İcma Delili ve Değerlendirilmesi

22 Ekim 2011 tarihinde yayınlandı. görüntülenme Mukayeseli Fıkıh Müzakereleri

Elhamdülillahi Rabbil Alemin Essalatu Vessalamu Ala Rasulina Muhammedin ve Ala Alihi ve Sahbihi Ecmain.

Bugün “İcma” konusunu inşallah masaya yatıracağız, onu anlamaya çalışacağız. Biliyorsunuz, kime sorsanız; “şer-i deliller kaç tanedir?” hemen bir çırpıda sayar; “dört tanedir; kitap, sünnet, icma, kıyas” der. Şimdi kitap, sünnet bu bir şekilde anlaşılabiliyor, Kuran-ı Kerim ve Peygamber (S.A.V) ‘in uygulaması. Ama “icma” ne? Ona “icma-i ümmet” deniliyor, yani “ümmetin söz birliği etmesi” anlamına. Tabii ümmetin kendisinin söz birliği etmesi ümmetin alimlerinin söz birliği etmesine indirgeniyor, sonra da eski alimlerin ve en son sahabenin icmaı olarak ifade ediliyor.

Bununla ilgili deliller getiriliyor Kuran-ı Kerim’den ve Peygamber (S.A.V) ‘in sözlerinden delil getiriliyor. İnsanlara sorduğunuz zaman hemen deniyor ki, işte Peygamberimiz demiştir ki ; “ümmetim dalalet üzerinde ittifak etmez.”

Şimdi dalalet üzerine ittifak etmez ne demek? Yani herkes sapıtmaz demektir. Yani bir tek kişi de sapıtmazsa herkes sapıtmamış olur değil mi? Tabii böyle bir icma olmaz yani bir tek kişi bile sapıtmadığı zaman bir kişi kalmamak şartıyla herkes sapıtırsa o zaman hadis delilsiz kalır yani medlusuz kalır. Ama bir tek kişi, on kişi falan sapıtmadı diye bunda icma olmaz.

Bu defa buradan şeye intikal ediliyor; “ümmetim hata üzerinde birleşmez” diye. İşte bugün inşallah Fatih ORUM hoca bunun hadis kaynaklarında bulunmadığını, böyle bir şeyin de olmadığını anlatacak Allah nasip ederse. Ondan sonra bir de Nisa Suresinden, Nisa kaçıncı ayetti? 115. Ayet evet. Bir de şu ayeti delil olarak alıyorlar icmaya;

“Ve mey yuşâgıgır rasûle mim bağdi mâ tebeyyene lehul hudâ ve yettebiğ ğayra sebîlil mué’minîne nuvellihî mâ tevellâ ve nuslihî cehennem, ve sâet masîrâ”

Şuradan mealden okuyayım;

“Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra kim Peygambere karşı çıkar.”

Peygambere doğru yol belli olduktan sonra, belli olmadan önce karşı çıkabilir yani Muhammed (A.S.) Alah’ın Peygamberi, Kuran Allah’ın kitabı net olarak belli olduktan sonra ona karşı çıkan, karşı çıkana ne denir? Müslüman denir mi buna? belli olana kadar karşı çıkabilir adam öğrenmek istiyor, araştırmak istiyor.

“belli olduktan sonra karşı çıkan ve müminlerin yolundan başka bir yola giren”

Müminlerin yolundan başka yol ne olur? Kafirlerin yolu olur değil mi? O müminlerden bir tanesi de en başta olanı da Peygamberimiz değil mi? Çünkü;

“Âmener rasûlu bimâ unzile ileyhi mir rabbihî” “Kendisine indirilen o rasul inandı.” (Bakara 2/285)

İlk önce inanmakla sorumlu olan Peygamber’dir (S.A.V). Müminlerin yolu derken; Muhammed (A.S.) başta, arkasından diğer müminler, bunların gittikleri yol. O yoldan başka bir yola girerse ondan sonra burada ne diyor? Mealden okuyorum;

“Onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız.” Allah hiç kimseyi zorla alıp ta bu yola koymaz yani o yolda kaldıysa çünkü gerçekleri anladın, bilerek şuurlu olarak öbür yola girdin. “Onu o yolda bırakırız ve cehenneme sokarız çünkü o yol cehenneme giden yoldur.”

Peki, siz burada “icma” ile ilgili bir şey hissettiniz mi? Böyle bir şey var mı, hiç böyle bir şey hissettiniz mi? Siz hissettiniz mi? İşte icmanın Kuran’dan delili sadece bu.

“ve sâet masîrâ” “ne kötü hale gelmektir o.” Çünkü adam neydi ne oldu? Peygamberin hak olduğunu anladı, gerçekleri tümüyle kavradı, doğru yolu gördü, ne güzel değil mi? Sonra öbür tarafa geçti, “ne kötü hale gelmektir o”. İşte bu icmanın delili.

Şeyde, Ramazan’da bir televizyonda Süleyman ATEŞ Hoca ile beraberdik, o imsak vakti ile alakalı meşhur tartışmada. Süleyman ATEŞ Hoca dedi ki; “biz diyanet ne derse ona uyarız, biz ona bağlıyız” dedi. “Böyle bir şey olur mu, bunun delili var mı?” dedim. Bu ayetin hemen şunu; “ve yettebiğ ğayra sebîlil mué’minîne” “müminlerin yolundan başka bir yola girerse” dedi. “hocam o ayetin başını da okur   musunuz?” dedim, baş tarafını da okuyunca tabii sustu, başka tarafa geçti.

Şimdi çok ilginç bir şey, başka delili var mı? Bu ayetten başka icmanın lehine aldıkları?

FATİH ORUM: Var Hocam var.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Hangi ayet o?

FATİH ORUM: Ümmet-i Muhammed’in vasat ümmet olduğunu, ümmetler içerisinde daha hayırlı ümmet olduğuna dair şeyler var ya.

ABDULAZİZ BAYINDIR: “Kuntum hayra ummetin uhricet linnâsi” “siz hayırlı bir ümmetsiniz” (Ali-İmran 3/110) bunun icma ile ne alakası var?

YAHYA ŞENOL: Yani onların bir konu hakkında işte fikir yürütmeleri.

ABDULAZİZ BAYINDIR: “Kuntum hayra ummetin uhricet linnâsi” “Siz insanlar içinden çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz” de.

“Ve kezâlike cealnâkum ummetev vesetal litekûnû şuhedâe alen nâsi” “siz orta ümmet..” (Bakara 2/143) de bunun icma ile ne alakasını nasıl kuruyorlar?

FATİH ORUM: Güzel kuruyorlar Hocam.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Ne diyorlar? Bir anlat bakalım hele.

FATİH ORUM: Onların hepsini aldım ben teker teker gireceğim Hocam.

ABDULAZİZ BAYINDIR: İstersen şimdi, şu anda ondan bahsedelim sonra devam ederiz.

FATİH ORUM: İşte diyor ki; bu Ümmet-i Muhammedin diğer ümmetlere nazaran ayrıcalıklı bir vasfı, Allah Ümmet-i Muhammedi diğer ümmetlerden ayrı tutmuş ve onlara “emri bil maruf nehyanil münker” görevi vermiş, bu çizgiyi devam ettirme görevini kıyamete kadar onlara vermiş. Bu görevin yerine getirileceği hususunda en ufak bir şüphe yok, o halde çoğunluğun yani o Ümmet-i Muhammedin müçtehitlerinin bir konuda verdiği karar, Allah’ın o konudaki muradıdır. Aksi olamaz, aksi olsaydı bu ümmete böyle bir ayrıcalık verilemezdi, verildiğine göre Ümmet-i Muhammedin müçtehitleri bir konuda “bu” diyorsa o Allah’ın muradının ortaya çıkmasıdır.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani şimdi Allah-u Teala diğer ümmetlere böyle bir görev yüklememiş mi demek istiyorlar?

FATİH ORUM: Evet, öyle.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Mesela Musa (A.S.)’ın ümmetinde yok mu? Orada onlar içinde demiyor mu?

(Enes Hoca araya girerek “Kânû lâ yetenâhevne am munkerin fealûh” (Maide 5/79) ayetini hatırlatıyor)

YAHYA ŞENOL: Ondan ziyade.

ABDULAZİZ BAYINDIR: O değil, “ve ennî faddaltukum alel alemîn” esas onu söylemek istiyorum. “Ben sizi aleme üstün kıldım” (Bakara 2/47). Hz Meryem için de var; “alâ nisâil âlemin” “alemin kadınlarına üstün kıldım, aleme üstün kıldım” (Ali İmran 3/42)

Şimdi o “aleme üstün kıldım” ifadesinden hareketle, bu mantıkla gidilirse kıyamete kadar Cenab-ı Hakkın Yahudileri herkese üstün kılmış olması gerekmez mi? Ve artık hiç kimsenin onların seviyesine ulaşamaması lazım. Halbuki o “el alemin” şu andaki bulunanlara. Çünkü size ben Peygamber gönderdim ve size kitap verdim. Biz de aynı şekilde, bize de ne diyor Allah-u Teala?

“Ve lâ tehinû ve lâ tahzenû ve entumul ağlevne” “En üstün olanlar sizlersiniz” Bir şartı var, neydi o şart? “in kuntum mué’minîn” “eğer mumin olursanız” (Ali İmran 3/139)

Yani hiç kimsenin Allah-u Teala öyle; “sen falancanın soyundansın, sen şusun, işte sana şunlar derler onun için sen üstünsün” diye ayrıcalık vermesi söz konusu değildir, çünkü Cenab-ı Hakkın kulu olma bakımından her insan aynı mesafededir. Allah-u Teala bizi nasıl yarattıysa Ebu Cehili’de, Firavunu da o şekilde yaratmıştır, hepimize de kabiliyetler vermiştir, İblis’ide o yaratmıştır. Biz bu kabiliyetleri iyi kullanırsak iyi kötü kullanırsak kötü oluruz. Dolayısıyla burada bunu daha öncekiler de “emri bil maluf nehyi anil münker” ile emredilmişlerdi, çünkü ondan dolayı Yahudiler ayıplanırken;

“Kânû lâ yetenâhevne am munkerin fealûh, lebié’se mâ kânû yef’alûn” “Yaptıkları bir kötülükten dolayı biri diğerini engellemezdi, şunu yapma demezdi. Ne kötü iş yapıyorlardı” (Maide 5/79)

Dolayısıyla bu bir delil olmaz. Evet, başka bir şey var mı, yok mu? O zaman başlayabilirsin eğer yoksa başka bir şey.

Evet Fatih Hoca Yrd. Doç. Dr. İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde İslam Hukuku Öğretim Üyesi, daha çok “usul” konularında mütehassıs, “kıyas” konusunda güzel bir doktora yaptı, şimdi Onu dinliyoruz.

Fatih ORUM: Pek çok farklı tanım var ama tanımları bir araya getirdiğimizde üzerinde aşağı yukarı ittifak edilen tanım; “Peygamber Efendimizin vefatından sonraki bir zamanda Muhammed Ümmetinin dini bir konuda fikir birliği etmeleri” anlamında kullanılmaktadır “icma”. Sonra bu tanımın tahlillerinde şunun altı çizilmekte; üzerinde görüş birliği edilen konu şer-i ameli bir meselede olacak ve ittifaka katılanlarda genelde ümmetin müçtehitleridir. Genelde bu, Ümmet-i Muhammedin müçtehitleri ya da alimleri herhangi şer-i ameli bir konuda ittifak ettiyse bu kati bir delildir.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Şer-i Ameli ne demek? Onu da bir açıkla da.

FATİH ORUM: Şer-i ameli hükümler; işte hükümler çeşitli tasniflere tutuluyor, yani itikadi değil, akli değil yani dünyevi herhangi bir konuda değil, itikatla ilgili herhangi bir konuda değil. Ameli, şer-i ameli bir konuda olacak, mesela işte insanların Allah’ın varlığı, Ümmet-i Muhammedin Allah’ın varlığı konusundaki icmaı fıkıh usulü açısından tartışılan, üzerinde konuşulan icma değil. Ama mesela “namazın farziyeti konusunda icma vardır” denildiğinde bu şer-i ameli bir hüküm üzerine icma vardır deniliyor.

Fıkıh Usulünde “edille-i erba” denilen, kaynak olma keyfiyeti yönüyle hiyerarşik bir sıralama anlamına gelen, klasik dörtlü tasnifte üçüncü sırada yer alıyor. Ancak zaman zaman icmanın tüm delillerin üzerinde bir delil olduğunun da altı çiziliyor tüm delillerin. Herhangi bir konuda icma olduysa bu tedvile, tahsise, takyide, neshe ihtimali olmayan ve inkarı küfrü gerektiren bir üst şemsiye delil de deniliyor.

Sarih ve sukuti olarak ikiye ayrılıyor ve oluşması halinde sarih icmanın katilik taşıdığı konusunda görüş birliğinden bahsediliyor. Çoğu sukuti icmada delildir deniliyor çünkü Ümmet-i Muhammedin hiçbir alimi, hiçbir müçtehidi herhangi bir mesele ortaya atıldığında birisinden çekindiği için, birisinden korktuğu için görüşünü söylememezlik etmez, Ümmet-i Muhammedin müçtehitlerinin böyle bir vasfı yoktur, onlar gerçeği her ortamda söylerler, dolayısıyla herhangi bir konu ortaya atılmış ve karşı çıkan olmamışsa bu da “sukut-i icma” dır deniliyor.

Şimdi icmanın temellendirmesinde kullanılan deliller genel itibariyle usul eserlerinde…

ABDULAZİZ BAYINDIR: İstersen şey yapalım, bak sukut-i icma ile ilgili hemen Kuran-ı Kerim’den bir delil şey yapalım, var mı, yok mu?

FATİH ORUM: Sukut-i İcmanın esasında bir delil olmadığına dair Kuran’dan bir delil var, karşı bir delil. Ta-ha Suresi 90. Ayetten itibaren Hocam.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Bak mesela şimdi burada Musa (A.S.)’ı, biliyorsunuz Tur-i Sina’ya gitmişti kırk günlüğüne. O sırada Musa (A.S.)’ın ashabı başlarında Harun (A.S.) olmasına rağmen ne yapmışlardı? Hepsi buzağıya tapmıştı değil mi? Yani tam bir icma yapmışlardı. İşte Musa’nın esas tanrısı budur, O da unuttu. Onlar ona taptığı zaman Harun (A.S.)’ da sesini çıkarmamıştı. Şimdi Sukut-i İcma ne demişti orada Fatih Hoca?

FATİH ORUM: Yani herhangi bir mesele ortaya atılmışsa ve aksi bir delil ortaya konulmadıysa millet yani müçtehitler bizzat bu konuda görüşünü bildirmeseler dahi aksi bir görüş yoksa onların herhangi bir korkudan, tereddütten, kaygıdan dolayı görüşlerini bildirmemesi düşünülemez çünkü Ümmet-i Muhammedin böyle bir konuda hakkı söylememesi kabul edilemez.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani sanki uzayda yaşıyor bunu yazanlar.

FATİH ORUM: Dolayısıyla sukut-i icmanın temellendirilmesinde bu ön kabul ortaya konuluyor.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani herhangi bir Kuran’i delili yok. İşte şimdi şu Ayet-i Kerimelerden bakalım;

“Ve legad gâle lehum hârûnu min gablu yâ gavmi innemâ futintum bih” “Harun (A.S.) daha önce onlara şöyle demişti; Ey kavmim, siz bu buzağıyla imtihan ediliyorsunuz, ağır bir imtihana sokuldunuz.” “ve inne rabbekumur rahmânu” “sizin Rabbiniz o Rahmandır” “fettebiûnî ve etîû emrî” “bana uyun ve sözümü dinleyin, sözüme itaat edin.” (Taha 20/90)

Yahya ŞENOL: Biraz önceki şeyi o zaman düzeltelim yanlış anlaşılmasın; “Harun (A.S.)’da hiçbir şey dememişti onlara” diye bir şey söylediniz.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Yok, yok gelecek onu söyleyeceğim. Baştan öyle söyledi ama sonra sustu.

YAHYA ŞENOL: Bir şeyler söylemiş ama yani.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Tamam baştan,  işte şimdi burada da baştan bir şeyler söylüyor ama sonra sustuğu zaman ona “sukutu icma” diyorlar bunlar. Baştan bir şey söyleyip te muhalefet etmiş olsa da, sonra sukutu icma demiyorlar mı buna?

YAHYA ŞENOL: Hiç konuşmasa da öyle bir ön kabulden hareketle öyle kabul ettiği için konuşmuyordur.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani hayır, konuşmuş olsa bu en uç bir örnek oluyor.

FATİH ORUM: Yani söylemiştir, sonra dinledikten sonra ikna olmuştur artık konuşmamıştır.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Artık konuşmadığı zaman kabul etmiş sayıyorlar, bu en uç örnek oluyor.

FATİH ORUM: Yani ikna olduğunu tashih etmesine gerek yok.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Bunlar Harun (A.S.)’a şu cevabı veriyorlar;

“Gâlû len nebraha aleyhi âkifîne” “Biz bunun karşısında duracağız yani biz buna ibadete devam edeceğiz” “hattâ yercia ileynâ mûsâ” “Musa bize dönünceye kadar.” (Taha 20/91)

Şimdi Musa (A.S),  Harun (A.S.)’a şu soruyu soruyor, diyor ki;

“Gâle yâ hârûnu mâ meneake iz raeytehum dallû” “Bunların saptığını gördüğün zaman seni engelleyen ne oldu” (Taha 20/92)

“Ellâ tettebian” “Benim arkamdan gelmedin. Ben sürekli mücadele ettim, hiç bırakmadım bu işin arkasını, biran için taviz vermedim, sen neden benim arkamdan gelmedin, niye benim yolumu takip etmedin?” diyor. “efeasayte emrî” “benim emrime isyan mı ettin?” diyor Musa (A.S.) (Taha 20/93)

“Gâle yebneumme” Diyor ki; “Anamın oğlu” Şimdi çok sinirlenmiş Musa (A.S.) “ana” kelimesi ile onu biraz yatıştırmaya çalışıyor. Yani ana merhameti şey yaptığı için. “lâ teé’huz bilıhyetî ve lâ biraé’sî” “saçımı sakalımı tutma, saçımı sakalımı yolma.”

FATİH ORUM: Yemişler birbirlerini, aslında birbirlerine girmişler.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Birbirlerine girmişler yani saçını sakalını yoluyor Musa (A.S.) onun, “sen nasıl yaparsın” diyor böyle.

“innî haşîtu en tegûle ferragte beyne benî isrâîle” “Korktum ki; sen İsrailoğullarını parçaladın dersin, İsrailoğullarının arasını ayırdın dersin.” “bunun için ben sustum” diyor. “ve lem tergub gavlî” “sözümü dinlemedin, İsrailoğullarının arasını ayırdın, böyle dersin diye sustum” diyor. (Taha 20/94)

Şimdi dolayısıyla burada, en baştan onları uyarmasına rağmen sonradan ne yapmış oluyor? Susmuş oluyor ve o bizim ulemanın icma dediği şeyin şartları burada gerçekleşmiş oluyor değil mi? (salondan bir katılımcı “ferragte” kelimesini hatırlatıyor) “ferragte” yani icmayı bozmamış oluyor. Şimdi icma eğer bir delil olacak olsaydı işte bu iyi bir icma. O zaman onların buzağıyı tanrı edinmeleri son derece normal olurdu yani. Buzağı icma ile tanrı haline gelmiş olurdu.

YAHYA ŞENOL: Ara soru olarak şunu sorsak olur mu? Hani Harun (A.S.)’ın bu davranışını bugün de devam ettirmek mümkün mü? Tek kaldığınız bir yerde susup artık hiçbir şey söylememek. Bir yerden sonra susmuş artık, bakmış düzelmiyor.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Şimdi burada karşı olarak bir şey söylemiyor Harun (A.S.)’a, ikinci bir cümle olarak bir şey söylemiyor. Çünkü bu insanlar Peygamber öldürmekle de meşhur insanlardır. Dolayısıyla hani bir canı korumak meselesi var, Allah-u Teala ne diyor;

“Men kefera billâhi mim bağdi îmânihî illâ men ukrihe ve galbuhû mutmeinnum bil îmâni” “İnandıktan sonra Cenab-ı Hakka karşı kafirlik eden, Allah’ı ikinci plana atan, görmezlikten gelen olursa ki” ama bir istisna getiriyor “ama baskı altında olup kalbi de imanla dolu olan birisi olursa o başka.” (Nahl 16/106)

Şimdi böyle bir durumda susmuş olabilir, bu insanı kafir yapmaz ama, mücadeleye devam etmesi istenir ama susmasında da bir sakınca yok.

FATİH ORUM: Devamında Samiri denilen bir kişi var aralarında, Samiri’de esasında bilgili birisi, uzman birisi bu konuda yani işi kavramış birisi. Ve Samiri ikna ediyor onları, Samiri peşinden sürüklüyor ama Harun (A.S.) peşinden sürükleyemiyor. Bu da çok önemli.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Samiri dini gayet iyi kavramış bir adam “fegabedtu gabdatem min eserir rasûli” diyor. Gayet iyi kavramış adam, yani işte ümmetin alimi ve sahabe. Yani Musa (A.S.) ‘ın sahabisi ve başlarında da bir Peygamber var. O peygamber varken, Musa (A.S.) daha kırk günlüğüne ayrılmışken ve enteresan taraf ta daha yeni şeyden kurtulmuşken.

FATİH ORUM: Mucizeleri görmüşler, bizzat yaşamışlar.

ABDULAZİZ BAYINDIR: O mucizeleri bizzat yaşamışlar, kendilerine kan kusturan Firavun ve askerlerinin öldüğünü görmüşler. Ve o Firavun ve askerlerinin taptığı şey işte bu “Apis” öküzü yani boğaya tapıyorlar bunlar. Ve bunlarda burada, ben bir yerde görmüştüm bu “hicr” kelimesi boğa içinde kullanılıyormuş. Yani bir boğa heykeli yapıp tapmış oluyorlar. Aslında bu tür kelimeleri gördüğümüz yerde yakalayıp almamız lazım ama yani kendilerini ezen o toplumun tanrılarını alıp burada tanrı yapıyorlar. İşte Bakara Suresi zaten onun için gelmiştir, orada “Bakara” “boğa” demektir. İnek değil yani boğa demektir.

FATİH ORUM: Şimdi benim tespit edebildiklerim bunlar ama gördüğüm kadarıyla bu konuda da epeyce yaygın bir kanaat var. Mesela Serahsi, Debusi, Cüveyni, Cessas, Basri gibi usulcüler; “akli bir meselede dalalet üzere birleşme ihtimallerine karşın kendilerine verilen ayrıcalık, onur, keramet sebebiyle dini konuda bu ümmetin icmaının kat’i ilim olduğunu” söylüyorlar. Yani mesela Gazali diyor ki; – Cemal Hocayla okumuştuk- Menful isimli eserinde “kitaptan, sünnetten ve akıldan biz bunu temellendiremeyiz”.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Bak bu çok önemli, yani icmanın delil olduğunu Kuran-ı Kerim’den gösteremeyiz. Kurana göre icma delil değildir. Sünnetten gösteremeyiz, Sünnete göre icma delil değildir. Bunu söyleyen Gazali değil mi? “Aklen de böyle bir şey olamaz” diyor. O da imkansız. Peki ne kaldı geriye?

Bakın böyle bir delille helal, haram oluşturuyorlar arkadaşlar, bu basit bir olay değil. Ve size hemen okullarda öğretiyorlar; dört delil, hiç tartışmadan, kitap, sünnet, icma, kıyas! Ya ümmetin icması varmış dendiği zaman herkes susuyor.

FATİH ORUM: Peygamber masumdu, ismet sıfatına sahipti. Peygamberin şahsındaki bu sıfat ümmet-i Muhammed’den kişilere değil, Ümmet-i Muhammedin tamamına verilmiştir, dolayısıyla Peygamberin o sıfatı Ümmet-i Muhammedin artık bundan sonra bizzat müçtehidlerinin şahsında gerçekleşecektir. Dolayısıyla Ümmet-i Muhammed’in icmaı kat’i delildir.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani şimdi ”masum” ne demek onu da bir şey yap.

FATİH ORUM: Masum; hatadan korunmuş anlamında.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Hata yapmaz, Peygamber hata yapmadığı gibi ümmeti de hata da birleşmez demiş oluyorlar, yoksa fert, fert hata yapar da acaba gerçekten öyle mi? Yani hata yapmaz mı? Bakın şimdi şu Enfal Suresinin 67. Ayetine bakalım lütfen. Burada diyor ki Allah-u Teala;

“Mâ kâne linebiyyin ey yekûne lehû esrâ hattâ yushıne fil ard” “Düşmanı tamamen etkisiz hale getirmeden, düşmanın üzerinde hakimiyeti tam olarak kurmadan hiçbir peygamberin savaş meydanında esir almaya hakkı yoktur”

Şimdi burada Peygamberimizle başladı, bu Bedir Savaşı ile ilgili olan Ayet-i Kerime’dir. Çünkü Allah-u Teala bundan önce inmiş olmak zorunda olan Muhammed Suresinin 4. Ayetinde diyor ki, 47.Sure, bundan önce inmiş olma mecburiyeti var, bir de arkadaşlar esbab-ı nüzul diye tefsirlerde geçen şeylerin sıhhati o kadar güçlü değildir. En güçlü olan Kuran-ı Kerim’in dalaletidir. Allah-u Teala;

“Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ” diyor. “Allah hiç kimseyi gücünün üzerinde sorumlulukla sorumlu tutmaz.” (Bakara 2/286)

Şimdi Peygamberimiz (S.A.V) Bedir’de esir aldığı zaman esir almaya hakkı olmadığını bilmeseydi bu derece ağır bir tehdit ona yapılmazdı –biraz sonra ayeti okuyacağız- Muhammed Suresinin 4. Ayetinde diyor ki Allah-u Teala;

“Feizâ legîtumullezîne keferû fedarber rıgâb” “Kafirlerle savaş meydanında karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun” “hattâ izâ eshantumûhum” Aynı buradaki “hatta yudhine” ile “edhane” aynı fiilin birisi mazi, birisi muzari sigasıdır. Yani birisi geçmiş zaman birisi şimdiki zaman kipidir. “hattâ izâ eshantumûhum” “onların üzerinde hakimiyetinizi tam kurdunuz mu” “feşuddul vesâga” “o zamana esir alın ve bağı sıkı tutun” “feimmâ mennem bağdu” “artık ondan sonra ya karşılıksız serbest bırakırsınız” “ve immâ fidâen” “ya da fidye alarak serbest bırakırsınız”(Muhammed 47/4) diyerek savaş meydanında düşmana tam hakimiyet kurmadan esir alınmayacağını Allah-u Teala orada bildiriyor.

Ama Muhammed (S.A.V) Bedir Savaşında düşmana tam hakimiyet kurmadan esir almış. Surenin başında Cenab-ı Hak;

“Size Mekke Ordusunu verdim ki; kafirlerin kökünü keseyim” yani “ve yagtaa dâbiral kâfirîn” Enfal 8. Ayet mi, 7.Ayet mi? 7. Ayet;

“Ve iz yeıdukumullâhu ıhdet tâifeteyni ennehâ lekum” “Allah size söz veriyordu iki gruptan birisi sizindir diye. Suriye’den gelen kervan ya da Mekke ordusu” “ve teveddûne enne ğayra zâtiş şevketi tekûnu lekum” “istiyordunuz ki güçsüz olan sizin olsun”.

Onun için Medine’den çıkarken tedbirsiz çıkmışlardı yani böyle bir savaşa hazırlıklı olarak çıkmamışlardı, yalınkılıç çıkmışlardı Bedir’e doğru giderken. Allah nasıl olsa bize söz verdi o zaman biz Suriye’den gelen kervanı alırız, işte kırk kadar belki bir koruması varsa var.

“ve yurîdullâhu ey yuhıggal hagga bikelimâtihî ve yagtaa dâbiral kâfirîn” “Ama Allah’ta kendi kelimeleri yani kitabı indirdiği kelimeleri sebebiyle Hakk’ı ortaya çıkarsın o kafirlerin kökünü kessin istiyordu yani Mekke kafirlerinin kökünü kessin istiyordu” (Enfal 8/7)

Dolayısıyla Cenab-ı Hak bunlara Suriye’den gelen kervanı değil, kervan biraz aşağılarından kaçıp gitti, Mekke ordusunu verdi ve karşı karşıya geldiler Bedir’de hiç beklemedikleri bir anda. Orada ilk anda Müslümanlar galip geldi ve esir aldılar. Hal bu ki düşmanı takip etmeleri lazımdı, tamamen etkisiz hale getirmeleri lazımdı, onların kökü kesilsin dendiği zaman, Mekke ordusu tamamen etkisiz hale gelince Müslümanlar ne yapardı? Ellerini kollarını sallaya sallaya Mekke’ye gideceklerdi ve hakimiyet kurulacaktı. Ama iş öyle olmadı çünkü oyunu kuralına göre oynamadı Müslümanlar. İşte burada diyor ki Allah-u Teala;

“Mâ kâne linebiyyin ey yekûne lehû esrâ” “Hiçbir Nebinin esir almaya hakkı yoktur” “hattâ yushıne fil ard” “o savaş meydanında hakimiyetini tam kuruncaya kadar” Hakimiyeti tam kurar, düşmanı kırar o zaman esir alma hakkı olur. “turîdûne aradad dunyâ” “siz dünyalık istiyorsunuz” şimdi tek kişiden çoğula geçti. Tek kişi Peygamber, çoğul bütün Müslümanlar.

FATİH ORUM: Yani Peygamberin içinde bulunduğu bir topluluk bir konuda hata yapıyor.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Peygamberimizinde içinde bulunduğu o ashab, Peygamberimizde dahil ne oldu? İcma yaptılar ama hata üzere değil mi? Hata üzere icma yaptılar. Hani Peygamberimiz masumdu?

“turîdûne aradad dunyâ, vallâhu yurîdul âhırah” “siz hemen bir şeyler elinize geçsin istediniz Allah daha sonrasını istiyor. Çünkü şimdi bir şeyler almayın ki Mekke sizin olsun.” “vallâhu azîzun hakîm” “Allah güçlüdür, doğru karar verir.” (Enfal 8/67)

“Lev lâ kitâbum minallâhi sebega” “Eğer Allah’tan daha önce bir yazgı geçmeseydi yani Allah söz vermeseydi ki; şu iki taifeden birisi sizin olacak diye önceden söz vermeseydi Allah” “lemessekum fîmâ ehaztum azâbun azîm.” “Aldığınız esirlerden dolayı size büyük bir azap dokunacaktı” (Enfal 8/68)

O askerler geri gelir sizi burada perişan ederlerdi. Peki şimdi masum olan, hata yapmayan bir kişi bunu yapar mı? Peygamber masum mu şimdi? Masum olan bunu yapar mı? Böyle bir şey olur mu masum olanla ilgili olarak? Peki sahabe masum mu? Peygamber ve sahabe masum değilse neye dayanarak bu ümmet masumdur deyip te bu hayali gerekçeyle icmayı delil olarak ortaya koymaya çalışıyorlar ve bu icmayla da bir sürü hükümler ortaya koyuyorlar. Yani burada kapalı bir şey var mı?

YAHYA ŞENOL: Bu olayda Hz.Ömer’in itirazından bahsediliyor. Bu fıkıh anlamında icmayı bozuyor mu,  bozmuyor mu?

FATİH ORUM: Bu kurgu tamamen hayali bir kurgu. Tam bir kurgu, bu ayet o kurguyu naks ediyor.

YAHYA ŞENOL: Tamam yani hep beraber karar alınmış ama içeride çatlak bir ses yok mudur yani?

ABDULAZİZ BAYINDIR: Bütün tefsirler orada şunu anlatıyor; Buhari’de de var bu bahsettiğim olay, deniyor ki bu ayetin tefsirinde yazıyorlar, hepsi yazıyor. Peygamberimiz (S.A.V) aldığı esirlerle ilgili olarak ashapla istişarede bulundu. Bu kurguda esir almada problem yok, esirlere karşı muamelede problem var. Ayet ne diyor? Esir almaktan bahsediyor. Şimdi o asıl konu çünkü esir almak konusu üzerinde durursa tefsirler tüm sistem çökecek. Çünkü onların hepsi icmayı delil sayıyorlar, onların hepsi Peygamberi masum sayıyorlar, o zaman tüm sistem çökecek orada durmuyorlar. Orada hemen atlıyorlar bir kurgu, o kurguyu Buhari’ yede yerleştirmişler ve bütün tefsirlerde var.

Deniyor ki; Peygamberimiz aldığı esirler konusunda ashabıyla istişare etti. Hz Ömer dedi ki; “Ya Rasulullah bunları öldürelim, bu insanlar bilsin ki biz bu işi akrabalık kaygısıyla ya da dünyalık kaygısıyla yapmıyoruz. İşte akili Ali’ye ver o öldürsün, bana şu akrabamı ver, Ebubekir’de şu akrabasını öldürsün. Böylece insanlar bilsin ki biz bu işi ne akrabalık kaygısı, ne dünyalık kaygısıyla yapıyoruz, Allah için yapıyoruz.”

Hz.Ebubekir’de diyor ki; “Ya Rasulullah bunlar bizim akrabalarımız, soydaşlarımızdır, amca  oğullarımızdır ayrıca mala da ihtiyacımız var. Bu esirleri alalım, bunlardan fidye alırız maddi ihtiyacımız da karşılanır.”

Şimdi burada çok büyük hatalar var; kurgunun devamı da var. Devamında da şu var; bir gün Peygamberimiz (S.A.V) Hz.Ebubekir ile oturmuş ağlıyorlar.

FATİH ORUM: Tabii Hz.Ebubekir’in dediği yapılmış.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Hz.Ebubekir’in dediği yapılıyor, esir alınıyor ve esirlerden fidye alınıyor, birazcık maddi imkan elde ediliyor. Şimdi bir gün oturmuş Peygamberimiz Ebubekir ile ağlıyor. Hz.Ömer’de oradan geçerken bunları görüyor ağlarken, diyor ki; “Ya Rasulullah, neden ağlıyorsunuz? Meseleyi bana anlatın, bende sizinle beraber ağlarım hiç olmazsa ağlar gözükürüm” diyor. Orada ki kurgunun o cümlesi de çok ilginç, diyorlar ki; Peygamberimiz demiş ki (S.A.V); “Bela şu ağaca kadar geldi ve orada durdu. Eğer orada durmasaydı Ömer hariç bunların hepsini götürecekti” Bunlar derken Peygamber ayırt ediliyor, Peygamber hariç. “Beni götürecekti” değil, “bunların hepsini götürecekti. Peki orada tek muhalif kimdi? Hz Ömer. O zaman bu kurguda beni de götürecekti demesi lazım değil mi? Olmaz masum, o masum.

Şimdi bu kurguda da yanlışlık yapılıyor, bir tek Ömer kalacak, hepsi gidecek. Peki bir başka yanlış da şu; Kuran’ın hükmü Ebubekir’in hükmü gibi gösteriliyor. Muhammed Suresinin 4. Ayetinde ne diyor Allah-u Teala;

“feimmâ mennem bağdu ve immâ fidâen” “Esirleri aldıktan sonra yapacağınız şey,  ya karşılıklı ya da karşılıksız serbest bırakmaktır.” Peygamberimiz onlardan maddi gücü zayıf olanları karşılıksız serbest bıraktı ve Mekke’ye gönderdi. Hal bu ki Ebubekir’in kurgusunda bu yok. Şimdi o mantığa göre Peygamberimiz bu parası olmayanları köleleştirmesi lazımdı, niye geri göndersin? Köleye de ihtiyacımız var diyeceklerdi. Ondan sonra bir kısmından da fidye aldı, bu ayetin hükmünün uygulanmasıdır. Öbür tarafta bu Ebubekir’in görüşü olarak anlatılıyor.

YAHYA ŞENOL: Yanlış olduğu anlatılıyor, Hz.Ebubekir’in görüşü yanlış.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Yanlış olduğu anlaşılıyor, ayetin hükmü yanlış oluyor. Bakın ayetin konu ile ilgili hükmü yanlış oluyor. Peki burada ne diyorlar, bunu meşrulaştırmak için ondan sonraki ayeti delil olarak alıyorlar;

“Fekulû mimmâ ğanimtum halâlen tayyibev ” “Şimdi ganimet olarak aldıklarınızdan helal ve tayyip olarak yiyin” (Enfal 8/67)

Diyor ki; bu ana kadar ganimetler haramdı bu ayette helal kılındı. Bu da başka bir yalan. Bütün tefsirler bunda ittifak ediyorlar, neden? Burada Haşa! Sanki Cenab-ı Hakkın bir hatasını örtmek için. Ne demek, Peygamber hata mı yaparmış? Şimdi şuradan geçenlerde de şey yaptık Fetih suresini açarsak eğer bir zahmet bununla bağlantılı, Peygamberimizin buradaki günahına işaret eden ayetleri ne hale getirdiklerini siz şöyle görün. Şimdi bakın burada ne diyor, mealden okuyacağım metinden değil (Diyanet Vakfı Meali);

“Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik.” Bu Hudeybiye Antlaşmasından sonra inmiştir, Hudeybiye’de Mekke’nin kapısı açıldı, o zaman kapandı. O zaman kapandığı için Mekke’nin kapısı arkasından Uhud Savaşı, arkasından Hendek Savaşı oldu. Hendek’ten sonra Hudeybiye’de Mekke’yi fethetmenin yolu açıldı.

“İnnâ fetahnâ leke fetham mubînâ” diyor; “Senin için artık önünü tamamen açtık” (Fetih 48/1) demiş oluyor. Ondan sonra diyor ki;

“Böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar”(Fetih 48/2).

“Gelecek günah” diye bir şey olmaz, bu uydurma bir şey, gelecek günah ne demek? Sen daha önce ve ondan sonra yaptığın günahları  bağışlaması için.

YAHYA ŞENOL: Siz üçüncü ayeti bir okuyun da bundan sonraki dipnotu şey yapmayın.

ABDULAZİZ BAYINDIR: “Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru bir yola iletir” (Fetih 48/2), “Ve sana şanlı bir zaferle yardım eder” (Fetih 48/3) Bu tabii ki Mekke’nin fethi olayıdır. Şimdi bakın burada ne yazmışlar arkadaşlar, lütfen dikkatle bakın tefsirlerde hep bu var; “Geçmişte ve gelecekte günahtan uzak bulunan Peygambere tamamlanan ilahi nimet, Mekke ve Taif’in fethi.”

Şimdi geçmişte ve gelecekte günahtan uzak bulunan bir kişi için Allah ne demiş? Senin geçmiş, hadi gelecek diyelim yani o mantıkla konuşalım, “senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetsin diye”, günahı olmayan bir kişiye Cenab-ı Hak böyle diyecek öyle mi? Ve Allah’ın yanlışını da bu dipnotta düzeltecekler.

“Geçmişte ve gelecekte günahtan uzak bulunan Peygambere tamamlanan ilahi nimet, Mekke ve Taif’in fethi, Dünya’da şerefinin yüce kılınması, yardım ve zafere nail olması, başkaldıranların boyun eğmesi şeklinde tecelli etmiştir. Hakikaten Hz.Peygamber, Allah’ın Habibi’dir. Önceki şeriatları tamamlamış ve düzeltmiştir, Miraca nail olmuş, en yüce makamlara kadar yükselmiş, ins ve cinne Peygamber olmuş, ganimet kendisine ve ümmetine meşru kılınmış” (Sanki daha önceden yokmuş gibi) “Şefaati makbul olmuş, teşehhüdde, ezanda ve Kuran’da birçok yerde Allah ile birlikte anılmış.”

Allah ile birlikte anılmış da bir makam gibi gösteriliyor. Allah’ın elçisi Allah’ın sözlerini tabii ki O’nun vasıtasıyla alacağız, başka bir şekilde olur mu?

FATİH ORUM: Bütün peygamberler o şekilde…

ABDULAZİZ BAYINDIR: Bütün peygamberler için geçerli olan bir şey. “Ona itaat Allah’a itaat sayılmıştır.” Bütün elçiler için öyledir yani Elçi kendi sözünü mü söyler, kendi sözünü söyleyene elçi denir mi? Elçi kimin sözünü söylüyorsa, o söze olan itaat o sözü söyleyene itaattir. Dolayısıyla Allah’ın elçisiyse o zaman ister istemez Allah’a itaat olur, başka bir şey olmaz. Sen de git birisine Allah’ın bir ayetini oku, o kişi itaat ettiği zaman sana mı itaat etmiş olur Allah’a mı? Böyle saçmalık olur mu? Şimdi görüyor musunuz “Kelime-i Tevhid’in ilk sözünden biri olmuş böylece kendisi için bütün nimetler tamamlanmıştır.”

Yani “Muhammedun Rasulullah” demek! Yani burada doğruları nasıl saptırıyorlar görüyor musunuz? Şimdi böyle bir mantıkla sizin dini doğru anlama şansınız yok, bütün gerçeklerin üzerini öylesine örtüyorlar ki inanılır gibi değil.

YAHYA ŞENOL: Şu biraz önceki açıklama ile alakalı bir soru var da; hani esirlerle ilgili ayette çoğul kipi kullanılıyor ve bundan dolayı demişsiniz yanlışta ittifak edilmiş, böyle mi söylediniz, biz mi yanlış anladık? Hani yanlışta ittifak olmazdı?

ABDULAZİZ BAYINDIR: Yanlışta evrensel ittifak olmaz, yoksa lokal ittifak olur.

FATİH ORUM: Dalalet, yani itikadi bir meselede yanlış olmaması farklı bir şey.

ABDULAZİZ BAYINDIR: “Ümmetim dalalette ittifak etmez” diye bir hadis söyleniyor, onu anlatacak onlarla ilgili.

Şimdi burada anlaşıldı mı? Bakın, Kuran’dan delil yok icmanın, sünnetten yok, akıldan yok delil olarak ne diyorlar? Ümmet-i Muhammedin kerameti var, hata etmez. Öyle miymiş? Peygamber masum, ümmet te masum. Peygamber masum muymuş? Masum olan bir kişi bana nasıl örnek olacak? Hata yapabilecek birisi olması lazım ki…hata yapmadan gitti. Mesela burada bir çamur deryası var oradan geçmem lazım, şimdi önden bir kişi o çamur deryasında çamura girmeden geçtiğini görürsem, o zaman ben de onu örnek alabilirim. Ama bir adam gelse de üst taraftan böyle uçarak gitse, e ben uçamıyorum o zaman ben onu nasıl örnek alacağım, Peygamber bana nasıl örnek olur o şekilde? Onu uçan adam olarak şey yapıyorlar. Evet devam edelim.

FATİH ORUM: İşte burada fıtrat olarak nitelendirilen bir dinin kaynağının meşruiyeti için akılla izah edilemez denebilir mi? Yani akılla izah edilemeyen, bu sadece bizim kendimizi bağlar, bunu biz kendimiz kabul ediyoruz. Bunu diğer insanlara akılla izah etmemize gerek yok diyerek bir delil dinde kaynak olabilir mi?

ABDULAZİZ BAYINDIR: Şimdi bak bu din evrensellikten çıkıyor, son derece yerel, son derece böyle dar kalıplar içerisine giriyor. Allah-u Teala dini “fıtrat” olarak tanımlıyor, din fıtrattır, fıtrat dediğiniz zaman evrenseldir demektir. Akılla kavranamayan şeyi de dinin delili yapıyorsunuz o zaman içinize kapanıyorsunuz ve evrenselliğinizi yitiriyorsunuz.

FATİH ORUM: “Ümmet-i Muhammede verilen bir ayrıcalık” iddiasının Kuran’da yeri var mı? Ona dair şimdi şey yapacağız. Şimdi Serahsi şöyle diyor “Usul” eserinde; “Hissi ve Şer-i konularda tek başına yapılamayanlar, toplu olarak yapılır.” Akılla acaba izah edilebilir mi bu icma? Böyle bir muhakeme yapıyor.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Mesela bir örnek veriyor mu?

FATİH ORUM: “Kişiler tek başlarına kaldıramadıkları ağır bir yükü bir araya geldiklerinde kaldırabilirler.”

ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah’ını seversen bu delil mi yaa?

FATİH ORUM: “Bir lokma karın doyurmaz, bir damla kandırmaz ancak lokmalar ve damlalar bir araya gelirse doyurucu ve kandırıcı olur.”

ABDULAZİZ BAYINDIR: Tamam da bunun icma ile ne alakası var?

FATİH ORUM: “Yani bir araya gelmek tek tek yapılamayanları mümkün kılar, ittifak ettikleri şeyler konusunda bu onlar için yeter delildir. Her kim icma” şimdi bunu söylüyor hemen ardından bu defa işin rengi değişiyor, diyor ki; “her kim icmaın ilim ifade eden bir delil olduğunu inkar ederse” şimdi ilim ifade eden bir delil olduğunu, ilim ifade etmesi de yukarıdaki akli muhakeme “dinin aslını inkar etmiş olur.”

Aynen bu kelimeyi kullanıyor, aslud din ifadesini kullanıyor. (Abdülaziz Hoca burada  “dinin aslını inkar etmiş olurlar” sözüne birkaç defa dikkat çekiyor)

“Zira Müslümanların icmaı dinin asılları çerçevesindedir ve Müslümanlar için de bir müracaat kaynağıdır, dolayısıyla bunu inkar eden dinin aslını yıkmaya çalışmış olur” diyor. Şimdi bunu Nazzan ve onun gibi düşünenler cevaben söylüyor, onlar ne diyormuş, Serahsi bunu niçin söylemiş? Şimdi diyor ki Nazzan ve onun gibi düşünenler;

“İcma hiçbir şekilde bilgi ifade eden bir delil olamaz, icmada söz konusu olan fertlerin içtimaıdır. Hatadan korunmuş olmamaları sebebiyle her ferdin görüşü tek başına ilim ifade etmiyorsa, bilgi değeri açısından bir araya gelmeleri sonucu değiştirmez. Çünkü hata ihtimali bir araya gelmeyle yok olmaz. Bu kişiler icmadan önce insan iken icmadan sonra insan değiller midir? İcmadan önce muktedir olan icmadan sonra aciz olmuyor ki, icmadan önce gözleri görmeyenin icmadan sonrada gözleri görmemeye devam ediyor.”

Yani esasında icmanın hakikaten akli olarak bu şekilde karşı çıkışa, mantıklı bir karşı çıkışa Serahsi “ağır yükü bir kişi taşıyamaz ama on kişi taşır” diyor, ondan sonra hemen diyor ki; “buna inkar eden şeydir”.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani ağır yükü taşımakla icmanın ne alakası var.

FATİH ORUM: Aslında çok yerinde bir itiraz. Şimdi “tek başına katilik ifade etmeyen görüşlerin bir araya gelmesi bilgi değeri açısından bunlara katilik kazandırmaz. Sayısal çoğunluk bir görüşün haklılığını, sayısal azınlıkta haklı olmadığına mutlak olarak delalet etmez. Dini bir konuda on kişiden dokuzunun birbirinden habersiz olarak aynı görüşü ifade etmeleri, farklı görüş ifade eden onuncu kişinin görüşünün sadece azınlık olduğu gerekçesiyle mutlak olarak doğru olmadığı anlamına gelmez. On kişinin her birinin görüşü.”

ABDULAZİZ BAYINDIR: Bunlar Nazzan’ın görüşü değil mi?

FATİH ORUM: Yok bunlar bizim değerlendirmelerimiz. “Aynı görüşü ifade eden dokuz kişinin bir araya gelip ortak açıklama yapmaları bilgi değeri açısından bunların görüşüne değer katmaz. Bunların bir araya gelip ortak açıklama yapmaları, onuncu kişinin görüşünün yanlış olduğu anlamına da gelmez.”

Şimdi Kuran’dan delillere geçiyoruz;

“Kuntum hayra ummetin uhricet linnâsi teé’murûne bil mağrûfi ve tenhevne anil munkeri ve tué’minûne billâh, ve lev âmene ehlul kitâbi lekâne hayral lehum, minhumul mué’minûne ve ekseruhumul fâsigûn.” “Siz insanlar için çıkarılmış en iyi topluluksunuz, Allah’a inanarak marufa uygun olanı ister, kötülüklere karşı durursunuz, Ehli Kitap da inansaydı kendileri için iyi olurdu, içlerinde inananlar vardır ama çoğu yoldan çıkmıştır” (Ali İmran 3/110)

Şimdi Serahsi’nin bu ayetle istidlali şöyle aynı; “Ayette geçen “hayr” kelimesinin ismi tafdil olduğunu ve hayırda son sınırı ifade ettiğini” söylüyor ve şöyle devam ediyor; “Bu hayırda son sınırın üzerinde icmanın gerçekleştiği şeyler hususunda olduğunun açık bir delilidir.”

ABDULAZİZ BAYINDIR: Nee, icmanın gerçekleştiği şeyler, yani bu ümmet din koyuyor öyle mi?

FATİH ORUM: “Ümmetin en hayırlısı olmaları, onların marufu emretmeleri, münkerden nehyetmeleri sebebiyledir. Mutlak maruf Allah katında hak olandır, müçtehidlerin içtihadı mutlak manada maruf değildir çünkü müçtehid hata da eder isabette. Çünkü müçtehidin içtihadı hatalı olduğu ortaya çıkıncaya kadar içtihadları ile amel gerekmesi açısından marufdur. Bu da mutlak marufun üzerinde icmanın gerçekleştiği konularda olduğunu gösterir.” Ayetle bu şekilde istidlal ediyor.

“Her devirde insanların en hayırlıları doğru yol üzerinde olanlar, doğru yolu temsil edenlerdir. Bu her dönem ve herkes için geçerlidir, Musa (A.S.) zamanında da insanların en hayırlıları; doğru yol üzerinde olanlar, doğru yolu temsil edenler ve marufu emredip münkerden nehyedenler yani Allah’ın kitabının gereğini yapanlardır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır;

“Ve mimmen halagnâ ummetuy yehdûne bil haggı ve bihî yağdilûn.” “Yarattıklarımız içinde öyle bir topluluk vardır ki, doğruyu gösterir ve onun ışığında adaletli davranırlar”(Araf 7/181)

Sadece Ümmeti Muhammed için söylenmiş bir ayet değil herhalde. “Ve mimmen halagnâ ummetuy yehdûne bil haggı ve bihî yağdilûn”

YAHYA ŞENOL: Bu ayeti şeyle birlikte değerlendirebiliriz; “vela teştemiune metaen dalale” var ya.

FATİH ORUM: Tabii, tabii onla aynen öyle, zaten onla bağlantısını kuracağız, tabii. Yani azınlıkta olsa, bir kişi de olsa doğru çizgiyi takip edenler hep olmuş ve hep olacaktır. Marufu emretmek, münkerden nehyetmek yani Allah’ın kitabının tebliğini yapmak her dönemde insanlara verilmiş bir görevdir, sadece Ümmeti Muhammede değil. Bunu yapanlar içinde bulundukları toplumun hayırlılarıydı, Yüce Allah şöyle buyurmaktadır;

“Veltekum minkum ummetuy yed’ûne ilel hayri ve yeé’murûne bil mağrûfi ve yenhevne anil munker, ve ulâike humul muflihûn.” “İçinizde insanları iyiliğe çağıran bir topluluk olsun, marufa uygun olanı istesin, kötülüklere karşı dursun. İşte umduklarını bulacak olanlar bunlardır.”(Ali İmran 3/104)

Bu yönüyle ümmetlerin korunmuşluğundan değil, her ümmete verilen sorumluluklardan bahsedilebilir. Doğru çizginin devam etmesinin ümmete verilen bir sorumluluk olduğuna dair şu ayette önemlidir;

“Ve mâ kânel mué’minûne liyenfirû kâffeh, felev lâ nefera min kulli firgatim minhum tâifetul liyetefeggahû fid dîni ve liyunzirû gavmehum izâ raceû ileyhim leallehum yahzerûn.” “Müminlerin hepsinin toptan sefere çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminde bir gurup dinde (dinî ilimlerde) geniş bilgi elde etmek ve kavimleri (savaştan) döndüklerinde onları ikaz etmek için geride kalmalıdır. Umulur ki sakınırlar.” (Tevbe 9/122) (Diyanet Vakfı Meali)

Yani Allah o doğru çizginin korunması içinde gerekli tedbirlerin alınmasını istiyor. Her zaman için bu tür insanlar olmalı. Sorumluluk ayrı şey ümmetin hatadan korunması ayrı şeydir, itikadi olarak doğru çizgide bulunanların az ya da çok hep bulunacağının gerçeği ayrı şeydir, ameli bir konuda ümmetin tamamının asla hataya düşmeyeceğini iddia etmek ayrı şeydir.

Şimdi bir başka delil, Gazali diyor ki; “icma için kitaptan bir delil getirilebilecekse en güçlü delil budur” diyor.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Hangisi?

FATİH ORUM: İşte bu Nisa Suresinin 115. Ayeti. Hatta bununla ilgili bir hikaye anlatılıyor bu Ahkam-ül Kuran’da. Birisi İmam Şafii’ye geliyor diyor ki; “icma gerçekten delil midir?” O da “tabii ki delildir” diyor. “Bunun kitaptan bir delili var mı peki” diyor, İmam-ı Şafii’de “bana üç gün süre ver” diyor. Üç gün içerisinde de bir rivayete göre Kuran’ı yedi kere, bir rivayete göre yüz kere baştan sona okumuş ve en sonunda mescide gelmiş ve demiş ki; “buldum”. İşte o delil bu delildir diyerek bu Nisa Suresinin 115. Ayetini okumuş ve bu ayetin icma için delil olduğunu ilk kez bu söylemi geliştiren İmam-ı Şafii olduğu söyleniyor.

YAHYA ŞENOL: O zamana kadar hakikaten böyle bir ihtiyaç hissedilmemiş, öyle değil mi?

FATİH ORUM: Evet ihtiyaç hissedilmemiş. Şimdi kitapların genelinde bu ayetin icma ile alakasının ne şekilde kurulduğuna dair “Keşfül Esra”’nın yazarı Buhari şunları söylüyor;

“Allah-u Teala Rasule muhalefet etme konusunda yaptığı gibi müminlerin yolu dışındaki bir yola tabi olmanın sonucu hususunda da tehditte bulunmaktadır. Yol, insanın kendisine sözlü ve fiili olarak seçtiği şeydir. Şayet müminlerin yolu dışındaki bir yola tabi olma haram olmasa bu konuda tehdit olmazdı ve tehdit konusunda Rasule muhalefet ile müminlerin yolu dışında bir yola tabi olma ayette bir araya geçmezdi. Kafirlik etmekle, mubah bir ekmeği yemenin tehdit konusunda bir arada zikredilememesi gibi. Müminlerin yolu dışında bir yola tabi olmak haram olunca onların yoluna tabi olmak vacip olur ve böylece icma hüccet  olur, çünkü icma onların yoludur.

KATILIMCI: Ayeti bir daha okur musunuz?

FATİH ORUM: “Ve mey yuşâgıgır rasûle mim bağdi mâ tebeyyene lehul hudâ ve yettebiğ ğayra sebîlil mué’minîne nuvellihî mâ tevellâ ve nuslihî cehennem, ve sâet masîrâ.” “Yol kendisi için apaçık belli olduktan sonra kim bu elçiden ayrılır ve müminlerin yolundan başka yola girerse, onu döndüğü yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü hale gelmedir o.” (Nisa 4/115)

Şimdi burada “müminlerin yolu” ayette “sebilil mué’minîne” ve bu yola “ittiba” “yettebiğ”, “elçiden ayrılmak” “yuşâgıgır rasûle” ya da ona muhalefet etmek ve “yol kendisine apaçık belli olduktan sonra” ne anlama geliyor, asıl bunların tahlil edilmesi gerekiyor.

Şimdi Enfal Suresinin ilgili ayetleri okunduktan sonra 13. Ayette “Onların böylesi bir muameleye Allah ve Rasulune muhalefet ve düşmanlık etmeleri sebebiyle hak ettikleri” nden bahsediliyor.

ABDULAZİZ BAYINDIR:  O beşinci ayetteki muamele neydi beşinci ayette?

FATİH ORUM: Bedir Savaşı öncesindeki durumdan bahsediliyor, kafirlerin karşılaşacağı durum.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Enfal 5’e bir bakalım da..

YAHYA ŞENOL: “Yucâdilûneke fil haggı bağde mâ tebeyyene keennemâ yusâgûne ilel mevti ve hum yenzurûn”

FATİH ORUM: Onları geçiyoruz on ikiye kadar geliyoruz.

YAHYA ŞENOL: Savaş, Bedir Savaşı anlatılıyor, ha bir üstte “seulgî fî gulûbillezîne keferur” .

FATİH ORUM: Kafirlerin karşılaşacağı durumlar. Ve burada Allah’a ve Rasule beraberce kullanılıyor yani Nisa Suresisinin 115. Ayetinde “Ve mey yuşâgıgır rasûle” ifadesi geçiyor, burada “Zâlike biennehum şâggullâhe ve rasûleh”. Demek ki Nisa Suresindeki o muhalefetin bir ucu Allah’a muhalefet.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Zaten Rasule muhalefet te Allah’a muhalefettir. Çünkü o kimin Rasulü? Allah’ın Rasulüdür.

FATİH ORUM: Yine bu Haşr Suresi 4. Ayetinde işte bu Ehli Kitap ile ilgili evleri başlarına yıkılacak, şunlar kendi elleri ile evlerini yıkacaklar, şu olacak en sonunda ayet; “Zâlike biennehum şâggullâhe ve rasûleh” geçiyor.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani; “bunlar şu sebeple ki onlar Allah ve Rasulune karşı çıkmışlardır.” Yani “şagg” Türkçe’de “şık” kelimesi vardır ya, şu bir şık bu öbür şık, yani şu bir taraf öbür taraf. Allah’ın ve Rasulunun yolu burası o da onun tam zıttında başka bir yol.

FATİH ORUM: Haşr Suresinin 4. Ayetinde ayetin başında “Zâlike biennehum şâggullâhe ve rasûleh” deniliyor, ayetin sonunda da “ve mey yuşâggıllâhe feinnallâhe” bu defa sadece “Allah” kelimesi geçiyor.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Tabii Rasule karşı çıkan zaten Allah’a karşı çıkmış olur.

FATİH ORUM: Şimdi bu itaat kavramında da böyle. Mesela Hud (A.S.) şöyle demiş;

“İz gâle lehum ehûhum hûdun elâ tettegûn. İnnî lekum rasûlun emîn. Fettegullâhe ve etîûn.” “Bana, Allah’tan korkun ve bana itaat edin.” (Şuara 26/124-126) diyor. Sonra başka bir ayette Rasule itaat edilmesi emredilirken “Ve egîmus salâte ve âtuz zekâte ve etîur rasûle” deniliyor, sadece “Rasul” kelimesi geçiyor, “Rasule itaat edin.” (Nur 24/56) Bu defa bir başka ayette “Ve etîullâhe ver rasûle” geçiyor. Bu defa “hem Allah’a hem Rasule itaat”(Ali İmran 3/132). Yani Peygamberler bana itaat edin derken esasında Allah’a itaat edin demek istiyorlar, çünkü Rasule itaat Allah’a itaattir. ” Mey yutıır rasûle fegad etâallâh”(Nisa 4/80) O bizim Nisa Suresi 115. Ayeti de dikkate alırsak; Rasule muhalefet Allah’a muhalefet olmuş oluyor. Aynen “itaat” kelimesindeki bu örgü, itaat kelimesinde, muhalefet kelimesinde, ittiba kelimesinde, iman kelimesinde Kuran’a bakıldığında Peygamberler bana inanın diyor yani esasında bakıyorsunuz ki Allah’a inanın demek  o, bana tabi olun diyor Allah’a tabi olun demek, işte bana muhalefet etmeniz Allah’a muhalefet etmeniz demek.

Yani burada üzerinde vurgu yapılması gereken şey; Allah ve Rasulunun itikadi konularda, risalet konusunda ayrı tutulamaması. “İnnellezîne yekfurûne billâhi ve rusulihî ve yurîdûne ey yuferrigû beynallâhi ve rusulihî” ayetiyle bu açık seçik ortada. “Allah ile elçilerinin arasını ayırma isteğiyle Allah’ı ve elçileri görmezlik eden, birine inanır diğerini tanımayız diyen, bu ikisi arasında yol tutmak isteyenler” (Nisa 4/150) den bahsediliyor. En sonunda da diyor ki; “Vellezîne âmenû billâhi ve rusulihî ve lem yuferrigû beyne ehadim minhum” “Allah’a ve elçilerine inanan ve elçilerden birini diğerinden ayırmayan”(Nisa 4/152) Çünkü bütün elçilerin yaptığı şey aynı.

Şimdi o halde Nisa Suresinin 115. Ayetindeki “Rasule muhalefetin” ne olduğu ortaya çıktıktan sonra, peki ayette geçen “müminlerin yolu” ne demek? Bu da önemli. Şirk konusunda ebeveyne itaatin olamayacağını bildirdikten sonra Yüce Allah şöyle buyurmaktadır; “vettebiğ sebîle men enâbe ileyy” “bana yönelenlerin yoluna uy”(Lokman 31/15) Bakın burada hem “sebil” kelimesi geçiyor hem de “ittiba” kelimesi geçiyor yani o Nisa Suresindeki o “yettebiğ ğayra sebîlil mué’minîne” nin irtibatlarını arıyoruz.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Zaten hergün Fatiha Suresini okurken ne diyoruz? “İhdinas sırâtal mustegîm. Sırâtallezîne enamte aleyhim” değil mi? “Yarabbi bize o doğru yolu göster. Kendisine nimet verdiğin kişilerin yolunu” “ğayril mağdûbi aleyhim ve leddâllîn” “Gazaba uğramamış ve sapıtmamış kişilerin yolunu bize göster” (Fatiha 1/6-7) diyoruz. Yani mutlaka önümüzde bir örnek olması lazım. Dolayısıyla müminlerin yolu, diğerlerinin yolu çok net bir şekilde ortada.

FATİH ORUM: Şimdi bir başka ayette, Nahl Suresi 125. Ayette; “Müminleri Allah’ın yoluna çağırmak” “Ud’u ilâ sebîli rabbike”. Peygambere bu emrediliyor; “Allah’a, Rabbinin yoluna çağır”. Demek ki o Nisa Suresindeki yorum ne oladu? Yavaş, yavaş ortaya çıkıyor. Bir başka ayette bu defa; “Gul hâzihî sebîlî ed’û ilallâhi alâ basîratin ene ve menittebeanî” Bu defa bizzat Peygamberimiz kendine nispet ederek “Bu benim yolum” (Yusuf 12/108) Benim yolum dediği aslında Allah’ın yolu. Başka bir ayet; “Ve gâlellezî âmene yâ gavmit tebiûni ehdikum sebîler raşâd” “Bana uyun ki size olgunluk yolunu göstereyim”(Mumin 40/38) yani o Allah’ın yoludur.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Mümin adam değil mi? Mümin Suresine adını veren mümin adam firavun ve hanedanına diyor ki; “Bana uyun ki size doğruyu göstereyim”.

FATİH ORUM: Peygamberlerin ve diğerlerinin davet ettiği yol Allah’ın yoludur. O halde Nisa Suresi’ndeki “yettebiğ ğayra sebîlil mué’minîne” yani o ayeti diğer ayetlerle beraber ele aldığımızda Allah’a, Rasulune ve o rasulunun yoluna yani Allah’ın yoluna uymayan insanlardan bahsediliyor. Dolayısıyla Allah’ın yolu başka bir yol, Peygamber’in yolu başka bir yol, müminlerin yolu başka bir yol böyle bir anlayış yok.

Yolun apaçık olması ne demek? Şimdi Muhammed Suresinin 32-34. Ayetlerinde bu kelime bir kez daha geçiyor tıpkı Nisa Suresindeki gibi; “İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi ve şâggur rasûle mim bağdi mâ tebeyyene lehumul hudâ” Aynen, aynı ifadelerle geçiyor. “ley yedurrullâhe şey’â, ve seyuhbitu ağmalehum” Yani bunların hepsi itikadi bir mesele.

(Salondan bir katılımci “hikmet” ile ilgili bir şey soruyor)

ABDULAZİZ BAYINDIR: Yok o hikmet biraz daha şey ihtisası gerektiriyor da, kitapla açıkça belli olan yol oluyor.

FATİH ORUM: Ayetin devamı çok önemli; “Yâ eyyuhellezîne âmenû etîullâhe ve etîur rasûle ve lâ tubtılû ağmâlekum” sonra tekrar şunun altı çiziliyor.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Bak bu çok önemli bir şey. “Allah’a ve Rasulune itaat edin (Rasulde kendi  kafasından söylemediği için Rasuldur) ve amellerinizi iptal etmeyin” O zaman üçüncü bir itaat kaynağı var burada değil mi? İcma dediğiniz zaman, Allah ve Rasulu, üçüncü bir itaat kaynağı, oluşmuş gelenek. Burada şöyle çok büyük bir yanlış var, Peygamberimiz “sizden öncekilerin yoluna adım, adım, karış, karış gireceksiniz” demiş. Bugün Hıristiyanlar, İsa (A.S.)’ı, Tevrat’ı ve İncil’i bırakmışlar üçüncü asırdan itibaren kendi oluşturdukları geleneği din yapmışlardır. Şimdi de Müslümanlar içerisinde bunu yapmak için çok büyük bir gayret var, bu konuda Hıristiyanların etkisi altında kalanlarla, gelenekçiler tam bir ittifak halindeler yani kitap ve sünnet dışındaki geleneği din yapma konusunda tam bir ittifak halindeler.

FATİH ORUM: Ve ayet şöyle bitiyor; “İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi” yani o Nisa Suresindeki “sebilil müminin” ile irtibatlandırırsak “summe mâtû ve hum kuffârun feley yağfirallâhu lehum” demek ki oradaki “yettebiğ ğayra sebîlil mué’minîne” kitabın, Peygamberlerin yolu yani Allah’ın yolu.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah böyle bir adamı affetmez.

FATİH ORUM: Şimdi bir başka ayet, bu da çok önemli; “Ve enne hâzâ sırâtî mustegîmen fettebiûh, ve lâ tettebius subule”(Enam 6/153) Yani tabi olunacak yolun hangi yol olduğunu Allah “Ve enne hâzâ sırâtî mustegîmen” olarak gösteriyor ve başka yollara tabi olunmaması konusunda da açık seçik uyarıyor.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Peki icma Peygamberimizin hayatındayken var mı? Böyle bir iddiada bulunan var mı? Peygamber hayattayken icma var mı?

FATİH ORUM: Sahabe döneminden başlatıyorlar, böyle bir şeye gerek yok deniliyor.

ABDULAZİZ BAYINDIR: O zaman “Ve enne hâzâ sırâtî mustegîmen fettebiûh, ve lâ tettebius subule” diyorsa, “bu benim yolum, doğru yol, ona uyun, başka yollara girmeyin” dendiği zaman Peygamberden sonra oluşanlar başka yol olmuyor mu? Öyle olmuyor mu? Enes Hoca öyle olmuyor mu? Yani Peygamberden sonra oluşturulan yol başka yol oluyor, çünkü “başka yola girmeyin sizi Allah’ın yolundan uzaklaştırır o başka yol”.

Ben şimdi biraz sonra şuradan size örnek vereceğim, bütün ulemanın ittifak ettiği bir konuda örnek vereceğim bakın Allah yolundan nasıl uzaklaşmış. Şu ayeti unutmayın Enam 153.

FATİH ORUM: Bir de bu “mim bağdi mâ tebeyyene lehul hudâ” ayetiyle ilgili Bakara Suresinin 256. Ayeti “Lâ ikrâhe fid dîni gad tebeyyener ruşdu minel ğayy, femey yekfur bittâğûti ve yué’mim billâhi fegadistemseke bil urvetil vusgâ, lenfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm” “Dinde zorlama olmaz, doğru ile eğri birbirinden iyice ayrılmıştır” , “mim bağdi mâ tebeyyene lehul hudâ” demek ki bu işte.

Sonuç olarak Nisa Suresinin 115. Ayette geçen “müminlerin yolu” ifadesi Allah-u Teala’nın emrettiği ve Rasullerin tebliğ ettikleri doğru yoldur. Müminlerin yolunun Allah-u Teala katında bir değer ifade etmesi, müminlerin tamamının, çoğunun ya da içtihat ehliyetine sahip olanlarının bir konuda ittifakıyla değil bu yolun kitaba uygun olup olmaması ile ilgilidir diyoruz ve bu Nisa Suresindeki bununla istidlali bitirmiş oluyoruz. Hocam ekleyeceğiniz bir şey varsa.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Bitti mi?

FATİH ORUM: Bu Nisa Suresi ile ilgili bitti yoksa daha çok şey var.

ABDULAZİZ BAYINDIR: O zaman şey yapayım isterseniz, az önce ki Enam 153’ü esas alarak ben bir örnek vereyim size de. Şimdi esirlerle ilgili yapılacak işlemler; az önce Bedir esirlerini örnek verdik, Muhammed Suresi 4. Ayette Allah-u Teala esirler konusunda iki şeyin yapılabileceğini söylüyor; “feimmâ mennem bağdu ve immâ fidâen” “esir aldıktan sonra yapılacak şey” “hattâ tedaal harbu” “harp ağırlıklarını kaldırıncaya kadar” demek ki harp tamamen bitince bunlarda yapılmayacak.

Esirlerle ilgili yapılacak iki tane şey var, ya karşılıklı ya karşılıksız serbest bırakmak ki Peygamberimiz Bedir savaşında öyle yapmış. Bir kısmını karşılıklı, bir kısmını karşılıksız serbest bırakmıştır. Huneyn, Hevazin ve Evtas yani Huneyn savaşında alınan esirlerin tamamı karşılıksız serbest bırakılmıştır. Ben-i Kureyza esirleri ile alakalı olarak da; onlar da Necd bölgesine gönderilmiş yani Ben-i Kureyzadaki esirler. Onların hiçbirisi de köleleştirilmemişler çünkü onların kendi ödeyecekleri bir şey de yok dolayısıyla onlar savaş bittikten sonra bir yere gitme konusunda serbesttirler. Şimdi Necd bölgesine gönderilmiş diye tarih kitapları mesela şey de var o Tabevi Tarihinde var o. Bir kısmı gönderilmiştir diyor ama tabii gitmek istemeyenler gitmezler.

Peygamberimiz (S.A.V.) zamanında öldürülen esirler vardır, Bedir esirlerinden iki tanesi öldürülmüştür. Çünkü bunlar Mekke’de iken Müslümanları öldürmüşlerdir dolayısıyla onların cezası kısas edilmiştir. Bu şekilde daha önce suçlu olan mesela Mekke’ye girişte de var bazı kişilerin isimleri veriliyor, “kabenin örtüsüne de bürünseler öldürün” diye mesela bunlardan birisi de Hz.Hamza’yı öldüren Vahşi’dir. Ama Vahşi kendini kurtarmayı başarmıştır. Niye Vahşi? Çünkü Hz.Hamza’yı öldürmüştür ve de vahşice öldürmüştür adına uygun olarak. Fakat bu da affediliyor sonra, Peygamberimiz affediyor ama “gözüme gözükmesin” diyor.

Burada durum böyleyken ve şu Ömer Nasuhi BİLMEN’in “Hukuk-i İslamiye ve Islahat-ı Fıkhiye Kamusu”. Zaman zaman söylüyorum bu kitap çok önemli bir kitaptır, şu açıdan; Ömer Nasuhi Bilmen çok iyi bir müelliftir, çok iyi bir araştırmacıdır, yazdığı bilgilere güvenilir sadece öyle değil bu kitap “Mecelle Tadil Komisyonu” diye bir komisyon kurulmuştur Osmanlılar zamanında, Ömer Nasuhi BİLMEN’de genç bir ilim adamı olarak o zaman o komisyonda var. Bu 1928’e kadar çalışan bir komisyondur, bu kitap devletin kanunu olsun diye hazırlanmıştır, 1928’e kadar. Kanun olması için hazırlanmıştır, dış baskılardan dolayı kanun olmamıştır. Ve bu komisyon 1928’de lağv edilmiştir, dış baskılardan dolayı kanun olmamıştır.

Şimdi bakarsanız bak şöyle maddeler vardır devamlı, bak şurada 447, 448, 449, 450 hep kanun maddeleri şeklindedir. Şimdi o komisyon lağv edilince Ömer Nasuhi Bilmen daha sonra 1950’lerde bunu kitap olarak neşretmiştir hatta ilk yayını İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi yapmıştır. En başında İstanbul Üniversitesi Rektörü’nün takdim yazısı vardır, Hukuk Fakültesi Dekanı’nın vardır yine bir Sıddık Sami Onar’dı galiba rektör. Birincinin başında vardır zaten o.

Şimdi o bakımdan son derece önemli bir kitaptır, buradaki bilgilere güvenilebilir. Yani çok uzun yıllar büyük bir komisyon tarafından hazırlanmış bir kitaptır. Sıddık Sami Onar Rektör, Hüseyin Nail Kubalı’da Hukuk Fakültesi Dekanı o zaman, bir de Hıfzı Velded Velidedeoğlu o da şey…Çok etkili insanlardır bunlar o dönemler için. Şimdi yani bu şeriatın kaldırılması T.C. Hükümetinin iradesiyle olan bir olay değil. Bu tamamen dış baskılarla olmuş bir şeydir ama bugünkü insanlara öyle yansıyor. Sanki bunlar şeriatı kaldırmışlar. Başka taraf o şartla özgürlüğü tanıdığı için onlar da mecbur kalmışlar kaldırmaya. Yoksa bunlar böyle her şeye hazır, bazıları da der ki; işte efendim kanun yapmamışlarda Atatürk demiş ki yapın ,yapmamışlar da canı sıkılmış da bende yapmıyorum. Böyle basit mi devlet idaresi?

Şimdi burada bu kitapta, üçüncü cildin 400. Sayfası ve paragraf numarası da  491, “esirler hakkında yapılacak muameleler”. Burada sahabenin bir icmaından bahsediyor Ömer Nasuhi Bilmen. Şimdi “icma delildir” dendi ya. “Sahabe-i Kiram esirlerin öldürülemeyeceği konusunda icma etmiştir” diye bir icma nakli var. Diyor ki; “Hasan İbn Muhammedid Temimi bu hususta sahabe-i kiramın icmaını hikaye etmektedir” Bu husus dediği esirlerin öldürülemeyeceği hususunda. “Bazı müçtehitlere göre alelaklak esirleri öldürmek caiz değildir, bu konuda sahabe-i kiramın icmaı vardır.” En güçlü icma sahabe icmaı değil mi?

Şimdi böyle bir yerde az önce Serahsi dedi ki; “bu yoldan çıkmadır.” Öyle bir cümle vardı onu bulabilir misin? Şimdi Serahsi’nin kendisinin işlediği suçu anlatacağım. Hadi madem öyle icmaydı hadi bakalım, hadi gel. Ben şimdi talebelere ders okuturken bir şey gördüğüm zaman derim ki hiç, zaten biraz sonra yanlışını kendisi söyleyecektir. Hiç uğraşmanıza lüzum yok çünkü yanlışın sürdürülebilir bir özelliği yoktur, sürdürülemez yanlışlar. Ne söylemiş orada? Bak burada diyor ki; burayı okuyayım sen bulana kadar.

“Harp neticesinde kahren elde edilen esirler” yani zorla alınan esirler “hakkında veliyyülemr muhayyerdir.” Yani yetkili makam serbesttir. “Dilerse bu esirlerin savaşçı takımını öldürüp fesadı büsbütün ortadan kaldırabilir.” Bak birinci seçenek savaşçıları öldürmek, sahabe nerede icma etmişti? Esirler öldürülemez, değil mi? Bakın aynı yerde işte, esirler öldürülemez. Bunlar birinci seçenek, savaşçı esirleri öldürmek, savaşçı olan grubu öldürmek.

FATİH ORUM: O zaman işte biraz önce değinmiştik ya bir kurgu vardı; öldürülmeleri gerekirdi ama işte öldürmedikleri için bu ayet indi Enfal Suresinde. O zaman sahabe böyle bir şeye nasıl icma, öldürülemeyecekleri konusunda nasıl icma etmiş?

ABDULAZİZ BAYINDIR: Nasıl icma eder? Çünkü ayet var. İki şeyden birisini yapabilirsin; ya karşılıklı ya da karşılıksız serbest bırakabilirsin. Birinci icma, öldürülebilir. Hal bu ki sahabe öldürülemeyeceği konusunda icma etmiş. Bu bütün mezheplerin ittifakı şurada yazılanlar. Efendim, ikincisi diyor bunlar köleleştirilirler. Peygamberimizin köleleştirdiği tek kişi yok ve Kuran-ı Kerim ona asla müsaade etmiyor. Bedir savaşından önce bu iş kalkmış, işte az önce ayette okumuştuk. Köleleştirilirler diyor ikinci seçenek. “Yani köle veya cariye edinmeleriyle iktifa eyler” ve cariyeleri de odalık olarak kullanıyorlar, bütün ayetler bunu reddediyor ama ayetlerin hepsinin anlamını değiştirerek maalesef bu hale getirmişler. Ondan sonra, bundan bir tek Arap müşrikleri istisnaymış, onlar ya Müslüman olacaklarmış ya da öldürüleceklermiş. Adama diyorsun ki; “ya Müslüman olursun ya da öldürürüm” neyi tercih eder adam? Müslüman oldum der, Müslüman oldum demekle bir adam Müslüman oluyor mu? İman kalbe girmesi lazım, o zaman münafık yapıyorsunuz adamı.

Ondan sonra çok daha ilginci bakın bu kitabın, 501. Sayfa. Şimdi siz lütfen 47. Surenin 4. Ayetini açın bende burayı bir okuyayım ve karşılaştırın. Kaçıncı sayfa? 506. Sayfa. Diyor ki burada;

“Kafirlerle karşılaştığınız zaman boynunu vurun, hakimiyeti tam kurduğunuz zaman esir alın, ondan sonra karşılıklı ya da karşılıksız serbest bırakın.” Ayet bunu söylüyor.

Şimdi diyor ki burada da, 501. Paragrafta Ömer Nasuhi Bilmen, üçüncü cilt 403. sayfa; “Esirler hakkında men” Burada bak “men” kelimesi geçiyor “feimmâ mennem”. Men demek karşılıksız serbest bırakmak demek. “Esirler hakkında men, bir lütuf olarak meccanen salıvermek caiz midir, değil midir meselesinde müctehidler itilaf etmişlerdir.” Hakkında ayet olan bir yerde itilaf edilir mi? Ne diyor şeyde?

“Mevlid-i nass da içtihade mesai yoktur.” Yani bir yerde ayet, hadis varsa orada içtihad yapılmaz. Ama açıkça ayet olmasına rağmen “ihtilaf edilmiştir” diyor ve dikkat edin “Hanefiyeye göre men caiz değildir.” Allah emretti ama biz yasakladık değil mi? Bakın “men caiz değildir, velevki esir İslamiyeti kabul etmiş olsun.” Müslümanda olsa bedava bırakamazsın esir edildikten sonra. Yani Allah’ın koyduğu hükmü uygulayamazsın demiş oluyor, caiz değildir diyor, yasak, haram koyuyor. Şimdi sıkı durun bak çok önemli bir şey söyleyecek; “bu vech ile muamele nass’a muhalif.” “Men” karşılıksız serbest bırakmak nassa muhalif, nass ne demek? Kuran ve Sünnet değil mi? Allah’ın emrine aykırıymış. Vatandaş da zannediyor ki,  bu yani incelemeyen, araştırmayan zannediyor ki; Allah bunu yasaklamış. Allah emretmiş. “Nassa muhalif” diyor, Allah emrettiği halde nassa muhalif diyor.

“Düşmanın kuvvetini tezyide hadim” düşmanın gücünü arttırır diyor, “mücahitlerin hukuna bir çeşit tecavüzdür.” Çünkü mücahitlerin hakkı sayıyor ya bunu. Hal bu ki Allah emretmiş ve Peygamberimiz uygulamış, ondan sonra “İmam Malik’e göre de esiri meccanen ıtlak caiz değildir.” Yani “men” caiz değildir. Görüyor musunuz? Bakın biz Kuran’a uyarız dediler, uydular mı? İcma dediler, icma var mı? Sahabelerin icmasına uymamışlar. Sünnete uyarız diyorlar, Peygamberimizin uygulamaları işte ortada. Hevazin esirlerinin tamamını karşılıksız serbest bıraktı, gerçi onların bir kısmının hazineden fidyesi de verildi, ondan sonra Bedir esirlerinin bir kısmını karşılıksız bir kısmını karşılıklı serbest bıraktı, tamamen Kuran-ı Kerim’e uygun olarak. Hepsinde Kuran’a uygun olarak şey yaptı, daha önce suç işlemişler dışında hiç birisini öldürmedi çünkü o da ayetin hükmüdür; “feinintehev felâ udvâne illâ alez zâlimîn” diyor “savaşa son verirlerse suçlulardan başkasına, zalimlerden başkasına düşmanlık olmaz.”(Bakara 2/193) Önce işledikleri suçtan dolayı cezalandırılıyorlar, savaştan dolayı değil.

Ondan sonra, Ahmed Bin Hanbel. Ahmed Bin Hanbel’i ne biliriz, sünnet taraftarı değil mi? Nass’cı. Ona göre neymiş? “Esirleri meccanen salıvermek caiz değildir.” Hanefiye göre de, Malikiye göre de, Hanbeliye göre de ayetteki hükmün ve Peygamberimizin uygulamasının hiçbir anlamı yok. Bunlar İslam Mezhebi, değil mi?

Peki, İmam Şafi ne demiş? İmam-ı Şafi’ye göre; “Veliyyülemr göreceği bir maslahata mebniğ” ama şunu söyleyeyim, bu mezheplerin hepsi esirlerin öldürülebileceği yani paylaşmadan önce öldürülebileceği, paylaştıktan sonra değil,  köleleştirileceği konusunda hiçbir şüpheleri yok, tam bir ittifak var.

SALONDAN BİR KATILIMCI: Neden Hocam böyle bir şey yapmışlar?

ABDULAZİZ BAYINDIR: Ahirette rastlarsan sor ben nerden bileyim.

KATILIMCI: Ama orada da bir problem var yani iyi niyetli mi kötü niyetli mi?

ABDULAZİZ BAYINDIR: Burada iyi niyet olur mu? Açık ayete rağmen, şimdi sen düşün, yani kendini o esirlerin yerine koy.

YAHYA ŞENOL: Şeyi ekleyelim yalnız. Bunlar biz bu ayete rağmen bu hükmü koyuyoruz demiyorlar, her ne kadar yanlış olsa da bu ayet mensuhtur diyorlar değil mi?

ABDULAZİZ BAYINDIR: Tabii, nesh ediyorlar. Tabii onu söyleyeceğim.

YAHYA ŞENOL: Bu ayete rağmen. Allah böyle diyor ama biz bunu kabul etmiyoruz şeklinde değil de.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Tabii canım, minareyi çalan kılıfını hazırlar.

YAHYA ŞENOL: İşte yani bu ayet mensuh, dolayısıyla hükmü kaldırılmış ayetler.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Şimdi hesaplarına gelmeyen ayeti nesh ediyorlar, peki mensuh ayetle Peygamberimiz ömür boyu nasıl amel ediyor? Şimdi onu da şey yapıyorlar “fagtulul muşrikîne haysu vecedtumûhum ve huzûhum” Tevbe Suresinin 5. Ayeti ile hükmediyorlar, “nerede bulursanız öldürün müşrikleri”. Hal bu ki o Ayet-i Kerimenin bağlamı çok farklı, son derece farklı, onu biz daha önce defalarca anlattık.

Şimdi İmam Şafi diyor ki; “Esirler hakkında fida, bir mal veya İslam esirleri ile mübadele…” yok bir dakika. İmam Şafi’ye göre; “Veliyülemrin göreceği bir maslahat esirlerin hibeden mukabilinde olmaksızın azat edebilir” ama bu ayetten dolayı değil, nitekim Bedir esirlerinden bazıları hakkında böyle bir muamele yapılmıştır. Şimdi Bedir esirlerinin hükmünün Kuran-ı Kerimden çıkarıldığını söylemiyorsunuz, çünkü onu söylediğiniz zaman bu zincirleme şey yapamıyorsunuz. O zaman Maide Suresinde okuduğumuz ayetlerde devreye giriyor, Peygamberin masumluğu ortadan kalkıyor. O zaman bu defa sanki Peygamberimiz kendiliğinden yapmış gibi oluyor bu işi. Hatta Hz.Ebubekir’in yönlendirmesiyle yapmış gibi oluyor.

FATİH ORUM: Bir de şey var yani nesih ile alakalı olarak, sahabe döneminden sonra mı nesih ediliyor o ayet? Sahabe icma ediyor bu nesih…

ABDULAZİZ BAYINDIR: Yok o öldürme ile alakalı. (Yahya Şenol Tevbe Suresi 5. Ayeti nesh ettiklerini hatırlatıyor) Hayır ama o ayette öldürüyorlar. O ayetten dolayı öldürüyorlar, bak bu soru doğru, sahabenin icmaı var diyor. Çünkü esirleri öldüremezsiniz “fagtulul müşrikine kafirin” nasıl icma eder sahabe. Bakın sahabe İslam’ı doğru anlattığı için insanlar Müslüman oldu ama sahabeden sonra Müslümanlar içine kapandılar artık evrensellik kayboldu. İşte burada gördünüz arkadaşlar, gördünüz mü? “Fida” kelimesi, birinci bölümü “men”, ikinci bölümü de “fida”. Bir de onu da okuyayım ben size; “feimmâ mennem bağdu ve immâ fidâen” diyor, fidye. Bu karşılıksız serbest bırakmak caiz değildir.

Şimdi esirler hakkında “fida” “bir mal ile veya İslam esirleri ile mübadele tarikine tevessül edilip edilmemesi meselesinde de müctehid-i kiram arasında bir içtihad mevzuu olmuştur.” Ayette olan bir konu içtihada konu oluyor, hal bu ki nass olan yerde içtihad olmaz. Diyor ki burada; “esirleri para karşılığında azat etmek konusunda Hanefi fakihleri farklı görüşlere sahiptirler. Meşhur olan görüşe göre para karşılığında esiri serbest bırakmak caiz değildir.” Bak Allah’ın ayette koyduğu iki şeyi de caiz görmediler.

Bak icma derlerse icma yok, icma var ama hangi konuda var? Bunlar öldürülmez diye icma var. İşte orada delil aldıkları ayet Tevbe 5. Ayet, hal bu ki o ayetin bunla hiçbir alakası yok ve o ayete dayanarak birçok ayeti, Kuran-ı Kerim’in iki yüzün üzerinde ayetini nesh etmişler o ayete dayanarak. Yani insanlar arası ilişkileri düzgün götürecek bütün ayetleri onunla nesh etmişler hal bu ki biz burada defalarca onu gündeme getirdik, O ayetle bir tek ayetin neshi mümkün değil, çünkü o ayetin bağlamı tamamen özel bir olaydır. Birinci ayetten itibaren yukarıdan aşağıya okursanız ki bizim “Doğru Bildiğimiz Yanlışlar” kitabında bu “Ceza Hukuku Prensipleri” bölümünde anlatılıyor. Yok,“Gayrimüslimlerle İlişkiler” bölümünde anlatılıyor. İşte böyle. Peki,  şimdi söz sende.

FATİH ORUM: Delillere devam edelim mi?

ABDULAZİZ BAYINDIR: Arkasından da biliyorsun cariyelerin odalık olarak kullanılacağı konusunda da icma etmişler, onun için de bütün ayetlerin anlamı değiştirilmiştir. Ayetleri devre dışı bırakmadığınız için anlamları değiştiriliyor.

FATİH ORUM: Orada ki şeyi ben daha ince hiç fark etmemiştim bence o çok önemli, sahabe bu konuda yani “öldürülemeyecekleri konusunda icma etmiştir” diyor, ondan sonra iş tam tersine çevriliyor. O zaman siz bu konuda nesih var diyorsanız sahabenin toplu olarak bu neshi inkar ettiğini ve buna muhalefet ettiğini toplu olarak söylüyorsunuz. O, o anlama gelir. Sizin zamanınızda mı oldu bu nesih?

ABDULAZİZ BAYINDIR: Evet yani ne oldu, yeni Peygamber mi geldi?

FATİH ORUM: Bu nesih ne zaman oldu ki sahabeden sonra nesih devreye girerek hüküm tam tersine değişiyor.

YAHYA ŞENOL: Aslında icmaya neden ihtiyaç duyulduğunu açıklayabilirseniz daha iyi olur.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Anlaşılıyor yani, Kuran’da olmayan Sünnet’te olmayan hususlar.

YAHYA ŞENOL: Mesela burada biraz önce bizim Fatih Hoca Konya’dan yollamışta, yine aynı “Hukuk-i İslamiye ve Islahat-ı Fıkhiye Kamusu” nda şöyle bir ihtiyaçtan bahsediyor, diyor ki; şimdi şöyle bir düşünsünler

ABDULAZİZ BAYINDIR: Kaçıncı paragraf, kaçıncı sayfa onu da söyle.

YAHYA ŞENOL: “Hukuk-i İslamiye ve Islahat-ı Fıkhiye Kamusu” 1. Cilt, 169. Sayfa, 456. Paragraf; “Şöyle bir düşünmeli Resul-i Ekrem Efendimiz Hatem-ul Enbiya’dır” yani son Peygamberdir “şeriati de kıyamete kadar bakidir. Şimdi bir hadise tasavvur olunsun ki onun hakkında kitaptan ve sünnetten sarih bir nass bulunmuyor.” Yani yeni bir mesele çıktı.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani şeyi öldüreceksin, esiri öldürmek istiyorsun, kitapta, sünnette ayet yok, hüküm yok yani.

YAHYA ŞENOL: “Onun hakkında ümmetin ittifakı da bir hüccet sayılmıyor” bir delil sayılmıyor “kıyasa da imkan yok, artık o hadise hakkında şeriat-i garra munkatı olmuş kıyamete kadar devam etmesi gayri kabil bulunmuş olması gerekmez mi?

ABDULAZİZ BAYINDIR: Ne olacak? Yani sen helal ve haram koymuş olacaksın değil mi?

YAHYA ŞENOL: İki tarafa da bir delil bulunamıyor diyor.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Bulunamadığı zaman serbest bıraksın, çeker gider, ne yapıyorsa yapar.

YAHYA ŞENOL: “İşte bu da şari-i mübinin ihbarında hulf-ü müstelzim bulunmaz mı?” Yani Allah sözünden dönmüş olmaz mı diyor burada.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Ne demek yani?

YAHYA ŞENOL: Kıyamete kadar devam edecek hal bu ki öyle bir mesele geliyor ki, siz buna çözüm bulamıyorsunuz.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Öyle bir mesele mi var? Yani şimdi bunların canları affedersiniz esir kızları çekmiş, onları da illa yataklarına atacaklar başka da çare yok, ayetler engel oluyor ondan sonra icma ediyorlar. Bugün öyle enteresan bir şey ki, bu konuda tek muhalif yok. Yani şeyleri, o cariyelerin odalık olarak kullanılacakları konusunda tek muhalif yok. Tamamı ittifak etmiş, tamamı icma etmiş, sözlüklere kadar girmiş bu iş. Enteresan yani, daha önce şey yapmıştık size, Nisa Suresinin 3. Ayetinin metninde, mealin metnine alınmış, şurada bakın;

“Eğer kendileri ile evlendiğiniz takdirde yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız” bu Diyanet Vakfı Meali, 3.Ayet, Nisa Suresi “ beğendiğiniz cariyelerden ikişer, üçer, dörder alın” onları nikahlayın yani “fenkihû” diye geçiyor, “nikahlayın”. “Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın” bir tane nikahlayın “yahut da sahip olduğunuz ile yetinin.” “mâ meleket eymânukum” yani onu parantez içerisinde “cariye” koymuş ama onu paranteze koymayabilirdi. O ayette net olarak anlaşılıyor “mâ meleket eymânukum” ama şimdi burada “yetinin” kelimesi nerede var? Yetinin kelimesi ayetin metninde sanki varmış gibi, hal bu ki ayet diyor ki; “ya bir tane hür kadını ya da cariyeyi nikahlayın” diyor. Yani; “fenkihu fevâhıdeten ev mâ meleket eymânukum” demektir Arapçası itibarıyla. Matuf, matufun aleyhine, arasına bir başka amilin girmesi Arapça bakımından imkan ve ihtimal dışında olmasına rağmen yerleştirilmiş. Çünkü “elindeki cariye ile yetin evlenmene gerek yok” bu ne demek? Cinsel arzularını onunla tatmin et demektir. Yani bakın araya bir kelime sokuşturularak, ayetin metni değiştirilerek yani anlamı değiştirilerek tamamen bir hüküm oluşturuluyor ve bu konuda da ittifak var. Yüzde yüz, hiç muhalifi olmayan bir icma. Hadi buyrun, Kuran uymadığı için Kuran-ı’da uydurmuşlar ona.

Evet devam et.

FATİH ORUM: Bir de tabii Yahya’nın sorusunda şöyle bir şey var, ben onu da çok düşündüm, niçin böyle bir şeye ihtiyaç? Bunun psikolojik olarak alt yapısına şey yapmak lazım. Hakikaten, herhangi bir tartışmada, bir meselede sayısal çoğunluk insana güven veriyor, psikolojik olarak güven veriyor hele bu bir de, belli bir kurumun, siyasetin arkasına dayanırsan, o zaman işte bak, çoğunluk böyle, kurumlar böyle, genel kabul görmüş görüş budur dersen karşı tarafa karşı psikolojik bir yıpratma faaliyeti içerisine giriyorsun. Çünkü konuyla ilgilenen insanların yüzde doksanı bu konuda yeterli bilgiye sahip değil ve birilerinin kendisine bir şey söylemesine ihtiyaç duyan insanlar.

Siz, bugünkü terminoloji ile konuşursak, Diyanet “bu konuda böyle” dediği zaman bu insanların üzerinde müthiş bir psikolojik etki yaratıyor. Daha önceki dönemlerde de muhtemelen böyle oldu. İşte bizim imamımız, şunlar, bunlar, müçtehit, bizim ekole sahip birçok insan bu görüştedir dendiği zaman birçok insan ister istemez “tamam yani ötede birisi bir şeyler söylüyor ama o yalnız, ama bu tarafa baktığımız zaman bunun gibi düşünen bir sürü insan var.” Bu kullanılmış, hep kullanılmış bu, onu görüyorsunuz. Mesela fıkıh kitaplarında hemen hemen her konuda mutlaka “icma var” diyor ama bakıyorsunuz, mezheplere bakıyorsunuz “icma var” dediği konuyu bırak diğer mezhepleri, mezhebin kendi içerisinde baktığınız zaman aykırı görüşler var, kendi mezhebinin içinde dahi. Ama adam oraya icma denildiğinde bir etki yaratıyor.

Mesela şimdi burada, “kıyas” da da ben onu gördüm, “icma” da da. Şimdi icmanın taraf, muhalifleri olarak bahisler açılmış, diyor ki; işte Nazlı Hanım şöyle demiştir işte sahabeden böyle bir şeyin düşünülemeyeceğine dair şu tür uygulamalar, şunlar, bunlar vardır deniliyor, en sonunda icmanın hucciyeti sonucunda deniliyor ki; “işte gördüğünüz gibi kitaptan, sünnetten, akıldan deliller var ayrıca ümmet bu konuda icma yapmıştır” deniliyor. Kıyas da da aynı; “şunlar, şunlar, şunlar kıyası şu sebeplerden dolayı kıyası kabul etmiyor” diyor, en sonunda diyor ki; “kıyas görüldüğü üzere kitaptan, sünnetten ve icmadan hareketle şer-i bir delildir” diyor. Onu mutlaka oraya bir şekilde sıkıştırıyor.

YAHYA ŞENOL: Bir nevi teskin edici bir delil gibi geliyor bana. Mesela adam dediğiniz gibi nasıl diyor ki;“namaz farzdır”. Neyle sabittir bu? Kitapla sabittir, sünnetle sabittir ve icmayla. Kitapta, sünnette bu zaten var ama herkes bunu böyle anlamış deyince adam, haaa diyor biraz rahatlıyor. Büyük ihtimal böyle bir ihtiyaçtan yola çıkmıştır diyorum.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Bize karşı en büyük delilleri şey işte; “herkes bilmiyor da siz mi biliyorsunuz?”

YAHYA ŞENOL: Kitapta var zaten o, sünnette de var, doğru. Ama kitapta ve sünnette olan her şey bu namaz kadar bağlayıcı mı? İşte bak icma da bunu böyle yapıyor deyince, millet tamam diyor demek ki bu böyleymiş. Yoksa herkesin kalkıp onu kitaptan ve sünnetten tespit etme imkanı yok ki. Buradan yola çıkılıp daha sonra müspet bir delil haline getirilmiş olabilir.

FATİH ORUM: Ama işte bundan ziyade şeyi yaymak lazım, yani koskoca bir ümmette bir kişi dahi olsa doğruyu temsil eden o olabilir düşüncesini yaymak lazım. Ötekinden ziyade, yani sayısal…

YAHYA ŞENOL: Sayısal çoğunluk her zaman doğruyu göstermez.

FATİH ORUM: Kuran-ı Kerimde bütün Peygamberlerin mücadelelerine bakıldığında, toplumda hep yalnız kişiler ve hatta onlara tabi olanlar da hep yalnız kişiler. Sürekli zayıf çizgi ile devam ediyor bu.

YAHYA ŞENOL: Nuh (A.S.) örneği var mesela benim ilk aklıma gelen. Sırf 950 sene Peygamberlik yaptığı ayetle biliniyor, en kuvvetli rivayete göre seksen kişinin kendisine iman ettiği söyleniyor, şey en zayıf rivayetlere göre seksen, en kuvvetli rivayetlere göre on iki bu sayı. Ve içinde kendi eşiyle çocuğu yok.

FATİH ORUM: Yunus (A.S.) hiç tabi olmuyor.

YAHYA ŞENOL: Tamam hadi daha sonra yüz binlerce insan ona iman ediyor diyelim ama Nuh (A.S.) a en sonunda yani bu kadar mücadeleden sonra on iki ila seksen kişi arasında söyleniyor.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Öbürleri çoğunluk olduğu için haklı, Nuh (A.S.) haksız.

YAHYA ŞENOL: Bazı, kaynağını hatırlayamayacağım bir Hadis-i Şerifte Peygamberimiz; “Öyle Peygamberler var ki kıyamet günü Cenab-ı Hakkın huzuruna tek başına gelecekler” diyor. Hiç ümmeti olmamış bir kişi bile.

SALONDAN KATILIMCI: Müslüman olduğunda işte öyle bakamıyorsunuz bu sefer ki ayrımı da bir hata olarak görmek mecburiyetindesiniz yani yoldan çıktı…

YAHYA ŞENOL: Yani şimdi bu Peygamber ve tek kişi gidiyor, Cenab-ı Hakkın huzurunda tek.

SALONDAN KATILIMCI: (Devam ediyor) zaman yoldan çıkmış olarak kabul edeceksiniz, hata olarak gördüğünüzde o zaman bir şeyler yapabilirsiniz. Yoksa bu bakışla baktığınızda birisi batıl birisi hak olur, o Müslümanda toplumun..

ABDULAZİZ BAYINDIR: Şimdi işte az önce onun için Kuran-ı Kerim ayetiyle karşılaştırdım esirlerle ilgili söylenen sözleri. Yani şimdi siz düşünün, sizin bir yakınınız, kendinizi esir alınan kişilerin yerine koyun. Sizin kız kardeşinizi esir etmişler ve zorla da odalık olarak ya da annenizi de esir etmişler odalık olarak kullanmışlar, siz bu dine inanır mısınız? Hiç mümkün mü bu dine inanmak?  Ya da esir etmiş öldürmüş. Bak mesela dün Kaddafi’yi öldürdüler değil mi? Bütün dünya infialde bulundu yani niye öldürüyorsun? Tamam aldın, alsalardı, yargılasalardı, idam etselerdi kimsenin sesi çıkmazdı. Adalet yerini buldu. Ama orada “beni öldürmeyin, haramdır” diyor. “Evlatlarım ben sizin babanızım” diyor, ne yapıyorlar? Kafasına kurşun sıkıyorlar ve bu defa Kaddafi’ye düne kadar laf söyleyenlerin gözünde Kaddafi kahraman oldu hemen.

YAHYA ŞENOL: Bence yavaş yavaş toparlayalım ama o şey hadisinin özellikle üstünde durursanız o; “La teştemiu ümmeti aladdalaleti..” Onu nasıl anlamamız lazım yani.

FATİH ORUM: Şimdi bazı ayetlerde var buraya aldık ama artık onları geçeceğiz. Bu ayetlerin dışında bir de hadisten delil getiriliyor. En bildiğimiz örnek te işte; “La teştemiu ümmeti aladdalaleti” şeklinde geçen hadis. Şimdi bununla ilgili ben epeyce araştırma yaptım bu hadisle ilgili. Bu “aladdalaleti” şeklinde geçen hadis hakikaten hadis eserlerinde var. Tirmizi’de var, Müslim’de var, Ebu Davud’da var. Ancak “ala hatain” ya da “alel hatai” şeklinde bir hadis yok yani bu lafızda bir hadis yok. Şimdi “benim ümmetim dalalet üzerinde birleşmez” hadis metinlerinde var, “benim ümmetim bir hata üzerinde birleşmez” hadis metinlerinde yok.

ABDULAZİZ BAYINDIR: “Dalalet üzerinde birleşmez” denildiği zaman “hepsi sapıtmaz” demektir. Bir kişide olsa doğru yolda kalır.

FATİH ORUM: Bir kişi de olsa iman eden, doğru çizgi üzerinde olan..

YAHYA ŞENOL: Dalalet ile hata aynı şeyler değil.

FATİH ORUM: Dalalet itikadi bir şey hata ameli bir şey.

ABDULAZİZ BAYINDIR: “Herkes sapıtmaz” demek başka bir şey, “yanlış üzerine ittifak etmezler” demek başka bir şeydir. Çünkü yanlış üzerinde ittifak etmek bak sapıtmaz dediğiniz zaman tek bir kişi sapıtmamış olduğu zaman bu hadis yerine gelmiş olur ama “hata üzerinde ittifak etmezler” dendiği zaman tek bir kişi değil, o zaman bir çoğunluk var. Yani o zaman bütün Müslümanlar  eğer bir şey yapıyorlarsa o hata değildir demek olur. Onda bütün Müslümanlar birleşiyor, hata etmezlerde. Sapıtmazlar da tek bir kişiye düşüyor. O tek kişi ile icma olmayacağı için “La teştemiu ümmeti aladdalaleti” icmaya delil almıyorlar.

FATİH ORUM: Almıyorlar. O usul eserlerine “alel hatai” şeklinde tahvil ediliyor. Bu konu ile ilgili müstakil çalışmalar var, icma ile ilgili çalışmalarda bu delillerin tahlilinde hep müellifler bunun üzerinde duruyor. Diyorlar ki; “Aladdalale” şeklinde hadis metni var ancak “alel hatai” şeklinde bir ifade hadis eserlerinde yok. Bu sadece usul eserlerinde var.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Peygamberimizin söylediği bir söz değil yani. Peygamberimiz böyle bir şey söylememiş.

FATİH ORUM: Onu “alel hatai” şekline soktuğunuz zaman fıkıh usulünde ameli bir konuda kullanabilirsiniz. Ama “aladdalale” şeklinde geldiğinde bu defa itiraz olacak, diyecekler ki; “ya kardeşim buradaki dalalet itikadi bir şey.” Orada da böyle bir oyun oynanmış. Şimdi bir de vakıadan hareketle, Hocam burada örnek verdi esirlerle ilgili. Mürted konusunda mesela ben Hocama da göstermiştim hatta Razi’den tefsirinden, diyor ki; “mürtedin öldürülmesi konusunda Ümmet-i Muhammed icma etmiştir” diyor.

ABDULAZİZ BAYINDIR: İşte buyur! Açık ayetler var öldürülemeyeceğine dair.

FATİH ORUM: Bu ve bunun gibi çok bariz Ümmet-i Muhammed’in üzerinde icma ettiğini söyledikleri ifadeleri alt alta koyduğunuzda Ümmet-i Muhammedin hata üzerinde birleştiğini çok rahat söyleyebiliriz. Vakıa böyle, Kuran baz alındığında.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Biz zaten anlata anlata bitiremiyoruz bu yanlışları.

YAHYA ŞENOL: Böyle bir hatada birleşmiş olmaları onların dalalette olduklarını gösterir mi?

FATİH ORUM: Ameli, yani tabii burada niyet, yani hangi niyetle yapmışlar onu biz bilemeyiz. Bu onlarla Allah arasında bir şey.

YAHYA ŞENOL: Onu da biz bilemeyeceğimiz için bu hadisle amel edilebilir yani. Onu demek istiyorum.

FATİH ORUM: ““La teştemiu ümmeti aladdalaleti” ifadesi Kuran-ı Kerime uyan bir hadis.

YAHYA ŞENOL: Yanlış yapabilir ama yanlışı “gerçekten ben bu ayeti kabul etmiyorum, doğrusu budur” diyorsa bu adam dalalettedir. Ama yanlış yapıyor adam, ya aldığı eğitim onu yönlendirmiş, ya siyasi şartlar, çevresi bir sürü..

FATİH ORUM: İşte o orada niyetine göre Allah’la hesabı onun ayrıdır.

SALONDAN KATILIMCI: Peygamberimiz bile yanlış yapmış, bir insan da yanlış yapabilir diye bakabiliriz yani.

ABDULAZİZ BAYINDIR: İyi ya işte “yanlış yapamaz” diyorlar. “Hata üzerine birleşemez” dendiği zaman.

YAHYA ŞENOL: Az önce sizin okuduğunuz ayetlerde, nasıl Bedir savaşında esir alınması konusunda ne oldu? Hepsi birden dalalete mi düştüler orada?

ABDULAZİZ BAYINDIR: Allah-u Teala “sapıttınız” demiyor, “yanlış yaptınız, hakkınız yok” diyor.

FATİH ORUM: Mesela bununla alakalı bir hadis var, bu hadisin çeşitli şeyleri de var ama en çok kullanılan metni bu “La tezalu taifetun min ummeti zahirin hatta yetyevmun Emrullah vehum zahirun” “Ümmetim içinde Allah’ın emri gelinceye dek Hak yol üzerine olan kişiler hep bulunacaktır.”

YAHYA ŞENOL: “Ve mimmel halagnahu ümmeten yehdüne bil hakkı”

FATİH ORUM: Aynı işte, evet bu sahih ve bu hemen hemen bütün hadis metinlerinde böyle.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Çizgi devam ediyor yani, tüm Müslümanlar…

YAHYA ŞENOL: Biraz önceki ayeti de hatırlatırsanız.

FATİH ORUM: “Ve mimmen halagnâ ummetuy yehdûne bil haggı ve bihî yağdilûn” yani “Yaratılmışlardan her zaman bu doğru çizgiyi temsil eden, bunu anlatan, bunu uygulayan birileri hep olacaktır.” (Araf 7/181)

SALONDAN KATILIMCI: Yani hataları düzelten gibi de değil mi anladığım kadarıyla?

YAHYA ŞENOL: Veya hataları söyleyen gibi.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Hayır, hataları söyler bazen de söyleyemeyebilir. Harun (A.S.)’ da olduğu gibi bazen de söyleyemeyebilir. Bitti mi? Peki teşekkür ederiz.

YAHYA ŞENOL: Bir iki tane örnek isteniyor; bütün ümmetin ittifak edipte yanlış olan bir konu var mı?

ABDULAZİZ BAYINDIR: Tamam işte dedik ya; cariyelik öyle, kölelik öyle tam ittifak edilen. Mesela bugün mezheplerin tamamında bir insan karısına dese ki “babanın evine gitsen boşsun, pencereden bakarsan boşsun, bir daha bana karşı konuşursan boşsun.” Hepsi bu konuda kadının boş olacağında ittifak etmişlerdir ama konuyla ilgili ne bir ayet vardır, ne bir hadis vardır, Kuran-ı Kerime de taban tabana yüzde yüz zıttır.

Ondan sonra bu dört mezhebin dördü de bir kimsenin karısına seni üç talakla boşadım demesi halinde şartlar ne olursa olsun karısının üç talakla boş olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Hal bu ki bu Kuran-ı Kerime ve Peygamberimizin uygulamalarına yüzde yüz aykırıdır. Hatta ben size defalarca anlatmıştım, bir keresinde Halil Gülenç Hoca ve Ali Öcek Hoca ile beraber, Ali Öcek Hoca beni Halil Gülenç Hocaya şikayet etti bu usulle ilgili olarak. Fatih’te vardı o toplantılarda, Halil Gülenç Hoca işte biraz usul-ü fıkhı savunmaya başladı, bir şeyler etti, dedim “aman Hocam”. Kıyas konusunu savunmaya başlayınca, “Hocam onun savunulacak tarafı yok” dedim “ben size şimdi bir teklifte bulunuyorum, Kuran-ı Kerimin Nassına açıkça aykırı olan hususları çıkarsak bu mezheplerin hangisi kalır” dedim. Bakın; “Kuranın Nassına” yani hiç kimsenin tartışamayacağı gerçeklerine aykırı olan meseleleri çıkarsak bu mezheplerden hangisi kalır dedim. O da yine savunmaya çalıştı, “Hocam siz dünyada tanınmış insanlarsınız nerede mütehassıs insanlar varsa getirin ben hazırım, ben bunu ispat etmeye hazırım. İsterseniz Şafii mezhebinden başlayalım” dedim. Kendisi Şafidir.

Dedim; “mesela Şafii Mezhebine göre bir insanın elbisesinde ya da vücudunda azıcık bir necaset olsa, giyecek başka elbisesi bulunmasa bu adam ne yapar?” Dedi ki; “bu adam çıplak namaz kılar.” Elbisesini çıkaracak çırılçıplak namaz kılacak çünkü temiz değil elbisesi. Peki, ondan sonra ne olur? “Ondan sonra da bu namazı iade eder.” Peki “deliliniz var mı?” dedim. “Vardır” dedi. “Yok vardır diyemezsiniz çünkü siz burada Delilleriyle Şafii İlmihali yazdınız, siz vardır diyemezsiniz.” Dedi ki; “Ve siyâbeke fetahhir” Ayet-i Kerimesi var Müddesir Suresinden. “Hocam” dedim “ulema demez mi ki bu sure ilk inen surelerdendir, namazda Mekke’nin son dönemlerinde farz kılınmıştır, bu surede de zaten  namazdan bahis yok.”

O zaman tabii sustu, dedim ki; “Peki ben size bu içtihadın yanlış olduğunu Şafi Mezhebinden ispat edeyim mi?” dedim. “Nedir?” dedi. Dedim ki; “Bak siz Şafiler şunu söylemez misiniz? Çok affedersiniz bir insan büyük abdestini yaptıktan sonra üç taşla temizlenirse, bu temizlenmiş sayılır. Bu üç taş o büyük abdest yerini temizlemez ama Peygamberimiz bunla temizlendiği için biz temiz sayarız demez misiniz?” “Evet deriz.” “Peki hani vücudunda necaset kaldığı zaman namaz olmuyordu, bu adamın vücudunda necaset yok mu?” “Var” “Peki bu adam elbise giydiği zaman o elbise pislenmeyecek mi?” dedim. “Delil alıyorsanız bu hadisi neden delil aldınız” dedim. “Benim işim var” dedi gitti.

İşte buyurun şimdi bu problem çok büyük bir problemdir. Şimdi dün ve evvelki gün bizim fakültede dini metinlerin yeniden okunması ile alakalı toplantılar oldu, kapanış konuşmasını yapanlardan birisi de bendim. İşte batı karşısında şu, bu falan, Dedim ki; “arkadaşlar, Batının bizim karşımızda dayanma gücü yok, o bitmiş. Ama biz, biz değiliz, bizim sırtımızda o kadar yükler var ki, evvela kendimiz biz olalım, sırtımızda kum torbaları var bununla yüzmeye çalışıyoruz. Ve çok kısaca, beş dakikada bu köleliği örnek verdim.

Onun için bizim sırtımızda yani Cenab-ı Hakka karşı o kadar günah içerisindeyiz ki bunlardan kurtulmadan Allah-u Teala bize o güzel günleri göstermez.

FATİH ORUM: Yani ameli konular bir kenara itikadi konularda da bile yanlış üzere neredeyse ittifaklarımız var. Mesela Nuzul-ü İsa konusu  iman esasları olarak neredeyse şey yapılıyor.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Kader konusu imanın şartı olarak öğretilmiyor mu millete?

FATİH ORUM: Ameli şeyleri bıraktık itikadi konularda bile ciddi sıkıntılar var.

YAHYA ŞENOL: Bu Hz. Muaz hadisi soruluyor, “neyle hükmedeceksin “ diyor Yemen’e Vali olarak döndüğünde.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Canım o şey konusu değil ki o kıyasla alakalı onu şey etsin Fatih cevaplasın. Orada icma yok.

FATİH ORUM: İcma yokta, yinede koyuyorlar icmanın delili olarak.

YAHYA ŞENOL: Savaş sırasında aman dileyen düşmana tavrımız savaş tamamen hakimiyetle bitmedikçe affetmek değil öldürmek mi olmalı?

ABDULAZİZ BAYINDIR: Evet aynen öyle. Savaş esnasında öldürülüyor.

YAHYA ŞENOL: Yani aman dilese de?

ABDULAZİZ BAYINDIR: Çünkü ne diyor Allah-u Teala; “Onlarla arkasındaki düşmanı dağıt” diyor “feşerrid bihim men halfehum” (Enfal 8/57)

YAHYA ŞENOL: Bir de biraz önceki Vahşi ile alakalı Hz. Peygamber’in Vahşi’yi görmek istemediğini söylediniz, bu davranış Peygamberimizin kin tuttuğu anlamına gelmiyor mu? Vahşi Müslüman olmuş, tevbe etmiş bu davranış onun onurunu kırmaz mı?

ABDULAZİZ BAYINDIR: Peygamberimiz insan, şimdi bu adama senin çok yakını öldürmüş bir kimseyi görmek ister misin diye sormak lazım? Yani Peygamberimiz insan üstü bir varlık değil ki, insan.

YAHYA ŞENOL: Son olarak bir de konu dışı, Kuran’da Allah, Habibim diye Peygamberimize hitap ediyor mu? Yoksa sadece meal ve tefsirlerde mi bu ifade geçiyor?

ABDULAZİZ BAYINDIR: Kuran-ı Kerimde öyle bir olay yok. Ama hep öyle şey yaparlar bir de vaazlarda çok güzel de gider o; “Habibim Ahmet, Rasulüm Ya Muhammed” dersin, herkes “Allahümmesalli Ala Muhammedin.” Uyuyanları uyandırmak için. Ama şu geçiyor Diyor ki Allah-u Teala estauzubillah;

“Gul in kuntum tuhıbbûnallâhe fettebiûnî yuhbibkumullâhu ve yağfir lekum zunûbekum” “De ki; eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah’da sizi sevsin ve sizin günahlarınızı  affetsin.” (Ali İmran 3/31)

Peygamberimize uyduğumuz zaman Allah bizi seviyorsa tabii ki Peygamberimizde mutlaka seviyor değil mi? Ona uyanı seviyorsa uyulan elbette seviyordur ama o başka bir şey habibim diye hitap etmiş olması başka, öyle bir ifade yok.

Peki çok teşekkür ederiz Allah Yardımcınız olsun.

Tüm Mukayeseli Fıkıh Müzakereleri
# İçerik Adı Yayınladığı Tarih Görüntülenme
1 Kitaba Çağrı 16 Eylül 2017
2 Kurban İbadeti 24 Ağustos 2017
3 Hadislerin Derlenmesinde İran Etkisi 19 Ağustos 2017
4 Diyanetin Fetö Raporu: Bu din bu hale nasıl geldi? 14 Ağustos 2017
5 Hilal, Fitre ve Bayram 28 Haziran 2017
6 Nebi’mizin Ramazan Hayatı 12 Haziran 2017
7 İmsak Ölçüleri 27 Mayıs 2017
8 Dini Siyasete Alet Etmek 20 Mayıs 2017
9 Nebilere Yüklenen Olağanüstü Özellikler 13 Mayıs 2017
10 Tarih Boyunca Nebilere Gösterilen Tepkiler 6 Mayıs 2017
11 Yanlış Şeriat Algısı Suç ve Ceza 29 Nisan 2017
12 Kapitalizmin Sonu 15 Nisan 2017
13 Faiz Bağlamında Modern Finansal Ürünler 8 Nisan 2017
14 Hadislere Bakışımız Nasıl Olmalı 1 Nisan 2017
15 Haram Aylar 25 Mart 2017
16 Kur’an’cılık Tehlikesi 1.Bölüm 20 Mart 2017
17 Din ve Devlet İlişkileri 1.Bölüm 11 Mart 2017
18 Cuma Namazı ve Hutbe’si 4 Mart 2017
19 Kur’an’a Göre Sihir Kavramı 25 Şubat 2017
20 Abese Suresi Bağlamında Nebi’mizin Korunmuşluğu 18 Şubat 2017
21 Ev İçi Mahremiyet Kuralları 11 Şubat 2017
22 Örtünme İle İlgili Hükümler 4 Şubat 2017
23 Baş Örtüsü ve Örtünme 28 Ocak 2017
24 Kur’an’nın Çözüm Üretmedeki Yeri 21 Ocak 2017
25 Yahudileri Gölgede Bırakan Hileler 16 Ocak 2017
26 Müslümanlar’da Allah’a Güven Krizi 31 Aralık 2016
27 Müslümanlığımızı Gözden Geçirme İhtiyacı 24 Aralık 2016
28 Ümmet Olamamanın Ağır Bedeli 17 Aralık 2016
29 Tarihsellik İddialarında Cezalar Örneği 10 Aralık 2016
30 Mezhepçiliğin Doğurduğu Acı Sonuçlar 3 Aralık 2016
31 Kur’an’nın Tarihselliği İddiası ve Miras Konusu 26 Kasım 2016
32 Takiye (Kimliği Gizleme) 19 Kasım 2016
33 Faiz ve Güncel Meseleler 12 Kasım 2016
34 Mehdi Gelicek mi ? 7 Kasım 2016
35 Hz.İsa Gelicekmi? 31 Ekim 2016
36 Çağdaş Ulemanın Usulsüzlüğü 22 Ekim 2016
37 Dinsel Çoğulculuk 15 Ekim 2016
38 Son Kitabı Devre Dışı Bırakma Projesi, Dialog 8 Ekim 2016
39 Fıtrat Zemininde Buluşma 1 Ekim 2016
40 Nisa 34. Ayet Bağlamında Kadına Şiddet 24 Eylül 2016
41 Kurban İbadeti 10 Eylül 2016
42 Kadının Dövülmesi 3 Eylül 2016
43 Kur’an’a Göre Hükmetmek 27 Ağustos 2016
44 15 Temmuz Darbe Gecesine Kurani Bir Bakış 20 Ağustos 2016
45 Paralel Dinin Olmazsa Olmazı Aracılık – 1 13 Ağustos 2016
46 Müslüman Gayrimüslim İlişkileri 2 Temmuz 2016
47 Zekat 25 Haziran 2016
48 Oruçla İlgili Hükümler 18 Haziran 2016
49 Uydurulan Dinde Yatsı Sonu, Seher ve İmsak Vakti 4 Haziran 2016
50 Uydurulan Dinde Mut’a Nikahı 28 Mayıs 2016
51 Uydurulan Dinde Şartlı Talak 21 Mayıs 2016
52 Uydurulan Dinin Dayatması Olarak Çocukların Evlendirilmesi 7 Mayıs 2016
53 Kölelik ve Cariyelik Mezheplerin Dayatması mı? 30 Nisan 2016
54 Musa Hızır Kıssasının Evrensel Mesajı 23 Nisan 2016
55 Sünnetin Delil Değeri 16 Nisan 2016
56 Kira Sertifikaları Faizsiz Ürün mü? 9 Nisan 2016
57 Suç-Ceza Dengesi Açısından Cinsel İstismar 2 Nisan 2016
58 Boşanma Konusunda Allah’ın Koyduğu Sınırlar 26 Mart 2016
59 Allah’ın Koyduğu Sınırlar Nasıl Aşıldı 19 Mart 2016
60 Muhsana, Kadına Pozitif Ayrımcılık 13 Mart 2016
61 İnsanlar ile Cinlerin Ortak Özellikleri 5 Mart 2016
62 Nebiler Günahtan Korunmuş mudur? 27 Şubat 2016
63 Bedir Savaşı Örneğinde Nebi ve Resul Farkı 20 Şubat 2016
64 Dinde Haram-Helal Koyma Yetkisi 13 Şubat 2016
65 Cinler 6 Şubat 2016
66 İlk İnsanın Yaratılışı 30 Ocak 2016
67 İnsanı İnsan Yapan Özellikler 23 Ocak 2016
68 Allah’ı İkinci Sıraya Koymak 16 Ocak 2016
69 Şirkle İman Arasındaki Kararsızlık 9 Ocak 2016
70 Mehdi Beklentisi 2 Ocak 2016
71 Her İnsan Allah’ı Bilir 26 Aralık 2015
72 Fıkıh Müzakereleri | Her İnsan Allah’ı Bilir 26 Aralık 2015
73 Bir Sömürü Aracı Olarak Halifelik – 2 19 Aralık 2015
74 Bir Sömürü Aracı Olarak Halifelik 12 Aralık 2015
75 Kur’ân’da Dindarlık 5 Aralık 2015
76 Tarih Boyunca Bir Siyasi Baskı ve Ötekileştirme Aracı Olarak Zındıklık 28 Kasım 2015
77 Geleneğe Göre Dinden Dönmenin Hükmü (Bölüm 2) 21 Kasım 2015
78 Geleneğe Göre Dinden Dönmenin Hükmü (Bölüm 1) 21 Kasım 2015
79 Kur’an’a Göre Dinden Dönmenin Hükmü 16 Kasım 2015
80 Kur’an’da Zina Suçu Ve Cezası 7 Kasım 2015
81 Tağut Doğru Yolun Üstünde Oturur 31 Ekim 2015
82 Hadis Uydurma Faaliyetleri 24 Ekim 2015
83 Kader İnancı Ve Nesih 17 Ekim 2015
84 Resulullah Sonrası Siyasi Gelişmeler 10 Ekim 2015
85 Nesih 3 Ekim 2015
86 Hac Ve Kurban 19 Eylül 2015
87 Terör Olayları Karşısında Nebevi Siyaset 12 Eylül 2015
88 Dinde Özgürlük 5 Eylül 2015
89 Dine Uyma Yerine Dini Kendine Uydurma 4 “Cariyelik” 29 Ağustos 2015
90 Dine Uyma Yerine Dini Kendine Uydurma 3 “Cariyelik” 22 Ağustos 2015
91 Dine Uyma Yerine Dini Kendine Uydurma 2 “Kitap Algısı” 15 Ağustos 2015
92 Dine Uyma Yerine Dini Kendine Uydurma 8 Ağustos 2015
93 Nebimizin Yürüttüğü Dış Politika 1 Ağustos 2015
94 Kadir Gecesi ve İmsak Vaktine Tavırlar 11 Temmuz 2015
95 Zekat 4 Temmuz 2015
96 Oruç İbadeti 2 27 Haziran 2015
97 Oruç İbadeti 20 Haziran 2015
98 Kutup Bölgelerinde İftar ve İmsak Vakitleri 13 Haziran 2015
99 Emtia Borsalarındaki İşlemlerin Fıkhi Hükmü 6 Haziran 2015
100 Kur’ân’a Göre Gece-Gündüz 30 Mayıs 2015
101 Prof. V. A. Yefimov’la Yapılan Toplantının Değerlendirilmesi 23 Mayıs 2015
102 İsra ve Mirac 16 Mayıs 2015
103 Berzah Alemi 2 9 Mayıs 2015
104 Berzah Alemi 2 Mayıs 2015
105 Enflasyon ve Faiz 25 Nisan 2015
106 İşsizlik Probleminin Kaynağı 18 Nisan 2015
107 Peygamberimizin Öldürülmesini Emrettiği Kişiler Hakkındaki Rivayetler 4 Nisan 2015
108 Faizsiz Sistemin İlkeleri (Zekat-Faiz Karşılaştırması) 28 Mart 2015
109 Faizsiz Sistemin İlkeleri – Faizsiz Bankacılık 28 Mart 2015
110 Faizsiz Sistemin İlkeleri (Enflasyon) 21 Mart 2015
111 Faizsiz Sistemin İlkeleri (Bankacılık) 14 Mart 2015
112 Faizsiz Sistemin İlkeleri 7 Mart 2015
113 Tecavüz Suçunun Cezası 28 Şubat 2015
114 İdam Cezası ve Kıssas Tartışmaları 21 Şubat 2015
115 Ceza Hukukunun Genel Prensipleri 14 Şubat 2015
116 Kur’ân’da Ruh Kavramı 7 Şubat 2015
117 İcmanın Delilleri ve Değerlendirilmesi 24 Ocak 2015
118 Fıkıh Müzakereleri | Ceza Hukukunun Genel Prensipleri 17 Ocak 2015
119 Nebiye Hakaretin Cezası 10 Ocak 2015
120 Noel ve Mevlid Kandili Kutlamalari 3 Ocak 2015
121 Kelime Oyunları ve Şeb-i Arus 27 Aralık 2014
122 Evlilik Nedeniyle Ortaya Çıkan Haramlık 20 Aralık 2014
123 Talak’ın Şarta Bağlanması 13 Aralık 2014
124 Kadının Boşanma Hakkı 6 Aralık 2014
125 Boşanmanın Hükümleri 29 Kasım 2014
126 Küçüklerin Evlendirilmesi 22 Kasım 2014
127 İslam Hukuku-Roma Hukuku Karşılaştırması 15 Kasım 2014
128 Beni Kureyza Yahudileri ve Esirlerin Öldürülmesi 8 Kasım 2014
129 İslâm Miras Hukukunda Kelâle 3 Kasım 2014
130 Batı Güdümlü İslam Anlayışında Kur’an Sünnet Algısı – 2 25 Ekim 2014
131 Batı Güdümlü İslam Anlayışında Kur’an Sünnet Algısı 18 Ekim 2014
132 İslam Alimlerinin Işid’e Gönderdikleri Mektubun Eleştirisi 11 Ekim 2014
133 Kurban İbadeti 27 Eylül 2014
134 Birbirimizden yardım istemek şirk midir? 9 Ağustos 2014
135 Nafile Oruç 2 Ağustos 2014
136 Zekat ve Fitre 26 Temmuz 2014
137 Kadir Gecesi 19 Temmuz 2014
138 Tarihi gelişimi ve Hükümleri Açısından İtikaf 12 Temmuz 2014
139 Yatsının Son Vakti 5 Temmuz 2014
140 Vakti Dışında Namaz, Süresinden Fazla Oruç 28 Haziran 2014
141 Bakara 187. Ayet Işığında Oruç İbadeti 21 Haziran 2014
142 Kimler Oruç Tutabilir 14 Haziran 2014
143 Orucun Tarihi ve Meşruiyeti 7 Haziran 2014
144 Ecel ve Şehitlik – Sorular ve Cevaplar 24 Mayıs 2014
145 Ecel ve Şehitlik 17 Mayıs 2014
146 Seferilik Mesafesi ve Müddeti 10 Mayıs 2014
147 Yolculukta Namaz – 2 26 Nisan 2014
148 Dinden Dönmek 19 Nisan 2014
149 Yolculukta Namaz 5 Nisan 2014
150 Namazı Terketmenin Hükmü 29 Mart 2014
151 Namazda Zikir 8 Mart 2014
152 Kadınların Cemaate Katılması 1 Mart 2014
153 Cemaatle Namaz – 2 22 Şubat 2014
154 Cemaatle Namaz 15 Şubat 2014
155 Sehiv Secdesi 8 Şubat 2014
156 Namazı Bozan Haller – 2 1 Şubat 2014
157 Namazı Bozan Haller 18 Ocak 2014
158 Cumanın Farzından Önceki ve Sonraki Sünnetler 11 Ocak 2014
159 Cuma Hutbesi 4 Ocak 2014
160 Cuma Namazı 28 Aralık 2013
161 Sünnet Namazları 21 Aralık 2013
162 Vitir Namazı 14 Aralık 2013
163 Teheccüd Namazı 7 Aralık 2013
164 Kur’an’da Melek ve Cin Kavramları – Sorular 23 Kasım 2013
165 Kur’an’da Melek ve Cin Kavramları – 2 18 Kasım 2013
166 Kur’an’da Melek ve Cin Kavramları 2 Kasım 2013
167 Cezanın Amacı Açısından Mağdur Hakları 26 Ekim 2013
168 Bayram Namazı ve Teşrik Tekbirleri 12 Ekim 2013
169 Tarihi, Amacı ve Ahkamı Yönüyle Kurban 5 Ekim 2013
170 Kur’an’da Münafıkların Durumu – 2 28 Eylül 2013
171 Kur’an’da Münafıkların Durumu 21 Eylül 2013
172 Günümüz İslam Dünyasının Problemleri 14 Eylül 2013
173 Bedel Hac – Doç.Dr. Servet Bayındır 7 Eylül 2013
174 Allah’ın Bilgisi ve Kader 24 Ağustos 2013
175 Mısırdaki Müslümanların Durumu 17 Ağustos 2013
176 Kadir Gecesi 3 Ağustos 2013
177 İmsak Tartışmaları 27 Temmuz 2013
178 Kutup Bölgelerinde İbadet Vakitleri 20 Temmuz 2013
179 Kader 19 Ocak 2013
180 Kıyamet Alametleri 22 Aralık 2012
181 Kur’an Sünnet Bütünlüğünde Kurban İbadeti 20 Ekim 2012
182 Kur’an Sünnet Bütünlüğünde Hac İbadeti 13 Ekim 2012
183 Faiz-Zekat İlişkisi 6 Ekim 2012
184 Namazların Birleştirilmesi 29 Eylül 2012
185 İslama Yönelik Saldırılar 22 Eylül 2012
186 Alternatif Bir Finansal Ürün Olarak Kira Sertifikaları(SUKUK) 15 Eylül 2012
187 Öğle ve İkindi Namazlarının Vakitleri 8 Eylül 2012
188 Yatsı Namazı Vaktinin Bitişi 1 Eylül 2012
189 Kur’an’a Göre Gelenek 25 Ağustos 2012
190 Bayram Namazı ve Fitre 18 Ağustos 2012
191 Televizyondan Kabe İmamına Uyulabilir mi? 11 Ağustos 2012
192 Ramazan Ayının İnsana Sunduğu Fırsatlar 4 Ağustos 2012
193 İmsak Vakti ve Seher – 2 28 Temmuz 2012
194 İmsak Vakti ve Seher 21 Temmuz 2012
195 Nesih, Kıblenin Değişmesi Örneği 23 Haziran 2012
196 İsra ve Miraç 16 Haziran 2012
197 Uydurma Hadisler – Harun Ünal 9 Haziran 2012
198 Sezaryen Doğum 2 Haziran 2012
199 Vahiy – Sünnet İlişkisi 26 Mayıs 2012
200 Nesih Kavramı 19 Mayıs 2012
201 Din ve Tıp Açısından Sünnet 14 Mayıs 2012
202 Din ve Müzik 5 Mayıs 2012
203 Hadislerin Kur’an’a Arzı 28 Nisan 2012
204 Türkiye’de Kutlu Doğum Etkinlikleri 21 Nisan 2012
205 Allah’ın Elçisini Doğru Anlamak 14 Nisan 2012
206 Kur’an Öncesi Mekke Toplumu 7 Nisan 2012
207 Faizsiz Bankacılğın Problemleri 31 Mart 2012
208 Hz.Muhammed’in(S.A.V.) Tebyin Görevi 24 Mart 2012
209 İslam ve Türk Medeni Kanunu(TMK) Miras Sistemlerinin Mukayesesi 17 Mart 2012
210 Kur’an’a Göre Tağut Kavramı 10 Mart 2012
211 Farklı İnançların Birlikte Yaşamasının Doğal Kuralları 3 Mart 2012
212 Kur’an’a Göre Resule İman, İtaat ve İttiba 25 Şubat 2012
213 Organ Nakli 18 Şubat 2012
214 Sebeb-i Nüzul Meselesi 11 Şubat 2012
215 Daru’l-Harbde Faiz 4 Şubat 2012
216 İftida 28 Ocak 2012
217 Talak (Boşanma) 21 Ocak 2012
218 Gayrimüslimlerle Evlilik 14 Ocak 2012
219 A’raf Ehli 7 Ocak 2012
220 Müminler Cehenneme Girecekler Mi? – 2 31 Aralık 2011
221 Müminler Cehenneme Girecekler Mi? 24 Aralık 2011
222 Çocukların Evlendirilmesi 17 Aralık 2011
223 İnanç Özgürlüğü 10 Aralık 2011
224 Evliliğin Denetlenmesi 3 Aralık 2011
225 Adetli Kadın Kur’an’a Dokunabilir mi? 26 Kasım 2011
226 Hz.İsa’yı(a.s.) Geri Getirmek İsteyenlerin Hedefi 19 Kasım 2011
227 Nebi ve Resul Kavramları 12 Kasım 2011
228 Kurban Bayramına Nasıl Hazırlanmalıyız? 5 Kasım 2011
229 İcma Delili ve Değerlendirilmesi 22 Ekim 2011
230 Vekaletle(Bedel) Hac 15 Ekim 2011
231 İhram Yasakları 8 Ekim 2011
232 Kadınların Yolcuğu 1 Ekim 2011
233 Kur’an ve Sünnet Işığında Hac İbadeti 24 Eylül 2011
234 Faiz Anlayışı 10 Eylül 2011
235 Bayram Namazı 27 Ağustos 2011
236 İmsak Vakti 20 Ağustos 2011
237 Teravih Namazı Konusunda Diyanet’e Cevap 13 Ağustos 2011
238 Oruç Tutamayanlar Ne Yapmalı? 6 Ağustos 2011
239 Güneşin Batmadığı Yerlerde Namaz Vakitleri 2 Temmuz 2011
240 Yatsı Namazının Vakti 7 Mayıs 2011
241 Allah’ın İndirdikleri İle Hükmetmeyenler – 2 30 Nisan 2011
242 Allah’ın İndirdikleri İle Hükmetmeyenler 23 Nisan 2011
243 Günahlarla İlgili Kavramlar – 2 2 Nisan 2011
244 Günahlarla İlgili Kavramlar 26 Mart 2011
245 Büyük Günahlar – 3 19 Mart 2011
246 Büyük Günahlar Nelerdir? 12 Mart 2011
247 Büyük Günah İşleyenlerin Durumu 5 Mart 2011
248 Ye’cüc ve Me’cüc 26 Şubat 2011
249 Dabbetü’l-Arz 19 Şubat 2011
250 Tarikatlarda Vesile ve Tevessül 12 Şubat 2011
251 Evliyanın Yardımı İle İlgili İddialar – 2 5 Şubat 2011
252 Kutuplarda Namaz Vaktinin Tespiti 29 Ocak 2011
253 Evliyanın Yardımı İle İlgili İddialar 22 Ocak 2011
254 Kâlû Belâ Olayı Hakkında Sorulan Sorular – 2 1 Ocak 2011
255 Kâlû Belâ Olayı Hakkında Sorulan Sorular 25 Aralık 2010
256 Mehdi İnancı 18 Aralık 2010
257 Kur’an’a Göre Zekat Oranları 4 Aralık 2010
258 Artan Malı İnfak Etme 27 Kasım 2010
259 Vitr Namazı 13 Kasım 2010
260 Bayram Namazları 6 Kasım 2010
261 Sehiv Secdesi – Mukayeseli Fıkıh Dersleri 30 Ekim 2010
262 Kurban İle Alakalı Sorular 23 Ekim 2010
263 Hac Farklı Aylarda Yapılabilir mi? – Fıkıh Dersi 9 Ekim 2010
264 Başkasının Yerine Hacc Yapmak 2 Ekim 2010
265 Hilal İle İlgili Sorulan Sorular 25 Eylül 2010
266 Cariyeler İle İlgili Sorulan Sorular 18 Eylül 2010
267 ORUÇ BOZMANIN CEZASI 4 Eylül 2010
268 Zekat 28 Ağustos 2010
269 İmsak ve Yatsı Vakitleri – 2 21 Ağustos 2010
270 İmsak ve Yatsı Vakitleri 14 Ağustos 2010
271 İsra ve Miraç -2 10 Temmuz 2010
272 İsra ve Miraç -1 3 Temmuz 2010
273 İcma’a Delil Getirilen Hadisler 26 Haziran 2010
274 İcma 19 Haziran 2010
275 Başörtüsü ve Örtünme 12 Haziran 2010
276 Mezheplerin Tutarlılığı 29 Mayıs 2010
277 Asabe Siyaset İlişkisi (Kızın Çocuklarının Mirasçılığı Örneği) 22 Mayıs 2010
278 Kur’an’ı Açıklama Usulü 15 Mayıs 2010
279 Kartepe Programı Değerlendirme 5 Mayıs 2010
280 Abdestte Ayakların Mesh Edilmesi 24 Nisan 2010
281 Hudeybiye’den Geri Kalanlar 13 Nisan 2010
282 Peygamberimizin Zeynep (ranha) ile Evliliği 3 Nisan 2010
283 Bedir Savaşı 20 Mart 2010
284 Kur’an Sünnet Bütünlüğü: Allah’ın İzni Meselesi 13 Mart 2010
285 Vahiy Çeşitleri 6 Mart 2010
286 Kadınların Özel Halleri 11 Şubat 2010
287 Kur’an’a Göre Zekat Nispeti 6 Şubat 2010
288 Vahy-i Gayr-i Metlüv’e Dair Getirilen Deliller -1 30 Ocak 2010
289 Iskat (Ölen Kimseyi İbadet Borçlarından Kurtarmak) 16 Ocak 2010
290 Dini Tebliğ ve Uygulamada Cebrailin Rolü -2 2 Ocak 2010
291 Dini Tebliğ ve Uygulamada Cebrail’in Rolü 26 Aralık 2009
292 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Kurban 21 Kasım 2009
293 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Kıble Meselesi -2 14 Kasım 2009
294 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Kıble Meselesi -1 7 Kasım 2009
295 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Kur’anı Anlama 31 Ekim 2009
296 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Yolculukta Namazin Kısaltılması Örneği 24 Ekim 2009
297 İsa Aleyhisselam Tekrar Gelecek mi? -2 17 Ekim 2009
298 İsa Aleyhisselam Tekrar Gelecek mi? 1-1 10 Ekim 2009
299 İsa Aleyhisselam Tekrar Gelecek mi? 1-2 10 Ekim 2009
300 Hanefi Mezhebinin İçki ile İlgili Görüşleri -1 3 Ekim 2009
301 Hanefi Mezhebinin İçki ile İlgili Görüşleri -2 3 Ekim 2009
302 Mirasta Avliye Meselesi -1 26 Eylül 2009
303 Mirasta Avliye Meselesi -2 26 Eylül 2009
304 Kasten Orucu Bozanın Cezası -1 12 Eylül 2009
305 Kasten Orucu Bozanın Cezası -2 12 Eylül 2009
306 Oruç Keffareti -2 29 Ağustos 2009
307 Oruç Keffareti -1 29 Ağustos 2009
308 Adetli Kadının Orucu -1 22 Ağustos 2009
309 Adetli Kadının Orucu -2 22 Ağustos 2009
310 Hastaların Orucu -1 15 Ağustos 2009
311 Hastaların Orucu -2 15 Ağustos 2009
312 Namazda Örtünme / 2-1 8 Ağustos 2009
313 Namazda Örtünme / 2-2 8 Ağustos 2009
314 Namazda Örtünme / 1-1 1 Ağustos 2009
315 Namazda Örtünme / 1-2 1 Ağustos 2009
316 Kur’an’da Örtünme -1 18 Temmuz 2009
317 Kur’an’da Örtünme -2 18 Temmuz 2009
318 Gayrimüslimlerle Evlilik -1 11 Temmuz 2009
319 Gayrimüslimlerle Evlilik -2 11 Temmuz 2009
320 Müşriklerle Evlilik -1 4 Temmuz 2009
321 Müşriklerle Evlilik -2 4 Temmuz 2009
322 Ehli Kitap ve Müşrikler -1 27 Haziran 2009
323 Ehli Kitap ve Müşrikler -2 27 Haziran 2009
324 Hayvan Kesimi / 2-1 20 Haziran 2009
325 Hayvan Kesimi / 2-2 20 Haziran 2009
326 Hayvan Kesimi -1 13 Haziran 2009
327 Hayvan Kesimi -2 13 Haziran 2009
328 Helal Gıda ve Jelatin Konusu -1 6 Haziran 2009
329 Helal Gıda ve Jelatin Konusu -2 6 Haziran 2009
330 Nafile Namazlar -1 9 Mayıs 2009
331 Nafile Namazlar -2 9 Mayıs 2009
332 Vitir Namazı -1 2 Mayıs 2009
333 Vitir Namazı -2 2 Mayıs 2009
334 Kur’an’ın Genel Açıklaması -1 25 Nisan 2009
335 Kur’an’ın Genel Açıklaması -2 25 Nisan 2009
336 Namazın Mekruhları -1 11 Nisan 2009
337 Namazın Mekruhları -2 11 Nisan 2009
338 Namazı Bozan Şeyler -1 4 Nisan 2009
339 Namazı Bozan Şeyler -2 4 Nisan 2009
340 Namazda Konuşmak -1 28 Mart 2009
341 Namazda Konuşmak -2 28 Mart 2009
342 Namazda Abdestin Bozulması / 2-1 21 Mart 2009
343 Namazda Abdestin Bozulması / 2-2 21 Mart 2009
344 Namazda Abdestin Bozulması / 1-1 14 Mart 2009
345 Namazda Abdestin Bozulması / 1-2 14 Mart 2009
346 Namazda İmamlık / 3-1 28 Şubat 2009
347 Namazda İmamlık / 3-2 28 Şubat 2009
348 Namazda Saf Düzeni -1 21 Şubat 2009
349 Namazda Saf Düzeni -2 21 Şubat 2009
350 Namazda İmamlık / 2-1 14 Şubat 2009
351 Namazda İmamlık / 2-2 14 Şubat 2009
352 Namazda İmamlık / 1-1 7 Şubat 2009
353 Namazda İmamlık / 1-2 7 Şubat 2009
354 İmamın Arkasında Kıraat -1 24 Ocak 2009
355 İmamın Arkasında Kıraat -2 24 Ocak 2009
356 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 4-1 17 Ocak 2009
357 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 4-2 17 Ocak 2009
358 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 3-1 10 Ocak 2009
359 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 3-2 10 Ocak 2009
360 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 2-1 3 Ocak 2009
361 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 2-2 3 Ocak 2009
Kuran Dersi Canlı Yayın