Abdülaziz Bayındır:
Biliyorsunuz şimdi ramazanı şerif’in arifesindeyiz. Dolayısıyla bugün oruçla ilgili ayetleri okuyalım. Hem zihnimiz hazırlanmış olur hem de bilgilerimizi tazelemiş oluruz. Bakara Suresi’nin 183. Ayetini açalım.
“Müminler sizin üzerinize oruç yazıldı. Sizden öncekilerin üzerine yazıldığı gibi…” Yahudilerde de Hıristiyanlarda da diğer dinlerde de oruç farz. “Belki bu şekilde kendinizi koruyabilirsiniz. (Bakara 2/183)” Oruç biliyorsunuz Bakara 187. ayette[1] de Allahütealâ’nın açıkça belirttiği gibi tanyerinin ağarmasından, güneşin batmasına kadar yememek içmemek ve cinsel ilişkide bulunmamaktır. Bu üç şeyi insan sadece Allahın emri olduğu için yapmıyor. Kendisinde iştah var önünde yiyeceği, içeceği var. Ama Allahın emri olduğu için bunu yapmıyor. Eşine arzusu var, Allahın emri olduğu için eşine yaklaşmıyor. Dolayısıyla bu, insanı Allah için bazı menfaatlerini terk etmeye yönlendirir.
Sonra oruç öyle bir şeydir ki bunda gösteriş pek olmaz. Çünkü girersiniz kapalı bir yere oruç yasaklarını işlersiniz çıkar dışarıya ben oruçluyum diyebilirsiniz. Bu sebeple oruç öyle bir ibadet ki yalnız Allah için tutulabilir. İnsan namazı başkası için kılabilir. Yani birisi sizi namaz kılıyor görsün diye namaz kılabilirsiniz. Hacı desinler diye insan hacca gidebilir. Çünkü gösterişle alakası var. Ama oruç öyle bir şey ki dışarıdan baktığınız zaman oruç olanla olmayan birbirinden fark edilmez. Dolayısıyla bu sadece Allah için yapılabilecek bir ibadettir. Allah için yemeyi içmeyi ve cinsel ilişkiyi terk eden insan belli bir olgunluğa erişir bu da kişinin diğer günahlara karşı da koruyabilmesine fırsat tanır. Demek ki bu oluyormuş der ver onu yapar. Yani başka konularda da güçlü hale gelir.
“Sayılı günlerde oruç tutmanız size farz kılınmıştır. Sizden kim hasta olur ya da yolculuk halinde olursa, başka günlerde o günler sayısınca oruç tutar. (Bakara 2/184)” Bu ne demektir? Yani hasta olursanız yolcu olursanız oruç tutmazsınız. Tutamazsınız değil tutmazsınız. Başka günler tutarsınız. Yani hastaya ve yolcuya Allah burada ruhsat vermiş.
“Oruç tutmaya güç yetirenlerin bir başka görev de vardır. Bir fakiri doyuracak bir fidye de gerekir. (Bakara 2/184)” Yani oruç sırasında bir aylık oruçta belki hatamız kusurumuz olmuş olabilir. Bayramda onun yerine bir fidye, ona ne diyoruz? Fitre oruç tutabilenlerin üzerine borç fitre… Tabi tutamayanlar da kaza ettikleri zaman vermeleri gerekiyor. Peygamber (sav) bayram namazından insanlar çıkmadan önce verilmesini tavsiye etmiştir. Şimdi burada farz olan bir miskin taamı… Miskin dediğimiz çaresiz kalmış bir kişi. Çaresiz kalmış bir kişi karnını en az yiyecekler doyurduğu zaman kendini mutlu hisseder. Dolayısıyla burada yemin kefaretinde olduğu gibi kişinin ailesine yedirdiğinin ortalaması yok. Burada görev bir miskinin taamı, yani çaresiz kalmış bir kişinin doyabileceği kadar bir yiyecek vermek. Şimdi ramazanlarda fitre miktarları ilan edildiği zaman birçok kişi “ya bu kadar da olur mu çok az” der. Bir kişinin bir günlük asgari doyumudur. Mesela katıksız ekmek yediğini düşüneceksiniz. Ya da katıksız kuru üzüm yiyerek doymuş. Katıksız hurma yiyerek doymuş. Bu en azı… Çünkü herkesin üzerine borç olduğu için herkesin verebileceği en az noktayı Cenabıhak bize farz kılmış. Ondan sonra da diyor ki: “Kim bir hayrı içinden gelerek yaparsa onun için hayırlıdır. (Bakara 2/184)” Yani benim şimdi emrettiğimin dışında bir miskin taamı değil de daha miktarı arttırırsanız bu da sizin hayrınıza olur bundan dolayı da sevap kazanırsınız.
“Eğer bilirseniz, oruç tutmanız sizin hayrınızadır. (Bakara 2/184)” Yani hasta olduğunuzda da oruç tutmanız hayırlıdır, yolcu olduğunuzda da oruç tutsanız hayırlıdır. Peki, burada hastalığın tarifini Cenabıhak nasıl yaptı? Nasıl bir tarif yaptı? Tarif yapmadı, tarif yok. Eğer hastaysan bunun tarifi olmaz ki. Her hastalığın her insandaki seyri farklıdır. Efendim şu hastalığı olan tutar da bu tutmaz diye bir sınıflama yapılamaz. Bu kararı kişinin kendisi verir. Ve kitaplarda bir doktor verir şekline geçiyorsa da o bazı ulemanın tercihidir. Bakın ayeti kerimede hastalıkla ilgili hiçbir tanımlama yok. Kim hasta olursa… Nasıl bir hastalık olursa olsun. Efendim böyle yaparsanız millet oruç tutmaz. Bunu yapan ben değilim ki bunu yapan o milleti yaratan. Bize düşen bu insanları yaratanın söylediğini değiştirmeden olduğu gibi aktarmak öyle değil mi? Yani bizim buraya ilave yapmaya yetkimiz var mı? Neyse o. Ha şunu söyleyebilirsiniz bu ayette şu var da sen söylemedin diyorsanız tamam. Sizden kim hasta olur ya da yolculuk halinde bulunursa. Efendim şimdi yolculuk yapılıyor ama modern imkânlar var uçakla gidiyorsunuz, otobüsle gidiyorsunuz. Eskiden deveyle yaya gidiyorlarmış falan. Deveyle de gitseler adına yolcu denir, uçakla da gitseler adına yolcu denir değil mi? Başka bir şey denir mi? Tamam yolcuysan tutmayabilirsin. E canım tutsa ne olur? Tutsa daha iyi olur. Allah da öyle diyor daha iyi olur diyor. E peki tutan daha iyi olmaz mı? Daha iyi olur Allah öyle diyor. Daha iyi olur ama tutmayabilirsiniz de diyor. Yani insanı sıkboğaz etmiyor. Hastaysan tutmayabilirsin.
Şimdi daha sonra kaza etsin… Herkesle birlikte oruç tutmak mı daha kolaydır tek başına tutmak mı? Herkesle birlikte tutmak kolaydır değil mi? Elle gelen düğün bayram derler ya. Bu insan nasıl olsa tutacak. Bundan kaçış yok. Allahütealâ da burada “hastaysanız ya da yolculuk halindeyseniz oruç tutmayabilirsiniz” demiş oluyor. O zaman da tutamadığınız günler sayısınca başka günler orucunuzu tutun diyor.
“Ramazan ayı içinde Kuran indirilmiş olan aydır. (Bakara 2/185)” Kuranı Kerim’in tamamı mı ramazanda indirildi? Hayır. Ramazan ayında Kuran indirilmeye başlandı. Ne zaman? Ramazanda hangi zamandı? Kâdir gecesi. Ne diyor Allahütealâ burada ramazan ayı diyor öbür tarafta da: “Biz o Kuranı kâdir gecesinde indirdik. (Kadir 97/1)” Tamamını mı? Yok, bir kısmını, parça parça… Zaten Kuranı Kerim’in içerisinde parça parça indiğine dair çok sayıda ayetler var. Yani Kadir gecesinde Kuran inmeye başladı. O kadir gecesi de ramazanın içerisinde bir gece. Bazıları efendim Kadir gecesi ramazanın dışında da olabilir şeklinde söylüyorlar. Bu kabul edilemez. Çünkü ayeti kerimede açıkça şahitliğiyle o ramazan içerisinde bir gecedir.
“Kuran insanlara doğruyu gösterir. (Bakara 2/185)” Doğruyu gösterir de herkesi doğruya yöneltmez. Yani kendi koruyan kişilere doğruyu gösterir[2]. Ama kendisini korumuyorsa, helalden haramdan kaçınmıyorsa onlara doğruyu göstermez. Yanlış iş yapanların da sadece zararı vardır. Başka bir şey olmaz. Yani Kuranı Kerim’i öğrenmek, anlamak elbette ki çok çok güzel bir şeydir. Ama asıl güzel olan onu uygulamaktır. Uygulamadıktan sonra Kuran öğrenmek bazen de kişinin zararını arttırır. Çünkü bir şeyi bile bile yapmamak daha ağır bir günahtır. Birçokları da insanları Kuranı Kerim’i kullanarak saptırabilirler. Yani Allahütealâ bu dünyada her şeyi öyle bir şekilde ortaya koymuş ki tamı tamına bir imtihan yeri. Bir insanın imkân bulup iyi bir çevrede güzel imkânlarla çok güzel yetişmesi mümkündür. Dünya çapında büyük bir ilim adamı, Kuranı Kerimi çok iyi bilen bir ilim insanı olması mümkündür. Onun yanı başındaki komşusu da ya da onun hizmetinde bulunan kişi ya da çocuğu da hiç okuma fırsatı bulamamış olabilir. Peki, Allahın yanında bunlardan hangisi daha değerli? “O gün ne bir malın insana faydası olur ne de çoluk çocuk. Allaha selim bir kalple gelmiş olurlarsa başka. (Şuara 26/88-89)” Yani şirkten uzak bir kalple gelmek lazım… Dolayısıyla büyük ilim adamı olmak çok güzel bir şey Kuranı iyi bilmek çok güzel bir şey. Bu tıpkı para sahibi olmak gibidir. Zengin olmak güzel bir şeydir. Ama daha güzeli o parayı nasıl kullandığınızdır. Çünkü birçok günah vardır ki parasız işlenmez. Birçok günah da az parayla işlenmez. Eline para geçtiği zaman evet hayır yapma imkânları açılır ama bir o kadar da günah işleme imkânları açılır. Bir ilme sahip olduğunuz zaman önünüzde çok güzel hizmet imkânı olur. Ama bir o kadar da insanları saptırma imkânınız elinizde olur. Çünkü siz bildiğiniz için birçok kimse sizin yanlış söyleyebileceğinize ihtimal vermez. Siz de bu şekilde insanları istediğiniz gibi saptırabilirsiniz. Böylece onlarla beraber cehenneme gidersiniz. Az parayla yani çok para sahibi olmak neyse çok ilim sahibi olmak onun gibi bir şeydir. Evet, bunlar güzel şeylerdir ama iyi kullanıldıkları takdirde. Kötü kullanılırsa insanı sadece zarara sokar. Onun için Kuranı Kerimi öğrenmek çok çok iyi ama asıl iyi olan onu uygulamaktır. Uygulamadıktan sonra pek faydası görülmez.
“Ve o doğruyu açıklayan belgeler vardır.” Yani Kuranı Kerim’in bazı ayetleri vardır ki kısa, özlü doğruyu gösterir insanlara. Şunu şöyle yapın diye hani hap gibi yutarsınız. Bazı ayetleri de onları açıklayan ayetlerdir. “O Furkan’dır. (Bakara 2/185)” Doğruyla yanlışı birbirinden ayıran bir kitaptır. O zaman Kuran’ın doğru dediği doğru yanlış dediği de yanlıştır. Biz kendi kafamıza göre bir şey yapamayız.
Birçok insanı görürsünüz. Eminim her gün görüyorsunuzdur bu tip insanları. Allahın kitabından bahseder, ağzınızı Kuran diye açar açmaz hemen önünüze sanki Peygamberimizle Kuran arasında bir rekabet varmış gibi hadis de var hadis falan. Şimdi Erzurum’da bir ay olmadı herhalde. Epeyce sohbetler yaptık arkadaşlarla. Efendim siz sünnete uymuyorsunuz demeye çalıştı birisi. Bir hadis yardımcı doçenti… Hemen orada bir profesör arkadaş atıldı dedi ki ya sen ne konuşuyorsun ben bunlar kadar sünnete uyan kimseyi görmedim. Peki, öyleyse o zaman sizin prensibiniz ne? Bizim prensibimiz kardeşim sadece Allah’ın kitabına uymaktır. Bak gördün mü bak sünnet demiyor dedi. Dedim ki Allahın kitabı sünnete gereken önemi veriyor mu? Veriyor. E daha ne? Ben Allahın kitabına uyuyorsam Allahın kitabının emrettiği kadar sünnete de uyarım. Zaten Allahın kitabı emretmeseydi ben sünnete hiçbir zaman uymazdım. Öyle değil mi? Allahın kitabı emrettiği için, sünnete uymazsam o zaman kitaba uymamış olurum. Yani kitabın şu emri hoşuma gidiyor onu alıyorum, bu emri hoşuma gitmiyor onu atıyorum. Allahütealâ böyle insanlara ne diyor? Böyle ayetin birisine inanıp da birisine inanmayanlara Allah “işte hakkıyla kâfir bunlardır” diyor. Öyle mi oldu öyle olmazsa sen bilirsin. E tamam öyleyse diyor kitaba ve sünnete uyuyoruz de. Demem kardeşim dedim. Neden? O zaman siz sünneti Kitabın rakibi gibi görmeye çalışıyorsunuz. Sünnet kitaba tabidir ve sünneti Kuranla birlikte ele alırız Kurandan ayrı değil. Bakarız önce Allahütealâ ne demiş şöyle buyurmuş. Ondan sonra da Peygamberimiz bunu nasıl uygulamış diye bakarız. Çünkü Allahütealâ bize en güzel örneklerin Peygamberimizde olduğunu bildiriyor. Öyle bildirdiğine göre biz mecburuz onu örnek almaya değil mi? Dolayısıyla bizim tek kaynağımız vardır o da Kuranı Kerim’dir. Bir başkası yok.
Efendim siz icmayı delil olarak almıyor musunuz? Hayır almıyoruz. E niye almıyorsunuz? Delili olmayan şeyin delili olur mu? Erzurumlu arkadaşlara söyledim. İcmanın delili var mı? Var. Hangi ayet oku bakalım. Okudu, bakın icmayla bir alakası var mı? Yani meallerden herhangi birisinden okuyun. Nisa Suresi 115. Ayet. Şimdi icma derken evvela tanımını yapayım. Diyorlar ki bir asırda yaşayan müslüman âlimler bir konuda görüş birliğine varmışlarsa o konu kesinlik kazanmıştır. Artık o bizim için bir delildir ona uymamız gereklidir. Burada da daha sonraki asırlarda bir araya gelmek zor. Sahabenin icması, yani sahabe bir konuda ittifak etmişse o bizim için delildir diyenler çoğunlukta. Şimdi bakın ki bu ayet böyle bir iddianın delili olur mu? Başka bir ayet yok. Mealden okuyorum: “Her kim kendisine apaçık belli olduktan sonra Peygambere muhalefette bulunur ve müminlerin yolundan bir başka yola giderse biz onun gittiğine bırakırız ve kendisine cehennemi boylatırız ki o ne fena bir yerdir. (Nisa 4/115)” İcmayla ilgili bir şey gördünüz mü? (Batınıilikle ilgili mi var?) Bunu iddia edenler Bâtıniliği kabul edenler değiller. Zahiriden. Burada aldıkları ne? “Müminlerin yolundan başka bir yola uyarsanız…” bunu cımbızla çekmişler. Bu öyle değil ki! Kimin cümlesinin içerisinde cımbızla çekerseniz kelimeleri ona istediğinizi söylersiniz değil mi? Bakın diyor ki “kim Peygamberden ayrı düşerse kendisi için doğru yok açıkça belli olduktan sonra”. Bu adama ne denir? Kâfir denir. Müminlerin yolundan başka yola girerse hangi yol olur bu? Küfür yolu olur. Biz onu yönlendiği yöne çeviririz ve cehenneme sokarız. Bunun icmayla bir alakasını hissettiniz mi? Böyle mi delil olur? Ben o arkadaşlara dedim delilsiz delil olur mu kardeşim? Siz icma dediğiniz şeyle farz haram tespit ediyorsunuz onun delili bu. Bu da delil değil. Ondan sonra kıyası fukuha dedikleri bir kıyas çeşidi var. Yani tekilden tekile, analoji dedikleri olay… Onun da delili yok. Yani ana sebebi Kuran’dadır sünnettedir demişse tabii ki o yani bizim herkesin kullandığı bir kıyas olabilir. Şu şöyledir bu da buna benziyor bu böyledir dersiniz. Ama fıkıhtaki kıyasta ana sebebi Kuran ve sünnet belirlemiyor. Fakih kendi kafasına göre belirliyor. Tabi orada bir takım kriterleri falan var. Ama böyle bir şeyle helal haram tespit edilemez. Tabi ben burada onun örneklerini verecek değilim. Kısaca geçmiş olayım inşallah bir öğrencimiz bu konuda doktora yapıyor. Belki bir sene sonra bitebilir. Bittikten sonra bütün enine boyun her şeyiyle ortaya çıkacak Allah nasip ederse. Onun da delili yok. Bu kadarla yetinmiş olalım.
O zaman tek şey kalıyor sünnet Kuran’a tabi olması gerekiyor. O zaman Kuran. İcma ve kıyasın da delili yok. O zaman tek uymamız gereken kitap ne oldu? Kuran. Kuran zaten yetiyor. “Kurandan sonra hangi söze inanacaklar? (Murselat 77/50)” İnanacağımız şey bu. Dolayısıyla sünnet de Kuranı Kerim’in ışığında ele alınacak, diğer bütün şeyler de. Buraya şuradan geldik. Bir yerde Kuranı Kerimden bahsettiniz mi bakıyorsunuz karşınızdakiler rahatsız olmaya başlıyor ve delil aramaya başlıyor sağdan soldan. Hâşâ sanki Allahı susturacaklar! Çünkü o benin sözüm olsa istediğinizi söyleyin. Ama bu Allahın kelamı… Burada senin yapacağın şudur. Bu ayeti kerimeye yanlış mana verdin dersin tamam, ispatlarsın. Gerçekten yaptığın doğruysa bizim de onu kabul etmemiz gerekir. O kadar. Onun dışında yapılacak bir şey yok. E Kuranı Kerime inandığını söyleyen müslümanların yapacağı budur.
Mesela burada bir örnek vermiş olayım size. Enes Hocayı örnek vereceğim şimdi burada. Geçen sene hayızlı kadının orucuyla ilgili bir yazı yazmıştık. Bu yazı Arapça olarak yazıldı. Sonra Enes hoca tuttu İslam Online diye Arapça bir site var değil mi? Yusuf El Kardavi’in yönetiminde. Katar’dan yayın yapıyor. 200 kişilik bir araştırma ekibi var. Yani maddi imkânları oldukça iyi olduğu için çok sayıda bilim adamı çalışıyor. Şimdi Enes Hoca oraya bir soru soruyor önce. Diyor ki bizim burada bir hoca var hayızlı kadınların oruç tutabileceklerini söylüyor. Bunun için de şunu diyor: “Oruç yeme içme ve cinsel ilişkiyle bozulur. Bunlar bunu yapmıyorlar. Oruçları niye bozulsun adet görmeleriyle birlikte?” Bu kadar yazmış kısaca. Ondan sonra hemen cevap geliyor. Onun siz hoca dediğini ona hoca denmez ama mecazen hoca diyelim! Arkasından epeyce bir şey söylüyorlar. Enes hoca hemen ikinci bir mesajda delilleri ile birlikte yazıyor. Yazının tamamını kendisine gönderiyor değil mi? Yazının tamamında şu var. Fıkıh kitaplarında derler ki gerçi bu yazının tamamı bizim Doğru Bildiğimiz Yanlışlar’ın içerisinde var oradan bütün delilleri ile okuyabilirsiniz. Arapçası da Hablullah sitemizde var.
Şimdi orada şu var. Adetli kadın oruç tutamaz. Fıkıh kitaplarında olan bu… Tutması haramdır. Adet gördüğü an orucu otomatik olarak bozulur. Şimdi biz de şunu yazdık. Allahütealâ Bakara Suresi’nin sonunda diyor ki “Allah hiç kimseyi gücünün yettiğinin dışında bir şeyle sorumlu tutmaz. (Bakara 2/286)” Bir sorumluluk yüklüyorsa mutlaka gücü yetiyordur. Mesela adetli kadın abdest alabilir mi? Alamaz. Çünkü abdesti bozulur. Buna gücü yetmez kadının. Buna gücü yetmediği için kılamadığı namazdan sorumlu oluyor mu? Olmuyor. Çünkü Allah hiç kimseyi kadın olsun erkek olsun gücünün yettiğinin dışında bir şeyle sorumlu tutmaz. Peki siz madem diyorsunuz ki adetli kadın oruç tutamaz, öyleyse orucu kaza etmekle de sorumlu olmaması gerekir öyle değil mi? Yok efendim kaza etmekle sorumlu. Şimdi Enes Hoca o yazıyı yazdıktan sonra altına şunu yazıyor. Edası haram olan bir şeyin kazası nasıl farz olur? Yani ramazanda kadına oruç tutmayı yasaklayacaksınız başka zamanda kaza etmeyi farz kılacaksınız. Bunun mantığı nedir bana izah eder misiniz? İkincisinde o yazıyı gönderince bu konuda bize delil gönderin deyince diyorlar ki bu konuda delil icmadır. Çünkü bu konuda ayet kimseyi desteklemiyor. Tutarsa tutar tutmazsa tutmaz. Bu konuda hadis de yok. Evet, hadisi şerif var ama tutamaz diye bir hadis yok. Tutmazdık daha sonra kaza ederdik diyor Ayşe validemiz. Tutmayı yasaklayan ayet yok hadis yok. O zaman bu yasağı kim koymuş? Efendim bu konuda icma vardır diyor. Aslında onların dediği şekilde icma da yok. Onu da tespit etmiş Enes hoca. Üçüncüsünde diyor ki soru sorarken diyor ki peki madem bir şeyin aslı haramsa onun kazası farz olur mu? Ondan sonra bizim interneti onların internetine kapattılar. Cevap o. Verecekleri bir cevap yok. O icma ne zaman olmuştur diye soruyor ayrıca. İcma zamanına kadar kadınlar ne yapıyorlardı? Bu kararı alıncaya kadar kadınlar ne yapıyorlardı? Çünkü icma Peygamberden sonra oldu. Peygamberimiz zamanında kadınlar ne yapıyorlardı? Tabi bunlara cevap yok.
Şimdi orucu tarif ederken herkes nasıl tarif eder? Yemeyi, içmeyi ve cinsel ilişkiyi terk etmek değil mi? Tan yerinin ağarmasından güneşim batımına kadar. Peki, adet gören kadın bu üç şeyden hangisini yaptı ki oruç bozuldu? Fıkıh kitaplarında şu yazar: güneş batıyor çizgisini görüyorsunuz. O çizgi kaybolmadan kadın adet görmeye başladı orucu gitti. Ya bir şey mi yedi bir şey mi içti? Eşiyle ilişkide mi bulundu? Yok. Peki, niye gitti? Bu konuda ayet mi var, hadis mi var? Yok.
Namaz kılamazın ayeti var. Çünkü ayette temizleninceye kadar kadınlara yaklaşmak yasaklanıyor. Demek ki temiz saymıyor Allah o zaman. Temiz olmadıkları zaman namazı kılamazlar zaten. Namaz kılamadıkları için de kılamadıkları namazdan sorumlu değiller çünkü siz kılamazsınız diyen Kitap yani o hükmü zaten Peygamberimiz kılamazsın diyor onu Kuran’dan anlamak mümkün. Abdesti temizlik için alıyoruz. Kadın da temizlenemez diyor Allah âdeti bitinceye kadar. Tamam kılamaz, kılamazsa Allah da gücünün yetmediğinden sorumlu tutmuyor. Gayet güzel değil mi. Kılamazsın diyorsa kaza etme zorunluluğu da yüklemiyor. E peki bunu tutamazsın diyecek daha sonra kaza et diyecek. Bunun ne akılla, ne mantıkla ne sünnetle ne de başka bir şeyle bağdaşır yanı yok. Bir örnek vermek için bunu söyledim. Tekrar ediyorum bu konuda detaylı bilgi edinmek isteyenler bizim Kuran Işığında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar adlı kitapta onu bulabilirler. Bu kitap internette de yayınlanıyor isteyen indirebilir.
Bakın tekrarlanıyor. Hani bir şey ortaya çıkarmıştık biliyorsunuz. Kuranı Kerim’de her şey çifttir. Bakın burada da tekrarlanıyor. Yukarıda da hasta ve yolcu olan başka gün tutar diyor burada da diyor. Çünkü eğer bu aşağıdaki ifade olmasa yukarıdaki ifadeden başka hükümler de çıkarılabilir. Ne gibi hükümler çıkarılabilir? “Oruca gücü yetenler yaptıkları her kaza için bir de fidye versinler” hükmü çıkarılabilir. Yani çünkü orucu kaza etmeye gücü yetenlere bir de fidye gerekir verilebilir. Ki biz geçen sene öyle gibi anlamıştık konuşmuştuk. Epeyce üzerinde durunca bunun doğru olmadığını anladık. Yani şöyle eğer o ikinci ayet olmasaydı bir adam orucunu kaza ettiyse edecek hem de fitre verecek hükmü verilebilirdi ama o ikinci ayet olunca çünkü o ikinci ayette başka günlerde o günler sayısınca oruç tutar. Başka bir şey yok.
“Allah sizin için kolaylık ister zorluk istemez. (Bakara 2/185)” Allahütealâ bize zorluk yüklemek istemiyor ama biz kendimize zorluk yüklüyoruz. Şimdi Allah diyecek ki size kolaylık istiyorum zorluk istemiyorum diyecek ve ramazanda adetli kadına tutamazsın diyecek. İftara kadar bir şey yapmadım. Yok, bozuldu orucun diyecek. Ondan sonra bundan daha büyük zorluk olur mu? Kolaylık ne olur? İster tut ister tutma serbestsin. Çünkü adetli olmak bir hastalık halidir. Tutmayabilirsin. Tutmazsan daha sonra kaza edersin. Tutarsan bir şey yok. Sen bilirsin. İşte bu ne olur kolaylık bu olur burada. “Bir de sayıyı tamamlayasınız diye. (Bakara 2/185)” Zaten iki kişiye oruç tutmama hakkı veriyor Allahütealâ hasta ve yolcu. Adetli kadına da: “Sana hayızlı kadını soruyorlar. O bir eziyettir. (Bakara 2/222)” Hastalık da eziyettir değil mi? Yani, hastalık olduğunu da o ayetten anlıyoruz. Zaten kadın adet olduğu zaman “hastalandım” der. Niye? Çünkü vücuttaki normal şekil değişiyor. Hastalık da odur zaten. Vücut normal seyrini değiştiriyor hastalıkta. “Size doğru yolu göstermesi karşılığında Allahın büyüklüğünü ilan edesiniz.” Önce siz kavrayacaksınız sonra ilan edeceksiniz. “Belki Allaha teşekkür edersiniz. (Bakara 2/185)” Yani şükür kelimesinin tam karşılığı teşekkürdür. Ben Allaha teşekkür ederim dedi mi bir insan herkes garipser. Hâlbuki Araplar bir insana teşekkürle Allaha teşekkür için aynı kelimeyi kullanırlar. Yani teşekkür için ayrı bir kelime şükür için ayrı bir kelime Arapçada yoktur. Şimdi Allaha teşekkür ederim dersek manayı kavrayabilir miyiz? Teşekkürü kim için yaparız? Bize bir iyilik yapan için yaparız. Şükür de odur işte. Allaha teşekkür ederim dediğin zaman zaten elinde olan avucunda olan her şeyi ona borçlusun. Ama şükrederim dediğin zaman birçok kimse şükrün ne olduğunu kavrayamıyor öyle değil mi? Çünkü Türkçede çok kullanılmıyor bu kelime.
Bir de burada yeri gelmişken 184. Ayette bir şey var ona da dikkatinizi çekeyim. 184. Ayetin mealini bir okuyalım. Benim verdiğim meal çok farklı bir meal. Bu şekilde meal veren pek yoktur da ama onu da görmüş olun bu arada. Sizin elinizdeki meallerde olmayacak zannedersem. “Sayılı günler. İçinizde hasta olan veya seferde olan kimse diğer günlerden sayısınca tutar. Ona güç dayanıp kalacaklar.” Ne demek güç dayanıp kalacaklar ne anladınız? “Ona güç dayanıp kalacaklar üzerine de fidye yoksulun doyumudur.” Yutikunehu’ya verilen mana. Şimdi bu kelime Türkçede “takat” olarak kullanılır. Takati olanlar. Takati olmayanlar diye Türkçede kullanılır. Benim takatim yok dersiniz. Ne manaya gelir? Ben güçsüzüm halsizim. Takatim var evelallah dersiniz. Nedir? Gücüm var demektir. Oruca takati olanlar ama oruca takati olanları oruca takati olmayanlar diye tercüme ederler tefsirlerde de meallerde de. Sanki Allah hâşâ burada bir kelimeyi koymayı unutmuş. Yutekunehuyu la-yutekunehu diye anlamlandırırlar. Ona gücü yetmeyenler diye. Bunların da ne Kurandan ne sünnetten bir delilleri yok. Hâlbuki “oruca gücü yetenlerin” sünnetten de delili var Kuran’dan da delili var. Şimdi elinizde başka mealler var mı? Aslında hiç iyi yapmadık hep aynı meali buraya koymakla. Hep değişik mealler koyuyorduk çok güzel oluyordu. Ne diyor orada? (Katılımcı mealden okuyor anlaşılmıyor) “Hasta ve iyileşme ümidi yok. Oruç tutmaya gücü yetmiyor.” Hâlbuki aynı surenin sonunda takatimiz olmayan şeyi bize yükleme diye Allah bize dua ettiriyor. Takatimiz yoksa sorumluluk da yoktur. Burada takati olanlara takati olmayanlar diye mana verirler. Ondan sonra da efendim bir de fidye çıkarılıyor. Yani adam oruç tutamıyorsa yaşlılıktan dolayı bir hastalıktan dolayı tutamıyorsa her gün için bir fidye verecek diyor. Onu da bu ayetten çıkarıyorlar. Bu ayet her gün için bir fidye demiyor. Bir tek fidyeden bahsediyor. Gücü yetmeyenlere demiyor ayet gücü yetenlere diyor. Çaresiz bir adamın yiyeceğidir. Yani ramazan orucunu tutanlar bir fidye verecek. Ne veriyorsun ramazan bitince? Fitre. İşte bu ayet onu söylüyor. Bu ayet fitreyi söylüyor Peygamberimiz de zaten onu uygulamış. Şimdi Kuranla sünneti birlikte ele aldınız mı bütün bu güzellikleri yaşıyorsunuz. Kuran birinci delil sünnet ikinci delil deyince ne Kuranı anlıyorsunuz ne sünneti anlıyorsunuz. Arayı açtığınız zaman öyle oluyor. Devamını oku… “Şimdi ona gücü yetmeyenler bir fakiri doyuracak fitre versinler” diyor. Oruç tutmaya gücü yetmiyorsa… Bu mana yanlış ama farz edelim doğru. Gereken nedir? Bu ramazan orucu. Demek ki tamamına bir fidye verecek. Peki, her güne bir fidyeyi nereden çıkarıyorsunuz? Yani şunu ilave bunu ilave gene olmuyor. Tekrar edeyim, “Oruç tutanlar / oruca gücü yetenler onlara gerekir bir yoksul doyumu fidye. (Bakara 2/184)” Yani fidye miktarlarının da neden az olduğunu buradan anlayın. Siz ne kadar yüksek verirseniz sevabı o kadar olur. Niye az? Çünkü herkes verecek. Herkes verecek olduğu için az. Bir fakir hem verir hem alır. Zengin ise daha iyiyse durumu verir ama almaz. Fakir bir verir beş alır on alır yüz alır bin alır. Ama bir verir. Vermenin de zevkini yaşar. Çünkü bir yoksul yiyeceği. Ona da gücü yetmiyorsa zaten Allah onu sorumlu tutmaz.
“Kullarım sana beni soracak olurlarsa ben onlara çok yakınım. (Bakara 2/186)” Ne kadardı Allahütealâ’nın bize yakınlığı? Şah damarımızdan daha yakın. Yani biz nerede olursak olalım o bizle beraber ve bize şah damarımızdan daha yakındır. “Dua edenin duasına karşılık veririm. (Bakara 2/186)” Duasını kabul ederim. Şimdi düşünün Allahın vermediği bizim sahip olmadığımız neyimiz var? Yani elimizde avucumuzda olanlardan hangisini Allah vermemiştir bize? Tamamını o vermiş değil mi? İnsanlar ellerindekine razı olmaz daha fazlasını istedikleri için “Allah vermiyor” derler. Önce verdiklerine bir şükret. Şu sahip olduğun şeylerin tamamını o vermiş zaten. Dur bakalım burası imtihan dünyası. Her istediğini verirse burası imtihan yeri olmaz ki. Olur cennet. Ben diyor dua edenin duasına cevap veririm. Onlar da benim isteklerime cevap versinler. Benim de isteklerim var onlardan değil mi? Allahın emirleri var. “Onlar da benim isteklerime cevap versinler. Bana inansın ve güvensinler. Belki böylece olgunlaşırlar. (Bakara 2/186)” Şimdi bir ara verelim.
Dersimizin ikinci bölümüne geçtik. Burada sorular var. Kuranın ilk inişi kadir gecesindedir. Bu ayete göre peygamberlik öncesi de oruç olduğu anlaşılıyor mu?
Tabii ki vardı. “Sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de oruç farz kılındı. (Bakara 2/183)” diyor Allahütealâ. Hıristiyanları biliyorsunuz. 30 güne ilave yapmışlar ve onu perhize çevirmişler. Bir takım değişiklikler yapmışlar. Yahudiler oruç tutuyorlar ama nasıl tutuyorlar doğrusu onun detayı benim aklımda yok. Bir ara okumuştum ama şu anda size yanlış şeyler söyleyebilirim diye. 24 saat oruç tutuyorlar, o şu şekilde oluyor. Akşam iftar ediyorlar da yıldızlar çıkıncaya kadar. Yıldızlar çıktı mı artık yeme içme yok. Yani sahur onlarda yok bizde var. Onların ilmihallerinde epeyce oruç var ama toplam kaç gün oruç onu bilmiyorum.
Ramazanın yaklaştığı şu günlerde Müslümanların içinde olduğu bir ihtilaf var. Ramazana başlama günü ile ilgili belli bir bölgede ayın görünmüş olması diğer bölgelerdeki Müslümanların oruca başlaması için yeterli midir?
Bu konu fıkıh kitaplarında hep tartışılmıştır. Bir yerde hilal görüldüğü zaman diğer yerdeki Müslümanlar oruca başlayabilir mi başlayamaz mı? Genellikle başlaması kabul edilir. Kabul etmeyenlerin davranışı da Kuranı Kerim’e uygundur. Çünkü Allahütealâ orada: “Sizde kim o aya şahit olursa o ayını oruçlu geçirsin (Bakara 2/185)” diyor. Size kim şahit olursa dediğine göre başkası şahit olursa başkasının şahitliğinden bana ne dersiniz. Falan şehirde görmüşlerse bana ne ben görür tutarım diyebilirsiniz. Ha bu genelde kabul ediliyor. Yani bir yerde görülürse diğer yerlerdeki Müslümanlar da oruca başlar diye. Sonra bundan epeyce önceydi bir toplantı yapılmıştır bu konuyla alakalı olarak. Bir karara varılmıştı dünyanın neresinde hilal görülürse bütün İslam âlemi oruca başlayacak birliği sağlamak için. Şimdi o uygulanıyor. Müslümanları asıl yanıltan şu. Yıllardır Suudi Arabistan’da hilal görülmediği halde görüldüğü ifade ediliyor. Ama ben geçen sene orada genç bir uzmanı dinlemiştim. Yani bu şartı biraz daha ciddiyetle ele aldıkları anlaşılıyor. Genç bir uzmanı dinlemiştim Suudi Arabistan televizyonunda. Yani olaylara hâkim birisine benziyordu. Yapmış olduğu konuşma, tanımlar oldukça tatmin ediciydi ve geçen sene bizle beraber başladılar. Bir yanlışlık olmadı. Şunu söyleyeyim Türkiye’deki uygulama İslam Konferansı teşkilatının aldığı karara tamı tamına uyuyor. Tamamen hilalin çıplak gözle görülmesi esasına göre hareket ediliyor. Hilalin görülmesinde bir problem yok. Gerek ramazanın başlangıcında gerek bitiminde Türkiye’deki uygulama tamı tamına güvenilir bir uygulamadır. Ben şahsen bunu çok sayıda gözlemlerimle tespit ettim. Bir kere bile hatasına şahsen rastlamadım. Hilalle ilgili olarak Türkiye’nin uygulaması son derece güzeldir. Çünkü o konuda gerekli titizlik yıllardır gösteriliyor.
Yalnız bir husus var onu da biz yıllardır söylüyoruz. Ama o konuda harekete geçmiş değiliz tam olarak. Siz burada da görüyorsunuz her akşam her derste bir sürü problem ortaya çıkıyor. Problemler o kadar çok ki. Bu problemlerin bir kısmını biz size bu derslerde yansıtıyoruz. O kadar çok problemler yumağıyla yüz yüzeyiz ki asırların ihmali sebebiyle. Biz vakıfta 11 kişi çalışıyoruz. Herhalde onu 111 kişiye çıkarsak birazcık rahatlama olabilir. Böyle olduğu için de her tarafa yetişmemiz mümkün olmuyor. Aslında yapmamız gereken en önemli işlerden bir tanesi namaz vakitleri meselesidir. Orada çok ciddi yanlışlıklar var. O yanlışlığı tespit için biz her türlü çalışmayı yaptık. O konuda bir problem yok. Diyanet İşleri Başkanlığı Uzmanları ile de yaptık, yurt dışında da birçok yerlerde yaptık. Hatayı tespit ettik ama bunu uluslararası bir toplantı haline getiremedik. Aslında şu anda şartlar son derece uygun. Namaz vakitleriyle ilgili uluslararası bir toplantının yapılması gerekiyor. Aynı hilal konferansında olduğu gibi bir de namaz vakitleri konferansı yapılması lazım. Bunu da İslam Konferansı Teşkilatı yapmalı. Biz de ona öncülük edebiliriz çok rahat bir şekilde zaten o teşkilatın başkanı da diğer uzmanları da bizi gayet iyi tanırlar. Aslında bu konuda aslında hata bizden kaynaklanıyor aşırı derecede meşgul olmaktan dolayı. İnşallah ümit ediyorum ki seneye böyle bir şey yaparız. En azından çok istiyoruz yapmayı. Bu konuda İstanbul Üniversitesi’nin uzmanlarıyla da anlaştık Uzay Bilimleri fakültesiyle de. İnşallah bir şeyler yapacağız.
Şimdi bu anlaştık dediğimiz husus şu. Bakara Suresi’nin 187. Ayetinde Allahütealâ diyor ki, az önce okuduğumuz ayetlerin devamı. Ayetin sadece soruyla ilgili kısmı okuyum: “Fecr tarafından siyah iplik beyaz iplikten sizce iyice ayırt edilinceye kadar yemeye içmeye devam edin. (Bakara 2/187)” Fecr, yani tan yerinin ağarması. Sabahleyin tan yeri ağarırken ışık öyle bir nokta olarak gelmez. Şimdi dünya yuvarlak ya, uzunca bir satıh. Altında bir ışık kaynağı olsa, mesela güçlü bir lamba tutsam siz ışığı enlemesine görürsünüz değil mi? İşte sabahleyin de doğu ufkunda enlemesine bir ışık ortaya çıkar ama ortası biraz yüksektir. Çizgiler bir yarım daire yapar ve öyle devam eder. Gökyüzü kısmı çabuk aydınlanır çünkü ışıklar gökyüzüne vuruyor. Kara kısmı geç aydınlanır. Siz doğu tarafına bakarken sizinle güneşin olduğu taraf arasındaki o kara kısmı sabahleyin bütün cisimler gözükmediği için o erken vakitte ancak büyük cisimler görünür, uzunca siyah bir hat gibi gözükür. Onun üzerinde beyaz bir hat oluşur. İşte o siyahla beyaz birbirinden ayırt edilinceye kadar yiyin için diyor Allah. Size göre, teleskopla, falan uzmana filan uzmana göre değil. Size göre o siyah çizgi beyaz çizgiden ayırt edilinceye kadar yiyin için. Şimdi siz takvimlerde ilan edilen imsak vakitlerine bakarsanız o imsak vakitlerinde dünyanın herhangi bir yerinde böyle bir olay olması mümkün değil. Çünkü o takvimlerdeki imsak, güneş ışınlarının toprağa ulaşması esasına göre değildir. Güneş ışınlarının atmosferin en üst tabakasına geldiği ana göredir. Yani astronomiye göre bir tan ayarlamışlardır. Yani astronomik tan… Astronomik tan da gerçek tandan 6 derece kadar yüksektedir. Bunun üzerine bir de ilaveler yaparlar 21 dereceye çıkarlar. Bir de işte ihtiyattır falan koyarlar. Sabahleyin tanyeri ağardı imsak oldu diye takvimlerde görürsünüz o saatte dünyanın hiçbir yerinde kesinlikle imsak olmaz. İmsak ondan en az 40 dakika sonradır. Bazen bir saate kadar çıkar.
Dolayısıyla orada gördüğünüz imsak vaktinde yemeye içmeye devam edersiniz. Hava açık olduğu zaman bir çıkın gözlemleyin. Ben yıllarca gözlemledim. Türkiye’nin her yerinde dünyanın birçok yerinde gözlemledim. Orada görürsünüz. Bu konuda hazırladığımız raporlar Diyanet İşleri Başkanlığı’nın vakit hesaplama uzmanlığında da var. Ama bunları harekete geçirmek uluslararası bir toplantıya bağlı öyle anlaşılıyor. Çünkü şu ana kadar herkes haklılığımızı kabul ediyor ama kimse uygulamaya yanaşmıyor. Eğer Allah nasip ederse niyetimizde şu da var. Seneye kadar bir imsakiye hazırlayalım diyoruz. Gerçek manada işte şu saatte imsak olur diye bir imsakiye hazırlayabilirsek inşallah büyük bir hizmet yapmış oluruz. Aslında burada yapılacak çok daha fazla şeyler var. Olay sadece burayla sınırlı değil. Yatsı namazı vakti problemi de var kuzey ülkelerinde. Bütün bunları inşallah Kuranı Kerim’e göre halletmek nasip olur.
Şimdilik sizin bileceğiniz şu. Takvimlerde ilan edilen radyo televizyonlarda ilan edilen vakit kesinlikle imsak vakti değildir. O sırada da namaz kılarsanız teheccüd olur sabah namazı olmaz. Yemeyi içmeyi bırakmakta problem yok diye bir şey yok ondan da problem var. İnsan bir bardak su içmek istiyor içemiyor. Bazen adam bir hap yutmak istiyor yutamıyor. Yani Allahın verdiği ruhsatı da sonuna kadar kullanmak lazım… Efendim ihtiyat mihtiyat diye diye insanlar artık kendilerini boğacak hale getiriyorlar. İhtiyat dinin emrettiği şekilde davranmaktır. Dolayısıyla bu konular son derece önemli. Yani sizin hepiniz işte bizi internetten de dinleyenler çıkın sabahleyin imsak dedikleri vakitte bir bakın doğu tarafına. Güneşin ışını o lamba ışınlarıyla karşılaştırılmayacak kadar güçlüdür. Lamba ışınları belli noktadadır. Güneşin ışınları ufukta genişçe yayılır. Sizin burada yapmanız gerekmez. Çıkarsınız Karadeniz kıyılarına kadar gidersiniz rahatça görürsünüz. İnsanların hepsi İstanbul’da yaşamıyor. İstanbul’dan çıkar gider bir yere zor bir şey değil. Yeter ki insan bunu görmek istesin. İlk önce başlangıçta ciddi sıkıntı yaşarsınız. Çünkü ufuktaki lamba ışıkları sizi yanıltabilir. Onu uzmanları anlayabilir. Fakat siz çıkıp baktığınız zaman da tan yerinin ağarmadığını anlayacak kadar da bilgi sahibi olursunuz. Çünkü bakarsınız ki dört taraf da aynı ölçüde, şiddette karanlık. Daha sonra tan yerinin ağarmaya başladığını gördüğünüzde de net olarak anlarsınız. Çünkü o noktasal değil geniş bir satıh üzerinde tan yeri ağarır.
(Başka bir soru) Bakara 184’te güç yetirenler fidye veriyor. Şimdi “o orucu tutabilenlere”. Yani orucu tuttun değil mi. Ne gerekir, “bir yoksul doyumu fidye gerekir”. Hasta ve seferde kaza ediyor. O fitre dediğin şeyi kazası olan da verecek olmayan da verecek. Ona da gerekiyor bu. Burada nesih söz konusu değil. Nesih olmaz burada. O orucu tutabilenler fitre verirler. Bunlara farzdır. İster kaza olarak tutabilsin ister eda olarak tutabilsin fitre verirler. Şimdi bazıları diyor ki oruç tutabilenler tutmayıp da yerine fidye verebilirler. Hayır, böyle bir mana anlaşılmaz oradan. Böyle bir şey yok. O zaman hasta olan kaza edecek hasta olmayan da fidye verecek bu kabul edilebilecek bir şey değil.
Şimdi burada bir de arada sorulan bir soru üzerine güzel bir şey daha ortaya çıktı bunu da sizinle paylaşayım. Bakara Suresi’nin 184. Ayetini açın. Şimdi burada az önceki derste söylemiştik “oruca gücü geçenlere bir çaresizi doyuracak fidye gerekir” ayetini tefsir ve meallerin büyük bir çoğunluğu “gücü yetmeyenlere fidye gerekir” şeklinde alınmış. Hatta fıkıh kitaplarında da var bu. Hastalığından dolayı ya da yaşlılığından dolayı eğer oruç tutamıyorsa tutamadığı günler sayısınca fidye verir derler. Bunu hep bu yanlış anlamdan çıkarırlar. Şimdi biz böyle bir mana verelim. Farz edelim ki burada mana böyle. Yani o kişilerin dedikleri gibi. Bakın ne kadar tutarsızlıklar ortaya çıkıyor. Ne mana vermişlerdi? “Oruca güç yetiremeyenlere gerekir bir miskin doyuracak fidye.” Ayetin sonu nasıl bitiyor? Oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır. Oruca gücü yetmeyen nasıl oruç tutacak? Anladınız mı? Oruca gücü yetmeyenlere fidye gerekir diye anlam vermişler ayetin metnine aykırı olarak. İlave yaparak. Manayı tam tersine çevirerek. Peki, oruca güç yetiremeyen kişiye Cenabıhak nasıl der ki orucu tutmanız daha hayırlıdır? Çünkü Allahütealâ kimseyi gücü yetmeyenleri sorumlu tutmayacağını kendi bildiriyor. Gücünün yetmediğini nasıl yapabilir. Orada nasıl tanımlamıştı bu meallerden birisinde? İleri yaştan dolayı hastalıktan dolayı oruç tutmaya gücü yetmiyor. Bu fidye verecek. Peki, bu kişiye “oruç tutmanız daha hayırlıdır” denir mi? Bakın nasıl çelişki meydana geliyor gördünüz mü? Çünkü ayete bir ilave yaptınız mı bütün ilişkiler bozuluyor. O zaman buradan şu ortaya çıkıyor. Oruç tutamayanın fidye vermesi diye bir şey yok. Böyle bir olay yok. Bunlar tamamen yanlış anlaşılmadan kaynaklanan şeylerdir. Oruca gücü yetmiyorsa zaten sorumlu değil. Oruç tutabiliyorsa, yolcuysa hastaysa daha sonra kaza eder. Değilse tamamını tutar. Kaza etse de etmese de her ikisine de bir fitre gerekiyor. Onu da biz zaten ramazanın sonunda peygamberimizin hadisine dayanarak veriyoruz. Hâlbuki o hadis bu ayeti kerimenin uygulanmasından başka bir şey değildir.
Fitrenin verilme zamanı da bu açıdan çok önemli. Çünkü ramazan bitmeden oruç tutabildiğin anlaşılmaz değil mi? Şimdi Peygamberimiz (sav) hadisinde fitrenin bayram namazından önce verilmesini emrediyor. Bayram namazından sonra verilirse o da bir sadaka olur diyor. Yani verilebilir diyor. Daha sonra oruçlarını kaza edenler sonra da verseler olur. Bunlar Peygamberimizin emrine uyarak baştan da verse olur.
(Fidye ve zekât farkı soruluyor.) Oruç tutma bir lütuftur yalnız o fidye bir zekât gibi değil. Zekâttan farklı tarafı şu: oruçluyken, bir sonraki ayette takvadan bahsediliyor, hadisi şeriflerde de eğer dilinizi korumuyorsanız, oruç tutmanızın fazla bir faydası olmaz mealinde Peygamberimizin ifadeleri var. Şimdi oruç tutarken zaten fitreyle ilgili hadiste de o var. Oruçlunun bir takım eksiklerini onunla tamamlama. Yani şükürden farklı bir tarafı var onun. Oruçta bir takım eksikliklerimiz olmuş olur. Yapmamamız gereken bazı davranışlarımız olur onunla tamamlama manasına gelir. Sadakayı vitrin hikmetini anlatan hadisi şerifte Peygamberimiz diyor ki: “Oruç tutanın temizlenmesi, miskinlerin de karnının doyması.” Oruç tutanların bir takım hatalardan kusurlardan temizlenmesine sebep oluyor o fidye. Çaresizlerin de doymasına sebep oluyor. Tabi zekât da malın temizliği de onunla bunun arasında bir fark var.
Bizim ülkede ramazan ve kurban bayramının ortasında yani yetmiş gün içerisinde düğün yapmak caiz değildir diyorlar. Bu aylar haram aylar diyorlar. Bu konuda bize delilleriyle açıklama yapabilir misiniz?
Düğün yapmanın haram olduğu hiçbir zaman yok. Sadece kadın erkek ilişkisinin karı koca ilişkisinin haram olduğu bir ramazan günü oruç tutmak farz olduğu için. O da yolcu olursa bunun dışında kalır. Bir de hac veya umre için ihrama girmişse o zaman ihramlıyken haramdır. Onun dışında senenin hiçbir günü öyle bir yasak yok. Yani ramazanda kurban bayramında yani düğünün yasak olduğu hiçbir zaman yok. Her zaman düğün yapılabilir. Zaten düğünden sonra giderler ondan sonra da problem yok.
Yazıya Geçiren: Efe Mısırlı ([email protected])
[1] Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz. Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi ve tevbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık (ramazan gecelerinde) onlara yaklaşın ve Allah’ın sizin için takdir ettiklerini isteyin. Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yeyin, için, sonra akşama kadar orucu tamamlayın. Mescitlerde ibadete çekilmiş olduğunuz zamanlarda kadınlarla birleşmeyin. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sakın bu sınırlara yaklaşmayın. İşte böylece Allah ayetlerini insanlara açıklar. Umulur ki korunurlar. (Bakara 2/187, D.V. Meali)
[2] “Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir. (Bakara 2/2)”