minel kurandır ama o manada değil tabi. Cümle müfide olmuyor evet. “Ve iza caeti sahha”. Evet.
“Ve fissefer Fatih Orum Orumatil kitabi ve eyyi suretin şae” buradaki “şae”lerin hepsi “erade” manasına olduğu için o manayı veriyoruz. Seferde Fatih Orum Orumayı ve istediği herhangi bir sureyi okur. “Bi maruiye nebiyye(asv) karaa salatil fecri fi seferihi bil maabbideteyni” Peygamber(sav)’in yoculukta iken sabah namazını “kul euzu bi rabbin nas” “kul euzu bi rabbil felak” ile kıldığı rivayeti vardır. Bunlar kısa sureler olmuş oluyor. “Vele enne sefera”
Enes Hoca: Orada o “ve eyye suretun şae” diyor ya bu hadis ona delil oluyor mu?
Abdulaziz Bayındır: Biraz sonra söyleyecek bir söz varya sabah namazında kırk elli ayer okunacak, işte öğlen namazında on-yirmi okunacak diye bir takım görüşler gelecek, o görüşlerin önce hilafını söylüyor sonra şeyini söyleyecek. “Vele enne sefera essera fi iskati şatri salati” demiş. Olabilir. “Vele enne li seferu” olur mu? “Vele enne lis seferi” olmaz. Tekrarlamış olması olmaz. “Ve le ennes sefera essera fi iskati şatri salati” çünkü sefer yarısını düşürmekte teessirli olmuştur. “Ve essiru” yok “fe la enne essiru” baktım ki tutmadı ya. Bazen göremiyoruz şeyleri. Şartsa bunun cevabı olmaz. “Fle enne essira fi tahfifil kıraati evla” madem namazın yarısını düşürüyor, kıraatde de hafifletmeye gitmesi önceliklidir demiş. “Ve haza iza kane fi ala aceletin mines seyri” seyirde bir acelesi varsa, yola devam etmede acelesi varsa o zaman olur. “Ve imkane fi emenetin ve kararin” güven ve karar üzere ise bir sıkıntısı yoksa “yakraul fil fecri nahfe suretil buruc” ves semai izatil buruc gibi bir sureyi okur. Ve in şakkat okur. Kendini hafifletiyor yani, orta halli bir şey olsun diye. “Ve ennehu yuhtiluhu muraatı sunneti muhak tahfif” hem tahfifte bulunmuş olur böyle bir durumda, hem sünnete uymuş olur. Hem sünnet sabah namazlarında uzun okumak ya. Hemde işte “emsatı mufassal” dedikleri o orta halli surelerden okumuş olur. “Ve yakrahu fil hadari fil fecri rekateyni erbaine ayeten” hazarda sabah namazında iki rekatta kırk ayet okur. “ve hamsine ayeten” yada elli ayet okur. Şimdi burada iki rekatta diyor. İki rekatta her birinde demiyor. “illa Fatih Orum Orumatil kitab: kitabın Fatih Orum Oruması dışında”. “Ve vuria min erbaine ila sittin” kırktan atmışa kadar “ve min sittine illa mineh” atmıştan yüze kadar rivayetler de vardır diyor. “Ve kulli zalikel veradel fesaru: bu şekilde eser varid olmuştur”. Tabi bunlar farz olan kısım değil. Müstehap olanı. Kırk ayet, atmış ayet, elli ayet, değişik şekillerde şey var. “Vechu tevfiki ennehu yekrau bi ragıbine” arada uyuşma ortaya koyacaksak, neden birisinde kırk, birisinde elli, birisinde atmış, birisinde atmıştan yüze kadar çok değişik rivayetler. Diyor ki; arayı şöyle uyşturabiliriz:”ennehu yekrahu bi ragıbine mineten: istekli olan cemaate yüz ayet okur”. Cemaatin isteklisi nasıl ortaya çıkar ki yani? Şimdi yüz kişiden bir tanesi isteksiz.
Mehmet Hoca: Az kişiyle namaz kılmış mesela, teravih namazı.
Abdulaziz Bayındır: Bir kişi, iki kişi belki olur.
Mehmet Hoca: Az kişiler, ne yapalım? İşte uzun okuyalım.
Yahya Şenol: Genelde biliniyor Türkiye’de. Mesela ramazanda teravihde cami belli. Orada hatta bazen iki cüzde kılınıyor. Orada, o tip camide olabilir.
Abdulaziz Bayındır: Neyse. “Ve bil kesela erbain: tembellere kırk”.
Yahya Şenol: “Küsela”
Abdulaziz Bayındır: “Küsela”. Doğru doğru. “Küsela” evet, “tembel tembel”. “Ve bil küsela erbaine: tembellere kırk”.
Mehmet Hoca: Şimdi o zamanın tembellerine kırk okunuyorsa..bu gününün tembelleri?
Abdulaziz Bayındır: Yüz okumak lazım. “Ve bil evsatı ma beyne hamsine ila sittin: orta hallilere de elli ila atmış arasında okunur”. “Ve kıle yanzuru” yada “yunzuru” ila tulilleyali”. “Yanzuru” dersek imam bakar, okuyacak olan kişi bakar. Farketmez “yunzaru “da desen faili imamdır. Genellikle tabi şey olarak okunur burada bütün okunur. Ama “yanzuru” da diyebilirsin, farketmez. “İla tulilleyali: gecelerin uzunluğuna bakılır, “ve kısali: ve kısalığına bakılır”. “Ve ila ketretil eşkali ve kılketiha: çokluğuna azlığına bakılır”. “Kale: şöyle dedi”.”Eşka” “Şuul”ün çoğulu. “Fiilin keefal” ya. “Kale zuhri müse zalik” yani öğlende de sabah namazındaki gibi kıraatte bulunulur demiş. “İstivaihima fi saatil vakti: vakit genişliği açısından aynıdır” diyor. Şimdi bunlar öğlen vakti dinlenmeye çekiliyorlar ya sıcak bölgelerde. Ama bizim bölgelerimizde öyle değil. Bizim bölgede öğlen vakti çalışmanın çok yoğun olduğu vakittir. Çünkü sıcak çok yoğun değildir. Arap ülkelerine nispetle serindir. Bize göre de sıcaktır ama yani çalışmaya mani bir tarafı yok. “İsivaihima fi saatil vakti: vakit genişliği bakmından ikiside aynıdır” diyor. “Ve kaletil aslı” İmam Muhammed El Asl adlı kitabında şöyle dedi. “Ev dunehu ve ennehu vaktil istigali”, “evdunehu” yani öğlen vaktinde sabah namazı kadar yada daha az. Yani “Niz zuhri misle zalike ev dunehu” demiş. Öyle bir ifade varmış. Öğlen vaktinde sabah namazı kadar yada onun aşağısında kıraatte bulunur demiş. “Ve ennehu vaktil iştigali: çünkü öğlen vakti çalışma vaktidir”. Şimdi sabah namazında demek güneş doğana kadar çalışma vakti değil. Namazınızı kılıyorsunuz, kahvaltınızı yapıyorsunuz, güneş doğunca da işinize gidiyorsunuz. Normal durum o. Şeyden o anlaşılıyor. Zaten ayetten de öyle anlaşılıyor.
Mehmet Hoca: O zamanlarda elektrik olmadığı için güneş ışığında sadece çalışma vardı. Şimdi saate göre çalışıyoruz.
Abdulaziz Bayındır: Elektrik olunca, artık gecesi gündüzü birbirine karışıyor. “Le ennhu vaktil iştigali: çünkü öğlen çalışma vaktidir”.”Fe yenkus anhu: o zaman sabahtan biraz daha az olur, namaza ayrılan vakit”. “Taharruzen anil melali” insanlar üşenmesinler diye, zevkle gelsinler namaza yada zevkle kılsınlar diye biraz noksanlaştırılır. Çünkü işi varken namazı uzatmak istemez adam. “Vel asru vel işai sevaun: ikindi ve yatsı namazı aynıdır”. Ya ikindiyle yatsıda durum aynıdır. Şimdi burada çok ilginç olan husus şu: ikindide vakit dar değil mi? Peki yatsıda?
Katılmcı: Yatsıda da uyku bastırır.
Abdulaziz Bayındır: Hayır, yatsıda da vakit dardır. Çünkü yatsı bizim gelenekte bildiğimiz yatsı değil. “Gasakul leyl”e kadardır, vakit çok dardır. Onun için yatsıdan önce uyumak mekruhtur çünkü namazı kaçırırsınız.
Katılımcı: Üçte ikisi geçtikten sonra kılınır ve diyor ki; “innehu le vaktiha le evla talemun”
Abdulaziz Bayındır: Üçte ikisi değil,üçte biri.
Aynı Katılmcı: Üçte biri mi?
Abdulaziz Bayındır: Üçte birinde kılınır.
Enes Hoca: “İla gasakıl leyl” Tahir olsa
Abdulaziz Bayındır: Tahir olamaz, tahir olursa o zaman “ila gaskıl leyl”in hiç bir anlamı kalmaz.
Enes Hoca: O zaman o tan yeri ağarana kadar denilmesi..
Abdulaziz Bayındır: Bak ” sümmetis musiyame ilel leyl” mesela.
Enes Hoca: Leyl girmiyor ona.
Abdulaziz Bayındır: Farketmez ki. Şimdi leyl de girmiyor işte. O da zamandır.
Enes Hoca: Ama orada ayrı cins olduğu için
Abdulaziz Bayındır: “İla gasakıl leyl” dahil olamaz. Onu konuşuruz şimdi. Siz kendi aranızda. Bir televizyon kanalına birisi katılmıştı ya, bu ulema arasında konuşulmalı. Neyse şimdi ben ilgili şeyleri şey yaptığımız zaman, ilgili bölüme baktığımız zaman şey yapacağım inşallah. Orada konuşuruz o meseleyi. Yani bu oldukça önemli bir şey. Çünkü ikindi ve yatsı dar vakitte kılınır.
Muhammed: İkindinin vakti o kadar dar değil hocam. Güneş batana kadar kılabilirsi.
Abdulaziz Bayındır: Şey var orada, bir keraat vakti var ya.
Fatih Orum Orum: Farz için de mi?
Abdulaziz Bayındır: Farketmiyor. Keraat, keraattir. Farz kılnabilir sadece. Ama o zamana kadar bıraklması uygun değil. Kılınabilir başka. Güneş batana kadar “ve kablel guruub” diyor mesela. Batıncaya kadar kılınır ama şimdi keraat vakitleri üzerine bir çalışma yapmadık da fakat ben bir ara onun kuranı kerimde de olduğunu şey yapmıştım. Şu anda zihnimde yok.
Yahya Şenol: Daha önceki namaz vakitleri dersinde işlenmiş.
Abdulaziz Bayındır: Ayetle ilişkili olarak mı?
Yahya Şenol: Tahtada falan da göstermiştiniz ya.
Abdulaziz Bayındır: Onu gösterdik de. Neyse o zaman çok detaylı konuşmak gerekiyor onu. Neyse şunu bir şey yapalım da.
“Vel asru vel işau sevaun: ikindi ve yatsı namazı eşittir”. Bir de burada şu hususu göz önünde bulundurmak gerekmez mi: “işa” kelimesi kuranı kerimin verdiği isimdir değil mi? Yani yatsı namazına “işa” adını kuran vermiştir. “Ba’di salati işai” diye değil mi? Peki “işa” kelimesi bir alaca karanlık ifade etmiyor mu?
Enes Hoca: Salatil işa ve salatil fecr yani o zamanlarda çocuklar girmesin diyor. Yani burada bir vakit var ki girmesin.
Abdulaziz Bayındır: Tamam. “Min ba’di salati fecr” tamam. Şimdi o zaman “min kabli salatil fecr” ile “işa” birbirinden farklı demektir. Yani “gaye muhayyer”e dahil derseniz, yani diyorsunuz ki; “ila gasakul leyl” yatsı vaktine dahil olur derseniz o “gasakul leyl” “min kabli salatik fecri”dir. O zaman hiç bir anlamı kalmaz o şeyin. “Min ba’di salatil işa” dır yada “min kabli salatil fecr” dir. Zaten “min badi salatil işa”nın tamamı “min kabli salatil fecr”in içine girmiş oluyor.
Enes Hoca: Fecr vakti olduğu zamana kadar bırakmaz ki.
Abdulaziz Bayındır: Bak şimdi orada işte “nısful leyl” dediğimiz, “gasakul leyl” ile birlikte “nısful leyl” denen vakit başlıyor. Yani gecenin üçte ikisi başlıyor. O üçüncü bölüme kadar devam ediyor. Bir de “işa” kelimesinin kendisi bir görüntüde bulanıklık manasına gelmiyor mu? “Gasakul leyl”de bu bitmiş oluyor. Onun için bu şeyde, “ve aşiyyen” diyor ya, “ve aşiyyen hiye tuzhirun”(RUM 11) “aşiyyen kelimesi çok ilginç bir ifade. Hem gündüze göre alaca karanlık diyebileceğimiz vakittir ikindi. Öğlenin o aydınlığın en yoğun olduğu vakit ile kıyaslarsanız ikindide aydınlık artık yavaş yavaş yani güneş doğmaya başlamıştır halkın tabiriyle.
Mehmet Hoca: Akşam namazına işa denmeside o olabilir. Diyor ya “ve cau ebahum işaen yebkun”(YUSUF 16) yani akşam üstü deyince yani akşam üstü derken o “gasakıl leyl”den sonrasına akşam demiyoruz yani.
Abdulaziz Bayındır: Onu çok güzel söyledin. Yakub(as)’ın çocukları güneş batmadan gelmiş oluyorlar. O işa ikindi vakti olmuş oluyor. Ama salatul işa dedeğimiz zaman yatsı namazı.
Enes Hoca: Gözler biraz zayıflamaya başlasa o saat oniki birlerde gözlük ihtiyacı hissetmez. İkindinin vakti girdiği zaman gözlük isterdi.
Abdulaziz Bayındır: Yok yok ben bu gözlük konusunu bilmiyordum. Nereden tespit ettin.
Enes Hoca: Mesela benim babam sabahtan saat ikiye kadar hiç gözlük istemiyor. Kitap okuyor, rahat okuyor. İkindiden sonra gözlüğümü getirin diyor.
Abdulaziz Bayındır: Bu çok önemli. Ben bunu ilk defa duyuyorum.
Katılımcı: Hocam gözle görülür görüntü şeyi de var yani.
Abdulaziz Bayındır: Görüntü bulanıklığı başlıyor.
AynıKatılımcı: Hissedilir bir şey var yani, fark var öğlen ile ikindi arasında.
Abdulaziz Bayındır: Ben gözlük konusunu bilmiyordum yani.
Abdurrahman Hoca: İkindi vaktinden sonra bazı insanlarda tavuk körlüğü dene şey vardır. İkindiden sonra artık akşam üzeri göremezsin.
Abdulaziz Bayındır: Tavuk körlüğü
Enes Hoca: “Ve men ta’şu an zikrir rahnan” zikri rahman görür, o zuha vaktindeki göz nasıl bir şey görse kurana öyle bakmalıyız, eğer ikündi vaktindeki gibi gözlük isteyen bir görüş var, o olsa o zaman “nukayyıd lehu şeytan”(ZUHRUF 36) diyor. Ben o ayette öyle düşünmüştüm üzerinde.
Abdulaziz Bayındır: Bu çok güzel bir şey yani ufuk açıcı bir şey. Şimdi Abdurrahman Hoca’nın da söylediği tavuk körlüğü diyor. Sizde de kullanılıyor mu tavuk körlüğü? İlk defa duyuyorum ikisinide. Yani bunlar uzun tecrübelerle ortaya konmuş şeylerdir. Yanlız ayeti kerimeye çok uyuyor o mesele.
EnesHoca: Bu “işa”nın gündüzde olması şeydir.
Abdulaziz Bayındır: İşte bu şey hem gündüzün “işa”sı var hem gecenin “işa”sı var. Gündüzün aydınlığına nispetle ikindi vakti gündüzün “işa”sı oluyor. Yani görüntüde hafif bir bulanmalar meydana geliyor. Akşam güneşin batmasından itibaren gene bir belli görüntü var. Bir de onun “işa”sı var. O kırmızılık gittikten sonra başlayan, arapların “ateme” dedikleri bir bölüm. O hava kararana kadar, “gasakul leyl”e kadar devam eden kısımdır o işa. “Gasakul leyl” oldumu “işa” bitmiş olur.
Fatih Orum: O zaman üç namazı içermiş oluyor. Bir ikinfi, bir akşam, bir yatsı.
Abdulaziz Bayındır: Ne?
Fatih Orum: Bu “aşiyyen”
Abdulaziz Bayındır: Yok. Akşamı içermiyor işa kelimesi. Arap örfünde akşama da işa dejiyormuş. Peygamberimiz bunu yasaklamış. İşa demeyin demiş, kuranı kerimde işa yatsı namazıyla alakalı bir isimdir demiş. Mesela “ateme” derler ya, işa demeyi yasaklamış Peygamber efendimiz. Öyle bir hadisi şerif var.
Fatih Orum: Onu bende hatırlıyorum ama yani dilsel açıdan açıklarsak: işte karanlıktır, karanlıkta cisimlerin net görünmemesi. O zaman akşam da içine giriyor.
Abdulaziz Bayındır: Bak şimdi ben senin dediğin gibi düşünmedim, şöyle düşündüm:
Yahya Şenol: Tavuk karası diye bir hastalık var Hocam. Aydınlığı az yerlerde görememe hastalığı.
Abdulaziz Bayındır: Haa! Tavuk karası. Bak işte bu çok güzel.
Yahya Şenol: Ama hastalık olarak geçiyor.
Abdulaziz Bayındır: Tabiki. İşte bu babasıyla da ilgili hastalık dedi ya.
Yahya Şenol: Herkes için geçerli olması lazım değil mi?
Abdulaziz Bayındır: Herkes için olmaz.
Abdulaziz Bayındır: Herkesin görmesi yani değildir ki.
Yahya Şenol: Hastalara göre mi hüküm bina ediliyor?
Abdulaziz Bayındır: Hastalık dediğine göre hastalık hastalıktır. Tavuk karası hastalığı diyor. Herkesde olsa hastalık denir mi?
Yahya Şenol: Hastalığı denmiyor. Tavuk karası budur yani.
Abdulaziz Bayındır: Neymiş tavuk karası?
Yayha Şenol: Aydınlığı az yerlerde görememe hastalığı.
Abdulaziz Bayındır: Gördün mü işte, hastalık işte. Herkesde olsa ona hastalık denmez yani.
Enes Hoca: Normal gözlük takmayanlar görebilir.
Yahya Şenol: Yani o “işa”yı benimde yaşamıyor olmam lazım yani. Görüntü kaybı olması lazım.
Enes Hoca: Görme azalıyor, onu hissetmiyorsun. Gözlük ihtiyacı olanlar ilk defa o zamanda görmemeye başlıyor.
Yahya Şenol: Tamam işte, bu ayetler indiği zaman onu mu dikkate almışlar. Gözlük takanlar göremez diye.
Abdulaziz Bayındır: Yani orada, bak sen görsende görmesende bir aydınlıkta azalma oluyor.
Katılımcı: Fotoğrafta da öyle. Öğlen çekilen fotoğraflar ikindiden daha şeydir. Mesela bize öğretmişlerdi, fotoğraf öyle çekilir yani. İkinci, akşamdan önceki fotoğraflar daha bulanık görünür yani.
Abdulaziz Bayındır: İşte bunlar çok önemli şeyler. Yani fıtratla..
Mehmet Hoca: Bazı insanların hissedip de bazı insanların hissetmemesi gayet şeydir.
Abdulaziz Bayındır: Sen de hissedersin de sendeki görme fazla kuvvetli olduğu için. Mesela şurada “ateme” denen bir şey var. Atema: gecenin bir bölümü. Güneşin batışından sonra beliren kızıllığın kaybolmasıyla başlayan ve gecenin ilk üçte birinin bitimine kadar uzayan vakit. Bak ateme kızıllığın kaybolmasından gecenin ilk üçte birinin bitimine kadar olan vakit.
Fatih Orum: Orada, yanılmıyorsan siz geceyi bölmüştünüz. Sizin böldüğünüz şekilde bölmüyor. O farklı açı da herhalde saati hesaplayıp öyle bölüyor.
Abdulaziz Bayındır: Bu mu? Burada? Araplar?
Fatih Orum: Yoo onu demiyor, onu yazan.
Abdulaziz Bayındır: Yok canım, bunu yazan öyle bölmemiş.
Fatih Orum: Bilmiyorum siz herhalde inşallah yazmamışsınızdır. Işığı diyor. Zülefa demişsiniz, işte gecenin üçte biri hangi saatte nasıl olur. Üçte ikisi nasıl olur. Ortası. Öyle şeyler demiştiniz geçen derslerde. Bu üçte biri diyor, zaten üçte biri geçmiştir.
Abdulaziz Bayındır: Bu onun aynısı bak, bir daha şey yapayım. Bu şeyde, istersen lugatta bakın: ateme, el ateme. Şimdi bu gece üç bölüme ayrılıyor ya güneş ile birlikte. Güneşin battığı andan “hine tumsune”(RUM 17) diye ayeti kerimede belirtilen akşama girdiğimiz vakitten “gasakul leyl”e kadar devam eden birinci bölüm. Bu bölüm kendi arasında ikiye ayrılıyor. Birisi kızıllığın kaybolduğu vakit, birisi de beyazlığın kaybolduğu vakit. İşte ateme kızıllıkla beyazlık arasındaki vakte deniyor. Araplar bu vakitte hayvanlarını getiriyorlarmış kırdan. Birazcık dinlendiriyorlar, bu tam karanlık basmadan o ateme denen vakitte sütünü sağıyorlar.
Mehmet Hoca: Hayvanların gelmesi, toparlanması güneşin batmasına denk geliyor. Hayvanları biraz dinlendirdikten sonra sütü sağıp eve gidip içene kadar bu vakte ateme deniyor.
Abdulaziz Bayındır: İşte ona da ateme deniyor.
Mehmet Hoca: Köyde yaşayanlar çok iyi bilir mesela. Özellikle son baharda bırakırız hayvanları güneş batana dek. Bütün hayvanlar kendiliğinden gelir.
Abdulaziz Bayındır: Birazcık dinlendirirler..
Mehmet Hoca: Ondan sonra onları ayrı ayrı..
Abdulaziz Bayındır: Çoban da dinlenir, hayvanlar da dinlenir birazcık.
Mehmet Hoca: Çoban olmadan kendisi geliyor zaten. Özellikle deve.
Enes Hoca: Ateme bir tanesi: El ihta
Abdulaziz Bayındır: Yani geciktirme manasında.
Enes Hoca:el sülüsül minel leyl, ikincisi sülüsül leyil evvel.
Abdulaziz Bayındır: Haa üçte biri. Tamam.
Enes Hoca: “El atul” var. “ennakatu teberru illa atemetel leyl indel işa”
Abdulaziz Bayındır: Şimdi, yani bu dediğine muhalif bir ifade değil bu. Gecenin üçte biri oluyor. Ondan sonra “gasakul leyl” başlıyor fecire kadar ikinci. Fecirden güneş doğuşuna kadar üçüncü bölüm. Şimdi fecirden güneşin doğuşuna kadar da ikiye ayrılıyor. İlk doğuşta beyazlık, arkasından “şafakul ahmar” başlıyor. Yada “el fecru ahmel” dediğimiz kırmızılık başlıyor. Ama o ikisinin tamamı o da “zülfe minel leyl”dir. Baştaki de “zülfeteyn minel leyl”dir. Gecenin gündüze yakın iki zamanıdır. Ama “gasakul leyl” gündüze yakın değil. Tamamen geceye has bir bölümdür. Onun için yani bu “işa” kelimesi,”işa” gasakul leyl de biter. Orada başlamaz. O şeyden dolayı yani o kelimenin lugavi manası itibariyle de herhalde Haşim Özdaş az önce benim ne demek istediğimi tam anlamadı gibi geldi bana. Şimdi bir gündüz var bir gece var. Gündüzün de “işa”sı var gecenin de “işa”sı var. Gündüzün “işa”sı ikindi vakti, gecenin “işa”sı da yatsı vakti. Her ikisinde de özellik ışığın azalması. Gündüze göre ışığın azalması ikindide oluyor, geceye göre ışığın azalması, gündüze göre ışığın azalması ikindide oluyor, giderek güneş batıyor. Hatta o gündüze göre “gasak”.
Enes Hoca: Güneş batmadan önceki ışığın..
Abdulaziz Bayındır: Işığın azalma vakti. Şimdi gecenin “ila”sı ise “gasak”a kadar, şeyden havanın aydınlığı geceye göre aydınlık, kırmızı şafak kaybolana kadar güçlü. Geceye göre güçlü.
Mehmet Hoca: Karanlığın şiddetlenmesi. Yani gittikçe karanlık şiddetleniyor.
Abdulaziz Bayındır: Orada bir atlama taşı olarak, sınır olarak “şafakul ahmar” dediğimiz o kırmızı şafak kaybolduğu andan itibaren artık gecenin “işa”sı başlıyor. Yani artık takip ederseniz görme iyice azalır. “Gasakul leyl” oldumu biter. Tamam mı? Ondan dolayı mesela ayeti kerimede ne diyor: “fe subhanallahi ve hine tumsune ve hine tushibun”(RUM 17).”ve lehul hamdu fis semavati vel ardı ve aşiyyen tuzhırun”(RUM 18). “Fe subhanallahi ve hine tumsune” “fa” ile mi başlıyor orada? “Tumsun” dediğimiz zaman akşama girmek. “Temsa” “dehale” manasına da geliyor: akşama girdi, yani akşam namazı. “Tusbıhun” dediğiniz zaman sabah namazı. “Aşiyyen” dediğiniz zaman hem yatsı hem ikindi namazı. “Ve hine tuzhırun” dediğiniz zaman da öğlen namazı. Yani isimlerini de kuranı kerim vermiş oluyor burada. Orada “ve cau ebahum işaen yebkun”(YUSUF 16) da ikindi vaktinde gelmiş oluyorlar babalarına.
Enes Hoca: Gasak konusunda “gasakul leyl zuhur evvelihi” demiş. “Eteyti hine gasakul leyl” deniyor. “Hine yehtelihu ve yeseddune nazır” “esse hazel hakku seyda ve sakatal aynu tavsihu” diyor. Ondan sonra “ve huve emnanul ayni bil mağrib vel gasık essari” ondan sonra “emma badi tavsih ayn ma gasakul leyl fele evvelu hine yedhulu la (36:50-36:52) leyl bi zulmetihi”
Abdulaziz Bayındır: “Zulmetihidir, çünkü “ve min şerri gasıkin iza vekab”
Enes Hoca: Gasakul leyl
Abdulaziz Bayındır: Hah! İşte o dur. Yani batı ufkundaki beyazın da kaybolup gecenin karanlığının başlamasıdır ama burada hep şuna da dikkat çekmek gerekiyor: bil hassa kuzey kutba doğru gittiğiniz zaman çok ciddi kafa karışıklığı oluyor. İnsanlar diyor ki; efendim diyor, işte kuzey kutbunda beş vakit namaz olmaz diyor. Böyle bir olay yok. Şimdi burada şu var, yani tekrar etmemin sebebi çok önemli onun için tekrar ediyorum. Zihinlere iyice yerleşsin diye. Bir kere atmosfer aydınlığı denen bir aydınlık vardır. Bütün bu anlatılanlar atmosfer aydınlığı sıfır sayılarak anlatılıyor. Yani gece eğer yağmur yüklü bulutlarla gökyüzü kapanmamışsa dünyanın her yerinde belli bir görüş mesafesi vardır. Kısa olur uzun olur o başka bir şey ama belli bir görüş mesafesi vardır.
Abdullah Bayındır.: Ay sıfırsa olmuyor.
Abdulaziz Bayındır: İsterse ay olmasın. Bulutlar olmadığı zaman.
Abdullah Bayındır.: Ay olmadığı zaman önünü zor görüyorsun.
Abdulaziz Bayındır: Bak, önünü zor görüyorsun diyorsun. Ama o dediğim olduğu zaman parmağını gözüne sok göremezsin. Ben bunun hepsinin denemesini yaptım. Elimi şöyle yaptım, hiç mümkün değil hiç bir işaret göreyorsun.
Mehmet Hoca: “İza ahrace yedehu lem yeked yereha”(NUR 40)
Abdulaziz Bayındır: “İza ahrace yedehu lem yeked yereha” elini çıkarsan göremezsin. Şimdi
Katılmcı: Sabah namazını kıldığı için “hatta iza ahadun minel cisehu” yanında oturanın kim olduğunu görmüyordu, o kadar karanlıktı.
Abdulaziz Bayındır: Yatsıyla ilgili değil mi? O zaman kılıyormuymuş namaz?
Abdullah Bayındır.: Sabah ile ilgili de bir tane var.
Abdulaziz Bayındır: Yanlız şimdi orada bu kişi nerede oturuyor? O önemli. Mescidde oturuyorsa
Aynı Katılımcı: Kapalı mı?
Abdulaziz Bayındır: Üstü kapalı mescidin. Mescidde oturuyorsa durum başka. Bizim anlattığımız dış mekandadır. Tamam mı? Şimdi kuzeye doğru gittikçe. Ekvatorda atmosfer aydınlığının en düşük olduğu yerdir ekvatorun bulunduğu yer. Kuzey kutup da atmosfer aydınlığının en yüksek olduğu yerdir. Şimdi orada efendim altı ay gece altı ay gündüz oluyor, orada namaz vakitleri olmuyor. Burada bir hususu daha ayeti kerimeden anladım. O kuzey kutupta senenin bir gününde yirmidört saat güneş gözüküyor, onun bir resmi internette dolaşıyor. Bize de gelmişti görmüştük. Yani 24 saat güneşi görüyorsunuz. Bir günün çevresinde hiç bir an güneş kaybolmuyor. Güneşi görüyorsunuz. Fakat orada da gece oluyor. Neden gece oluyor? Şu ayetten dolayı: “ve cealnel leyle ven nehara ayeteyni ve fe mahavna ayetel letli ve cealna ayeten leyli mubsıratel: gündüzün ayetini mubsir kıldık”(İSRA 12). “Mubsır”, “şemsen” demedi orada. “Şemsen” demeyip de “mubsıratel” demesi çok önemli. Çünkü orada da güneşi görüyorsunuz ama bir karanlığın arkasında görüyorsunuz. “Mubsıra” değil.
Katılımcı: Az evvelki tavuk karası dediğimiz..
Abdulaziz Bayındır: Tavuk karasından daha da farklı. Göstermiyor. Yani ışığı size gelmiyor. Güneşin sadece kendi sülietini görüyorsunuz.
Abdullah Bayındır: Ama şimdi bu kutup araştırmalarıyla ilgili söylenenler ne olursa olsun gidip her zaman yerinde bakılması lazım kesin bir şeye ulaşmak için.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi önceden eğer
Abdullah Bayındır: Gezi düzenlemek gerek. Gerçkten, uzaktan aydınlık var, karanlık var diyoruz ya. Yerindeki insanlar, orayı araştıranlardan da bunları söylemeyenler var, şey yapmayanlar var.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi Abdullah, burada şu var: siz eğer aydınlık karanlık ararsanız o adamların dedikleri doğru.
Abdullah Bayındır: Böyle düşününce de şey oluyor, bilgileri ortaya koyacaksın ondan sonra bakacaksın da. Bir de şartlanmış gidip bakmak da olabilir böyle olunca.
Abdulaziz Bayındır: İşte burada meseleyi bilmeden bakarsan herhangi bir şey göremezsin.
Mehmet Hoca: Şimdi 24 saat güneşin açık olduğu yerde mesla dediğiniz olabilir ama mesela ben 85’de Moskova’ya giderken Sibirya’dan 21 saat gündüz oldu. Sabah namazını 5’de falan kıldık. Namaz kılıyoruz, aydınlıkta namaz kılıyoruz. Sonra baktık 21 saat gündüz olmuş.
Abdullah Bayındır: İsveç’de, Norveç’de de.
Mehmet Hoca: Hızlı gidiyor tren. Böylece 23 saate yakın gündüz oluyor. Başka mevsimde de geçenlerde de gece öyle olmuş
Abdulaziz Bayındır: Burada olay şu bak: o sizin gece dediğiniz “gasakul leyl”dir. Tamam.
Mehmet Hoca: Güneş batıyor yani. Az oluyor.
Abdullah Bayındır: Bir bölümde böyle, orada hiç altı ay gece altı ay gündüz olmuyor ama sizin dediğiniz gibi. Sadece gecenin gündüzün aşırı uzama vakitleri var yani. Altı ay gece altı ay, orada normal vakit işler. Ama altı ay gece altı ay gündüz olan yer için problem.
Mehmet Hoca: Mesela bir buçuk saat gündüz olduğu zaman, siz o beş vakit namazı bir buçuk saate sığdıramazsınız.
Abdullah Bayındır: Cem ne güzel bir şey.
Abdulaziz Bayındır: İşte burada siz neye gece, neye gündüz diyorsunuz o son derece önemli oluyor. Orada bak ben en uç örneği vermeye çalışım. Gerçekten adamlar tespit etmişler. Yirmi dört saat güneşin kendini görüyorsun ve ufkun üzerinde.
Abdullah: Resmi vardı.
Mehmet Hoca: Dört beş gün öyle geçti yani.
Abdulaziz Bayındır: Güneş ufkun üzerinde, güneşi görüyorsunuz. Güneş batmıyor. Ama ayette kullanılan kelimeye dikkatinizi çekmek istiyorum ki öyle bir yerde olduğunuz zaman fetva vereceksek bilerek fetva verelim. Şimdi ayet mesela demiyor ki; gündüzün ayetini güneş kıldım dese o güneşi görüyorsan gündüzdür. Ama güneş kıldım demiyor “mubsıraten” diyor: gösteren. O güneş orada var ama bir şey göstermiyor. Önü karanlık. O zaman orada da güneşin doğması ve batması yine var. “Mubsıraten” ayeti kerimesiyle hareket ettiğiniz zaman. Mesela Sen Petersburg’da biz Mayıs ayının sonlarına doğru gece gç vakit yani saat 11’i geçiyordu hava alanına gittik. Her taraf yani görüş mesafesi çok, bayağı uzun. Ama güneş çoktan batmış. İşte bu ikisi arasındaki farkı anlarsanız mesla “gasakul leyl” kavramını iyi kavrarsak, akşam güneşin batmasını iyi kavrarsak, fecr kavramını iyi kavrarsak buralarda fetva vermemiz kolaylaşır. Buradan sizin alt yapınız olmazsa, oraya kendi zihninizle giderseniz o zaman iş başka bir mecraya gidiyor.
Mehmet Hoca: O zaman güneşin batmasını da başka tarif etmek gerekir.
Haşim Özdaş: Güneş olup da nasıl aydınlık olmuyor. Biz güneşi görüyoruz, aynı zamanda..
Abdulaziz Bayındır: Ona o resmi göster Yahya Şenol.
Abdullah Bayındır: Bakarsanız felsefik şeylere güneş doğup batmaz aslında.
Abdulaziz Bayındır: Sen bak göreceksin onu.
Katılımcı: Bende de var resimleri. Işınları kırılıyor, sonra güneşin uzakluğı yakınlığı farkediyor. Bir sürü sebebi var bunun.
Abdulaziz Bayındır: Teknik açıklaması ayrı bir konu. Bizi ilgilendiren baktığımız zaman güneş “mubsıra” vasfını kaybediyor. Önemli olan o. Bizi ilgilendiren o. Evet.
Abdurrahman: Ay gibi gözüküyor birazcık.
Abdulaziz Bayındır: Ay gibi gözüküyor. “Mubsıra” değil artık. Tabi yani burada “işa” kelimesi gerçekten çok büyük bir önem kazanıyor.
Mehmet Hoca: Konunun üzerinde durmak gerekir.
Abdulaziz Bayındır: Evet. “İşa” kelimesi çok büyük bir önem kazanıyor. Burada bu tür meseleler bir yerde iyice pişirilmezse istenen sonuç şey yapamıyorsunuz. Kafanız netleşmemişse yapacağınız şey değil. Yani burada yapulan çalışmalar bir şartlandırma çalşması değil. Ayeti kavrama çalışması.
Mehmet Hoca: O zaman ölçüp şey yapsın, oruç. O daha gerçeğe yakın gibi duruyor o zaman.
Abdulaziz Bayındır: Neyi ölçüyorsunuz?
Mehmet Hoca: Yani oruç nasıl tutulur oraya gidince.
Abdulaziz Bayındır: Neyi ölçü alacaksınız?
Mehmet Hoca: Ölçüsü demiş ama ölçüsü derken sizin o dediğiniz gibi olabilir yani.
Abdulaziz Bayındır: Hayır, bunlar diyorlar ki; en yakın bölgeye göre. Kardeşim! Böyle fetva olmaz. Yani demiş oluyorsunuz ki bu adam her gün en yakın bölgenin takvimini bilmesi lazım. İşte interneti olacak, telefonu olacak, televizyonu olacak. Fetva verirken, o adam o bölgede hiç bir tarafla irtibatı yok diye düşünerek vereceksin.
Haşim Özdaş: Takvim yeterli olmuyor mu Hocam?
Abdulaziz Bayındır: Kardeşim, adamın takvimi olmak zorunda mı? Takvimi olması gerekiyor mu? Eskiden takvim mi vardı? Yani ne fetva vereceksiniz ki. Bundan 10 asır öncesi için de geçerli olması lazım. Yani yarın Allah göstermesin bir dünya savaşı çıksa ve petrol kuyuları tamamen kullanılamaz hale gelse elektrik ne olur, bitmez mi? Dolayısıyla yani fetva böyle geçici şartlara göre verilmez. Yani bir ilmi çalışma yapıyorsan kalıcı bir hüküm vereceksin. Onların hiç birisi tatminkar değil.
Haşim Özdaş: Kimisi de diyor ki Mekke’ye göre, Mekke takvimine göre.
Abdulaziz Bayındır: O çok kolay. Kuzey kutuptaki olan adam nasıl olsa yukarıda. Şöyle bir Mekke’ye bakar. Değil mi, şöyle bir bakar ne yapıyorlar falan diye.
Mehmet Hoca: Ama o ışığın kırılmasını esas almak sanki mantıklı gibi görünüyor ama tam emin değilim.
Abdullah Bayındır: Asıl şöyle yapacak: altı ay gece altı ay gündüz ya, ilk gündüze geçtiği zaman sabah namazını kılar..
Mehmet Hoca: O zaman o kavram da yanlıştır. Altı ay gece altı ay gündüz değil ki. Altı ay aydınlık oluyor altı ay karanlık oluyor.
Abdulaziz Bayındır: Zaten 24 saat. Gece ve gündüz her defasında oluyor. Kuzey kutuptan sürekli canlı yayın yapıyorlar internette. Yani mutlaka öğlen oluyor, akşam oluyor, yatsı oluyor, sabah namazı oluyor. Görüyorsunuz onu gözünüzle.
Abdullah Bayındır: Oradaki insanların bir de, çalışan insanlar var bir şekilde. İş takvimlei falan filan var. Sonuçta onlar kendi iş takvimlerinde gece gündüzü ayarlamaları yapmışlardır pekala.
Abdulaziz Bayındır: O saate göre ayarlarlar. Bizim iş takvimimiz saate göre ayarlanıyor. Saate göre ayarlama başka şey başka.
Abdullah: En aydınlık vakti uyuma vakti yapmazlar herhalde.
Abdulaziz Bayındır: Tamam yani tabiki onun da etkisi olur.
Abdullah: Oradan da yani ortak aklın oluşturmuş olduğu bir gece gündüz kavramı vardır.
Abdulaziz Bayındır: Tabiki vardır.
Mehmet Hoca: Eskimoların hayatında onu yazıyor.
Abdulaziz Bayındır: Şu anda biz yenimolarla uğraşıyoruz, eskimolarla problem yok zaten. Problem yenimolarla.
Mehmet Hoca: Eskimolar diyor ama şimdikilerde o eskimolarya, mo olarak kaldığı için eskimolar diyor.
Abdulaziz Bayındır: Peki şimdi devam ediyorum.
Haşim Özdaş: Hocam bu birinci görüşü savunanlar şu hadise dayandırıyorlar görüşlerini: deccal ile ilgili olan hadis var. Orada işte gündüz çok uzun olacak. Diyor iki namazımızı nasıl kılacağız? İşte onu da siz takdir edersiniz gibisinden bir meal var.
Abdulaziz Bayındır: Bu hadisin çok zayıf olduğunu da yazıyorlar yani. Ona bina edilemez.
Enes Hoca: Altı ay gündüz altı ay gece diyenler, o altı ayı nasıl ölçüyor?
Abdulaziz Bayındır: Evet, altı ayı nasıl ölçüyor?
Mehmet Hoca: Başka yere göre ölçüyor.
Abdulaziz Bayındır: O şey değil. Sadece aydınlık vardır.
Mehmet Hoca: Aydınlık var demektir, gece değil de.
Abdulaziz Bayndır: Şeyde beyaz geceler diyorlar. Belli bir şeyden sonra. Beyaz geceler; o da yazın oluyor. Gece aydınlık oluyor. Uzunca bir süre aydınlık oluyor. “Gasakul leyl” gecikiyor. Yoksa leyl gecikmiyor.
Evet şimdi devam ediyoruz. “Vel asru vel işau sevaun yakrahu fihi ma bi evsatın mufassal” buradan kaynaklandı bütün şeyler. “Ve fil mağribi dune zalik: akşan namazında bundan daha aşağı”. Şimdi bu satı mufassal, evsatı mufassal, kısalı mufassal diye ayrımlar var. Onu orada nasıl anlatmış?
Enes Hoca: Mufassal denmesi
Abdulaziz Bayındır: Ayrı ayrı sureler olması
Enes Hoca: “Kesretin ves suretihi” demiş.
Abdulaziz Bayındır: Sık sık surelerin araları ayrıldığı için mufassal denmiş oluyormuş.
Enes Hoca: “Tıvalı mufassal hucarat vessemai buruc”
Abdulaziz Bayındır: “Hucurat’tan” ve “Ves semai buruc”‘a kadar tıvalı mufassal, yani uzun olanlar.
Enes Hoca: “Vel kısaru minel duha ilel ahiru”
Abdulaziz Bayındır: Kısa olanlar da demek ki “ves semai buruc”tan “ved duha”ya kadar orta uzunlukta olanlar.
Enes Hoca: Orta olanlar “evsatı mufassal kuvviret ilel duha”.
Katılmcı: Burada farklı söylemiş, Hidaye’den mi bakıyorsunuz Hocam?
Enes Hoca: Hidaye
Abdulaziz Bayındır: Dip notundan mı söylüyorsun? Ne diyor?
Abdulaziz Bayındır: Ben duyamadım bir daha.
Katılmcı: Evsatı mufassal, evsatta fark var: Buruc’dan Beyyine’ye kadar evsat.
Enes Hoca: Kuvvirat’tan “duha” ya kadar diyor. Duha’dan sonra Beyyine.
Abdulaziz Bayındır: Buruc’dan Beyyine’ye kadar gelmiş. Diğerleri tamam. Yani orada da Hucurat’tan başlatıyor değil mi? Hucurat’tan “Ves semai izel buruc”a kadar uzun. Buruc’tan Beyyine’ye kadar orta, Beyyine’den sonuna kadar kısa. Burada da Duha’ya kadar. Zaten bu bir kişinin şahsi değerlendirmesidir. Bu ne ayer yükmü ne hadis hükmüdür.