Batı Güdümlü İslam Anlayışında Kur’an Sünnet Algısı – 2

25 Ekim 2014 tarihinde yayınlandı. görüntülenme Mukayeseli Fıkıh Müzakereleri

ABDULAZİZ BAYINDIR: Öncelikle hepiniz hoş geldiniz. Ekranları başında dinleyen dostlarımıza da hoş geldiniz diyorum. Allah hepinizden razı olsun. Geçe hafta batı medeniyetinin İslam’a etkileri diye başladık. Bunu bir süre devam ettireceğiz. Ama işin esası şu. Adına ister batı diyelim ister doğu diyelim. İsterse ne dersek diyelim insanlar iki guruba ayrılıyor. Onu da Bakara suresinin en başından anlayabiliriz. Bakın şöyle Bakara suresinin en başını açın lütfen. Şimdi burada diyor ki; “elif-làm-mim zalikel kitâb” işte kitap budur diyor. Ondan sonra da diyor ki; “lâ raybe fih” içinde şüpheye yer yoktur. İnsanın şüpheleneceği bir şey yoktur. Ondan sonra da bir şey söylüyor. Diyor ki; “huden lil muttakin” bu kitap rehberdir. Rehber. Kime rehber? Muttakilere. Muttaki ne demek? Kendisini koruyan demektir. Şimdi bu kitap, kendisini koruyanlara rehberdir. Siz buradan bir yere giderken elinizde bir rehber olmasını istiyorsunuz değil mi? Nereye gidiyorsun? Ben işte buradan Edirne’ye gideceğim ya da diyelim bir başka yere gideceksiniz. Oraya ait olan bir rehber istersiniz değil mi? Edirne’yi anlatan bir rehber istersiniz. Bu, Edirne’ye girmek isteyenler için rehberdir. O rehberi elinize almadan önce Edirne’ye girme kararı sizde var değil mi? Peki o zaman “huden lil muttakin” ne oluyor? Kuran, muttakiler için rehberdir dediğine göre demek ki kuranla karşılaşmadan kişi, muttaki olma kararını vermiş olması lazım. Muttaki, kendisini koruyan demektir. Yani kişi diyecek ki kardeşim ben yanlış yapmak istemiyorum, doğruları yapmak istiyorum diyecek ki kuran ona rehber olsun. Bir gurup böyle. Bu, kendini koruyan. Ondan sonra ikinci gurubu Bakara 6.ayette Allah anlatıyor. Bir de “innellezine keferû” diyor. Keferu. Küfür-sürekli anlatmaya çalışıyoruz-örtmek demektir. Yani insan, bunu örtüyor ve oradaki bardağın da görünmesini istemiyorsa birileri bunun altında bir şey var falan dediği zaman “yok kardeşim bir şey yok, sen uyduruyorsun” der. “Ben orada bardak gibi bir şey görüyorum” ..sizi duymaz. “Sen bir bak” ..bakmama gerek yok der. E peki ne olduğunu se  söyle.. Söylemem der. Niye? Çünkü niyeti örtmektir. En çok doğruyu bilenden rahatsız olur. Şöyle bakın günlük hayatta birisi yanlış yapsa, bir suç işlese, bir günah işlese onu kimseye söylemez. Peki onu bildiğini söyleyen insanlarla ne yapar? İlişkisini keser değil mi? Onların konuşmalarını duymaz, onların davranışlarını görmez ve onlara taraf yönelmez. İşte “innellezine keferû” odur. Kafir olanlar. “Keferu” demek “seteru” demek. Örten insanlar. Neyi örtüyor? Gerçekleri görmek istemiyor. O zaman “sevâun alehim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn” farketmez, onlar için kuran rehber olmaz. Kuranı alabilir. Kendisine rehber olsun diye değil. Kuran ile birilerine hücum etmek, dini bozmak, şu, bu için yapabilir. Pekala yapabilir. Hiç önemli değil. Niye yapabilir? Çünkü biz yine kurandan öğreniyoruz ki İblis doğru yolda oturur. Doğru yolda oturuyorsa alır kuranı okur, kuranı ezberler, iyi bir kuran bilgisine sahip olur. İşte batılıların yaptığı gibi. Geçen hafta burada Mehmet Said Hatiboğlu’nun batılılarla ilgili güzel bir tespiti vardı. Onu, ben size söylemiştim. Onlar, müslümanlarla yıllarca mücadele ettiler, savaş yaptılar başarılı olamadılar. O zaman başarılı olabilmek için islamı çok iyi öğrenme kararını verdiler. Öğrendiler gerçekten. Bunun enstütülerini kurdular. O noktaya geldiler ki islam alemi oraya kurana ve Allah’ın elçisine inanmayan kişilere gönderiyor, git işte fıkıh doktorası yap onun yanında. Git tefsir doktorası yap. Git kelam doktorası yap. Git islam tarihi doktorası yap. Git işte şunu bunu yap. Kurana ve Allah’ın resulüne inanmayan insanların yanında yetişmiş olan insanlar Türkiye’ye ya da diğer İslam ülkelerine gittikleri zaman Kur’an’sız ve sünnetsiz bir din, din Allah’ın dini olmaktan çıkıyor sosyal bir olguya dönüşüyor. Niye sosyal olgu? Her toplumda bir din var. İslam toplumu da bu demiş. O zaman Muhammed zamanında aslında Muhammed diyecekler ama mecburen saygı duymaları lazım yoksa siz dinlemezsiniz onu. Onun için Hazreti Muhammed, Peygamberimiz diyecek, bir takım kelimeler söyleyecek. İşte onun zamanında din, o günkü Mekke ve Medine’nin bilgi birikiminin hayata değişik şekillerde uygulanması. Muhammed de onu kitap haline getirmiş. Bu kitap da 23 yıl içinde yazılmış. Tabi bunu Muhammed yazmış derse gene dinlemezsiniz. Bu defa Allah indirmiş diyecek. Ama onun kafasında, Muhammed’in yazdığı kitap. Niye kafasında Muhammed’in yazdığı kitap? Çünkü o kitap 7.yüzyılın Mekke ve Medine’sini bize yansıtır. Bugün için biz o kitabın hükümlerini alamayız. Oradan istifade edebiliriz. Peki ondan sonra? Ne diyordu? Yahya, sen geçende okuyordun. Her dönemde kendi döneminin yani sahabe dönemindeki İslam kuraba uymam zorunda değil. Değil mi öyle bir şey vardı?

YAHYA ŞENOL: İslami ilimlerin temel noktası bir defa, Hz. Peygamber. Kur’an değil. Onun davranışları.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Bu çok önemli. Muhammed’dir bu işin kaynağı. Bu kelime çok mühim. Çünkü çok aldatıcı bir kelimedir. Bu, Yahudi oyunudur. İnşallah onunla ilgili çalışmalar bitmedi henüz. Arkadaşlarımız çalışmaları tamamlasın ayrı bir ders yapacağız. Kelimelere farklı anlamlar yüklüyorsunuz. Çünkü Muhammed oluyor. Allah olmuyor o işin merkezinde.

YAHYA ŞENOL: Resulullah,  tabi O’nu Hazreti Peygamber diyorlar ama fiilen de aslında pek bir anlam ifade etmiyor. Çünkü diyorlar ki; Resulullah’ın davranışları bizim için önemli. Fakat Resulullah’ın davranışlarını da biz görmedik. Kim gördü? O dönemde O’nunla birlikte yaşayan insanlar. Ashabı kiram gördü.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani bu kitap önemli değil o kadar.

YAHYA ŞENOL: Dolayısıyla diyor Resulullah’ın davranışlarını görenlerin davranışlarıdır bizim için önemli. Kuran en geride kaldı. Araya Resulullah’ın davranışları girdi. Resulullah’ın davranışlarını görenlerin davranşları girdi.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Kuran zaten var mı ki geride kaldı olsun.

YAHYA ŞENOL: Teberrüken diyoruz ya.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani siz kurana inanıyorsunuz. Size kuran yoktur falan dersek ne lüzumu var şey yapıyorsun ki. Medine’de bana oranın ulemasının bana söylediği gibi: “ya Abdulaziz Bey, niye kardeşim geleneğe aykırı şeyler söylüyorsun ki. Bak ben, eski ulema ne demişse onu yazıyorum. Hiç kimse de bana ses çıkarmıyor. Sen niye milletin düşmanlığını celb ediyorsun ki” dedi.

YAHYA ŞENOL: Şimdi üçüncü durumdaki ashabın davranışları bir numaralı bağlayıcı aktör oldu. Fakat ashabı da biz görmedik. Dolayısıyla ashabı görenlerin burada davranışları önemli. Bunlar kim? Tabiin. Dolayısıyla kuran yine bu sefer dördüncü/en geride kalmış oldu. Resulullah’ın davranışlarını gören ashabın davranışlarını gören tabiin. Bizi onlar bağlar. Ama biz yine onları görmedik. Tabiini görenler önemli. Onlar kim? Tebei tabiin. Onlardan sonra silsile silsile 14 asırlık bir gelenek oluşuyor. Ve siz kalkıp 2000’li yıllardan ben kurana gideceğim asla diyemezsiniz. Niye? Çünkü kuranı getiren resulün davranışını görmediniz. Resulü gören ashabın davranışını görmediniz. Ashabı gören tabiinin. Tabiini gören tebei tabiini görmediniz. Halbuki aradakiler hepsi birbirini görerek naklettiler. Siz kalkıp bu 14 asırlık birikimi yok sayarak birinci kaynak kurandır, ben kurana giderim diyemezsiniz.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani kuranı bu kadar büyük bir örtülerin altında gizleyen kişilere kuran rehber olur mu? Onun için bugün ilahiyatçıların ister islam aleminde olsun ister Türkiye’de olsun ilahiyatçıların çok önemli bir bölümü kuranı Allah’ın kitabı olarak kabul etmez ama demezler. Diyemezler açıkça. İşte bu şekilde laf kalabalığı ile onu örter örter ve öyle bir yaldızlı kelimeler söyler ki acaba haklı mı demeye başlarsınız siz de kendi kendinize. Bir de Ali Bardakoğlu’nun tesbiti vardı. İstersen bir daha oku. Sen onu buluncaya kadar şu ayeti tamamlayayım ben. Allah diyor ki bak. Onlara ne dersen de laf dinlemezler. “Hatemallâhu alâ kulûbihim” sanki Allah kalplerine mühür vurmuş, “ve alâ sem’ihim” sanki kulaklarını mühürlemiş. Çünkü duymazlar sizi. Ayetler okursunuz “ve mel lem yahkum bi mâ enzelallâhu fe ulâike humul kafirûn: Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kafirlerdir”(MAİDE 44). “Ya kardeşim  o kelimenin asıl manası nedir biliyor musun? O zamana gitmek lazım”. Ve dinlemezler yani. Peki ayeti göstersen? Hiç bakmazlar. E sen oku dersen? Okumazlar. “Ve lehum azâbun azim: onların hakkı büyük bir azaptır”. Tamam anladık da şimdi bunlar o kadar cazip geliyor ki insanlara, hem müslüman olacaksınız. Mesela bunlardan bir tanesinin bir toplantıdaki konuşmasını şey yapayım. Yıllarca önce Çorum’da yaptığımız bir toplantıda, “efendim işte ezzaniyetu ezzaniye ne demektir? Zina eden erkekle… bunu meslek haline getirmiş olan diyor. Zinayı meslek haline getirmiş olan. Niye öyle diyor? Çünkü bugünkü toplumlarda meslek haline getirenler yasa dışı yollarla bunu yapıyorlarsa şey yapılıyor. Artık bundan önceki dönem de yok. Şu an var. Şu anda insanlar ne anlıyorsa o. Şimdi siz kalkın faiz haramdır deyin gülerler. Dolayısıyla işte dikkat ederseniz yıllarca (bugün ben faizin örneğini vereceğim) faize karşı mücadele verenler, yetkili makama gelince faizsiz olarak görev yapan finans kurumlarının faizli çalışmasının kanununu çıkardılar 2005’te. Çünkü niye? Bunların arka planındaki bu hoca takımı, çok rahat bir şekilde onların arzu etikleri fetvaları veriyor. Bu sadece Türkiye’de değil ki. Adına İslam Alemi dediğiniz yerlerde var, Malezya’da veriliyor, Arap ülkelerinde veriliyor, her tarafta veriliyor. Değişik kılıflarda veriliyor. Evet şimdi oku Ali Bardakoğlu’nun tespitini.

YAHYA ŞENOL: Önce kaynağını belirteyim. Kuran Ve Tefsir Araştırmaları 2 diye tartışmalı ilmi toplantılar dizisinde, Ali Bardakoğlu Hoca’nın dinlediği bir tebliğe yaptığı müzakerede söylediği şeyler. Demiş ki; “islam toplumundaki hukuk tefekkürünün ve bunların ürünü olan bilgilerin oluşumunda kuran, sünnet, icma ve kıyas hiyerarşisi”. Bunu hep duyuyoruz değil mi? İslami şer’i deliller nedir diye sorulduğunda: 1-kuran. 2-sünnet. 3-icma. 4-kıyas şeklinde 4 delil sıralanır. “Bu hiyerarşi aslında doğru değil. Belki bunun tersi doğrudur. Yani oluşumda asıl belirleyici faktör reydir”. Rey, fıkıh ile uğraşan kişinin ortaya koyduğu görüş.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Ama bu görüş kurana sünnete dayalı olacak değil. Öyle bir olay yok.

YAHYA ŞENOL: “Bütün fıkıh külliyatının rey üzerine, bireysel çaba ve bakış açısı üzerine kurulduğunu söylersek abartmış olmayız. Bunlar arasında yani bu 4 delil arasında daha az işlevsel olanı belki sünnet, en altta da kuran yer alır”. Biz, kuran-sünnet diye sıralıyoruz. Hayır diyor “1-Kıyas. 2-İcma. 3-Sünnet. 4-Kuran. En alta kuran. Peki bunu böyle ifade etsek ne olur? Diyor ki; “bunu ifade etmek, müslümanların inanç dünyaları ile dine bakışkarı ile tevhid akidesi ile ilk planda çelişkili gibi olacağı için” kuran nasıl 4 numarada olur diyeceği için “bu daima tersten, kuran, sünnet, icma, kıyas olarak formüle edilmiştir” diyor.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Milleti aldatıyorlar.

YAHYA ŞENOL: Milletin kurana bakışı, dine imana bakışı sarsılmasın diye diyor en başa yazıyorlar.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Gerçekten doğru. Biraz sonra ben bütün mezheplerden örnek vereceğim. Bir de Abdurahman’ı dinleyeceğiz göreceksiniz resmi. Bitti mi? Daha çok var. Asıl şey bu. Gerçekten de bu böyle. Geçen hafta İnaye Gurup diye bir gurup var Araplarda. Başında da oldukça kültürlü, akıllı bir insan var. Kendi aralarında mesajlaşıyorlar. Bizim Servet Bayındır’ın, sonra Abdurrahman da o guruba üyeymiş. Oradan aldığı bazı mesajları bana ilettiği oluyor. Geçen hafta birisini iletti ve okudum. Gerçekten çok üzüldüm. Yani durumun öyle olduğunu biliyordum da hani bu Araplardaki kültürlü olup da bu şeyi yırtmaya çalışan insanların bir çeşit umutsuzca teslim olmaları gibi gözüktü bana. Bir de Abdurahman, sen o gurubu benden iyi tanıyorsun. İstersen önce başındaki kişiyle ilgili bilgi ver. Gelen o mesajı özetle bize.

ABDURRAHMAN YAZICI:  İslam dünyasının çeşitli yerlerinde, özellikle Arap dünyasında bir çok alimin üye olduğunu görüyorum gelen mesajlardan özelikle. Birçok şeyin paylaşıldığı bir gurup. Refik el Mısri diye bir alim de orada çok sık makaleler yazılar paylaşıyor. Çeşitli cevaplarda bulunuyor. Oraya gelen şeylerden bir tanesi de Hocam’ın belirttiği gibi “Es sunneti nebeviyyeti vahyun ahar” şeklinde. Sünnet bir vahiy midir? Başka bir vahiy midir? İkinci bir mesaj ona bağlı olarak devamında göndermiş. Kelale konusunda.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Kelale ve faizdeki 6 madde.

ABDURRAHMAN YAZICI: Evet. Ama burada daha çok kelaleyi ele alıyor. İkisini de yazmış. Önce ayetleri ele almış. Kelale ayetleri biliyorsunuz Nisa suresinin 12. ayetinde ve 176. ayetinde iki yerde geçiyor kelale kelimesi. Bu ayetlerde açıkça belirtiliyor kelalenin ne olduğu.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Kelale ile ilgili ayrı bir ders yapalım. Abdurrahman doktora yaptığı saha. Abdurahman, miras konusunda doktora yaptı. Kurandaki hikmete ulaşma metodu var ya. O metoda göre hareket ettiğiniz zaman kelalenin çok ayrıntılı bir şekilde açıklandığını görüyorsunuz kuranda. Zaten onu C. Hakk, bize açıklamış. Ama bu metot kaybolduğu için bunun bilinmediği anlatılıyor. Mesela bana bir soru soruyorsunuz, sizin karşınızda iyice sıkışınca sizin çok değerli gördüğünüz bir alimin adını kullanıyorum o da bilmiyor. Dolayısıyla bu tür şeylerde en çok adı kullanılanlardan birisi Ömer(ra)’dır. Ebu Bekir’dir. Ondan sonra Abdullah İbni Abbas’tır. O da bilmiyordu diye hep onlara atfedilir. Böyle bir şeyin olma ihtimali yok yani. Ama burada şimdi okuyacaksınız.

FATİH ORUM: Hocam İbni Abbas dedi ya. Sürekli kendisine atıfta bulunulur. İlk kez bir şey gördüm onunla ilgili. Diyor ki burada. Bunu örnek vermiş yani. Şöyle demiş. Hz. Ali, İbni Abbas’ı Hariciler ile tartışmaya gönderdiği zaman ona, onlarla kuran üzerinde tartışma demiş. İbni Abbas; ben kuranı onlardan daha iyi biliyorum. Kuran bizim evlerimizde indi deyince Hz.Ali şöyle cevap vermiş; doğru ama kuran, değişik yorumlara açıktır. Onun için onlara sünnetten delil göster.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Şimdi bunlar hem Ali’yi hem İbni Abbas’a. Ali(ra) da en çok iftiraya uğrayan sahabedendir. Kelale konusunda inşallah önümüzdeki hafta onu gündeme alalım. Özetle onu.

ABDURRAHMAN YAZICI: Refik el Mısri diyor ki; kelale konusunda ihtilaf var. Bit kısım alimler dedi ki; kelale çocuğu ve ebeveyni olmayandır. Bir kısmı dedi ki; sadece çocuğu olmayandır. Buradan hareketle büyük bir ihtilaf meydana geldi. Hz. Ebubekir bunun ne olduğunu hilafeti sırasında bilemedi.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Ebubekir bilemedi. Dikkat edin.

ABDURRAHMAN YAZICI: Ondan bir rivayet de naklediyor. Aslında bu doğru bir tanım. Veledi ve vâlidi olmayan.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Veledi vevâlidi olmayan yüzde yüz doğru bir tanım. Ama ayetleri bilmedikleri için bu tanımın doğruluğunu bilemiyorlar.

ABDURRAHMAN YAZICI: Hz. Ebubekir buna nasıl ulaştı bilinmiyor. Kelalenin olduğu konusunda Hz. Ömer zamanında da ihtilaf oldu diyor. Hz. Ömer’in Peygamberimiz hayattayken sorduğu, Peygamberimizin’de yazılan ayet yeterli olmaz mı diyerek Nisa suresinin 176.ayetini işaret etti. Zaten bu rivayetlerde de var öyle bir şey. Hatta Peygamberimiz’in Hz.Ömer’in bunu öğrenmek istediği, Peygamberimiz’in eşi Hafsa vasıtsıyla. İyi bir vaktinde O’na sormasını istediği. Hz.Peygamber’in de sorduğu durumda Ömer mi sana söyledi. Ona, yaz ayeti yetmiyor mu şeklinde diyor. Yine bu konuda başka sahabelerin de Peygamberimiz’e sordukları, yine Peygamberimiz-in bu konuda daha fazla cevap vermediğini biliyoruz. Ancak burada Refik el Mısri şöyle diyo; işte burada görüldüğü gibi Hz.Ömer, bunun ne olduğunu bilmiyordu. Hatta şöyle dedi Hz. Ömer; 3 şey ki Peygamber(sav) açıklamadı. Eğer açıklasaydı, bana dünyanın içindekilerden daha değerli olurdu. Bunlar nedir? “El ceddu vel kelaletu evvabu miber riba”. Dede derken…

ABDULAZİZ BAYINDIR: Dedeye miras payı herhalde

ABDURRAHMAN YAZICI: Muhtemelen. Dedenin kardeşlerine geçip geçmeyeceği. Kelale ve bir de faizin kısımları şeklinde. Bunu naklediyor. Diyor ki: bu, bilinmeyen durumlardan bir tanesidir kelale meselesi. Hatta bunu alimler, Kur’an’ın müşkillerinden saymışlardır, kabul etmişlerdir. Çözülemeyen yerlerden. Peygamberimiz acaba niye açıklamadı gibi bir şey söylüyor ama bunun sonucunda bir şeye varmıyor. Sadece şunu söylüyor; bu durum bize ifade eder ki diyor, Peygamberimiz vahiyden başka bir şey söyemiyordu. “La yekulu şey’en illa vahyun ve yufidûna sünneti vahyun ahar tenzilu kema yenzilu kuran” şeklinde. Yani sünnette bir vahiydir. Kuranın indiği gibi iner. Sadece tek farkı, devamında onu da söylüyor; “kuranu vahyun metluv” yani kuran okunan bir vahiydir.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Namazda okunur o demek istiyorlar.

ABDURRAHMAN YAZICI: “Sunnetu vahyun gayrı metluv”

ABDULAZİZ BAYINDIR: O da vahiydir ama namazda okunmaz.

ABDURRAHMAN YAZICI: Yani bu şekilde bir sonuca varıyor. Fatih’in üzerinde çalıştığı makale “ve mâ yentıku anil heva an inne huve illâ vahyun yuhâ”. Necm suresindeki o ayeti de buna delil getiriyor. Böyle bir sonuca ulaşıyor ama kelalenin ne olduğu ile ilgili de açıkçası öyle devam ediyor. Yazdığı şeyleri de şöyle. Sadece Hz.Ömer’den nakledilen rivayetleri ele alıyor. Şunu da söylüyor ama. Peygamberimiz’e kelale kendisine sorulduğu durumda yaz ayeti sana yeterli olmuyor mu şeklindeki rivayeti de naklediyor. Burada anlıyoruz ki Peygamberimiz, ayet inmiş ve…

ABDULAZİZ BAYINDIR: Sen nasıl anlıyorsunu sormuyorum. Sen bu konunun doktorasını yaptığın için bir başlarsan.. Esas o zatı ne dediğine bak.

ABDURRAHMAN YAZICI: O zat bunu naklediyor ama çelişkili bir durum da var.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Yani bunlar, bu güne kadar çözülebilmiş problemler değil diyor. Birisi faiz konusu. Birisi kelale konusu. Bir de işte dedenin mirastan pay alma meselesi.

ABDURRAHMAN YAZICI: Şunu da naklediyor. Nisa suresinin 176.ayetindeki “leyse lehu veleduv” ibaresini. Diyor ki; “zekerun ibn”. .

ABDULAZİZ BAYINDIR: Çok yanlış bir anlam veriliyor.

ABDURRAHMAN YAZICI: Yine diyor ki; “hâzâ min ilmul feraiz ilmul miras” bu miras ilminin zor şeylerindendir bu durum gibi bir sonuca ulaşıyor.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Şimdi burada şu var. İnşallah bu vesile ile onu gündeme alalım. Abdurahman, haftaya mirasla ilgili problemleri ortaya koyalım. Gerçekten öyle içinden çıkılmaz problemler oluşturmuşlardır ki onların açıkça kurana aykırı olduğunu göreceksiniz inşallah. Yani bir kimsenin kızı babasınsan önce ölse kızının çocukları olsa o kızının çocukları mirastan hiç bir şey alamaz. Bütün mal ölenin kardeşine kalır. Öyle değil mi Abdurahman? Mesela çok zengin bir adamın kızı babasında önce ölmüş oluyor. Bir tarafik kazası oluyor. Arada bir dakika fark diyelim. Bir dakika önce kız ölüyor, bir dakika sonra baba ölüyor. Geriye de torunlar kalıyor. O torunlar, o kızın mirasının 6/1’i babasına kalır. 6/1’i de annesine kalır. Ama babasının ve annesinin mirasından yani o  6/1-6/1 verilir. Çünkü bir dakika önce ölmüş anneden babadan önce. Annesinin ve babasının mirasından tek kuruş o kızın çocuklarına verilmez. Tamamı o adamın kardeşine verilir. Bütün mezhepler bu konuda ittifak etmiştir. İnşallah haftaya göreceğiz ki onlara asla ve kat’a bir şey verilemez mezhebin verdiği kişilere. Vereceksiniz. Yani Kur’an’sız bir İslam insanları ne hale getirmiş. Şimdi bu zat problemi görüyor ama şunu demeye çalışıyor; Resulullah’a ikinci bir vahiy gelmedi. Yani kuran geldi, kuranda problemi çözmedi. Resulullah’a ikinci bir vahiy gelseydi (hani sünnet de vahiydir diyorlar ya) Ömer’e açıklardı diyor. Ama burada bir husus var. Şu ayeti lütfen açın. Nisa suresi 176.ayete bir bakın soruyu size soracağım. Ben konuşmayacağım. Yani Resulullah’ın sözleri vahiy mi değil mi? Mirala ilgili delil getirdiği ayeti şimdi size okuyacağım. Cevabı siz verin. Bakın ki Resulullah’ın sözünün vahiy olup olmadığı üzerinde düşünülmesi gereken bir şey miymiş değil miymiş? O ayeti yazıyor, benim okuyacağım kısmı yazmamış oraya. Oraya kadar yazmış son kısmını yazmamış ayetin. Bakın burada diyor ki. Hatta mealden okuyayım. Der ki; Abdulaziz Hoca kendine göre meal verdi demesin. Diyanet vakfının mealinden okuyayım. Diyor ki; “Senden fetva isterler. De ki; Allah, babası ve çocuğu olmayan kimsenin mirası hakkındaki hükmü şöyle açıklıyor: Eğer çocuğu olmayan bir kimse ölürse”. Bak orada çocuğu, oğlu diye tercüme etmiş. Kızı devre dışı bırakıyorlar. Halbuki kuranın içerisinde böyle bir ayırım imkansız.

ABDURRAHMAN YAZICI: Tunus’ta yapılan bir kanunlaştırmada bundan 20-30 yıl önce, bu ayete doğru anlam vererek diyorlar ki; burada veled ikisini de kapsar. Hem kız, hem erkek çocuk demektir. Eski yanlışı düzeltiyorlar.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Ben şu anda yeni çalışmalardan değil. Onun için seni konuşturmadım. Ben yani mezhepleri ve İslam Alemindeki bilgi birikimin ne halde olduğunu göstermeye çalışıyorum. Ve o tür şeyleri de bir temele oturtamadıkları için de arkasında bir usul/yöntem olmadığı için havada kalıyor o tür şeyler. Bir takım duygusal yaklaşımlar şeklinde değerlendiriliyor. “Sende fetva isterler. Deki; Allah, babası ve çocuğu olmayan kimsenin mirası hakkındaki hükmü şöyle açıklıyor: eğer çocuğu olmayan bir kimse ölür de onun bir kız kardeşi olursa bıraktığının yarısı bunundur. Kız kardeşi ölüp çocuğu olmazsa erkek kardeş ona varis olur”. Yani onun bütün mirasını alır. “Kız kardeşler iki tane olursa bıraktığının 3/2’si onlarındır. Eğer erkekli kadınlı daha fazla kardeş mevcut ise erkeğin hakkı iki kadın payı kadardır. Şaşırmamanız için Allah size açıklama yapıyor”. Bakın, “şaşırmamanız için”. Şimdi yukarıda soru kime soruldu? “Senden fetva isterler”. O “sen” kim? Resulullah değil mi? Peki şaşırmamanız için derken şaşıran kim olacak? Soru kime soruluyor? Resulullah’a. İlk önce şaşıran kim olacak? Resulullah olacak. Eğer Resulullah’ın sözleri vahiy ise (bu zâtın idda ettiği gibi) böyle bir cümle olur mu? Yani kuran dışındaki söz ve uygulamaları da vahiy ise ayette böyle bir cümle olur mu arkadaşlar? O zaman şaırdıysa Allah şaşırtmış olacak değil mi? Ondan sonra da suçlayacak. Şimdi bu ayeti oraya koyuyorsunuz. Burada diyor ki “yubeyyinullâh lekum en tedillu” yanlış bir yola girersiniz diye açıklamayı Allah yapar diyor. Bunun anlamı şu: bu ayet olmasa da diğer ayetlerden buradaki hükümleri anlarsınız. Ama anlayamayabilirsiniz diye açıklamayı Allah yapıyor,  burada her şey açıklanıyor. Burada herhangi bir kapalılık yok. Onu tekrar ediyorum inşallah daha sonraki derste anlatacağız. Ama müslümanlar hikmetsiz kaldıkları için yani bir ayetin diğer ayetle açıklanması meselesi ortadan kalktığı için ayetleri de böyle mecburen keserek şey yapıyorlar. Bak bu derece akıllı, bu derece geçmişe tenkitçi bakan o zat bile ayetin sonunu alamıyor.

Bugün için kısaca faiz konusundan bahsedelim. Size faiz dendiği zaman ne anlarsınız? Yani dağ başında bir adamı düşünün. Hayatında hiç şehre inmemiş, tahsil terbiye görmemiş. Yani gidiyorsunuz iki arkadaş bakıyorsunuz ki çok güzel bir koyunu var. Arkadaşınızda birisi o koyunu almak istiyor. Ama cebimde para yok diyor. Kaç liraya satarsın bu koyunu? 500 lira mesela diyelim. Ama yanımda para yok. İki ay sonra versem olur mu? Kusura bakma 500’e veremem. İki ay sonra olursa 600 liraya veririm diyor adam. Bana şu anda hemen para lazım onun için 500 dedim. Yoksa iki ay sonra olursa ben niye sana satayım ki diyecek. Peki olur. İki ay sonra 600. Şimdi orada birisi çıkıp da arkadaşına dese ki;  ben sana şimdi 500 lira borç vereyim. İki ay sonra bana 550 lira verirsin. Bunların arasındaki ilişkinin faiz olduğunu herkes anlayabilir mi? Ben sana 500 lira vereyim, sen bunu 500 liraya al. Bana iki ay sonra 550 verirsin dediği zaman o dağdaki çoban; ne o, faizcilik mi yapıyorsunuz demez mi? Demez mi? Yani bunun için bir okul okumaya gerek var mı? Herkes anlar. Yani borç veriyorsunuz, borçtan gelir elde ediyorsunuz. Bunun adı faizdir. Bunu herkes anlar. Okulda okumaya lüzum yok. İşte Resulullah(sav)’in sahih hadisi var. Diyor ki; “lâ ribâ illa fid deyn; borç dışında faiz olmaz” diyor. “Lâ ribâ illa fin nesie; vadeli borç dışında faiz olmaz” diyor. Bu, hadislere göre. Ayette de Allah diyor ki; “ve in tubtum fe lekum ruusu emvâlikum: faizden tevbe ederseniz ana malınız sizindir”(BAKARA 279) diyor. Ana mal. Ben şimdi birisine kuranı alsam veresiye. Mesela ne kadar? 150 lira. Sonra adama borcumu zamanında ödeyemedim. Adam da arttırdı 200 liraya çıkardı. Ana mal sizindir dendiği zaman götürüp kuranı mı geri vereceğim ben? Bu, kimsenin aklına gelir mi? Alım satımda ana mal kavramı yoktur. Sana göre ana mal bu, ona göre ana mal bu. Ama faizde ana mal vardır: ne vermişsen. O zaman demek ki bu bir borç işlemi. Ondan dolayı arkasından gelen ayette 280.ayette diyor ki; “ve in kâne zu usratin: borçlu darlık içindeyse”,”fe nezırâtun ilâ meyserah: genişliğe  çıkıncaya kadar beklemek gerekir”. “En tesaddeku hayrul lekum: sadaka olarak bağışlamanız hayırlıdır”. Ayet, fazizin borçtan elde edilen gelir olduğunu söylüyor. Alım satım ile faizi zaten kesin olarak ayırıyor. “Ve ehalellâhul bey’a ve harramer riba: Allah, alım satımı helal faizi haram kılmıştır”(BAKARA 275) diyor. Bakın şimdi dağdaki çobanın bile bildiği, kuranın ve sünnetin tarif ettiği faizi ulema nasıl tarif ediyor. Şimdi Abdullah o tarifleri bir okusun.

ABDULLAH BAYINDIR: Aslında Abdurahman az önce okudu. Çözümü yapılmayan üç konudan biri faiz olarak geçiyor gurupta geçen yazıda. Faiz konusunda mezheplerin çok birbirinden farklı görüşleri var. Faiz ile alakalı Peygamberimiz az önce okunan hadisler dışında bir de faize götürme ihtimali olan şeylerin önünü tıkamak için 6 mal ile ilgili hadisler var. Buğdayın buğdaya peşin değişmesi, hurmanın hurmaya, tuzun tuza gibi.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Altına altın, gümüşe gümüş.

ABDULLAH BAYINDIR: Onları zaten söylemedim. Bunlara bakarak mezhepler değişik faiz tanımları yapmışlar.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Abdullah çok özet gidiyor. Mezhepler faizi tanımlarken biraz sonra göreceksiniz ne kurana bakmışlardır ne Resulullah’ın bu konuyu tanımlayan hadislerine bakmışlardır.

ABDULLAH BAYINDIR: Altın altına, gümüş gümüşe. Burada hadisten de hızlı bir şekilde söyleyeyim o zaman. Buğday buğdaya, hurma hurmaya, tuz tuza. Bunlar eşit olması lazım mubadele edilirken. Hadiste böyle geçiyor. Bu hadise göre yapılan değişik tanımlar var. 1-Bütün faiz işlemlerini hadisle sınırlı görenler var. Bu pek şu anda dünyada uygulanmayan Zahiri mezhebi bu görüşte. Zahiri mezhebine göre işte İbni Hazm’ın tanımı var. Sadece bu mallar içerisinde faizde söz edebiliriz. Para dışındaki faiz.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Diyor ki; faiz, altın, gümüş, arpa, buğday, hurma ve tuz. Bu 6 malın alım satımında faiz söz konusudur diyor. Gerçi haksızlık etmemek lazım, borçta da faiz vardır diye bir görüşleri var.

ABDULAH BAYINDIR: Tam olarak kendi kitabında yazdığı: Allah’ın elçisinin diliyle bize faiz veya haram olarak açıklanan ne varsa o faizdir ve haramdır. Haram olduğunu açıkça bildirmediği şey de helaldir. Çünkü Allah’ın bir şeyi haram kılıp kendinin veya elçisinin açıklamaması diye bir şey olsaydı O’nun şu sözü yalan olurdu. Enam suresinin 119.ayetini yazmış. Allah neyi haram kıldıysa onu size açık açık bildirmiştir.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Açık açık bildiren Allah’tır ama işte Allah’ın açıklaması olayı kaybolmuş yani kuranı Allah açıklıyor. O kaybolmuş. Ben talebelikte Zahiri mezhebini o kadar çok hoşlanıyordum ki ayet, hadislere bakıyor diye. Sonra baktık ki o da hikayeymiş. Bir de Fatih konuştuğu zaman neler konuşacağını inşallah ileriki zamanlarda dinleriz. Onlara göre altın ve gümüş. Bugünkü kağıt para, altın gümüş mü? O paralarda faiz olmaz. Kağıt parada faiz olmaz o mezhebe göre. Ama bir şartla. Borç verdim demeyeceksin, sattım diyeceksin. Diyeceksin ki; 100 lirayı sana iki ay sonra 500 liraya sattım.

ABDULLAH BAYINDIR: Çünkü kuran indiği dönemde kağıt para olmadığı için o kapsama girmez diyorlar. Her şeye zahirine göre baktıkları için. 6 mal hadisindeki yasağı diğer mezheplerde genişletmiş çeşitli illetler koyarak. Hanefi mezhebi en önemlisi tabi ki. Şu an dünyada en yaygın mezhep. Hanefi mezhebinden bir tanım Mervinani’nin Hidayesi’nde geçen tanımı.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Dinleyin bakın ki bu faiz tanımından ne anlarsınız. İki üç kere oku hiç yorum yapmadan.

ABDULLAH BAYINDIR: Bugün medreselerde çok okutulan zirve kitap diyebiliriz Hidâye. Bu kitabı bilen kişiler, fıkıhta en üstün kişiler görülürler. Faiz, mubadeleli akitlerde taraflardan biri lehine şart koşulan karşılıksız pazarlıktır.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Mübadeleli akitlerde birisine bir şey alıp veriyorsunuz.

ABDULLAH BAYINDIR: Kısa bir tanım ama demir leblebi. “Faiz, mübadeleli akitlerde taraflardan biri lehine şart koşulan karşılıksız pazarlıktır”.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Ne anladınız? Mübadeleli akitlerde taraflardan biri lehine koşulan karşılıksız pazarlıktır. Detaylarına insen işin içinden hiç çıkamayacaksın. Biraz sonra detaylarını anlatacağım ben size.

ABDULLAH BAYINDIR: İşte burada tek tek mübadele ne demektir? Mübadeleli akit nedir?

ABDULAZİZ BAYINDIR: Onu oku. Mübadeleli akit neymiş?

ABDULLAH BAYINDIR: Mübadeleli akit, bir şeyi değiştirmek için yapılır. Hanefiler faizi alım satımın alt başlığı olarak ele almışlar. Kitabul Bey’a koymuşlar fıkıh kitaplarında. Satış bölümünde babur riba başlığı altında işlemişlerdir. Tarifte satış yerine mübadele kelimesini kullanmaları, borçtan elde edilen geliri de faiz kapsamına katmak içindir. Burada böyle ele alınmış. Tarifin ikinci öğesi, karşılıksız pazarlıktır. Bu, eşitlenebilir şeyler arasında olur. Yumurta limona, elma armuta eşitlenemez ama arpa arpaya, altın altına, para paraya eşitlebebilir. Karşılıksız fazlalık eşitliği bozan şeydir. Bir ay sonra 101 altın almak üzere 100 altın verilirse karşılıksız fazlalık olur. İşte o, faizdir.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Ama mesela bir ay sonra 100 altın almak üzere bugün 100 altın vermeyi de faiz sayar hanefiler. 100 altın veriyorsun bir ay sonra alıyorsun. İşin içinden çıkamadıkları için çok değişik şeyler anlatılır ona gerek yok. Diğer tariflere bak. Sadece tanımları oku.

ABDULLAH BAYINDIR: Şafi mezhebindeki tanım. Erruyani’nin tanımını okuyacağım. Faiz, belli malları akit sırasında şer’i ölçekle eşitliği bilinmeden peşin veya bedellerden her ikisi yahut veresiye olmak üzere değiştirmek için yapılan sözleşmedir.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Çok açık ve net değil mi! Bir daha oku.

ABDULLAH BAYINDIR: Faiz, belli malları akit sırasında şer’i ölçekle eşitliğ bilinmeden peşin veya bedellerden her ikisi yahut biri veresiye olmak üzere değiştirmek için yapılan söleşmedir.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Çok açık oldu değil mi? Ticaret ve faiz kitabında var. Peki başka? Maliki tanımına bak.

ABDULLAH BAYINDIR: Maliki tanımı burada pek yazılmamış ama. Hambelilerde görüşler farklı. Hanefi tanımını yapıyorlar.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Hambeli diye bir mezhep var mı yok mu ben her zaman sorarım.

ABDULLAH BAYINDIR: Maliki tanımı günümüze biraz daha faiz konusunda en şey tanım. Burada dört başı mamur bir tanım cümle olarak yok kitapta.

SERVET BAYINDIR: Sonucu ben kısaca söyleyeyim de. Bakara suresinin 275.ayetinde Allah diyor ki; “ellezine ye’kulûne ribâ: faiz yiyenler”,”lâ yekûmûne kemâ illâ yekûmullezi yetehabbetuhuş şeytânu minel mess”. Şeytanın sarsması. Tehabbud, ağacı sallarsınız altından, üstünden dökülür ya meyveleri. O demek. Yani şeytanın kişiyi sarsması. “Yetehabbetuhuş şeytân”. Şeytanın dokunup sarstığı kişinin tavrından farklı bir tavır göstermezler diyor. Şeytan, adamın zihnini allak bullak ediyor bir şey anlayamıyorsunuz, arkadan yapacağını yapıyor. “Zâlike bi ennehum kâlu innemel bey’u mislur ribâ: bunun sebebi şudur: alım satım, tıpkı faizli işlem gibidir derler”. “Ve ehâlellâhu bey’a ve harremer ribâ: Allah, alım satımı helal, faizi haram kılmıştır”. Şimdi bu ayet, alım satım ile faizi aynı kategoride mi alıyor,  ayrı kategoride mi? Ne dersiniz? Kesin olarak ayırıyor değil mi? Bu mezhepleri tamamı faizi, alım satımın alt başlığı yapmışlardır. Yani şeytanın sarstığı kişiler böyle yapar diyor. Ve burada delil olarak da şunu almışlardır: Resulullah, -6 mal hadisi var- diyor ki; altını altınla misli misline ve peşin elden ele değiştirirsiniz. Fazlası faiz olur diyor. Misli misline dendiği zaman yani ağırlığı ve ayarı eşit olacak şekilde değiştirirsiniz eğer değiştiriyorsanız. Peşin değiştirirseniz fazlası faiz olur. Gümüşü gümüş ile misli misline ve peşin değiştirirsiniz, fazlası faiz olur. Buğdayı buğdayla, arpayı arpayla, hurmayı hurmayla, tuzu tuzla. Mesela altın ile gümüşü değiştirirsek. Cinsel farklılığı olursa peşin olmak şartıyla değiştirebilirsiniz diyor. Ama burada da Abdullah Bin Ömer hadisi var. Resulullah’a soruduğu bir soru var. Altın ve gümüşü değiştirirken de günlük kur üzerinden değiştireceksiniz diyor. Fiyatlarını öyle keyfi ayarlyamazsınız, günlük kur. Dolarla türk lirasını değiştiriyorsanız günlük kur üzerinden değiştireceksiniz ve peşin olacak. Şimdi bunu ilk hamlede anlayamazsınız. Ne demek istiyor?100 gram 22 ayar altın vereceksin, 100 gram altın alacaksın. Bunu kim yapar? Yaparsınız. Siz de 22 ayar 100 gram bilezik vardır. Onda da 22 ayar 100 gram kolye vardır. Siz kolyeyi almak istersiniz,  o da bileziği almak ister değiştirirsiniz. Bunu çok az insan yapar. Peki size sorsam desem ki bir insan 100 gram 22 ayar altını, 22 ayar 95 gram altınla değiştirilir mi? Herhangi kimse değiştirir mi peşin? Söyleyin bakalım değiştirir mi? Değiştirmez. Peki. Şimdi bakayım sizi bu noktada isterim. Kayseri’de anlatırlar ya. Çocuğun birisi çıkmış hoca sormuş, tanesi bir liradan beş tane yumarta aldım kaç lira eder. Birincisi çıkmış üç lira eder demiş. İkincisi çıkmış otur demiş. Yolda giden, üç liradan fazla verirsen demiş senin hesabını görürüm. Adam fazla vermeyecek. Yolda giderken söylüyor. Üç lira vermiş ya. Bir kuruş fazla vermeyeceksin ona göre. Öyle derseniz başka. Ama öyle değil de hakikaten hesabı tam yapmak istiyorsanız sorayım. Faiz yasak ama peşin değişmede bir sakınca yok. İstediğiniz miktarda değişebiliyorsunuz. 100 gram altını 95 gram altına peşin sattım. Kime ne, ben ucuza satmak istiyorum dersimiz. Bu helal. Tamam. O zamanın parasının da altın olduğunu, gümüş olduğunu unutmayın lütfen. Yani 100 tane altını 95 tane altınla değiştirir misiniz diyelim. Gramı bırakalım da 100 altı, 95 altın. Değiştirmem diyorsunuz. Şimdi bak göreceksin. Bu şeyde isterim. Şimdi benim 95 altına ihtiyacım var. Ya da 100 altını 110 altınla değiştirir misiniz diyelim daha iyi olur. Benim 100 altına ihtiyacım var. Geliyorum Fatih’ten istiyorum. Fatih de zengin maşallah. Eskişehir’in bütün zenginliği onda. Diyorum; Fatih, 100 altına ihtiyacım var. Ne zaman verirsin? Bir sene sonra ancak verebilirim, işlerim pek iyi değil. E tamam. Bana istersen 110 altın ödeyebilir misin karşılığında. Öderim. İy tamam. Fatih tutuyor bana 110 altın borç veriyor. Bunun senetini imzalıyoruz, kefilini alıyoruz, rehinini veriyorum. 110 altın borcum var ne zaman ödeyeceğim? Bir yıl sonra. Ondan sonra, usulü biliyorum. 110 altını, Fatih’in elindeki 100 altına karşı satıp onun 100 altını alıp gidiyorum. Bunu yapar mı insanlar? Bir daha anlatayım. Benim 100 altın paraya ihtiyacım var. Ama Fatih bana 100 altını bir yıl vadeli 110 altına satsa faiz olacak. O çok dindar birisi çünkü. Asla günaha girmek istemiyor. Ben de istemiyorum. Ben biliyorum ki onda 100 altın para borç verecek bir gücü var. 100 altını şimdi verse de bir yıl sonra 110 altın dersek bu faiz. Ama peşin değiştirirsek faiz değil. Şimdi O, bana 110 altın borç veriyor bedelini bir yıl sonra ödemek üzere. Teslim alıyorum imzalıyorum senet, şu bu falan. Bir yıl sonra 110 altın ödeyeceği Ona. Ama buradan 110 altın ile çıkamıyorum. Ben bu 110 altını peşin Fatih’e 100 altına satıyorum. Buradan çıktığımda cebimde 100 altın, borcum ne kadar? 110 altın. Peki insanlar bunu yapabilirler mi? Yaparlar. Bazılarınız yapmaz dediniz. İşte yapmaları lazım başka, yaparlar başka. Eğer caiz olursa her müslüman yapmaz mı bunu. Yapar. İşte Resulullah demiştir ki; bunu yapmayın. Peşin de olursa eşit olması lazım. Eğer bu caiz olursa, siz bu işleme caiz derseniz faizin yasağı diye bir şey kalmaz. O zaman Fatih, direk bana güvenir verir de ikinci kişiye güvenemez. O zaman Fatih tutat Yahya’ya 110 altını benim adıma Yahya’ya verir. Yahya çünkü çok güvenilir, güvendiği bir kişidir, beraber çalışıyorlardır. Ben, ona vekalet veririm benim adıma borç almak şartıyla. Alır 110 altını ona verir. Sonra benim adıma Yahya satar Fatih’e. Ben buradan 100 altınla giderim. Çünkü 110 altını aldım mı çekip giderim problem çıkabilir yani. Dolayısıyla bu esasa göre bir insan faizli banka kurup çalıştırabilir mi? Ne olacak önce kişinin, ben 1 milyon dolar borç istiyorum. Benim adıma banka 1milyon 100bin dolar borç veriyor. Sonra 1 milyon 100 bin doları 1 milyon dolara satın alıyor. İşte bakın Resulullah’ın ileri görüşlülüğünü görüyor musunuz? Alım satım başka faiz başka. Allah alım satımı helal kıldığı için Resulullah biliyor ki bu insanlar iveç yaparlar. İveç ne? Yani öyle bir işlem yaparlar ki görüntüde siz ona faiz diyemezsiniz. Peşin kardeşim vade yok ki. Ama aslında faiz olur. İşte insanlar bunu yapmasınlar diye Resulullah bu 6 madde ile ilgili şartlar koşmuş. Yani faizin etrafında bir koruma çemberi oluşturmuş ki alım satım adı altında (başka sözleri de var) insanlar faizcilik yapmasın. Ama bu mezheplerin tamamı bu konu ile ilgili ayetleri almamışlardır. Mezhep kitaplarına bakın, en fazla aldıkları “ehalelahul bey’u ve harremer ribâ”. Bazıları da “harremer ribâ” “bey’u” da almamıştır. “Allah faizi haram kıldı”.

ABDULLAH BAYINDIR: Benim yaptığım araştırmalarda bu 6 malın çeşitli toplumlarda o bölgede altın ve gümüşün altındaki fersin, daha sonra fers çıkmış ya. Onun gibi küçük para olarak kullanıldığı.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Abdullah bu konuda doktora yapıyor. Ufak para olarak kullanılıyormuş buğday, hurma..

ABDULLAH BAYINDIR: Ve evlerde kullanılan şeyler bunlar. Hurmanın da yaşı değil kurusu. Çünkü çabuk, el değiştirince bozulmayacak şey. Bu 6 mal da değişik bölgelerde para olma özelliği taşıyor. Mubadelede, şunu bana şu kadar arpaya satar mısın diye satılan şeyler olduğunu tarihsel araştırmada tespit ettik.

ABDURRAHMAN YAZICI: 3-4 gün önce yapılan bir değişiklik oldu. Bankacılık denetleme ve düzenleme kurulunda banka kartları ve kredi kartlarında yönetmelikte daha önceden kredi kartıyla altın alınamazken şimdi yapılan düzenlemenin maddesinde. Resmi gazetede yayınlanmış. 4 takside kadar. Faizciliğe kapı açıyor.

ABDULAZİZ BAYINDIR: Tamı tamına faizciliktir bu. Kredi kartı ile veresiye altın aldığınız zaman faizin kapısını açmışsınızdır. Tekrar ediyorum. Ben Allah rızası için uyarıyorum. Yarın C. Hakk bana soracak. Bu uyarıları ben yazılı olarak yaptım ama ben tekrar ediyorum. Bu kitapta mektup olarak da vardır. Ticaret ve Faiz kitabında. Arzu eden okuyabilir. 2005 yılında çıkarılan kanun ile o zamana kadar faizcilik yapmaları yasak olan finans kurumları, katılım bankasına çevrilerek, kanun maddelerini okuduğunuz zaman yüzde yüz faizcilik yapacak konuma geldiler. Artık onları kimse tutamıyor. Zaten o zaman kanun hazırlanma safhasına kadar biz de danışmanlık yapıyorduk, ondan sonra baktılar ki bu adamla olmayacak. Umurumda değil. Ben konunun içerisini bildiğimi göstermek için söylüyorum bunu. Dolayısıyla çok dikkatli olmak lazım. Faiz, Allah ve Resulü ile savaş demektir. Yani ipin ucu puştun elinde derler ya. Eğer faizli bir ekonominin iflah olması imkansızdır. Dolayısıyla siz hangi politikaları güderseniz güdün eğer faiz varsa ülkenizde asla dirlik ve düzen yüzü göremezsiniz. Her an sizi batırabilirler. Ondan dolayı Allah, “yemhakullahur riba ve yurbis sadakat: Allah faizli sistemi daraltır, sadakalara dayalı sistemi genişletir”(BAKARA 276) diyor. Ama kuranı dikkate almayan, sünneti dikkate almayan, din bizim aklımızdan geçendir diyen. Hani Ali Bardakoğlu’nun söylediği bir söz vardı. Onu hatırlayanınız var mı toplantımızda? Allah alimin diliyle konuşuyormuş. İmam Gazali’ye nispet ederek. İmam Gazali de çok önemli bir figürdür arkadaşlar. Ve onu ne kadar meth ettiklerini çok iyi bilirsiniz. Yani bizde asıl müslümanlığı bitirmiş olan adamlar hep tepelerdedir. Onlardan birisi de İmam Şafi’dir, hep tepelerdedir. Bugün de öyle. Gazali öbürünü söyledi, Şafi de nebiliği öldürdü. Nebilik kavramını öldürdü yani. O da tepelerdedir. Az önce Abdurahman’ın okuduğu şeyde İmam Şafi gene öne alınıyor. Şimdi ben size İmam Şafi’yi de anlatacağım. Hanefi mezhebini de anlatacağım diğerlerini de anlatacağım. Kuranı sünneti dışlayan kafaların verdiği fetva ile siz sadece batarsınız başka hiç bir şey yapamazsınız. İslam aleminin durumunun ne olduğuna bir bakın. Bundan bir kaç sene evveldi. Almanya’da islam bankacılığı yapmak isteyen bir banka. Alman bankası. İşte orada 75 yıllık falan diyorlardı. Bana telefon açtılar oradan. Emlak ile alakalı bir banka. Emlak finansmanı ile ilgili bir banka. O bankadan bana telefon açtılar. Biz islam bankacılığı yapmak istiyoruz. Konut finansmanını o şekilde yapmaya çalışıyoruz. Sizinle bir görüşebilir miyiz dediler. Birçok kimselerle görüştük. Danışmanlarımız var. Kimler dedim danışmanlarınız? Hepsi de yakından tanıdığım, bir kaç tane ismini saydılar. Dedim ki;  onların olduğu bir kurulda ben olmam dedim asla. Çünkü onlarla çok bulunduğum için. Onlar cebinde para ola kişiye bakarlar, nasıl istersiniz efendim fetvayı şöyle mi olsun demezler onu ama sonuç öyle çıkar. Ben onların olduğu yerde olmam dedim. Bir müddet sonra tekrar telefon açtılar. Ya sizinle bir görüşebilirmiyiz dediler. E peki buyrun dedik. Geldiler. Topkapı’da Eresin Oteli var. Orada oturduk. Bir de arapça bilen bir uzmanla gelmişler. Yani iletişim Arapça olsun. Önce konuşmaları Arapça yaptık falan. Konuşmalardan baktım ki o tercüman benim sözlerimi yanlış aktarıyor. Çünkü soru başka benim söylediğim başka. Allah razı olsun Mustafa Evli ile beraberdim. Mustafa Evli tabi orada doğmuş büyümüş, Almancayı gayet iyi biliyor. Tercümeyi sen yap dedim Mustafa Evli’ye. O tercümeyi yaptı. Ondan sonra sabahtan akşama kadar oturduk. İki yıldır diyor görüşüyoruz. Dubai’ye gittik, Malezya’ya gittik, Bahreyn’e gittik, birçok toplantılara katıldık. İki yıldır bu konuda şey yapıyoruz. İki yıl boyunca bunlara söylediklerinin özeti şu: siz, ev almak için size gelenlere bir vekalet verin. Onlar gitsinler evi alsınlar. Sizin adınıza alsınlar. Desinler ki işte 100 bin euroya şu evi aldım. Gelsinler size. Siz ondan sonra istediğiniz uygulamayı yapın bunlara. Yani 100bin euroya aldım işte şu kadar şeye sattım. Peki dedim siz resmen vekalet verecek misiniz? Yok, sözlü vekalet. Peki ondan sonra? Biz, normal müşterilerimize nasıl uygukuyorsak öyle uygulayacağız. Böyle saçmalık olur mu dedim? Almanlatın sözü şu: biz zaten bu tavrı bir türlü şey yapamadık, kendimize karşı haklılığımızı ıspatlayamadığımız için sana geldik dediler. İnsanları aldatmış olacağız. Sen faizlisin, sen faizsizsin. İkisi de 100 bin euroya alacak, ikisinde de aynı borçlanma, ikisinde de aynı faiz oranları, gerisini aynen uygulayın, resmen bir vekalet yok falan. Kendimize olan saygımızı kaybedeceğimizden dolayı böyle yaptık dediler. Uygulamıyorlar bakın. Almanya’da ekonomi ile ilgili kanunlar son derece sert. Onu uzun uzun anlattılar. Peki şunu şöyle, şunu şöyle yapabilir misiniz? Yapabiliriz. Tamam bu şekilde yapın dedi. Akşama da çekti gittiler. Bizim dediğimiz sistemi uygulayamadılar. Çünkü o, sistemi tamamen değiştiriyor. Kanunları değiştirmeden faizsiz sistemi nasıl uygulayacaklarını onlara gösterdik orada. Tamamen ikna oldular. Tamam dediler gerçekten bu şey olur. Ama sonradan kendi aralarında ihtilaf çıktı banka yönetimi. Çünkü o, riske girmektir. Bankacılar riske girmek istemezler. Ve yapmadılar yani. Düşünebiliyor musunuz, adamlar batılı. Son din islam dini değil mi? Siz batılı olanız bu dinin Allah’ın dini olduğuna inanır mısınız? Allah rızası için söyleyin. İnsanları kandıran bir din Allah’ın dini olur mu? İki yıl boyunca öğrendiklerinin özeti bu. Bu ne biçim bir şey ya.

Şimdi mezhepleri anlatayım. Bakın tekrar ediyorum. Hanefi, Maliki, Şafi ve Hambeli. Dört mezhep. Bu dört mezhepten hiç bir tanesi ayetin iki kelimesi ya da bir kelimesi dışında almamışlardır. Halbuki kuran o kadar güzel anlatıyor ki sistemi. İşte bundan dolayı Almanya’da zaman zaman size anlatıyorum ya. Tübingen Üniversitesi’nde, üniversiteden epeyce bir bölüm başkanıyla yaptığımız toplantıda faiz konusunda benim ilk cümlem şu oldu; siz ekonomiden anlamazsınız. Bakın kurandan öğrendiğimiz şeyle Allah’a hamdolsun o kadar güçlü hale geliyorsunuz ki siz ekonomiden anlamazsınız cümlesi ile başladım. Ne demek yani Almanlar anlamazsa kim anlar öyle şey mi olur diye şey yaptılar. Ondan sonra başladım. Anlattım anlattım. Arapların dediği gibi. Medine üniversitesinde beş tane toplantı yaptık. En sonunda Arap dili ve edebiyatı başkanı arkadaş bana dedi ki; ya Abdulaziz Bey, bu ne biçim Arapça dedi. Hayırdır dedim ne oldu çok mu kötü. Yok ya söylediklerinin hepsi doğru hiç birisi bizim kitaplarımızda yok dedi. Bu Arapçayı nereden öğrendin dedi. Siz dedim şunun bunun kitabından öğrendiniz ben de Allah’ın kitabından öğrendim. Orada da anlattır Avrupa’daki ekonomik bunalımın temel sebepleri nelerdir. Yarım saat belki, belki bir saat, bilmiyorum ne kadar konuştuğumu da video arşivinde vardır. Arzu eden onları dinleyebilir. Bakıyorlar anlattıklarımın hepsi doğru ama hiç birisi bizim kitaplarımızda yok. Ekonomi ile ilgili hiç bir kitapta yok bizim anlattıklarımız. Ve ağızlarını hiç açmadılar yani. Tek kelime konuşmadılar. Dediler ki; bu konu üzerinde biz biraz düşünelim de sana daha sonra bilgi veririz. Bir buçuk veya iki ay sonra bir yazı gönderdiler ki o var bizim dosyalarda. Dünyanın yeni ekonomik sisteminin felsefi arka planını birlikte oluşturabilir miyiz diye teklifte bulundular. Biz de peki dedik. Türkiye’ye geldik güvendiğim arkadaşlarla konuştuk. Birçoğu zaten görev almışlar, kimseyi bulamadık. O zaman biz ona bir şey yapamadık yani. Şimdi burada bir kaç arkadaşımız var ama her birisi gırtlağına kadar değil tepesinin üstüne kadar dolu. Bunlarla o işin içine girelim desek işleri bırakmak lazım. Oraya ayrı bir ekip kurmak lazım. Yani kuran bir insanı ne hale getiriyor onu söylemek istiyorum yani. Son derece rahatsın. Şunu yanlış yapıyorsun kardeşim diyorsun. Türkiye ile ilgili şey var, şimdi onu konuşursam bazı kimseler rahatsız olur.

Mezheplerin faize yaklaşımına bakın arkadaşlar. Mezheplerin hiç birisi ayetleri almamıştır. Hiç birisi Resulullah’ın faiz ile ilgili merkezi anlatan hadislerini almamıştır. Faizle ilgili koruma çemberi olan bu 6 mal hadisini almıştır. Yani alım satım görüntüsü altında faiz olmasın diyen. Resulullah, etrafa bir çit yapmış insanlar faiz sahasına girmesin diye. Bunlar o çiti sökmüşler tarlanın ortasına koymuşlar. Esas istifade edeceğiniz kısım işgal edilmiş, tarla da korumasız kalmış. Yaptıkları bu. Ve ondan sonra ne yapmışlar? Kendi kafalarına göre faiz illeti diye yani faizin temel dayanaklarını tespit etmişler. Hanefi mezhebi diyor ki; faizin illeti kadr ve cinstir. Kadr ne demek? Yani kilo ya da kile ile işlem yapılan mallardır diyor. Kilo ya da kile ile işlem yapan malların değiş tokuşunda faiz olur bir. Bir de aynı cins malların değiş yokuşunda faiz olur iki. Eğer aynı cins ise aynı ölçü birimine tabi ise değişimin peşin miktarlarının eşit olması lazım. Eğer aralarında cins birliği ya da miktar birliğinden sadece bir tanesi varsa değişimin peşin olması yeter. Miktarlarının eşit olması gerekmez. Şimdi Hanefi mezhebi o kadar yanlışları var ki bir iki örnekle geçeceğim Hanefi mezhebini. Altın ve gümüş tartı ile işlem gören maddelerdir. Onun için tartıyı esas almışlar, illet. Peki bugünkü kağıt paralar tartıyla mı işlem görüyor? Bana 100 gram 500’lük ver mi diyorsunuz? Tartı ile işlem görmediği için bunları peşin olarak değiştirdiğiniz zaman eşitlik şartı yoktur. Dolayısıyla siz, Hanefi mezhebine göre 500 lirayı peşin 5000 liraya satabilirsiniz. Yani bir banka kurarsınız az önce söylediğim gibi. Borç veremezsin satarsın. Cinsleri farklı olursa istediğin gibi yaparsın. Yani sen 1000 lirayı 1000 dolar karşılığında iki yıl vadeli, üç yıl vadeli satabilirsin. Böyle bir ortamda faiz yasağının anlamı olur mu arkadaşlar? Hambeli mezhebi muftabih görüşüne göre yani esas alınan görüşü Hanefiler gibidir. Ama diğer mezhepler gibi olduğuna dair rivayetler de vardır. Onun için ben Hambeli’yi fazla önemsemiyorum. Maliki mezhebi diyor ki; altın ve gümüşü Resulullah şey yapmış ya. Buradaki altın ve gümüş paradır o dönemde. O zaman para olma özelliği faiz illetidir. Tamam güzel. O zaman demek ki biz paraları değiştiremeyeceğiz. Kağıt paraları falan. Yook! “Galibiyetus semeniyye” diye yani genel olarak kullanımı para yerine kullanılmalıdır. Bu da altın ve gümüşten başkası olmaz diyor. Altın ve gümüşün dışındaki paraları istediğini gibi değiştirin hiç önemli değil. Dolayısıyla Maliki mezhebine göre bugünkü bankaların yaptıklarında sadece işlemlerinde borç demeyecekler sattım diye yazacaklar. Yani size şu kadar kredi verdim demeyecekler, parayı şu kadara sattım diyecekler. Zaten bankacılar da hep öyle söylüyorlar. Bu nedir? Ayet ve hadislere uyuyor mu? Peki Şafi mezhebi ne diyor? Bunlar galibiyetus semaniyeh diyorlar, onlar cebriyetus semaniyeh derler. Yani para olma özelliği faiz illetidir, faizin temel öğelerindendir ama para olma özelliği bir maddenin özünde olmalıdır. O da altın ve gümüşten başkası olmaz. Onlarda da aynı şekilde Maliki mezhebi gibi. Bugünkü bankalar, işlemlerinde deseler ki; borç verdik demeseler de sattık deseler hiç bir mani yok. Hanefi mezhebi açısında sadece şu var: Türk lirasını, Türk lirası karşılığında vadeli satamazsın ama Türk lirasını dolar karşısında vadeli satabilirsin hiç problem yok. Peki şimdi bunlar dört mezhep. Siz bunlara göre ekonomi oluşturabilir misiniz? Faizsiz bir ekonomi oluşturabilir misiniz? İşte bugün islam aleminin şaşkınlığı böyle. Ben şunu düşünüyorum: hatayı kendimizde bulmamız lazım. Bu Ticaret ve Faiz kitabı 2007’de basıldı. İlk baskısını 2003’te yaptık. Ama bununla ilgili yazıları ondan önce uzun yıllar zaten ortaya koymuştuk yayınlamıştık. Demek ki biz bunları kimseye ulaştıramamışız. Türkiye’de de etkisi yok bu kitabın islam aleminde de etkisi yok. Çünkü öbür fetvalar çok insanların işine yarıyor. İşlerine yarıyor. Arkadaşlar! Burada bir şey daha söylemek istiyorum sonra buradan ayrılacağım. Çünkü bizim vakfın uzun süre yönetim kurulu üyeliğini yapmış olan bir arkadaşımız var Ömer Germenligil. Onun babası vefat etmiş onun cenazesine gideceğim. Arkadaşlarımız da çok güzel hazırlıklar yaptılar. Yani onu kaybedeceğim için üzülüyorum ama inşallah sonra bana anlatırlar. Onlara bırakıp gideceğim. Perşembe akşamı Bursa’daydım. Bursa’da Muradiye’de Daru Ziyafe diye bir yer var. Buradaki Daru Ziyafe’nin bir çeşit benzeri bir yer. Orada çok kültürlü insanlar var. Onlarla sohbet için gittim. İki sene önce de gitmiştim. Şu beni son derece mutlu etti. Kurana iyice millet sarılmış. İnsanlar iki guruba ayrılmıştır. Davet edenler, bir siyasi görüşe mensup olan insanlar. Ama baktım, o siyasi görüşleri ile ilgili hiç bir şey hissettirmediler bile. Ama kuran konusunda son derece kararlı ve sarılmış buldum ki beni çok mutlu etti onların o yapılarını görmek. Bana şöyle bir şey oluştu: Türkiye giderek ikiye ayrılıyor. Bir, kurandan yana olanlar. Bir de kuranı önemsemeyenler. Önemseyenler ve önemsemeyenler diye ikiye ayrılıyor gibi gözüktü bana. Bana, orada İbrahim Okur Bey var beni davet eden. Kendisinin çok güzel kitapları var. Bize de hediye etmiştir kitabını. Bir şey anlattı bir müslüman gurup ile ilgili. Müslüman zengin olmalıdır diye. Allah Allah! Böyle bir ayet göreniniz var mı? Harp hiledir diyerek faizcilik yapıyorlar. Arkadaşlar doğru, harp hile ama iki türlü hile vardır. Hile ne demektir? Görüntü farklı, eylem farklı. Savaşta farklı bir görüntü vererek hedefe ulaşmaya çalışıyorsunuz. Karçı tarafın da hedefi var senin de hedefin var. Karşı tarafın hedefi islamı yok etmek. Senin hedefin bu insanların içindeki islam düşmanlığını yok etmek. Kuranda biliyorsunuz Bakara suresinin baş tarafında “yuhudinallâhe ve huve hâdiuhum” nerdeydi? Onlar Allah’a karşı bir kurgu oluşturuyorlar yani az önce söylediğim sanki alım satım yapıyormuş gibi bir görüntü oluşturarak altında faizcilik yapıyorlar. Resulullah bunu kapatmıştır. Nisa 143. “İnnel munâfikûne” münafıklar yani kendini müslüman gösterenler ama aslında müslüman olmayanlar Allah’a karşı oyun kurarlar. Yani öyle bir yapı oluşturur ki mesela şu faiz olayında olduğu gibi. Görüntüde faiz değil. Ama gerçekte faiz. Onun için Resulullah o sözlerini söylemiştir. Evet harp hiledir. Harp dediğimiz zaman sıcak çatışma demektir. Peki bu hile burada nedir? Onlar Allah’a tuzak kuruyorlar ama Allah onlara tuzak kuruyor ne demektir? Mesele şu: haram işlediğiniz zaman kısa süreli bir zevkini yaşarsınız. Kısa süreli bir rahatlama olur. Ama önü felakettir. Faizli kredi aldık ohh be ev sahibi olduk, arabamız var, işlerimiz iyi falan. Sonra bakarsınız küt diye gitmiş. Almayan kişi evde sürekli şey yaparsınız. “Bak falancanın evi var bizim yok. Sen de alsan ne olur” falan. Evlerde bir sürü çatışmalar başlar. Şimdi o da bir hile. Nedir? Şu anda sıkıntılıyız ama ilerisi rahatlayacak. Günaha girenler şu anda rahat ilerisi kötüdür. Günahtan kaçınanlar şu anda sıkıntılı ilerisi rahattır. İşte bu ikisi arasındaki fark, mümin ile kafiri birbirinden ayırır. Şu anda sıkıntıya tahammül ediyorum Allah böyle emretmiş. Allah dediğine göre doğrusu budur dediğiniz zaman Allah’a güvenip güvenmediğinizi ortaya koyuyorsunuz. Öbürü diyor ki. Hiç unutmadığı bir cümle var. Her defasında aklıma geliyor. Bir toplantıya çağırdılar, konuşma fırsatı vermediler. Birisi çıkmış konuşuyor beni orada gördü. Bekâra karı boşamak kolaydır dedi. Bu işin içerisine girdiğiniz zaman faizsiz ekonomi olmuyor. O manada bir konuşma yaptı. Bu ne demektir? Allah’ın emirleri ile problem çözülmüyor demek değil midir? Yani İslam bizim problemimizi çözmüyor. Bugün İslam aleminin genel yapısı budur. Dikkat ederseniz kimse İslamdan çözüm aramıyor. Evet geliyorlar adamlar bugün (batılılar) kendi içlerindeki müslümanlardan kurtulmak için İşid’e sürüyorlar çocukları. Onların çoğu samimi. Çoğu Allah rızası için gidiyor. Ama arka planda ne olduğunu bilmiyor. Onun karşısına da gene kendilerinin yönlendirdiği kişiler. İki tarafı çarpıştırıyorlar. Yukarıdan da bomba indiriyorlar. Avrupa iki türlü şeyden kurtulacak: hem o müslüman çocuklardan kurtulmuş olacak hem islam aleminin tümünü güçsüz hale getirecek, bizim bütün zenginliklerimize zaten hakim, problem çıkarmayacak bir hale getirecek. İşte İslam aleminin durumu. Ne güzel problem çözüyorsunuz! Hiç bir konuda siz faiil değilsiniz. Her konuda mef-ûlsünüz. Eğer müslümanlar böyle devam ederse dünyada söz sahibi olacaklarını akıllarından bile geçirmesinler. Ama ben, okuduğum kurandan eminim, C. Hak, kurana sarılanlara çok yardım edecektir. “Ve kâne hakkan aleyna nasrun mu’minin” diyor. Bizim üzerimize görevdir diyor. Allah bunu söylüyor; müslümanlara yardım edeceğiz. Niye? Bana güvenenlere demektir. Lütfen C. Hakka güvenelim. Allah yardımcınız olsun. Ben şimdi sizi arkadaşlarımızla baş başa bırakıyorum. İnşallah ben sonra dinlerim. Çok güzel hazırlıkları var çünkü. Evet artık bundan sonrasını sen yönet.

YAHYA ŞENOL: Geçen hafta yine bu konuyu işlemiştik. Orada dersin başında da Ali Bardakoğlu Hoca’nın(eski diyanet işleri başkanı) bir kaç sözünü hatırlatmıştık. Şimdi Hocam’ın bıraktığı yerden almak gerekirse eğer, İslam Alemi bugün niye bu durumda? Bunun tabi siyasal, ekonomik, bir sürü sebebini bulabiliriz ama bunun bir de kuran ayağı var. Kuran çünkü şu an itibarıyla İslam topraklarında malesef hakim konumda değil. Ama bunun eksikliği bile hissedilmiyor şu an. Sadece samimi olan bir kaç Müslüman. Bir kaç ile sınırlamayayım birçok Müslüman, Kur’an’ın eksikliğini hissediyor ama bu işin başında olan, bu işin ilmini yapan insanlar, kuranın belirleyici bir faktör olmasını hissetmiyorlar. Böyle bir lüzum hissetmiyorlar. Geçen hafta okuduğum bir yeri bir kez daha okumak istiyorum önemine binâen. Çünkü burada, geçen hafta olmayan arkadaşlar da var. Veya internet üzerinden dinlemeyenler de var. Şimdi bu Ali Bardakoğlu Hoca, İstanbul 2001tarihinde kuran ve tefsir araştırmalarının tartışmalı ilmi toplantılar dizisinde aynen şu cümleleri kullanmış bakın. Bunu aktarıyoruz bilinsin diye şeyler. Yoksa bizim hiç kimseyi şahsi olarak hedef diye almamız söz konusu değil ama bunlar bilinmiyor malesef. Bilinmediği için de bazı meseleler tam anlaşılamıyor. Bir kaç, Türkiye’de diyanet işleri başkanlığını yürütmüş olan bir zihniyeti aktarıyorum sadece size. Diyor ki kendisi; “biz, müslümanlar olarak istiyoruz ki kurduğumuz bu medeniyette kuran mutlaka belirleyici olsun”. Geçen hafta burada olanlar hatırladılar değil mi? Müslümanlar olarak daha tabii bir isteğimiz olabilir mi bizim? Müslümanız, bir camia kurmak istiyoruz. Bir medeniyet kurmak istiyoruz, bir dünya kurmak istiyoruz biz. Bu dünyayı da kuran inşa etsin istiyoruz. Böyle istiyoruz diyor. “Çünkü inandığımız kitabın daha aşağı bir rol üstlenmesine gönlümüz de dindarlığımız da razı olmuyor. Halbuki ben öyle zannediyorum ki kurana bir medeniyet kurmak, bir fıkıh kültürü kurmak gibi bir amaç yüklemek de tartışılması gereken bir konudur”. Böyle diyorsunuz ama bu tartışılmalı. Peki diyanet işleri başkanı olarak diyor benim görüşümü soracak olursanız ben ne düşünüyorum şahsi olarak? Siz tartışın ama benim şahsi görüşüm şu: “bana öyle geliyor ki kuranın medeniyet kurmak gibi bir işlev ve amacı olmaz. O sadece bilinene ilahi hikmet açısından bir bakış ve yorum getirir”. Şu an bizim kendilerinden ders aldığımız, kitaplarını okuyarak yetiştiğimiz üst kadronun görüşleri böyle, kurana bakışları böyle. Siz istiyorsunuz ki kuran herşeyinizi belirlesin. Bir devlet kuralım, kuran hükümlerini uygulayalım falan. Bu,bir  defa tartışmalı. Ama bana soruyorsanız asla kuranın böyle bir amacı yok. Kurana böyle bir rol yüklemeyin. Kuran, yaşadığınız hayata yorum getirebiliyorsa ondan yararlanın istifade edin. O yüzden ne demişti hatırlayın. Burada bir dünya kitap var. Bakın buradaki sıralama şöyledir. Benim hemen arkamdan bu üç raf tefsir kitapları. Daha sonraki üç raf hadis kitapları. Ondan sonra da sırasıyla Hanefi, Şafi, Maliki, Hambeli kitapları ve sonra dil kitapları ile ansiklopedi, Türkçe tefsir olarak devam ediyor. Diyor ki; bütün bunlar niçin var? Bütün bunlar bir şey için var. Diyor ki özellikle de fıkıh açısından baktığımız zaman. Siz bir müslüman olarak güncel bir mesele ile karşılaştığınızda bunun cevabını kurandan bulamayabilirsiniz. Ve çoğunlukla da bulamazsınız. Yani güncel bir sorun çıktı bugün. Ben müslüman olarak bu sorunu nasıl çözeyim? Açayım kuranı bakayım ki Allah acaba böyle bir sorun ile karşılaşırsam nasıl davranmam gerektiğini bana öğretmiş mi? Çoğunlukla bulamazsın diyor. Bir defa ön kabul olarak bunu bil. Ama en azından kuranın genel prensipleri vardır diyor evrensel prensipleri. Oralara gidersin. Nedir kuranın evrensel prensibi? Adaletli olmak, hırsızlık yapmamak, zina yapmamak, yalan söylememek. Yani bunlar kuranın her devirde geçerli olan şeyleri. En azından bunları görürsünüz diyor. Bunlardan az buçuk bir bağlantı kurabilirseniz güncel hayatta yaşadığınız çözümlere, bu bir müslüman olarak sizi mutlu eder. İşte diyor fıkıh bu mutluluğu sağladığı için önemlidir. Yoksa böyle bir irtibatın bizatihi olduğu anlamına gelmez. Yani güncel bir çözüme kurandan ulaşamazsınız. Ama diyor fıkıh kitaplarına bakıp “aaa bak! Fıkıh kitabında çözüm için ayet önerilmiş” diyorsa mutlu olursunuz. İşte bu mutluluğu sağlamak için fıkıh ilmi doğmuştur, tefsir ilmi doğmuştur, diğer ilimler doğmuştur. Yani sadece vicdanımızı rahaylatmak tatmin etmek için. Yoksa kuran asla diyor yaşadığınız hayata pratik çözümler getirmez. Böyle bir şey beklemeyin. Şimdi bu bir bakış. İslam alemi bugün niye bu halde? Niye çözüm üretemiyor? En üst yönetimde olan insanların bakış açısında çünkü kuran bunu ifade ediyor. Çözümü kuranın üretmesi gerekmiyor ki diyor. Sen niye bir müslüman olarak vicdan azabı duyuyorsun? Kur’an’ın böyle bir derdi yok. Yanlış yerde çözüm arıyorsun demektir değil mi bunun türkçesi? Ama bunun 14 asırlık bir tarihi arka planı var. İşte bu Ali Bardakoğlu’nun müzakere yaptığı bir ana metin var. O da kuran ve fıkıh adını taşıyor. Ve bu da İSAM’ın yani İslam Araştırmaları Merkezi’nin araştırmacısı olan o gün doktor ama bugün profesör olan Tahsin Görgün’ün bir makalesi var. Diyor ki; islami ilimler yani bu tefsir, fıkıh, hadis dediğimiz bu islami ilimler nasıl oluştu bunu bilmemiz lazım. Siz diyor eğer şu ön kabulden çıkarsanız bir defa baştan yanılırsınız: Bütün bu islami ilimleri kuran doğurdu. Yani kuran olmasaydı fıkıh ilmi olmazdı. Kuran olmasaydı tefsir olmazdı. İlk etapta bu doğrudur. Çünkü bu hadis ilminin, fıkıh ilminin hepsi Kur’an’ı nuzulünde sonra oluştu. Doğru ama eksiktir diyor bu. Neden? Çünkü diyor bugün hiç bir şey bilmeyen bir adama siz kuranı götürün, kurandan bu ilimle türetemez. Neye ihtiyaç duyacak? Resulullah’ın uygulamalarına bakmak zorunda bu adam. Dolayısıyla sünnet olmadan kuranı kesinlikle anlamak mümkün değil. Neden? Çünkü sünnet, kuranı bakın geçen hafta da okumuştum bir kez daha okuyayım. Diyor ki; sözün sahibi yüce Allah. Yani bu kuranda geçen bütün sözlerin ki biz bunların hepsine ayet diyoruz, hepsinin sahibi Allah. Tamam. Peki bu sözü insanlara ulaştıran kim? Hz. Peygamber. Bunda da tamam. Peki diyor Hz. Peygamber insanlara sadece bu sözü ulaştırmamıştır. Ne yapmıştır? Sözü, kendi fiillerinde idrak edilebilir bir hale getirmiştir. Bakın. Kuranı, idrak edilebilir bir hale getiren Resulullah’dır. Yani resul olmasaydı bu kuran hiç bir anlam ifade etmezdi demektir bu. Siz sadece okur geçerdiniz. İdrak edemezdiniz. İdrak edilebilirliğini resul göstermiştir. Tabi bunların hepsi aslında bizim uzun yıllardır etraflıca anlatmaya çalıştığımız resul-nebi ayrımı var ya, hepsi bu. Resul nedir? Resul bir elçidir. Elçi, kendisini gönderen kişinin sözünü ulaştırmakla görevli kişiye denir. Resul, kendisine ulaşan bu tebliğe bir ilave veya bir çıkarımda bulunabilir mi? Elçilik vazifesinde bulunması halinde C. Hakk, O’na ne yapacağını beyan ediyor. O ayeti isterseniz hatırlatarak devam edelim. Buyuruyor ki Hâkka suresinde “ve lev tekavvele aleyna ba’del ekâvil: eğer bu resul, bizim bu indirdiğimiz kurana/sözlere kendiliğinden bir şeyler katsaydı eğer “le ehazna minhu bil yemin: O’nu yakalardık”,”summe le kata’na minhul vetin: sonra O’nun şah damarını koparırdık” yani şah damarının kopması, insanın ölmesi manasına geliyor. Canını alırdık diyor orada Allah. “Fe ma minkum ehadin hacizin: ve sizden hiç kimse de bu konuda bize engel olamazdı”(HAKKA 44-47). Yani resulün vahye en ufak bir müdahalesi asla olamaz. Bu konuda C. Hakk’ın müsadesi yok. Dolayısıyla resul, olanı olduğu gibi tebliğ etmekle görevli kişidir. Ama bu resulün tek vasfı değil. Resulün bir de nebilik vasfı var. Resullük vasfında bir hataya Allah musamaha göstermeyeceğini belirtiyor ama nebi, onun insani vasfını gösteriyor. İnsan olması hasebiyle Peygamberimiz’in yanılması mümkün müdür? Mümkündür. Pratikte yanılmışmıdır? Yanılmıştır. C. Hakk uyarmış mıdır birçok ayette? Uyarmıştır. Ama resul yanılmışmıdır? Çünkü resulün yanılması demek vahyin yanılması demektir. O konuda Allah, O’na asla müsade etmemiştir. Şimdi bunlar, nebinin vasfını resule yüklemiş. Nebinin her hareketini vahiy kaynaklı olarak telakki etmişler. İşte bütün yanlışlık burada. O yüzden sözü, idrak edilebilir bir hale getiren peygamberdir diyor. Halbuki her yatsı namazının ardından camide Bakara suresinin son iki ayeti okunuyor değil mi? İlk cümlesi bunun nedir? “Amener resûlu bi mà unzile ileyhim min rabbi: kendine rabbinden indirilen şeye ilk iman eden o resul”,”vel mu’minun” sonra müminler. Resul de kendisi iman etmekle mesul olan kişi. Buna bir müdahalesi asla söz konusu olamaz. Dolayısıyla kuran başka bir şey söyleyip resulün başka bir şey uygulaması düşünülemez bile. Çünkü birçok ayette C. Hakk ne buyuruyor? “İttebi mà uhiye ileyke min rabbik: sen, sana rabbinden ne vahyedilmişse ona uy”(ENAM 106) Bir çok ayet var. Resulün dilinden ifade edilmiş şekli yine ayetlerde var. De ki onlara “in ettebiu illâ mâ yûha ileyye: ben, sadece bana vahyedilen şeye uyarım” (AHKAF 9) .diyor. Ben sadece ona uyarım. Dolayısıyla ayet başka resul başka asla olamaz. Resulün varlığı kuranın idrak edilebilmesi için olmazsa olmaz bir şart değil. Kuran diye bir şeyin varlığından haberdar olmamız için olmaza olmaz bir şarttır. Resul bize getirmiş, evet kendisi de o dinin dindarı olmakla yükümlü olduğu için içindekilere iman etmiş ve uygulamıştır. O ayrı bir şey. Ama O, anlaşılmaz bir kitabı anlaşılır bir hale getirmemiştir. Siz böyle dediğiniz an kuranı bir bütün olarak anlaşılmaz bir kitap olarak yaftalamış olursunuz. Halbuki C. Hakk, başından sonuna kadar kuranın sürekli mubin olduğunu vurguluyor. O zaman haşa ya C. Hakk bir yerde hata yapmış bu hatayı da Resulullah o zaman sapıtmış gibi bir sonuca gelecek. Hayır. Resul kendisine ne indirilmiş ise onu uygulamıştır. Ama bunlar, nebinin yani Peygamberimiz’in bütün davranışlarını resullük sıfatı ile yaptığını düşünüp kuranda bulamadıkları bu ayrıntıları da biraz önce Abdurahman Hoca’nın okuduğu yazıda olduğu gibi kendisine vahyedilmiş ikinci bir vahiy ile anca almış olduğunu söylüyorlar. Çünkü bakıyor kurandan bunu göremiyor. Yapsa yapsa nasıl yaptı bunu Resulullah? Mutlaka O’na, bizim okuyamadığımız şu an elimizde metin olarak bulunmayan bir vahiy gelmiş olmalı. İşte bunun adı sünnettir. Sünnet de gayrı metluv vahiydir diyorlar. Kuran otomatikman, işte bu düşünceyle bir defa daha çok eski zamanlarda pasifize edildi. Pratikte zaten sünnet otomatikman kuranın önüne geçirildi. İşte bu kuran ve fıkıh makalesinde aynen zaten bu sözü söylüyor. Diyor ki Tahsin Görgün Hoca; “islam dünyası diye bir dünya oluştu kuranın vahyi ile beraber. Evet ama bu dünyanın kurucu ilkesi resule ittibadır. Resule ittibanın islamın kurucu ilkesi olduğunda bu yönden asla şüphe edilemez”. İslam dünyası diye oluşan unsuru Kuran, Kur’an değildir, sünnettir. Peki bakın şimdi. Çünkü diyor kuran insanlara iki kapak arasında bir bütün olarak gelmiş bir kitap değil. Nasıl gelmiş? O, Hz. Peygamber’in tebliği ve aynı zamanda beyan ettiği, onun fiillerinde tecessüm eden yani onun fiillerinde cisimlenmiş bir hidayet rehberi olarak çıkmış olmakla birlikte bir toplumun oluşması için gerekli canlı örnekleri ihtiva etmemektedir diyor kuran. Yani bir İslam toplumu nasıl olur onu örnekleri ile birlikte anlatan bir kitap değil kuran. Siz eğer bugün öyle zannediyorsanız kuranı, bu makaleyi sunan kişiye göre yanlış kafadasınız. Bu kafayı değiştirin. Kurandan öyle yok toplu kuracağız nasıl örneği var bilmem ne aramayın bulamazsınız. Ya ne olmalı? Diyor ki; kurandaki ifadelerin karşılığı olan ve insanlar tarafından doğrudan algılanan fiiller, Hz. Peygamber’in fiilleridir. Ona bakacaksınız diyor siz. Siz kimsiniz kurandan bir şey çıkarmaya yelteniyorsunuz. Peki kuranın bu süreçteki dahli ne olacak peki? Kuran hiç mi işe yaramayacak? Diyor ki; kuranın bu süreçteki dahli, bir toplum oluşturmak için gerekli olan esasları Hz. Peygamber’e bildirip Ona hidayet ederken diğer insanlara da Hz. Peygamber’in fiillerinin esasını açıklamak şeklinde kısaca özetleyebiliriz. Yani bakın kuran neymiş? Kuran, Resul’e şöyle şöyle davranması gerektiğini söyleyen bir kitaptır. Bize de diyor Resul şundan dolayı böyle davrandı diyen kitaptır. Yani Resul’ün davranışlarını açıklamak için inmiş bir kitap gibi. Kuran mı resulün öyle davranmasını gerektirdi, resulün davranışı mı kuranın böyle olmasını gerektirdi? Bu ne yaman çelişki? “İttebi mâ uhiye ileyke min rabbik”(ENAM 106)  rabbinden sana ne vahyolunmuş ise ona uy dediğine göre Allah, bu kuran resulün öyle davranması gerektiğini emrediyor. Resulün davranışının sebebini bize açıklamıyor kuran. Bu yüzde diyor siz, bütün bu ilimlere baktığınız zaman şunu göreceksiniz: islami ilimler dediğimiz şey islamın oluşturduğu dünyanın düzeni ile ilgilidir, doğrudan kuran ile ilgili değil. Bu söz aynen şurada altını çizdiğim yerde gözüküyor. Dileyen istediği gibi bunu internetten de okuyabilir. Mevcut basılı buradan da okuyabilir. Bir kez daha söyleyeyim. İslami ilimler, islamın oluşturduğu dünyanın düzeni ile ilgilidir, doğrudan kuran ile ilgili değil. Bu ne demek? Yani bütün şunların hepsi, zamanında birilerinin hayatında yaşadığı şeylerin yazıya geçirilmiş şekli. Ve siz zannetmeyin ki gerçekten kuranı anlamak için kaleme alınmış. Bunu ben demiyorum. Biz demiyoruz Süleymaniye Vakfı olarak. Bunu başkaları söylüyor. Biz sadece şu an aktarıyoruz. Ne diyor? Fıkıh, hadis, tefsir zannetmeyin ki kuranı anlamak için yazılmış kitaplar. Onlar, zamanında yaşanmış bir hayatın/bir pratiğin teorik olarak satırlara nakşedilmiş şeklidir. Şöyle bir ifade kullanıyor; ilk dönemler söz konusu olduğunda kuranın islam toplumunun oluşumu ve devamı açısından bire bir lafzi ilişki anlamında doğrudan bir tesiri olduğunu veya olması gerektiren bir durumunu tespit etmek oldukça zordur. Yani siz ne kadar geriye giderseniz gidin. Bu bir iddia. Bunu kabul etmek kesinlikle mümkün değil. Diyor ki; asr-ı saadeti kuran oluşturmadı. Kuran doğurmadı asr-ı saadeti. Çünkü kuran, insanların karşısına iki kapak arasında bir kitap değil Hz. Peygamber’in tebliğ ve aynı zamanda beyan ettiği, Onun fiillerinde tecessüm eden bir hidayet rehberi olarak çıkmış bir kitaptır. O yüzden siz baktığınız zaman zannetmeyin ki gerçekten bunların hepsi hatta bir yayın evinin bugün slogan olarak kullandığı bir cümle var; bütün kitaplar, tek bir kitabı anlamak için yazılmıştır veya okunur. Rastlamışsınızdır yani. Dersten sonra hangi yayın evi olduğunu da söylerim. Bütün kitaplar tek bir kitabı anlamak için kaleme alınmıştır. Bu bir hikaye burada anlatılana göre. Bunların hepsi zamanında yaşanmış olan bir sosyal hayatın kitaplara aktarılmış şekli. Yoksa siz o kitaplardan kuranı anlayamazsınız. Bunu söyleyenler, işte bugün çeşitli üniversitelerin rektörleri, dekanları veya zamanında diyanet işleri başkanlığı yapmış olan insanlar. O yüzden bunlar bir hakikatın da tespiti. Bu yüzden işte sürekli “islam dünyası niye bugün bu halde”. İslam dünyası asırlardır zaten Kur’an ile yaşamıyor. Dolayısıyla bu bir yerden patlayacaktı patladı. Artık bunu temizlemesi bile mümkün değil. Ama ilginç olan tarafı ne? Halk nezdinizde bir çok kişi, kuranda ayrı düştüğümüz için bu günlere geldiğimizi haklı olarak tespit ederken bu işin eğitimini almış ve halen eğitimini vermekte olan insanlar asla bu tespite katılmıyorlar. Hayır diyorlar canım ne alakası var. Kurandan böyle bir şey bekleyemeyiz biz. Çözüm ne? Çözüm bugün oturacak herkes kendisi bulacak. E peki 17. 18.yy dan beri islam alemi sürekli geriliyor. Niye bir çözüm bulunamadı iki asırdır? Madem rey bütün her şeyin esası, fakihler buna bir çözüm bulmak zorunda kuran değil. İki asır oldu hala bir çözüm bulamadık. O zaman problem yok mu bir yerlerde? Peki kuran geldiğinde Resulullah bu işi nasıl çözdü? 23 yılda bütün Arabistan bir anda hem siyasi anlamda hem sosyal anlamda hem dini anlamda her alanda başarı sağlandı mı? Sağlandı. Ne ile sağlandı? Kur’an ile sağlandı işte. Ama tabi ki biz resulü burada yok saymıyoruz. Bu da yanlış anlaşılmasın. Resulü kurandan ayrı düşünmüyoruz sadece. C. Hakk’ın dediği gibi konumlandırıyoruz. Resul eşittir kuranı olduğu gibi hiç bir ekleme yapmadan nokta kadar da bir çıkarma yapmadan olduğu gibi tebliğ eden ve kendisi de bunu yaşayan insandır. Kuranı tebliğ noktasında asla bir müdahalesi olmamıştır. Ama nebi olarak, insan olarak Resulullah da bir takım hatalar yapmıştır ve kuranda birçok yerde zaten bizzat C. Hakk uyarmış. Ayetlere koymuş bunu ölümsüzleştirmiş. Kıyamet suresine kadar siz Tahrim suresini okuduğunuzda “ya eyyuhen nebiyyu: ey nebi”,”li me tuharrimu mâ ehalallâhu lek: Allah’ın sana helal kıldığı bir şeyi sen nasıl haram kılabilirsin” bu ayeti okuyacaksınız. Halbuki gelenekte denildiği gibi resulün de haram kılma yetkisi varsa resul bu ayet karşılığında ne demeliydi? Bana yetki verdin ya rabbi bu yetkimi kullandım. Verdiğin yetkiyi kullanınca hatalı mı oluyoruz haşa. Öyle demesi lazım değil mi? Bir taraftan yetki veriyorsun diyorsun ki; senin de haram kılma yetkin var. Öbür taraftan ben o yetkiyi kullanarak bir şeyin haram olduğunu söylüyorum kızıyorsun bana o zaman niye haram kılıyorsun diye. Haşa. Tiyatro oynamanın anlamı yok. Oradaki Araf suresinin 157.ayetinde resule “yuharrimu aleyhumul hebais” şeklinde helal ve haram fiillerinin isnad edilmesi resulluk vasfından dolayıdır. Yani insanlar nezinden baktığınız zaman bir adam geliyor diyor ki; zina yapmak haramdır. Zinanın haram olduğunu söylüyor. Yine bir peygamber geliyor diyor ki; domuz eti yemek haramdır. Domuzun hara olduğunu söylüyor. İnsanlar o güne kadar onu helal addedmişler, helal saymışlar. Peki Hz. Peygamber, domuz eti haramdır zina haramdır, hırsızlık haramdır derken kuranın dışında bir haram mı koyuyor? Hayır. Allah’ın kendisine indirdiğ haramları insanlara olduğu gibi tebliğ ediyor. Onun haram olduğunu ilan ediyor. Onun haram olduğunu tebliğ ediyor sadece. O yüzden helal ve haram kılma fiilleri resule de isnad ediliyor. Bu yüzden resule itaat eşittir Allah’a itaat. İşte “ve eti’ullâhe ve eti’ur resul”. “Ve in tuti’hu tehtedu”(NUR 54). Siz resule itaat ederseniz ancak hidayet bulabilirsiniz. Neden? Çünkü resule itaat ettiğiniz an Allah’a itaat etmiş olacaksınız. Çünkü o resul, kendisine vahyedilene bu Kur’an’dan başka bir şeye tabi olmaz. Bu Kur’an’da ona söylenmeyen bir şeyi haram kılmaz. Kuranda ne söylenilmişse, O, onun haram olduğunu söyler. Kuranda ne helal kılınmışsa onun helal kılındığını söyler. Ama siz resulluk ve nebilik vasfını yerlebir ettiğiniz zaman resulün her fiilini ilahi bir kaynakla açıklamaya çalışıyorsunuz. Kuranda bulamıyorsunuz karşılığını, kuranda bulamadığınız zaman mutlaka O’na ikinci bir vahiy gelmiştir diyorsunuz. O zaman kuran ayrı bir şey söylüyor resul ayrı bir şey söylüyor. Kuranda yer almaya bir dünya haram sünnette o zaman gelmiş oluyor. Bir bakıyorsunuz bugün islam dünyasında kuranda bulunmayan birçok hüküm var ve bunların hepsi islam dünyasını çepeçevre sarmış. Daha sonra diyorsunuz ki; tamam hadi biz bunu da kabul ettik ama biz resulü görmedik ondan 1400 sene sonra yaşıyoruz. Resulü göreni göresin. Resulü göreni de görmemiz mümkün değil. Ashabı göreni göreceksin. Tabiin araya girdi. Kuranı en öne koyalım. Bütün kaynak bu iken diyor ki; sünnet olmadan bunu anlayamazsın. Bunu buraya koydu. Sünneti bugünden anlaman mümkün değil. Sünneti, resulü ashab  gördü sen buna bakacaksın. Ashabı da görmedin. Ashabı kim gördü? Tabii gördü. Tabiinin uygulamaları da seni bağlar. Tabiini kim gördü? Onu da tebeitabiin gördü. Onu kim gördü? Biz bugün 14.asırdan geriye doğru baktığımız zaman kurana inmemiz asla mümkün değil. Diyor ki; sen buraya ulaşsmazsın bu sildilede bir geç. O yüzden sürekli birilerinin kalkıp 14 asırlık geleneği yok sayamayız diye yeri göğü inletmelerinin temel sebebi işte bu. Bu arayı yok saymamak. Peki ben nasıl ulaşacağım? Asıl kaynak kuran değil mi? Bana göre evet. Ama biraz önce okuduğumuz kafaya göre hayır. Kurandan niye sen medeniyet kurmasını bekliyorsun ki. Kuranı perşembe gecesi oldu mu açarsın iki tane ölmüş dedene, babannene falan yasin okumak için okursun. Dirilere indirilmiş bir kuran olduğunu beyan eden Yasin’i ölülere okur, hafiften de fıkıh kitabını açarsın bir ayet varsa onu okuduğunda da mutlu olursun. Öyle mutlu mesut bir şekilde yaşarsın, yaşadığını zannedersin. Batı da gelir 200 yıldır tepene, ensende her türlü bozayı pişirir. Ondan sonra niye islam alemi acaba bugün bu kadar geri falan diye habire sorarsın. Ama asla cevabını bulamazsın. Dolayısıyla islam’ın başında olduğu gibi en üste kuranı siz ne zaman geçirir, geçmiş 14 asırlık geleneği kurana göre değerlendirebilirseniz ancak o zaman sorunun çözümüne başlayabilirsiniz. Çözebilirsiniz de diyemeyiz. Anca başlayabilirsin. Ama kuran en altta olduğu sürece 14 asır daha geçse asla sen buraya ulaşamazsın. Çünkü 14 asır sonra kuran, 28.katta kalmaya mahkum. Enalt 28 de. Ulaş ulaşabilirsen. Mümkün değil. İşte kuran ve sünnet anlayışı bizde maalesef tersyüz edildiği için bugün ağlamaya da aslında bir nevi hakkımız yok. Ama biz Allah’ın söylediğini söylemekle yükümlüyüz. İsteyen kabul eder isteyen etmez. Yani ben kurana göre yaşamakla yükümlüyüm diyenler, bu silsileyi takip etmek zorunda değil. Tam tersini çevirip kurana göre bütün geleneğini incelemek zorunda ama hayır canım ne alakası var benim için kuran değil 14 asırlık gelenek ömemli diyenlere de bizim müslüman kardeşler olarak söyleyeceğimiz tek şey yanlış yoldasınız demek olacaktır. Ama kalkıp insanları da zorla boyunlarından tutup kuran burada diye de kafalarını buraya sokacak değiliz. Çünkü C.Hakk, Resulullah’a bile hitaben ne buyurdu? “Lealleke banıun nefseke ellâ yekunu mu’mimin: inanmıyorlar diye neredeyse kendini harap ediyorsun”(ŞURA 3). Niye uğraşıyorsun, inanmıyorsa inanmıyor. Dolayısıyla kabul etmeyenlere karşı üzülmenin ah vah etmenin de anlamı yok. Söyleyip geçmek lazım. Bu zaten C.Hakk’ın bütün elçilerine verdiği emir. “Fe hel aler resuli illel belagul mubin: elçilere apaçık tebliğden başka ne düşer”(NAHL 35). O yüzden söyleyip geçmek lazım diyorum ve tam vaktinde de bitiriyorum.

FATİH ORUM: Yahya Hoca’nın biraz önce anlattığı hayati mesele yani resul ve nebi arasındaki ilşkiyi Zeki Bayraktar Hoca’yı bilirsiniz. Zeki Bayraktar Hoca, takriben bir yıl önce 15’e yakın ilahiyat fakültesinden hocalatı bir yemekte topladı. Beni de çağırdı buradan. Ben de gittim. Ben de O’nun yanında oturdum. Dediki hocalara. Onların içerisinde hadis hocası var, tefsir hocası var, fıkıh hocası var, kelam hocası var, her daldan. Dedi ki ben resul ile nebi arasında bir fark olduğunu düşünüyorum. Bunları toparladım, ayetleri indirdim. Müsade ederseniz ben size bir saat boyunca bir sunum yapacağım dedi. O restoranın yukarısını kapattı o akşam ve onlara orada bir sunum yaptı. En sonunda dedi ki sunumundan sonra; şimdi siz bu konudaki düşüncelerinizi bana söyleyim. Ben de bunu geliştirmeye çalışayım. Yani bunu o kadar iyi niyetle yaptı ki hani sonuç itibatıyla siz bunun üstadlarısınız. Bir takım atladığımız yerler olabilir, yanlış ifade ettiğimiz yerler olabilir, bir takım mantık hataları olabilir. Bunları söyleyin ki bunu daha iyi şey yapayım. Oradan tabi esasında keşke o görüntüleri izleseniz de çok büyük hakaretler ettiler Zeki hocaya. Yani dalga geçtiler bir nevi. Ondan sonra bir tanesi dedi ki. O bir tanesi dediğim de esasında hani kendimizi ona yakın hissettiğimiz hocalardan. İnsaf sahibi olduğunu yani en azından kuran ile ucundan haşır neşir olan bir hoca dedi ki Zeki Hoca’ya; bak Zeki Bey dedi. Sen burada resul ile nebi arasında fark olduğunu iddia ediyorsun ve bir takım ayetler okudun. Bak ben sana söyleyeyim dedi. Resul ile nebi arasında asla ve kat’a fark yoktur. Kuranda bazen resul bazen nebi kelimesinin kullanılmasının tek sebebi şudur: Allah, kuranda bir akıcılık oluşturmak için bazen resul demiş bazen nebi demiş. Biz de herhangi bir metni yazarken bir takım kelimeleri fazlaca kullanırsak dinleyici ne yapar. Aynı kelimeleri ikide bir aynı satırda şey yapmış. Allah da bu akıcılığı ortaya koymak için bazen resul demiş, bazen nebi demiş. Yani bir nevi şunu söyledi: kardeşim, Allah’ın keyfinin kahyası mısın? öyle konuşmuş, öyle yazmış. Sem şimdi bundan anlamlar çıkarıyorsun. Dolayısıyla Yahya Hoca’nın biraz önce bütün problemlerin ana makas değişimi yapılan meseleye bugün hocalarımız böyle bakıyor. Büyük bir kısmı hakaret ediyor dalga geçiyor. İnsaf sahibi dediğimiz hocalarda izahı böyle geliştiriyor. Diyor ki ya bu dilin gerektirdiği bir şey. Bazen resul der bazen nebi der bazen habibim der bazen şunu der bazen bunu der. Sen buradan niçin kendine iş çıkartıyorsun. Dolayısıyla daha meselenin, sıkıntının farkında bile değiliz. Çözümü bırakın böyle bir problemin olmadığına hatta böyle bir problem var diyen adamlarla dalga geçilme aşamasındayız şu an hala. Dolayısıyla iş hakikaten o kadar şey ki daha hastanın hasta olduğunu bile kimse kabul etmiyor esasında. Onun için inşallah Allah yardım eder de bir an önce meselenin bu yönünü herkese anlatırız izah ederiz. Onun gayreti içerisindeyiz. Yoksa hani biz de hoşlanmıyoruz her hafta sizi burada işte şu şöyle demiş, bu böyle demiş. Bunlar hakikaten hoş şeyler değil. Enerji tüketen şeyler. Sürekli vakit harcadığımız şeyler. Ama en azından ortada bir vakıanın olduğunu hepimiz görelim inanalım da ondan sonra bir şeyler yapalım. Evet burada bir problem var diyelim diye şey yapıyoruz esasında

Tüm Mukayeseli Fıkıh Müzakereleri
# İçerik Adı Yayınladığı Tarih Görüntülenme
1 Kitaba Çağrı 16 Eylül 2017
2 Kurban İbadeti 24 Ağustos 2017
3 Hadislerin Derlenmesinde İran Etkisi 19 Ağustos 2017
4 Diyanetin Fetö Raporu: Bu din bu hale nasıl geldi? 14 Ağustos 2017
5 Hilal, Fitre ve Bayram 28 Haziran 2017
6 Nebi’mizin Ramazan Hayatı 12 Haziran 2017
7 İmsak Ölçüleri 27 Mayıs 2017
8 Dini Siyasete Alet Etmek 20 Mayıs 2017
9 Nebilere Yüklenen Olağanüstü Özellikler 13 Mayıs 2017
10 Tarih Boyunca Nebilere Gösterilen Tepkiler 6 Mayıs 2017
11 Yanlış Şeriat Algısı Suç ve Ceza 29 Nisan 2017
12 Kapitalizmin Sonu 15 Nisan 2017
13 Faiz Bağlamında Modern Finansal Ürünler 8 Nisan 2017
14 Hadislere Bakışımız Nasıl Olmalı 1 Nisan 2017
15 Haram Aylar 25 Mart 2017
16 Kur’an’cılık Tehlikesi 1.Bölüm 20 Mart 2017
17 Din ve Devlet İlişkileri 1.Bölüm 11 Mart 2017
18 Cuma Namazı ve Hutbe’si 4 Mart 2017
19 Kur’an’a Göre Sihir Kavramı 25 Şubat 2017
20 Abese Suresi Bağlamında Nebi’mizin Korunmuşluğu 18 Şubat 2017
21 Ev İçi Mahremiyet Kuralları 11 Şubat 2017
22 Örtünme İle İlgili Hükümler 4 Şubat 2017
23 Baş Örtüsü ve Örtünme 28 Ocak 2017
24 Kur’an’nın Çözüm Üretmedeki Yeri 21 Ocak 2017
25 Yahudileri Gölgede Bırakan Hileler 16 Ocak 2017
26 Müslümanlar’da Allah’a Güven Krizi 31 Aralık 2016
27 Müslümanlığımızı Gözden Geçirme İhtiyacı 24 Aralık 2016
28 Ümmet Olamamanın Ağır Bedeli 17 Aralık 2016
29 Tarihsellik İddialarında Cezalar Örneği 10 Aralık 2016
30 Mezhepçiliğin Doğurduğu Acı Sonuçlar 3 Aralık 2016
31 Kur’an’nın Tarihselliği İddiası ve Miras Konusu 26 Kasım 2016
32 Takiye (Kimliği Gizleme) 19 Kasım 2016
33 Faiz ve Güncel Meseleler 12 Kasım 2016
34 Mehdi Gelicek mi ? 7 Kasım 2016
35 Hz.İsa Gelicekmi? 31 Ekim 2016
36 Çağdaş Ulemanın Usulsüzlüğü 22 Ekim 2016
37 Dinsel Çoğulculuk 15 Ekim 2016
38 Son Kitabı Devre Dışı Bırakma Projesi, Dialog 8 Ekim 2016
39 Fıtrat Zemininde Buluşma 1 Ekim 2016
40 Nisa 34. Ayet Bağlamında Kadına Şiddet 24 Eylül 2016
41 Kurban İbadeti 10 Eylül 2016
42 Kadının Dövülmesi 3 Eylül 2016
43 Kur’an’a Göre Hükmetmek 27 Ağustos 2016
44 15 Temmuz Darbe Gecesine Kurani Bir Bakış 20 Ağustos 2016
45 Paralel Dinin Olmazsa Olmazı Aracılık – 1 13 Ağustos 2016
46 Müslüman Gayrimüslim İlişkileri 2 Temmuz 2016
47 Zekat 25 Haziran 2016
48 Oruçla İlgili Hükümler 18 Haziran 2016
49 Uydurulan Dinde Yatsı Sonu, Seher ve İmsak Vakti 4 Haziran 2016
50 Uydurulan Dinde Mut’a Nikahı 28 Mayıs 2016
51 Uydurulan Dinde Şartlı Talak 21 Mayıs 2016
52 Uydurulan Dinin Dayatması Olarak Çocukların Evlendirilmesi 7 Mayıs 2016
53 Kölelik ve Cariyelik Mezheplerin Dayatması mı? 30 Nisan 2016
54 Musa Hızır Kıssasının Evrensel Mesajı 23 Nisan 2016
55 Sünnetin Delil Değeri 16 Nisan 2016
56 Kira Sertifikaları Faizsiz Ürün mü? 9 Nisan 2016
57 Suç-Ceza Dengesi Açısından Cinsel İstismar 2 Nisan 2016
58 Boşanma Konusunda Allah’ın Koyduğu Sınırlar 26 Mart 2016
59 Allah’ın Koyduğu Sınırlar Nasıl Aşıldı 19 Mart 2016
60 Muhsana, Kadına Pozitif Ayrımcılık 13 Mart 2016
61 İnsanlar ile Cinlerin Ortak Özellikleri 5 Mart 2016
62 Nebiler Günahtan Korunmuş mudur? 27 Şubat 2016
63 Bedir Savaşı Örneğinde Nebi ve Resul Farkı 20 Şubat 2016
64 Dinde Haram-Helal Koyma Yetkisi 13 Şubat 2016
65 Cinler 6 Şubat 2016
66 İlk İnsanın Yaratılışı 30 Ocak 2016
67 İnsanı İnsan Yapan Özellikler 23 Ocak 2016
68 Allah’ı İkinci Sıraya Koymak 16 Ocak 2016
69 Şirkle İman Arasındaki Kararsızlık 9 Ocak 2016
70 Mehdi Beklentisi 2 Ocak 2016
71 Her İnsan Allah’ı Bilir 26 Aralık 2015
72 Fıkıh Müzakereleri | Her İnsan Allah’ı Bilir 26 Aralık 2015
73 Bir Sömürü Aracı Olarak Halifelik – 2 19 Aralık 2015
74 Bir Sömürü Aracı Olarak Halifelik 12 Aralık 2015
75 Kur’ân’da Dindarlık 5 Aralık 2015
76 Tarih Boyunca Bir Siyasi Baskı ve Ötekileştirme Aracı Olarak Zındıklık 28 Kasım 2015
77 Geleneğe Göre Dinden Dönmenin Hükmü (Bölüm 2) 21 Kasım 2015
78 Geleneğe Göre Dinden Dönmenin Hükmü (Bölüm 1) 21 Kasım 2015
79 Kur’an’a Göre Dinden Dönmenin Hükmü 16 Kasım 2015
80 Kur’an’da Zina Suçu Ve Cezası 7 Kasım 2015
81 Tağut Doğru Yolun Üstünde Oturur 31 Ekim 2015
82 Hadis Uydurma Faaliyetleri 24 Ekim 2015
83 Kader İnancı Ve Nesih 17 Ekim 2015
84 Resulullah Sonrası Siyasi Gelişmeler 10 Ekim 2015
85 Nesih 3 Ekim 2015
86 Hac Ve Kurban 19 Eylül 2015
87 Terör Olayları Karşısında Nebevi Siyaset 12 Eylül 2015
88 Dinde Özgürlük 5 Eylül 2015
89 Dine Uyma Yerine Dini Kendine Uydurma 4 “Cariyelik” 29 Ağustos 2015
90 Dine Uyma Yerine Dini Kendine Uydurma 3 “Cariyelik” 22 Ağustos 2015
91 Dine Uyma Yerine Dini Kendine Uydurma 2 “Kitap Algısı” 15 Ağustos 2015
92 Dine Uyma Yerine Dini Kendine Uydurma 8 Ağustos 2015
93 Nebimizin Yürüttüğü Dış Politika 1 Ağustos 2015
94 Kadir Gecesi ve İmsak Vaktine Tavırlar 11 Temmuz 2015
95 Zekat 4 Temmuz 2015
96 Oruç İbadeti 2 27 Haziran 2015
97 Oruç İbadeti 20 Haziran 2015
98 Kutup Bölgelerinde İftar ve İmsak Vakitleri 13 Haziran 2015
99 Emtia Borsalarındaki İşlemlerin Fıkhi Hükmü 6 Haziran 2015
100 Kur’ân’a Göre Gece-Gündüz 30 Mayıs 2015
101 Prof. V. A. Yefimov’la Yapılan Toplantının Değerlendirilmesi 23 Mayıs 2015
102 İsra ve Mirac 16 Mayıs 2015
103 Berzah Alemi 2 9 Mayıs 2015
104 Berzah Alemi 2 Mayıs 2015
105 Enflasyon ve Faiz 25 Nisan 2015
106 İşsizlik Probleminin Kaynağı 18 Nisan 2015
107 Peygamberimizin Öldürülmesini Emrettiği Kişiler Hakkındaki Rivayetler 4 Nisan 2015
108 Faizsiz Sistemin İlkeleri (Zekat-Faiz Karşılaştırması) 28 Mart 2015
109 Faizsiz Sistemin İlkeleri – Faizsiz Bankacılık 28 Mart 2015
110 Faizsiz Sistemin İlkeleri (Enflasyon) 21 Mart 2015
111 Faizsiz Sistemin İlkeleri (Bankacılık) 14 Mart 2015
112 Faizsiz Sistemin İlkeleri 7 Mart 2015
113 Tecavüz Suçunun Cezası 28 Şubat 2015
114 İdam Cezası ve Kıssas Tartışmaları 21 Şubat 2015
115 Ceza Hukukunun Genel Prensipleri 14 Şubat 2015
116 Kur’ân’da Ruh Kavramı 7 Şubat 2015
117 İcmanın Delilleri ve Değerlendirilmesi 24 Ocak 2015
118 Fıkıh Müzakereleri | Ceza Hukukunun Genel Prensipleri 17 Ocak 2015
119 Nebiye Hakaretin Cezası 10 Ocak 2015
120 Noel ve Mevlid Kandili Kutlamalari 3 Ocak 2015
121 Kelime Oyunları ve Şeb-i Arus 27 Aralık 2014
122 Evlilik Nedeniyle Ortaya Çıkan Haramlık 20 Aralık 2014
123 Talak’ın Şarta Bağlanması 13 Aralık 2014
124 Kadının Boşanma Hakkı 6 Aralık 2014
125 Boşanmanın Hükümleri 29 Kasım 2014
126 Küçüklerin Evlendirilmesi 22 Kasım 2014
127 İslam Hukuku-Roma Hukuku Karşılaştırması 15 Kasım 2014
128 Beni Kureyza Yahudileri ve Esirlerin Öldürülmesi 8 Kasım 2014
129 İslâm Miras Hukukunda Kelâle 3 Kasım 2014
130 Batı Güdümlü İslam Anlayışında Kur’an Sünnet Algısı – 2 25 Ekim 2014
131 Batı Güdümlü İslam Anlayışında Kur’an Sünnet Algısı 18 Ekim 2014
132 İslam Alimlerinin Işid’e Gönderdikleri Mektubun Eleştirisi 11 Ekim 2014
133 Kurban İbadeti 27 Eylül 2014
134 Birbirimizden yardım istemek şirk midir? 9 Ağustos 2014
135 Nafile Oruç 2 Ağustos 2014
136 Zekat ve Fitre 26 Temmuz 2014
137 Kadir Gecesi 19 Temmuz 2014
138 Tarihi gelişimi ve Hükümleri Açısından İtikaf 12 Temmuz 2014
139 Yatsının Son Vakti 5 Temmuz 2014
140 Vakti Dışında Namaz, Süresinden Fazla Oruç 28 Haziran 2014
141 Bakara 187. Ayet Işığında Oruç İbadeti 21 Haziran 2014
142 Kimler Oruç Tutabilir 14 Haziran 2014
143 Orucun Tarihi ve Meşruiyeti 7 Haziran 2014
144 Ecel ve Şehitlik – Sorular ve Cevaplar 24 Mayıs 2014
145 Ecel ve Şehitlik 17 Mayıs 2014
146 Seferilik Mesafesi ve Müddeti 10 Mayıs 2014
147 Yolculukta Namaz – 2 26 Nisan 2014
148 Dinden Dönmek 19 Nisan 2014
149 Yolculukta Namaz 5 Nisan 2014
150 Namazı Terketmenin Hükmü 29 Mart 2014
151 Namazda Zikir 8 Mart 2014
152 Kadınların Cemaate Katılması 1 Mart 2014
153 Cemaatle Namaz – 2 22 Şubat 2014
154 Cemaatle Namaz 15 Şubat 2014
155 Sehiv Secdesi 8 Şubat 2014
156 Namazı Bozan Haller – 2 1 Şubat 2014
157 Namazı Bozan Haller 18 Ocak 2014
158 Cumanın Farzından Önceki ve Sonraki Sünnetler 11 Ocak 2014
159 Cuma Hutbesi 4 Ocak 2014
160 Cuma Namazı 28 Aralık 2013
161 Sünnet Namazları 21 Aralık 2013
162 Vitir Namazı 14 Aralık 2013
163 Teheccüd Namazı 7 Aralık 2013
164 Kur’an’da Melek ve Cin Kavramları – Sorular 23 Kasım 2013
165 Kur’an’da Melek ve Cin Kavramları – 2 18 Kasım 2013
166 Kur’an’da Melek ve Cin Kavramları 2 Kasım 2013
167 Cezanın Amacı Açısından Mağdur Hakları 26 Ekim 2013
168 Bayram Namazı ve Teşrik Tekbirleri 12 Ekim 2013
169 Tarihi, Amacı ve Ahkamı Yönüyle Kurban 5 Ekim 2013
170 Kur’an’da Münafıkların Durumu – 2 28 Eylül 2013
171 Kur’an’da Münafıkların Durumu 21 Eylül 2013
172 Günümüz İslam Dünyasının Problemleri 14 Eylül 2013
173 Bedel Hac – Doç.Dr. Servet Bayındır 7 Eylül 2013
174 Allah’ın Bilgisi ve Kader 24 Ağustos 2013
175 Mısırdaki Müslümanların Durumu 17 Ağustos 2013
176 Kadir Gecesi 3 Ağustos 2013
177 İmsak Tartışmaları 27 Temmuz 2013
178 Kutup Bölgelerinde İbadet Vakitleri 20 Temmuz 2013
179 Kader 19 Ocak 2013
180 Kıyamet Alametleri 22 Aralık 2012
181 Kur’an Sünnet Bütünlüğünde Kurban İbadeti 20 Ekim 2012
182 Kur’an Sünnet Bütünlüğünde Hac İbadeti 13 Ekim 2012
183 Faiz-Zekat İlişkisi 6 Ekim 2012
184 Namazların Birleştirilmesi 29 Eylül 2012
185 İslama Yönelik Saldırılar 22 Eylül 2012
186 Alternatif Bir Finansal Ürün Olarak Kira Sertifikaları(SUKUK) 15 Eylül 2012
187 Öğle ve İkindi Namazlarının Vakitleri 8 Eylül 2012
188 Yatsı Namazı Vaktinin Bitişi 1 Eylül 2012
189 Kur’an’a Göre Gelenek 25 Ağustos 2012
190 Bayram Namazı ve Fitre 18 Ağustos 2012
191 Televizyondan Kabe İmamına Uyulabilir mi? 11 Ağustos 2012
192 Ramazan Ayının İnsana Sunduğu Fırsatlar 4 Ağustos 2012
193 İmsak Vakti ve Seher – 2 28 Temmuz 2012
194 İmsak Vakti ve Seher 21 Temmuz 2012
195 Nesih, Kıblenin Değişmesi Örneği 23 Haziran 2012
196 İsra ve Miraç 16 Haziran 2012
197 Uydurma Hadisler – Harun Ünal 9 Haziran 2012
198 Sezaryen Doğum 2 Haziran 2012
199 Vahiy – Sünnet İlişkisi 26 Mayıs 2012
200 Nesih Kavramı 19 Mayıs 2012
201 Din ve Tıp Açısından Sünnet 14 Mayıs 2012
202 Din ve Müzik 5 Mayıs 2012
203 Hadislerin Kur’an’a Arzı 28 Nisan 2012
204 Türkiye’de Kutlu Doğum Etkinlikleri 21 Nisan 2012
205 Allah’ın Elçisini Doğru Anlamak 14 Nisan 2012
206 Kur’an Öncesi Mekke Toplumu 7 Nisan 2012
207 Faizsiz Bankacılğın Problemleri 31 Mart 2012
208 Hz.Muhammed’in(S.A.V.) Tebyin Görevi 24 Mart 2012
209 İslam ve Türk Medeni Kanunu(TMK) Miras Sistemlerinin Mukayesesi 17 Mart 2012
210 Kur’an’a Göre Tağut Kavramı 10 Mart 2012
211 Farklı İnançların Birlikte Yaşamasının Doğal Kuralları 3 Mart 2012
212 Kur’an’a Göre Resule İman, İtaat ve İttiba 25 Şubat 2012
213 Organ Nakli 18 Şubat 2012
214 Sebeb-i Nüzul Meselesi 11 Şubat 2012
215 Daru’l-Harbde Faiz 4 Şubat 2012
216 İftida 28 Ocak 2012
217 Talak (Boşanma) 21 Ocak 2012
218 Gayrimüslimlerle Evlilik 14 Ocak 2012
219 A’raf Ehli 7 Ocak 2012
220 Müminler Cehenneme Girecekler Mi? – 2 31 Aralık 2011
221 Müminler Cehenneme Girecekler Mi? 24 Aralık 2011
222 Çocukların Evlendirilmesi 17 Aralık 2011
223 İnanç Özgürlüğü 10 Aralık 2011
224 Evliliğin Denetlenmesi 3 Aralık 2011
225 Adetli Kadın Kur’an’a Dokunabilir mi? 26 Kasım 2011
226 Hz.İsa’yı(a.s.) Geri Getirmek İsteyenlerin Hedefi 19 Kasım 2011
227 Nebi ve Resul Kavramları 12 Kasım 2011
228 Kurban Bayramına Nasıl Hazırlanmalıyız? 5 Kasım 2011
229 İcma Delili ve Değerlendirilmesi 22 Ekim 2011
230 Vekaletle(Bedel) Hac 15 Ekim 2011
231 İhram Yasakları 8 Ekim 2011
232 Kadınların Yolcuğu 1 Ekim 2011
233 Kur’an ve Sünnet Işığında Hac İbadeti 24 Eylül 2011
234 Faiz Anlayışı 10 Eylül 2011
235 Bayram Namazı 27 Ağustos 2011
236 İmsak Vakti 20 Ağustos 2011
237 Teravih Namazı Konusunda Diyanet’e Cevap 13 Ağustos 2011
238 Oruç Tutamayanlar Ne Yapmalı? 6 Ağustos 2011
239 Güneşin Batmadığı Yerlerde Namaz Vakitleri 2 Temmuz 2011
240 Yatsı Namazının Vakti 7 Mayıs 2011
241 Allah’ın İndirdikleri İle Hükmetmeyenler – 2 30 Nisan 2011
242 Allah’ın İndirdikleri İle Hükmetmeyenler 23 Nisan 2011
243 Günahlarla İlgili Kavramlar – 2 2 Nisan 2011
244 Günahlarla İlgili Kavramlar 26 Mart 2011
245 Büyük Günahlar – 3 19 Mart 2011
246 Büyük Günahlar Nelerdir? 12 Mart 2011
247 Büyük Günah İşleyenlerin Durumu 5 Mart 2011
248 Ye’cüc ve Me’cüc 26 Şubat 2011
249 Dabbetü’l-Arz 19 Şubat 2011
250 Tarikatlarda Vesile ve Tevessül 12 Şubat 2011
251 Evliyanın Yardımı İle İlgili İddialar – 2 5 Şubat 2011
252 Kutuplarda Namaz Vaktinin Tespiti 29 Ocak 2011
253 Evliyanın Yardımı İle İlgili İddialar 22 Ocak 2011
254 Kâlû Belâ Olayı Hakkında Sorulan Sorular – 2 1 Ocak 2011
255 Kâlû Belâ Olayı Hakkında Sorulan Sorular 25 Aralık 2010
256 Mehdi İnancı 18 Aralık 2010
257 Kur’an’a Göre Zekat Oranları 4 Aralık 2010
258 Artan Malı İnfak Etme 27 Kasım 2010
259 Vitr Namazı 13 Kasım 2010
260 Bayram Namazları 6 Kasım 2010
261 Sehiv Secdesi – Mukayeseli Fıkıh Dersleri 30 Ekim 2010
262 Kurban İle Alakalı Sorular 23 Ekim 2010
263 Hac Farklı Aylarda Yapılabilir mi? – Fıkıh Dersi 9 Ekim 2010
264 Başkasının Yerine Hacc Yapmak 2 Ekim 2010
265 Hilal İle İlgili Sorulan Sorular 25 Eylül 2010
266 Cariyeler İle İlgili Sorulan Sorular 18 Eylül 2010
267 ORUÇ BOZMANIN CEZASI 4 Eylül 2010
268 Zekat 28 Ağustos 2010
269 İmsak ve Yatsı Vakitleri – 2 21 Ağustos 2010
270 İmsak ve Yatsı Vakitleri 14 Ağustos 2010
271 İsra ve Miraç -2 10 Temmuz 2010
272 İsra ve Miraç -1 3 Temmuz 2010
273 İcma’a Delil Getirilen Hadisler 26 Haziran 2010
274 İcma 19 Haziran 2010
275 Başörtüsü ve Örtünme 12 Haziran 2010
276 Mezheplerin Tutarlılığı 29 Mayıs 2010
277 Asabe Siyaset İlişkisi (Kızın Çocuklarının Mirasçılığı Örneği) 22 Mayıs 2010
278 Kur’an’ı Açıklama Usulü 15 Mayıs 2010
279 Kartepe Programı Değerlendirme 5 Mayıs 2010
280 Abdestte Ayakların Mesh Edilmesi 24 Nisan 2010
281 Hudeybiye’den Geri Kalanlar 13 Nisan 2010
282 Peygamberimizin Zeynep (ranha) ile Evliliği 3 Nisan 2010
283 Bedir Savaşı 20 Mart 2010
284 Kur’an Sünnet Bütünlüğü: Allah’ın İzni Meselesi 13 Mart 2010
285 Vahiy Çeşitleri 6 Mart 2010
286 Kadınların Özel Halleri 11 Şubat 2010
287 Kur’an’a Göre Zekat Nispeti 6 Şubat 2010
288 Vahy-i Gayr-i Metlüv’e Dair Getirilen Deliller -1 30 Ocak 2010
289 Iskat (Ölen Kimseyi İbadet Borçlarından Kurtarmak) 16 Ocak 2010
290 Dini Tebliğ ve Uygulamada Cebrailin Rolü -2 2 Ocak 2010
291 Dini Tebliğ ve Uygulamada Cebrail’in Rolü 26 Aralık 2009
292 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Kurban 21 Kasım 2009
293 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Kıble Meselesi -2 14 Kasım 2009
294 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Kıble Meselesi -1 7 Kasım 2009
295 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Kur’anı Anlama 31 Ekim 2009
296 Kuran ve Sünnet Bütünlüğü – Yolculukta Namazin Kısaltılması Örneği 24 Ekim 2009
297 İsa Aleyhisselam Tekrar Gelecek mi? -2 17 Ekim 2009
298 İsa Aleyhisselam Tekrar Gelecek mi? 1-1 10 Ekim 2009
299 İsa Aleyhisselam Tekrar Gelecek mi? 1-2 10 Ekim 2009
300 Hanefi Mezhebinin İçki ile İlgili Görüşleri -1 3 Ekim 2009
301 Hanefi Mezhebinin İçki ile İlgili Görüşleri -2 3 Ekim 2009
302 Mirasta Avliye Meselesi -1 26 Eylül 2009
303 Mirasta Avliye Meselesi -2 26 Eylül 2009
304 Kasten Orucu Bozanın Cezası -1 12 Eylül 2009
305 Kasten Orucu Bozanın Cezası -2 12 Eylül 2009
306 Oruç Keffareti -2 29 Ağustos 2009
307 Oruç Keffareti -1 29 Ağustos 2009
308 Adetli Kadının Orucu -1 22 Ağustos 2009
309 Adetli Kadının Orucu -2 22 Ağustos 2009
310 Hastaların Orucu -1 15 Ağustos 2009
311 Hastaların Orucu -2 15 Ağustos 2009
312 Namazda Örtünme / 2-1 8 Ağustos 2009
313 Namazda Örtünme / 2-2 8 Ağustos 2009
314 Namazda Örtünme / 1-1 1 Ağustos 2009
315 Namazda Örtünme / 1-2 1 Ağustos 2009
316 Kur’an’da Örtünme -1 18 Temmuz 2009
317 Kur’an’da Örtünme -2 18 Temmuz 2009
318 Gayrimüslimlerle Evlilik -1 11 Temmuz 2009
319 Gayrimüslimlerle Evlilik -2 11 Temmuz 2009
320 Müşriklerle Evlilik -1 4 Temmuz 2009
321 Müşriklerle Evlilik -2 4 Temmuz 2009
322 Ehli Kitap ve Müşrikler -1 27 Haziran 2009
323 Ehli Kitap ve Müşrikler -2 27 Haziran 2009
324 Hayvan Kesimi / 2-1 20 Haziran 2009
325 Hayvan Kesimi / 2-2 20 Haziran 2009
326 Hayvan Kesimi -1 13 Haziran 2009
327 Hayvan Kesimi -2 13 Haziran 2009
328 Helal Gıda ve Jelatin Konusu -1 6 Haziran 2009
329 Helal Gıda ve Jelatin Konusu -2 6 Haziran 2009
330 Nafile Namazlar -1 9 Mayıs 2009
331 Nafile Namazlar -2 9 Mayıs 2009
332 Vitir Namazı -1 2 Mayıs 2009
333 Vitir Namazı -2 2 Mayıs 2009
334 Kur’an’ın Genel Açıklaması -1 25 Nisan 2009
335 Kur’an’ın Genel Açıklaması -2 25 Nisan 2009
336 Namazın Mekruhları -1 11 Nisan 2009
337 Namazın Mekruhları -2 11 Nisan 2009
338 Namazı Bozan Şeyler -1 4 Nisan 2009
339 Namazı Bozan Şeyler -2 4 Nisan 2009
340 Namazda Konuşmak -1 28 Mart 2009
341 Namazda Konuşmak -2 28 Mart 2009
342 Namazda Abdestin Bozulması / 2-1 21 Mart 2009
343 Namazda Abdestin Bozulması / 2-2 21 Mart 2009
344 Namazda Abdestin Bozulması / 1-1 14 Mart 2009
345 Namazda Abdestin Bozulması / 1-2 14 Mart 2009
346 Namazda İmamlık / 3-1 28 Şubat 2009
347 Namazda İmamlık / 3-2 28 Şubat 2009
348 Namazda Saf Düzeni -1 21 Şubat 2009
349 Namazda Saf Düzeni -2 21 Şubat 2009
350 Namazda İmamlık / 2-1 14 Şubat 2009
351 Namazda İmamlık / 2-2 14 Şubat 2009
352 Namazda İmamlık / 1-1 7 Şubat 2009
353 Namazda İmamlık / 1-2 7 Şubat 2009
354 İmamın Arkasında Kıraat -1 24 Ocak 2009
355 İmamın Arkasında Kıraat -2 24 Ocak 2009
356 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 4-1 17 Ocak 2009
357 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 4-2 17 Ocak 2009
358 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 3-1 10 Ocak 2009
359 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 3-2 10 Ocak 2009
360 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 2-1 3 Ocak 2009
361 Namazda Okunan Sûre ve Ayetler / 2-2 3 Ocak 2009
Kuran Dersi Canlı Yayın