Son zamanlarda biliyorsunuz gündemi meşgul eden kürtaj ve sezaryenle doğum meselesi var. Tabi bu işin birçok boyutu var. Birincisi ana rahminde bulunan cenin hukuk yönünden ne sayılmalıdır? Orada hak sahibi olan sadece onu taşıyan anne midir? Sadece baba mıdır yoksa toplum mudur? Bütün bunlara bağlı olarak da yapılan işleme verilecek olan ad söz konusu. Eğer ona ilk andan itibaren insan dersek o zaman onun hayatına son vermek bir insanın hayatına son vermek olur. Ya da belli bir noktadan sonra insan deniyorsa o zaman değerlendirme farklı olur. Doğumdan sonra deniyorsa o zaman da farklı olur. Şimdi bu olayların içerisine girince problemin tahminlerimizden çok daha büyük olduğu ortaya çıkıyor. Yani mesele kürtaj meselesi olarak gündeme geldiyse de bir taraftan da cenine ruhun üflenmesi meselesi var. O açıdan bakıyorsunuz ki insanların zihni çok karışık. Mesela geçende CNN Türk televizyonunda Doktor Seda Sezer, bizim vakıfla yakından alakası olan bir arkadaşımız, yani kendisine zaten konuşma verilmedi. Konuşurken de cenine ruh üflenmesi meselesini Süleyman Ateş Hocanın tefsiri olan, Kuran ansiklopedisi olan, ömrünü Kuran’a vermiş olan bir hoca. Ruh konusunun bilinçlenme olduğunu söyledi. E bilinçlenme dediğiniz zaman bir çocuk ayeti kerimede doğduğu zaman herhangi bir şey bilmeyerek doğar diye bir ayet var. Neydi o ayet? Herhangi bir bilgisi olmayan bir çocuğun ruhundan bahsedilemez tabi yani. Bilinçlenme dediğiniz zaman bu herhalde 12-13 yaşları bulur. O zaman ruh olur dediğiz zaman da bu defa peki ayetler ne oluyor? Yani bir tefsir profesörünün tefsir yazmış, meal yazmış, Kuran ansiklopedisi yazmış bir kişinin bu şekilde söylemiş olması şaşırtıcı. Seda hanım konuyu anlatmaya başladığında hemen hem sunucu olan Ahmet Hakan hem Süleyman Ateş hem orada bulunanların tamamı lafı ağzına tıkadılar ve konuşmasına müsaade etmediler.
“Vallâhu ceale lekum min enfusıkum ezvâcen ve câle lekum min ezvâcıkum benıne ve hafedetev ve razekakum minet tayyibât e fe bil bâtılı yu’minune ve bi ni’metillâhıhum yekfurun” Nahl Suresinin 72. Ayeti. ‘Allah sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmediğiniz halde çıkardı.’ Şimdi hiçbir şey bilmediğimiz halde çıkarılmış olan kişi herhalde ruhu şuurlanma, bilinçlenme diye tanımlarsanız ruhsuz olarak doğmuş olur değil mi? halbuki 32.sureye gelirsek 414. Sayfa. Burada Allahu Teala şöyle buyuruyor. 7. Ayet. ” Ellezi ahsene kulle şey’in halekahu ve bedee halkal insâni min tıyn”. ‘Yarattığı her şeyi güzel yaratmış olan O’dur. İnsanı yaratmayı tinden başlatmıştır.’ Tin sulanmış toprak demek yani toprakla suyun birleşimi demek. Toprakla su birleşmezse hayat olmaz yani. Su olmadım mı hayat yok. Toprakla su birleşmedim mi ne bitki olur ne hayvan olur ne şu olur ne de bu olur. Hiçbir şey olmaz hayatta. Onun için sizi tinden çıkardı dediğimiz zaman hepimizin tohumunu oluşturan maddeler oradan geliyor. Zaten Allahu Teala Fussilet suresinde de diyor. Yani Allahu Teala göklerle yeri 6 günde yarattığını bildiriyor biliyorsunuz. 41. Sure 11. Ayet. Orada şunu bildiriyor Allahu Teala diyor ki: Yeryüzünü iki günde yarattım diyor. 4 günde de onun gıdalarının ölçüsünü koydum diyor yeryüzüne. Bak yeryüzü iki günde yaratılıyor. Gıdalarının formülleri, toprağının üreteceği şeylerin formülleri de 4 günde toprağa yerleştiriliyor. Demek ki bunlar son derece önemli şeyler. İşte o formüller yerleştirilmiş olan şeylerden çıkıp da annemizin babamızın vücudunda bizim tohumumuzun oluşması için de o toprağın suyla birleşmesi gerekiyor ve ondan çok çeşitli üretimler yapıyor. Dolayısıyla belki uzmanları burada konuşsa bizi hayran bırakırlar. Bir avuç toprakta kim bilir ne kadar çok formül var. Yani gıdaların formülü. İşte burada onu söylüyor Allahu Teala diyor ki insanı yaratmayı tinden başlattık. O Adem (As) için de söz konusu, bizim için de söz konusu. Adem (As)’ın anası da babası da toprak ki burada tabi çok ciddi bir çalışma gerekiyor. Yine bu çalışma başlatıldı doktor Seda hanım tarafından ve Trabzon da yeni bir hanımın biyolog bir hanımın profesör, ekibiyle birlikte bu çalışmaya katıldığını öğrendik. Gerçekten geçenlerde bir sunum yaptılar. Son derece başarılı. Şöyle bir bataklığın içinde bakıyorsunuz ki sinekler oluşuyor değil mi? e o bataklığın içine bakıyorsunuz ki solucanlar oluşuyor. O bataklık o toprak ona ana rahmi görevini görüyor. Mesela çok ilginç biraz sonra inşallah göstermeye çalışırız. Hatta ben açayım da şuradan. Bakıyorsunuz ki bir tavuğun embriyosuyla bir insanın embriyosu aynı görünüşte. Halbuki tavuk yumurtanın içinde oluşuyor değil mi? yani yumurtanın içinde oluşuyor. E insan ana rahminde oluşuyor. Sonra acaba o bataklık ortamı ile ana rahminin ortamı aynı mı yapı itibariyle? Şimdi bakın şuradan şöyle bir şey yapalım. Bu işte ceninin, insan cenininin resmi. Bakın şimdi tavuk-kaplumbağa. Ne kadar çok benziyor ilk anlarından birbirlerine görüyor musun bak. Üstteki tavuk alttaki kaplumbağa. Benzerliği görüyor musunuz? Bak bir yukarıya gelin. İnsan. Yani muhteşem bir şey var. Bak şurada işte hatta biraz sonra bir filin embriyosuyla bir insanın embriyosunu göstereceğim. Burada şey yapmışlar, birisi temsili resim yapmış. Balık, sürüngen, kaplumbağa, tavuk, tavşan, insan. Tabi bir resim yapmış, bu fotoğraf çekme falan değil. Fotoğraf çekme olmadığı için burada mutlaka ufak tefek kaymalar vardır yani. Aynıdır manasına gelmez hiçbir zaman ama şurada fotoğraf var bakın. Solda fil embriyosu sağda insan embriyosu. Bakar mısınız? Değişen bir şey var mı? birisi fil, dünyanın en büyük hayvanlarından birisi insan. Şimdi burada b,raz sonra bir ayet de okuyacağım size inşallah. Diyor ki Allahu Teala insanı yaratmayı tinden başlattı yani o açıdan yani Adem (As)’ın yaratılışında bataklıktan bahsetmesi son derece önemlidir. Yani bataklıktaki evrelerden bahsediyor. Yıllanmış çamur deniliyor. Bu yıllanma içerisinde onda meydana gelen değişimler, biz bunları bilimsel bir şekilde ortaya koyduğumuz zaman kıyametin bilimini ortaya koyacağız. Yani nasıl bir güzün tarlayı tamamen bitkiden arındırıyorsunuz bahara kadar dinleniyor. Baharın yeniden sürüyor, hazırlıyorsunuz. Tohumlar atıyorsunuz ve orası yeniden bitkilerle donanıyor. İnsanlıkta aynı yani şimdi bütün insanlar ölüp öldükten sonra tarlayı ektikten sonra bir de tapanlama denen bir işlem vardır yani düzeltme işlemi yapılır. Üzerinden bir tapanlama denilen bir şey yaparlar. Düzeltirler. O düzelttikten sonra işte sular sulanır ve sonra bitkiler biter. İnsanları yeniden dirilişini de Cenabı Hak buna benzetiyor birçok ayetlerde. İşte bakıyorsun bütün insanlar ölmüş, dağlar yerinden oynamış, düzeltilmiş, çukurlar doldurulmuş. O denizdeki sular karaları kapsamış. Karaları kapsayınca ister istemez orada bir bataklık ortamı oluşmuş. Çok uzunca bir zaman geçiyor. Adem (As)’ın bataklığı oluşuyor o uzunca bir zamanın içerisinde ve diyor ki Allahu Teala ‘Sizi başlattığı gibi tekrar döneceksiniz.’ Yani Adem (As)’ı Allahu Teala nasıl yarattıysa yeniden yaratılış da aynı olacak. İşte bütün bunlar birçok bilim dalının birlikte çalışmasından sonra ortaya çıkacak olan şeylerdir. Ondan sonra şöyle söylüyor Cenabı Hak diyor ki: (Arapçası) Adem’in soyundan gelenlerin ana rahmi toprak değil. Artık o bir kadının vücudunda oluşuyor. Artık bir zayıf sudan, bir özden oluşturdu diyor. Sonra diyor ki sümme sevvahu. Sevva; tefsiye, eşitleme demek. Sonra o ana rahmindeki o çocuğu eşitledi. Neye eşitledi? İlk insana eşitledi. Yani ilk insanları hangi organları varsa ya da diğer insanların annesinin babasının falan. Tüm organlar tamamlandıktan sonra işte göz, kulak, kalp, el, ayak neyse bakıyorsunuz artık insan tümüyle oluşmuş. Tümüyle oluştuktan sonra (Arapçası) işte şu şeyde olduğu gibi tüm organlar oluşmuş. Artık tırnaklar da bitmiş, her şey tamam. (Arapçası) yani içine o ruhundan üfleyerek eşitledi. O zamana kadar bu cenin canlı değil mi? Canlı olmasına canlı kimse bunun aksini söyleyemez. Peki o anda ne ilave ediliyor? Vücudu da tamamlandığına göre, bütün organları bittiğine göre işte burada diyor ki ayette o üfledikten sonra oluşan şeyleri söylüyor. Ne diyor? O zaman sizin için sem, vel ebsar, vel efide bu üç şeyi oluşturmuştur diyor. Yani dinleme, görme ve kalpleri oluşturmuştur. Yani o üflenen ruh kişiyi farklılaştırıyor. Müminun suresini 14.ayetinde ” summe halaknen nutfete alakaten uyruluyor. Bak orayı bir açalım 23. Sure 14.ayet. diyor ki (Arapçası) ‘Sonra biz o nutfeyi bir alaka yaptık.’ Belki bir hatırlatma olur 12’den okuyalım. (Arapçası) ‘İnsanoğlunu yani Adem (as)’ı ve Havva validemizde ikisi aynı. Yani şunu hatırlatmakta fayda var. Havva validemiz Adem’den yaratılmış değildir. Adem neyden yaratıldıysa Havva da ondan yaratılmıştır ve ayet her ikisine de nefis adını veriyor. Yani Nisa suresinin 1.ayetinde (Arapçası) ‘Müminler! Rabbinizden çekinin. O sizi bir tek nefisten yaratmıştır. Eşini de yine o nefisten yaratmıştır.’ O nefisten eşini de yarattı sizi de yarattı. Yani sizi dediği Adem (as) eşi dediği Havva validemiz. O nefisten Adem’i yarattı. O nefisten Havva’yı yarattı. O nefis nedir? O nefis de döllenmiş yumurtadır. Onu da İnsan suresinde Cenabı Hak bildiriyor. (Arapçası) yani (Arapçası) ‘İnsanın üzerinden uzunca bir zaman geçti ki hakkında herhangi bir bilgi oluşmuş değildi.’ İddia edildiği gibi insanların ataları şuydu da evrimle şöyle oldu böyle oldu. Hayır. Hiçbir bilgi yoktu hakkında. ‘İnsanı döllenmiş yumurtadan yarattık.’ Herhangi bir şeyin evrilmesinden değil. Ondan sonra (Arapçası) ‘Onu ağır bir imtihandan geçireceğiz. Onun için semi ve basir yaptık.’ Dinleyen ve gören. Burada kalbi söylemiyor. Kalp karar organıdır. Ama bilgi toplama organı göz ve kulaktır. Bu göz ve kulağın topladıkları bilgilere göre kalp karar veriyor. Bir karar organı oluşuyor. Aklın yanında. Akıl başka. Akıl insanda da var hayvanda da var. Hatta şu eşyada da var. Fizik çalışmaları devam ettikçe bunlar artık yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Yani Kuran’ı Kerim akılla ayırmıyor. Akıl çünkü sadece insana mahsus bir olay değil. Ama insana mahsus olan 3 şey var. Sem, basar ve fuat dediğimiz şey. Dinleme, görme… Bakma değil görme. İkisinin arasında fark var. Şimdi siz baktığınız zaman burada olana bakarsınız ama gördüğünüz zaman olabileceği de görürsünüz. Dersiniz ki ben birtakım değişik şeyler görüyorum ya güzel şeyler olacak dersiniz ya da kötü şeyler olacak dersiniz. Yani olayların arkasındaki gerçekleri görürsünüz. Mesela bir mezbahaya gidiyorsunuz. Hayvanlar sıra sıra dizilmiş. Hatta kurban bayramında birisini bıçakla yanında kesiyorlar öbürünün umurunda değil. Halbuki biz şimdi insan olarak elinde bıçakla sokakta bir adamı görsek hepimiz tedirgin oluruz. Çünkü biz bakmıyoruz görüyoruz. Olayların arkasındaki gerçekleri de görüyoruz. İşte o basar, sem dinlemek. Şimdi size konuşuyoruz siz dinliyorsunuz bu bilgiler zihninizde toparlanıyor bilgi oluyor ve karar organınıza gidiyor. Ama burada bir hayvana otur da sana iki kelime söyleyeceğim dediğiniz zaman böyle bir şey olur mu? İşte fark orada. İşte burada diyor ki bunu bu şekilde yaptık. Yani dinleyen, işiten kelimesi yanlış işiten diğerlerinde de var. Dinleyen, gören ve karar veren. İşte burada da diyor (Arapçası) ‘Sonra onu sağlam bir yerde nutfe haline getirdik’ diyor. Şimdi sağlam bir yer.
Mekin tabi mekandan geliyor. Yani kendini değer haline getirecek yer diye tanımlayabiliriz. Şimdi bakın şurası ana rahmi. Nutfe haline getirdik diyor şurada. Döllenmiş yumurta demek. Bir de nutfenin bir başka adı var. İnci tanesine de nutfe diyor Araplar. İnci tanesi… Şimdi şuraya ben resimler koydum. Şu döllenmiş yumurta, şu istiridye içerisindeki inci, şurada da bir şey içerisindeki ince ne kadar benziyorlar birbirlerine görüyor musunuz? Cenabı Hak bu kelimeyi kullanırken de yani nutfe kelimesini kullanırken de birçok mesajlar veriyor orada. Yani nutfe kelimesi de öyle tesadüf, haşa Allah’ın kelamında tabi ki şey olmaz. İşte bakın burada şu döllenmiş yumurta. İnciye ne kadar çok benziyor değil mi? En sağda olan. Ortadaki inci. Hatta size bu nedir diye birisi gösterse direkt inci dersiniz değil mi? Başka bir şey demezsiniz. İşte nutfe o.
Ondan sonra diyor ki sonra diyor nutfeyi alaka yaptık. Şimdi mesela alaka deniyor. Alaka demek bizim Türkçemizde vardır. Benim falan yerle alakam var yani ilgim var demektir değil mi? Hatta bir şey bir yerde asılıysa muallak denir. Asılı demek. O yüzden alakadan yani onu asılı hale getirdik. İşte ana rahmine asılıyor. Muallak oluyor. Oradan işte yapışıyor göbekten. Ondan sonra diyor ki Allahu Teala onu mudga yaptık diyor.
Adem’le Havva tek yumurta ikizleri gibi gözüküyor. Sonra şöyle bir itiraz oldu. Tek yumurta ikizlerinin ikisinin de aynı cinsiyetten olması lazım. Sonra Seda Hanım yaptığı araştırmalarla bu yeni çalışmalarla o farklı cinsiyette olabiliyormuş. Yani onu da ispatlamıştı. Şimdi şurada bir çiğnem et parçası gibi bir şey gelecek. Ondan sonra diyor ki o şeyi o alakayı mudga haline getirdik. Mudga ağzınıza bir et parçasını alırsınız çiğnersiniz çiğnersiniz ama pişmemiş et parçası olacak. Pişmiş değil. Pişmiş olursa ona bu isim verilmiyor. Pişmemiş bir et parçasını ağzınıza alıyorsunuz çiğniyorsunuz çiğniyorsunuz çiğniyorsunuz ağzınızdan çıkarıyorsunuz. İşte o mudga oluyor. Görüyor musunuz bak ağzınıza alıp çiğnediğiniz kırmızı şey, pişmemiş bir et parçasını alın ağzınıza çiğneyin çiğneyin çiğneyin ağzınızdan çıkarın. O görüntü olur. Yani bu gerçek resim. Öbürü de ayet. Onu mudga haline getirdik diyor. Bakın ne kadar ayrıntılı bilgi veriyor görüyor musunuz Kuran’ı Kerim. Ondan sonra (Arapçası) ‘ o mudgayışey yaptık. Yani o dişlerin takılı olduğu gibi görünen yer daha sonra omurilik olacak olan yerdir. Omurganın yeridir. Sanki dişler ısırılmış gibi gözüküyor. Mudgayı kemiklere dönüştürdük diyor. (Arapçası) ‘kemiklere de et giydirdik. Yani artık tüm organlar tamamlandı. Bütün organlar tamamlandı. Herhangi bir eksik kalmadı. Orada diyor ki (Arapçası) ‘Sonra o insanı başka bir yaratık halinde inşa ettik.’ Artık halaka kelimesi kullanılmıyor, inşa kelimesi kullanılıyor. Yani ayağa kaldırdık, oluşturduk demek lazım. İşte o zamana kadar diğer canlılar ne ise insan da o. Ama o andan itibaren insan başka bir yaratık oluyor. Ama henüz doğmuş değil. İşte o an Secde suresinin 7,8,9. Ayetleriyle karşılaştırdığınız zaman ruhun üflendiği zaman oluyor.
Ben şimdi burada bir matruşka bebek getirdim anlaşılsın diye. O Adem (As)’dır. Adem (As)’la bizim farkımız ona toprak ana rahmi görevini görüyor. Biz anamızın rahminden oluşuyoruz ve Adem (As)’ın yaratılışına en çok benzeyen de İsa (as). Onun için Allah (Arapçası) diyor. ‘İsa tıpkı Adem’in örneği gibidir.’ Diyor. ‘Onu topraktan oluşurdu. Ol dedi o da olmaya başladı’ ve bizim ölümümüzden sonra yeniden yaratılışımız da Adem (As)’ın yaratılması gibi olacak. Yani bizim vücudumuzun tamamı çürüyüp her birimizin vücudundan Kuran’ı Kerim’in nefs dediği şey Nisa suresinin ilk ayetinde (Arapçası) ‘sizi bir nefsi vahideden yarattı.’ Nefs dediği şey orada oluşacak o nefs de çok ilginç bir kelime. Ayet döllenmiş yumurtaya nefs dediği gibi bize de nefs diyor. O zaman buradan ben şunu anlıyorum. Aynı kelimeyi kullandığına göre demek ki çok ciddi bir benzerlik var. O zaman ciddi benzerlik ne demek? O döllenmiş yumurtada bende olan bütün özelliklerin olması gerekiyor. Olması gerekiyor ki aynı kelimeyi kullanıyor. İşte bu sebeple yani bilimsel çalışmalar Kuran önderliğinde yapıldığı zaman o sizin elinizden tutuyor bir bilim adamı olarak sizi birçok yerlerde hiç sürütmeden koşa koşa götürüyor. Hatta uçurarak götürüyor sizi birtakım yerlere. Ama tabi orada acele etmeden, yani işte bazı bilim adamlarının sıkıntısı var. Dün akşam bir doktor telefon açtı. Epeyce konuştuk. Kendilerini Kuran’ın önünde düşünüyorlar. Böyle olduğu zaman Kuran’ı Kerim onlara hiçbir şey vermez. Sadece sıkıntılarını arttırır. Başka hiçbir şey olmaz. Ama Kuran’ı öne koyarlarsa bu çok güzel olur. Şimdi mesela bizde bilimsel tefsir dedikleri bir şey vardır. Anlatılır hep. Bilimsel tefsir dedikleri şu. Batılılar bir şey keşfediyor. Arkadan bu bizde de var. Azıcık benzetiyorlar falan ve gülünç oluyorlar. Buraya İran’dan bir heyet gelmişti. Bu konuda bir enstitü kurmuşlar. Malezya’da da bu konuda bir şey var. Hatta lisans seviyesinde eğitim mi ne yaptırıyorlar. Ben onlara burada bir şey sordum. Dedim ki ya siz hep birileri bir şey buluyor. Bizde de var diyorsunuz. Peki siz herhangi bir şeyi keşfedip de ilime hedef gösterdiniz mi? Bakın şunu yapmışsınız ama şunları yapın. Şurada hata yapıyorsunuz. Şuraya gidin dediniz mi? Hayır dediler. Hatta buraya gelenlerden birisi de Malezya’da bulunmuş iki sene orada var mı? Orada da yok. İşte ilimlerin İslamileştirilmesi. Ki bu gerçekten iflas etmiş olan bir kişi. Yani ben bir kere bir yere gittim. Tabi küçük çocuğum. Ne kadar zengin olduğunu anlatıyor benim çok yakından tanıdığım bir adam bir başkasına. Kendi arazilerini, şeylerini falan anlatıyor. Anlattıkları yer taş, hiç kimsenin gidip de bir şey yaptığı yok. Ancak bazı keçileri salarsınız eğer orada bir şey bulursa şey yapar. Karşı taraf da bunu ciddi ciddi dinliyor. Yani ne kadar zengin olduğunu anlatıyor onlara. İşte bizim şöyle yerlerimiz var, böyle yerlerimiz var falan. Gerçekten var ama oradan bir ot bile alamıyorsun kardeşim. Yani sen hiçbir şey alamıyorsun oradan. İşte şimdi bizim müflis adamların tavrı gibi. Bizde de var. Ama şimdi bu şeye girdiğiniz zaman gözünüzle de görüyorsunuz Kuran’ı Kerim’i öne koyar, siz gerçekten onu anlamaya çalışırsanız bilim adamlarıyla birlikte onu anlamaya çalışırsanız bu defa Kuran sizin elinizden tutar sizi kısa sürede en üst noktalara çıkarır.
Evet şimdi halka ahar olması vücudun ikinci bir vücut kazanmasına sebep oluyor. Şimdi bu matruşka bebeği getirmemin sebebi bu. Bunu mesela ilk oluşan vücut olarak düşünün. Ana rahminde bir noktaya kadar bu vücut oluştu. Bu noktaya gelinceye kadar bu diğer canlılardan bir canlı sadece şekli olabilir yani önemli değil. Atın şekli başka, koyunun şekli başka, ineğin şekli başka ana rahminde ama hepsi de hayvan olma bakımından eşit. İşte o noktaya kadar insan da diğer canlılardan bir canlı. Farkı yok. Hatta biraz önce gösterdik. Bir tavukla bir insanın embriyosu arasında çok büyük bir benzerlik var. Bir fille bir insanın embriyosu arasında da ciddi bir benzerlik var hatta herhalde bir fil embriyosunu gösterseler bu nedir diye sorsalar derhal insan derler değil mi? Hiç kimse demez ki bu fil embriyosudur. Peki belli bir noktaya gelinceye kadar bu oluyor. O noktaya geldikten sonra yeni bir mahluk olarak onu inşa ettik. İşte o yeni mahluk yani yaratık. Mahluk kelimesi yaratık kelimesi Türkçe ‘de böyle aşağılanan kelimeler olduğu için telaffuz etmek de istemiyorum ama ne diyebiliriz. Varlık diyebiliriz değil mi? Daha iyi olur. Yeni bir varlık olarak ortaya çıkardık diyor Allahu Teala. O zaman ne oluyor? Bunun içerisine aynen bunun gibi bir tane daha koyuyor. İki tane. O bunun içerisinde olduğu zaman yani bunun bir şeyini daha koyuyor. Şimdi burada iki tane oldu değil mi matruşka bebek. İşte insanlar çifte şahsiyetlidir dikkat eder misiniz? İki şahsiyetliyiz hepimiz. Yani bir aklı olan, gözü, kulağı, vücuda kan pompalayan kalbi olan bir insanız. Burada düz mantıkta düşünürüz. Her zaman iki kere iki dört eder. Fakat bize ruh üflendikten sonra artık düşüncelerimiz çok daha geniş çevreleri görürüz. Artık olayın ilerisini düşünmeye başlarız. Yani bakarken görmeye başlarız. Duyarken anlamaya, dinlemeye başlarız ve bu defa aklın yanında ikinci bir karar verme organımız ortaya çıkar. O da kalp olur. Kalp. Ne demek bu? Akla göre her zaman 2 kere 2 dörttür. Ama kalbe göre 2 kere 2 bazen 3 eder, bazen 8 eder hiç belli olmaz. Kalp aklı tasdik etmeyebilir. Şimdi mesela firavun Musa (as)’ın o şeylerini gördükten sonra mucizelerini gördükten sonra, Neml 14 müydü bir bakar mısınız, (Arapçası). Burada enfüsuhüm kelimesine de dikkat edin, nefis kelimesi. Vücuda ruh üflendiği zaman üflenen ruh vücutla birebir eşitleniyor. O da nefis adını alıyor. Yani tıpkı bu ikisi nasıl görüntüde aynıysa nefis deniyor. Yani bu bunsuz etmez. Bu olmazsa bunun hiçbir anlamı olmaz. İkisine de nefis diyor. Onun için şu nefis yani içerideki ruh kabul etmek istemiyor ama bu nefis kabul ediyor. İkisi de nefis. (Arapçası) Yani ruhu, insanı insan yapan asıl özellik ruh. Onu isyankar yapan da itaatkar yapan da ne bileyim artık ilim adamı yapan da her şeyi yapan da o. Şimdi Musa (AS)’ın Allah’ın Peygamberi olduğunda kesin bir kanaat sahibi oluyor. Eğer bu ruh olmasaydı, sadece bu olsaydı Musa (As) Allah’ın peygamberi derdi. Ama bu var, bu hayır değilsin diyor. Onun için ‘caht’ kelimesi kullanılıyor. Bile bile inkar… Biliyor ki Allah’ın peygamberi ama reddediyor. İşte iki şahsiyet bu. Bir şahsiyet var ki kabul ediyor. Diyor ki tamam kardeşim Allah’ın peygamberi. (Arapçası) diyor Allah. Yani çok kesin bir kanaati var ki Musa (as) ve Harun (as) Allah’ın peygamberi.
Soru: Bu tercihi kalbiyle mi yapıyor aklıyla mı?
Cevap: Kalbiyle. Aklı inkar etmiyor. Aklı tasdik ediyor. Akıl diyor tamam ya bu böyle. Kalp inkar ediyor. Niye inkar etmiş çıkar işte. (Arapçası) İlla bunları emirleri altında tutmak istiyor. Ben üstünüm demek istiyor. Şimdi düşünüyor ki ben bu adamı kabul edersem bu defa onun benim başıma geçmesi lazım. Ama benim tepede kalmam lazım. İşte onun için işte kafir orada olunuyor. Aklen %100 doğru olduğunu bildiği bir şeyi yok gibi gösteriyor. Ondan sonra diyor ki sen Allah’ın peygamberi değilsin. Allah da kim diyor. Sizin en büyük rabbiniz benim diyor. Bu söylediklerinin tamamının yalan olduğunu kendisi herkesten daha iyi biliyor. Yani o gerçeğin üstünü örttüğü için kafir oluyor. İşte insanı bu hale getiren ondaki ruh. Onun için bu ruh öyle bir şey ki Zümer Suresinin42. Ayetini açarsak 39.sure. bak burada diyor ki Allahu Teala (Arapçası) buna dikkat edin Arapça bakımında Enfuz kelimesi var. ‘Nefisler’. Allah nefisleri çeker alır diyor. Nefisler öldüğü zaman. Şimdi bir insanda kaç nefis vardı? 2 tane değil mi? Ruh nefis adını alıyor bir müddet sonra. Niye nefis adını alıyor? Çünkü artık o vücutla tamamen özdeşleşiyor. O ruh o vücuttan bir başka vücutta yaşaması mümkün değil. Onun için o vücutla tümüyle özdeşleştiği için nefis diyor Kuran’ı Kerim. Dolayısıyla nefis ruh manasına da geliyor nefis beden manasına da geliyor. (Arapçası) Şimdi şu nefis öldüğü zaman ikiye parçaladık. Allah bunu çekip alıyor. Bu ölmüyor. Bu ölmüş bunu şöyle yatırmışsınız. Allah rahmet etsin diyorsunuz. Ama bu çıkmış kendi vücuduna da bakıyor olabilir. Aynısı… Yani kendi cenazesini de görebilir burada.
Şimdi ayet diyor ki ayeti çok iyi anlayalım arkadaşlar. Maalesef bu ayete verilen mana olayı anlamamıza imkan vermiyor. Diyor ki ‘Allah ölenin ölüm zamanı gelince ölmeyenin de uykusunda iken canını alır.’ Mustafa Bey uykuda canın alınması diye bir olay var mı? Böyle bir şey söz konusu edilir mi yani? E şimdi siz bu meali okusanız buradan ilim yapabilir misiniz? Ne saçmalıyor dersiniz haşa değil mi? Şimdi ayet buna da nefis diyor buna da nefis diyor tamam mı? Ama ikisi aynı kişinin nefsi. Yani her ikisi de iki tane nefis var. Diyor ki Allah ölümü sırasında nefisleri alır. Bu et ve kemikten oluşan nefis bu da ruh. Ölen et ve kemikten oluşan nefistir. Öldüğü zaman Allah nefsini alır diyor. Öldüğü zaman nefsini alır. Yani bu nefis ölüyor, bu nefsi alıyor. Tamam mı öldü bu. Ondan sonra diyor ki (Arapçası) Temud fiilinin faili de yine nefis. Ölmemiş olan nefsi de alır nefsin uykusunda. İki tane nefis yani. Birisi ölen birisi uyuyan nefis. Ama alınan ikisinde de aynı. Şimdi şu burada duruyor. Uykuya daldı mı tabi bu çıkıp gidiyor. Çıkıp gittikten sonra uykuda bakıyorsunuz ki siz birçok insanlarla karşılaşıyorsunuz. Onlar da büyük bir ihtimalle ruh olabilir. Belki o kişilerin gerçekleriyle de karşılaşabilirsiniz. Artık ruh vücut gibi değil. Bunun hareket alanı çok fazla. Birileriyle görüşüyorsunuz. Ölmüş olanlarla da görüşüyorsunuz. Yaşayanlarla da görüşüyorsunuz. Mesela Peygamberimiz (sav)’le ilgili ‘Beni rüyasında gören gerçekte görmüş gibi olur.’ Halbuki Peygamberimiz öleli ne kadar oluyor. O zaman gördüğü nesi oluyor? Onun vücuduyla birebir bütünleşmiş olan ruhu oluyor. Onun bir şeyini görüyorsunuz. İşte sonra bu ruh bu vücut öldü bu ruh alındı. Vücut öldü ruh alındı. Şimdi ruh bu tarafta vücut mezarda. Tamam mı? Şimdi bu mezarda. Şimdi o zaman bu ruh alınınca bütün bilgiler burada. Vücutta değil. Bu bilgisayarın mekanik şeyi gibi yani. Bilgiler mekanik ölse de siz onun bilgisini kenara alıyorsunuz hard diskini alabiliyorsunuz. Bir başka şeye aktarabiliyorsunuz. Şimdi bütün bilgiler bu ruhta olduğu için hemen muhakemesini yapıyor. Hemen Müminun suresinin 99.ayetini açıyoruz. Burada bir kafirden bahsediyor yukarıdan, üstten beri okursanız. (Arapçası) ‘Onlardan birisine ölüm geldiği zaman’ işte geldi vücudu öldü. Bu ruh, bütün bilgiler burada ya. ‘Ya Rabbi beni geri döndür’ diyor. Tekrar şu vücudun içine gireyim diyor. Geri döndür diyor beni. Yani ruh diyor ki ‘Ya Rabbi beni geri döndür. Şu vücudun içine tekrar gireyim’ diyor. Ama vücut ölmüş. (Arapçası) ‘Terk ettiğim dünyada belki iyi bir şey yaparım.’ Şimdi o da çok iyi biliyor ki ruh tek başına bir şey yapamaz. Vücutla birleşecek. Yani tıpkı siz şu bilgisayar olmasa buradaki bilgilerden istifade edebilir misiniz? Hiçbir işe yaramaz. İlla birleşecek. Şimdi Allahu Teala ne diyor? ‘Hayır, asla’ Artık sen dönemezsin. Yani bu bilgisayar öldüyse artık bu bilgileri bunda görme şansım yok. Bu da ölmüş, artık o ruh o vücuda geri gelip giremez. (Arapçası) ‘Bu onun söylediği bir sözdür.’ Yani boşuna söylenmiş bir sözdür geriye çevirin falan. Niye? (Arapçası) ‘Arkalarında engel var.’ Engel, yani berzah alemi falan deniliyor ya o değil. Engel, engel ne? Bu vücut ölmüş. Ölmüş vücudun içerisine ruh gelip girmez ki. Engel o. Yeni bir vücut lazım. Peki yeni bir vücut lazımı da ayet hemen söylüyor. Sen hemen fark ettin o işi. (Arapçası) ‘Yeniden ba’s olacakları güne kadar.’ Ba’s
(Ruhların bedenlerle birleştirileceğiymiş.)
Şimdi ba’s nedir? Bu çürüdü. Bu ruh burada duruyor. Duruyor bu ruh. Cenabı Hak bir yerde muhafaza ediyor. Bu çürüdü. Çürüdükten sonra burada bir nefis kalıyor. Bunda da bir nefis kalıyor sonunda. Ne demek o nefis? Bu vücudun bütün özelliklerini içinde taşıyan bir tohum kalıyor. Bir tohum, o tohum Adem (as)’ın ortamının oluştuğu ortamda, ki yaklaşık elli bin sene falan ayeti kerimede belirtiliyor, o kadar uzun süre geçiyor. Çünkü insanın oluşması öyle sıradan…Bazı bitkiler iki yılda oluşur, bazı bitkiler yıllar sonra oluşur biliyorsunuz yani her bitki aynı değildir. Bazı bitkilerden de bir hafta sonra gider ürün alırsın ve bizi de Allahu Teala bitkiye benzetir. Mesela (Arapçası) Nuh suresinde ‘Sizi yerden bir bitki gibi bitirmiştir.’ Diyor. Onun için dedim yani bunun bilinmesi için birçok bilim dalının birlikte çalışması lazım bu konunun anlaşılması için. Şimdi burada bu şey yaptı. Ondan sonra ba’s. Ba’s demek yataktan kalmak demektir. Şu ölü vücut kendi tohumuyla, belki binde 99’u on binde 99’u toprak olmuş. Orda kalan şey orada tohum olmuş bunun vücudu oluşuyor. Tıpkı Adem (As)’ın vücudu gibi. Bebek olarak değil artık. Olgun bir insan olarak dünyaya geliyorsunuz. Adem (as) bebek olarak dünyaya gelmiş değildir. Olgun bir insan olarak dünyaya şey yapıyorsun. Bu toprağın içinde olşuyor vücut, vücudun oluşumu tamamladıktan sonra ba’s günü geldi ya (Arapçası) diyor Allah. ‘Nefisler eşleştiği zaman.’ Bu geldi bunun içerisine girdi. Geliyor, artık bu oluştu ya artık canlı bir vücut var ya. Geliyor bunun, başka bir vücudun içine girme şansı yok. O kendine ait olan vücuda giriyor. Onun için ruh göçü falan da söz konusu değil. Çünkü orada da o kelime, önemli kelime nefis. Bütün özellikleri taşıyor. Ama o kişinin özelliklerini taşıyor. Başkasının değil. Ondan dolayı Allahu Teala (Arapçası) Hayır diyor insanların parmak uçlarındaki işaretleri bile eski seviyeye getirme ölçüsünü koymuşuzdur diyor. O kural da var. Bütünüyle o şey yapacak. Evet vücudun yapısı ahirete göre ama o işaretler, o şeyler duruyor. O simgeler aynen duruyor.
Şimdi hatta bir de şeyi açarsak sistemi tamamlamış oluruz. Ben bunu burada uzattım. Niye uzattım biliyor musunuz? Geçen haftadan itibaren ya da birkaç gün öncesinden itibaren bu ruh konusu yeniden alevlendi ve hiç bilinmediğini ben görünce yani bu vesileyle de bunu ortaya koyalım diye ben düşündüm. Onun için bunları da getirdim. Şimdi bu, yani Kuran’ı Kerim’de mesani, ikişerlilik var ya. Bu züvvicet kelimesi nasıl yeniden dirilme için kullanılıyorsa onun benzeri kelime ana rahmi için de kullanılıyor. Ana rahminde de eşleşme kelimesi yani zevcelenme. Yani bu bunun zevci. Zevç eşi demek. Yani karı kocaya da zevç denir birbirinin eşi olduğu için ama bu onun eşi. Artık bu ondan ayrılmaz hale geliyor. Bu eşleşme ilk önce ana rahminde başlıyor. Onun için açalım lütfen 35.sureyi. Fatır suresinin 11.ayetini açalım. Şimdi arkadaşlar şuraya bakın. Hakikaten şu muhteşe güzelliğe bir bakın. “Allâhu halakakum min turâbin: Allah sizi topraktan yarattı”. Toprağın sulanması, onu anlattık. “Summe min nutfetin: sonra döllenmiş yumurtadan”. Burada çok özetliyor. “Summe ceâlekum ezvâcen: sonra sizi eşleşmişler haline getirdi. Ana rahminde her birimizin eşi oluyor. O eş ne? İşte ruh. “Fe izen nufusu zuvvucet” ile yeniden dirilişteki ile olanla ana rahminde olan ne kadar aynı gözüküyor değil mi?
Katılımcı: Çiftler haline getirilmiş karı koca anlamında mı?
Abdulaziz Bayındır: Şimdi işte buradaki kısırlığı da görmenizi istiyorum şahsen. Ayetlere bir meal verdik. Hepsini de birleştirdik. Bilimle de vakıa ile de bire bir örtüştü değil mi? Bizim gelenekteki en büyük hata, ayetleri kendileri açıklamaya kalkarlar. Bu affedilmez bir hatadır. Ayetleri Allah açıklar. Allah da açıkladığı ayetler arasında benzerliğin işaretlerini koymuştur. Yani şurada sizin elinizde şöyle bir kablo var değil mi? Bu kablonun ucunda da fiş var. E şimdi bu kablonun fişini her yere takabiliyormuyuz? Bu fişi takabileceğimiz sadece şu televizyonun altında bir tek yer var bu salonda ancak oraya. İşte oraya taktığınızda eşleşme oluyor. Birbiriyle tamamlanmış oluyor. İşte ayetler arasında da Allah o ilşkiyi kurmuştur. Siz o ilişkiyi kuramazsanız hiç bir zaman bilgiye ulaşamazsınız. İşte bugün İslam aleminde insanlar. Bak bu kadar bizim yaptığımız küçücük bir çalışmayla ki bir de burada büyük ekiplerin oluştuğunu düşünün, o zaman ne olur? Bu küçücük çalışmayla bilimin bir hayli ilerisnde. Öyle değil mi yani şimdi bakın ruh konusu başka bir yerde böyle anlatılıyor mu? Hiç duydunuz mu? Roma’da ben bu konuda bir tebliğ sunmuştum 3 buçuk saat. İtiraz eden hiç kimse çıkmadı. Çünkü kuran ile anlattınız mı herkes tatmin oluyor.
Katılımcı: Batıyı uzun seneler meşgul eden bir konu
Abdulaziz Bayındır: Hala meşgul ediyor hâla işin içinden çıkmış değiller.
Katılımcı: 53:16 duyulmuyor.
Abdulaziz Bayındır: Öyle yaptıkları için insanı hayvan gibi değerlendiriyor bugün batılılar. Dolayısıyla insana gereken değer verilmiyor. Hayvan gibi değerlendirdiğiniz zaman da tüm ilşkiler bozuluyor. İşte bugünkü şey de öyle. Yani çok afedersiniz bugün kadın erkek ilşkileri batıda hayvan gibi düzensiz. Yani hiç. Evlilik dışı ilşkiler son derece tabii kabul ediliyor falan. Ondan sonra bitmez tükenmez problemler çıkıyor. Daha diğer konularda da öyle. İşte insanı tanımamak bir çok sıkıntılara sebep oluyor ama ben sizin tekrar dikkatinizi çekmiş olayım. Bakın bu Fatır suresinin 11.ayeti, Kuvviret suresinin 7. ayet. 81. sure 7. ayet ile Tekvir suresi 35. Fatır suresi ve Fâtır kelimesi de çok ilginç bir kelime. Fatara, bölünme. Mayoz ve mitoz bölünme diyorlar ya. Şeyin nutfe halini alması ondan sonra ikiye bölünmesi, 8’e, 16’ya falan. İşte fatara kelimesi onu ifade ediyor kur’anda. Bu ismi ala ayet içerisinde Allah bize bunu bildiriyor. Sonra ne diyor? “ve ma tahmilu min unsâ ve lâ tedâu illâ bi ilmih”. Bir dişi varlık hamlinde neyi taşıyor neyi doğuruyor mutlaka Allah’ın bilgisiyle olur. Ondan sonra “ve mâ yuammeru min muammerin ve lâ yunkasu min umurihi illâ fi kitab” ana rahmindeyken her birisi için bir kader yazılıyor diye hadis var ya. Çok doğru. Yani her birisinin tüm özellikleri ana rahminde belirtilmiştir. Dayanıklılık ölçüsü, ne kadar yaşayacağı.
Fatih Orum: O’nun bilgisi dışında ne bir dişi gebe olabilir ne de doğurabilir.
Abdulaziz Bayındır: Eh işte. Konuyu anlamadınız mı ayete meal vermek imkansızlaşıyor.
Katılımcı: Hocam orada bilgisi verildi yani ömrü çizildi ama o kendi aklıyla ömrünü yaşadı. Sadece bunun bilgileri biz bilemeyiz ama onun bilgileri kayıtlı bir yerde var. Sadece o kendi şeyine göre yaşadı.
Abdulaziz Bayındır: Yoo. Biz de bilebiliyoruz. Mesela doktorlar bakıyor senin vücudunda mesela doktor bir insana ömür biçerken vücudunun dayanıklılığına bakarak biçiyor değil mi Mustafa Bey. Yani bir takım kıstaslar var ona bakıyorsun tamam. Ama doktorun belirttiği kadar yaşayacak manasına gelmez. Yani bu vücut şu kadar daha idare eder demektir o. Bunlar orada belirtiliyor. Ama bak burada “ve lâ yunkasu bi umurihi” ifadesi de var. Ömründen kısaltma. Niye? O kısaltma işi yaptığınız yanlış davranışların sonucunda oluyor. Adam kötü alışkanlıklar yapıyor, bir takım olaylara katılıyor ki ömrünü kısaltıyor. Ama uzatamıyor.
Katılımcı: Orada kısaltmaz diye çevirdiniz, burada diyor ki; ” biz bir yaşlıya çok ömür vermekle ömründen eksiltmek de mutlaka bu kitaptadır. Eksiltmek de Allah’ın elinde..
Abdulaziz Bayındır: Şüphesiz ki C.Hakk’ın elinde. Allah bir kural koymuş. Kader o. Kader, Allah’ın koyduğu kanundur. Eğer siz vücudunuzu dikkatli kullanırsanız, iyi yaşarsanız ömrünüzü tam kullanırsınız. Kötü kullanırsanız, yanlış işler yaparsanız o zaman ömrünüzden kısaltılır. Bu da Allah’ın koyduğu kuraldır. Bunların hepsinin kuralları bir yere kayıtlı. Allah’ın hiç bir şekilde kayıtsız işi yoktur. Hepimizle ilgili kayıtlar tutulmştur ayrıntılı bir şekilde. İşte şimdi bakın burada bendeki meal nasıl? Bunu size bir okuyayım hem de örnek olsun. Diyor ki;”Allah sizi önce topraktan sonra meniden yarattı”. Meni değil arkadaşlar nutfe. Nutfe başka meni başka. “Min nutfetin emşâc” kelimesi diyor. ’emşâc’, birleşmiş demek. Neyini birleşiyor kardeşim! Allah söylüyor işte. Bu döllenmiş yumurta. Buna meni derseniz yanlış olur. Döllenmiş yumurtadır. Meni dediğin zaman sadece erkektir kadın yok. Meniden yaratma olmaz. Döllenmiş yumurtadan olur. İşte bunları biz birleştirince, birleştiremeyenler “nereden, öyle bir şey yok” diye kendilerini büyük alim kabul edince bunu ben bilmiyorsam hiç kimse bilmez diyorlar. Ondan sonra hadi bakalım biz de diyoruz ki; siz gidin bilginizle başbaşa kalın bari ne yapalım. Evet “Allah önce sizi topraktan sonra meniden yarattı. Sonra siziçiftler kıldı. (Erkek ve dişi kıldı)”. Peki burada erkek ve dişi kıldı diyorsa acaba “ve izen nufusu zuvvicet”e ne nana vermiş acaba? Oraya doğru mana vermesi mümkün değil. Doğru vermiş. “Ruhlar bedenlerle birleştiğinde”. Niye burada bu manayı veriyorsun da orada onu veriyorsun? Burada doğru vermiş. Orada nasıl?
Fatih Orum: Ruhlar eşleştirildiğinde.
Abdulaziz Bayındır: İşte o yanlış. Bak bu doğru. Bu doğru. Bunu da aynı şekilde yapsana. Halbuki kelime aynı kelime. Olay: birisi ana rahminde ola olay, birisi öbür tarafta. Bu öylesine birbirine benzeyen bir olay ki şimdi şu örneği verdik ya. Şimdi şu vücut ölmüş. Öldüğü zaman ruh çıkıp gidiyor, uyuduğu zaman çıkıp gidiyor. O zaman biz o ölümü her gün yaşıyoruz. Ruhumuz vücuttan çıktıktan sonra vücut ister ölsün ister uyusun. Ruh için aynı şey değil mi? Ama tek fark şu: tamamlamadık biz 39.surenin 42.ayetini. Oraya bir gelelim. Orayı tamamlayalım. Burada diyor ki;;”Allahu yeteveffel enfuse hîne mevtihâ eha” ölümünde Allah, işte şunu çeker alır. Bunun içindeki nefsi alır. “Velleti lem temut fi menàmiha: ölmemişse uykusunda alır”. Her ikisinde de alınıyor bu. “Fe yumsıkulleti kadâ aleyhel mevt: ölümüne karar verdiğini tutar”. Allah tuttuğu için ruh diyor ki; ya Rabbi serbest bırak. Gideyim mi şeye diyor. Öbürü gelince uyanıyor. Serbest bırak diyor. “Ve yursılul uhra” serbest bırakır. “İla ecelim musemma: belli bir süreye kadar”. Bu vücudun süresi bitene kadar serbest. Bu vücudu suresi bitti tamam. Onun için vücudumuza da sahipçıkmamız gerekiyor yani. Eğer yanlışlık yaparsak vücudun süresi çabuk bitti mi ruh bu vücuttan ayrılır. Bir daha da gelmez geriye.
Katılımcı: Hocam. Allah’a orada insan diyor ya serbest bırak. O zaman orada bilinçli mi hala?
Abdulaziz Bayındır: Ruh her zaman bilinçli. Tabi. Sen şimdi rüyada bilgisiz olarak mı dolaşıyorsun? Bütün bilgilerin sende değil mi? Bütün bilgiler bunda. Bunda bir şey yok. Yani vücutta bilgi yok. Bütün bilgiler burada. Aynen bilgisayarın hard diski gibi. Gittiğin yeri biliyorsun. Kalkıp anlatıyorsun bir sürü şeyler. Üzülüyorsun, ağlıyorsun. Kabir azabını da ruh çekiyor. Adamınki kabir azabı değil mi? Meseleyi anlıyor. Ya Rabbi beni geri çevir belki güzel şeyler yaparım diyor. Terk ettiğim dünyada diyor. Terketmiş. Anlıyor meseleyi. Eyvah elimizden kaçırdık. Bu bir kabir azabı değil mi bir insan için? Büyük bir ızdırap değil mi? Yine Munafikun suresinde. Kabir hayatı var mı yok mu kardeşim? Peki burada kapalı bir şey var mı? Yani bütün bu şeylerden sonra kabir hayatı yok denir mi? Biz buna kabir hayatı diyoruz. Ruh kabirde olabilir mi? Pekala olabilir. Çünkü Allah “ve mâ ente bi musmiin men fil kubur” (FATIR 22) diyor. Kabirlerde bulunan “men” lere/akıllı varlılara bir şey işittiremezsiniz. Evet o mecazen olabilir bir kişinin vücudu olarak ama hakikaten de olabilir. Bu ruh, o vücudun başında da bekleyebilir. O da mümkün. Çünkü “ta’rucul melâiketu ver ruhu ileyhi fi yevmin kâne mikdâruhu hamsine elfe senetin” (MEARİC 4) Mearic suresinde. Belki bütün ruhlar yenide yaratılış öncesi çıkıyorlar bizim bilmediğimiz bir yere. Şimdi burada bu ruh alınmış, şu vücut ölmüş. Vücut yeniden yaratılıyor. Yaratılıştan sonra bu ruh gelip vücuda girer girmez artık ruh, tam bir insan olarak ortaya çıkıyor ve “ve izen nüfusu zuvvicet”(TEKVİR 7)te olduğu gibi. İşte o zaman ne diyor? Ne diyor o sıra hatırlayın? “Mem beasenâ min merkadinâ” (YASİN 52) diyor. Uyuduğumuz yerden bizi kim kaldırdı diyor. Uyuduğunu zannediyor. Siz uykuda geçen vakti biliyormusunuz ne kadar zama geçiyor. Dolayısıyla o ruh da belki asırlar geçmiş üzerinden farkında değil geçen zamanın. Uyumuş uyanmış gibi kabul ediyor. Ashab-ı Kehf’in durumunda olduğu gibi. Ne kadar kaldın diye soruluyor. Bir gün yada daha az. Ahirette de öyle diyecek insan. Dünyada ne kadar kaldın? İşte Naziat suresinde “aşiyyeten ev duhâhâ: ya bir akşam üzeri yada bir sabah”(NAZİAT 46) O kadar. Çok az birşey kaldım. Dolayısıyla mesela “ve mâ emrus sâati kalemhıl basar”(NAHL 77)diyor. O kıyamet işi bir göz açıp kapayıncaya kadardır. Yani size uzaklığı kıtametin, göz açıp kapayıncaya kadar. Gözünüzü kapadınız öldünüz, açtınız ki mahşer yerindesiniz. Herkesin kıyameti ölümüyle başlar. Çünkü bak şurada beni dinlerken de bazılarınız uyuyabilirsiniz. O uyku son uykunuz olabilir. Gözünüzü açarsınız ki. Hatta şey var. Peygamber(sav)’in bir sözü var. Arafat’ta sahabeden birisi attan düşüyor başı yarılıyor ve ölüyor. Ölünce Peygamberimiz diyor ki; bunu yıkayın, kefenleyin, başını ve ayaklarını açık bırakın diyor. Ve koku da sürmeyin diyor. Çünkü Arafat’ta ihramlı ya. Bu yarın lebbeyk diyerek kalkacaktır. Niye? Çünkü kendisini Arafat’ta biliyor. Kalkarken Arafat’ta olduğunu düşünecek. Ondan dolayı kalkıp etrafa Allah Allah diyor burası neresi? Uyumuş uyanmış. Gözünü kapatmış açmış. Peki o arada gördüğü şeyler? Tabio kabir azabı da birer rüya gibi oluyor. Evet orada cenneti görür mü? Görür.
Katılımcı; Araf suresinde diyor ya biz onları sabah akşam..
Abdulaziz Bayındır: O, cehennemi gösteriyor sabah akşam.
Katılımcı: Cennettekileri görseler sevinirler, cehennemdekileri..
Abdulaziz Bayındır: Araf’ta o var mı? Araf’ta onu hatırlamıyorum. Var mı o? O başka olay. Araf meselesi ayrı bir olay. O değil. Araf suresinde araf olayı var. O başka bir olay. Şimdi Yasin suresinde şey var. Öldürülen bir kişi var. Ona ne deniyor? “Kıled hulıl cenneh: cennete gir”. Hangi cennet bu? Ondan sonra da ne diyor bu? “Yâ leyte kavmu yâ’lemun: keşke kavmim bilseydi”. “Bi mâ gafera li rabbi: rabbim beni neye karşılık bağışladı”. Ben öyle o kadar günahsız bir adam değilim ama bak bir hakkı söyledim öldürdüler Allah beni bağışladı. “Ve cealeni minel mükramin: ve beni ikram görenlerden eyledi”. Cennete girmiş. Ee, keşke halkı bilseydi diyor. Ondan sonra ayetin devamında neydi? “Ve mâ enzelna alâ kavmihi bâ’dihı: onun arkasından kavmine bir şey indirmedik”(YASİN 26-28). O kavim orada yaşarken bu adam cennete giriyor. Şimdi kabir,cennet bahçelerinden bir bahçe oluyor muymuş? Peki cehennem çukurlarından bir çukur olur mu? O da Firavun ve hanedanı için. Neredeydi o ayet? “En nâru yu’radune aleyha guduvven ve aşiyya: bunlar ateşi sabah akşam görürler”. Yani ateşin içine girmiyorlar ama cehennemi görüyorlar. “Ve yevme tekumus saa: o kıyamet olduğu günde”,”edhılu âle fır’avne eşeddel azâb: Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun denecektir”(MUMİN 46) Ama kıyamette önce bak kıyametten önce, öldükten sonra sabah akşam. Şimdi o da cehennem çukurlarından bir çukur haline gelir mi? Peki günahkar müslümanlar acaba kabirde rahat ederler mi? O da Munafikun suresinin 63.sure. 63.surede AllahTeala bir emir veriyor. Diyor ki; “ve enfiku mim mâ rezaknahum: size rızık olarak verdiğim şeyden infak edin” diyor, harcayın. “Min kabli en ye’tiye ehadekumul mevt: size ölüm gelmeden harcamayı yapın”. Onun için “ben ölürsem falan yere verin”. Bu bir şey değil. Öyle bir zamanda harcama yapacaksın ki fakir olma korkusu olacak, çok zenginleşme arzun olacak. Şimdi bağış yapıyorlar ben öldükten sonra falancaya ver. Kardeşim, sen öldükte sonra bu mal senin değil. Niye başkasının malı üzerinde tasarrufta bulunuyorsun? Onun için Allah diyor ki; “ve enfiku mimmâ rezaknakum: rızık olarak verdiğimden harcayın”. Ne zaman? “Min kablu en ye’tiye ehadekumul mevt” elinizden çıksın yani. “Sizden birine ölüm gelmeden önce”. Şimdi tekrar bu örneği verelim. Şimdi bu öldü. Bu çıktı bu kabirde. Bu ayrıldı. “Fe yekule: der”. Bu mu diyor bu mu? Ruh diyor değil mi. Ölmüş. Ruh diyor ki; “rabbi levlâ ahharteni ilâ ecelin karib”. Ya Rabbi, çok yakın zamana kadar bana süre tanısan. Yani beş dakika gidip geleyim. Küçücük az bir şans daha. Şöyle bir gidip geleyim. “Fe assaddeka: sadaka vereyim”. “Benim malım çok”. Senin malın artık yok. Sen öldün bitti. O mal artık mirasçılarının. Senin yok. “Sadaka vereyim”,”ve ekun mines sâlihın: ve iyilerden olayım.”(MUNAFIKUN 10). Peki “iyilerden olayım”ı niye söylüyor? Bu da işin farkına varmış. Bu mümin. Kafir değil.
Katılımcı; Hocam, ölmeden tam önce bilinçliyken vasiyet yazdık, öldük. Ondan sonra..
Abdulaziz Bayındır: Vasiyet değil. Elinden çıkacak. O vasiyet, sonradan oluşturulmuş bir şey. Elden çıkacak o mal. Canın yanacak yani.
Katılımcı: Ben sağ iken vereceğim onu.
Abdulaziz Bayındır: Vereceksin. Elinden çıkacak yani. “Ölene kadar benim haa!”. Öldükten sonra benim diyecek halin yok ya. Allah ne diyor? “Ve len yuahh..izâ câe eceluha: ecel geldiği zaman Allah, hiç kimseyi geriye bırakacak değildir. Artık bitti. Sen daha buraya gidemezsin. Öbürüne de aynı şeyi söyledi değil mi? O kafir ölene de. Engel var dedi. Buna da engel var demedi ama buna da bir başka şekilde söylüyor. Artık insana süre verilmeyecek.
Katılımcı: Bir şey söyleyeceğim vasiyet ile ilgili. Ölmeden önce birisine vasiyetle mal bırakabilirsiniz.
Abdulaziz Bayındır: Ayette öyle bir şey yok
Katılımcı: En yakınlarınıza. İki tane şahit namazdan sonra.
Abdulaziz Bayındır: O, borç itirafıdır. Maide suresini söylüyorsun. Vasiyet değil o borç itirafıdır. Bu insan alkıyor aleyhte şahitlik ederek malın verilmesini engelliyor. Borç itirafı o başka bir şey değil. Ama siz sistemi birbirine..
Katılımcı: Yakın dostuna fala da..
Abdulaziz Bayındır: Vasiyet yok. Ayetlere hep yanlış anlamlar verilerek o noktalara gelinmiştir. Yani bunlara ayrı ayrı uğraşarak her defasında yanlışları anlata anlata bitiremiyoruz. Malesef. Yaptı defalarca yaptık. Bakara 180. Dün akşam da anlattık. Kürtaj değil bu konu bence kürtajdan çok daha önemli. Çünkü bir çok kimse bu meseleyi bilmiyor. Diyeceksiniz ki şu saatten sonra bir insan. Adam bunu kabul ediyor mu? Ruhu kavramadıktan sonra ne anlamı var. Hepsi boş. Bütün konuşmalar anlamsız. Dolayısıyla bunlar istedikleri yerde istediği konuşmayı duyuyorlar. Ama bu konuşma bence son derece önemli bir konuşmadır.
Katılımcı: 01:14:32 duyulmuyor.
Abdulaziz Bayındır: Birisi uyku birisi ölüm.
Katılımcı: 01:14:49 duyulmuyor.
Abdulaziz Bayındır: Tekrar dönebilirmiyiz? Uyuyup uyandığımız zaman her gün ölüm provası yapıyoruz ya. Her gün biz onu yaşıyoruz. Bir de ölüp yeniden kalkma var. Günahları anlama meselesi: zaten hayattayken bunu anlıyoruz da tevbe etme ihtiyacını duymuyoruz. Yaparız diye geriye atıyoruz.
Evet “lem habirun tâ’lemun: Allah yaptıklarınızdan haberdardır”. Bak dikkat ediyormusunuz Peygamberimiz’in sözlerinin her biri ayetlerin hükmü. Kabir cennet bahçelerinden bir bahçedir. Cehennem çukurlarından bir çukurur. İşte kabre giden adam sıkıntı çeker falan bütün hepsi böyle. Ama siz bu ayetlere, ayetler arası ilşki ile anlm vermediğiniz an diyorsunuz ki kabir azabı yoktur.
Fatih Orum: Kabir cennet bahçelerinden bir bahçedir diye bir ayet kur’anda yoktur. Bu hadis.
Abdulaziz Bayındır: Böyle bir ayet yok. Peygamberimiz sanki kendi kafasından konuşmuş.
Evet şimdi cenine gelelim. Mesela şeye kadar anlattık değil mi? Ruh üfleninceye kadar ana rahmindeki cenin, diğer canlılarda bir canlı. İnsan değil. Peki bunun ayetlerde daha açık ifadesini nasıl görürüz. Ruhun üflenmesi anından itibaren insan olduğunu anladık. Peki bunun süresi ne olur? Ahkaf suresi 46.sure. 15.ayet. Diyor ki burada; “ve vessaynel insâne bi vâlideyhi ihsânâ: insana, ana babasına iyilik yapma görevini yükledik”. Tavsiye ettik diye tercüme etmiş. Tavsiye kelimesi türkçede arapçadaki anlamda değil. Arapçada önemli bir görev yüklemek demektir. Türkçede yapsan da olur yapmasa da. Yani ben tavsiye ettim. Yani evet arapça aynı kelime ama türkçede yeni bir anlam kazanmış. Dolayısıyla bu,tavsiye ettik diye tercüme edilmesi doğru değil. İnsana anasına babasına iyilikte bulunma görevini yükledik. “Hamelethu ummuhu kurhev” bak insa kelimesi diyor. “O insanı annesi güçlükle taşıdı”. “Ve vedaathu kurhan: güçlükle de doğurdu”. Doğumun kolay olmadığını da söylüyor. Peki “ve hamluhu fi sâluhu: hamileliği ve anadan ayrılması”,selasune şehran: 30 aydır” diyor. 30 ay. Hamilelik anadan ayrılma 30 ay. “Ve vessaynel insane bi valideyhi” annesiyle babasına iyi savranmasını emrettik yine. “Hamelethu ummuhu kurhev ve vedaathu kurha ve hamluhu” o da gene binbir güçlükle onu taşıdı. ‘Ve fi saluhu:anneden ayrılması”. Şimdi bakınburada “hamluhu fısal” kelimesi. Hamli ve fısali 30 aydadır diyor. Fısali 2 yıldadır. 30 aydan 2 yılı çıkarırsak geriye ne kalır? 6 ay kalır. O zaman çocuk ana rahmindeyken 6 ay insa olarak kalır. Altı ay insandır diyebilmemiz için de “summe enşe’nâhu halkan âhar” (MUMİNUN 14) diye ifade edilen kısımda işte o ruh üflendiği andan itibaren kaldığı süredir 6 ay. Burada hamileliğin başlangıcı ne zamandır? Bunda ciddi ihtilaflar var. 9 ay 10 gün denir. 12 gün, 13 gün falan şey yapılıyor. 282 gün, 283 gün falan diyorlar.
Katılımcı: 280 gün diye hesaplanıyor. Ama bu hesap, kolaylığı açısından normal 266 gün normalde. Döllenme olduktan sonra olan süre. İmkanımız olmadığı için son adet tarihine göre bir önceki adetten heapkanıyor. 14 gün ekleniyor. 280 gün. Bu, kolay bir hesaplama yöntemi oluyor. En azından anne biliyor hangi gün adet gördüğünü. Ona göre.
Abdulaziz Bayındır: Hamile kaldığı andan itibaren..
Katılımcı: 266 gündür aslında. Ama hesapla bilme tarihi çok kolay değildir. Bu yüzden bir önceki adete göre hesaplanır. 14 gün eklenmiş oluyor.
Abdulaziz Bayındır: Dolayısıyla bunun başlangıcını kaç gün hesap edersek edelim o bizi ilgilendirmiyor. Kur’anı kerim açısınsan 6 ay çocuk orada insan olarak kalıyor. İşte burada kürtaj konusu masaya yatırılabilir. 6 ay insan ana rahminde. Onun için anneler bunu pekala hissederler. Artık o ruh üflendikten sonra çocuğun tavırları değiştiği için, artık orada bir insan olduğu için, içinde bir insan taşıdığı için o âna kadarki durumu farklı, o andan itibaren farklı.
Fatih Orun: “Hamlen hafifen değil yani”.
Abdulaziz Bayındır: Öbürü “hamlen hafifen”. O âna kadar hafif bir hamilelik. Çünkü artık anneye ağırlık vermiyor. O zaman dinleme yapmış dışarıdaki sesleri dinleyebiliyor. Kalbi, karar verme organı olma şeyine başlıyor. Dolayısıyla bir çok şey yapıyor. Yani orada yeni bir gelişme yaşıyor. Orada bir insan olarak kaldığı için onun orada kalışı anneye ağır geliyor. Zor geliyor.
Katılımcı: Hocam, az önce şu şeyi örnek verdiniz ya. Bir de içinde var. O zaman bir insan oluyor ruhu ve bedeniyle.
Abdulaziz Bayındır: Ruh ve bedeniyle bir insan oluyor.
Katılımcı: Çocuk olduğunda 3 aylık iken/ceset halindeyken bir tane daha oluyor. Onlar eşleşmiş oluyor. Ruh gelince de dört tane oluyor.
Abdulaziz Bayındır: Tam bir insan oluyor. Canlı zaten. Anneyi de sayarsan. Anne de nasıl olsa ruh ve cesetten oluşuyor. Yani iki insan var bir arada.
Katılımcı: Üç ayda önce üçlü gibi görmemiz lazım.
Abdulaziz Bayındır: Evet öyle de örnek verilebilir. Yani siz bunu şey yaparsanız Mustafa Bey’in dediği gibi 280 gün gibi düşünürseniz yada 282 gün gibi düşünürseniz o zaman kur’andaki ay hesabı kameri aylara göredir ki 30 yada 29 gün olur. Şimdi 6 ayın yarısının 29 yarısının 30 olduğunu düşünürseniz 177 gün eder öyle düşünürseniz. O zaman oradan çıkardığın zaman 105 gün ki belki 106’da eder bilemiyoruz. Yani 15. haftanın sonu 16.haftanın başı gibi ifade edilebilir başlangıcı ona göre kabul ettğimiz takdirde. Başka şekilde hesap edilirse şey değil. Ama kur’an açısından o başlangıçtaki hesap değil ama sondaki hesap kesin olarak veriliyor 6 ay ana rahminde kalıyor. Tabiki istisnalar olur. O ayrı bir şey. İşte orada insa diyor Allah. Dolayısıyla o insanolunca ona karşı tavırlarda insan gibi tavırlar olarak ifade edilmiş oluyor. O zaman o nefs olduğu için ruh ve bedenden oluşan bir nefs olduğu için ondan sonra onu öldürmek söz konusu olamaz. O mümkün değil.
Katılımcı: Bir programda İran ile ilgili bir bilgi verdi. Bu konu tartışıldı. Diyor ki; 4 aya kadar bir şey yok ama 4 ay öncesi yapılabiliyormuş yasal olarak.
Abdulaziz Bayındır: Bizim fıkıh kitaplarında da vardır 120 gün diye. Bütün mesele bu konunun değerlendirilmesi ile alakalı. Onun için bu konuyu çok iyi oturtmadıktan sonra diğerlerini anlatmanın bir anlamı kalmıyor yani. Burada AllahTeala diyor ki İsra suresinin 33.ayeti. Hatta İsra 31’den başlayalım. “Ve la taktulû evlâdekum haşyete imlak: açlık korkusuyla evladınızı öldürmeyin” diyor Allah. Açlık korkusuyla evladınızı öldürmeyin. “Nahnu nerzukuhum ve iyyâkum: sizin ve onların rızkını biz veriyoruz”. Yani sizin rızkınızı da biz veriyoruz onların rızkını da biz veririz. “İnne katlehum kâne hıt’en kebirâ: onları öldürmek çok büyük bir hatadır”. Şimdi burada deniyor ki; “efendim bu arapların bir adeti idi. Kız çocuklarını öldüryorlardı” falan. Tamam da o da tabiki girer bu işin içine. Ama kur’anı kerim tarihsel bir kitap değil ki. Kıyamete kadar her toplum için geçerli olan bir kitaptır. Bugün de evlat öldürme işi işte ana rahmindeyken oluyor. Bakamam edeme deniyor.
Abdurrahman Yazıcı: O ayetin kürtaja delil olamayacağını söylüyorlar. Veled olması için doğmuş olması gerekiyor. Doğmamış olduğu için bu ayet kürtaja delil olamaz.
Abdulaziz Bayındır: İyi ya işte. Veled olması için doğmuş olması gerekiyor dediğiniz zaman o tamam ama bu kelimeleri her birisinin şeyi de vardır. Mesela kur’anda diyor ki; “ve in hıftum ellâ tuksitu fil yetama”(NİSA 3) diyor. Yetimlerle evlendiğiniz zaman olara karşı adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız”diyor. Oradaki yetim, reşit olmuş, artık buluğ çağına ermiş. Bu bir mecaz. Bu tür yerlerde bu mecazlar olur. Şimdi diğer ayetleri de hepsini ortaya koyduğunuz zaman o göüşün fazla doğru olmadığı ortaya çıkar.
Ondan sonra diyor ki; açlık korkusuyla öldürmeyin. Onları öldürmek büyük bir hatadır diyor. “Ve lâ tekrabuz zina: zinaya da yaklaşmayın”(İSRA 32) diyor. Şimdi bakın zina etmeyin demiyor ayet yaklaşmayın diyor. Zina ile arada mutlaka bir mesafe olması lazım. Yaklaşıdığı zaman artık o olmaz. Yani mesela petrollerde ateşle yaklaşmayın derler. Orada ateşi yaktığın zaman zaten sizin mesleğiniz ne oluyor o zaman? Her şey bitmiş oluyor. İş işten geçti. Orada ateş yakmayın demenin bir anlamı yok onun için değil mi? Artık geçmiş olsun. Geçmiş olsun da diyemezsin ona. Başkalarına söylersin. Onun yakınına başın sağolsun dersin. Başka diyeceğin bir şey yok. Onun için bakın yaklaşmayın diyor. Yaklaşmayın dediği için kadınların giyimi kuşamı, kadın erkek ilşkileri, evlilik dışı ilşkilerin yasaklanması, oturma kalkma, baş başa kalma yasağı falan bütün bunlar devreye giriyor. İşte o yaklaşmayın şeyinin gereği. Ondan sonra da ne diyor? “İnnehu kâne fahişeten: o çirkin bir şeydir”(İSRA 32). Bir çirkinlik bir başka çirkinliği celbediyor ve bugün malesef mesela kur’anda kadınların hepsi muhsana diye adlandırılır. Korunmuş denir kadınlara. İşte bu korunma giyimiyle korunmadır, çalışma şartları açısından korunmadır. Ne bileyim ailesi tarafından, eşi tarafından falan korunmadır. Ama şu anda her şey serbest bırakılıyor ondan sonra da problem çıkınca diyor ki; ben şimdi bir başkasının çocuğunu nasıl şey yapayım. İşte babası da kabul etmezse ne olacak falan diyor. Gerçekten de içinden çıkılmaz bir problemler yumağı ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Mesela tabipler diyor haklı olarak; biz şimdi bunun kürtajını tabip kontürolünde yapmazsak gidecek çok ilkel yöntemlerle belki kendisini öldürecek. Bu da oluyor. Bu yaşanan bilinen gerçeklerdir. Bu sebeple bakın hemen zinaya yaklaşmayın ayetinin burada olması da çok önemli. Zinaya yaklaşmayın diyor. Arada mesafe bırakın. “Ve sâe sebilâ: çok kötü bir yoldur”(İSRA 32) diyor Allah. Çok çirkinliktir ve çok kötü bir yoldur. Sonra da şunu söylüyor. “Ve la taktulûn nefselleti harremallâh: Allah’ın haram kıldığı/dokunulmaz kıldığı canı öldürmeyin”. O anne ne kadar dokunulmazsa ki çocukta iki kat dokunulmazlık var. Bir annesinin dokunulmazlığı var bir de içeride kendisinin dokunulmazlığı var. Tek kat dokunulmazlık değil. “Ve lâ taktulun nefselleti harremallâh: Allah’ın dokunulmaz kıldığı canı öldürmeyin”,”illâ bil hakk: ancak haklı sebepler olursa başka”(İSRA 33) O eliflamlı haklı sebep de Allah’ın belirlediği haklı sebeplerdir. İşte kısastır. Mesela birisine kısas cezası verilecekse hamile ise mutlaka doğumu beklenir. Doğumdan önce olmaz.
Katılımcı: Peki Hocam haklı sebepten hareket ederek, gayrı meşru yoldan elde ettiği kadının hayatını kurtarmak için çocuğun hayatını feda etmek de haklı sebebe dayanılır mı?
Abdulaziz Bayındır: Yok. Eliflamlı haklı sebep olduğu için kur’anda belirtilen bir sebep olması lazım. O da savaş ve kısas. Bir üçüncüsünü ben bilmiyorum. Eliflamlı haklı sebep. Allah’ın belirlediği haklı sebep. Bizim belirlediğimiz değil. Bu iş bize bırakılacak olsa canımızın sıkıldığı herkes bizim için haklıdır. Öyle değil. Allah’ın belilediği “fe izâ lekitumullezine keferu fe darber rikab”(MUHAMMED 4) diyor. Savaşta kafirlerle karşılaştığınız zaman boynunu vurun diyor. Bir orada haklı sebep var bir de kısasta var. Kısasta da affetmenin bütün yollarını vermiş C. Hakk. Başka var mı? Yol kesme olayları da var.
Katılımcı: Müslüman müslümanla savaştı. Kafir değil. O zaman orada haklı sebep olmuyor.
Abdulaziz Bayındır: Haklı sebep olmuyor. Orada arayı bulmak lazım. “Ve in tâifetani minel mu’mininektetelû fe asluhu beyne huma”(HUCURAT 9) müminlerden iki gurup birbirini öldürürse arayı düzelteceksin. Orada da öyle bir şey var.
Katılımcı: Fitnenin cezası ölümmüdür?
Abdulaziz Bayındır: Fitnenin cezası olarak değil “vel finetu eşeddu minel katlu”(BAKARA 191) ifadesi yani siz eğer savaşmazsanız çünkü adam size karşı savaş açıyor. Diyebilirsiniz ki işte bazı batılılıarın dediği gib, sağ yüzüne vurduğu zaman sol yanağını çevir. Sağ yanağına vurduğu zaman..öyle olduğu zaman ortaya çıkacak o kadar büyük fitneler olur ki. Savaşta bu adamı öldürmenin ortaya çıkardığı zarardan çok daha büyüktür. Dikkat edersen orada öyle şey yapıyor. Mesela ne diyor Allah? “Kutibe aleykum kıtâlu ve huve kurhun lekum”(BAKARA 216). Yani size savaşmanız farz kılındı. Fitne çok kapsamlıdır ama bu savaşla ilgili geçtiği zaman herkesi bağlamına göre düşünmek lazım.
Katılım: Osmanlıda şehzadelerin öldürülmesi?
Abdulaziz Bayındır: Orada haklı bir sebep gözükmez. O türk geleneğine göre. Haklı sebep olmaz orada. Masumun canına kıyılıyor.
Katılımcı: 1:32:26 duyulmuyor.
Abdulaziz Bayındır: İşte orada yani insanı düşündüren o tarafı var. Şimdi diyor ki burada Allah; “ve la …katl”. Yani birisi böyle haksız yere öldürülürse onun velisine kısas bile bu ayet veriyor. Tabi kısası verince akla gelen az önce Abdurahman’ın da dediği gibi artık bir insan olarak doğmuş olan bir çocuktur. Ama yani kısas cezası açısından öyle. Ama mesela mezhepler, dün akşam ben televizyonda yanlış bir şey söyledim. Onu söylediğim andan itibaren de Allah Allah nasıl yaptım diye de. Beşte bir dedim, Hanefi mezhebinde 20 de biridir gurre cezası normal şeyin 20 de biridir ama ben bu şeyde hadise rastlamıştım.
Doktor: Bahsettiğimiz konu çerçevesinde yaklaşık bir 89 gün yani döllenme olduğundan sonra veyahut da kadının adetinin ilk gününden itibaren 103 gün içerisinde çocuğun ruhu üflenmemiş olduğundan dolayı alınabileceği gibi bir görüşümüz oluşuyor değil mi Hocam?
Abdulaziz Bayındır: Böyle bir görüş oluşması da zor. Niye zor? Nisa suresinin ilk ayetinde döllenmiş yumurtaya da nefis dediği için nefsi öldürmeyin ayeti, tamam, kısası gerektirmiyor ama oraya sa bir çok açık ve net olmasa da bir işaret veriyor. Çok sağlam bir gerekçe olmadan vermemek gerekiyor.
Doktor: Konumuz kürtaj olduğu için sonuçta biz bir gebeliğin sonlandırılması demek lazım. Çünkü insanlar kürtaj dendiği zaman sadece cerrahi bir işlem. Şu anda dünyada belli oranda ilaçla da yapılabiliyor. Yani siz gebelik tespiti oluşmuş dolayısıyla ilaçla da halledebiliyorsunuz sonlandırabiliyorsunuz. Yani kastettiğim şey gebeliğin sonlandırılması ise eğer biz yaklaşık 100 günlük dönem içerisinde olabilir diyormuyuz demiyormuyuz? İlk 100 gün içerisinde yani olabilir diyormuyuz demiyormuyuz? Çünkü öyle bir şey çıkar. Yani biz normalde ruh üflenmemiştir normale bir insanlığı söz konusu değildir, olabilir gibisinden bir görüş beyan ediyormuyuz etmiyormuyuz? Bu önemli bir sorun.
Abdulaziz Bayındır: Şunu söylüyoruz burada. Şu âna kadar verdiğimiz fetva öyle. Diyoruz ki; o zamana kadar ciddi bir takım problemlerçıkıyorsa. Cenin de olur. Mesela bir ara Bosna’daki tecavüzde de fetva verildi. Çünkü arkasından bitmez tükenmez sıkıntılar. Bu hanımlar orada doğum yapacak olsa herkes o çocuklara başka gözle bakacak. Halbuki o çocuğun bir suçu yok yani. Tecavüz olayında da ben şahsen kendi kendime düşünüyorum yani. Ensest ilişki söz konusu, tecavüz söz konusu. Arkasından çıkacak problmler öyle büyük ki işte o az önce Enes’in söylediği “fitne, adam öldürmekten büyüktür” şeyi gerçekten adam öldürmeden büyük bir takım fitneler ortaya çıkacak diye kanaat ortaya çıkarsa işte o zaman ilk 100 günde böyle çok ciddi problemler de belki fetva verilebilir. Çok da rahat konuşamıyorum bu konuda.
Yahya Şenol: Cenindeki hastalıklar. İlk üç ayda kesin tespit edilebiliyor mu?
Doktor: Anlaşılabilir. Burada bir: annenin sağlığını tehdit eden bir konu söz konusu olursa. İki candan biri.
Abdulaziz Bayındır: Zaten anne ölürse öbürü kesin ölecek
Doktor: Zaten anneyi tercih etmemiz lazım. Şu anda kürtaj neden yapılıyor? En fazla yapılan şey istenmeye gebelikler için. Yani gerek evlilik müessesesi içerisinde veyahutta evlilik dışı bir ilşkiyle bir gebelik durumu söz konusu olduğunda insanlar bunu aldırmak istiyorlar. Bence buna cevap verelim. Çünkü en sık karşılaştığımız şey istenmeyen gebelikler. Ve bunun büyük bir kısmı da aslna bakarsanız belki evlilik içi. Yani türk toplumu için gerekirse eğer zina da değil.
Abdulaziz Bayındır: Evlilik içi olanlara fetva vermemek lazım. Bana hep sorarlardı. “Hocam istenmeyen bir gebelik oldu”. Hayırdır? “Ya işte eşimle falan”. E kardeşim, gebeliği istemiyorduysanız aynı odada mı yatıyorsunuz ayrı odada mı? “Tabiki aynı”. O zaman istiyormuşsunuz. Aynı odada yatıyorsan istenmeyen gebelik diye bir şey yok. İstemiyorsan ayrı ayrı yerlerde yatın olur biter.
Doktor: İkinci konu da çocukta bazı oluşabilecek hastalıklar hali. Mesela bunların bir kısmı cidden kalp ile ilgili veya beyinle ilgili. Doğsa dahi yaşaması mümkün olmadığı hastalıklar tespit edilmesi hali.
Abdulaziz Bayındır: Kesin tespit var mı?
Doktor: Hocam mesela çok ciddi anormalliğin söz konusu olduğu. Benim burda gündem etmek istediğim mesela özellikle davn sendromu dediğimiz motor ve mental olarak bir miktar zihinsel geriliği olan çocuklar var. Davn sendromu çok da fazla insanlar aşinadırlar. Bunların gebelik esnasında yüzde yüz tespiti mümkün olmamakla beraber bazı yapılan testlerle olasılık belirtiliyor. Davn sendromlu çocuk olma olasılığı var. Bu olasılık beyan edildiği takdirde şu an güncel uygulamamızda çok büyük bir oranda doktorlar bu gebeliğin sonlandırılması lehine karar veriyorlar.
Abdulaziz Bayındır: İhtimalle nasıl hareket edilir?
Doktor: Buradaki en önemli şey bu. Bu olasılık üzerine olsa dahi ikinci soru, davn sendromlu bir çocuğunuz olabilme ihtimaline karşı bizim sonlandırma hakkımız var mı? Bu çocuk bir miktar motor ve mental zihinsel geri. Yani normal bir insan değil ama sonuçta canlı. Bunların bir miktar eğitilmesi mümkün. Bunların bir miktar toplum içerisinde basit işlerde çalıştırılması mümkün ama hiç bir zaman için tam bir bilinç hali içerisinde tam bir fert olarak yani sorumlu olabilme durumu söz konusu değil. Bunda ne tür karar vermemiz lazım?
Abdulaziz Bayındır: İbret için bunların olmasında da önem var.
Katılımcı: Mesela kolu bacağı olmayan çocukları tespit edebiliyoruz.
Abdulaziz Bayındır: Yani bu tür konularda belki ruh üfleninceye kadar bir karar verilebilir mi diye o hususta fikir geliştirilebilir ama ondan sonra olmaz. Niye olmaz? Biz sakat olan insanların öldürülmesine de fetva vermemiz lazım artık bir insan haline geldikten sonra.
Doktor: Aslına bakarsanız biz buradaki ilk 100 günü..
Katılımcı: Yaşarken hastalanıyor bacağı kesiliyor, gözü kör oluyor..
Abdulaziz Bayındır: Sakatı öldürme dersen ona da diyeceksin. Öldürün de kurtulun şey yapmasın. Hasta ile niye uğraşıyorsun uzun zaman? Olacak şey değil yani.
Doktor: Her ne kadar anladığım kadarıyla biz burada açık kapı bıraksak da kapatmış durumdayız. Yani istenmeyen evlilik içi, zina olayında yani özellikle bu günlerdeki oluşan şey de genel bir olabilir fetvası veremeyiz ama sadece çok sınırlı şeylerde kişiye yönelik durumlarda söz konusu olabilir. Normalde bu kürtaj olayı dediğim gibi medikl, tıbbi, cerrahi olarak da olsun şu anda yaygın olarak kullanılabilen bir şey. Yani bunu yasaklamak da çok mantıklı değil bu manada. Çünkü niye olduğunu tesbit etmek yani niçin insanlar kürtaj olmak için eşleri veya kadın gidiyor. Yani bir zina durumu da söz konusu olabilir, aile içi bir sorundan da olabilir veya tecavüz veyahutra ensest ilşki gibi. Bence bu soruna inmeden direk kürtaj yasaktır serbesttir demek çok doğru olmasa gerek.
Abdulaziz Bayındır: Anadolu’da bazı kadınların gebeliğe son vermek için taptıkları akıl almaz şeyler var.
Katılımcı Hanım: Doğuda kadın ölümlerinin çoğalacağı kesin. Bunların çoluğu çocuğu da kalacak. Bunların bir vebal olduğuna inanıyorum ben.
Abdulaziz Bayındır: Çok basit bir problem değil.
Katılımcı: Doktor Bey’e bir şey sormak istiyorum. Kürtaj dediğiniz zaman o sözcükle tıbbi olarak neyi kastediyorsunuz. Bir takım tıbbi cihazların dahil edilip şak şuk sesleriyle ceninini doğranması mı?
Doktor: Yok şimdi olay bir miktar anlatıldığı gibi değil. Söz konusu olan
Katılımcı: Medyada da doğru anlatılmıyor.
Doktor: Evet anlatılmıyor. Hele hele de böyle ilk haftalarda söz konusu oluşan şey bir kan yumağıdır aslına bakarsanız. İlk 10-12 hafta. 10 haftası aslında budur. Rahim ağızının genişletilmesi içerisine vakum aspiratör dediğimiz bir cihaz ile içinde oluşan kan yumağının aspire edilmesidir. Yoksa normalde öyle kat kut sesler değil. Zaten 15.haftadan sonra 22.hafradan sonra bu işin kürtajla değil ameliyatla kadının karnının kesilip, rahminin kesilip içinden çıkartılması söz konusu. Normalde siz onu o şekilde çıkartmanız çok zor olur. Yani kastedilen, bu ilk haftalardaki ilk aylardaki oluşan şey kürtaj. Tamam bir aspirasyondur. Yani bir cihazla girip içinekinin temizlenmesidir. Gebeliğin sonlandırılması bu anlamda yapılıyor. Yoksa normalde “kat kut sesler geliyor” o gibisinden bir şey değil. Vahşi bir işlem değil o manada.
Katılımcı: Halk arasında çok değişik yöntemler var. Mesela hardal bitkisinin taneciklerini kaynatarak onunla yapmak gibi.
Doktor: Bu tür şeyler, bahsettiğim tıbbi abortus yani tıbbi düşük dediğimiz şeydir aslında. Kasılarak içerisinde biriktirdiği ne varsa atmasıdır o. Bahsedilen halk arası yöntemler.
Katılımcı: Hangi yöntemi kullandığı hükmü etkiler mi?
Doktor: Etkilemez. Burada önemli olan gebeliğin sonlandırılması. Tartışmamız gereken şey gebeliğin sonlandırılmasını tartışmamız lazım. Ne şekilde olursa olsun.
Katılımcı: Hocam derse biraz geç geldim ama başlarda acaba Peygamberimiz’in yaşadığı o dönemde belki böyle tıbbi şeyler olmamış olabilir de düşürme gibi bir bilgi var
Abdulaziz Bayındır: Tabi düşürme olayları ile ilgili bilgi var. Hadisler var o konuda. Ömer(ra), insanları toplamış demiş ki; Peygamber(sav)’den düşükle ilgili olarak bir şey duyanınız var mı demiş. Muğire demiş ki; ben duydum. Peygamberimiz bir garre cezası, bir esir erkek yada kadın hürriyete kavuşturulması konusunda hüküm vermiştir. Ondan sonra demiş ki; peki seninle beraber bunu duyan başka birisi var mı? Muhammed Bin Mesleme demiş ki; ben de duydum. Peygamberimiz böyle söyledi demiş. Yani burada cezasız bırakılmıyor. Bir erkek yada kadın esirin serbest bırakılması. Yani cana can. Hataen katl de olduğu gibi. Hatayla bir insanı öldürmek suçunda öldüre kişiye verilen cezayı da biliyorsunuz. Onu da görelim isterseniz. Nisa suresi 84. (Doğrusu Nisa 92 olacak). Hataen öldürmelerde. Bak diyor ki burada; “Ve mâ kâne li mu’mine en yaktule mu’minen ” kim bir mümini hata yoluyla öldürürse bir mümin esiri hürriyetine kavuşturması gerekiyor. Bir de ailesine tesli edilecek bir diyet vermesi lazım diyor. Burada onu yarıya bölmüş oluyor. Bu ikisi birden. Burada yarıya bölmüş. Yani sadece erkek yada..kimim kim olduğu belli değil burada.
Yahya Şenol: Anneye vurarak çocuğun düşmesine sebebiyet vere kişi.
Katılımcı: Esir olayı günümüzde olmazsa?
Abdulaziz Bayındır: Olmazsa onun yerine ayette var. Bulamayan iki ay aralıksız oruç tutar diye.
Doktor: Gelen sorular ne diyor? Konuyu anlamışlar mı? Önemli çünkü. Biz burada bir şey demeye çalışıyoruz. Yani bu da önemli bir kavram. İnsanların ne de olsa kafasına oturmamış olabilir.
Yahya Şenol: Dörtaydan sonrasına kimse bir şey demiyor. Dört aydan önce hiç bir gerekçe..
Abdulaziz Bayındır: Dört ay değil. Dört ay meselesi yanlış. Ruh üflenmeden önceki zaman. Fıkıh kitaplarında, sonlandırılacağına dair fetvalar var. Ömer Nasuhi Bilmen’in 3.cilt. Islahatı F. Kamus’un 3.cildinde burada oldukça rahat fetvaların verildiği görülüyor ama ben şahsen İstanbul Müftülüğü’nde de burada da hiç o fetvaları bilmiyorum vermiş oldum mu acaba? Şu anda hiç aklıma gelmiyor. Çok eskiden vermiş olabilirin o kitaplara bakarak. Siz burada net olarak gördünüz ki bu ayetlere verilen meal aslında tarihten gelen yanlışlıklar oluyor. O ayetlere böyle meal verdiğiniz zaman .. Ama şu çok net gözüküyor: 4 ay diyorlarsa da 4 aydan sonra ruh üflendiğini bütün ulena kabul ediyor. O dört ay meselesi bir hadise dayanıyor.
Doktor: 120 gün mü Hocam?
Abdulaziz Bayındır: 120 gün. O bir hadise dayanıyor fakat hadisler ayetlerle birlikte okunmayınca bu tür sıkıntılar ortaya çıkıyor. İşte biz, ayetlerle meselenin nasıl olduğunu net bir şekilde görmüş olduk.
Katılımcı: Hocam, bu konunun iyi anlaşılması için hayvanların ruhu var mı?
Abdulaziz Bayındır: Hayvanlarda ruh yok. Hayvanlarda canlılık var. Ruh başka canlılık başka. Onun için hayvanlar tekdüzedir. Yani böyle şeytanlık yoktur yani hayvanlarda!
Katılımcı: Eğiterek
Abdulaziz Bayındır: O şartlandırma oluyor. Yani sen bir hayvana tembih et. Deki; falanca yere git, orada şunu yap. Oradan da filan yere git şunu yap sonra gel. Mesela hayvanlar içerisinde kuranda en çok methedilen at değil mi? Methedilenlerden diyelim birisi attır. Ramaza günü getir atın önüne arpayı koy. De ki; sayın ve muhterem at. Şu arpayı akşam güneş batana kadar yeme, ömür boyu seni arpa ile besleyeceğim.
Katılımcı: Kur’an’da geçen Hüdhüd var Süleyman(as) döneminde.
Abdulaziz Bayındır: İşte orada da Hüdhüd’de bir hayvan fakat dikkat ederseniz o da tek düze düşünüyor. Bir insanın yoldan çıkabileceğine ihtimal vermiyor o hayvan. Yani ondan dolayı biz en başta akıl hayvanlarda da var, insanları hayvandan ayıran akıl değil. Bu duyma, görme ve karar verme olan kalptir dedik ya. Hayvanlarda bulunan üçü birden olmuyor. Belki biri ikisi olabilir bazı hayvanlarda. İşte orada gelip diyor ki Süleyman(as)’a; tutmuş bunlar..
Katılımcı: Düşüncenin eseri değil mi bu?
Abdulaziz Bayındır: Düşüncenin değil bu, aklın gereğidir. Böyle bir şey nasıl olur diyor. Bu olamaz diyor. Olamaz demesi nedir? Tek düze düşündüğü için. Ama öbür şekilde olsa idi bunlar dünyayı ahirete tercih ederek. Kur’an öyle diyor. Dünyayı ahirete tercih etmek olarak şey yapıyor. Onlar da niye dünyayı ahirete tercih ediyorlar? O toplumumuzun yapısı bozulmasın diye güneşe tapıyorlar. Hiç birisi güneşin tanrı olduğu için tapmaz. Çoğusu öyledir. Bugün de din adına yapılan bir takım oluşumlar var. Diyor ki; Allah tarafından indirilmiş bir kitap. Böyle şey olur mu? Olmadığını kendi de biliyor. Ama o gurup dağılmasın diye. Mesela bizim sitede tartışmalar var. Gurup dağılır diye yapmadıkları cambazlık yok. Onu Hüdhüd yapmaz mesela. İki kere iki dört eder ona göre. Hiç bir zaman üç etmez beş etmez. Dört. Kesin. İki kere iki dört ettiğini bildiği için Hüdhüd, gelip şaşkınlığını söylüyor Süleyman(as)’a. Bunlar Allah’a secde etmeleri gerekmez mi? Nasıl yapıyorlar diyor. Bir türlü şey yapamıyor. Ama Süleyman(as)’ın ona bir cevabı var mı? Süleyman(as) bunu normal karşılıyor. Sadece şu mektubumu al git götür diyor. Süleyman(as) gayet iyi biliyor ki bu insanların şahsi tercihinde dolayı. Onun için bir hayvana kafir diyemezsiniz. Hayvan için kafir kelinesini kullanamazsınız. Çünkü bir kişinin kafir olması için örteceği bir doğru inancı olması lazım. Hayvan onu hiç bir zaman örtmez ki kafir olsun. Hiç bir zaman örtmediği için orada Hüdhüd rahatsız oluyor. Burada şu olacak, bunun üstünü kapatacaksınız ki kafir olasınız. Sözlük manasında kafir bu. E peki terim olarak kafir de kalbinde olan doğru inancı örten kişidir. Kalbinde doğru inancı olmayan hiç kimse kafir olamaz. İşte o çifte kişilik diye anlatmaya çalıştığımız o.