Abdulaziz Bayındır: Geçen hafta şehidlik ve ecel konusuyla ilgili bir ders yapmıştık biliyorsunuz. Orada, bugünkü konunun uzaması sebebiyle gelen sorulara cevap veremedik. Sorular da oldukça çok. Epey zamandır bu konularda biriken sorular var. Dedik ki; onunla ilgili ayrı bir ders yapalım. İnsanların zihinlerinde onları meşgul eden bir çok husus var. Kader tartışmalarında insanları en çok meşgul eden şey, Allah’ın bilgisi konusu. Allah bilmez diyemeyiz şeklinde şeyler söyleniyor. Fakat insanlar bir şeyi unutuyorlar. Olmayan bir şeyin bilinmesi yada bilinmemesi diye bir ifade kullanılamaz. Yani bir şeyin bilinmesi için önce olması lazım. Yok ise, olmayanı biliyorum demek aslında çok yanlış bir şeydir. Olmayan bir şey hakkında bilgiden bahsedilemez. Hakkında bilgi yok. Ondan sonra bir de şunu hep söylerler biliyorsunuz: efendim, Allah için zaman söz konusu değildir. Hatta bize, çocukluğumuzda öğremişlerdi. Allah, zamandan ve mekandan münezzehtir diye. Mekandan münezzehtir, yani belli bir mekanı yoktur ifadesiyle şey yapmışlar. İşte bazı guruplar da biliyorsunuz AllahTeala göktedir derler. Mesela Suudi Arabistan’da hakim olan görüş budur. Eğer gökter demezseniz, sizi mümin kabul etmezler. Şimdi tabi buralarda da enteresan bir husus var. C. Hakk, tamam gökte. Hiç şüphe yok da gök nerede? Biz kuzey kutupta bulunanlar için gök şurada. Peki güney kutupta olanlar için gök nerede? Tabi AllahTeala yücedir. “Ve huve meakum beynema kuntum” diyen O’dur. Nerede olursanız olun O sizinle beraberdir diyor. Ondan sonra yorumlar yapıyorlar. İşte ilmiyle beraberdir, bilmem şurasıyla burasıyla beraberdir. Yani gerek yok, Allah ne diyorsa öyle kabul edin. Bir de geçen hafta ders yapmıştık: ecek konusu. Ehli sünnet uleması, ecelin kısalıp uzamayacağı konusunda ittifak etmişler. Güzel de neye dayanıyorsunuz? Elinizde bir delil var mı? Şimdi ortada çok kötü bir husus var. İnşallah C. Hakk lutfeder de onları bütünüyle ortaya çıkarırız. Bir çok güzel çalışma yapan arkadaşlarımız var ama bu çalışmaların inşallah bu merkezde değerlendirilmesi ve yeni çalışmaların önünün açılması mümkün olur. Öyle anlaşılıyor ki Emeviler ve Abbasiler, islam görüntüsü altında bir yeni din oluşturmuşlar. Ve o din malesef kuransız ve sünnetsiz bir din olarak günümüze kadar gelmiş. Ve hiç de tenkid edilmemiş gibi gözüküyor. Tenkid edilmemiş dememiz çok zor. Mutlaka tenkid edilmiştir de tenkid edenleri zındık sayarak öldürmüşler. Hem de sorgusuz, sualsiz. Şöyle bir şey söylüyorlar; zındık, içi de dışı da müslman olan kişidir. Seyid Sabın’ın Fıkhus Sunnesi’ne bakarsanız orada görürsünüz. İçi de dışı da müslüman. Münafığın içi kafir, dışı müslüman. Kafirin içi de dışı da kafir. Zındığın içi de dışı da müslman. Peki niye zındık diyorsunuz? E yerleşik görüşe aykırı görüş ortaya koymuş oluyor. Dolayısıyla sorgusuz sualsiz öldürülmesi gerekir. Çünkü sorarsan kendi haklılığını ıspat eder. Karıştırmayacaksın. Şimdi bu anlayışa göre bizim yaptıklarımız zındıklık sayılır. Ve bunu malesef bütün mezheplere de yerleştirmişlerdir. Yani öyle bir kelime ki arapça değil. İnsanlar kelimeyi bilmiyorlar. Arkasına bir sürü şeyler ilave ediliyor. İşte bir zamanlar Türkiye’de irtica kelimesi gibi. İrtica ne demektir insanlar bilmiyor. Eh, o kelimenin içerisine bir sürü şeyler yükleniyor ve en büyük suç sebebi olarak algılanıyordu. Yani yapı böyle olduğu için doğru söyleyenler mutlaka çıkmıştır. İnşallah C. Hakk nadip eder, onları da ortaya çıkarmak mümkün olur. Mutlaka çıkmıştır ama zındık diyerek sorgusuz sualsiz öldürmüşlerdir. Hatta Memun zamanında divanı zenadika diye bunlarla ilgili özel divanlar oluşturulmuştu. Şimdi islam aleminin en büyük sıkıntısı, AllahTeala’ya kendine göre bir tanım getirmesidir. Geçen hafta da söylemiştim size, tekrar edeyim bugün. Bu ne? Bardak değil mi? Niye bardak diyorsunuz? Çünkü daha önce bir bardak görmüştünüz. Zihninizde bardağın şekli var. O şekille benzetme kurarak bna hemen bardak dediniz. Hemen bardak dediniz. Allah’ın benzeri var mı? Allah’ın benzeri olmadığı gibi “ke mislihi şey’un”(ŞURA 11) diyor. Benzeri gibisi de yok. Yani birazcık, bir yönüyle Allah gibi göreceğiniz bir şey de yok. Öyle olunca da C. Hakkı herhangi bir şeye benzetmeniz imkansızdır. Bir gün Metin Çetinkaya ile beraber bir yere gitmiştik. Orada bir spor kulübünde antrenör olan bir arkadaşı vardı. Büyük bir spor kulübünde. Dedi ki; işte bu arkadaş çok iyi bir arkadaştır ama Allah’a inanmaz dedi. Ben de dedim; ne demek? Allah’a inanmamak diye bir şey olur mu? Kesin olarak inanır dedim. İnanmaması mümkün değil dedim orada. Bu dediğim, belki 10 sene önceki bir olay. O da dedi ki; tabi inanıyorum ama dedi, bir türlü zihnimde şekil veremiyorum dedi. Veremezsşn tabi çünkü benzeri yok dedim. Ya bunu bir söylesene, oh be rahatladım dedi. Şimdi rahatladım dedi. Tabi şekil veremezsin. Çünkü O’nun bir benzeri yok ki. Bir eşi yok ki neye benzeteceksin. Zihninde O’nun benzeteceğin bir yapısı yok. Eskiden tasavvur dedikleri, suretlendireceğin bir şey yok. Fakat mesele öyle olmuyor. Bakıyorsunuz ki insanlar kendi kafalarına göre bir Allah tanımlaması yapıyorlar ve o Allah tanımlamasına göre ayetleri o tarafa doğru değiştiriyorlar. Yani Allah’ın ayetlerine uymaları gerekirken, Allah’ın ayetlerini kendilerine uyduruyorlar. Burada bizim için en önemli olan husus şu. Buna çok dikkat etmemiz lazım. Enam suresinin 103.ayetinde AllahTeala şöyle diyor; “la tudrikuhul ebsar: basiretler onu idrak edemezler”. Ben size bir şey göstersem hiç görmediğiniz, ne yaparsınız? Siz, onu, zihninizde benzer gördüğünüz bir şeyle tanımlamaya çalışırsınız. Bu, şuna benziyor dersiniz. Şudur, diyemezsiniz de değil mi? Şuna benziyor dersiniz. Ama AllahTeala’nın benzeri gibisi de yok yani. Bir yönüyle şuna benziyor diyebileceğiniz bir şey de yok. Ondan dolayı basiretler, yani ne kadar ileri görüşlü ne kadar ilim sahibi olursanız olun, Allah’ın varluğını, birliğini kavrarsınız. Onda problem yok. Ama nasıl bir varlık olduğunu idrak edemezsiniz. “Ve huve yudrikul ebsar: ama O, basiretleri idrak eder”(EN’AM 103). Ama O, sizin, hepinizin ne durumda olduğunu gayet iyi biliyor. Zaten kendisi yaratmıştır. “E la ya’lemu men halak: yaratan bilmez mi?”(MÜLK 14). “Ve huve latiful habir: O, latiftir” yani en ince noktalara kadar nufuz etmiştir. Ki fizik alemde çalışanlar biliyorlar, ne kadar mikro aleme gitseler orada büyük bir makro güzellikle karşılaşıyorlar. İnanılmaz bir alemin olduğunu. Onu, bilen yaratıyor o şekilde. “Kad caekum basâiru min rabbikum: size, Rabbiniz’den basiretler geldi”. Ne demek? Yani Allah, size kendini bazı şeylerle tanımladı. Bazı tanımlamalar yaptı kendisi ile ilgili. Yani siz, zihninizde bir şeye benzetemezsiniz ama Allah, size anlayacağınız bir takım tanımlamalar yaptı. “Fe men ebsafa fe li nefsihi” kim, Allah’ın o gösterdiği şekilde görür, onu kendi kafasına göre çekmez, Allah’ın istediği gibi görürse kendi lehine yapmış olur. “Ve men amiye fe aleyha: kim de ona karşı körlük yaparsa, o da kendi aleyhinedir”. Mesrla bir zamanlar kader ile ilgili dersler yaparken ayeti kerime şey yapıyor. İbrahim(as) ile ilgili ayette Bakara 124’de “ve izibtela ibrahime rabbuhu bi kelimâtin fe etemmehun: Rabbi, İbrahim’i bir takım kelimelerle/sözlerle imtihan ettiği zaman O da onları tamamladı”. Şimdi “imtihan ettiği zaman”. Orada Fahreddin Razi diyor ki; Allah’ın bir kulunu imtihan etmesi mümkün değildir diyor. Niye? Zaten herşeyini biliyor. Herşeyi ezelden biliyor. Peki nereden çıkardın bunu? Sen gayet iyi biliyorsun ki: “şey”, arapçada var olana denir. Ezelden her şeyi biliyor dediğin zaman her şey ezelden var olması lazım. Allah, kainatı imtihan için yarattığını ifade ediyor. O zaman Allah’ın sözünü kapatıyorsun, sen kendi kafana göre Allah’a tanım vermeye başlıyorsun. Hatta bazıları da öyle ters şey söylüyor “ibtela ibrahime rabbehu” diye anlam veriyorlar. İbrahim, Rabbini demeden geçirmişimiş! İnanılır gibi değil yani. Yani bir kader konusunu nasıl olmuşsa yerleştirmişler. Bir de siyasi otoriteler çok etkin oluyor insanların üzerinde. Mesela şimdi bakın biz, uzun yıllardan beri bu hurafelerle uğraşıyoruz. Son zamanlarda siyasi otorite onlardan bir gurubuna karşı koydu diye herkes onun aleyhine döndü. Yani insanların doğrularla bir derdi yok. İnsanlar menfaatleriyle ilgileniyorlar. Ne zaman birisinin ayağına basılıyor, o zaman cıyak cıyak bağırmaya başlıyor. Ya biz, bu adamın herkesin ayağına bastığını sürekli söyleyip duruyorduk. Niye şimdiye kadar bizi dinlemiyordunuz? Gene de sizi dinleyen yok. Yani kimsenin doğrularla bir ilgisi yok. Herkes kendi doğrularıyla uğraşıyor. Çünkü “kullun ya’melu ala şakiletihi: herkes, kendi şakilesine göre iş yapar”(İSRA 84). Şakile ne demek? Kendi zihninde şekillendirdiği bir şey var. Yani kendine göre kurduğu bir dünya var, bir hedef var. Oradan gidiyor. Ulaşmak istediği şeyler var orada. AllahTeala “ve li kullin vichetun huve muvelliha”(BAKARA 148) diyor. Herkesin kendisi için belirlediği bir hedef vardır, oraya yönelir. Dolayısıyla onun için o bir hedef belirlemiş, belirlediği hedef yanlış ise sen bin defa doğru söyle, o , oradan gidecektir. Genellikle insanlar, ya bir zenginleşmeyi hedef alırlar, helal haram dinlemezler orada. Eğer haram işlemeleri gerekiyorsa o hedefe ulaşmak için onu da işlerler. Bir de bir şeyler var biliyorsunuz işte “el harbu kud’atun” diye de uydurmuşlar kendilerine harb şekli veriyorlar. Her türlü pislik serbest. Ondan sonra. Kendi hedeflerine göre uyduruyor. İşte o da belirlenmiş: kader diye bir inanç vardır. Kuran ve sünnette yok? Olsun, biz onu kurarız. Bir sürü kelimeleri değiştiriyorlar. İşte, Allah imtihan etmez. Allah diyor ki; ben, bu kainatı imtihan için..yok sen bilmezsin ya Rabbi, asıl ben bilirim. Başka bir anlamı yok.
“Ve ma ene aleykum bi hafîz” diyor AllahTeala. İşte körlük ediyorlar. Körlük ediyorsan et. Sen bilirsin. Allah’ın açık ayetini görmezlikte gelmekle kalmıyorsun bir de tahrif ediyorsun, anlamını başka tarafa çekiyorsun. “ve ma ene aleykum bi hafîz: ben, sizi koruyacak durumda değilim”(EN’AM 104). Ben, sizi korumam diyor AllahTeala. Bunu unutmayın lütfen. Bak Allah, kendini tanımlıyor. Çünkü bugün dersimizde “aleykum bi hafîz” kelimesi çok önemli bir şekilde yer alacak. Allah, hiç kimseyi korumaz. İki tane yol açmış. Hangisinden gidersen, o tarafı sana kolaylaştırır. Leyl suresinde belirtiliyor ya. “Fe emma men a’ta vetteka, ve daddeka bil husna: veren ve kendini koruyan ve en güzeli de tasdik eden”,”fe senuyessiruhu lil yusra: ona en kolayı kolaylaştırırız”(LEYL 5-6-7). Sen yaptığın zaman Allah önünü açar. Yani sen, iyi davranacaksın ki C. Hakk senin önünü açsın. Tamamen sana kalmış. “Ve emma men bahıle vestagnâ: kim cimrilik yapar, kendisini kenara çekerse”,”ve kezzebe bil husna: en güzel şeyi karşısında yalan söylerse”,”fe senuyeseiruhu lil usrâ”(LEYL 8-9-10): onu da en zora yani kendini sürekli batıran şeye karşı kolayca göndeririz. Ondan zevk almaya başlar. O kadar. AllahTeala, hiç kimseyi korumaz. Bunu çok iyi bilin. Ne zaman korur? Siz, kendinizi korursanız o zaman sizin korunmanıza yardımcı olur, destek verir. Sen, kendin yapacaksın. “Ve ma ene aleykum bi hafîz”.(EN’AM 104). Bu sözü tefsirlerde AllahTeala değil de resul olarak tefsir ediyorlar, meal veriyorlar. Burada da Allah’a bir şeyler öğretiyorlar. Yani “ve ma ene aleykum bi hafîz”, Resulullah ile ilgiliymiş. Ben, sizi korumam diye. E peki Resulullah’ın hayatında etrafında üç-beş kişi var. Ona inananların hepsi çevresindemiydi yani? Ya hakikaten bu ne biçim mantıktır.
“Ve kezalike nusartiful ayati: ayetleri bu şekilde değişik açılardan size anlatırız”,” ve li yekulu dereste: desinler ki; sen bir yerde ders almışsın”. Bu kadar ayrıntı nereden kardeşim? Yani şimdi Allah’ın indirdiği kitap olarak kabul etmek istemiyorlar ya. Bugün de öyle. İlahiyatlarda malesef giderek yaygınlık kazanan bir şey var. Kur’anı Allah’ın kitabı kabul etmeme temayülü oldukça güçlü. Çünkü o eski yapıyı devam ettiremiyorlar. Aciz kalıyorlar. Çok ciddi bir şekilde sarsıntı meydana geldi zihinlerde Allah’a çok şükürler olsun. Artık bu kur’anı kerime yönelenler, o insanların dünyasını alt üst etti. Paramparça etti zihinlerini. Bu defa o şaşkınlıkla kur’anı kerimi sanki Muhammed, Muhammed diyorum çünkü onlara göre Allah’ın elçisi değil. Muhammed, onların açısından işte o günün bilgilerini toplayarak bir kitap derlemişir. O günün ehli kitabıyla da görüşmüş. Şununla da bununla da görüşmüş. “Dereste” kelimesi var ise bir yerden ders almıştır. Onun için bu yapıda en önemli şey O’nun okuma yazma bilmesidir. Bilmemesini asla kabul etmezler. Okuma yazma bilmeyen, böyle bir kitabı yazamaz. Müslümanlara karşı bu Allah’ın kitabı değildir demezler. Onun için de derler ki; işte öyle bir tarif yaparlar ki dışarıdaki, sanki doğru söylüyormuş gibi zanneder. İşteAllah, Muhammed’in içine tabiattaki yaptığı, çevreden yaptıkları gözlemlerle bir şey doğurdu. O da onu aldı. İşte bu vahiydir. Yani melek de yok bu arada. “Ve li nubeyyinehu li kavmin ya’lemun”(EN’AM 105) yani, bunu değişik açılardan diyor C. Hakk yani ayetler işte hani bir muhkem, müteşabih, iki tane de ona benzer olan ayetler. Böyle yaptık ki bilenler topluluğu için o Allah’ın kitabını açıklayalım. Tek kişi için değil yani. Peki Resulullah’a verilen emir ne burada? “İttebi’ma uhiye ileyke min rabbik: rabbinden sana vahyedilen ne ise sen ona uy”,”la ilahe illahu: ondan başka ilah yoktur”,”ve a’rıd anik müşrikin: sen, müşriklerden yüz çevir”(EN’AM 106). Yani Allah’ı ikinci sıraya koyup da kendi kafalarına göre yada şunun bunun görüşüne göre. Ayeti okuyorsun: Diyor ki; falanca böyle demişti diyor. Ayeti okuyorsun: bizim ulemamız böyle demiştir. Falancayı, kendi ulemasını Allah’ın önüne koyan insanlar müşrik olurlar. Allah’ı ikinci plana attıkları için. Onlardan yüz çevir, onlarla fazla dil dalaşmasına da gerek yok yani. Çünkü onlarla vakit geçirmeye de lüzum yok yani.
Şimdi burada hepiniz de biliyorsunuz diyorlar ki; Allah için zaman söz konusu değildir diyorlar. E peki. Ne demek yani? Falanca kişinin ne zaman doğacağı, kimin çocuğu olacağı, ne kadar yaşayacağı, ne zaman öleceği ezelden belliydi. E peki. Yasin suresinin sonunda(Mesela bir çok yerde olan ayetler var da millet Yasin suresini çok okur da onun için diyorum) AllahTeala diyor ki; “inne ma emruhu iza erade şey’en en yekule lehu kun fe yekun”. AllahTeala’nın işi şöyledir diyor: bir şeyi murad ettiği zaman. Şimdi burada zamandan münezzeh denebilir mi? Arkadaşlar? “İza” zaman, vakit belirtiyor. Yani şimdi ezeldense, bir şeyi murad ettiği zaman diye bir ifade kullanılır mı? “İza erade şey’en: bir şeyi istediği zaman”. Bir şeyi var etmek istediği zaman. Şey bak şey. Şeyi var etmek istediği zaman. Önce irade ediyor. Mesela C. Hakk bizi de o şekilde yaratmıştır. Çünkü öyle yaratmazsa kavrayamayız Allah’ın emirlerini. Mesela sabahleyin buraya gelmeden önce siz, buraya gelmeyi zihninizde oluşturmuştunuz değil mi? Ondan sonra gerekli tedbirleri aldınız. Bismillah deyip yola çıktınız. Allah lutfedese gideriz dediniz, Allah da şartları yarattı buraya kadar geldiniz. İşte o “şeyi” oluşturuyor C. Hakk yaratmadan önce bir şeyi yaratmayı murad ettiği zaman. Peki ne oluyor? Yaratılmış mı oluyor? “En yekule lehu kun” ona, ol demesi gerekiyor. “Kun fe yekun” o da oluyor. E o zaman ezelden bunların hepsi edilmişti ki siz diyorsunuz işte şu ezelde, bu ezelde falan. İşte ecel de ne uzuyor ne kısalıyor. Şimdi burada fazla uzatmadan bu girişten sonra sorulara geçelim.
SORU: Ecel ile ilgili soru var Hocam. Kişinin başuna gelen bir kazada ölmesi, onun eceli musemmasımıdır? Yoksa ecelinde kısalma mı olmuştur.
Abdulaziz Bayındır: Önce şunu şey yapalım ki mesela bir kaza. Kaza nedir? Beklenmedik bir durum. Kuranı kerimde, bu kazaya örnek olabilecek ne var? Yunus(as) yok mu kazaya örnek olacak. Bir de bir çocuğun öldürülmesi meselesi var. Kehf suresinde. Şimdi Yunus(as) ile ilgili ayetleri ortaya çıkaralım. Çünkü hemen aklıma gelmez. Saffat suresi 139.ayet. Mesela burada diyor ki AllahTeala; “ve inne yûnuse minel murselin: Yunus da Allah’ın gönderdiği elçilerdendi”. “İz ebeka ilel fulkil meşhun: yükünü tamamen almış bir gemiye kaçtı”. Niye kaçtı diyor? Çünkü orada sabırsızlık gösterdi ve gitti. Mücadeleye devam etmesi lazım, o insanlara karşı şey yaptı. Kahretti deriz ya türkçede. Çekti gitti. Şimdi bakın, Resulullah(sav) de Mekke’den Medine’ye gitmiştir. Ama can güvenliği %100 ortadan kalktığı zaman gitmiştir. Demek ki daha önceden gitseydi O da kaçmış sayılacaktı. Onu öldürmeye karar verdiler biliyorsunuz. Kararı uygulamak için geldiler. O sırada çıktı ve üç gün kadar ters istikamette Sevr mağarasında kaldı. Tabi Allah’ın izniyle gitti. İsra suresinde de belirtiliyor. “Fe saheme fe kane minel mudhadîn”, kuraya katıldı. Geminin yükü fazla, adamlardan bir kaç tabesinin atılması lazım. Kura çekiliyor, kaybedenlerden oldu. Atılacak. Peki “Feltekamehul hûtu: atıldığı zaman O’nu balık yuttu. Şimdi bunun kurtulması mümkün mü? Kurtulması imkansız gibi bir şey. “Ve huve mulîm: O, kendisini ayıplıyordu”. O sıra kendisini ayıplayarak şey yapmıştı. Yani yaptığı yanlışı anlamıştı. Yanlış yaptı, tevbe ediyor. Nebiler, Allah’ın kitabına göre davranırlar. Kendi kafalarına göre değil. “Fe lev la ennehu”, burada bir hata yapmış ama hatasından Allah’ın koyduğu kurala göre dönüş yapıyor. Bir başka ayette “fe nada fi zulumati el la ilahe illa ente subhanek inne nuntum minez zalimin”. Şimdi burada diyor ki AllahTeala; “ve zennuni”. Yunus(as)’ın bir lakabı da Zennun. Yani o “nun” balık oluyor, zennun da balıklı mı diyelim ne diyelim? Neyse, zennun yeter. Yunus(as) ile ilgili bir lakap. “İz zehebe mugâdiben” kızgın kızgın çıkmıştı yani. Kavmine kahretmiş. Bunlardan adam olmaz. Bak tek başına gidiyor. Yanında bir kişi yok, tek başına. Kendini takip eden tek bir kişi yok. Bazen arkadaşlarımız diyorlar ki; ya bu millet böyle yapıyor, şöyle… Kardeşim bu da bizim için örnek. Sanane, sen doğru yap. Başkası seni ilgilendirmez. “Fe zanne en len nakdire aleyhi: zannetti ki hayatı ona dar etmeyeceğiz”. Halbuki bir insan, yaptığı kötülüğün cezasını mutlaka görecektir. Allah’ın resulü de olsa hiç farketmez. Çünkü ben kimseyi korumam dedi ya C. Hakk. Öyle düşündü yani kendini haklı zannederek çıktı gitti bunlardan adam olmaz diye. “Fe nada fiz zulumat: karanlıkların içerisinde seslendi”. Şimdi o balığa atıldığı zaman tabi bir balinaya bakın mesela, ağızına hiç kimse balık ağızı demez. Bir mağara, arabayla gir içeriye. Koskoca bir mağara. E Yunus(as) da Ninova’da yaşayan bir insan. Yani bugün Musul ve çevresinde yaşayan bir insan. Biz de yani eğer televizyonlarda, gazetelerde yada bir takım basın yayın organlarında balinanın resmini görmesek öyle bir balık olabileceğini hiç bir zaman düşünemeyiz. Yani bu mümkün değil. Dolayısıyla O, kendisini orada atladığı zaman herhalde bir mağaraya girdiğini düşünmüştür ama karanlık bir mağara. Dolayısıyla öleceğini düşünmüyor. Kurtulacağını düşündüğü için de henüz tevbenin zamanı geçmiş değil. O’nun açısından tevbenin zamanı geçmiş değil. Orada diyor ki, o karanlıklarda; “la ilahe illa enete: senden başka ilah yok”,”subhanek: ben, sana boyun eğerim”,”inni kuntu minez zalimin: ben yanlış yaptım”(YUNUS 87) diyor. Ben yanlış yapanlardan oldum diyor. Yada şöyle diyelim türkçe; ben de yanlış yaptım der isek o “de” şeyi şey yapar. Ben de yanlış yaptım. Ne yaptı? Bu bir tevbe oldu. “Festecebna lehu: biz de ona icabette bulunduk”. Yani tevbe edince, tevbesini kabul ettik. “Ve necceynahu minel gammı: O’nu üzüntüden, sıkınyıdan kurtardık”,”ve kezalike nuncil mu’minin: inananları işte böyle kurtarırız”(ENBİYA 88). Şimdi ne oldu? Bak burada da diyor ki Saffat suresinin 143 ayetinde diyor ki; “fe lev la ennehu kane minel musebbihin”, eğer Yunus da tesbih etmeseydi yani boyun eğmeseydi, yanlış yaptığını itiraf etmeseydi, tevbe etmeseydi “le lebise fi batnîhi ila yevmi yub’asun” o balığın karnında. Allah, O’nun balığın karnında olduğunu biliyor ama Yunus(as) bilmiyor. Orada baas gününe kadar elbetteki kalacaktı. Baas günü ne? Yeniden diriliş günü. Oraya kadar kalacaktı. Bak şimdi, tevbe etti kurtuldu. Etmeseydi kalacaktı. Etmeseydi ne olacaktı ömrü? Bitmiş olacaktı. Tamam. Peki niye balığın karnında kalacaktı? O da zennun da var ya. Nun suresinde de onu söylüyor AllahTeala. Çünkü o da bazıları tarafından tam anlaşılmıyor. Zaten tefsirlerde de tam ifade edilemiyor. Kalem suresi yada Nun suresi. Burada diyor ki. Ben de 565.sayfa. Allah, Muhammed(sav)’e diyor. Bu da Mekke’de inmiş olan bir suredir. O da çok sıkılıyor. Yani toplumun karşı çıkması. Ben, onlara hep doğruları söylüyorum, bunlar ne yapıyor diye çok sıkılıyor. Diyor ki; “fasbir le hukmi rabbik: Rabbi’nin hükmü gelene kadar sabret burada”. Diren. İşte bu da Resulullah’ın Medine’ye Allah’ın izni ile gittiğinin delilidir. “Ve la tekun sahıbil hut: O balığın sahibi gibi olma”. İşte Zennun da öyle oluyor. Ama türkçe karşılığı, balığın içindeki kişi gibi olma diyelim. “İz nada ve huve mekzum”(KALEM 48) orada seslendi(balığın içerisinde). Ama çok kızgındı”, kızılmayı hak etmişti. Kazim değil mekun. Yani yanlış yapmıştı. Cezayı hak etmiş bir vaziyetteydi Yunus(as). “Fectebau rabbuhu”(KALEM 50) Rabbi, onu, oradan kurtardı. Kurtarmanın sebebi de yaptığı tevbe. Hatasını anlaması. Onun içi orada diyor ya; bunu yapmasaydı orada kalacaktı. “Fe cealehu mines salihin: O’nu, salihlerden kıldı”(KALEM 50). Atladım ben ya. Esas bu ayet için okumuştum, onu da atlayınca hiç bir işe yaramadı. “Levlâ en tedârekehu ni’metun min rabbihi”eğer Rabbi’nden O’na bir nimet ulaşmasaydı yani Allah O’nu affetmeseydi. Demek ki ezelden bir şey için bu kullanılır mı? O anda ola bir şey. Şunu yapmasaydı olmayacaktı. O anda olan bir şey işte. “Le nubize bil arai ve huve mezmum”(KALEM 49) zemmedilliş olarak, affedilmiş olarak değil. “Kötülenmiş olarak o açık sahaya atılacaktı”. Şimdi burada bir şey var. Bakın bir çelişki ortaya çıkıyor. Ötekiyle birlikte okuduğunuz zaman. Orada”Lev arai” diyor. Balığın içinde kalacaktı diyor. Burada da açık alana atılacaktı diyor. Sen oku o ayeti ben de bunu okuyayım.
Fatih Orum: “Le lebise bi batkihî ila yevme yub’asun”(SAFFAT 144) dedikten sonra “fe nebeznahu bil arai ve huve sakîm”(SAFFAT 145) diyor.
Abdulaziz Bayındır: Tamam iyi ya. Bak şimdi. Esas anlatmak istediğimi tam anlatamadım. O ayeti bir anlayalım ondan sonra buraya geçelim. Diyor ki; balığın karnında kalacaktı diyor değil mi? Yani tevbe etmeseydi balığın karnında kalacaktı. Peki burada ne diyor? “Levlâ en tedârekehu ni’metun min rabbihi le nıbize bil arai”(KALEM 49). Dışarıya atılacaktı “ve huve mezmum”. Tevbesinden dolayı attı.
Yahya Şenol: Tevbe etmese de atılacaktı.
Abdulaziz Bayındır: Yok, öyle değil. Bak şimdi burada çok incelik var. Diyor ki; tevbe etmeseydi balığın karnında kalacaktı diyor değil mi?
Yahya Şenol: Tevbe etti, attı dışarıya. Burada diyor ki; tevbe etmeseydi atacaktık.
Abdulaziz Bayındır: İyi ya, tevbe etmeseydi kalacaktı balığın karnında diyor orada değil mi?
Yahya Şenol: Meseleyi biliyorum. Hani nereden nereye geleceğinizi de..
Abdulaziz Bayındır: İyi anlaşılması için yani.
Yahya Şenol: Çelişki gibi gözüken iki cümle, atılmak noktasında. Tevbe noktasında değil. Onu atacaktık diyor. Öbür ayeti okuyan diyor ki; attık.
Abdulaziz Bayındır: Zıtlık ortaya çıkıyor. Çelişki var ortada diyor. Şimdi bir arkadaşımız dedi ki; ben, ateistim dedi. Buraya geldi. Buraya sordu yani. Sonra dedi; kuranda yanlış bulmak için okudum özellikle dedi. Hiç bir yerde bulamadım, burada çelişki buldum dedi. Burası nedir? Orada tabi biz de şey yaptık. Yahya ondan haberdar da onun için. Önce bu çelişkiyi şey yapalım. Diyor ki; hani orada tevbe etmeseydi balığın karnında kalacaktı. Burada da tevbe etmeseydi de dışarıya atılacaktı diyor. Tevbe etti dışarı atıldı diyor. Nasıl oluyor? Bir çelişki var değil mi? Şimdi burada şu var: burada Yunus(as)’ı yutan balığın çeşşdini C. Hakk, bize öğretmiş oluyor. Hangi balık? Onun karnı, O’na mezar olacaktı. Hangi balık çeşitleri ölürken kendini dışarıya atıyor? Balina. Demek ki böyle bir balıkmış. Balina, kendini dışarı atacaktı. Bak burada balinayla birlikte dışarı atılacaktı. “Nubize” diyor. Ama öbüründe kendisi dışarıya atılıyor. Balinanın karnından çıkarılıyor. Dolayısıyla yani bu ayeti kerimede Yunus(as)’ı hangi balığın yuttuğunu da bize göstermiş oluyor. Balıkla birlikte atılması var bir de baöığın karnından çıkarılarak atılması var. Ayetin birisi onu gösteriyor, birisi onu gösteriyor. Ve Resulullah’a da C. Hakk öyle diyor. Sen, onun gibi olma diyor. O, tevbe etti de ondan sonra kurtuldu. Sen onun gibi olma. Sen, sabırlı ol son ana kadar. Onun için Resulullah, son saniyeye kadar Mekke’de kalmıştır. Kavmi de tabi daha sonra şey yaptı. Yunus(as) gittikten sonra tevbekar oldular. İşte onlara da kaza diyebileceğimiz şey gelmişti. O da Yunus suresindeydi.
Yahya Şenol: Kazayla bire bir sanki örnek oluşmuyor. Belayı hakediyorlar. Kazada bela söz konusu değil. Yolda gidiyorsunuz, başka birisi çarpıyor. Ölebiliyorsunuz. Kaza bu.
Abdulaziz Bayındır: Esas benzer tarafı şey. Kişinin ömrü, gelmeden ölüp ölmeyeceği. O açıdan.
Yahya Şenol: Yoksa kaza olarak belki şey ayetini örnek verebiliriz. Musa(as) adam öldürüyor ya. “amelil şeytan” kazara olmuş bir şey. O ayetleri okusak.
Abdulaziz Bayındır: Ömürle ilgili bir açıklama yok.
Yahya Şenol: “ameliş şeytan” diyor ya. Demek ki orada, o işi yapmasa adam ölmeyecekti yani.
Abdulaziz Bayındır: Elbette. Ama şimdi şey daha net söylüyor. Orada sen yorum yaptın derler. Sen biliyorsun yani. Bizim en büyük kârımız, çok sağlam muhaliflerimizin olması. Çok ciddi hatalar arıyorlar. Onun için biz de onlara şey yapmayalım. Fırsat. Onu başka bir şeye hemen çekerler. Çekemeyecekleri taraf olsun diye böyle şey yaptım. Yunus suresinde de kaçıncı sayfaydı? Mesela burada da diyor AllahTeala. Nuh kavmine azap geldi. Kurtuluş imkanları varken Nuh(as), oğlunu çağırdı şeye. Tevbe imkanı var. Gemiye çağırdı. Şimdi o arada acaba Huh kavmi tevbe etseydi kurtulacakmıydı? Emareler ortaya çıktı ama kesin değil. Mesela Yunus(as)’da da ölüm emareleri ortaya çıktı ama kurtuluş umudu var. Nuh(as)’ın oğlu da ne dedi? Bir dağa sığınırım, o dağ beni kurtarır dedi. Yani umut var. Bu umut ortadan kalkmadan acaba Nuh(as)’ın kavmi de kurtulabilirmiydi? Onunla bir kıyaslayarak şey yapalım. Bak diyor ki AllahTeala burada; “fe lev la kanet karyetun amenet: keşke bir ülke (yada bir yerleşim bölgesi) inansaydı da”,”fe neceahâ îmnuhâ: onların imanı ona fayda verseydi” ondan yararlansaydı. “İlla kavme yûnus: Yunus kavmi dışında bunu yapan olmadı”. “Lem ma amenu: ne zaman ki inandılar”,”keşafnâ anhum azabe” keşefna: kaldırdık. Yani şimdi bu kavime olan ile Yunus(as)’a olanı düşünün. Orada da keşif var. Yani kaldırıyor AllahTeala. Yunus(as)’ın o balığın karnından çıkması kolay bir olay mı? Allah, O’nu oradan attırıyor. Keşif yani. Kaldırıyor onu. “Keşefna anhum azabel hızyi” işte Yunus kavminden de. Demek ki emareler ortaya çıkmış. Şimdi şöyle: Yunus(as) gidince ve emareler de ortaya çıkınca; eyvah, bizim başımıza olaylar geliyor diyorlar. Ondan sonra inanıyorlar. “Fil hayâtid dunyâ: bu dünya hayatında kaldırdık”,”ve metta’nahum ila hin: onları, o felaket alıp götürmedi”. Ve belli bir süreye kadar da nimetlendirdik. Yaşadılarsa yaşadılar.
Yahya Şenol: İman etmeselerdi?
Abdulaziz Bayındır: İman etmeselerdi yok olup gideceklerdi. Şimdi burada şu var: efendim diyorlar, Nuh(as) ile niye örnek veriyorsunuz diyorlar. Allah, Nuh(as)’a demedi mi; artık kavminden kimse inanmayacak. O hangi ayetti. Hud 36. 11.sur 36.ayet. “Ve ûhiye ila nuhin ennehu le yu’mine nim kavmeke illa men kad amene: kavminden şu ana kadar inanmışların dışında hiç kimse inanmayacak”. Hiç kimse inanmayacak! Bu gelecek ile ilgili verilen bir karadır değil mi? Şimdi bu kadar konusunda şey yapanlar diyor ki; “işte bak, inanmayacağını söylüyor Allah”. Tamam işte bak. Öbürküyle birlikte anlamaya çalış. Daha açık bir şeyini okuyacağız. “Fe la tebteis bima kanu yef’alun: yaptıkları şeylerden dolayı sen üzülme” diyor. Artık bunlar kararlarını vermişler. AllahTeala, insanları imtihan için yarattığından ve kuralları kesin olduğundan yani ölünceye kadar tevbeyi kabul edeceğini bildirdiğinden dolayı işte Nisa 18.ayette ne diyor?(17.Ayet olacak) “İnnemât tevbetu alallahi lillezine ya’melunes sue bi cehaletin” kendilerini tutamayarak, kendilerine engel olamayarak suç işleyen kişilerin tevbesidir”,”summe yetubune min karibin: vakit geçirmeden tevbe eder”. Kendisini tutamayarak bu işi yapan ne demek? Yanlış olduğunu bilif. Sigara tiryakisi, sigarayı bırakmak ister. Sma bir türlü bırakamıyorum der. Cehaletin manası o dur orada. Bilmeden değil. Bilmeden diye tercüme ederler. Yanlış. Cehalet kelimesinin asıl manası, bildiğin halde yapmamaktır. Mesela onun için cahiliye toplumu falan denir araplara. Kendisini tutamıyor. Yani engel olamıyor. Niye engel olamıyor? Çünkü kendisi için bir başka hedef belirlemiş. “Evet, senin Dediğin doğru ama kardeşim, bizim bunu yapmamız gerekiyor ne yapalım diyor. Mesela adama diyorsun ki; ya kardeşim, faizli kredi alma. “Valla dediğin doğru ama ne yapayım, işimi başka şekilde yürütemiyorum” diyor. Yani kendisine engel olamamak. Tamam. Ama zaman geçirmeden tevbe etmesi lazım yani ölmeden tevbe etmesi lazım. Bu, Allah’ın kuralı. Şimdi bu, kişilerin kararlılığını gösteriyor. AllahTeala, insanların bir saniye sonrasını kur’anı kerimde anlatmaz. O andaki kararını bildirir. Yani adamlar, bir daha inanmamaya kesin kararlılar demektir. Peki biz bunu nereden çıkarıyoruz? Tabi çok sayıda ayet var ama daha kolay olsun diye Ali İmran suresinin 86. ayetinden itibaren şey yapalım, kolay anlaşılsın. Burada diyor ki AllahTeala; “keyfe yehdillâhu kavmen keferu ba’de imanihim: inandıktan sonra kafir olan” inandıktan sonra kafir olan, Yunus kavmi gibi. Yunus(as)’ın haklı olduğunu anlamışlar ama hesaplarına gelmiyor. Nuh(as)’ın haklı olduğunu anlamışlar, hesaplarına gelmiyor. Onun için kafir oluyorlar yani. Resulullah zamanında da böyle. Onun için AllahTeala, ahirette bütün kafirlere “e kefertum ba’de imanikum” diyor Ali İmram 106’da. İnandıktan sonra mı kafir oldunuz? Diyor ki burada; “keyfe yehdillahu kavmen keferu ba’de imanihim: inandıktan sonra kafir olan bir topluluğu Allah nadıl yola getirir”. Ben, sizi korumayacağım sözünü her defasında hatırlayalım. “Ve şehidu enner resulu hakkun: resulün hak olduğuna da şahitlik etmişler”. Eşhedu enne muhammeden abduhu ve resuluh demişler. Ondan sonra “ve caehumul beyyinat: onlara açık belgeler gelmiş”,”vallahu la yehdil kavmez zalimin: Allah, bu zalimler kavmine hidayet etmez”. Buraya kadar okursanız ne anlarsınız? Bu adamların işleri bitmiş. Bitti! Yani şimdi artık senin kavminden hiç kimse inanmayacak ile bunun arasında bir fark var mı? Aynı değil mi? Hatta biraz daha ağırı gelecek ifadenin. “Ulaike cezauhum: bunların cezası şudur”,”enne aleyhim la’anetallah: bunların üzerine Allah’ın laneti var”. Allah, bunları dışlamıştır yani. “Vel melaike: meleklerin de laneti var”. “Cen nadi ecmain: tüm insanların laneti var”. Bitti! Artık bu adam, bir daha yola gelmesi, cennetlik olması imkansız gözükmüyor mu? Arkasından ne diyor? “Halidine fiha: o lanet içerisinde sürekli kalırlar”. Kalacaklardır. “Ken yu’mine” ile, inanmayacak ile bunun arasında bir fark var mı? Nuh kavmiyle. “Halidine fiha: sürekli, o lanetin içinde kalacaklardır”. “La yuhaffefu anhumul azab: o azab, onlardan hafifletilmeyecek”. Yani o lanetin verdiği azab, onlardan hafifletilmeyecek. Gene gelecek ile ilgili değil mi? Ondan sonrave la hum yunzarun: yüzlerine de bakılmayacak”. Bunlar, tamamen bitmiş. Artık bunlarda hiç bir şey yok dersiniz. Ama öyle değil. Hemen diyor ki; “illellezine tabu min ba’di zalike ve aslehu: bundan sonra tevbe edip ıslah olanlar”. Aynı şeyi Yunus(as) için düşünün. Tevbe etti kurtuldu. Aynı şeyi Yunus kavmi için düşünün. Bak, Allah’ın kuralı bu. Dolayısıyla Allah, bir toplum ile ilgili bir şey söylüyorsa o an için söylüyor. Bir saniye sonrası için değik. Çünkü imtihan için yaratmış. Herkesin önünde iki yol her zama hazır. Her dakika insan sapıtabilir de her dakika yola da gelebilir. Kapalı bir tarafı var mı bunun? O zaman Nuh(as)’ın kavmi, o yağmurlar gökten boşanırken, yerden yukarıya doğru çıkarken. Bir taraftan da Nuh(as) büyük bir gemi yapmış, oraya hayvanlar doldurmuş. “Bu iş ciddi galiba falan bir inanalım. Yani evet şu dağa çıksak kurtuluruz ama yok yok inanalım” deselerdi kurtulamazlarmıydı? Bitti! O zaman ecel ne oldu? İşte bunları, onun için örnek verdim. O zaman bu kaza olmasaydı bu insanlar ölmezdi. Tabi. Tedbirinizi alın kardeşim. Gerekeni yapın. Nereden çıkarıyorsunuz? Yani Yunus(as)’ın ömrü kısalmayacakmıydı eğer tevbe etmeseydi? Açık değil mi kısalacağı? Herhangi bir şüphe var mı? Tevbe etmeselerdi Yunus kavmi, helak olmayacaklarmıydı? Helak olup gidecekti. Tevbe edince hatta, yüzbin yada daha çok kişi ona inandı diyor Yunus(as) kavmine döndükten sonra ayeti kerimede. Öyleyse bütün bunlar bizim ecel konusundaki bilgilerimizin yanlış olduğunu gösteriyor mu? Bak bunlar Allah’ın ayetleri. İşte bizim ulemamıza gereken, bu ayetleri birlikte okumak. Kur’an halinde okumak. Yani bşr küme halinde okumak. Kur’an demek ayetler kümesi demektir. Bu kümeyi birleştireceksin ki bütün parçalar oluşsun, ondan sonra bütüne ulaşabilesiniz, hükme ulaşabilesiniz. O da hikmet olur. O zaman Allah’ın bir elçi göndermesinin de bir anlamı olur. Allah’ın emir ve yasak koymasının bir anlamı olur. Allah’ın kitap göndermiş olmasının bir anlamı olur. E şimdi siz, öbür şekilde yaptığınız zaman kur’anın tamamını anlamsızlaştırıyorsunuz. İşte Fahreddin Razi diyor ki; Allah, kulunu imtihan etmez diyor. Ve bunu söyleyen o kadar çok insan var ki. Neymil efendim, ezeld belliymiş! İşte anasının rahmindeyken bir adam said ise said, şakî ise şakîdir deniyor. Nasıl oluyor bu iş yaa. Kardeşim, siz eğer düzgün bir hayat yaşarsanız ona göre hayatınız gider. Uyuşturucu içerseniz ömrün sürekli düşer. Tedavi olursanız uzar. Ama AllahTeala, herkes için bir son yaşama müddeti belirlemiştir, onun ötesine de geçmez. Onun adına da eceli müsemma denir. Burada anlaşılmayan bir taraf var mı? Ne kadar açık ve net değil mi? Sonra Allah, kaç tane örnek vermiş. Örneklerin sadece bir kaç tanesini okudum size. O kadar çok örnekler var ki. Her konuda da örnek vardır kur’anı kerimde. Malesef bizde kur’ansız bir din var. Din, kur’ansız olunca sünnet de anlaşılamıyor. Mesela Ömer(ra), Şam bölgesinde, haber veriyorlar ki burada veba var diye. Girmemeye karar veriyor. Zannedersen Ebu Ubeyde miydi? Hep unutuyorum O zatın adını. Diyor ki; ya Ömer. Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun? Evet diyor. Evet, Allah’ın kaderinden kaçıyorum. Allah’ın kaderinden Allah’ın kaderine kaçıyorum diyor. Çünkü AllahTeala her şeyi bir kadere göre yarattığını söylüyor. Yani bir ölçüye, bir satandarta göre yaratmış. Yani Allah’ın koyduğu bir ölçü var. Vebanın olduğu yere girersen oradan hastalığı kaparsın ve ölebilirsin. Girmezsen kendini korumuş olursun. İkisi de Allah’ın kaderi. Tercih sana kalmış. O zaman, girmeyeceksin oraya. Onun için Allah’ın kaderinden Allah’ın kaderine kaçıyorum diyor. E şimdi bunlar anlaşılamıyor. Yani her derste biz burada tekrarlıyoruz. Kur’anı kerimin bir çok yeri anlaşılamıyor. Ve bazı kelimeler de malesef yanlış anlamlar verdirerek müslümanların zihinleri dumura uğratılmıştır. Kafa çalışılamaz hale getirilmiştir. Halikaten minareyi çalan, kılfı öyle güzel hazırlamış ki bu saçmalıklar yığını bize bugün ilim olarak geliyor. Mesela şimdi Hahya şeyi bir okusun. Kimün meali o? Süleyman Ateş mi? Beşir Ali Ersoy. Onu bir oku bakayım. Nahl 93.ayete ne mana vermişler.
Yahya Şenol: “Eğer Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat O, dilediğini saptırır, dilediğini de hidayete erdirir. Yaptıklarınızdan muhakkak sorguya çekileceksiniz”.
Abdulaziz Bayındır: Hadi buyrun şimdi. Yani herhangi bir insan böyle bir söz söyler mi? Ben, dileseydim hepinizin karnını doyururdum ama ben dilediğimi aç bırakırım, dilediğimi de doyururum. Hepiniz çıkışta hesabı ödeyeceksiniz. Ya bunu bir insan söylediği zaman derler ki; bu kafayı yemiş. Siz, Allah’a bunu haşa söylettiriyorsunuz. Yaptığımız çalışmada, bunun hicri 4.asırdan sonra ortaya çıkan bir anlam verme olduğunu tespit ettik. Ama çok üzücü olan da şu: sözlüklerde bile o kelimenin anlamı, bütü sözlüklerde artık hicri 4. asırdan sonra uydurulmuş anlam. Ve kur’anı kerim, gerçekten birbiriyle çelişen bir kitap haline gelmiş. Mslümanlara bu kader inancını başka şekilde yerleştiremezlerdi zaten. Kur’anın anlamını bozmada yerleştiremezlerdi. Ondan dolayı da bir bakıyorsun bir yerde bir şey söylüyor, bir yerde başka bir şey söylüyor. Bu nasıl oluyor yani. Bu kadar çelişki olur mu?
Katılımcı: 01:01:13 duyulmuyor.
Abdulaziz Bayındır: Sadece bu ayetleri okuyun diyebilirler. Ama gene de elimizdeki dini kitaplar içerisinde en doğrusu da bütün yanlışlarına rağmen bu meallerdir. Diğerleri çünkü bitmez tükenmez yanlışlarla dolu. Evet oku.
Fatih Orum: Diyanetinkinde de “Allah dileseydi hepinizi bir tek ümmet kılardı. Fakat O, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yaptıklarınızdan mutlaka sorumlu tutulacaksınız” diyor.
Abdulaziz Bayındır: Dilediğini saptıracak, dilediğini doğru yola gerecek, yaptıklarımızdan da sorumlu olacağız. Bak az önce ne dedi? Ben, sizi korumam dedi değil mi? Dilediğini yola getirirde onların iradeleri falan var mı? Bak burada C. Hakk, hiç kimseyi kayırmıyor. Nebisi de olsa. Bunu yapmasaydın böyle olurdu diyor. Bakın, Yunus(as)’a yaptığı ikram ile-ki O, Allah’ın nebisidir-O’na inanmayan, O’nu sinir küpü yapan diyelim bu günkü ifadeyle, Yunus kavmine yaptığı arasında bir fark var mı? Çünkü kanun herkes için geçerlidir. Allah asla zulmetmez. E şimdi bunu böyle anlattığınız zaman hepinizin fıtratına bire bir uyuyor mu? Yani içiniz tam yatıyor mu? Şimdi burada sistem çok bozuk. Şimdi ona girmeyelim ama ben, Türkiye’nin ekonomik sistemini hiç mi hiç beğenmiyorum. Çok bozuk yani çok bozuk. Ama niye bozuk? Türkiye’den dolayı değil. Batıyı taklid ettiği için bozuk. Batı, dünyayı sömürdüğü için ayakta. Yoksa kendi başına kalsa bir gün ayakta duramaz. Biz, sömürülen ülkeyiz. Onun için bu yapıyı kesin değiştirmemiz lazım. Neyse bu ara bir cümle. Şimdi geçelim diğer soruya.
SORU: Eceli musemma, yumurtanın döllenmesinden sonra mı belli olur? Çünkü bazı hastalıkların tedavisi, günün teknik donanımıyla mümkün olmayabilir. DNA’daki zaaflar, döllenme anında insan ömrüne şekil vermiş olabilir mi?
Abdulaziz Bayındır: Meseleyi kur’ana göre anlamamız lazım. Kur’anda bir nefis kelimesi geçiyor. “Halakakum min nefsin vahideh” ayetleri var ya. Şimdi nefis kelimesi, bizim türkçede de kullanılır da kur’anı kerimde kullanıldığı şekliyle şey yapalım. Şu maddi vücudumuzun adına nefis deniyor. Etten, kemikten oluşan vücudumuza nefis deniyor. Bir de bu vücudumuzun içerisine giren ruha da nefis deniyor. Yani herkeste iki tane nefis var. Birisi ruh, birisi de vücut. İnsan öldüğü zaman o ruh olan nefis, vücut olan nefisten çıkıyor. Vücut olan nefis ölüyor. Ruh olan nefis orada çıkıp gidiyor. İnsan, uyuduğu zaman da. Uyuyan, vücut olan nefis. Çıkıp giden de ruh olan nefis. Şimdi bu nefis. AllahTeala ne zaman nefis ismini veriyor insana? Ne zaman nefis diyor? Döllenmiş yumurta olduğu zaman nefis diyor. Yami annenin yumurtası ile babanın spermi birleştikten sonraki kısıma nefis diyor. O zaman demek ki bu vücudun ilk yapısı. Haa, orada öyle anlaşılıyor ki insanın bütün özellikleri orada var. Sen o ayeti buduysan. Nisa 1 evet. Başka? Evet öyle diyelim. Çünkü Nisa’yı okurum da bir sürü ilave sorular gelir. Zaten dünya kadar soru var. İlave soru gelmesin. En’am kaç dedin? Evet En’am 98. Burada diyor ki; “Ve huvellezi enşeekum min nefsin vahideh: sizi nefsi vahideden inşa etti”. Oluşturdu nefsi vahideden. Tek bir nefisten yani. Yani tek bir döllenmiş yumurtadan demek. Onu da zaten İnsan suresinde söylüyor AllahTeala. Bir çok surelerde de söylüyor. Bakın şimdi “fe mustekarrun ve mustevdaun”. Mustekar, duracak yer manasına geliyor. “Ve mustevda” ondan sonra da geçici olarak kalacağı yer demek. Şimdi o döllenmiş yumurtanın duracağı yer ki nefsi vahide dediği o şeyin duracağı yer ananın rahmidir. “Fi kararın mekin” diye de geçiyor. Muminun suresinde olması lazım. Mustekar ile kararı mekin. O kararı mekinin bir başka açıdan ifadesidir mustekar. O kararı mekin yani değerli bir kalış yeri. Muminun suresi 13. 23. sure 13.ayet. O kararı mekin, ana rahmidir. Döllendikten sonra yumurtanın kaldığı kararı mekin. Mustevda ise emaneten şunu şuraya bırakalım dersiniz ya. Emaneten bıraktığınız şey ne demektir? Oradan alınacak demektir. İşte biz, emaneten bu dünyaya geliyoruz. Belli bir süre burada kalacağız, ondan sonra da tekrar C. Hakkın kanununa göre yeniden yaratılıp, yeniden AllahTeala’nın huzuruna çıkarılacağız. Dolayısıyla bu nefis, döllenmiş yumurta olduğu vakitteki olaydır. Bütün özellikler orada olmasa C. Hakk ona nefis demezdi. Hiç kimse için hiç bir şeyi önceden belirlemiyor. Eğer önceden belirleseydi Yunus(as)’ın kavmi için o ifadeyi kullanmazdı. Önceden belirleseydi Yunus(as)’ın kendisi için kullanmazdı. Önceden belirleseydi dinden dönen insanlar için kullanmazdı. AllahTeala hiç kimseyi korumaz, kimseye torpil yapmaz bu günkü ifadeyle. Hiç kimseye de önceden imtihan gereği olan şeyleri belirlemez. Önceden belirledikleri var. İmtihan sorusu olarak düşünün. İmtihan nerede yapılacak? Falanca sınıfta. Belli yeri. Nereden sorumluyuz? İşte şu, şu kitaplardan. O da belli. Tamam. Peki? Niye imtihan yapılıyor. Siz, bunu ne kadar bileceksiniz, ne kadar yazacaksınız. “Ben çok iyi biliyordum ama o anda başum ağrıdı yazamadım. Başka bir şey düşündüm yazamadım”. Ne yapalım, yazsaydın kardeşim. AllahTeala da mesela sık sık sorulan sorulardan bir tanesidir: Muhammed(sav)’e zafer vereceğini Mekke’de iken bildirdi. Tamam, güzel. Yaptıklarının mükafatını verecek. Herkese bunu söylüyor. Yaşarsan ödülünü alırsın. Gününü de belirledi. Rumlar ile Persler karşılaşacağı gün. Tamam, güzel. Zaferi verdi. Ama imtihanı kazandılar mı? İmtihanı kaybettiler. Yani şimdi elimize bazen para geçer zenginleşiriz. Bu, Allah’ın bizi imtihanıdır. Zenginleşmemiz için önümüzü açar. Bazen bakarsınız ki neye el atsan altın olur. Ne biçim bir şey dersiniz. Bunu bazıları kendi fazileti olarak değerlendirir. Öyle bir şey yok. AllahTeala’nın imtihanıdır. Zenginlik d imtihandır fakirlikte. Bazen de elimizden alır. İkisi de imtihandır. Yani biz, bu dünyaya ne zengin olmaya geldik ne fakir olmaya. Ne hakim olmaya geldik ne mahküm olmaya. Bu dünyaya imtihan için geldik. İmtihanda da her türlü şartlar karşımıza çıkar, şartları da imtihan eden belirler. Bizim, kendimizi her durumda başarıya kilitlememiz gerekir o kadar.
SORU: Soma’da yaşanan üzücü olaylarda şöyle söyleniyor; işçilerin taktıkları maskeler yanlış. Doğru maske olsaydı eğer insanlar kurtulurdu. Bu konuda görüşünüz nedir?
Abdulaziz Bayındır: Olabilir yani. İşçilerin takdığı maskenin doğru olması olabilir, müdahalenin zamanında yapılıp yapılmaması olabilir. Bakın işte görüyorsunuz yani. Son ana kadar AllahTeala, kurtuluşun kapısını açık tutuyor. Yada bütün enbiya da ümmetine bir çağrıda bulunmuştur. Hangi ayetti o Enes hoca? İbrahim 10. 14.sure 10. ayet. Önce size şu soruyu sorayım arkadaşlar. Hepiniz biliyorsunuz, bilmeyenler de internetten bizi izleyecekleri için. Allah dini nasıl tarif ediyordu? Fıtrat değil mi? Yani tabiatta geçerli olan kanunlar bütünü. Tabiatta geçerli olan kanuna göre bir insanın vücudunun nefessiz yaşaması mümkn mü? Mümkün değil. Şimdi bunu bir kere ön kabul olarak bilelim. Yani Allah’ın bütün enbiyası bizi fıtrata uygun yaşamaya çağırır. İçki yasaktır çünkü fıtrata aykırıdır. Zina yasaktır, fıgrata aykırıdır. Yani her şey böyle yanlış şeylerdir. Şimdi bu ayeti ona göre dinleyelim lütfen. 255.sayfada İbrahim suresi 1?. ayet. Diyor ki; “Kalet rusuluhum”elçileri şöyle demiştir. Her geldiği topluma şöyle demiştir. “E fillahi şekkun fatırıs semavati vel ard: gökleri ve yeri yaratan Allah’da şüphe mi olur?”. Yani Allah’ı ıspatla hiç birisi uğraşmamıştır. Çünkü herkes biliyor zaten. Uğraşılmasına gerek yok. Şüphe mi olur bu konuda. Kimsenin bu konuda şüphesi olmaz ki. “Yed’ukum: Allah sizi çağırıyor”. “Li yagfire lekum min zunûbikum”, sizin günahlarınızın üstünü örtmek için çağırıyor, bağışlamak için çağırıyor. Yani yanluş işler yaptınız, tabiatınıza ters işler yaptınız. Onun için, dikkat edin işlenen günah bizi rahatsız eder. Fıtratımıza ters düşer, vicdanımızı rahatsız eder. Peki başka? “Yuahhirekum ila ecelin musemma” sizi, eceli musememaya kadar geciktirmek için sizi çağırıyor Allah. Yani şöyle düşünün: bir fabrika, mesela diyelim şu bilgisayarı bana vermiş. Bir de buna kullanma talimatı yazmış. Ve bunun da bir son kullanma tarihi var değil mi? İşte bunun eceli musemması. Diyor ki; şu talimata uygun şey yaparsan hem verimli çalıştırırsın, hem de uzun ömürlü olur diyor. Uzun ömürlü dediği de son kullanma tarihine kadar kullanırsın demektir. İşte AllahTeala da bize ne diyor? Bak, fıtratınıza uygun davranın, Allah, sizi eceli musemmanıza kadar yaşatsın diyor. Bunu söyleyen, bütün enbiya. Ecel gelmeden ölme diye bir şey olmasa Allah’ın elçilerinin böyle bir çağrısı olur mu? Yani yaptığınız yanlışlardan dolayı ecelinizin kısalması söz konusu olmasa Allah’ın elçileri böyle bir çağrı yapar mı? Dolayısıyla madende de fıtrata uygun davranışlar yapılsaydı, o gerekli tedbirler alınsaydı falan elbetteki bir çoğu ölmeyecekti. Onlardan bir kısmının orada ölümünü C. Hakk önceden kararlaştırmış olabilir. Onlara engel olamazsınız. Zaten ölüm olayı, Allah’ın onayı gelmeden de olmaz.
SORU: Allah ayetlerde, yerlerin ve göklerin ecelinden bahsetmektedir. Acaba kainatın süresinde de uzama veya kısalma meydana gelebilir mi?
Abdulaziz Bayındır: Onun eceliyle ilgili: kainat sorumlu bir varlık değil. Evet onlarda da akıl olduğunu anlıyoruz. Allah, göklere ve yere “fe kale leha ve lil ardı’tıya tav’an ev kerhan” ayeti var değil mi? Fussilet suresindeydi. Demişti ki C. Hakk göklere ve yere; ister isteyerek, ister istemeyerek emrime gelin. Fussilet 11. ayet. 41.sure. Onlar da “ateynâ tâiîn” biz, isteyerek geldik demişlerdi Allah’ı emrine. Akıl var onlarda da irade de var. İnsanı farklılaştıran o değil. İnsanı farklılaştıran yeni yapılara göre kendini ayarlayabilmesi, gelecek ile ilgili düşünceler ortaya koyması, ona göre hayatını tanzim etmesidir. İnsanı imtihana tabi tutar. “İzes semaunşakkat”de de diyor ki; “ve ezinet li rabbihâ ve hukkat”(İNŞİKAK 1-2). Gök yarıldığı zaman rabbine zaten boyun eğmişti ve o boyun eğdi de yerine getirdi. Yani C. Hakka itaatini isteyerek yaptı. Gökler ve yerler böyle. Onlarda isyan diye bir şey olmadığı için onların, vaktinden önce ecli ile ilgili herhangi bir şey yok. Zaten onların vakti ile ilgili bizim bilgimiz yok. Onu sadece C. Hakk biliyor.
SORU: Ona benzer bir soru daha var. Kıyamet, kainatın eceli musemmasımıdır? Yoksa kıyamet, ayrı bir kanunmudur? Eğer eceli musemma ise yani sizin tabirinizle son kullanma tarihiyse biz, kaibatın gidişine göre kıyametin ne zaman kopacağını bulabilirmiyiz?
A.Bayındır: Onu hiç bir şekilde bulamayız. Çünkü Allah, bunu asla “indallahe indehu saha” diyor. Kamer suresinin sonunda galiba değil mi? Kamer miydi? Bir çok yerde var. Yani kıyametin bilgisini Allah’tan başka hiç kimse bilemez. Bu, bizim bileceğimiz bir bilgi değil. Onun vaktini Allah, kendinden başkasına açıklamamıştır. Kendisi biliyor, başka hiç kimse. Melekler fala hiç kimse bilmiyor onu. Ama kıyamet demek, kainatın yok olması demek değil. Dünya olduğu yerde kalacak, sadece şekil değişikliği olacak. Gökler de dürülecek. İlk zamanki gibi olacak.
SORU: İşlediği günahlardan dolayı önceden ölen, eceli kısalan kimse helak oluyor mu demektir? Yani bir daha hiç affedilmeyecek anlamına gelir mi?
Abdulaziz Bayındır: Elbette. Çünkü ahirette Allah, ona diyecek ki; sen aklını başına alabilecek kadar bir zaman dünyada yaşadın diyecek. Özür dileme imkanı olmayacak.
SORU: Hızır kıssasında, çocuğun öldürülmesi Allah tarafından gerçekleştirildiyse bizzat Allah, çocuğun ecelini kısaltmış mı olur?
Abdulaziz Bayındır: Elbette. Orada çünkü o çocuk, gulam. Yani gulam, buluğa ermemiş olan çocuk için söylenen söz. Öyle değil mi? “El gulem kable buluğil veled”. Arapçada buluğdan önceki sözdür. Buluğdan önce vefat etmiş olması, bu çocuğun aleyhine değildir. Allah orada anne babasının iyi kişiler olduğunu bildirerek o çocuğun, daha sonra bunları saptırmasından korktuk diyor. Çocuk demek ki kötü huylu bir çocuk. Annesi, babasını saptırmasından korktuk yani kafir yapmasından korktuk. İkramda bulunuyor. Bir ayet var, “istagferu rabbekum summe tubu ileyk bi emvali ve benine”. Yani bu da Allah’ın bir kanunu. Yani oradaki şahsa mahsus bir olay değil. O, Kehf suresindeki kişiye mahsus bir olay değil. Buldun mu o ayeti. İbrahim(as)’ın da soyunu bereketli yapmıştır. Bir çok ayet var bu konuda. Sadece bir tane ayet değil ki. Nuh suresinin 11.ayetinde şöyle diyor AllahTeala. Hatta 11’den öncesi de var. Nuh(as)’ın kavmine söylediği sözlerden bahsediyor. Nuh(as)’ın kavnine söylediği söz de orada Kehf suresinde öldürülen çocuğun durumunu düşünün, o kanunun uygulamasından ibarettir. Başka bir şey değil. Yani bu ne demektir? Biz de öyle yaparsak Allah bize de o şekilde ikramlarda bulunacaktır demek. “Fe kul tustagfiru rabbekum innehu kane gaffârâ: ben, kavmime şunu söyledim”(NUH 10) diyor. Rabbinizden bağışlanmanızı isteyin. O çok bağışlar. Şimdi bu ezelden, mezelden hikayeleri doğru olsa bu sözün ne anlamı var? Ondan sonra, “ve yursilis semae aleykum midrara: Allah, göğü size bol yağmurlarla göndersin”(NUH 11). Ne oluyor? Bu fıtrata göre davranmış olacaksınız, gökler ve yer de sizden rahat edecek. Yani nedir ayette: “zaharel fesadu fil berri vel bahri bima kesebet eydin nas”(RUM 41), insanların yaptığı yanlışlardan dolayı denizde ve karada bozukluklar ortaya çıkıyor. Yapmazsan bozukluk ortaya çıkmaz ve o güzellikten yararlanırsın. Ondan sonra da diyor ki; “ve yumdidkum bi emvalin ve benine” Allah, size mallar ve çoluk çocuk konusunda da imkanlar versin. Kolaylıklar versin. “Ve yec’al lekum cennâtin ve yec’al lekum enhârâ: sizin için bahçeler ve nehirler oluştursun”(NUH 12. Bunun babası iyi kişiydi dediği zaman yani istiğfar etmiş, doğru şeyler yapmış, Allah da bunun arkasından ikramlarda bulunacağını söylüyor. İşte ikram etmiş. O da bir ikram. İkram olarak o kötü olacak çocuğu şey yapıyor. Ne diyor orada? Onun yerine daha hayırlısını versin diyordu ya. “Fe eredna en yubdilehuma rabbuhuma hayren minhu zekaten ve akrebe ruhma”(KEHF 81. Annesi ve babası iyi kimselerdi. Onun yerine daha gelişikli ve daha merhametli bir çocuk versin. İşte demek ki bizim iyi davranışlarımız iyi evlat şeklinde de güzel dünyalık şeklinde de bize yansımış oluyor.
SORU: Afrika’daki çocuklar açlıktan mı ölüyor? Yoksa eceli musemmaları geldiği için mi ölüyor?
Abdulaziz Bayındır: Onlar, o açlıktan kurtulacak olsalar ölmezler. Onun için bütün dünyanın sorumluluğu var. Elinde imkanı olan insanlar, birbirlerine yardımcı olmak zorundalar. Açlıktan ölüneceği açıktır yani. İnsanlar, susuz ve havasız bir de şeysiz kalırlar ise bu da Allah’ın koyduğu bif fıtrat, bir kanundur.
SORU: Sadaka ömrü uzatır hadisi sahihmidir? Eğer sahih ise nasıl anlamamız gerekiyor?
Abdulaziz Bayındır: Sadaka ömrü uzatır meselesi: sadaka değil sadece. İşte istiğfar da yapıla güzel işler de. Bunlar, ömrü uzatır şüphesiz. Yunus(as)’ın kavmini düşünün. Ömürleri uzadı. Uzadı ama neye uzadı. O son kullanma tarihine kadar uzadı. Ondan sonraya değil yani. O kadar. Kendilerinin sebep olduğu azalmayı tekrar geriye doğru itmiş oldu.
SORU: İntihar etmek ecelmidir? İntihatın hükmü ile ilgili bilgi verebilirmisiniz?
Abdulaziz Bayındır: İntihar etmek ecel olamaz. Öyle olacak olsaydı intihar etmek günah olmazdı. Hiç kimsenin kendini öldürmeye yetkisi yoktur. Çünkü bu vücut, Allah’ın bize emanetidir. Biz, bu vücudu çok iyi korumak zorundayız. İntihar etmek, onun için hadiste var. AllahTeala “ve la taktulu enfusekum”(NİSA 29) diyor, kendi kendinizi öldürmeyin diyor. Hatta bu ayette intihar etme şeklinde değil yanlış ekonomik faaliyetlerde bulunarak kendi kendinizi öldürmeyin diyor. Çünkü ekonomiyi bozarsanız, o toplumu intihara götürmüş olursunuz. İşte orada ne diyor? “La te’kelu emvâlekum beynekum bil batılı illa en tekune ticareten an teradin minkum”(NİSA 29) mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin karşılıklı ticaret şeklinde olursa başka. Ne demek? Şimdi düşünün ki girdi iki, üç kişi fırına yada bakkala, malları aldı götürdü. İkinci gün, üçüncü gün.. Fırıncı bir daha ekmek üretir mi? Bakkal bir daha mal getirir mi? Ekmek gelmedi, mal gelmedi. E bu millet ne yiyecek? İşte intihar bu. Yani eğer ekonomiyi düzgün bir şekilde yürütmezseniz toplumu intihara sürüklemiş olursunuz. Bu, dolaylı bir intihar. Peki doğrudan intihar? O zaman daha ağır bir suç olacaktır.
SORU: Mü’min 67.ayetteki “min yuteveffa min kabli” ifadesi, eceli musemma ile mi alakalı? Yoksa ayetin üst tarafında anlatılan çocukluk, gençlik ve ihtiyarlıktan ölme ile mi alakalıdır?
Abdulaziz Bayındır: “Huvellezi halakakum min turabin summe minnutfetin summ min alakatin”. Sizi, topraktan, sonra döllenmiş yumurtadan, sonra ana rahmine yapışan bir yapıdan-şte embiryo diye adlandırılıyor-yaratan O’dur. “Summe yuhrivenum tıflen” sonra sizi çocuk olarak çıkarır. “Summe li teblegu eşeddum” sonra güçlü, kuvvetli hale gelinceye kadar size imkan verir, fırsat verir. “Summe li tekunu şuyûhâ” sonra ihtiyarlar haline dönüşesiniz diye sizi yaşatır. “Ve minkum yutevveffâ min kablu” kiminiz daha önce öldürülürsünüz. Bunlar, salgın hastalıklar olur, çocuklara bakmamak olur, çocuklarını öldürenlerin yaptığı davranış da olabilir. “Ve li teblugu ecelen musrmmen” bir d eceli musemmaya ulaşasınız diye. Anlaşılıyor ki eceli musemmadan önce ölenler de oluyor. “ve leallekum ta’kılun” belki aklınızı kullanırsınız. Aklınızı kullanırsınız ne demek? Aklını kullanan insan der ki; kardeşim şu çocuk hastalanmış yada gördün işte kuyunun içine düşmüş. Ya boş ver, ne olacaksa olsun. Oraya bıraktınmı boğulur işte. O kadar aklın yok mu dersin. Aklını kullananlar bunu bilir.
SORU: Derste, Buhari’de geçen bir hadise göre bazı hastalıktan ölenler de şehid kabul edilmektedir dediniz. Eğer bu hadis kabul edilirse hemen hemen herkes şehid kabul edilmektedir. Bu hadis sahih olarak değerlendirilebilir mi?
Abdulaziz Bayındır: Şimdi orada şehid kelimesine o hadiste bir şey vardı. Adam sabrediyor, veba bulunan bir yerden dışarı çıkmıyor. Niye? Oradan dışarı çıkarsa işte kader bu. Hastalığı öbür tarafa götürecek. Yani ölçü. Bif hastanın yanına, bütün sağlıklı adamları birleştirseniz ona sağlık bulaştırabilir mi? Ama o, bütün hastalıkları bulaştırır. İşte bu, Allah’ın koyduğu ölçüdür. Bu ölçü olduğu için o hadislerden birinde şey yapıyordu. Adam orada sabırlı olur yani ben hasta oldum, bunu kimseye bulaştırmayayım bari der. Sabrediyor, sevabını da Allah’tan bekliyor. Ondan sonra iyileşebilir de ölebilir de. Tedavisini bırakmış falan değil. Şimdi bu adam şehiddir ne demek? Biz, müslümanlar olarak o adamın gerçekten sağlam bir mümin olduğuna ve iyi davranışta bulunduğuna şahitlik ederiz. Şehid yani melhud. Meşhudun leh olur. Lehine şahitlik bulunulan kişi olur. Biz şahitlik ediyoruz. İç yüzünü C. Hakk bilir. Biz, dış görünüşe bakarak şahitlik ederiz; bu adam şehiddir deriz. Ama bu adam, Allah yolunda öldürülmüştür demeyiz. Yani onlara ölü demeyin diye C. Hakkın bize söylediği, Allah yolunda öldürülenler. Bir kere cihada gidecek, öldürülmüş. Bu ikisini bir birinden ayırmak lazım. Hani bizim fıkıh kitaplatında geçen yada o hadislerde geçen şehid kelimesinin bir karşılığı kur’anı kerimde yok. Kur’anı kerimde olan, Allah yolunda öldürülenlerdir. Oradaki şehid kelimesi de şahit anlamına yada bir örnek anlamına, meşhud anlamınadır.
SORU: Ali İmran 157.ayette, Allah yolunda ölür veya öldürülürseniz ifadesi geçmektedir. Allah yolunda öldürülenler şehid ise ölenler ne anlamda kullanılmıştır? Ölmekten kastedilen nedir?
Abdulaziz Bayındır: İşte bu ayet, tamı tamına eceli kısalıp, kısalmadığının delillerinden bir tanesi. Zaten sistemi kavradığınız zaman ayetlerin tamamını kolay anlayabilirsiniz. “Fe immate ev kutile”. Mesela Resulullah ölseydi yada öldürülseydi. Öldürülebilirdi. Ölmek ile öldürülmek arasında fark var. Ölme işi, normal ecelinizle ölür. Öldürülme işi, zamanından önce olabilir. Ama ikisi de bir arada olabilir. O da mümkündür yani. Ecelin de gelmiştir, o anda da öldürülmüş de olabilirsin. Allah yolunda öldürülenler, bir kere şeyi de tekrar düşünelim. Yunus(as), kendisinin karanlıkta olduğunu düşünüyordu. Ama aslında bilseydi ki ben balığın karnındayım, tevbesinin bir anlamı olmazdı. Şindi o savaşa giden kişinin eceli de gelmiş olabilir ama adam bilmez eceli musemmasının geldiğini. Onun niyeti önemlidir. O, kendi canını Allah yoluna vermek için gitmiş. Yani onu da göze alarak gitmiş. Öyle olunca AllahTeala ondan çok daha cömert olduğu için ona, bizim bilmediğimiz bir hayat veriyor. Fakat Allah yolunda canını vermek için giden ile öyle bir duygu içerisinde olan bir değil yani. Ölsen de öldürülsen de tabiki Allah’ın huzuruna çıkarılacaksın. Ölme ile öldürülme arasında böyle bir fark var. Birisi ecel ile birisi eceli gelmeden oluyor. Ama ikisinin aynı ana geldiği de olabilir yani. Bu kişinin duygusu, Allah yolunda öldürülmeyi göze aldığı için, bu kişi artık öldürülmüş kabul edilir. Ölmüş değil. Çünkü öldürülmüş olanların mükafatı var ayrıca.
SORU: 2011’de yaptığınız bir derste, Allah yolunda öldürülmek ile şehid olmak farklı şeylerdir dediniz. Allah yolunda öldürülmeden öle kişi, Bakara 154 ile Ali İmran 169’da zikredilen sınıfa dahil olamazlar mı?
Abdulaziz Bayındır: Olamaz tabi. Biraz önce onu anlattık zaten. Bu sorunun cevabını verdik. Bir daha okurmusun.
SORU: Allah yolunda öldürülmek ile şehid olmak farklı şeylerdir.
Abdulaziz Bayındır: Doğru. Onu döyledik zaten.
SORU: Allah yolunda öldürülmeden ölen kişi. Herhangi bir savaşta. Bakara 154 ve Ali İmran 169’daki sınıfa dahil olamazlar mı?
Abdulaziz Bayındır: O konumda olmaz. Şöyle bir şey düşünelim. Yani Allah yolunda öldürülmek, kişiye ektradan bir şey kazandırır mı? İnsanların zihninde olan o. İbrahim(as), Allah yolunda öldürüldü mü? Yok. Muhammed(sav)? Öldürülmedi. Peki şimdi Allah’ın son nebisinin değeri. Bedir savaşına O da gitti. Öldürülebilirdi. Uhud’a O da gitti. Hendek’e O da gitti. Yani O’nun değeri diğerlerinden aşağı olacak değil ki. O başka bir şey yani. Ama bu insan, canını Allah yoluna bilfiil verdiği için Allah da ona ekstradan çok sayıda can veriyor. Yani öbürlei daha iyi durumda değildir yada daha kötü durumda değildir diye bir ifade kullanılamaz. Şimdi şöyle düşünün kendi kendinize: siz, Allah’ın dini için mücadeleyi sürdürdüğünüz zaman her dakika ölümle yüzyüzesiniz. Yani bir kafir, sırf bu yüzden yani Allah’ın dinini insanlara anlattığınız için bundan zarar görenlerin içerisinde sizi öldürmek isteyenler tabiki olacaktır. Siz bunu bile bile, tabi kendinizi tehlikeye atarak değil. Kendinize göre tedbirinizi alısınız ama ne kadar alacaksın? Bunu bile bike hâlâ mücadeleye devam ediyor da bırakmıyorsanız elbetteki C. Hakk, bunun mükafatını verecektir.
SORU: Teröristler tarafından öldürülen askerler şehid sayılır mı?
Abdulaziz Bayındır: Biz, onların şehid olduğuna kendimiz söyleriz. Çünkü gitmişler, canlarını vermişler. Onlar, orada canlarını verdiği için biz burada rahat bir şekilde oturuyoruz. Huzur içerisinde yaşayabiliyoruz. Biz, onları kendi açımızdan şehid sayarız. Ama Allah katında ne dir ne değildir, niyetlerini çünkü Allah bilir. Belki başka bir niyetle gittiler. Bir şey söyleyemeyiz. Geçen hafta bir hadis okundu değil mi? Kahraman desinler diye de olabilir, başka maksatlarla da olabilir ama gerçek maksadını Allah bilir. Ama biz, dış tarafa, kendi açımızdan bakarak şehid deriz. Yoksa Allah katındaki durumunu biz bilemeyiz.
SORU: Onlar, Allah katında rızıklandırılmaktadırlar ifadesi, sadece Allah yolunda öldürülenler için mi geçerlidir? Yoksa sadece bunların şehidliğini mi gösterir?
Abdulaziz Bayındır: Sadece Allah yolunda öldürülenler için geçerli. Hayır, şehid onlara demiyor. Şehid, iyi olduğuna şahitlik ettiğimiz kişilerdir. Ona da biz, kendi açımızdan şahitlik ederiz. Mesela Hayber savaşındaydı. Birisi ile ilgili Resulullah(sav)’e gelmişler, demişlerdi ki; ya Resulallah, bu şahıs ne kadar imanlı bir insan ne kadar gayretli bir insan. Gözünü kırpmadan düşmana yürüyor. Neydi onun adı? Resulullah da demişti ki; O, münafıktır. Huzman mıydı? Resulullah da demişti ki; O, münafıktır. Sahabeden birisi diyor, şimdi ben isimlerini unuttum. Diyor ki; Valla bu benim kafama takıkdı diyor, takip ettim. Baktım adam yaralandı. Yaraya dayanamadı. Kılıcını dikine tuttu, vücudunu onun üzerine yükledi ve intihar etti. O zaman gelmiş diyor ki; “eşhedu enneke Resulullah” diyor. Ben şahidim ki sen, Allah’ın elçisisin. Resulullah diyor ki; hayırdır, nereden icab etti? Takip ettim, adam böyle yaptı diyor. Biz, dışarıdan o kişinin kalbini bilemeyiz. Onu tanıyanlar, bilenler olabilir. Bu adam hiç bir hayır niyetle buralara gelmez, başka maksatlatı vardır diyenler olur. İşte Resulullah da O’nu biliyormuş. Ama asıl kararı verecek Allah’tır. Değerleneirmemiz bize göredir. Allah yolunda öldürülenlerdir o rızlandırılanlar. Diğerleri değil.
SORU: Maide suresinin 29.ayetine göre öldüren kişi, öldürülenin günahını yüklenmiş mi olur?
Abdulaziz Bayındır: Adem(as)’ın çocuklarıyla ilgili. Biliyorsunuz Habil ile Kabil arasında Adem(as)’ın iki oğlu. Şöyle diyor 27’den itibaren C. Hakk; “vetlu aleyhim nebeebney ademe bil hakk” Adem’in iki oğlunun gerçek hikayesini bunlara anlat diyor. “İz karrabâ kurbânen” ikisi de bir kurban kestiler. Allah’a yaklaşma fiili yaptılar. “Fe tukubbile min ehadihimâ ve lem yutekabbel minel âhar” birinden kabul edildi, diğerinden edilmedi. İşte az önceki şehitlik olayı gibi. Birisi Allah rızası için yapıyor, birisi de başka maksatla yapıyor. Allah, hiç kimseye torpil yapmayacağını zaten her defasında söylüyor. “Kale le aktulennek” kardeşine dedi ki; ben, seni kesinlikle öldüreceğim dedi. Diyor ki kardeşi; “ka le inne ma yetekâbbelullahu minel muttekin” beni öldürmekle senin eline ne geçer ki. Allah muttakilerden kabul eder. Takva sahiplerinden kabul eder. Sen de muttaki ol, günahlara karşı korun tamam. Beni öldürmekle eline ne geçecek demiş oluyor. “Lein besadte ileyye yedeke li taktuteni ma ene bi bâsitın yediye ileyke li aktulek” sen, beni öldürmek için elini şey yaparsan ben, seni öldürmek için karşı koymam. Yani kendimi müdafa etmem demiyor orada. Ben, seni öldürmeye çalışmam diyor. Ben, öldürmem seni. Gel beni öldür dediği falan da yok orada. “İnni ehâfullâhe rabbel âlemin” ben, alemleri rabbi olan Allah’tan korkarım diyor. “İnni uridu: ben istiyorum ki”,”en tebûe ebi ismi ve ismik” sen, benim günahımla ve senin günahınla Allah’a dönesin. Ne demek benim günahım? Beni öldürme günahı. Diğer günahları değil, öldürme günahı. Ve sen işlediğin günahlarla Allah’ın huzuruna dönesin. “Fe tekune min ashabin nâr” ve cehennemliklerden olasın. “Ve zalike cezauz zalimin: çünkü bu, yanlış yapanların cezasıdır. Yani benim işlediğim günahları sırtlanasın değil. Beni, öldürme günahını sırtlanasın.
SORU: Askerlik ile ilgili şöyle bir şey gelmiş Hocam. İnsanlar mecburen askere gidiyor. Gitmez ise ceza alacak. Bu konuda kimse gönüllü değil. Nasıl değerlendirebiliriz bu şekilde?
Abdulaziz Bayındır: Kardeşim biz, dış görünüşe bakarız. Bu konularda herkes kendi adına konuşur. Biz, dış görünüşe bakarak söyleriz. İşin iç yüzünü bizim bilme şansımız yok.
SORU: Gerçek manada bir zaman var mıdır? Yoksa zaman,sadece bu dünya olaylarını anlamamız için mi vardır? Asr suresindeki yemin, bu anlamda neyi ifade ediyor?
Abdulaziz Bayındır: Zaman diye ayrı bir varlık yok. Zaman, olaylar arasındaki sıralamanın bir ölçüsüdür. İşte siz, bir saat önce buradaydınız diyelim. Bir de saat aleti belirlemişizdir. Dolayısıyla olaylar arasında sıralamayı ifade edebilmek için kullandığımız şeydir. Ama uyuduğunuzda zamanın ne geçtiğini bilemezsiniz. Mesela Üzeyr(as), 100 yıl ölüyor. Kalktığı zaman C. Hakk, ne kadar kaldın diyor. Bir gün yada daha az diyor. Ashabı Kehf, 309 sene uyuyor. Uyandıkları zaman bir gün yada daha az diyor. İlk ölen kişi, ahirette, sanki gözünü kapayıp açmış gibi bilecek zamanı. Dolayısıyla bütün bunlar, zamanın ayrı bir varlık olmadığını gösterir. Olaylar arasında sıralamanın bir ölçütüdür. Dolayısıyla AllahTeala, zamanı kendisi için de kullandığı zaman ahiret için de kullanılıyor. Fatır suresinde olacak galiba. Sabah akşam rızıklandırılırlar cennette diye cennettekilerin..
Yahya Şenol: Meryem Suresi. Meryem 62. Ayette. Diyor ki burada; “lâ yesmeûne fi ha lagven illa selâmen: orada boş şey işitmeyecekler, sadece selametle güze yani böyle birbirlerinin iyiliğini isteyen sözler. “Ve lehum rızkuhum fi ha bukreten ve aşiyyâ: onlar, sabah akşam orada rızıklar da vardır”. Bak, sabah-akşam diyor yani. Bunlar, zamanla ifade edilen şeylerdir. Bu her yerde var. Ahirette herhalde robot varlık haline dönüşmüyor. Yoksa o zaman cennetin olmasının anlamı ne? Bitti mi? Allah’a şükür ilk defa soruların cevapları bitti şeyde. Evet, buradan var mı soran?
Mustafa Beh: Hocam, genlerimizle getirdiğimiz ümür kadar ömür yaşayacağımız kesin. Bunda bir tereddütümüz yok.
Abdulaziz Bayındır: En fazla o kadar yaşayacağız.
Mustafa Bey: Evet. Sizin de buyurduğunuz gibi son kullanma tarihi, genlerimizle doğuşta getirdiğimiz bir ömrü yaşayacağız. Ancak siz biraz önce anlatırken bu Soma’daki kazada. Dediniz ki; bir kısmı, Allah’tan gelen bir ömrü yaşamış olabilir gibi bir anlam..
Abdulaziz Bayındır: Oradakilerin bir kısmının ömürleri de bitmiş olabilir. Onu söylemeye çalıştım. Yani hepsi böyledir dediğimiz zaman şey yapmış oluruz. Bilmiyoruz. İşin gerçeğini Allah bilir. Belki bazılarının ömrü gerçekten o saatte bitmiş de olabilir. Onu anlatmaya çalıştım. Biz bilemediğimiz için onu ifade etmek istedim yani.
Katılımcı: 93. Ayette, Nahl suresindeki. Allah, diyor ya dileseydi sapıklığa götürürdü, dileseydi kurtarırdı. Şimdi oradaki o dileme, ezele bağlı değil bence. Çünkü ezelden belli olsaydı o zaman böyle de konuşulmazdı. Yani ezel mefhumu yok orada.
Abdulaziz Bayındır: Ezel mefhumu zaten yok da. Onu, kaderi bir inanç olarak dayatanlar ortaya koymuşlardır.
Aynı Katılımcı: Yani yanlış tercümeden bile çıkıyor o.
Abdulaziz Bayındır: Yanlış tercümeden de çıkıyor da doğru tercümesini yapmadık. Orada C. Hakk şöyle diyor. “Ve lev şaallahu cealekum ummeten vahideh” eğer tercihi Allah yapsaydı, size bırakmasaydı, elbetteki sizi tek bir ümmet yapardı hepiniz müslüman olurdu. “Ve lâkin yudillu men yeşu ve yehdi men yeş’a” ama Allah, dalaleti tercih edeni dalalette bırakır, hidayeti tercih edeni hidayete getirir. “Ve le tus’elunne ammâ kuntum ta’melun: yaptıklarınızdan elbetteki sorguya çekileceksiniz”. Ayetin doğru manasını verdin mi-ki bu İmam Maturidi’nin verdiği manadır-herhangi bir problem yok.
Azeri Katılımcı: Ali İmran 86’da size anlatacağım. Yanlış meal. Orada huld kavramıyla ebeden kavramı farklı çevrilmediğinden dolayı yanlış meallerde.
Abdulaziz Bayındır: Evet, o huld ile ebedi kelimesi tabi şey yapılıyor malesef. Aynı anlam veriliyor meallerde. Huld, ölmemek üzere yani hayat boyu demektir. Ölmeden demektir. Ebediyen de ebedi anlamına gelir. Malesef meallerde o fark gözetilmiyor. Evet, işleri bitseydi ebeden kelimesini kullanırdı ama halidin kelimesini kullandı. Doğru. Arkadaşımız, Azerbaycan Şeki’den geldi.
Katılımcı: Rivayet ettiniz ya. İntihar ediyor. Oradaki intihar olayından önce gelip diyor ki; seni müjdeliyorum. Hadisi öyle hatırlıyorum. Sen böyle dövüştün mü diyor? Hayır, Medine bahçeleri için. Ondan sonra yaraya şey edip kendini öldürüyor.
Abdulaziz Bayındır: Ölmeden önce, ben, Medine bahçeleri için savaştım diyor.
Aynı Katılımcı: Siz, kısa bahsettiniz.
Abdulaziz Bayındır: Değişik rivayetleri var onun tabi.
Katılımcı: Depremle ilgili bir şey söyleyecektim.
Abdulaziz Bayındır: Siyasetçilerden biraz örnek al kardşim. Dudağına yapıştır.
Katılımcı: Eski siyasetçiyim ama şimdi değil.
Abdulaziz Bayındır: Mikrofon çıkmadan önceymiş demek ki.
Katılımcı: Hocam, Cübbeli daha önce demişti ki; yanına kimseyi almadan, tek başına o çocuklar öldüler. Onlar şehiddirler. O çocuklar eğer ölmeseydi depremde, kafir olacaktılar. Bunun üzerine Mehmet Kutluören ona suç duyurusu yaptı. İçeri attırdı. Biz, konuşmayı yaparken bana dediler ki; sen ne dersin? Ben de dedim ki; bu böyle olmaz. Demiri, çimentosu çalınan, rüşvetle ruhsatı alınan, faizli kredilerle yapılan binalar çökmeye mahkumdur. Yanımızda adamlar dedi ki: işte depremde olan. Ne dersiniz Hocam?
Abdulaziz Bayındır: Sen zaten kâfiyeli konuştun zamanında. Bunlar ölmeseydi kafir olacaktı diye bir şey söymemek bir insanın haşa kendisini tanrılığa soyundurması demektir. Bu asla kabul edilemez. Ne olmuşsa olmuş. O ölenlerle ilgili bizim bir şey konuşmaya hakkımız yok. Onlar ölmüş, bitmiştir. Allah hepsinin de taksiratını affetsin. Makamlarını yüce etsin. Az önce burada olan depremde de bina çökseydi, altında kalıp şu konuşmaları da yapamayacaktık. Allah hepinizden razı olsun.