Abdulaziz Bayındır: Bu hafta Salı günü biliyorsunuz çok üzücü bir olay oldu Türkiye’de. Soma’da bir kömür madenindenindeki patlamadan 300’e yakın vatandaşımız vefat etti. Ve iki şey gündeme geldi. Bir, bu insanlar şehitmidir? İkincisi de eceliyle mi öldüler yoksa öldürüldüler mi? Burada üçüncü veya dördüncü şey de devreye sokulabilir. Acaba burada hata nedir? Mesela işte madenlerdeli işçilerle ilgili yeteri kadar tedbirlerin alınmadığı, işte Avrupa’da ve Amerika’da olan, gelişmiş ülkelerdeki kuralların uygulanmadığı şeklinde itirazlar var. Gerçekten de istatistiklere bakıyorsunuz Türkiye, Çin’den de fazla, madenlerde ölü vermiş. Şimdi bizlerde bu tür konularda hemen topu taca atma vardır. İşte, kader diyerek işin içinden sıyrılınır. Zaten kader dedin mi hiç bir problem kalmıyor, her şeyi hallediyorsun. Yetkililerin de en çok sevdiği şeydir bu kader. Çünkü faturayı C. Hakka çıkarırsın. Sen aradan sıyrılır kendi işine bakarsın. Ama bu da bir vakıadır. Yani şu manada vakıa: insanların, kaderi bu anlamda kullandıkları bir vakıadır. Dolayısıyla biz, bu vesileyle bunların hepsinin üstünde fazlaca duramayacağız ama kısa kısa değinmelerle kısa ve özlü bir takım ifadelerle işi ortaya koymaya çalışacağız.
Öncelikle bu, şehit kelimesi nedir? Şehit kelimesi nedir? AllahTeala ayeti kerimede şöyle diyor; “ve la tekulu li men yuktilu fisebilillahi envat: Allah yolunda öldürülmüş olanlara ölüler demeyin”,”,vel ahyaun ve la killa teş’urun: onlar diridirler ama siz onların nasıl bir hayat sürdürdüklerini bilemzsiniz”(BAKARA 154). Allah yolunda ölür, diridir ama siz bilemezsiniz. Peki bildiğimiz ne kadar? C. Hakkın bize bildirdiği kadarını biliriz. Mesela Yasin suresinde “ve cae min aksal medineti reculun yes’a”(YASİN 20) diye başlayan, şehrin en ucundan bir kişi koşa koşa geldi. Antakya’ya, İsa(as)’ın göndermiş olduğu elçiler vardı. O elçilerin iki tanesine inanmadılar. Sonra üçüncüsüyle takviye edildi. Sonra insanlar, işte, siz geldiniz zihnimiz allak bullak oldu. Bizim her şeyimizi alt üst ettiniz falan dediler. Ya bu işten vaz geçersin yada sizi taşla öldürürüz dediler. Şimdi bu mesela tam bir cihad değil mi? “Kalu inna tetayyerna bikum le in lem tentehu le nercumennekum”(YASİN 18), “tetayerna bikum” bize uğursuzluk getirdiniz falan deniyor ama “tetayyur”, bir şeyin böyle uçuşması. Allah’ın ayetleri okunduğu zaman insanların zihni allak bullak oluyor. Her şey alt üst oluyor. Mesla işte burada bulnan zatların hepsi de bu işe şahittir. Bir kuranın anlattığı din var bir de geleneğin anlattığı din var. Kuranın anlattığı dini okuduğunuz zaman her şey birbirine karışıyor. Bütün bildikleriniz yok oluyor. Ben, daha yeni müslüman oldum demeye başlıyor bazıları, bir çokları. Antakya’dakiler de öyle. “İnna tetayyerna bikum”, siz geldiniz, bizim her şeyimizi alt üst ettiniz diyor. “Le in lem tentehu le nercumennekum ve le yemessennekum minna azabun elim: bu işten vazgeçmezseniz sizi taş ile öldüreceğiz” diyorlar. İşte bu, tam bir cihaddır. Yani Allah’ın dinini anlatırken her türlü olaya hazır olmak. İşte orada şehrin üst noktasından bir adam geliyor. İşte bunlara inanın, sizden hiç bir şey istemiyorlar diyor. Sonra o adamı öldürüyorlar. Bu adam, Allah yolunda öldürülmüş oluyor mu? Allah yolunda öldürülüyor değil mi? Diyor ki AllahTeala; bunlara ölüler demeyin. Peki demediğimiz zaman bu ne oluyor öyleyse? Ona deniyor ki; “kîled hulil cenneh: cennete gir”. Ahiret oldu mu şu anda? Hesap görüldü mü? O zaman onun girdiği cennet neresi öyleyse? O, cennete giriyor. Girdikten sonra da diyor ki; “kale ya leyte kavmi ya’lemun”(YASİN 25). Kavmi hayatta. O sıra diyor; “keşke şu kavmim bilselerdi” diyor. Yani bu adamın ne kadar kararlı olduğunu gösteriyor burada. “Bima gafareli rabbi: Rabbim beni niye bağışladı, bunu bir bilseler”(YASİN 26). Ben öyle fazla şeyi olan bir adam değilim. Sıradan bir adamım. Ama bak Rabbim beni bağışladı. “Ve cealeni minel mukremin: ikrama uğrayanlardan yaptı” diyor. Demek ki orada ikram görüyor. Şimdi ölen bir adam ikram görüyorum der mi? Siz ölü demeyin diyor. O, ölü değil. Ama keşke kavmim bilseydi diyor ama dönüp de kavmine de haber veremiyor. Yani bizim bildiğimiz manada canlı olsaydı gider derdi ki; gelin beyler bakın yada güzel elbislerle çıkardı onların yanına, işte gördünüz cebimde de para var falan. Paraya da ihtiyacım yok, istediğim her şeyi alıyorum falan diyebilirdi. Ama bu yok. Onun için onlara ölüler demeyin, onlar diridirler ama siz onları anlayamazsınız. İşte anlayabildiğimiz, Allah’ın haber verdiği kadarıyladır. “Ve la tahsebenellezine kutilu fisebilillah envata bel ahyaun inde rabbihim yerzekun: Allah yolunda öldürülmüş olanlara ölüler demeyin. Onlar, Allah katında rızıklandırılır”Ali İmran 169 ve devamı. “Ferihine ni ma atahumullahu min fadlıhî”. Bu Ali İmran 169. Diyor ki Allah “Ve la tahsebennellezine kutilu fi sebilillahi envaten: Allah yolunda öldürülmüş olanları ölmüş sanmayın”diyor. Onları, öyle hesap etmeyin diyor. “Bel ahyaun inde rabbihim yurzekun: aslında onlar Rableri katında canlıdırlar ve rızıklanırlar”(ALİ İMRAN 169). Yani yer, içerler, eğlenirler, gönüllerince hareket ederler. “Ferihine bi ma atahumullahu min fadlıhi: Allah’ın verdiği şeyden de mutludurlar”. Hani “ya leyte kavmi ya’lemune”(YASİN 25)’de dediği gibi, keşke şu kavmim bilseydi. Bu adam cennete girmiş ama daha ahiretteki hesaplaşma, o bildiğimiz cennet henüz yok. “Ve yestebşirune billezine lem yelhaku bihim min halfihim: arkalarından henüz onlara katılmamış olanlara da müjde vermek isterler”. Yani şunlara bir müjde versem. Bak Yasin suresindeki de aynısını yapıyor. “Ya leyte kavmi ya’lemun”(YASİN 25). O da çok istiyor yani. Onun örneği işte. Müjde vermek isterler. “Ve yetebşirune billezine lem yelhaku bihim min halfihim: arkalarından onlara henüz katılmamış olanlara müjde”,”ella havfun aleyhim ve la hum yahzenun: üzerlerinde herhangi bir korku yok, üzülecek de değillerdi”(ALİ İMRAN 170). Yada siz de bu yolda devam ederseniz ne bir korkunuz olur ne de üzülürsünüz. Hiç fazla şeye gerek yok, hayatı fazla önemsemeyin. İşte esas mutluluk burada diye müjde vermek isterler. Şimdi böyle bir şehitlik var. Kuranı kerimde bir Allah yolunda öldürülmüş olanlar. Onlara ölüler demeyin diyor. Bunlar, bu kadar büyük nimetlerle karşılanmışlar da mesela Resulullah(sav), Allah yolunda öldürülmedi değil mi? İbrahim(as) da öldürülmedi o anlamda. Yada ben mesela şahsen kuranı kerimde, Allah yolunda öldürülmüş ismini bildiğimiz nebiler var. Onda şüphe yok. Hepsi de Allah yolunda öldürülmüştür. Ama bizim, ismini bildiğimiz nebilerden Zekeriyya(as) var, Yahya(as) var. Bunlar, Allah yolunda öldürülmüşler. Şimdi burada öldürülmemiş olanlardan bunların fazileti olacak mı? Daha üstün mü olacaklar? Olayın şeyi o değil. Şimdi yani siz Allah yolunda gayretinizi gösteriyorsunuz. Bir gün, birisi kalkar vurur öldürür. Sen nasıl bu işi bana söylersin diye. Mesela Mehmet Erol Hoca var. Şimdi İzmir’de. Burada bir kaç sene kalmıştı. Malatyalı. Birisi diyor, yanıma geldi. Oturduk, konuştuk konuştuk. Çıkardı valla ben seni öldürmeye gelmiştim demiş adam. İtiraf etmiş. Ama şimdi çok hata yaptığımı anladım demiş gitmiş. Yani o adam, onu orada öldürebilirdi de değil mi? Dolayısıyla burada ömür boyu cihad yapan insanların daha alt seviyede bir şeyleri olmaz. Peki onlar, niye ölü değil de canlılar? Şundan dolayı ben şahsen öyle düşünüyorum: şimdi, Allah’ın koyduğu bir kural vardır. Ne diyor? “Meselullezine yunfikune emvalehum fi sebilillahi ke meseli habbetin” mesela mallarını Allah yolunda harcayanlar için diyor ki; toprağa bir buğday atmış gibi, işte, 7 başak bitirir. Her başakta 100 buğday vardır. Bire 700. “Vallahu yudaifu li men yeşau: Allah, tercihini doğru yapan kişi için bunun katlarını da verir”(BAKARA 261) diyor. Yani 700le de kalmaz. Katları dediği zaman kaça çıkacağı belli olmaz. Peki Allah yolunda cihad eden kişi. Yani canı ile cihad eden, malı ile cihad edenden daha aşağı mı kalacak? Bir de malıyla, canıyla cihad ediyor adam. Yani masrafını da karşılıyor, canını da ortaya koyuyor. Ve ölüyor. Ölüyorsa, AllahTeala 1 lira verene 700 ve daha sonunu veriyorsa hayatını verene bunun 700 katını ve daha fazlasını verecektir en az. Yani çünkü Allah’ın kuralı bu. “Men cae bil haseneti fe lehu aşrı emsaleha”(ENAM 160) en az 10 katı bir iyilik yapana. Bir de Allah yolunda harcamada bulunup malını harcarsa 700 ve daha fazlası ise canını harcayan, çok daha fazlası. O zaman buna da ölümsüzlük mükafatı veriyor. Çünkü canını Allah yolunda harcamış adam bile bile. Ve bunu da ölümsüzleştiriyor. Peki öbürüne daha az mükafat verecek değil yani. Bu, Allah’ın koyduğu bir kural gereği. Dolayısıyla şimdi biz, şehit dediğimiz zaman bunu anlıyoruz. Peki hadisi şerifte Resululah(sav)’in söylediği sözler var. Mesela işte Uhud’da şehit olanlar var. O hadisi okurmusun?
Abdulaziz Bayındır: Mesela biz, şehit kelimesini kullanıyoruz. Şehid kelimesi, kur’anda bu anlamda yok. Yani Allah yolunda öldürülenlere, kur’anı kerim şehid demiyor. Allah yolunda öldürülmüş diyor. Şehid kelimesi yok. Peki şehid ne demektir? Şehid kelimesinin iki türlü anlamı var Arapça bakımından. Birisi şahit, birisi meşhud. Yani meşhud demek: önünüzdeki şu adamı görüyorsunuz, diyorsunuz ki; bu adamın müslüman olduğuna ben şahidim. Bu adam, ömür boyu hayır hasenat yaptı, elinden geldiği kadar gayret gösterdi. Ben şahidim. Allah rahmet eylesin falan. İşte o şehid oluyor. Yani meşhud manasına. Yani siz, onunla ilgili şahitlikte bulunuyorsunuz. İşte Resulullah(sav) de Uhud şehitleriyle ilgili olarak diyor ki; ben şahidim diyor. Siz Allah yolunda öldürüldünüz. Resulullah şahit olunca yani “şehidun” diyor arapça itibarıyla. Tekrar edeyim. Şehid kelimesi arapçada hem şahit olan hem de kendisiyle ilgili şahitlik yapılan anlamına gelir. İkisi anlamına da gelir. Dolayısıyla Resulullahben şehidim diyorsa yani ben, senin Allah yolunda cihad yaptığına şahidim dediği zaman o da şehid oluyor, kendi hakkında şahitlik olunan kişi anlamına. Peki Allah’ın huzurundaki durumu nedir? O konuda Resulullah da biz de bir şey söyleyemeyiz. Niye? Biz, çünkü insanların dış görünüşüne bakarak konuşuruz. Yani dış görünüşünde dört dörtlük müslüman gördüğün kişinin içi çok farklı da olabilir. Orada hesabı AllahTeala’ya verecektir.
Sahihi Müslim’de olan bir hadis. Ebu Hureyre şey yapmış. Diyor ki; kıyamet günü, hakkında ilk karar verilecek olan kişi şehid kabul edilen kişi olacaktır. Ama her şehid değil tabi. O getirilir. AllahTeala, ona verdiği niğmetleri sayar orada. Sana, şunu şunu verdim. Sonra da sen ne yaptın bu verdiğim niğmetlerle diye sorar ona. O da der ki; ya Rabbi, ben, senin yolunda savaştım ve şehid oldum. AllahTeala da der ki: hayır. Sen, benim yolumda savaşmadın. Sen, sadece kahraman desinler diye savaştın. Sadece, kahraman desinler diye savaştın. Ona denir ki; bu da dendi. Sana kahraman desinler diye savaştın, herkes kahraman da dedi. Sen alacağını aldın dünyadayken, artık alacağın bir şey kalmadı. Sonra emredilir, yüzü koyun cehenneme atılır. Buradan alacağın bir şey kalmadı. Çünkü benim rızam için bir şey yapmadın ki. Sen, dünyada bana şunu desinler diye yaptın. Dediler ve aldın gitti. Şimdi böyle bir kişi, bu adam gerçekte Allah rızası için savaşmamış olabilir ama biz insanlar olarak ona şahitlik ederiz ki bu, Allah yolunda öldürüldü. Değil mi yani. Biz bilmiyoruz, içerisini Allah bilir. Dolayısıyla biz, şahitlik yaptığımız için şehid oluruz. Türkçede kullanıldığı anlamda değil, arapça manasında. O da bizim, şahitlik yaptığımız kişi olduğu için biz de insanlar olarak onu şehid kabul ederiz. Ama AllahTeala ona nasıl muamele edecek onu bilemeyiz. Bu, Allah yolunda öldürülenler. Bir de hadiste başka şehid olanlardan da bahsediliyor.
Katılımcı: “Resulullahi(sav) ma teaddune şehade”.
Abdulaziz Bayındır: Resulullah(sav), insanlara sormuş. Neyi şahitlik kabul edersiniz?
Katılımcı: Şehidlik.
Abdulaziz Bayındır: Doğru. Siz şehitliği nasıl düşünüyorsunuz diye sormuş.
Katılımcı: “Kalu el katli fi sebilillah”
Abdulaziz Bayındır: Demişler ki; Allah yolunda öldürülme olarak biliriz.
Katılımcı: “Kale aleyhisselam eşşuedahu seb’atun suel katli fi sebilillah”
Abdulaziz Bayındır: Demiş ki Resulullah(sav); Allah yolunda öldürülme dışında 7 tane daha şehidlik vardır demiş.
Katılımcı: “El ma taun şehid”
Abdulaziz Bayındır: Taun hastalığına. Veba diyoruz değil mi türkçede? Vebadan ölen şehid olur demiş.
Katılımcı: “Vel gariku şehid”
Abdulaziz Bayındır: Boğulan şehid olur. Suda boğulan
Katılımcı: “Ve sahibu cembi şehid”.
Abdulaziz Bayındır: Verem hastalığı için deniyormuş bu. O da şehid olur.
Katılımcı: “Vel maktumu şehid”
Abdulaziz Bayındır: İshalden ölen de şehid olur.
Katılımcı: “Vel hariku şehid”.
Abdulaziz Bayındır: Yangında ölen de.
Katılımcı: “Velledi yemutu tahtel şehid”.
Abdulaziz Bayındır: Göçük altında kalan da şehiddir.
Katılımcı: “Vel mervetu temutu bi cum’in şehid.
Abdulaziz Bayındır: Ve doğum sırasında ölen kadın da şehid olur şeklinde söylemiş.
Şimdi tabi bunlar birer örnek şeydir. Acaba kuranı kerim ile bir bağlantısını kurabilecekmiyiz. Mesele o. Mesela konumuz, Soma’daki patlama dolayısıyla bu insanlar şehid olur mu olmaz mı meselesi. 95.ayetini açarsak Nisa suresinin. Orada diyor li AllahTeala: “la yestevil kaidune minel mu’minine gayrı ulid darari vel mucahidune fi sebilillah” özürlü olan, sıkıntısı olan durumda olan kişiler hariç oturanlar ile Allah yolunda cihad edenler aynı olmaz. Nasıl cihad ediyor? “Bi emvelihim ve enfusihim: malları ve canlarıyla cihad eden kişiler”. Şümdi, cihad etmek ne demek? Yani biz türkçede de kullanırız. Hayat, mücadeledir deriz değil mi? Mücadele kelimesini şey yaparız. Bizim türkçeye bu cihad kelimesi savaş diye geçmiştir. Savaşa cihad denmez. Savaş da cihaddır şüphesiz de cihad, çok daha kapsamlı bir kelimedir. Mesela Resulullah(sav)’in hayatının tamamı cihaddır. Ama savaş, onların içerisinde çok küçük bir yer almıştır. Peki İbrahim(as)’ın hayatı tamamı cihaddır. Ama İbrahim(as)’ın savaş yaptığına dair hiç bir şey yok. Elimizde bir delil yok. Mesela AllahTeala bize İbrahim(as)’ı örnek verdiği bir ayette, Hac suresinin 78. ayetinde şöyle buyuruyor; “ve cahidu fillahi hakka cihadihi: Allah yolunda hakkıyla cihad edin”. “huvectebâkum: sizi, o seçmiştir”,”ve ma ceale aleykum fid dini min harac: bu dinde size hiç bir zorluk koymamıştır”. Şimdi cihad edin demek savaş edin demek değil. Tekrar edeyim: savaş da bu işin içerisinde. Bütün olumsuzluklara karşı koymaktır. Şimdi adam evinden çıkıyor, çoluğuna çocuğuna helal bir kazançtan yedirmek için. Mesrla gidiyor işte kömür madeninde çalışıyor. Çıktığı zaman da helalleşiyor ne olur ne olmaz diye. Yani ne yapıyor? AllahTeala’dan ikram bekliyor ama ölümü de göz önüne alarak gidiyor. Gerçi evinden çıkan herkes için aynı şey söz konusudur. Yani evinizden çıktınız, akşam eve geleceğiniz belli değil yani. Her an, herhangi bir şey olur ölürsünüz. Ama siz, her şeye rağmen dürüst davranmak ve helal kazanmak için gidiyorsanız bu ne demektir? Helal kazanmak nedir yani. Kim helalın kuralını koyuyor? Allah koymuyor mu? Yani ben, Allah’ın emrettiği gibi bir kazanç getireceğim diyor. O zaman bu adam da Allah yolunda cihad ediyor sayılır mı? Allah’ın emrettiği gibi helal kazanacağım, haram karıştırmayacağım diyor şeyime. Kimsenin hakkını yedirmeyeceğim elimden geldiği kadar. Nedir? Orada zihninde helal-haram şeyi var. Allah’ın bir emrini yerine getirmek var. O da bir cihadda bulunuyor, bir gayret gösteriyor. “Ve ma ceale aleykum fid dini min harac”. Allah, bu dind size herhangi bir zorluk da koymamıştır diyor. Zor da değildir diyor bu dini yaşamak. “Millete ebikum ibrahim: babanız İbrahim’in dinine girin” diyor. Babanız İbrahim. Bak, babamız İbrahim’in dinini Allah bize emrediyor. Babamız İbrahim(as)’ın savaştığına dair ayetlerde hiç bir şey yok. Resulullah(sav) savaşmış ama mesela bilmiyorum hatırlıyorsanız siz söyleyin de kuranı kerimde benim hatırladığım kadarıyla bir tek Davud(as)’dan bahsediliyor. “Ve katele davudu calute”(BAKARA 251) diye. Davud, Calut’u öldürdü. Ama o zaman Davud henüz nebi değil. Daha sonra nebi oluyor yani. Nebi sıfatıyla kuranı kerimde savaşan, Resulullah(sav)’dir. Başka ben şahsen bilmiyorum. Hatırladığınız var mı? Ben bilmiyorum. Cihadın manası daha net anlaşılıyor mu? Hakkıyla cihad edin dediği zaman bizim Türkiye’de cihad kelimesini kullandığımız zama anladığımız anlam değilmiş değil mi? Bütün dünyada o anlamda kullanılıyor. Cihad dediğin zaman hemen sanki biri diğerini öldürecek. Halbuki biri diğerini öldürecek meselesi şeydir. AllahTeala orada Bakara 192.ayetinde bize müsade etmiş. Diyor ki; “ve katilu fisebilillah vellezine yukatilune: Allah yolunda sizinle savaşanlarla savaşın”. Savaşı siz çıkarmıyorsunuz. Sizinle savaşanlarla savaşın. Mesela Bedir savaşında Resulullah Bedir’e savaş yapmaya mı gitti? Ama karşısında orduyu buldu. Hiç beklemediği bir anda Mekke ordusunu buldu karşısında ve savaştı. Uhud da ne oldu? Mekkeliler oraya kadar geldi. Orada, buyrun beyler bizi nasıl şekilde öldürmek istersiniz, size sıkıntı vermeyelim mi diyeckti. Bak ne diyor; sizinle savaşanlarla savaşın. Değil mi? Hendek’te ne oldu? Adamlar, Medine’ye baskın yaptılar. Tüm arap yarım adasını toparladılar. Evet bu. Ondan sonra da C. Hakk şunu söylüyor; “ve la ta’tedu: aşırı gitmeyin” diyor. Bak savaşırken de aşırılık yok. Aşırılığın da kuralını söylüyor; ” fe meni’teda aleykum fa’tedu aleyhi bi misli ma’teda aleykum”(BAKARA 194. Kim size karşı sizin hakkınıza girer, sizin sınırlarınızı aşar ise onlar size karşı ne kadar taşkınlık yapmışlarsa siz de o kadar yapın diyor. Fazlası yok yani. Yani sizin 1 kilometre sınırınıza girdilerse onları püskürttükten sonra siz de 1 kilometre onların sınırına girin o kadar. Çünkü AllahTeala’nın koyduğu kuralda öyle şey var ki, karşınızda yendiğiniz kafir de diyecek ki; ya bunlar ne biçim insanlar ya. İsteseydi her şeyi ortadan kaldırırlardı, orada durdular. Haklı bu adamlar. Yani öyle olmalı ki, sizin davranışlarınız o insanların müslüman olmalarını engellememeli. Haklı ya doğru, haketmiştik. Mesela bakın müslümanları Mekkeliler, Mekke’den çıkardıkları için müslümanlar da Mekke’yi fethettikten sonra C. Hakkın emriyle tabi. Yaklaşık 19 ay kadar orada kalmalarına müsade edildikten sonra ya müslüman olun yada burayı terkedin diye Tevbe suresinin ilk ayetleri gelmiştir. Yani siz madem bizi buradan çıkardınız, siz de buradan çıkacaksınız. Zaten 193.ayetinde de Bakara (Hoca, 193 diyor ama 191 olacak) “ve ahricukum min haysu ahracukum: onlar sizi nereden çıkardılarsa siz de onları oradan çıkarın”(BAKARA 191). Sizi tamamen yeryüzünden sileceğiz değil. Sizin camınızı kırdılarsa-kolay anlaşılsın diye-siz gidin onun camını kırın değil. Gelsin bir cam taksınlar, bir cam parası daha versinler. Yani siz hem Mekke’yi alacaksınız hemde onları Mekke’den çıkaracaksınız. Çünkü onlar, sizi çıkarmışlardı. O kadar. Daha fazla yok. Bu da bir cihad tabi. Tabiki bu da bir cihad ama ömrün tamamını içine alan her türlü zorluklarla mücadeledir. Şimdi bu insanlar, çocuklarına, çoluklarına helal mal yedirmek için de büyük bir mücadeleye giriyorlar. Az bir şey değil. “Vel mücahidine fi sebilillahi bi emvalihim ve enfusihim:mallarıyla ve canlarıyla”. Canıyla Allah yolunda cihad ediyor. Malıyla cihad eden? Tamam, adam kazanıyor. Kazandığı parayı, banane deyip tamamen kendisi de yiyebilirdi. Ama kazandığı parayı getiriyor, bir takım yakınlarını doyurmak için harcıyor. Yada işte ihtiyaç sahibi olan başka kimselere de veriyor. Şimdi diyor ki burada; “faddalalahul mücahidine emvalihim ve enfusihim alal kaidine dereceh” Allah, mallarıyla, canlarıyla cihad edenleri, yani canını da ortaya koymuş, malını da ortaya koymuş yanlışlara karşı mücadele ediyor. Ben haram yemiyorum, kimseye de yedirme kusura bakma. Kimsenin hakkına tecavüz etmiyorum ama benim hakkımı da sana yedirmem diyebilmesi gerekiyor. “Ve kullen vaadallahul husna: bunlara da güzel bir karşılık sözü vermiştir”. Şimdi biz ne yapıyoruz? Dersin en başında söylediğimiz gibi diyoruz ki; Ben şahidim. Bu adam, haram mal yememek için elinden geleni yapmıştır. İşte evinden çıkarken çoluk çocuğuyla helallaşarak çıkmıştır. Gitmişler orada, mesela arkadaşlarımız demin hatırlattılar. Ramazanda kaçyüz metre altta oruçlarını tutuyor. Eminim ki hepsi de namazlarını kılıyordur. Niye? Çünkü her gün ölüm ile yüz yüze olmalarına rağmen bu işlerini yapıyorlar. Biz şahidiz kardeşim, bu adamlar böyle böyle insanlardır. İşte biz şahidiz dediğimiz için onlara şehid deniyor. Allah katında durumları nedir? Onu C. Hakk bilir, biz bilemeyiz. Allah’ın huzurundaki durumunu sadece Allah bilir. Ama biz, şahit olduğumuz kadarını söyleriz. Biz, bu kadarını biliyoruz. İşin iç yüzü ne? Onu nereden bilelim? Osman Bin Mazun(ra) vefat ediyor. Muhacirlerden. Medinelilerden Ummu Âlâ diye bir hanımefendi, buna bir evini vermiş. Kalacağı bir ev vermiş. Komşusu da. Resulullah cenazeye gidiyor. Ümmü Âlâ diyor ki; Allah’ın sana ikramda bulunduğuna ben şahidim diyor. Mesela Resulullah, Allah size ikramda bulunacak diye şahitlik etmiyor. Ne diyor? Sizin, burada savaştığınıza şahidim diyor. Sizin Allah için savaştığınızı biliyorum ama gerçeği Allah bilir. Nereden bileceksin? Kararı Allah vereck. Ama orada diyor ki Ümmü Âlâ; Allah’ın sana ikramda bulnduğuna şahidim diyor. Resulullah(sav) diyor ki; nereden sen şahitsin diyor. Nereden biliyorsun sen buna ikramda bulunacağına? Sen, senin bildiğin kadarına şahitlik yaparsın ama ondan ötesi nasıl Allah hakkında karar veriyorsun? Diyor ki Resulullah(sav); bak diyor. Ben, bu Osman’ın aleyhinde hiç bir şey bilmiyorum. Bütün bilgim, bunun lehinedir. Ben de bunun iyi insan olduğunu biliyorum ama Allah’ın huzurunda nasıl karşılanacağını vallahi bilmiyorum. Bak, Allah’ın nebisi olduğum halde ben nasıl karşılaşacağımı bilmiyorum diyor. C. Hakkın bana nasıl muamele edeceğini bilmiyorum. Zaten o şeyde, Ahkaf suresinin 9.ayetiydi bir açsana. Ahkaf suresi 6.suredir. AllahTeala resulüne şöyle diyor; “kul ma kuntu bid’an minel rusuli” de ki türkçe karşılığı türedi deriz yani daha önce yoktu sonradan ortaya çıkmış. Geçmişi olmayan bir elçi değilim ki. Eskiden elçilik yoktu da elçilik ilk defa benimle başlamadı. Adem(as)’dan beri Allah’ın elçileri var. Ama asıl, konumuzla ilgili olan “ve ma edri: ben bilmiyorum”,”na yuf’alu bi ve la bikum: bana ne yapılacak, size ne yapılacak ben onu bilmiyorum”,”in ettebiu illa ma yuha ileyye: ben sadece bana vahyedilene uyarım”. C. Hakkın vaadinde de hiç şüphem yoktur ama hakettim mi etmedim mi? Bir de son ana kadar doğru gitmek lazım. Sürekli “va’bud rabbeke hatta ye’tiyekel yakîn”. Hicr 99. 15.sure 99.ayet. “Va’bud rabbeke hatta ye’tiyekel yakîn” ölüm gelip çatıncaya kadar Rabbine kulluğa devam edeceksin. Yani hiç bir zaman bırakmamak lazım. Daha henüz ölüm gelmemiş. Hep önümüzde tehlikeler sürekli var. Yoldan çıkabiliriz. Yani hiç kimse kendisini garantide göremez. İşte Allah’ın resulü bakın. Muhammed(sav) ile ilgili C. Hakkın ayeti. Diyor ki; insanlara de ki; “ma edri ma yuf’alu bi vela bikum: bana ne yapılacak, size ne yapılacak ben bilmem”(AHKAF 9). Onun için Osman B. Mazun, tamam O çok iyi bir insan. Güzel. Ben aleyhinde bir şey bilmiyorum ama C. Hakkın buna ikram yapıp yapmadığını nereden bileceğim? Ümmü Âlâ da diyor ki; işte ondan sonra daha kimseyi tezkiye etmemeye karar verdim diyor. Şimdi evet Soma’da öldürülmüş olan insanların dış tarafına baktığımız zaman diyoruz ki; evet kardeşim, bu insanlar evlerinden helalleşerek çıkıyorlardı. Her gün ölümle yüz yüze olmalarına rağmen helal para kazanmak için yerin derinliklerinde çalıştılar. Onların ibadetlerini de yaptıklarını, oruçlarını da tuttuklarını basından öğreniyoruz. Bunlar, bir bakanın ifadesi vardı. Bunun kazancı, benim kazancımdan daha helaldir diye. Bu bir şahitlik işte. Bu bir şahitlik. Sen, böyle bir şahitlik yaptığın için ona şehid deniyor. Peki Allah katında durumu? Ona karışamazsınız. Onun için dün mesela İstanbul müftüsünün Süleymaniye camisinde verdiği hutbe gayet güzel. Ama tuttu dedi ki; şimdi onlar Resulullah ile beraberler. Ya kardeşim böyle olmaz. Aşırılık çon kötü. Olmaz yani bu. Sınırı aşmayacaksın. Sen haddini bileceksin. Bir noktada duracaksın. Diğer yerlerde nasıl bir hutbe okundu bilmiyorum ama Süleymaniye camisinde: “onlar, Resulullah ile beraber, onun komşusu”. Nereden biliyorsun? Nasıl oluyor yani. Sen, bildiğin noktaya kadar konuş, ondan sonrasına karışma değil mi? Ondan sonrasına niye karışıyorsun kardeşim?
Katılımcı: “Ennebiyyu(sav) an fe kal innehu azabun yeb’asu allahu yeş’a ve innallahe ceale rahmetel lil mu’minin leyse min ahadin yekahu tağut fe muhtesiben ya’lem ennehu la yesibuhu lem keteballahu illa ke lehu mislihu şehid”.(42:12-42:34 tam anlaşılmadı, anlaşıldığı kadar yazıldı)
Abdulaziz Bayındır: Tamam. Buhari’de geçen bir hadiste Resulullah(sav) demiş ki; bir kimse veba hastalığına tutulur. Ondan sonra bulunduğu yerden çıkmaz. Tabi tedbirini almaz manasına. Niye bulunduğu yerden çıkmaz? Çünkü çıkarsa o hastalığı başkalarına bulaştırır. Karantina altına alınacak. Şey var ya: bir yerde veba varsa oraya girmeyin, oradaysanız çıkmayın diye. Ve kendisi diyor, Allah’tan karşılığını bekleyerek sabrederse. Tabi gayretini de göster iyileşmek için. Ölümü beklemek manasına değil. İnanırsa, sabırla Allah’tan karşılığını beklerse ve vefat ederse işte o da şehiddir diyor. Tamam. Şimdi bak burada bir çok şey var ve Allah’ın yazdığından başkası da olmaz. Şimdi buradan oraya geçiş yapabiliriz. Allah ne yazmışsa o başıma gelir derse, bu adam şehiddir. Şimdi Allah ne yazmışsa başıma gelir meselesi, kaderle ilgili bir husus. Mesela neydi, bir şeyden bahsediliyordu? Kader ve ecel ile ilgili yetkililerden birisi konuşma yapmış galiba. Oradan, oraya geçelim. Kader ve ecel, sorumluluğa mani değildir. Öyle bir şeydi. Diyanet işleri başkanı ne dedi? Kader ve ecel, tedbire mani değildir. Cuma hutbesinde mi? Başkan mı okudu cuma hutbesini? Bir oku onu. Çünkü bugün sabah birisi söylüyordu da yani yanlış bir şey yapmış olmayalım.
Serdar: Hocam, şöyle bir üst satırdan başlayayım. Görev ve mesuliyetlerini tam manasıyla idrakine erenler, bil hassa insan sağlığı ve hayatı açısından riski oluşturacak işlerde hiç bir şekilde tedbirsizlik zaafı içine düşmezler. Zira kader ve ecel, insanoğlunun ihmal ve sorumluluklarını asla ortadan kaldırmaz. Takdir, insanoğlunun tedbir sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Sevgili Peygamberimiz’in ifadesiyle, müminler yaptıkları her türlü işi en güzl ve sağlam şekilde yaparlar. Sonra da Allah’a tevekkül ederler. İfade bu hutbedeki.
Abdulaziz Bayındır: Tabi kader, sorumluluğu ortadan kaldırmaz da kader nasıl tanımlanıyor? Mesele o. Yani kader konusu sorumluluğu ortadan kaldırmaz. Şimdi mesela şeyde, bizim kelam kitaplarında biliyorsunuz kaderi şöyle anlatırlar: Allah’ın ezelden, insanın başından geçecek her şeyi bilmesi diye tanımlarlar. İstersen sen, şu Büyük İslam İlmihali’ni benim odadan getir. Kaderle ilgili kısmı bu. Sonra okursun. Nasıl tanımlamışlar diye bir görelim de. Benim odada şey var, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Kuran Yolu var. Onun son cildini bir getirsene. Kaderi nasıl tanımlamış bir oku bakalım.
Yahya Şenol: Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük İslam İlmihali. “Kainatta meydana gelen her şey muhakkak yüce Allah’ın bilmesi, dilemesi ve yaratmasıyla olur. Onum için herhangi bir şeyin belli bir şekilde meydana gelmesini C. Hakkın ezelde dilemiş olmasına kader denir”.
Abdulaziz Bayındır: Bak, her hangi bir şeyin. Mesela Soma’yı düşünelim Soma’yı. Soma’da bu olayların ezelde meydana geleceğini C. Hakk ezelde biliyor.
Yahya Şenol: Dilemiş.
Abdulaziz Bayındır: Biliyor yani. Peki bu olayların engellenmesi mümkün olur mu? Yani Allah’ı yanıltabilirmisiniz haşa? Allah’ı yanıltabilirmisiniz? Buna kader denir diyor. Evet, devam et.
Yahya Şenol: “Yüce Allah’ın böyle dilemil olduğu herhangi bir şeyi zamanı gelince meydana getirmesine de kaza denir”.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi zamanı geldi, Allah meydana getirdi. Bu kaza. Eskiden diledi. Peki burada tedbir alıp da ne yapacaksınız. Yani siz, tedbir aldığınız zaman Allah’ı haşa yanlış mı çıkartacaksınız? Değiştirebilirmisiniz? Bir dakika. Şu anda canlı yayındayız. Canlı yayında olduğumuz için dünyanın her tarafında dinleniyor. Sonra sorularınızı yazar, sorarsınız. Allah ezelden dilemiş. Ve şimdi de meydana gelmiş. Tedbiri aldın. Uğraştın. Şunu yaptın, bunu yaptın. Yani ne yapacaksın tedbir almakla? Allah’ın ezelden bildiği şeyin dışına mı çıkacaksın? Allah’ı yanıltacakmısın? Böyle bir şey mümkün mü? Siz nasıl anlıyorsunuz şey yapmadım yani. Nasıl anlıyorsunuz sormadım yani bu kitaplarda olana göre şey yapıyorum. Şimdi ecel konusuyla da ilgili bir bak. Mesela ecel ne uzar, ne kısalır diye yazar orada. Getirdin mi son cildi? Muhammed suresi 31.ayeti aç bakalım ne mana vermişler. Vatandaş açacak, bunları okuyacaklar. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Kuran Yolu tefsiri. Bakalım orada nasıl bir mana vermişler. Meali oku.
Serdar: Sizi deneyeceğiz ki içinizden cihad edenleri, zorluklara göğüs gerenleri ortaya çıkaralım ve sizinle ilgili haberleri de açıklığa kavuşturalım.
Abdulaziz Bayındır: Bir daha oku.
Serdar: Sizi deneyeceğiz ki içinizden cihad edenleri, zorluklara göğüs gerenleri ortaya çıkaralım..
Abdulaziz Bayındır: Tamam. Soma’daki vefat eden kardeşlerimiz ile ilgili düşünün. “Ortaya çıkaralım”. Şimdi, şu anda cebimde bir şey var. Ne var? Bileniniz var mı? Ne var? Ne tutuyorum şu anda? Ben ne tuttuğumu biliyormuyum? Ben biliyormuyum ne tuttuğumu? Ortaya çıkardım. Neymiş? Anahtar mı? Ben biliyordum değil mi? Ortaya çıkardığım zaman kim de bilmiş oldu? Siz de bilmiş oldunuz. E peki burada yani ne oldu bu? Ne değişti ortaya çıkardığınız zaman? Değişen bir şey var mı? Bir daha oku.
Serdar: “Sizi deneyeceğiz ki içinizden cihad edenleri, zorluklara göğüs gerenleri ortaya çıkaralım ve sizinle ilgili haberleri de açıklığa kavuşturalım.
Abdulaziz Bayındır: Tamam peki. Bu da Diyanet Vakfı’nın meali. Bir de buradan oku aynı ayetle ilgili olarak.
Serdar: “Andolsun ki içinizden cihad edenlerle sabredenleri belirleyinceye ve haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi imtihan edeceğiz”.
Abdulaziz Bayındır: Bak bu da belirleme diyor. Belirleme ne olur? Şimdi şurada kaç tane diyelim bardaklarda şey var. Bunların hangisi su, hangisi başka sıvı? Tek tek tadlarına bakacağız. Bu kaynak suyu, bu kuyu suyu. İşte o, belirleme olur değil mi? Belirlemeden önce bilinir mi? Peki bu Diyanet Vakfı’nın meali. O, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kuran yolu. Bu da eski Diyanet İşleri Başkanlığı’ı yapmış olan Ömer Nasuhi Bilmen’in sözü. Peki az önce Cemal Hoca hadisi okudu. Hadis bende de vardı. Taun ile/veba ile ilgili olarak. Bir kişi veba hastalığına tutulur. Bulunduğu yerde sabrederek. Sabretmek, mücadelesine devam etmektir. Öyle tembel tembel oturmak değil. Ama Allah’tan da sevabını bekleyerek beldesinden çıkmazsa. Çünkü bulaşıcı hastalık olduğu için başkasına bulaştırmaması gerekiyor. Şunu da bilirse ki Allah’ın yazdığından başkası başına gelmez. Ona da bir şehid sevabı kadar verilir diyor Resulullah(sav). Buhari’de geçen bir hadis. Şimdi peki Allah’ın yazdığından başkası gelmez. Onu ayrıca okuyacağız. Bu ne demektir? Çok önemli. Allah ne zaman yazar bunu? Burada ezelde yazar derler. Şimdi bizim en büyük sıkıntımız şudur: Allah ile ilgili kararı insanlar verir. Kendi kafalarında bir Allah tanımlaması yaparlar, ayetleri ona göre anlatmaya başlarlar. Halbuki AllahTeala diyor ki; siz, beni kavrayamazsınız diyor. O ayeti bulsana.
Eceli buldun mu? Sen, ecel kelimesine bak, İslam Ansiklopedisi var ya oradan bak. Ne diyor? Uzalır mı? Kısalır mı? Görüşlerine bir bak bakalım nedir? Diyanet Vakfı’nın İslam Ansiklopedisi’dir.
Buldun mu? Enam suresinin 103.ayetinde, AllahTeala kendisini tanımlıyor. Diyor ki; “la tudrikuhul ebsar ve huve yudrikul ebsar: basiretler, onu idrak edemezler”. Yani çok ileri görüşlü, çok iyi kavrayışlı, çok anlayışlı olsanız da Allah’ı idrak edemezsiniz. Çünkü mesela şimdi şu ne? Buna ne diyoruz? Nedir bu? Bardak. İçindekini sormadım, bunu sordum. Yanlış cevap vermeyin. Bu, bardak değil mi? Niye buna bardak dediniz? Çünkü bunun bir benzerini çok gördünüz de onun için bardak dediniz değil mi? Peki Allah’ın bir benzeri var mı? Var mı? Onu benzetebileceğiniz bir şey yok ki kavrayasınız. Onun için basiretler onu kavrayamaz. “Ve huve yudrikul ebsar: ama O, basiret sahiplerini kavrar”. İnsanların ne durumda olduğunu gayet iyi bilir yani. Niye bilir? “Ve huve latiful habir: O latiftir”. Yani en ince noktaları bilir. Bırak sen dış noktasını, incenin de incesini bilir. Habirdir, her olup bitenden haberi vardır. O zaman biz, kavrayamayacağımıza göre Allah ile ilgili sözleri nasıl şey yapacağız. Tamam, Allah’ın varlığını ve birliğini kavrarız da Allah’ın nasıl bir varlık olduğunu kavrayamayız. Varlığını, birliğini her insan kavrar. Onda problem yok. Şimdi burada diyor ki; “kad caekum basairu min rabbikum: Rabbinizden basiretler geldi”. Yani Allah’ı kavrayacağınız delilleri size Rabbiniz bildiriyor. “Fe men ebsera fe li nefsihi: kim görürse kendisi için”,”ve men amiye fe aleyha: gözünü kapayan da kendi aleyhine kapatır”. Allah’ı kendi kafanıza göre tanımlıyorsa tanımlasın. “Ve ma ene aleykum bi hafiz” ben, sizi korumayacağım diyor C. Hakk. Ben, sizi korumam diyor. Benden koruma beklemeyin diyor. Çünkü imtihan yapıyor. Şunu korur da bunu korumaz ise, o zaman haksızlık olur değil mi? AllahTeala haksızlık yapmaz ki. Şimdi bakın şurada dün Fehmi’nin gönderdiği bir şey var. Hüseyin Atay Hoca’nın ki Türkiye’de kader konusunda ilk doktora yapan kişidir. Ve Kuranı Kerime Göre Kader. Sen okusana Yahya. Hüseyin Atay, nasıl tanımlamış kaderi?
Yahya Şenol: “Kaderin olmaması demek Allah’ın insanın ne yapıp ne yapmayacağını dair bir yazısı olmaması demektir”.
Abdulaziz Bayındır: “Bir yazısı olmaması demektir ki”, bu Türkiye’de ilk bu zat tarafından söylenmiştir. Allah eskiden yazmamıştır. Şimdi mesela az önce de Allah’ın yazdığından başkası başımıza gelmez ki o da ayette var. “Kul len yusibena illa ma keteballahu”(TEVBE 51) o ayeti de bir bul.
Yahya Şenol: “Allah, insanın yarın ne yapacağını bilir demek, insanın yapmasını zorunlu kılar ve insan yaptığından sorumlu olmaz demektir”.
Abdulaziz Bayındır: Bak, şimdi ortaya çıkarma meselesinde de ayete verilen mana değil mi? Ne yapacağını bilir. O zaman sorumluluk olmaz değil mi? Devam et.
Yahya Şenol: “Çünkü bu durumda insanın özgür iradesi kalmaz. Allah, insanın ne yapıp ne yapmayacağını bilmez de denemez. O zaman Allah’a cehalet ve bilmezlik nispet edilmiş olur ki bu olamaz”.
Abdulaziz Bayındır: İşte bak burada sınırı aşıyor Hoca. Kendi kafasına göre C. Hakkı tanımlıyor. Bir ayet söylemen lazım orada. Orada bir ayet söylemen lazım. O kadar çok ayet var ki: biz bilelim diye, bilinceye kadar. Mesela az önce Diyanet’in Kuran Yolu’nda verdiği anlamın yanlışlığını ortaya koymaya çalıştık da. Hatta şey yapalım. Bu da Diyanet Vakfı meali, ondan okumadın değil mi? Onu okudun mu? Onun devamını da okuyacaksın. Burada Diyanet Vakfı mealinde diyor ki; “andolsun ki içinizden cihad edenlerle sabredenleri belirleyinceye kadar”. Daha önceden biliniyorsa belirlemeden bahsedilir mi? Ayette de diyor ki; metinde şu: belirleme demiyor metinde. Diyır ki “ve le nebluvennekum: sizi kesinlikle zor bir imtihandan geçireceğiz”,”hatta na’leme: biz bilene kadar”. Demek ki ondan önce bilinmiyor değil mi? “Hatta na’leme: biz bilene kadar”. İmtihandan geçiriyorsa böyle olmak zorundadır. Neyi bilene kadar? “El mucahidine minkum: içinizden cihad edenleri”, her türlü zorluğa göğüs gerenleri. Ondan sonra başka? “Vessabirine: ve sabredenleri” bilene kadar, “ve nebluve ahbarakum: haberlerinizi ortaya çıkarıncaya kadar”. Yani bir de şahidler gelecek, görecek, gidio başka yerde anlatacak şöyle şöyle oldu diye. Bak “biz bilene kadar” diyor AllahTeala. Bunu Allah söylüyor. Biz Allah’a kafamıza göre tanım nasıl veriyoruz? Allah, siz anlayamazsınız diyor. Diyor ki böyle de diyemeyiz. E ne oldu peki şimdi? Devam et.
Yahya Şenol: “Ancak şu denebilir; insanın her yaptığı Allah’ın ilminin içindedir. Denizde balıkların hareket etmelerine, doğup büyümelerine, denizin bir etkisi ve baskısı olmadığı gibi..”
Abdulaziz Bayındır: Balığın hareket etmesinde denizin hiç bir etkisi yok değil mi? Denize lüzum yok, istediği gibi hareket edebilir mi? Deniz olmazsa nasıl hareket edecek ya? Nasıl yürüyecek, ne yapacak? Deniz olmazsa balık olur mu? Yani su olmadan balık olur mu? Evet devam et.
Yahya Şenol: “Denizin bir etkisi ve baskısı olmadığı gibi insanların hareketlerine ve özgür iradelerine de Allah’ın bir etkisi olmaz.
Abdulaziz Bayındır: Peki az önce demedin mi Allah bilir dediğin zaman sorumluluk olmaz? Şimdi ne oldu? Yani bu kafa karışıklılığını görüyormusunuz? Bu kafa karışıklığıyla islam aleminin bir milim ileri gitmesini bekleyemezsiniz. Yapacakları şey geri gitmektir. Başka hiç bir şey olmaz. Tamam. Bu ki kader konusunda Türkiye’de ilk defa doktora yapmış. Hem de doktorası da Kuranda İman Esasları. Tamam da hangi ayet kardeşim? Ayeti söylesene. O kadar çok ayet var ki bu konuda, bir tanesini okusan olmaz mı oraya? Bu hoca da arapçayı çok iyi bilen bir hocadır. Mesela Türkiye’de en iyi meallerden birisi onun tarafından yapılmıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı uzun yıllar bastı, sonradan basmaktan vaz geçti. Bilmiyorum neden dolayı. Onun sebebini de bilmiyorum. Peki bu böyle de az önce veba olan yerden çıkmasın dedi. Çıkmıyor. Niye çıkmıyor? E bu mantığa göre bu adamın çıkıp çıkmaması bir şeyi değiştirmez ki. İnsanların veba olacakları ezelden belli ise sayıları bir tane artmaz, bir tane azalmaz. Öyle değil mi? Çıksa ne olur, çıkmasa ne olur? Şimdi bakın, veba ile ilgili Ömer(ra)’dan gelen rivayet var. Ve Müslim’de geçen bir rivayet. Halife Ömer, veba salgını yüzünden Şam’a girmeyip geri dönme kararı verince bunu kaderden kaçış sayan Ebu Ubeyde’ye şunları söyledi. Ebu Ubeyde, kaderden kaçış sayıyor. Diyor ki; bunu sen söylememeliydin Ebu Ubeyde. Sen, Resulullah’ın terbiyesinde yetişmiş bir adamsın. Sen nasıl böyle bir şey söylersin? Evet diyor, Allah’ın kaderinden, Allah’ın kaderine kaçıyorum. Allah’ın kaderinden kaçılır mı? Tabiki kaçıyorum diyor. Allah’ın kaderinden, Allah’ın kaderine kaçıyorum. Ne demek bunun manası? Çünkü veba salgını olan yere girdiğiniz zaman o hastalık size bulaşır. Bu, Allah’ın kaderidir. Yani Allah’ın koyduğu ölçüdür. O ölçüyü Allah koymuştur. Girmezsen bulaşmaz. Bu da Allah’ın kaderidir, o da Allah’ın koyduğu ölçüdür. Kader budur. Kader, C. Hakkın koyduğu ölçüdür, standarttır. Burada bir şey daha söylüyor. Allah’ın diyor, bilgisinin zamanla da bir ilgisi yoktur diyor. Bak, onu atladık. Allah’ın ilmi bütün zamanları kuşatmıştır. Ne demek yani? Kıyamete kadar olmuş, olacak her şeyi biliyor. E peki niye imtihan yapıyor her şey belliyse? Ne gerek var? Ne anlamı var? Ondan dolayı derler ki; bir çocuk anne karnındayken cennetlik mi cehennemlik mi belli. Allah Allah! Bunu nereden çıkarıyorsunuz? İşte bu kafa karışıklığı ve enteresan olan da şudur: Mesela Hüseyin Atay Hoca’nın çok güzel ortaya koyduğu şey: kuranda kader inancı diye bir inanç yoktur ama gel gör ki kelimelerin anlamı değiştirilerek, nuran tam bir kaderci kitap haline getirilmiştir. Biraz sonra onu da görürüz inşallah onunla ilgili ayetler ecel konusu dolayısıyla. Ve burada diyor ki; Allah’ın zamanla da bir alakası yok. Bütün zamanları bilir. Ya kardeşim, az önce okuduğumuz ayette “hatta na’leme” diyen Allah. Biz bilene kadar sözünü söyleyen Allah. Rahman suresinde “se nefrugu lekum eyyuhes sekalan: ey insan ve cin toplulukları, sizin için de zaman ayıracağız”(RAHMAN 31) diyen Allah. Allah, kendisini zamanla bağlı saydığı halde ama insanlar tutuyor zamanı ayrı bir varlık sayıyorlar. Yani işte şu şey gibi. Diyorlar ki; zaman, işte şu masa gibidir, masanın şu başındaki karınca bu taraftaki olanı bilmez ama masayı yaratan bilir. Güzel. Güzel de o karınca, daha buraya gelmeden burada olacak olanı biliyorsa, biz bu masadan bahsetmiyoruz. Daha doğmamış bir kişinin ne yapacağından yada bir saniye sonra adamın ne yapacağından bahsediyoruz. Soru, masa sorusu değil ki. Zamanı biliyor demekle de kurtulamazsınız kusura bakmayın. Yani şimdi biliyorsunuz buraya Saim Yeprem Hoca geldi. İki saatten fazla Allah zamanla bağımlı değildir diye bir konuşma yaptı. Kendisine her ayeti okudum. Hocam bu ayet ne oluyor? Cevap: mako. Mako ne demek? Iraklılar öyle derlermiş: cevap yok. Sualler sorduk, cevap: mako. Hocam dedim, peki bunun mantıki izahı var mı? Mantık izahı da yok. Kurandan delili yok. Fıtrattan delil yok. Mantıki izahı yok. Eee? Ondan sonra Allah böyledir diyorsun. Allah’ın kendini tanımladığı ayetleri almıyorsun, Allah’ın fıtrat delilini almıyorsun, Allah’ın sana verdiği aklı kullanmıyorsun. Bu ne biçim şeydir yani. Yani ilim, insanları gereksiz şeylerle meşgul edip edip en sonunda da pat diye yere düşürmek midir yani? Acaba bir şey mi söyleyecek falan diye. Şimdi peki mesela AllahTeala bu kadar enbiyayı niye gönderdi her şey belli ise? Dolayısıyla şey doğru yani, kader sorumluluğa mani değildir. Bak Ömer(ra)’ın görüşüyle alırsanız son derece doğrudur. Çünkü Allah ölçü koymuştur. Veba hastalığının olduğu yere girersen hasta olursun. Bu bir kaderdir. Yani Allah’ın koyduğu bir kanundur. Girmezsen o sana bulaşmaz. O da bir kanundur. İşte Resulullah’ın hadisinde, oradan çıkarsan mikrobu başkasına bulaştırırsın. Allah’ın bir kanunudur. Çıkmazsan bulaştırmazsın, bir kanundur. E şimdi sen kendin sabrediyorsun, başkasına da bulaştırmamak için gayret gösteriyorsun ve neticeyi de C. Hakk’dan bekliyorsun diyorsun ki Allah’ın yazdığından başkası olmaz. İşte o zaman şehid gibi değerlendirilir demiş Resulullah hadisinde.
Evet şimdi gelelim ecel konusuna. Abdurahman oku bakalım ecelle ilgili olarak.
Abdurrahman Yazıcı: İslam Ansiklopedisi’nin ecel maddesinden okuyacağım.
Abdulaziz Bayındır: Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi değil mi?
Abdurrahman Yazıcı: Buraya önce sahabenin ecel ile ilgili görüşüne yer vermiş. İsterseniz önce onu şey yapayım.
Abdulaziz Bayındır: Yook, şey yapma istersen, sen şu andaki asıl görüş ne? Esas onu söyle.
Abdurrahman Yazıcı: Selefi’ye, Maturidi’ye, Eşari’den oluşan ehli sünnet alimlerine göre ecel, daha çok Allah’ın canlıların öleceğini bildiği zaman diye tarif edilir. Buna göre ecel, hsyat süresi ve ölüm için takdir edilen zamanı ifade ettiğinden kader ile ilgili bir konudur. Bu sebeple, canlıların yaşayacağı tek olup kesinlikle değişmez.
Abdulaziz Bayındır: Bak buraya dikkat edin. Bunu unutmayın bakın. Selefiler, Maturidiler ve Eşariler. Ama İmam Maturidi bu görüşte değil. Onu da ben size söyleyeyim. İmam Maturudi’nin Et Tevilat’ında böyle bir görüşü yok. Ama Maturidiler şey yapıyor. Şimdi Dr. Zeki Bayraktar arkadaşımız, bizim önümüzdeki Kitap Ve Hikmet dergisine bir yazı hazırlamış. Neydi başlığı Ebu Hanife, Hanefimiydi? Gerçekten yani bu büyük zatların isimlerini alıyorlar ama acaba onların yolundalar mı? Müslümanlar ne kadar kuranın yolunda. İşte az önce gördük. Ne kadar Resulullah’ın yolunda? İşte Ömer(ra)’ın konuşmasını gördük. Evet şimdi bunlar ne diyorlarmış? Şu andaki Selefiler yani. Şu andaki Maturidiler ve şu andaki Eşariler. Ne diyorlarmış?
Abdurrahman Yazıcı: Kesinlikle takdir edilen zaman kaderle ilgili. Üstelik canlıların yaşayacağı ecel tek olup kesinlikle değilmez. Hiç bir canlı kendisi için takdir edilen zamandan önce hayat bulamayacağı gibi hakkında takdir edilen ölüm vakti gelmeden d ölmez.
Abdulaziz Bayındır: Evet şimdi tamam. Enes Hoca, sen bu konuda bazı şeyler söyleyecektin. Seni de dinleyelim.
Enes Alimoğlu: İbrahim suresi 10.ayet. “Kalet rusuluhum e fillahi şekkun fatırıs semavati vel ard, yed’ukum li yagfire lekum min zunubikum ve yuahhırekum ila ecelin musemma”.
Abdulaziz Bayındır: İbrahim suresinin 10.ayetinde Allah’ın gönderdiği bütün elçiler, ümmetlerine şunu demiş; “e fillahi şekkun fatırıs semavati vel ard: gökleri ve yeri yaratan Allah da şüphemi olur” demiş.
Enes Alimoğlu: “Yed’ukum yagfire lekum min zunubikum: sizi çağırıyor: günahlarınızı bağışlamak için çağırıyor”.
Enes Alimoğlu: “Yuahhırekum ila ecelin musemma”.
Abdulaziz Bayındır: Sizi, eceli musemmanıza kadar geriye bırakmak için çağırıyor. Eceli musemma, yani belirlenmiş olan ecel. Mesela bu eceli musemma kelimesi, hepimizin anlayabileceği bir örnekle C. Hakk tarafından bize bildirilmiştir. Bakara suresinin 282.ayetinde de geçiyor. “İza tedayentum bi deynin ila ecelin musemma: belli bir süreye kadar borçlandıysanız”. Yani ne yapıyorsunuz? Borcun tarihini yazıyorsunuz değil mi? Yazıyorsunuz, diyorsunuz ki; falanca gün borcunu ödersin. İşte ecli musemma bu. Yani adı konmuş, şu gün, şu saatte, şu saniyede bu kişinin ömrü bitecek. Diyor ki; gelin diyor, bizim dediklerimizi yapın. Allah, sizi eceli musemmanıza kadar yaşatsın diyor. Nasıl söylüyor orada ayeti?
Abdurrahman Yazıcı: İlgili ayette geçen eceli musemma, kıyametin kopması da dahil olup bununla insanın değil kainatın eceline işaret edilmiştir. Kaza yoluyla da olsa katil yoluyla da olsa herkes ecelinde ölür.
Abdulaziz Bayındır: Bakın şimdi. Ayeti bir kenara atıyorsunuz. Bak dikkat edin. O kadar çok ayetler dışlanıyor ki burada ve islam inancı diye bir şey ortaya konuyor. Ve islam değil. Biliyorsunuz epey bir zamandır biz bu paralel kelimesini hoşumuza gitti kullanıyoruz. Paralel din var. Bu paralel din ortadan kaldırılmadıktan sonra müslümanlardan hiç bir şey beklemeyin. Müslümanlar ya pısırık olur yada zekasını kullanıyorsa ateist olur. Ortada kalmaz. Ya pısırık olur: bir hikmet vardır canım, ben fazla ilgilenmiyorum. Beni fazla şey yapma. Tamam işte der yada ateist olur. Çünkü bu inanç, Allah’ın dini değil. Bak ayete ne mana verdiklerini bir daha oku.
Abdurrahman Yazıcı: İlgili ayetteki eceli musemma, kıyametin kopması da dahil olup, bununla insanın değik kainatın eceline işaret edilmiştir.
Abdulaziz Bayındır: Tamam. Şimdi o ayette ne dedi AllahTeala? Bütün resuller böyle dedi. Şimdi bak kuranı kerimde AllahTeala’nın her şey için de verdiği bir örnek vardır. O resullerden bir tanesi de Nuh(as) mı? Şimdi ben, Nuh suresinden okuyacağım. Hocalar gibi kafası bozulmuş olanlara değil ama kafası sağlam olanlar anlarlar. Yani bu okullar, diplomalı cahil yetiştiriyorlar. Şartlandırıyorlar, şartlandırıyorlar. Kafa şartlanıyor, şartlanıyor, e bir bildikleri vardır diyor. Ondan sonra bir de diploma veriyorlar sen alim oldun diye. Hadi git tamam. Böyle şey olur mu ya! Bak ne diyor AllahTeala. Ve çok ilginç, ben böyle bir şey hiç beklemiyordum gerçekten. Şu anda Türkiye’de hakim olan o. Suudi Arabistan’da hakim olan o. Yani islam aleminin büuük bölmünd bu. Peki Şia’da nasıl?
Sonya Cihangir: Bizimle aynı görüş. Ecli musemma, Allah’ın belirlediği ölçü ama sılayı rahim hazırlıklı olsa o, ecli tehir edebiliriz.
Abdulaziz Bayındır: Peki yani bir insan, yazılı ecelinden önce ölür mü? Erken ölebilir mi?
Sonya Cihangir: Musemmadan önce ölebilir. Evet. İhtiyat yapmazsa mesela.
Abdulaziz Bayındır: Peki şimdi banun bu kuranın 71.suresi. Az önce Enes Hoca, İbrahim suresinin 10.ayetinde okudu. Allah’ın resulleri diyor ki; gelin diyor, bize itaat edin. Allah sizi, eceli musemmanıza kadar yaşatsın diyor. Şimdi burada o resullerden bir tanesi Nuh(as). Bakalım ki kıyametin vakti ilgilimiymiş eceli musemma? Diyor ki bak burada AllahTeala;. Yani Nuh(as)’dan naklen. Nuh(as) diyor ki kavmine; “kale ya kavmi inni lenum nezirun mubin: ben, sizin için apaçık bir uyarıcıyım” sizi açıkça uyarıyorum yani. “En ya’budullahe vettekuhu”:Allah’a kul olun ve ona karşı kendinizi, yani yasaklarına karşı kendinizi koruyun. Allah’ın cezasına karşı kendinizi koruyun. “Ve atiun: benim dediklerimi yapın”. Yapın da “yagfirlekum min zunubikum: Allah, sizin günahınızı affetsin”,”ve yuahhırkum: sizi yaşatsın”,”ila ecelin musemma: eceli musemmanıza kadar yaşatsın”. Eceli musemmanıza kadar yaşatsın yani kıyamete kadar yaşatsın demek mi? Hanginiz böyle anlıyorsunuz? Yani bu insanlar, ehli sünnetten olanlar, kıyamete kadar mı yaşıyormuş? Öyle olsa, dünyada herkes ehli sünnetten olur. Eceli musemma nasıl kıyamet olur, değişmez diye. Bak, ecelü musemmanıza kadar sizi yaşatsın diyor. Ondan sonra bir şey daha söylüyor; “inne ecelallahi iza cae la yuahhar: Allah’ın biçtiği ecel geldiği zaman geriye bırakılmaz” yani bunu baştan yapacaksınız. Geldiği zaman geriye bırakılmaz ne demek? Asıl soru bu. “İnne ecelallahi iza cae la yuahhar” bu ne demek? Çünkü bak diyor ki tekrar edeyim iyi anlaşılsın. Çünkü bu çok çok mühim bir noktadır. Gelin diyor. AllahTeala, sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi ecli musemmanıza kadar yaşatsın.
Enes Alimoğlu: Aynısını Peygamber(as) da diyor.
Abdulaziz Bayındır: Ne diyor hadiste?
Enes Alimoğlu: Hud suresinde, ben okuyayım, sonra siz tercüme edersiniz. “Kitabun uhkimet ayatuhu summe fussilet min ledun hakimin habir, ella ta’budu illallah inneni lekum minhu nezirun ve beşir ve enistagfiru rabbekum summe tûbû ileyhi yumetti’kum metaan haenen ila ecelin musemma”(HUD 1-2-3).
Abdulaziz Bayındır: Orada söylediği anlamı verme: milyarda bir ihtimal var mı? Arkadaşlar, bunlar, basit olay değil. O, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, ecel konusundan bahsediyor. Siz diyırsunuz ki; ecel, ne uzar ne kısalır diyorsunuz. İlgili ayeti de kıyamete şutluyorsunuz afedersiniz. Yani başka söylenecek bir söz yok. Milyarda bir ihtimal yok o anlama. Siz, onunla bir din oluşturuyorsunuz. Bana diyorlar ki çok sertsin. Valla bu çok yumuşak davranıştır. Allah’ın dinine karşı, bu kadar insanların böyle robotlaştırılmasına sebebiyet veriyorsun. Ondan sonra da bizden teşekkür mü bekleyeceksin? Hiç kusura bakma, çok beklersiniz. Evet işte Hud suresinin ki Hud suresi 11. suredir. Resulullah da aynı şeyi söylüyor. Bak o zaman asıl soru, burayı da okuyayım soru iyice netleşsin zihninizde. Diyor ki AllahTeala; bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmış, sonra hakim ve habir tarafından yani Allah tarafından açıklanmıştır. İşte biz, şu anda ayeti kendimiz açıklamayacağız. Kendi açıkladığı zaman ne olurmuş? Bak burada diyor AllahTeala; “ella ta’budu illallah: Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye”. Açıklamayı Allah yapıyor. Niye? Başkasına kul olmayalım diye. Peki açıklamayı ben, Abdulaziz Hoca olarak nasıl olsa bana saygı duyuyor millet falan işte. Bir de çok aldatıcı da şeyler vardır. Anlatırsın bir sürü hikayeler. Adamlar da bulursun, onlar da anlatır. Olmayanları da anlatırlar. Peki ben kendim Allah’ın ayetini açıklarsam, bu ayete göre kendimi kimin yerine koymuş olurum? Allah’ın yerine koymuş olurum. Peki kendimi Allah’ın yerine koymaktan daha büyük bir günah biliyormusunuz siz? Ve orada öyle bir açıklama yapıyorlar ki ayetin metniyle yakından uzaktan alakası da yok. Şimdi bak Allah öyle diyor. Diyor ki; muhkem kılınmış Allah tarafından. Ben şimdi Allah’ın ecel geldiği zamanı nasıl açıkladığını biraz sonra Allah’ın ayetlerinden okuyacağım. Yani hiç biriniz diyemeyeceksiniz ki Abdulaziz Hoca açıkladı. Onu ayetten okuyacağım. Ama önce problem zihninizde iyice netleşsin diye Resulullah’ın söylediği şeyi okuyacağım ayetten. Resulullah da diyor ki; “inneni lekum minhu nezirun ve beşir: ben de sizin için bu kur’anda olanla uyarıcı ve müjdeciyim”. Kur’anda ne varsa onu anlatıyorum, o kadar. Peki bunlar, kur’anda olanı mı anlatıyorlar Allah’ın dini adına? Bugün tüm islam alemi dediğimiz o aleme, C. Hakkın ahirette, içlerinde tabiki iyiler vardır ama islam aleminde en şanslı olanlar kimdir biliyormusunuz? Cahillerdir. En şanslı olanlar onlardır. Çünkü Allah’ın emrine uyduklarını zannederek, kendilerine kuranın anlatıldığını zannederek o şeyi yapıyorlar. “Ve enistagfiru rabbekûm summe tûbû ileyh: Rabbiniz’den mağfiret dileyin ve ona yönelin”,”yumetti’kum metaan hasenen” aynen Nuh(as)’ın dediği gibi; sizi çok güzel bir nimetle nimetlendirsin. Yani dünyanız da mutlu olsun. “İla ecelin musemmen: belli bir zamana kadar”. Yani size tanınmış sürenin sonuna kadar. Her birimizin bir eceli musemması vardır. Biz, onu bilmiyoruz. Allah yarattığı zaman, son kullanma tarihi diyoruz ya. Üreticiler onu koyar değil mi? Bizi üreten de AllahTeala’dır. Her birimiz için son yaşama süresi koymuş. Eceli müsemmamız var. “ve yu’ti kulle zi fadlin fadlehu: her fazilet sahibine de faziletini versin” yani ayrıca da ikramda bulunsun. “Ve in tevellev: ama bu dediklerimi yapmaz, yüz çevirirseniz”,”inni ehafu aleykum azabe yevmin kebir: o büyük günün azabından sizin için korkarım”(HUD 3). Şimdi buradan, hepimizin bildiği Nuh kavmini düşünün. Nuh(as) kavminde, inananlar ve onun ailesinden olanlar dışında herkes ne oldu? Boğuldu değil mi? Peki orada son anda birisi inansaydı? Yani her şey bitmeden son anda biri inansaydı o da gemiye binermiydi? İşte Nuh(as)’ın söylediği bu; bana itaat edin. İşte o gemiye binenler eceli musemmalarına kadar yaşadılar. Öbürleri ölüp gittiler. Şimdi ben bunu, size bir örnekle yani C. Hakkın kur’anı kerimde verdiği bir örnekle anlatmaya çalışacağım. Saffat suresi 37.sure 139.ayet. Burada diyor ki AllahTeala “ve inne yûnuse minel murselin: Yunus da elbette elçilerdendir”(139). Yunus(as), Irak’ta Ninova yani Musul’da yaşamış bir nebidir. O bölgeye Ninova diyorlar. Zaten kabri de orada. Şehre girerken solda, bir tepenin üzerinde. “Ve inne yûnuse minel mursrlin: Yunus da elçilerden biridir”(139). “İz ebeka ilel fulkil meşhun: dolu gemiye kaçmıştı”(140). Niye kaçmıştı? Çünkü Allah’ın müsadesi olmadan gitmişti. Kadercilere göre o da kaderde vardı değil mi? Büyük bir ihtimalle Basra körfezinde bir gemiye binmiştir. Çünkü oradan, oraya gidilebilir. “Fe sâheme kâne minel mudhadîn”. Tabi bugünkü büyük gemiler değil. O gemi artık küçük, bir kaç insanın fazlalığı bir gemiyi batırıyor. Orada bir kaç kişi fazla. Mesela 10 kişi fazla. Hadi bakalım, kura çekiyoruz. Kime kura çıkarsa onu denize atacağız diyorlar. Kuraya mecburen O da katılıyor. Orada onu kimse nebi olarak bilmez ki. Kaçmış gelmiş bir adam. Kaybeti. Oradan denize atıldı tabi. “Feltekamehul hûtu: Onu, büyük bir balık yuttu”,”ve huve mulîm: O, kendisini ayıplıyordu; ben yanlış yaptım diye”(142). Şimdi balığın karnında ama orada yaşıyor. Musul’da yaşayan bir adam. Bir balık kendisini yutacak ve balığın karnında yaşayacak. Böyle bir şeyi düşünebilir mi? Böyle bir balığı hayal edebilir mi? Mümkün değil yani. O zaman, atıldığı zaman şunu düşünür: iyi kurtulduk. Demek ki ben birkaçtane taşın arasına girdim. Şu anda karanlık, yarın hava açılır çıkarım. Değil mi yani. Çünkü orada nefes alıyor, veriyor. Mesela balinanın ağızını gördüğü zaman bir mağara gibi görüyorsunuz. Bir balık ağızı diye bir şey anlamanız mümkün değil yani. Dolayısıyla şeyde, biliyorsunuz AllahTeala’nın tevbeyi kabul edeceği zamanlar vardır. Nisa suresinin 17-18.ayetlerinde C. Hakk, orada bildirir. “Ve leysetit tevbetu lillezine ya’melunes seyyiat hatta iza hadara ehadehumul mevt: ölüm gelip çatıncaya kadar yanlış il yapanların tevbesi tevbe değildir”. “Lâllezine yemutune ve hum kuffar: kafir olarak ölenler”(NİSA 18). “Ölüm, gelip çatana kadar”. Orada yaşıyor ise artık ölüm kaçınılmaz der mi öyle bir adam? Balığın yuttuğunu düşünemez ki. Demez, değil mi? O zaman ölüm gelip çatmış değil Ona göre. Hani Onun açısından ölüm gelip çatmış değil. O zaman ne yapıyor burada? Burada tevbe ediyor. Diyor ki (burada geçmiyor da başka bir ayette)”fe nâdâ fi zulumat”. Yunus(as), kendini karanlıklarda hesabediyor. İşte, gecenin karanlığı, taşların arasında düşünür yada bir kuyuya düştüm galiba. Öyle bir şey. Enbiya 87.ayet. “Fe nâdâ fiz zulumat”: karanlıklar içerisinde C. Hakka seslendi. “En la ilahe illa ente subhaneke inni kuntu minez zalimin”:ya Rabbi, senden başka ikah yoktur. Ben sana boyun eğerim. Ben yanlış yaptım diyor. Ben, yanlış yapanlardanım. Yani senden izin almadan geldim. Bunu, ben hakettim diyor. Bu bir tevbe mi? İşte diyor ki AllahTeala burada; Yunus(as), orada bu tevbeyi yapmayabilirdi değil mi? Yada öleceğini anlamış olsaydı, tıpkı “hatta iza edrakehul garaku” Firavun ile ilgili. Ölüm gelip çattığı zaman, artık ölüm kaçınılmaz. %100 olduğunu anladığı zaman ne dedi; “ilallezi amenet bihi benu israile ve ene minel muslimin”(YUNUS 90). Orada diyor ki; İsrailoğulları’nın inandığı ilahtan başka ilah yoktur diyor. Ben ona inandım. Ben müslümanlardanım diyor ama artık vakit geçti. Onun için AllahTeala diyor; “al ane: şimdi mi?” şimdi mi diyor. “Kad asayte kablu” az öncesine kadar isyan edip duruyordun. Ama şimdi Firavun ile Yunus(as)’ın fark şu: Yunus(as), ölmek üzere olduğunu falan bilmiyor. O, karanlıklarda olduğunu düşünüyor. Bu, garaku: boğulmakta olduğunu düşünüyor. Boğulmakta olduğunu düşünen için artık kurtuluş yok. Ama O, karanlıklarda. Biraz sonra güneş gelir bir şekilde çıkarım dışarıya diyor. İşte orada diyor ki AllahTeala; “ve lev la ennehu kane musebbihin”(SAFFAT 143) eğer O, bu tesbihi yapmasaydı yani bu yalvarışı yapmasaydı Yunus ki bunu yapan başkaları da varmış. Öyle diyor AllahTeala. “Le lebise fi batnihî illa yevmil yub’asun: kesinlikle O, balığın karnında, tekrar dirilme gününe kadar kalacaktı”(SAFFAT 144). Şimdi biliyorsunuz o büyük balıklar denizde ölmezler. Denizin kenarında ölürler. Hani balinalar intihar etti, yunuslar intihar etti falan derler ya. Onların ölümleri öyledir. O da gidecekti bir deniz kenarına ve ora da onun kabri olacaktı orası. “Fe nebeznahu bil arai ve huve sakim”(SAFFAT 145), biz onu yani balığın karnından çıkartıyor ve Onu, C. Hakk, hasta bir vaziyette açık alana şey yapıyor. Ondan sonra biliyorsunuz. “Ve enbetna aleyhi şecereten min yaktîn”(SAFFAT 146), kabak gillerden bir şey bitirmiştik o açık alanın üstünde. Kabak gillerden de otlar bitirmiştik. Yani onu, güneşin ışığına karşı koruyacak bir yapı vardı orada diyor. Ondan sonra “ve erselnahu ila mieti elfin ev yezidun””?(SAFFAT 147), orada çıktıktan sonra tekrar Musul’a geliyor. Yüzbin yada daha fazla kişi Ona inanıyor artık ondan sonra. Çünkü ayrıldıktan sonra onlar da başlarına bir bela gelecek diye korkup bela gelmeden onlar da tevbe etmiş oluyorlar. Onun da ayeti vardı. Yunus suresi 98 yani 10. sure, 98.ayete bakın. Burada şunu söyleyeyim: Yunus(as)’ın yaptığı ile Nuh(as)’ın uyarısını birleştirin. Gelin, bana itaat edin ki Allah sizi, eceli musemmanıza kadar yaşatsın. Yunus(as) orada ölseydi eceli musemmasından önce ölmüş olmayacakmıydı? Burada kapalı bir taraf var mı? İşte bizim tek sıkıntımız şudur: kur’anı biz açıklamaya kalkıyoruz. Halbuki Allah, bu yetkiyi Resulullah’a da vermemiştir. Siz, ilahiyatlarda, medreselerde okunan kitaplara bakın. Bunlar zaten Resulullah’ın açıklama yetkisi olduğunda kimsenin şüphesi yoktur. Tabi önce ona verecek ki kendine de sıra gelsin. Şimdi Allah’ın açıklamasına baktığınız zaman mesele çözülüyor mu? Bak Allah’ın resulü diyor ki; bak gelin itaat edin, Allah sizi eceli musemmanıza kadar yaşatsın. İtaat etmeyenler ne yapıyor? Nuh tufanında gidiyorlar. Eğer Yunus(as) da o itaati yapmasaydı orada ölüp gidecekti değil mi balığın karnında? Allah öyle söyledi. Peki itaati yapınca ne oldu? Denizin kenarına çıktı, iyileşti. Gitti ve eceli müsemmasına kadar yaşadı. Şimdi, ecl uzamaz ve kısalmaz. Bir daha okurmusun Abdurahman.
Abdurrahman Yazıcı: Selefi, Maturidi, Eşari’ye göre canlıların eceli tek olup, kesinlikle değişmez.
Abdulaziz Bayındır: Bak, “kesinlikle değişmez”. Öylemiymiş? Yani burada hocaların dışında değişmeyeceğini kabul eden bir insan bulabilirmisiniz? Kendi kafalarını şartlandırmış. Onun için diyorum bunlar diplomalı cahiller. Yanlış mı söylüyorum? Allah’ın kitabından okuduk bunları. Ecel konusu, doğru bildiğimiz yanlışlarda daha ayrıntılı olarak anlatılıyor. Ama şimdi Yunus suresi 98,ayeti okuyalım. Bak, Yunus kavmi de tevbekar oldu. Ama ne zaman tevbekar olmuş? Bakın lütfen buna çok dikkat edin. Yunus suresi 98’e.
Abdurrahman Yazıcı: Burada bir eleştiri de var Hocam. İki ecel kabul etmek veya ecelin değişebileceğini savunmak, ilahi ilimde değişikliğin meydana gelebileceğini benimsemek anlamına gelir ki bu husus Allah’ın kullarının akibetlerini önceden bilmeye muktedir olmamasını ve dolayısıyla ona beda görüşü nispet edilmesini gerekli kılar. Bu ise uluhiyyet makamıyla bağdaşmaz.
Abdulaziz Bayındır: Bak görüyormusun? Bak, Allah’a kendileri rol biçiyor. Okuduk ya ayetleri. Kendi kafalarına göre bir akide koyuyorlar. İşte bu yepyeni bir din değil mi? Allah’ın dini mi bu? Vu ne ya? Bu ne? Onun için çıkıp da vatandaşa efendim, peki bu mantıkta olan insanların efendim kader ve ecel tedbire ve sorumluluğa mani değildir sözünün bir kıymeti harbiyesi olur mu? Ne demek yani Allah aşkına ya! Peki şimdi bakın burada ne diyor? Buraya da çok dikkat edin. Yunus kavmiyle ilgili. “Fe lev la kanet karyetul amenet”. Nuh kavmini bir düşünün lütfen önce. “Fe lev la kanet karyetul amenet fe nefeaha imanuha: bir ülke keşke inansaydı da inancının faydasını görseydi”. “İlla kavme yûnus: Yunus kavminden başkası bunu yapmadı”. Nuh kavmi inandı mı? İnanmadığı için tamamen helak oldu değil mi? Keşke diyor faydasını görseydi. Faydasını görmesi ne olurdu? Helak olmamak olurdu değil mi? Bak diyor ki; “illa kavme yûnus: sadece Yunus kavmi hariç”.”Lem ma amenu: ne zaman ki inandılar”,”keşefna anhum azabel hızyi: onlardan, o kendilerini rezil ve rüsvay edecek azabı kaldırdık”. Ya Allah kendini böyle tanımlıyor, sen de diyorsun ki böyle olursa Allah’a cahillik isnadı. Ya kardeşim, esas cahilliği sen yapıyorsun. Cahillik değil, sen kendi kafana göre Allah’a diyorsun ki; ya Rabbi, sen bilmiyorsun aslında. Ben daha iyi biliyorum senden. Öyle olmuyor mu? Sen bu işlere karışma demiş oluyorsun. Bir de alim olarak çıkıyorlar. Allah selamet versin bizim İstanbul müftüsü Selehattin Kaya Hoca. Onunla 18 sene beraber çalıştık. Bana o ilk zamanlarımda gelirdi. Bana Celal Hoca’nın şeyini anlatırdı. İmam Hatip okullarını ilk kuran Celal Ökten Hoca’nın bir sözünü söylerdi. Dermiş ki; şu kitapların hepsini kaldırmak lazım müslümanların kendilerine gelmeleri için. Ben de içten içe kızardım. Ona saygımdan bir şey demezdim de. Geçende buraya geldi. Hocam dedim, sen haklıymışsın. Ben, o zaman sana kızardım. “Lem ma amenu keşefna anhum azabel hızyi fil hayatid dünya: bu dünyadaki rezillik azabını kaldırdık”. Yani imanmasalardı ne olacaktı? Nuh kavmi gibi olacaklardı değil mi? “Ve metta’nahum ila hîn: bir süre daha onlara imkanlar verdik/nimetler verdik yaşattık”. E peki ecel kısalıyormuymuş? Tamam. Şimdi peki başka bir şey daha söylüyormusun? Sorulara geçelim o zaman. Çünkü aslında konuşulacak o kadar çok şey var ki. Ecelle ilgili artan soru olursa onu haftaya da erteleyelim tamam mı. Kaybetmeyin. Çünkü bu konu çok iyi bilinmesi lazım.
Enes Hoca: “Ve ma yuammeru min muammerin ve la yunkasu min umrühi”(FATIR 11)
Abdulaziz Bayındır: Mesela ayette, ömürün noksanlaştırılmasından açıkça bahsedilmedine rağmen ne diyor tefsirler?
Enes Alimoğlu: Diyor ki; burada ömürde noksanlaştırılan başka ömür verilen başka olduğu zaman problem çıkmaz diye tefsir ediyor.
Abdulaziz Bayındır: Aynı kişi değil. Birisi kısa yaşayılıyor, birisi uzun yaşatılıyor.
Enes Alimoğlu: Buradaki zamir, “muammer”e gidiyor.
Abdulaziz Bayındır: Yani ayetin metnini yani sadece kendi koydukları sistem çökmesin diye az önce ayete asla verilemeyecek bir anlam verdiler. Burada bu defa da ayetin metnini asla olmayacak şekilde parçalıyorlar. Geliyorsun, ya bu ceketi çok sevdim. Ne kadar güzel. Şu makasla şuradan bir alayım diyor. Öbürü de şu yakasını alayım diyor. Ne alanın işine yarar ne ceketi giyenin işine yarar. Değil mi? Allahını seversen yani. Hiç olacak şey değil. Evet şimdi sorulara geçelim. Aslında burada söylenecek o kadar çok şey vardı ki. Yani orada alınması gereken tedbirler, bilmem Avrupa, bilmem şu, bu. Ya kardeşim bir bakın. Biz de ne var ki. Bizdeki sistem mesela Osmanlı’da uygulanan sistemde müfettişlik falan yoktur. Bir kere şu müfettişlik, teftiş teşkilatını kesinlikle kaldırmak gerekiyor. Müfettişlik diye bir şey olmaması lazım. Asla olmaması lazım. Osmanlı ne yapıyordu? Her vatandaşa müfettişlik yetkisi veriyordu. Müfettişin kim olduğu belli. Karşılıyorsun, tamam işte ayarlarsın. Ohh! Rapor da verilir biter. Yine Selehattin Hoca’dan şey yapayım. Bizim İstanbul Müftülüğü’nde Sultan Abdulhamid’in eliyle yaptığı mobilyalar vardır. Benim oturduğum oda öyleydi. Masam, Onun yaptığı masaydı. Sehpalar, onun yaptığı sehpaydı falan. Şimdi bir tamirat yapıldı. Adamlar getirdi el demiriyle kapıları şey yaptılar, her tarafını bozdular. O tarihi yapıya çok zarar verdiler. Selahattin Bey’i tanıyanlar bilir. Yani O, kolay kolay sinirlenen bir adam değildir. Ama öylesine sinirlendi ki. O müteahhite dedi ki; ibreti alem için seni şu müftülğün kapısına asmak lazım dedi. Bayındırlık müfertişleri geldi, olumlu rapor verdiler. İstanbul müftüsünü dinlemeden. Onun için bu teftiş teşkilatı kesinlikle kaldırılmalıdır. Ama Osmanlı’da öyle bir yapı var ki Dr. R. Murphey vardır. Uluslar arası sahada en önde gelenlerdendir. Michigan Üniversitesi’ndeydi. Daha sonra İngiltere’de çalışmıştı. Bir kaç sene evvel geldi buraya. Ben orada 21 sene olduğum için Avrupa’da, Amerika’da beni tarihçi olarak bilirler. Fıkıhçı olarak bilmezler. Bir gün oturuyoruz. Sorulara daha sonra cevap verelim. Onlar kaybolmasın. Haftaya cevaplandıralım o soruları tamam mı? Yeni gelecek sorular falan da gelsinler. Eskiden bizim orada şey yok. Şeriyye sicilleri arşivi. Hani Osmanlı mahkeme arşivi. O arşivde kalorifer falan yoktu. Sonradan yapıldı kalorifer. Bir tane soba var, o da benim odamda. Diğer odalar buz gibi kışın. Geldi, çalışıyor. Benim odama oturdu. Bir belge okuyor. Böyle yapıyor. Ne oldu dedim sana? Ne yapıyorsun böyle? Ya kardeşim, böyle şey olur mu dedi ya. Ne oldu dedim, hayırdır. Ya dedi, şu dedi perşembe pazarında bir han tamiri belgesini okuyorum. Karaköy’deki. Oradaki bir hanın tamiri. Bakıyorsun, hiç, sıradan bir adama vermişler tamire. Burada bir sürü yolsuzluk olur diyorsun. Ya kardeşim diyor, oranın denetimini o bölgenin önde gelen adamlarına vermişler. Bu adam orada bir tane malzemeden çalamaz. Bir yanlış bir şey yapamaz. O aldığının tamamını verse onların hiç birisi rüşvet diye alamaz. Bir kişi değil, iki kişi değil. Ya dedi kardeşim, bu basitlikte mükemnelliği nasıl yakalamış bu Osmanlılar. Ben ona hayret ediyorum dedi. Son derece basit. Her şeyd öyleydi. Mesela işte mahkemeler. Osmanlılar da ben ulemayı çok tenkid ederim. Onu gayet iyi biliyorsunuz. Sıkıntı ulemadadır, yönetimde değil. Ulemadadır sıkıntı. Onlara o kadar kanuni koruma sağlanmasına rağmen verilen şeyi kullanmamışlardır. Tam bir özerklik vardır ilim adamlarında. Fatih kanun nağmelerinde vardır. Öyle bir sistem oluşturmuşlardır ki savcı yoktur. Ama her vatandaş savcılık yetkisine sahiptir. Kamuyu rahatsız eden her hangi bir şeyi gören kişi, onu mahkemeye taşıyabilir. Şimdi gidip savcılığa en fazla suç duyurusunda bulunursunuz. Savcı, mahkemeye taşırsa taşır, taşımazasa taşımaz. Gider mahkemeye taşır, onunla ilgili şahitlik yapar. Şahitler getirir ve ona engel olur. Ondan dolayı mesela bakın şimdi şeyle ilgili şimdi aklıma geldi. Şurada tershane var. Kasımpaşa’da tersane var. Tersane ile ilgili bir belge elime geçmişti. Çok eskiden tabi. Şu anda detaylatını hatırlamıyorum da aklıma geldiğini söyleyeyim. Tersanede çalışacak yeni bir işçi alındığı zaman diğer işçilerin görüşünü soruyor. Kabul ediyormusunuz bu adamı diye. Niye biliyormusunuz? Tersanede her hangi bir kaza, herhangi bir şey meydana gelir de bir adam orada ölür yada yaralanırsa onun diyetini o işçilere verdiriyor. Siz vereceksiniz diyor. Niye? Tedbirleri alsaydınız. Eğer kusur işlenmişse. Ondan dolayı da orada öyle luzumsuz bir adam gelip bizi borca sokmasın diyor. Uzman olan ve güvenilir bir adam olsun diyor. Mesela size başka bir örnek vereyim. Sistemi anlayabilmeniz için. İstanbul-Ankara yolunda giden, yolcu taşıyan otobüsler var değil mi? Yolda polisler var, kontroller yapıyorlar. Osmanlı bir tane polis koymaz. Kesinlikle, hiç. Zaten polis teşkilatı, jandarma teşkilatı, batıya benzemeye başladıktan sonra gelmiş. Zaten ondan sonra da iflah olmamıştır. Savcılık da öyle. Hep batmıştır ondan sonra. Hep batmaya da devam ediliyor. Bir tane koymaz. Ne yapar? Oradaki bütün otobüs firmalarını ve şöförleri bir birinden sorumlu tutar. Bir kaza olursa, o kazada ölenlerin hepsinin diyetini o yolda çalışan bütün otobüslere yükler. Onun için mümkün mü bir tane otobüsün fazla yolcu alması. Mümkün mü? Mümkün mü birisinin hız sınırını aşması? Mümkün mü birisinin trafik kurallarına aykırı hareket etmesi? Devlete de yük olunmuyor. Bir de vatandaş, devletine sahip oluyor. Çünkü beni adam yerine koyuyor diyor. Şimdi efendim demokrasi var falan. Ne demokrasisi Allahın seversen. Teokrasi var, demokrasi yok. Lütfen bunu anlayalım. Avrupa’dan gelen sistemin adı teokrasidir. Ne demek teokrasi? İşte tanrısal idare. Tabiki tanrı kim? Tanrı, devlettir. Devlet başkanı dokunulmazdır, millet vekilleri dokunulmazdır, devlette çalışan adamlar dokunulmazdır. Bu ne oluyor? Ama Osmanlı’da padişah bile dokunulmaz değildi. Duymuşsunuzdur. Ateş olmayan yerde duman çıkmaz derler değil mi? Mesela padişah, cuma günleri Süleymaniye camisine gelirdi. Vatandaşlar, padişaha bir şey şikayet edeceklerse onlar da buraya gelirler. Ama sistem şu: padişahın yanıdaki o korumalarğ vatandaşı yaklaştırmayabilirler. Vatandaş, hiç paşahın yanına gitmez. Bulunduğu yerde ateş yakar, padişah, oraya gelirdi. Çünkü orada bir duman çıktı ya. Bu adamın bir şikayeti var diye. O, oraya gelir ve adamı dinlerdi. Şimdi, “efendim, iyi teftişler yapılmadı”. Kardeşim, teftiş sistemini kaldırın lütfen. Savcılık sistemini kaldırın lütfen. Az önce doktor R. Murphey’den bahsettim. Geçende Maceristan büyükelçisi ile katşılaştım da bizim. O da ben tarihçiyim dedi. Osmanlı tarihi diye anlattım falan. Doktor R. Murphey’i tanıyırmusun? O, benim üstadımdır dedi. Ben, onu baba yerine koymuşumdur. Yani böyle tanınmış bir adamdır. Dr R. Murphey dedi ki; bak dedi, elimizdeki yazılı tarihin bildiği en büyük devlet, Osmanlı devletidir dedi. Bunun ikinci bir örneği yok. Yazılı tarihte yok. Yazılı olmayanlarda olabilir. Ben dedi 11 yıldır nerede Osmanlı arşivi varsa orada araştırma yapıyorum dedi. Ya dedi, şu ana kadar bir tane haksızlık örneği bulamadım ki dosyama koyayım da bir yerde çıkayım, Osmanlı böyle yapmış diyeyim. Ulemanın fetva verdiğini gene istisna ediyor. O kardeş katli falan tasvip edilecek bir şey değil de fetvasını vermişler. Vermişler fetvasını. Bak şimdi ulemanın yanlışlarını nasıl açıkça söylüyorum. Ben sadece idarenin, o ulemanın fetva verdiği kısmı bir kenara koyuyorum. Yani yaptıkları doğrudur manasına değil. Kendi sistemlerine uygundur anlamında kullanıyorum. Yoksa orada, yaptıklatını tenkid açısından yaşarsak açıkları çok fazla. O ayrı. Ama padişaha demişler ki; bunu yapacaksın, o da onu yapmış. Şimdi dedi ki; bir tane haksızlık örneği göremedim ki dosyama koyayım da herhangi bir toplantıda göstereyim. Dedi ki; Osmanlı açısından, sen müslümanmısın, kafirmisin, türkmüsün, bilmem başka ırktanmısın, yerlimisin, yabancımısın, vatandaşmısın, değilmisin hiç farketmez dedi. Şaşmaz adaleti vardır dedi. Biz bütün dünyaya örnek olmamız gerekirken, ben gerçekte çok üzülüyorum. Ekonomide batıdan şey yapıyorsunuz. Yahu sömürü üzerine kurulmuş, adı kapitalist. Böyle bir sistemden örnek alınır mı Allah aşkına ya. Adı kapitalist. Zenginden yana demek. Böyle bir sistem örnek alınır mı? Kiliseyi kendisine örnek alarak devlet sistemini kurmuş olan böyle bir devlet sistemi örnek alınır mı Allah aşkına ya! Tam teokratik bir devlet yapısı var bugün batılıların peşinden gidenlerde. İnsan köleleştirilmiş. Şimdi işçi-işveren deniyor. Ne demek işçi-işveren kardeşim? Sen adamı belli bir statüye koyuyorsun. Ondan sonra onu etkisizleştiriyorsun. Ondan sonra efendim yok bilmem sendikadıdır, şusudur, bududur onu da orada susturuyorsun. Olmaz öyle şey. Öyle bir şey olmaz ve işçiyi orada çalışma mecburiyetinde bırakıyorsun. Bizim sistemimiz öyle değildir. İşçi oradan atıldığı gün açlığa talim. Öyle olmaması lazım. Kölelikten de öte bir şey. Köleliği kaldırdılar diyorlar. Kardeşim, kölelik bundan bin defa iyidir. Niye? Çünkü hiç olmazsa aç bırakmıyordu adamı. Zaten adam maaş aldığı zaman evinin kirasını ödeyemiyor, çoluk çocuğunu besleyemiyor. Maaş kesildimi hepten bitti her şey. Bu, bizim sistemimiz değil. Biz, her konuda dünyaya örnek olması gereken insanlarız. Efendim madenler nasıl şey yapıılıyordu, batıya bir bakalım. Bırakın o zaman biz müslümanız falan demeyin Allah aşkına. Yapmayın bari hiç olmazsa. En büyük din, bizim dinimizdir. Bırakın Allahınızı severseniz, bu hikayeleri bırakın diyecek. Ne biçim din anlayışı ki kur’an da yok sünnet de yok. Asırlar içerisinde oluşturulmuş. İşte gördük az önce. Kader anlayışı, her şey ezelden yazılmış bitmiş. Buna inanan bir toplumun zaten iflah olması hiç bir zaman beklenemez. Ecel de uzamaz, kısalmaz. O zaman sen git sokağın ortasında 100km ile git, ne olacak. Ondan sonra da kaza yap, zaten kaderiymiş de. Ne güzel. Onca ayetlere rağmen değil mi? Ondan sonra da biz müslümanız. Ne müslümanlığı ya! Allah’ın kitabına uymayan müslüman olur mu?
Neyse peki. Yine tekrar orada vefat edenlere C. Hakkın rahmetini diliyoruz. AllahTeala, onlara ve bütün geçmişlerimize rahmet eylesin. Ailelerine de sabırlar nasip eylesin. Bir de onlara Türkiye olarak herkes sahip oldu. Bu da hoş bir şey gerçekten. Sahip çıkan hetkesten de Allah razı olsun. Allah, hepinizden de razı olsun.